MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim
Resim

Allahu Teâlâ'nın İhsan izniyle,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellim'in Ekrem ikramıyla,
Ve gerçekten himmetlerini hep göre geldiğim Azîz Eren Baba'larımın duasıyla düşünürdüm hiç durmadan...
Muhammedî Tasvvuf ne idi, nerelere götürüldü, günümüzde ne hâlde?
Ve en önemlisi ise fıtrî meşrebinde Rabb’ısıyla tanışmak aşkı olan bir gencimiz;
Kimlere baş eğmeli ya da eğmeden nasıl kendini ve Rabb’ını bilmeli, bulmalı olmalı ve yaşayabilmeli idi??...

İşte bu sorular sonucunda;
Zâhiren Lâtif YILDIZ, Bâtınen KUL İHVANÎ çeşmesinden akan İlâhî İLİM ve Muhammedî EDEB "SU" yunun kaynağı sadece ve sadece Muhammedîdir.
Muhammedî oluşu zâten kapsayan, Kur'ânî Ve Rabbânî oluş ise hâliyle birliktedir biledir...

Bu Çile çeşmesi;
Allahu Zü'l- Celâl için herkese selsebildir,
Muhammed aleyhisselâm adına hesabına ve şerefine O'nun özellik ve güzelliklerini arz etmekten başka olan; amaç, çıkar vs.ler kendisine haramdır..
Yiğitliği ise, 4 mevsim yıkılmadan ayakta kalabilmek ve Hasbî Hizmet Kıyamı’nda sürekli durabilmektir...
Zikr-i dâim, Fikr-i dâim, Şükr-ü dâim ve Sabr-ı dâim köşelerini yere indirmemek için;
Muhammedî Melâmet içinde merhamet ve muhabbetle her gelene :
"BUYURUNUZ EFENDİM! SİZİNDİR!!" alın yazısını okutabilmektir…
Bir yudum içenin “BEN”likten “BİZ” liğe geçiş kemâlâtını kutlayabilmektir..

Bu çeşmeden "Aslı pâk SU" yun akışında;
Görülecek, sanılacak veya tesbit edilecek her yanlış ve hata Çeşmeye-Bana aittir.
İncelenir yanlış ise derhal düzeltilir...

Bir zamanlar çala kalem ve çok kısa sürede yazılan "Muhammedi Tasaavvuf"u;
İlgi duyan değerli gençlerimizle birlikte yeniden elden ve gönülden geçirelim istedim.
Forumda açılan Tasavvuf köşemizde BİRlikte ve BİZlikte İnşâallah…

Her yeni konu da anlatamadığım, anlaşılamayan kısımları yeniden düzenlemeliyiz..

Bizler hamd olsun alışılmış piyasa işi bir tarikat çemberinde cem' değil de,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in mutahhar yüreğinde BİR ve BİZ olmayı ve "Şu an ki şehâdeti"ne fiilen iştirak şerefini hayat , din ve âhiret gâyemiz bilmekteyiz..
Hepimiz biribirimizin sadece hizmetçisiyiz.
Şişen, şişirilen, şişirtilen basit balon mübârekliklerinin nasıl patlayıp, çatladığına veya elden kaçanlarının nasıl yok olup gittikleri acı sonuçlarını görmekteyiz...
İmam-ı Mutlak, Rehber-i Mutlak ve Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm...
Söz bitti.. hepimiz cemâatıyız.. ve ne yaptığımızdan eminiz çok şükür...

Bize, "Muhammedî Tasaavvuf" taki "Muhammedî" kelimesini çok gören 40 yıllık tarikat arkadaşlarıma ise diyecek çok sözüm yok!
Ancak;
İmanında, âmelinde, ahlâkında ve hâllerinde Muhammed aleyhisselâmı duyup da uyanlar mutlaka “Muhammedî” dirler ki,
Bu her müslüman için Emrullahtır hatta Muradullahtır..

Gerçek böyle değil ise "Muahammedîyim!" sözü korkunç sonuçlara gebe boş bir kuru gürültüdür ve görüntü ambalajı bomboştur..
Ben isem de, sen isen de, o ise de... fark etmez…



Dingin bir Bedenle Zikret ve Üzme!
Singin bir Nefsle Fikret ve Üzülme!
Yungun bir Gönülle Şükret ve Sev!
Yangın bir Ruhla Sabret ve Sevil!..


Es Selâm ve Muhabbetlerimle…

*

Resim

Resim


ÖNSÖZ

GİRİŞ

1. BÖLÜM : İNSAN

1.1. SİSTEMLER

1.1.1. 1’ li Sistem

1.1.2. 2’ li Sistem

1.3.3. 3’ lü Sistem

1.1.4. 4’ lü Sistem

1.2. İnsan Hallerİ

1.2.1. Ağır Uykuda Olanlar

1.2.2. Uyurgezerler

1.2.3. Zilzurna Sarhoşlar

1.2.4. Ayıklar

1.3. İlİm - İrade - İdrak - İştirak

1.3.1. İlim

1.3.2. İrade

1.3.3. İdrak

1.3.4. İştirak

1.4. İNSAN KİMDİR? AKIL NEDİR?

1.4.1. Şerîat İnsanı (Buz İnsan)

1.4.2. Tarikât İnsanı (Su İnsan)

1.4.3. Mârifet İnsanı (Buhar İnsan)

1.4.4. Hakikat İnsanı (Bulut İnsan)

1.5. DUA

1.5.1. Dua Etmemizi Emreden Ayetler

1.5.2. Allah (c.c.) Duaları Kabul Eder

1.5.3. Duanın Önemi Ve Fazileti

1.5.4. Duanın Esmaü'l-Hüsna İle Yapılması

1.5.5. Duada Aşırıya Gitmemek

1.5.6. Kur'anî Dualar Ve Hadisler

1.6. MERKEZ - MUHİT

1.6.1. İlk O Var İdi.

1.6.2. İlim

1.6.3-11. İnsan, İman, İbadet, İtaat, İttika, İhlas, İrfan, İkan, İhsan

1.6.12. İllâ Hu

1.7. SALL - SILA - SALÂT

1.8. FELSEFE VE TASAVVUF

1.9. ŞİİR - ŞÂİR - ÂŞIK

1.10. ABDULLAH (S.A.V.) - RESULULLAH (S.A.V.)

1.11. HAYÂ

1.12. KESRET - VAHDET ZEVKİ

1.13. KÂİNAT VE İNSAN

1.14. KÂMİL İNSAN

1.15. İNSAN LETÂİFLERİ


2. BÖLÜM : AKIL

2.1. HAM AKIL – AKL-I SELİM

HAM AKIL – AKL-I SELİM - 2

2.2. AKLIN ÇELDİRİCİLERİ

2.2.1. Maddî Olarak Haram, Tamah ve Hırs

2.2.2. Manevî Olarak Yalan

2.2.3. İblis ve Şeytanlar

2.2.4. İnsanlar


2.3. AKILLA İLGİLİ ÂYETLER

2.4. AKILLA İLGİLİ HADİSLER

2.5. MUHAMMEDÎ OLUŞ ŞUÛRUNUN ÖNEMİ


3. BÖLÜM : AKLIN VE NAKLİN IŞIĞINDA İNSAN

3.1. İNSANLA İLGİLİ ÂYETLER

3.2. KUR’ÂN-I KERÎMDE İNSAN SIFATLARI

3.3. İNSANIN İÇ (ENFUSÎ) YAPISI

3.3.1. Beden

3.3.2. Sadr

3.3.3. Nefs (Özellik Ve Mertebeleri)

3.3.3.1. Nefs-i Emmâre

3.3.3.2. Nefs-i Levrâme

3.3.3.3. Nefs-i Mülhime

3.3.3.4. Nefs-i Mutmaînne ve Tevbe

3.3.3.5. Nefs-i Raziyye

3.3.3.6. Nefs-i Merziyye

3.3.3.7. Nefs-i Safiyye

3.3.4. Sadr

3.3.5. Kalb

3.3.6. Fuad

3.3.7. Ruh

3.3.8. Sır

3.3.9. Hafî

3.3.10. Ahfâ

3.3.11. Akdes

3.4. ALLAH (C.C.) VE RASÛLULLAH (S.A.V.)'E İMÂN VE İTÂAT

3.4.1. Merkez-Muhit ve Emânet-Ni'met

3.4.2. Hak ve Bâtıl

3.4.3. Hak-Bâtıl İmtihanı ve Çilesi

3.4.4. Hayr ve Şer


4. BÖLÜM : AŞK

4.1. AŞK'IN İZÂHI

4.2. ŞECERETÜ'L-AŞK VE ŞECERETÜ'L KEVN

4.2.1. İlim

4.2.1.1. Hadisi Şeriflerde İlim

4.2.1.2. Kur’ân-ı Kerîm’de İlim

4.2.2. Edeb

4.2.3. İman

4.2.4. İbâdet

4.2.5. İhlâs

4.2.6. İtâat

4.2.7. İttikâ

4.2.7.1. Hadis-i Şeriflerde Takvâ

4.2.7.2. Kur’ân-ı Kerîmde Takvâ

4.2.7.3. El A'lâ Sûresi Zevki

4.2.8. İrfân

4.2.9. İhsân


5. BÖLÜM : RASÛLULLAH (S.A.V.)

5.1. TESLİMİYYET VE İSTİKÂMET

5.2. RASÛLULLAH (S.A.V.) İLE İLGİLİ ÂYETLER

5.3. SEÇME SÂLAVÂT-I ŞERÎFELER

5.4. EHL-İ BEYT


6. BÖLÜM : KUR'ÂN-I KERÎM

6.1. KUR’ÂN-I KERÎM İLE İLGİLİ ÂYETLER

6.2. KUR’ÂN-I KERÎM İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERÎFLER

6.3. KUR’ÂN-I KERÎM’İN TEFSİRİ


7. BÖLÜM : KULLUK VE SIFATLARI

7.1. DUA

7.1.1. Kur’ân-ı Kerîm’de Dua

7.1.2. Hadis-İ Şerîflerde Dua

7.1.3. Duanın Önemi

7.1.4. Ârif ve Dua

7.2. KÂMİL ÂRİF VE KEMÂLÂT

7.3. HİKMET

7.4. TASAVVUF VE SÛFÎ

7.5. MUHABBET

7.6. MERHAMET


8. BÖLÜM : ALLAHU ZÜ’L CELÂL

8.1. ALLAHU ZÜ’L CELÂL’İN VARLIĞI

8.2. ALLAHU ZÜ’L CELÂL BİRLİĞİ

8.3. ALLAHU ZÜ’L CELÂL’İN İSİMLERİ (ESMÂÜ’L-HÜSNÂ)

8.4. ALLAHU ZÜ’L CELÂL’İN SIFATLARI

8.5. TEVHİD VE İLİM

8.6. TEVHİD

8.7. TEVHİD VE HİKMET

8.8. TEVHİD VE ŞEHÂDET

8.9. TEVHİD VE TASDİK

8.10. TEVHİDLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERÎFLER

8.11. TEVHİD - SALÂT - FÂTİHA ZEVKİ

8.12. ALLAH (C.C.) VE RAHMAN (C.C.) ESMÂ ZEVKİ


9. BÖLÜM : MUHAMMEDÎ TASAVVUF

9.1. CÛD-VÜCÛD-MEVCÛD

9.2. EL HAKK (C.C.) VE HALK

9.3. OLUŞUM SİSTEMİ

9.4. MUHAMMEDÎ TASAVVUFTA RASÛLULLAH (S.A.V.)

9.5. FİTNE VE FİTNECİLER

9.6. MUHAMMEDÎ ŞUÛR NEŞ’ESİ

9.7. MUHAMMEDÎ GAYRETKEŞLİK

SONSÖZ

*

Resim

Resim

ÖNSÖZ

Allahu Teâlâ'nın İhsan izniyle,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellim'in Ekrem ikramıyla,
Ve gerçekten himmetlerini hep göre geldiğim Azîz Eren Baba'larımın duasıyla düşünürdüm hiç durmadan...
Muhammedî Tasvvuf ne idi, nerelere götürüldü, günümüzde ne hâlde?
Ve en önemlisi ise fıtrî meşrebinde Rabb’ısıyla tanışmak aşkı olan bir gencimiz;
Kimlere baş eğmeli ya da eğmeden nasıl kendini ve Rabb’ını bilmeli, bulmalı ve yaşayabilmeli idi??...

İşte bu sorular sonucunda;
Zâhiren Lâtif YILDIZ, Bâtınen KUL İHVANÎ çeşmesinden akan İlâhî İLİM ve Muhammedî EDEB "SU" yunun kaynağı sadece ve sadece Muhammedîdir.
Muhammedî oluşu zâten kapsayan, Kur'ânî Ve Rabbânî oluş ise hâliyle birliktedir biledir...

Bu Çile çeşmesi;
Allahu Zü'l- Celâl için herkese selsebildir,
Muhammed aleyhisselâm adına hesabına ve şerefine O'nun özellik ve güzelliklerini arz etmekten başka olan; amaç, çıkar vs.ler kendisine haramdır..
Yiğitliği ise, 4 mevsim yıkılmadan ayakta kalabilmek ve Hasbî Hizmet Kıyamı’nda sürekli durabilmektir...
Zikr-i dâim, Fikr-i dâim, Şükr-ü dâim ve Sabr-ı dâim köşelerini yere indirmemek için;
Muhammedî Melâmet içinde merhamet ve muhabbetle her gelene :
"BUYURUNUZ EFENDİM! SİZİNDİR!!" alın yazısını okutabilmektir…
Bir yudum içenin “BEN”likten “BİZ” liğe geçiş kemâlâtını kutlayabilmektir..

Bu çeşmeden "Aslı pâk SU"yun akışında;
Görülecek, sanılacak veya tesbit edilecek her yanlış ve hata Çeşmeye-Bana aittir.
İncelenir yanlış ise derhal düzeltilir...

Bir zamanlar çala kalem ve çok kısa sürede yazılan "Muhammedi Tasaavvuf"u;
İlgi duyan değerli gençlerimizle birlikte yeniden elden ve gönülden geçirelim istedim.
Forumda açılan Tasavvuf köşemizde BİRlikte ve BİZlikte İnşâallah…

Her yeni konu da anlatamadığım, anlaşılamayan kısımları yeniden düzenlemeliyiz..

Bizler hamd olsun alışılmış piyasa işi bir tarikat çemberinde cem' değil de,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in mutahhar yüreğinde BİR ve BİZ olmayı ve "Şu an ki şehâdeti"ne fiilen iştirak şerefini hayat , din ve âhiret gâyemiz bilmekteyiz..
Hepimiz biribirimizin sadece hizmetçisiyiz.
Şişen, şişirilen, şişirtilen basit balon mübârekliklerinin nasıl patlayıp, çatladığına veya elden kaçanlarının nasıl yok olup gittikleri acı sonuçlarını görmekteyiz...
İmam-ı Mutlak, Rehber-i Mutlak ve Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm...
Söz bitti.. hepimiz cemâatıyız.. ve ne yaptığımızdan eminiz çok şükür...

Bize, "Muhammedî Tasaavvuf" taki "Muhammedî" kelimesini çok gören 40 yıllık tarikat arkadaşlarıma ise diyecek çok sözüm yok!
Ancak;
İmanında, âmelinde, ahlâkında ve hâllerinde Muhammed aleyhisselâmı duyup da uyanlar mutlaka “Muhammedî” dirler ki,
Bu her müslüman için Emrullahtır hatta Muradullahtır..
Gerçek böyle değil ise "Muahammedîyim!" sözü korkunç sonuçlara gebe boş bir kuru gürültüdür ve görüntü ambalajı bomboştur..
Ben isem de, sen isen de, o ise de... fark etmez…

Allahu Teâlâ'nın İhsan izniyle,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellim'in Ekrem ikramıyla,
Ve gerçekten himmetlerini hep göre geldiğim Azîz Eren Baba'larımın duasıyla düşünürdüm hiç durmadan...
Muhammedî Tasvvuf ne idi, nerelere götürüldü, günümüzde ne hâlde?
Ve en önemlisi ise fıtrî meşrebinde Rabb’ısıyla tanışmak aşkı olan bir gencimiz;
Kimlere baş eğmeli ya da eğmeden nasıl kendini ve Rabb’ını bilmeli, bulmalı ve yaşayabilmeli idi??...

İşte bu sorular sonucunda;
Zâhiren Lâtif YILDIZ, Bâtınen KUL İHVANÎ çeşmesinden akan İlâhî İLİM ve Muhammedî EDEB "SU" yunun kaynağı sadece ve sadece Muhammedîdir.
Muhammedî oluşu zâten kapsayan, Kur'ânî Ve Rabbânî oluş ise hâliyle birliktedir biledir...

Bu Çile çeşmesi;
Allahu Zü'l- Celâl için herkese selsebildir,
Muhammed aleyhisselâm adına hesabına ve şerefine O'nun özellik ve güzelliklerini arz etmekten başka olan; amaç, çıkar vs.ler kendisine haramdır..
Yiğitliği ise, 4 mevsim yıkılmadan ayakta kalabilmek ve Hasbî Hizmet Kıyamı’nda sürekli durabilmektir...
Zikr-i dâim, Fikr-i dâim, Şükr-ü dâim ve Sabr-ı dâim köşelerini yere indirmemek için;
Muhammedî Melâmet içinde merhamet ve muhabbetle her gelene :
"BUYURUNUZ EFENDİM! SİZİNDİR!!" alın yazısını okutabilmektir…
Bir yudum içenin “BEN”likten “BİZ” liğe geçiş kemâlâtını kutlayabilmektir..

Bu çeşmeden "Aslı pâk SU"yun akışında;
Görülecek, sanılacak veya tesbit edilecek her yanlış ve hata Çeşmeye-Bana aittir.
İncelenir yanlış ise derhal düzeltilir...

Bir zamanlar çala kalem ve çok kısa sürede yazılan "Muhammedi Tasaavvuf"u;
İlgi duyan değerli gençlerimizle birlikte yeniden elden ve gönülden geçirelim istedim.
Forumda açılan Tasavvuf köşemizde BİRlikte ve BİZlikte İnşâallah…

Her yeni konu da anlatamadığım, anlaşılamayan kısımları yeniden düzenlemeliyiz..

Bizler hamd olsun alışılmış piyasa işi bir tarikat çemberinde cem' değil de,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem' in mutahhar yüreğinde BİR ve BİZ olmayı ve "Şu an ki şehâdeti"ne fiilen iştirak şerefini hayat , din ve âhiret gâyemiz bilmekteyiz..
Hepimiz biribirimizin sadece hizmetçisiyiz.
Şişen, şişirilen, şişirtilen basit balon mübârekliklerinin nasıl patlayıp, çatladığına veya elden kaçanlarının nasıl yok olup gittikleri acı sonuçlarını görmekteyiz...
İmam-ı Mutlak, Rehber-i Mutlak ve Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm...
Söz bitti.. hepimiz cemâatıyız.. ve ne yaptığımızdan eminiz çok şükür...

Bize, "Muhammedî Tasaavvuf" taki "Muhammedî" kelimesini çok gören 40 yıllık tarikat arkadaşlarıma ise diyecek çok sözüm yok!
Ancak;
İmanında, âmelinde, ahlâkında ve hâllerinde Muhammed aleyhisselâmı duyup da uyanlar mutlaka “Muhammedî” dirler ki,
Bu her müslüman için Emrullahtır hatta Muradullahtır..
Gerçek böyle değil ise "Muahammedîyim!" sözü korkunç sonuçlara gebe boş bir kuru gürültüdür ve görüntü ambalajı bomboştur..
Ben isem de, sen isen de, o ise de... fark etmez…


Dingin bir Bedenle Zikret ve Üzme!

Singin bir Nefsle Fikret ve Üzülme!

Yungun bir Gönülle Şükret ve Sev!

Yangın bir Ruhla Sabret ve Sevil!..


Es Selâm ve Muhabbetlerimle…

*

GİRİŞ:

Bismillâhirrahmânirrahîm

İnsan, Akıl, Nakil, Aşk, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ALLAH (cc)...

Hamd; varlığın var edicisi, sistemin sahibi, elân hazır ve nazır olan yüce RABB’imiz ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e olsun.

Salâvât-ü-selâm; varlığın menbağı HÂLİK (celle celâluhu)’nun halkına habercisi ve HAKK (celle celâluhu)’nun Habibi Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, şerefli ailesine, Ehl-i Beytine ve ashabına olsun.

Azîz kardeşim,
Benim doğduğum köy Aksaray’ın Hasan Dağı yakınında bir köydür.
Kırkbeş yıl önce o köyde geceleri uzaktaki şehrin yanıp sönen ışıklarını seyreder, neden göz kırptığını bir türlü anlayamazdım.
Şehirde hiç gecelememiştim ve elektriği çok merak ederdim.
İlkokulu köyde bitirdim.
Anamın küçük sandıklı altınını 22 liraya kuyumculara sattım ve besmele ile ortaokula yazıldım.
Komşu köyden iki arkadaşla birlikte at ahırının bir köşesine bölünmüş bir odayı şehrin en zengininden 2,5 liraya kiraladık.
Elektriği görmüştüm ama göz kırpmıyordu artık.
Köye gittiğimde tekrar bakıyordum ve tekrar göz kırpıyordu..
Öyle ya da böyle ortaokulu bitirdim.
Hep iftiharlıktım.
Adana Erkek Lisesini parasız yatılı olarak kazandım.
Fizik dersine Necati Beycan girerdi. “ Havuç” derlerdi ona ama hârika bir insan, iyi bir öğretmendi.
Elektrik akımının sürekli değil ard arda geldiğini, onun için uzaktan göz kırptığını, yakından ise insan gözünün bunu fark etmediğini söyledi.
Alternatif akımı ve mekik sistemini öğrendim.
Sinemada da olan sistemin pek çok resmin ard arda ve hızlıca geçmesi hâlinde gözün onları hareket eder gibi gördüğünü anlattı ve anladım.

Böylece 10 yıldır içimde sakladığım ve kimselere sormadığım sorularıma cevap bulmuş, mutlu olmuş ve bilmek ile anlamanın değerini kavramıştım.

Sonra inşaat yüksek mühendisi oldum ve her insan gibi kaderimi yaşadım.

Tasavvufla tanışıklığım, ömrümde ilk hatırlayabildiğim anılarımdan birisidir.
Mustafa Amcamın hanımı Aslı Bacım taş kemerli tek göz oda evlerinde kış gecelerinde dört amca oğlunu diz dize oturtur da bir avuç kuru üzüme ya da iğdeye zikir yarışı yaptırırdı.
Oğunurcasına tevhid çekerdik.
Birinci gelene bir avuç fazla verirdi.
Ne garibtir ki her gün bir başkamız kazanırdı.
Hoca Amcamın oğlu Abdülkadîr’in koca kafası topaç gibi dönerdi...
Amca oğulları Mahmut, Mustafa, Abdülkadîr ile ben ve Aslı Bacım!...
İlk halaka-i zikirler !..

Yıllar ard arda geçerken binlerce kitâb okudum.
“Zerdüşt böyle dedi” den Kur’ân-ı Kerîm’ e kadar...
Sağdan-soldan, önden-arkadan, alttan-üstten ve en önemlisi de özden -içten...
Altı yönü, öz gözü ile seyrettim.
El Vedûd (celle celâluhu)’nun ihsânı ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in keremi ile bâdeli âşıklardan oldum.
16 ciltlik şiir ve zevklerde;
Aşk-ü- Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû’ ve
Havf-ü-Recâ’nın Çile Çarşılarında yaşadım ve yaşıyorum...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i ruhumdan da çok sevdim.
Kalbimi Kur’ân’a tahsis ettim.
ALLAH Zülcelâl’i anlamaya çalıştım.
Kırk yıl içinde nice tarikat ve tasavvuf adamlarıyla görüştüm, beraber oldum.
Nice Hüdâ-i nâbit ve anadan doğma hak âşıklarıyla birlikte yaşadım... vs... vs...

Bunları şunun için arzettim ki içimde dâima bir soru kaldı...
Çırılçıplak doğan bebe ve çırılçıplak ölen dede!...
Peki bu olanlar niye?...
Bu muhteşem sistemin sahibi Subhan ALLAH (celle celâluhu) neyi murad etmektedir?...
İnsan... Akıl...Nakil... Aşk... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)... ALLAH (celle celâluhu)...
???...

Kısacası fikrî tevhid nedir?...
Yazarak düşünsem diye düşündüm...

Bilirsiniz ki;
“Dava”nın sahibi evvel-âhir-zâhir-bâtında tek olup ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’dir.
Sistemini halk etmiş ve tevhid davasını (Lâ ilâhe İllâllâh) ilân etmiştir.
İkinci dava sahibi İblis olmuş ama iflâh olmamıştır.

“Dâvet”in sahibi de tektir ve Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) dir.
Tevhid dâvetini tebliğ etmiştir.
“Lâ İlâhe İllâllah” (Sâffat 37/35, Muhammed 47/19)
“Muhammede’r Resûlullâh” (Ahzâb 33/40) tevhid dâvetinin tebliğ sahibidir.

Biz ise hamdolsun Muhammedîyiz ki bize düşen “Dua” dır.
Her zaman, her yerde, her hâlde, her şeyle Tevhid Duası...

Bundan gayrisi “Denâet”tir ki o da alçaklıktır.
Tevhidsizlik, insan olmanın haysiyetine saygısızlıktır.
Ondan da HAKK (celle celâluhu) korusun!..

Ne davam ne dâvetim var.
Sadece ve sadece ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in ve Habibi olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rızası için duadır benimki...

Dava-dâvet-dua-denâet...
HAKK’ın (celle celâluhu) davası,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dâveti için dua...
Hakta ve hayırda Bilelik Duası...

وَالْعَصْرِ
إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

Resim---“Vel asr. İnnel insane le fi husr. İllellezine amenu ve amilus salihati ve tevasav bil hakki ve tevasav bis sabr : Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr 103/1-3)

Resim---“Ve tevâ savbi’l-Hakk ve teva savbi’s-sabr...” (Asr 103/3)

Öyle ya, yüce RABB’imiz (celle celâluhu):
“Asra yemin ederim ki” buyuruyor...
Sonsuz zamana...
Sonsuz ise düşünülenin ötesi...
Târifsiz olan...
Zamanın en kısası olan alıp da veremediğimiz ya da verip de alamadığımız yarım nefese...
Asra, yüzyıla, ikindi vaktine...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu âlemi şereflendirdiği zaman dilimi olan asr-ı saâdete...
Meyvelerin sıkılan suyu gibi özün özüne ve özetin özetine yemin ederim ki tüm insanlar hüsrandadır...
Nedir hüsran?...
Hüsran o ki kişi ticareti için sermaye koyar ve sonunda, bırak kârı anayı da kaybederse odur hüsran...

Resim---“Hasir-üd-dünya ve’l-âhire...” (Hac 22/11)
Dünya ve âhirette kayıp...

Ancak; imân edenler ve imânları gereği sadık amel işleyenler hariç...
İslâh ve iflâh olanların fiillerini, ehl-i salâhın işlerini işleyenler...
Bir de hakta vasiyetleşenler hariç...
Her zaman her yer ve her hâlde hak olanı tavsiye edenler hariç...
Bir de sabrı tavsiye edenler hariç...
Gerçek sabırsa birinin sürekli yaptığı kötülüğe tahammül değil de kimse hakkı tanımazken, hakkı hak bilip hayra gitmekte vasiyetleşmektir...
İşte bu dört özellik ve güzellikle vasıflanıp yaşayanlar, hüsranda ve ziyanda olmayan müstesnâ mü’minlerdir...

Tahkîkî imân, sâlih amel, hakkû’l-hak ve sabr-ı cemîl duası...
Ve DOST’un (celle celâluhu), DOST’unun (sallallahu aleyhi ve sellem) duacısı...
Kul İHVÂNΒnin sazsız sözü...
Gönül gözünün gördüğü özün sözü...

Bu fakîr kıtmir kardeşinin muhabbet meydanındaki mahlası Kul İHVÂNΒdir. Kul, ma’lûm HAKK (celle celâluhu)’ın kulu...
İhvânî ise ruh kardeşidir...
İhvân: “ Ah”ın çoğuludur.
Ah, ahâ, Ahu: samimi, hamimi (sıcak) ve tamimi (tüm olan, tam) dosttur...
Buradaki “Ha” Hâlik’ın “ Ha” sı olup “ Ah”; El Hâlik (celle celâluhu) dan başkasını "en" tanımayandır.

İhvân: Lâzım ve lâyıkınca kardeş oluş şuûruna erenlerdir.
Neşet edilişin sırrına erip ruh kardeşi oluş şuûruna erenlerdir, ulaşanlardır.

İhvânî: Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)’in nûrundan ve ruhundan neşet edilişin sırrına erip ruh kardeşi oluş şuûruyla yaşayandır.

Kul İhvâni ise sen, ben, biz!...
Bizim hepimizin; Muhammedî oluşumuzun farkına ve şuûruna varıp yaşayışımızı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavline, efâline, ahlâkına ve hâllerine uygun olarak, hep beraber, el birliğiyle, canla başla RABB’imize kul olmak ana ve asıl görevini yerine getirmeye ahdedip azmedişimiz demektir.
“Ben, sen, o, biziz.
Biz, hepimiz Muhammedîyiz!” demektir.

İbrâhim Halilulllah (Aleyhi’s-Selâm) ve İmâm-ı Alî (keremullahi veche)’den bâdeliyiz...
6 ay kadar “Nizamî” olmuş ise de mahlasım, sonradan “Kul İHVÂNÎ güzeldi!” dedim diye, Kul İhvânî kaldı gitti...
Bâdeli âşıklar düşünüp düzenleyerek değil de irticâlen, geldiği gibi ve doğaçlama olarak çalıp söylerler.
Kısacası HAK vergisi...

Şundan dolayı bahsettim ki:


Kul İhvâni sözü kes
“Can” dediğin bir nefes
Bir
“nefes” lik nâsibin
Gün gelir bulur herkes...


Bir nefeslik dua...
Muhammedî Muhabbet Duası...
Çünkü sen, ben, o, biz...
Biz, hepimiz Muhammedîyiz...
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz.
Biz Muhammedîyiz...
O hâlde; o güzel gözlerinizle, bir de bizim gözümüzden seyreyleyin!...

Es Selâm ve Muhabbetlerimle…


Resim

Resim

İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe başlarız inşae ALLAHu Teâlâ..

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


I. BÖLÜM: İNSAN

Bu Muazzam KÂİNÂT Sisteminin, en mükemmel varlığı şüphesiz ki insandır.
Âdemoğlu, bu âlemin göz bebeğidir.
İnsan niçin yaratılmış?
Muhammedî Tasavvufta İnsan Allah için yaratılmıştır.

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ

Resim--- “Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne) :Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara 2/156)

Tüm sistem insanın tevhid tekemmülüne hizmet için emrine müsahhar kılınmıştır.

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Resim--- “Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne) :Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda, düşünen kimseler için dersler vardır.” (Câsiye 45/13)

Sizin için yarattık, emrinize muhassar kıldık, sizin emrinize tahsis ettik buyuruluyor .
Çok çekici ve kalıcı sanılan Hayatın sonunu bildirmek için buyuk:

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ

Resim--- “Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne) : Onun için başınıza azab gelib çatmadan (tevbe edib) Rabbinize dönün, O’na hâlis ibadet edin; sonra kurtulamazsınız.” (Zumer 39/54)

Peki kimdir bu "İNSAN" denilen varlık?...

Sistemin sahibi olan Yüce Subhân ALLAH Teâlâ’nın;
Fakîr, Âciz, Zelil ve Âlîl bir kulu olmaya çalışan bendeniz;
Ne bir Tevhid Tüccarı, ne de bir Tasavvufî Esrâr Simsârıyım.

Cenneti, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in kalbindeki Rıza Havuzu bilen, her zerresini eritip çile çöllerinden akıtıp geçirerek O’na kavuşturmayı amaçlayan, garib dervişlerinden ve âşıklarından birisiyim.

Çalakalem gönül gözümüzün gördüğünü arzedip zevk edip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem Adına, Hesabına ve şerefine BİZ BİR-İZ İkram Sofrasına SUNmaya çalışıyoruz İnşâallah..

MuhaMMedi MuHABBEtle!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Muhammedî Tasavvufta SAYI SİSTEMLERimİZ

Elbette ki insanın bir bilgiyi bilmesi anlaması ve gereğini yerine getirmesinin de bir yolu, yöntemi ve sistemi vardır.
Tasavvuf ve felsefe gibi iki uç ve öz ilim dalında da bu böyledir.
Zîrâ hem tasavvuf hem de felsefe, zeki ve anlayışlı insanların meslekleridir.
İkisi de ahmak insanlarla uğraşmazlar.
Tasavvuf ve felsefenin farklarına gelince; ana farklılık daha ilk başta ortaya çıkar.
Felsefede çok zeki bir insan (felsefeci); varlık bilgisi, insanın menşei ve mâhiyeti vs. gibi önemli konularda daha az zeki insanları kandırmaya çalışır:
Senin görmene gerek yok ben görür sana anlatırım” der.
Dâima kendindekini karşısındakine verir.
Karşısındakinin fikri gelişim sınırları kendisinin sınırlarında biter.


Gerçek tasavvufta ise; mutasavvuf (tasavvuf ehli) karşısındaki taleb edeni kandırmaya değil inandırmaya çalışır ve bunun için hizmeti amaçlar.
Nasıl ki normal hayatta senin yerine annen, çocuğun, eşin vs. bir lokma yiyip, senin yerine tuvalete gidemiyorsa mânâ ilminde de senin yerine bilmeye, anlamaya ve onu yaşamaya çalışamaz.
Senin bilmende, anlamanda, görmende ve yaşamanda sana hizmet eder.
Kendindekini sana vermek değil de sendekini ortaya çıkarmak ister.


Felsefeci, üstün anlayış kabiliyeti ile algıladığı yüksek ilmi bilgi değerlerini sonuç olarak ortaya koyup kendi izinden yürünmesini ister iken, Ehl-i Tasavvuf gönül gözüyle gördüğü hakaik (hakikatler) ve dakaikleri (incelik) bir başlangıç sebebi olarak talebesinin hizmetine sunar ve herkesin parmak izi gibi kendi gelişim çizgisinde yürümesini ister.

Onun için pek çok felsefeci, yola doğru çıkar ancak, genellikle kendi “ Benlik Batağı” nda boğulurlar.
İçlerindekinden habersiz olanlar dışlarında da birşey bulamazlar.

Belki ciltlerce kitâb yazılabilecek bu konuları hızla geçip maksadımız olan konulara ulaşmak isterken tasavvuf kelimesi ile şu anda piyasada arz-ı endam eden ve pek çoğunun içi boşalmış ambalaj tarikatlarını kasdetmiyoruz.
Bizim Muhammedî Tasavvuf Metodumuzda:
Kâinâtta bir tek “ Ben” varım.
Ben kimim, nereden nereye yolcuyum?...
Evvelim, âhirim, zâhirim ve bâtınım nedir?...” gibi öz bilgileri kendi vicdanında düşünmek...

Belki ileride yine temas ederiz ama kısaca söylememiz gerekir ki mevcûd tarikatların pek çoğunun çıkış membağı pâk ve asildir...
Ne varki zaman kanalında akarken insanoğlunun tamah, hırs, hased, kin, kibir vs. gibi egoistlikleriyle (bencilllik) kirlenmiş ve çoğunun sadece isimleri bâki kalmıştır.
Şuna benzetiyorum ki Kızılırmak Yıldız Dağlarından doğuyor, pâk ve tertemiz...
Sonra korumasızca yol alıyor köyler, kasabalar, şehirler geçiyor...
Birileri Samsun Bafra’da bir içme suyu tesisi kurup şişelere doldurup: “Kızılırmak Suyu şöyledir, böyledir!” diye basıyor etiketi ve ambalajı...
Kızılırmak Suyu olduğu doğru da bir doğru daha var ki doğduğu yerdeki su ile Bafra Ovasındaki suyun sadece isimleri aynı nerdeyse...
Gerçekte ise birisi başlangıçta şifâ kaynağı iken diğeri sonuçta imha kaynağı olmuştur.

İyi anlayabilmemiz için asgari müşterek olan ana bilgi değerlerinde buluşmamız lâzımdır.
Meselâ aynı dili konuşup ANlamalıyız.
Onun için işe ilk önce sayı sistemi ile başlayacağız ve bunu; kendimizde ve kâinâtta izleyeceğiz.

Üniversite son sınıfta idik şimdi mukavemet profosörü olan Vural Cinemre, o zaman doçent idi, asistanlarına uzay matematiği dersleri veriyordu.
İki arkadaşımla beraber üç de öğrenci seçti ve bizi de katılmaya mecbur etti.
Ne var ki cumartesi- pazar saatlerce sürüyordu.
Sıkılmaya başlamıştım...
Yok efendim; dalgalı bir denizde şu kadar km hızla giden savaş gemisinin üstünde, şu kadar hızla bir kovboy ters yönde koşarken, kovboyun üzerinde yürümekte olan sineğin hareketinin dolaylı denklemleri vs..
Bir cumartesi yine katıldım kursa, hocam yazıyor tahtaya, sayı kavramının teorisini anlatıyor:
Tansör öyle bir şeydir ki çoklukların miktarları onunla anlaşılır:

Birinci dereceden tansörler, skaler sayılardır ve bir tek şeyi ifâde edip başka bir şey ifâde edemezler.
1 sadece 1’i ifâde eder, 1000 de sadece 1000’i ifâde eder.

İkinci dereceden tansörler: vektörlerdir; vektörü çizdiğin zaman 5 şeyi birden ifâde eder.
A → B Kuvvetin A başlangıç noktası, B bitiş noktası, A dan B ye doğrultusu ve yönünü, ayrıca da kuvvetin büyüklüğünü ölçekli olarak gösterir.

Üçüncü dereceden tansörler determinantlardır.
Meselâ 4. dereceden bir determinant ise karesi kadar yâni 16 şeyi birden anlatır.

n.” dereceden yâni sonsuz adette tansör var!” deyince ben yavaşca toplanıp kapının yolunu tuttum.
Tam çıkarken farketti ve: “Nereye?” diye durdurdu.
Ben de: “Hocam kim kullanmış “n” inci dereceden sonsuz tansörü?” deyince bana:
Yüce ALLAH (celle celâluhu) kullanmış, çünkü şu anda senin suratındaki eğrilik eğrilerinin denklemini çıkarabilmek için gerçekten buna ihtiyaç var, geri dön!” dedi.


Tasavvufta sayı çok önemlidir.
Zîrâ tasavvuf tevhid ilmidir.
Tevhid “1i bilmektir.
Bu ise Vahdettir...

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

Resim---- “Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr (kahhâri) :O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mu'min 40/16)

Muhammedî Tasavvufta Vâhid, yalnız ve tek OL-AN “BİR” dir.
1 ve 1 daha 2 dersin.
Sonra 1 daha 3 dersin...
Sonra, 1 daha 4 dersin...
Sayı “1” dir ve “Tek” tir.
Sonrakiler 1 dahasıdır ve RAKAMlardır.
Gidebildiğin yerin ötesinde düşündüğün çokluk ise kesrettir. Tasavvuf ise bir bakıma; vahdette kesreti, kesrette vahdeti anlayış şuûrudur...

Akıl Âleminde sıfırın ve sonsuzun târifi olmadığı gibi skaler sayı da TEKtir ve “1dir.
Sonrakiler 1 lerin ard arda toplamlarını gösteren RAKAMlardır.
2 demek 1 + 1 = 2 demektir.
Kâinâttaki VAHDET birliğini ve TEKliğini anlamaz isek AKILlı ancak NAKİLsiz pek çok matamatikçi gibi çokluk içinde bir ömür çalkalanır dururuz…

TeVHİDimizin temeli Olan “TEK” lik İt’idal SEViyesi; Çokluk-ifratı ile YOKluk Tefriti Ortası Fırka-yı Nâciye YOLudur..
En son kulihvani tarafından 17 Nis 2010, 17:28 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

ALLAHCC KELAMINDAN YARATTIĞI İNSAN

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

1.1.1. 1' li Sistem:

1” li SİSTEM:

Akıl Âleminde 0”SıFıR: Varken yok OL-AN değil, HİÇ OL-mayandır ve târifsizdir.
Muhammedî Tasavvufta Bir bakıma AKLın, EL EVVeL’e Ezel bakışı ve SON-UÇsuz Kalışıdır ve YOK-luktur. -”EKSİ SONSUZLUK gibidir. AKIL için Nakilsiz ANlaşılamaz TEFRİTtir..

Akıl Âleminde 1” BİR: TEK SAYI VAR-dır o da 1dir ve “TEK-liktir.. şu AN GERÇEK-liktir..
Muhammedî Tasavvufta Bir bakıma AKLın, El Zâhir ve El Bâtın zuhuratına şu-ÂN bakışı, ARA kesitte, Nakille, Zıtların zevkinde “TEK-lik” OL-arak Yaşayış Şehadeti ve İmtihanıdır!..
AKIl için Ancak Nakille Anlaşılan Muhammedî SEViye-İ’TİDALdir…

Akıl Âleminde RAKAM:1den başka kullandığımız ve sayı sandığımız 2-3-4-5-6-7-8-9 hepsi de RAKAMlardır ve sadece ve mutlaka değişik OL-AN 1lerin ambalajı ve kümesidir…
Muhammedî Tasavvufta Bir bakıma AKLın EL Âhire Ebed bakışı ve SON-UÇsuz Kalışıdır ve “ÇOK-luk” tur. +”ARTI SONSUZLUK gibidir. AKIL için NAKİLsiz Anlaşılamaz ve İFRATtır…

Bu denilenleri Ham AKILlara Anlatmak için kısaca;
Bir odada 2 kişi var!”dediğiniz de o odada ASLında 2 adet apayrı kimlik-kişilik ve koordinatta 2 adet “1 KİŞİ”var demektesiniz..
Bu kümelemenin ayrı İSİM RAKAMları ) da biter..
Sonrası hep basit sarmaldır ve siz bu 10 adet şekli kullanır durursunuz.. 12, 400, 2078, 12233566 vs. vs. dir.

9 en son ve en yakın eksik-TÜMlenmeye muhtaç ve TÜM-leyeni 1-Vahdet” olan KESRET Rakamıdır.
Milyar tane 9u bir TEK 1” SIFIRlarda BAŞ-a kendi geçer.
Yaratan Vâhidu’l-Kahhar ALLAH celle celâliHUUU!..
Elbette Modern Matematiğin ANTİPOT-u Muhammedî Matematiği ANlamak ve Yaşamak için “DOKUZ DOĞ-urmak!doğru sözdür…

Gerçi basit söz gibi gelen: 1 milyara kadar sayar mısınız?” diye ÇOKluk-Kesretinin ÇIKmazını ANlamak ve ANlatmak için SORsam.

Eğer ki Siz her sayıyı 1 saniyide söyleyebilirseniz 1 milyar saniye yapar ki buda 32 yıl eder.
100 milyonlu sayılara geldiğinizde her sayı 2 saniye de söyleyeceğinizi düşünürsek ortalama bir sayıyı 1.65 saniye söylersinizki bu da hiç ara vermeden 53 yıl sürer inanması zor değil mi?.
Denemek ister misiniz, Kesretin-Çokluğun, Vahdet-Teklik Sırrını Anlayış Olmadan İNSAN-ı Nasıl yordğunu AKLı nasıl çeldirdiğini..

Bendeniz Uzay metematiğine de göz atmıştım da şaşa kalmıştım daha genç iken..

1VAHDET SAYIsı Mânâ Yüreğimde NAKL-imde MURADullah KAZAsı gibi AN-latılan VAHDET Kavramı olarak var Oldu. KAZA SAYISI dedim.

9 KESRET RAKAMI ise Madde Yüreğimde AKL-ımda EMRullah KADERi gibi YAŞA-latılan KESRET Kavramı olarak var Oldu. KADER RAKAMI dedim.

İlâhe” YOK-luğu ile “ İllâ ALLAH!”ÇOK-luğu ARA KEsitinde,
BEN-im kaderimce-Kadarımca AKLımın İKİ-ik-ŞEYtANlık DÜZEN-sizliğini,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i BUYURup-DUYURduğu İlahî NAKL İle DENGElediği-SEViyelediği-TEKlediği Şehâdetine İŞTİRAK Şerefini YAŞAdım Elhamdülillahirabbülâlemin!..

9 KESRET RAKAMI hakkında neler denmez ki..
9 sayısını kaçla çarparasnız çarpın rakamlarının toplamı gene 9 eder:
9x181=1629 ise 1+6+2+9=18 ise 1+8=9
9x8743=78687 ise 7+8+6+8+7=36 ise 3+6= 9 eder..

1VAHDET SAYISIz yani Nakilsiz, 9KESRET RAKAMI yani Ham Akıl, Başını ne kadar taşlara çalarsa çalsın daima 9 DOKUZ DOĞuracaktır.
Ve en Acısı TÜMleyeni 1e TEVHİD” e hasret KAklacaktır!..

BENdenizce,
Ham AKIL, Kâinât Kâbesinin Merkezinde Tek NOKTa iken; 8 Köşeyi KöR GöRmekten 6 YüZü, 12 AYRıtı TAMlayıp-TÜM leyip KALB Kâbesin DUY-up UY-amamakta..
Çünkü Kendisini de KÖŞE sanmakta 9 KÖŞE ya KOşamakta, Taşmakta ve Şaşmakta Hâlimce ne dersin?..

Ham AKIL Şırası, ne zamanki Muhammedi Muhammedî Mayalanmayı BİZ-BİR-İZ de BİL-ir, BUL-ur da Pâk Kalbinde OL-ursa Şehâdet Şarabından İÇmesine gerek yok Ondan İçenler SER-HÛŞ YAŞArlar..
SELİM AKIL Sahbi İNSAN-I Kâmilderler Hakk Erenler İklimnde..

Kare, Küb, KÂBE ne ki?
3 boyutun Kâbesi, 6 yüzü 8 köşesi 12 ayrıtı OL-AN Kapalı Şeklin adı haa!..
Oysa VAR OL-AN küllî ŞEY İÇ-in en Mükemmel ŞEKİL KÜREdir..
Onun için ÇÖL KITMIRleri,
BİLYE gibi Baş-Ayaksız SıRR-ü-SER-idirler..
TEK HaVada Tek Rüzgar gibi Yersiz-Yurtsuz Ezelberi-dirler!..
Dokuz değil Dosan Dokuz DOĞ-urduklarını ÇÖLe ÇIK-ANlar YAŞAyacaktır!..
Ondandır ki Ezel-Ebed:

DEVR EDEr DURurlar DEVR-ÂNda İLİMle BİL-erek BİL-direrek!
SEYR EDEr DURurlar SEYR-ÂNda EDEBle BUL-arak BUL-durarak!
CEVL EDEr DURurlar CEVL-ÂNda İRFANla OL-arak OL-durarak!
HAYR EDEr DURurlar HAYR-ÂNda ERKANla YAŞA-arak YAŞA-tarak!..

Hamdolsun Rabbımız Teâlâ’ya..

MuHaMMedî MuHABBEtle…
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »



HocamKÂBE’yidüşünürsek
8Köşe
12Ayrıt
6Yüz

1Köşe;
----------
3Ayrıt
3Yüz
3Köşe
----------
İleBİRveBİLE’dir.

1+9=10eder…

Diğerleriolan9…
BİRveBİLEolduklarıköşedeBİR’leşmeseler…
Dokuzdoğurmaktandağılırgiderler…
Ama9(Dokuz)…1(BİR)ileBİRleşiğinde…
BİR>>>BİR’eONverir…
Ortada1+0VAR’dır…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

1 Ayrıt
---------
2 Köşe
2 Yüz
4 Ayrıt
----------
İle BİR ve BİLE’ dir.

1 + 8 = 9 Eder

Ayrıt ; Ayıran olduğundan 9’ luğa memur ve mahkumdur…

1 Yüz… Tam karşısındaki YÜZ’ ün haricindeki diğer 4 Yüz ile BİR ve BİLE’ dir…
O nedenle her YÜZ… DÖRT YÜZ ile ÇEVRELENMİŞTİR…

TOPRAK-SU-ATEŞ-HAVA

Dediğimiz 4 YÜZ ile BİR İNSAN Yüzü çıkar ortaya…
İnsanın kendini dört x dört- lük görmesi bundandır belki.

Çünkü;

1 YÜZ
-------
4 Ayrıt
4 Köşe
4 Yüz
--------
İle BİR ve BİLE’ dir.

1 + 12 = 13 eder… 1 + 3 = 4 eder…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Başka bir yönden bakarsak

1 Köşe..... 3 ayrıtın BİR leşmesine muhtaç

1 Ayrıt..... 2 köşeyi BİR' leştirmesine... yani 2 köşe ile BİLE' liğe muhtaç

1 Yüz...... 4 ayrıt ve 4 köşeye muhtaç...

1 + 1 + 1 = 3' lü ÇOK' luk ÂLEMi...

Diğer taraf ise 3+2+4 dokuz ile 4 dönmekte...

HEPsi BİR den 16 eder...

O HAL de ALEM 4 x 4 (Dört dörtlük) İŞ' lemektedir...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

MUHAMMED RAHİM BAWA MUHYİDDİN (KS)
MUHAMMAD RAHEEM BAWA MUHAİYADDEEN



Resim

KALBİN HACCI


KÂBE’NİN ANLAMI

Resim

SORU: Kâbe’nin önemi ve anlamı nedir?

BAWA MUHAIYADDEEN: Biz İslam’da olmamıza rağmen hâlâ Kâbe’nin önemini anlamış değiliz.
İbrahim Peygamber örnek olması için dünya üzerinde bir mescid, câmi yaptı ve ona Kâbe ismini verdi.
Resûlullah (sav) geldi ve İbrahim (as)’den sonra yıkılan, aynı câmiyi tamir etti.
Bu Kâbe’dir.

Sorduğun şey çok önemlidir.

İslâm’da tam olarak anlaşılamayan en önemli meselelerden biridir.
Resûlullah (sav) zamanında Kâbe tekrar inşa’ edildi, tamir edildi.
Resûlullah (sav) : “Gelin! Burada bir araya gelin!” buyurdu.
Yani Kâbe dünyanın merkezidir denildi.
Bir insanın hayatının en önemli şeyi olarak düşündüğü, en çok değer verdiği şey onun Kâbe’sidir.

Resim

Kâbe’nin anahtarı

Eğer kesin bir imanla Allah’ı kusursuz, mutlak Bir olarak görürse, baktığı her yerde O’nu görürse bu Kâbe’dir.
Allah’a nerede ibâdet ederse etsin orası Kâbe’dir.
Bu imanı ve bağı nerede olursa olsun orası Kâbe’dir.

İbrahim (as) bu yeri Allah’ın hatırlanması (zikri) için yaptığını açıkladı.
Ama bu sadece dış, zâhirî örnektir.
İman ve İslam’da olanlar, temizlenmiş ve birlik içinde olanlar nerede olursa olsun orası Kâbe’dir.
Herkesin birlik içinde olduğu yer Kâbe’dir.
Allah’ın , temizliğin ve Allah’ın kudretinin bir tek yerde bir araya geldiği yer Kâbe’dir.
Allah’ı üç bin sıfatı ve 99 esmâsının olduğu yer Kâbe’dir.
Üç âlem, evvel, dünya ve âhiret bir olduğu zaman İslâm olur.
Buna göre evvelde İslâm, dünyada İslâm, âhirette İslâm olacak.
İslâm budur.
Üç âlemde de Allah ile bir olduğun yer Kâbe’dir.
Burası Allah’ın Arşıdır.
Dua ve ibâdet yeridir.
Firdevs cennetidir. Böyle bir yere Kâbe denir.
Nerede olursan ol fark etmez Allah’la bir olduğun yer Kâbe’dir.
Kalbinde Allah’la beraber olduğun yeri tefekkür etmelisin.
Bu temizlenmiş yer Kâbe’dir.
Burası Kıble olur. (1)
Bir yerde doğduk ve bizden başka bir yere seyahat etmemiz isteniyor.
Doğduğumuz yer nurun bize gönderildiği yerdir, bu başka bir yer ise onun kaybolduğu yerdir.


(1) Namaz kılarken yüzümüzü kıbleye döneriz.
Tasavvufa göre insanın doğduğu yer Doğu’dur.
İnsanın yaratılışı Doğu’dadır.
Yani insanın göründüğü yer Doğu’dur.
Batı nedir?
Burası da insanın kaybolduğu, bittiği yerdir.
İnsan Doğu’da görünür, Batı’da kaybolur.
“Yüzünüzü kıbleye dönün!” sözünün anlamı budur.
İnsan namazında kaybolmalıdır.
İnsan Doğu’da doğduğuna göre, kendini Batı’da kaybetmeli, ölmelidir.
Namazında kaybolmalıdır.
Batı insanın kendini Allah’ta kaybettiği en son duraktır.

(1 Şubat 1975’te yapılan bir sohbetten alınmıştır.)

Resim

Allah bu nuru, bu ruhu bize gönderdi.
Bu nuru bulup O’na sunmalıyız.
Böylece O’nda yok olalım.
Ruhumuzun ve imanımızın geri alındığı ve Allah’ta yok olduğumuz yer Kâbe’dir.
İbâdetlerimizin, dualarımızın O’nunla bir olduğu yer Kâbe’dir.

İman ve İslâm’ın ibâdet yeridir, burası kalbdedir.
İmanın olduğu yer kalbdir, burada kelimeyi tevhidi söyleriz:
“Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah.”
Bu kelime ve Resûl aşkı ile Allah’la konuştuğumuz yer kalbdir.
Mi'rac budur.
Peygamber Resûlullah (sav)’in Allah’la konuştuğu bu yer Kâbe’dir.
Bizim için de burası, kalb Kâbe’dir.
Ruhumuz, imanımız ve maneviyatımızla O’nunla konuştuğumuz yer kalbdir, Kâbe’dir.

Temizlenmiş kalbe Kâbe denir.
Tertemiz yerlere Kâbe denir.

Namaz ve dua yeri Kâbe’dir.
Bunda bir çok mânâlar vardır.
Bu Allah’ın sırrıdır.


Resim

İslâm’da her şeyin bir olduğu, birlik içinde olduğu yer Kâbe’dir.
Bu yerde üç âlemin, evvelin, dünyanın ve âhiretin ayrılığı yoktur. Üç makam vardır:
Kalb, Arş (2) ve Kürsî.
Kalb yüzünü Arşa döner, Kürsî Allah’ta rükû ve secde yapar.
Kürsî Allah’ı tesbih ederek, yücelterek teslim olur.
Kalbindeki Allahaşkı ve Allahbilgisi ile bir kimsenin imanı ve irfanı Allah’a teslim olur.

Kürsî’nin Allah’a dokunduğu yer Kâbe’dir.
Bir kimse her vakit namazını böyle bir teveccühle kıldığı zaman Kâbe onunla olur.
Bu içteki Kâbe’dir.
Dışta, zâhirdeki ise câmide yüzünü Kıble’ye (3) dönmen, mihraba (4) yönelmenle olur.
Mihrab muharebe alanı demektir.

Mücadele verdiğin yerdir.
Gerçek ibâdet yapıldığında Kâbe senin kıblen olur.
Zâhirdeki ibâdet yerleri içimizdeki şeylere karşı mücadele verdiğimiz muharebe alanları gibidir.

Bizdeki kötü ahlâka ait şeylerle mücadele etmeliyiz.
Onları yenmeli, sona erdirmeli, zafer kazanmalıyız.
Böylece Allah’ı tesbih ederiz.
Bunları alt edip, zafer kazanmalıyız.


Câmilerde mihraba, muharebe alanına yüzümüzü döndüğümüzde olan şeyler bunlardır.
İlk önce mücadele etmeli ve zafer kazanmalıyız.
Ondan sonra Kâbe’ye ibâdet etmeye gideriz.
Tüm ayrılıkların, farklılıkların kaybolduğu, her şeyin bir olduğu yer Kâbe’dir.

Böyle bir Kâbe’de ibâdet edenler asla cehennem yüzü görmezler.
Mahşer gününde sorgulama görmezler.
Onlar Allah’la konuştular. Her nefeste Allah’a rükû ederler.
Onlar bu dünyada ve âhirette Allah’ın şâhidleridir, O’nun varlığına şahadet ederler.


Onların ibâdet ettikleri yer Kâbe’dir.
İmanınla Allah’a teslim olduğun yer Kâbe’dir.
Kötü ahlâka ait tüm şeylere karşı zafer kazandığında, onları kestiğinde sadece Allah’ın varolduğunu görürsün.
O zaman ne savaş kalır ne mihrab.
Burası ibâdet yeridir, gerçek Kâbe’dir.

Elhamdülillah.
Anladın mı?


5 Eylül 1983


(2) Arş : Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri.
(3) Kıble : Batıni anlamıyla kalbdeki Allah’ın tahtıdır.
(4) Mihrab : Câmilerde duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılan Mekke yönünü gösteren oyuk. Aynı kökten gelen üçüncü fiile göre muharebe etmek demektir. Buna göre şeytan ve heva, Allah’tan gayrı her şey ile içteki muharebe edilecek yerdir.

''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

1 Tanelik = Teklik = Eşsizlik, Benzersizlik vs.
Bu sadece ve sadece Sistemin Sahibi Subhân ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e ait bir özellik ve vasıftır.
Ahadiyyet ve Vahidiyyet...

AHADİYYET:

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in gerçek şahsiyetinin, kişiliğinin, zâtlığının, insanın akıl kapasitesiyle kavranamayacak, anlaşılamayacak ve kaldırılamayacak oluşunun “EL AHAD” (celle celâluhu) olarak buyurduğu zifiri karanlık ve bilinemezlik perdesinin arkasında bulunup bize perdeli olmasında “Tek” oluşudur.
Bu bakımdan “Bir” tane, eşsiz ve benzersiz oluşudur.

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e soruluyor: “ RABB’ımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Üstünde ve altında hava bulunmayan bir “a’m┠daydı” buyuruyor.”
(İbni Mâce, Mukaddime 13)

Resim--- İmâm-ı Alî (kerremullahi veche) ise: “ Elân dahi öyledir” buyuruyor.
A’mâ ise körlüktür...
Sonsuz ve zifirî karanlıkta asla bir şey görememek oraya ait bir hususu bilememektir...
İşte ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e ait bu bilinemezlik karanlığının adı AHAD’dır...
Koyu bir karanlığa benzetildiğinden câhilliğe de mecâzen “Ümmî” denilmiştir.
Hatta ledün ilminden nâsibsiz ve sözde ilim ehlince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Nebîyyü’l-Ümmî” oluşu, anasından nasıl doğmuş ise öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş (câhil) kimse sanılmıştır.
Böyle anlayış ve anlatış ahmakçadır.
Arapça’da anneye “ÜMM” denmesi, karnındaki bebeği için zifiri karanlık içinde emniyet yuvası ve bilinemezlik karanlığının benzeri oluşundandır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Nebîyyil Ümmî buyurulması ise;
Nebî, haber getiren.
Nebîyyil Ümmi ise bilinemezlik a’mâsından haber getiren ezel HABBEsinin (Habibîyyetten) zuhûru olan demektir.
Arapça, âri ve asil bir dildir.
“Cennet dilidir” buyurulmuştur.

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur, Cennet ehlinin konuştukları dil Arapça’dır "
(İbni Abbas'tan ; İ. Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 1:178 Hadis no: 225 )

Arapça; birkaç bedevinin çölde bir araya gelip uydur kaydır ortaya çıkardığı bir dil değildir.
Sistemi halkedenin Kur’ân-ı Kerîm’de Kerem’ini indirdiği mükemmel ve mükerrem bir dildir.

Basit bir misâlle bakınız, ALLAH ismi: Elif-lâm-lâm-he’den oluşur. Birer harfini sırayla soyarsak:

ALLAH (celle celâluhu): Şerîatta başlı başına bir târifi olmamakla beraber tüm Esmâ-i Hüsnâyı toplayan cem’ eden Lâfzullah…
Harf-i târifsiz tek zâtî esmâ.

LİLLAHİ: ALLAH (celle celâluhu) için…
Tarikatte her şey ALLAH (celle celâluhu) için…

LEHÛ: ALLAH (celle celâluhu)’nun…
Mârifette her şey ALLAH (celle celâluhu)’nundur.

HÛ: Hû… Hakikatte her şey O dur.
Ondan başka O yoktur.
Lâ hûve İllâ hûve…

Birer harfi soymakla ALLAH kelimesinden, Lillah, Lehû ve Hû ya ulaştık…
Bir de “Tanrı” yazalım ve deneyelim.
Tanrı-Anrı-nrı-rı!…

Maksadımız Ahadiyetin tasavvufî sayı sisteminde adet bakımından bir teklik oluşunu anlatmaktan ziyâde; anlayış bakımından asla ulaşılamazlık, bilinemezlik ve sırlarına erişilemezlikte teklik olduğunu arz etmektir.
Bu husus, çok önemlidir.
Hz Bilâl-i Habeşî (Radiallahu anhu)’ya müşrikler çok ağır işkence edip kızgın kumlar üzerinde çakılı kazıklar arasına çarmıha geriyorlar.
Kendisine “ALLAH (celle celâluhu)’ın her sıfatını söyle ama AHAD (celle celâluhu) deme!... dediklerinde:
“Vallahu AHAD!...” diyor.

VAHİDİYYET:

Vahdaniyet ise âdet olarak “1” oluştur.
Tek oluştur. ALLAHÜZܒLCELÂL Zâtî itibariyle TEKtir.
Ülûhiyyetinde, Rübûbiyyetinde, Rahmânîyetinde, Rahîmîyyetinde ve Mâlikiyetinde TEKtir.
Daha doğrusu zâtî itibâriyle her sıfatında ve hâlinde TEKtir…
El Basîr (celle celâluhu) dediğimizde “ALLAHÜZܒLCELÂL görücüdür.” deriz.
Ancak; bu görmek vasfı her hangi bir mahlûk görüşü gibi değil de mutlak bir görüştür ve bu görücülüğünde de TEKtir, Bir tanedir. Tasavvufun temeli olan TEVHİD, aslında halkediliş SEBEBi ve SONUCudur.
TEVHİD; El Evvel, El Âhîr, El Zâhir ve El Bâtın (Hadid 57/3) olan ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in Evvelde, Âhirde, Zâhirde ve Bâtında tek oluşunu ANLAmak ve YAŞAmaktır.
Bu ise TEVHİDULLAHtır. (İhlâs 112/1-4):

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL Habibi Edibi sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“ De ki: O, ALLAH birdir “ EL AHADdir; bildirdiğinin dışında bilinemezlik perdesine bürünen TEKtir.
Es Sameddir; hiçbir hususta hiç kimseye muhtaç olmayan herkesin kendisine mutlaka muhtaç olduğu El Hayyu’l-Kayyum ALLAH’dır.
Birisini doğurmamış ve birisinden doğmamıştır.
Zâtî Hakikatı hususunda bir benzeri, dengi, küfvî (hatta dahi zıddı) olamayan AHAD olan ALLAHÜZܒLCELÂL dir...” (İhlâs 112/1-4)

1.1.2. 2’ li Sistem:

2’li Sistem: “Ezelde ALLAHÜ ZܒL-CELÂL var idi”
Nokta... Söz bitti...
ALLAHÜZܒLCELÂL var iken yokluk vs. gibi mefhumlar dahi yok idi...
ALLAHÜZܒLCELÂL Kaza, Kader, İrade ve Meşiyeti ile “Var” ından var etti.
El Hâlik (celle celâluhu), mahlûkatını halketti...
Söylene gelen: “ALLAH (celle celâluhu) yoktan var etti...” sözünü biz:
“O şey kâinâtta yok iken, küllî şeye kadîr olan var edip yarattı...” şeklinde anlıyoruz.
Yoksa: “ALLAH (celle celâluhu) var iken bir de yokluk diye bir şey var idi de ordan ortaya çıkardı. Varlığın aslı yokluktur!” gibi sözler yanlıştır.
Hatta; küçük bebelere söylenen: “ Kardeşini leylek getirdi” gibi bir sözdür.

ZâtSıfatEsmâEşyâ... oluşumu “Ol !..” emri gereği “VAR” ından varoluştur ki aslında dört âlemdeki tevhidin temelidir...
Dört âlemdeki:
Vahdet-i Vücûd,
Vahdet-i Şühûd,
Vahdet-i Sücûd ve
Vahdet-i Ühûd Tevhidlerini;
Aklımızın; Çocuk, Genç, Olgun ve Pîr-i Fâni Hâllerinde anlayıp yaşayacağız, ilerde İnşâallah.
İlk halk edilen “Şey” tektir.
Teklik ise Yaratanın vasfıdır.
İlk halk edilen “Şey” kendi başına belirsizdir.
O şeyin zıddını halk etti.
O gün bu gündür akıl, zıdlar âleminde zıdların zevkine erme imtihanındadır...
Bir şey halkedildi, bir şey daha...
İki Şeyin münâsebetinden olay doğdu.
İki olayın münâsebetinden de varlık için zaman doğdu.
İki zamanın münâsebetinden akıllarda zann doğdu.
Zannın ise çoğu çürüktür.
Aklın zann yargısını “İlâhî Nakl” Terazisinde tartmak gerekmektedir.

Varlık-Yokluk, Işık-Karanlık, İyi-Kötü, İkrâr-İnkâr, Musa (Aleyhi’s-Selâm)-Firavun, İbrâhim (Aleyhi’s-Selâm) -Nemrud vs. “zıdları” sistemin temel taşlarıdır. “Lâ İlâhe”: İstisnasız hiçbir İlâh yoktur demek küfür (inkâr), “İllâ Allâh” ise ancak, ALLAH (celle celâluhu) hariç diyerek HAKK (celle celâluhu)’yu tasdik yâni ikrârdır. Bu iki zıddın sulhu tevhiddir. Bu ise sistemin var ediliş sebebi ve sonucudur.

Şu AN VAR OL-AN bir “ŞEY” in Evveli, Âhiri, Zâhiri ve Bâtını elbette vardır.
TEVHİD ise o şeyin bu vasıf ve hâllerini, ilk halkedenini bilmek ve inanmaktır.
Teknik olarak teoride (aslında) mümkündür ki helyumun iki atomunu ayırıp 2 hidrojen elde edildiği gibi oksijen de 16 hidrojene dönüştürülebilir.
Şartları yerine getirilebilse...
Neticede kâinâttaki her şey hidrojene dönüşse ve siz içinden herhangi birisini çekip sorsanız ki : “Seni kim yarattı?”
Vereceği her cevâb sonuç olarak: “ALLAHÜZܒLCELÂL” dir.
Şöyle ki: “Beni başka bir hidrojen yarattı” dese;
Hidrojeni hidrojen yarattı, zincirinin sonunda: “Yaratılmayan Hidrojen” dediğine varır ki o Hâlik Teâlâ (celle celâluhu) dur.
“Yok efendim bir ses yarattı!” dese; bahsettiğin ses bizim bildiğimiz seslerden farklı olan ve yaratabilene: “ Ses” diyorsun, deriz.
“Enerji” dese yine o enerji bizim bildiğimiz mevcûd enerjilerden farklı olan ve yaratabilen ise onun adı da sistemin sahibi Subhân olan ALLAH (celle celâluhu)’ dur.

Kesretten Vahdete geçerken son sırat köprümüz elbette İKİlik Köprüsüdür.
Nardan, Nura geçiş, inkâr ile ikrâr asasındaki “Tevhid Köprüsü” dür.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

1.1.3. 3 lü SİSTEM

3 lü Sistem:
3 lü sistem insanın maddî-mânevî yaşamını kapsayan hususları içerir:
Mahlûkat-Mevcûdat-Mâsivâ;
İNSAN-MEKAN-ZAMAN;
Geçmiş Zaman-Şuanki Zaman-Gelecek Zaman;
3 boyut: En, Boy, Yükseklik;
Doğru-Düzlem-Hacim;
Doğum-Yaşam-Ölüm;
Dünya-Din-Âhiret;
Şerîat (Ben) - Tarikat (Pîr) - Mârifet (Rasûl);
Beden-Nefs-Kalb;
Söz-Sohbet- Zevk gibi;
3 hâl, 3 unsur, 3 zaman, 3 boyut, 3 doğru, 3 olay, 3 görev, 3 âlem, 3 letâif ve 3 arzediş v.s.


1.1.4. 4 lü SİSTEM

4 lü Sistem:
Eşyâ bazında TEVHİD için temeldir.
Sistemin mükemmel hâlinde tevhid meydanıdır.
Zât-Sıfat-Esmâ-Eşyâ dörtlüsü sistemin tümüdür.
“-İlâhe-illâ-ALLAH” Tevhidi 4 lüdür.
Evvel-Âhîr-Zâhir-Bâtın: Bir “Şey” in varlık doneleridir.
Kûn koordinatlarıdır ve dörtlüdür.
İnsanda kullukla sorumlu 4 letaif: Beden- Nefs- Kalb- Ruh.
İnsan nefsinin tekemmül kademeleri olan Şerîat, Tarikat, Mârifet ve Hakikat âlemleri de yine 4’lüdür.
Sanki İlkokul, Ortaokul, Lise Ve Üniversite gibi...
4 kitap, 4 melek vs. gibi 4 lü sistemi çok çok kullanacağız İnşaallah...

1.2. İNSAN HÂLLERİ

İnsanın tevhid tekemmülündeki 4 aşama:
Baş öğretmen, Baş Hizmetçi, Baş Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem in Şerîatında “Söz” esastır.
Sözle baş gider, sözle baş kurtulur.
Sözle müslim, sözle kâfir olunur.
Zâten tevhid tekemmülü de Elest Meclisi’nde verilen “Ahdullah” ilk sözünün son nefese kadar isbatı değil midir?..


Tarikatta “Sohbet” esastır.
Sahiblik, sahabelik (sahib çıkma ve sahib çıkılma), arkadaşlık, hakta ve hayırda bilelik ve ehl-i sohbet meclislerindeki hikmet sofraları aşk aşının kaynadığı kudsî ocaklardır
.

Mârifette “Zevk” esastır...
Sözün sohbete, sohbetin öze akışı ve işlemesi...
Basarın, basîret oluşu...
Aranılanın, özde bulunuşu...
Anlatılamayanı yaşayış...


Hakikatte “Hazz” esastır...
Haz ise lahutî bir lûtfü ihsân olup “diyen bilmez-bilen demez” denilmiştir.
Sır saklamak da denilen “Hâl” dir.

Hâl ise abd ile RABB arasındaki iş olup gayrisine gizli ve yararsızdır.
Gerçi şu zamanımızda saklasan ne saklamasan ne?...
Sokağa döksen dönüp bakan olmaz!...
İnsanlar öylesine şaşkın ve taşkın!...

İnsanlar her zaman 4 hâlde olmuşlardır:

1-Uyuyanlar
2-Uyurgezerler
3-Sarhoşlar
4-Uyanıklar.

Şimdi kısaca bir göz atalım:

1.2.1. Ağır Uykuda Olanlar:

Öylesine yoğun bir uykuda uyumakta ki onun için:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ II/414 (2795)

Uyuyan kişi kendi kâbusunda rüyâsında ve düşünde yaşar...
Ne çocuk, ne yaşlı, ne kadın, ne erkek, ne âlim, ne de câhildir...
Ne adı-sanı ne de bir şeyi vardır.
Kâh dellenir, kâh yellenir...
Kâh türkü çağırır kâh ilâhi okur...
Onların uyur olduğunu anlamayanlar ise uyurken küfreder görürse başına çullanır, taşa tutar, yuh çeker...
İlâhî okuduğunu duyunca alkış tutar, poh pohlar...
Yâni; bulunduğumuz odaya komşu odadan duyduğumuz çok ağır küfür sözlerine, kötü kokuya ve yellenmeye: “ yuhh!..” çekip, çok görüyor ve düşman olup taşa tutuyoruz...
Ya da hârika ilâhîler, Kur’ân âyetleri duyup bulunduğumuz odada alkış tutup: “Yaşa!. Bravo!” diyoruz.
Bu sırada “Uyku”yu, “Uyuyan”ı ve “Uyandıran”ı bilen bir HAKK Dostu geliyor ve: “Buyurun!” diye komşu odanın kapısını açıyor.
İçeride iki kişi mışıl mışıl uyuyor...
“Kimi alkışladınız? Kimi yuhaladınız?” diye soruyor bize...
Hayret ki ne hayret!
İşte uyku böylesine zâlim...
İkisinin de yaptığı ve söylediği geçersiz, geçerli olan ise uykusu.
İstersen uyu da sen de gör...
Kim olursan ol uyu da gör!...

Onun için fıtrî olarak Muhammedî olduğunu;
İlim, İrade, İdrak ve İştirak Bazında BİLen, BULan,OLan, ANlayan ve YAŞAyan Âşıklar bilirler ki uyuyan insanların üzerimizde, çok büyük bir “Uyandırılmak Hakları” vardır.
Onların bizden fıtrî istekleri, arzuları ve hakları onları merhameten uyandırmaktır.
Tekmeleyip horlamak ve dırlamak asla değil...
Aksaray’da bir sohbette zâhiri hâli hoş gözükmeyen, zom uykuda birisi:
“Yazıklar olsun bana ben uyanamıyorum!” deyince ona:
“Hayır hayır! Uyanmadığın için sana yazıklar olmasın... Uyandıramadığım için bana yazıklar olsun!...” demiştim...
Candan gönülden demişim ki uyanmış ve şükür, bir daha uyumamıştı.


Bizim âcizâne Metodumuz Muhammedîdir.
Bu güne kadar gelen Tasavvuf Yollarının ileri gelenlerinin tavır ve tarzlarına sözümüz asla yoktur.
Ancak, bize göre ORTA YOL TEK-tir ve “Muhammedî” dir.
Onlarınki de Muhammedî idi aslında...
Uyku ve uyandırmaktan bahsettik!..
Uydur kaydır mı?..
Hâşâ!...
Bu bize değil de Sahibimiz Efendimiz herşeyimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ümmet oluşumuza yakışmaz...
Biz onun Tevhid Dellâlıyız.

Belki ilerde detaylı gireriz, ama bir nebze de olsa “MUHAMMEDΔ kelimesini ANlamayı ve ANlatmayı şu sırada lâzım ve lâyık görüyorum.

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL, göklerin ve yerin nurudur. (Nur 24/35).

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) :ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nur 24/35).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ Câbir, ilk halkedilen nur-u nebîyyike, senin Nebîyyin nurudur.” buyuruyor.

Resim---Câbir bin Abdullah (radiyallahu anhu)’dan:
“Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin PEYGAMBERİNİN NURUnu yarattı.” Ve şöyle buyurdu:
“O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki:
“ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı:
İlk parçadan KALEMi yarattı.
İkinci parçadan LEVH’i yarattı.
Üçüncü parçadan ARŞ’ı yarattı.
Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı:
İlkinden GÖKleri yarattı.
İkincisinden YERi yarattı.
Üçüncüsünden CENNET ve CEHENNEMi yarattı.
Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı:
Birincisinden mü’minlerin GÖZlerinin NURUnu yarattı.
İkincisinden KALBlerinin NURUnu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir.
Üçüncüsünden DİLlerinin NURUnu yarattı ki o da Kelime-yi Tevhiddir....”

(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Tüm Sistemin Anası “Ümm” si Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
Nebîyyü’l- Ümmî!..
Hılkiyyet Temelinde İLK ve TEKtir...

Dolayısıyla mevcud varlığın temelindeki Fıtrî Birlik, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir.
Bunda bütün mahlûkat müşterekiz.
Bu cihâna insan süretinde ve akıl emânetiyle çıkıp mutî ya da asî olmak, evliyâ ya da eşkiyâlığını ilân etmek, rüşde erip ermemek ayrı ve sonraki şeylerdir...
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

Daha bugün radyo programında şöyle söylediler..

"Bütün peygamberleri Cenab-ı Allah Doğu cihetinden dünyaya göndermiştir.
Bütün filozoflar ise Batı'dan zuhur etmektedir."

Böyle ara bir cümleye takılmıştım ki, bu yazıda birçok anlamlar yerine oturdu gibi...

Anlamak ne zor iş.
Hem anlamak gereken ne çok şey var ve kabım ne kadar yetersiz.

Çok üzülüyorum lakin hepsi de bu.

Şu öteler neresi o tuhaf bir mesele?
Öteler deyip geçiyor herkes.

HUSUSEN AYIRIP NEDEN ÖTE DİYORUZ.

sormayı başaramıyorum biliyorum ama çok tuhaf çok.
Çok yorgunum
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

Hz.Cebrail aleyhisselam Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine vahiy getirmekle vazifeli malum.

Birgün yine Cebrail aleyhisselam vahiy getirdiğinde efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem demiş ki;

-Bana getirdiğin vahyi nereden alıyorsun Ya Cebrail?
Cebrail aleyhisselam ise:
-Semada bir perdenin önünde durup verilmesini bekliyorum Ya Resulullah, demiş.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
-Kimin verdiğine hiç bakmadın mı Ya Cebrail
Cebrail aleyhisselam:
-Bakmadım,hiç bakmayıda düşünmedim,demiş.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem :
-Bir daha ki sefer bak ,demiş.
Cebrail ise,
-Olur Ya Resulullah ,deyip gitmiş.

Bir sonraki sefer geldiğinde,Efendimiz sormuş yine,
Cebrail ise şöyle demiş,
-Baktım Ya Resulullah, baktım ki seni gördüm. Ben bu vahyi senden alıp yine sana getiriyordum demiş..



Bu ifadeyi bugün öğrendim.
Sizede anlatayım istedim.

Bazı sayfalarda şema ve grafikler görüyordum,çoğunu anlayamıyordum.
Bu Nur'u M KONUSUNDA FİKİR VERDİ
.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

Birde bir karara vardım onu söylemek istiyorum.

Çok uzun zamandır birisinin tasavvuftaki yolculuğunu anlatmalarını takip edip duruyordum.kişi olarak tanıdığım birisi.

zaman içinde kendisine olan güveni,sınırsız mutluluğu,tasavvufi aşkı,duygularını ve yaşadığı manevi ikramları anlatması ile birde baktım ki, kendimi unutmuşum ona imrenmekle geçiyor zamanım.
Öyle kaptırmışım kendimi, başkasının tasavvufi neşesini SEYİR edip öylece kalmışım.

Şimdi karar verdim,kimsenin aşkını,tasavvufunu artık dinlemeyeceğim.
daha kendimden haberim yok, önümde menzile varmaya zaman var mı bilen yok?daha çoook yapılacak işler var, oyalanmaya ise hi. vakit yok.

işte ben gibi başkası varsa uyansın diye yazdım bunları.

Herkes kendisini ne küçültsün yok saysın, nede büyültüp dev yapsın.
Ama kendisini dosdoğru yolda tutmanın çarelerine baksın.
Ben öyle yapmaya çalışacağım.

Elbet Rabbim sahibim yol açsın,izin verip güç ve yardım lutuf etsin.

İnşallah gafletimden biraz daha kurtulmaya bir adım atmışımdır
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

Çook önemli birşeyi,

hatta bu akşam onca işi bırakıp buraya gelmemin sebebini unutuyordum az kalmıştı..


Çok kıymetli insanlar,hepiniz için Rabbimin bütün hayrlarına ve en güzel ikramlarına kavuşmanızı gönülden dua ederim.


Sizden de kalbimdeki benim için çok önemli niyetim için amin demenizi istirham edecektim.

Israr etmiyorum,içinizden gelir ve Allah c.c. müsade ederse inşallah.

Hayırlı geceler
.
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

SELAM, Humeyranur seni gördüğüme SEVindim...
ve kalbi amin kardeşçe...


Fatihanın sonundaki, ''amin'' deyişimiz geldi hatrıma...

Resulullah sav. şöyle buyurdu ki: "İmam; "Amin" deyince, sizde Amin deyin. Zira her kimin Amin' i meleklerin Amin'ine denk gelirse o kişinin geçmiş günahları affedilir."
Tirmizi Nu:250

ANlamanın en güzel yolu iyi dinlemek OLsa gerek...
Şimdi Fatiha'yı OKUyoruz ama her BİRimizin ANladığı, yaşadığı, Hâll edindiği OKUduğumuz AYNımı dersin?..

BAK mealinde neler OKUnuyormuş...Nasıl bir ZEVK varmış, AL-ANa...


Müslim'in, Alâ b. Abdurrahman yolu ile Ebu Hureyre'ye dayandırarak bildirdiğine göre İslam peygamberi Fatiha suresini şöyle açıklamıştır:

"Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı bana ve öbür yarısı kuluma aittir. Kulum istediğine kavuşacaktır."

Kul, "Elhamdü lillâhi rabbilalemin" dediği zaman, Allah, "Kulum bana hamd etti" der. Kul, "Errahmanirrahim" dediği zaman, Allah, "Kulum, bana övgü sundu" der.

Namaz kılan kul, "Maliki yevmiddin" dediği zaman, Allah "Kulum benim şanımın yüceliğini ifade etti" der.

Namaz kılan kul, "İyyake na'budu veiyyake nestein" dediği zaman, Allah, "Bu söz hem bana ve hem de kuluma aittir. Kuluma istediği verilecektir" der.

Kul, "İhdinessıratal müstakim, sıratallezine en'amte aleyhim, gayrilmağdubi aleyhim veleddallin" dediği zaman, Allah, "Bu söz tamamen kulumla ilgilidir, ona istediği verilecektir" der." [5]

[5]^ Fizilal'il Kur'an Tefsiri. Seyyid Kutub

***
*İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

Diyanet İşleri : (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz....

Bişeyler yazmak istiyorum ama eksik yada yanlış yazmaktan çekiniyorum...
Bu ayeti HAKkıyla YAŞAmayı, ne kadar çok istiyorum kalblere HÜKMeden BİLir..
ANlatmaktan acizim...
GAYRetim, gayrıyla BERaberken, nasıll beceririm...
O'ysa ''O''bana gayr'ından AYRılda GEL demişti...

Hani Humeyranur, hayran OLuşun var ya bir tasavvuf yolcusuna, kendini unutturmuş bir hale getiriyor ya ona OLan hayranlığın, benzetmek ne kadar doğru bilmiyorum ama, bu ayette İÇimde öyle HOŞ'luklar OLuşturmakta, ama ben bundan AYRılmak değil, can-ı içre YAŞAmak diliyorum
....Bazen defalarca bu ayetin gönlümde yankılandığını DUYuyorum...

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz....

Geçen bir gönül dostuyla paylaştım, bu güzelliği...Şimdi de senin, ESintinle bir daha dile GELdi...


**
Kendince OLan, doğallığın gERçekten GÜZEL Humeyranur cANN...
GÜZELliği seven YÜCE RABBİMİZ, GÖNLÜNÜ ve ÖMRÜNÜ güzelliklerle NURlandırsın dilerİZZ...
YÜREĞİNE (içtenliğine) SELÂMET!...

***

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
Resim

***
En son MINA tarafından 30 May 2010, 19:29 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

SELAM size de olsun MINA.

Çok teşekkür ediyorum.



Bugün kü nasibimi aktarayım istiyorum.

Ki bana ayna oluşunuz için şükrüme vesile edeyim bunu..


Bir hikayecik bu aktaracağım.

Vaktiyle kelebekler varmış.
Bir ateş görmüşler ve onu merak edip, onu öğrenmek istemişler.
Biri uçup gitmiş uzaktan bakmış dönmüş,
ne gördüğünü anlatmış.
Diğerleri:
” Sen görmedin” demişler.
diğeri gitmiş yakınlaşmış çok sıcak, korkmuş, dönmüş.
Diğerleri:
”Sende görmedin “demişler.
diğeri uçmuş ve “poff” diye bir ses gelmiş,
geri dönen olmamış.
Diğerleri :
”hah işte, o gördü” demişler.


Bu hikayeciği İlah-i Aşk için sembol edip anlatmışlar.

O kelebekler biziz.

En son gidip geri dönmeyen kelebeğe imrendim.
Hadi işin aslını da söyleyeyim kıskandım.
Bu çok büyük bir eksiklik biliyorum,bile bile kıskanıyorum.

Bende diğer kelebeklerden birisi, yada uzaktan anlamaya çalışan cesareti az olan bir tanesi değil,

taa gidip kendini mahvetmek pahasına ateşin kendisine dahil olan "O" olan kelebek olmak istiyorum.

bu sadece benim istememle olmaz bunuda anlıyorum sanırım.

o ateş çağıracak ki,bana kuvvetli kanatlar ve azimli bir yürek takılsın.


Ne kanadım var, ne gücüm,nede istikameti tutturabilmiş değilim işte.

Bütün derdimde bu.
Rabbim derman lutuf ve kerem eder inşallah,hepimizede bana da.


..


MINA, bahs ettiğiniz

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz....


Ayet-i Kerime size hal olsun inşallah.

Bir çook kıymetli büyüğüm vardı, şimdi hala var ama o artık ebedi Hayy.
(O'nu çook özlüyorum)

Yukarıda ki ayet-i kerime ve daha bir çok ayet-i kerimeler onun hali idi.

O kulluk padişahlığının ne derece ihtişamlı ve paha biçilemez birşey olduğunu üzerinde taşırdı.

Bir gün evinde O'nu ziyaret etmiştim ve artık gitme vaktiydi,
Ayağa kalktık ve yolcu edileceğim zaman açılan iki kol ve benim bütün kainat sandığım bir kucak tarafından sarmalandım.

Kolların her biriside sonsuza açılıyor gibi gelmişti.

Bu eşsiz hatıramıda sizin yukarıda bahs ettiğiniz Ayet-i Kerime sebebiyle anlattım.

Bir insan bu derece bir büyüklüğe bütün gayrilerden kurtulduğunda kavuşabilir sanırım.

Bütün diğer gayri herşeyin sizden ve bizden alınması için bütün kalbimle dua ederim.
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Sevgili Humeyranur
Gönlünüz sonsuz GÜZELliğe açılsın kalb-i duası ile..
inşallah...
inşa eden Allah (c.c)


***

Resim
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Humeyranur yazdı:Birde bir karara vardım onu söylemek istiyorum.

Çok uzun zamandır birisinin tasavvuftaki yolculuğunu anlatmalarını takip edip duruyordum.kişi olarak tanıdığım birisi.

zaman içinde kendisine olan güveni,sınırsız mutluluğu,tasavvufi aşkı,duygularını ve yaşadığı manevi ikramları anlatması ile birde baktım ki, kendimi unutmuşum ona imrenmekle geçiyor zamanım.
Öyle kaptırmışım kendimi, başkasının tasavvufi neşesini SEYİR edip öylece kalmışım.

Şimdi karar verdim,kimsenin aşkını,tasavvufunu artık dinlemeyeceğim.
daha kendimden haberim yok, önümde menzile varmaya zaman var mı bilen yok?daha çoook yapılacak işler var, oyalanmaya ise hi. vakit yok.

işte ben gibi başkası varsa uyansın diye yazdım bunları.

Herkes kendisini ne küçültsün yok saysın, nede büyültüp dev yapsın.
Ama kendisini dosdoğru yolda tutmanın çarelerine baksın.
Ben öyle yapmaya çalışacağım.

Elbet Rabbim sahibim yol açsın,izin verip güç ve yardım lutuf etsin.

İnşallah gafletimden biraz daha kurtulmaya bir adım atmışımdır
Değerli kardeşimiz hümeyranur,

Muhammedî Melâmette ESAS OL-AN O ki,
Kimseye asla bir ŞEY verilemez ve ancak ondakiler ortaya çıksın diye Hasbî Hizmet edilir.
Muhammedî Tasavvufun Temeli ise YOKluk-ÇOKluk KIYASI olamyıp TEKlik OL-AN RESULÎ SEVİYEdir.
BİZ dediğimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in; İman, Amel, Ahlâk ve Hallerinde OLup Yaşamaktır.
BİZ BİR-İZ, sadece ALLAH celle celâlihu için CEM' Oluştur.
Kıyas aslında Ham Akılın Kısır Felsefesi ve Şeytan İKİlik KIYASI İşidir.

Bu Âlemde her KUL kadarınca ve KADERİNCE imkanla imtihan OLMAKTA VE TEKe TEKtir.
Her CAN, ALLAH celle celâlihu katında en büyük değerdedir.
Hakk Erenler ve Herkes o CANa Hasbî Hizmetçidir.

BİZce AKIL kemâlâtla NAKLi (Kur'ân ve Sünnet-i Seniyyeyi) bulur ve gerçeği BİLip, BULup, Olup, YAŞAyıp Gerçeğe Erer.
Hakk Erenler ortaya çıkıp kaynar durur İslam Âleminde.
Batı da ise ham Akıl, mataryalist çember içinde kısır bir Felsefe labirentinde debellenir durur.
Kim daha zeki ise diğerlerini kapsar, yutar ve Feylesof döngüsü başlar.

ÖTE dediğiniz AYNanın arkasındaki SIRRdır ve kalkınca RESULÎ SEVİYE ile MiM CAMına dönüşür.
Kendinizi değil Kâinâtı seyredersiniz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem i ANlamak ve Yaşamaktır İSLAM DİNİ..

Sevgili mina kardeşimizinde belirttiği YAKÎN Gelinceye kadar KULLUK yapmaktır AŞKın ASLı- Faslı..

Demem o ki;
BİZ BİR-İZ Kun Kervanı YOLcuları,
İmam-ı Mutlak ve Mürşid-i Mulak Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in Mutahhar yüreğinde;

Geçmişimiz için TEVBEde,
Geleceğimiz için DUAda
Şu ANımız için RIZAda
Son ANımız için Şehadette,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de BİZ BİR-İZ İnşaallah..
Elhamdulillahirabbilâlemin..

Şuurlu ve Nurlu katkılarınız için şükran..


Nur-u MiM Muhabbetlerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen simurg »

Çok teşekkür ederim efendim,
yazmış olduğunuz hususi cevabınız ve ilginize çook teşekkür ederim.

iki tane ders aldım ,fazlasınıda öğrenirim inşallah.

-Kıyas yapma, sen ayrı, kardeşin ayrı değil. Kardeşinin ikramları ve nasipleri adına sevinirsen sende bereketlenirsin.

-İlla kulluk, inadına kulluk. Elden ne gelirse tembellik etmeden, gayreti bırakmadan.


Ellerinizden öperim.
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim
Kitledim tüm saatleri,akrebi yelkovanı durdurdum,
Ömrümü "AN"ladım bir "AN"da, yüreğime kilit vurdurdum,
İçinde BİRİ çırpınır ,"Bırak beni sevme, sevme beni",
"Sevilesi BİZLER değil, Habib-i Allah, Güzel RESUL'um"....(SAV)
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Allahım! Senden mutlaka yerine getirmeni umduğum bir söz alıyorum: Ben bir insanım. Kime bir eziyet etmişsem, sövmüşsem, lânet etmişsem, vurmuşsam, bunları, onun için, kıyamet gününde, sana yaklaştıracak bir rahmet ve o kişinin sevabında bir artış nedeni eyle!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Hz. Abdulkadir Geylani (k.s.) yazdı:

Eyyûb (a.s) Peygamber’in hikâyesini işitmedin mi? Hak Teâlâ, onu, Zât’ına has kılmak ve sevgi yönünden hakikate erdirmek istemişti. Ve dilemişti ki, o peygamber için Zât’ından gayrisi kalmaya… Dinle ki, onu nasıl ehlinden ayırdı, malını yok etti, çocuklarını kaçırdı. Bir mezbele köşesine bıraktı; yanında yalnız hanımı kaldı. Onun için ne mamur şehir vardı, ne de başkası.

Sonra devam ediyor GÜZEL İNSAN!..
Hz. Abdulkadir Geylani (k.s.) yazdı:

Allah yolcularının hâli daima şekil değiştirir. Ama hâl ne olursa olsun onlar ibadet ayağını hakikati takipten geri almazlar; edepli ve başları eğik olurlar.

Allah’ım Zât’ında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her derdimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla.

Âmin!

Hz. Abdulkadir Geylani (k.s.)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

İNSAN

(3.lüSİSTEMDevamı)

Canımın çıplak ve bîçâre olduğu bir hâliçinde; Efendimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“Efendim!..Şerîatın, Tarikatın, Mârifetin ve Hakikâtinnedir?..
O kadar çok okudum, dinledim ve düşündüm ama aklım fikrim karıştı, herkes bir şeyler söylüyor:
“Benim söylediğim haktır, benim şeyhim senin şeyhini döver!...”diyor..
Çok şeyler söyleyip insanlara yaptırıyorlar...
Hâliyle insanlar ölüm denizine akansular gibidirler, akıllarıda vardır ve âhiretede inanıyorlar...
Ne yapacaklarını şaşırdılar!...
Değerli Dostların Tarikat Pîrlerimizin Yollarının şu zamandaki temsilcilerinin çoğunun ensekulak yerinde ama evliyâmı eşkiyâmı belirsiz!...
O yolları zabtetmişler...
Babadan oğula değilde, doğmamış torunlarına “Mübârek”lik mîrâsı bırakıp Gavs-ıAzamlık Tacı giydirip tahtı veriyorlar!...
Şahsî ve nefsî hırsların pençesindeki tasavvuf can çekişirken, Senin GerçekDostların;
dağlardaki andızağaçları gibi Hüdâ-yı Nâbit(bozuşmamış) Muhammedî Âşıkların ise halkın elbisesini giyip, aralarına karışıpgizlendiler...
Meydan merhametsiz ve muhabbetsizlere kaldı.
Kader kaderullah, âhirzaman!...”
Gibi sözlerle çokça sızlandım.

Neticesi;Gönül Defterime yazılanlar:

Akvâlî Şerîatî: Şeriatım SÖZlerimdir.
A’mâlî tarikatî:Tarikatım Amellerimdir.
Ahlâkî Mârifetî:Mârifetim Ahlâkımdır.
Ahvâlî Hakikatî:Hakikatım Hâllerimdir.

Buyurduğu ilhâm oldu.

Beni manladığım ise;

1-Şerîat-ı Muhammedîyye: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Vahyî SÖZleridir. Âyet ve Sahih Hadisleridir.

2-Tarikat-ı Muhammedîyye: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in AMELleri, fiilleridir, Sünnet-i Seniyyesidir.

3-Mârifet-i Muhammedîyye: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in AHLÂKıdır. Hulki’l-azîm. Ahlâkullah...

4-Hakikat-i Muhammedîyye: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in AHVÂLidir. “Kâbekavseyn”vs. gibi söze sığmayan ve yaşanınca anlaşılan HÂLLERidir.

Muhammedî olduğunu anlayanın;Söz,Fiil,AhlâkveHâllerini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i DUYması Lâzım Uyması Lâyıktır ve de Şarttır.
KULLUK İMTİHANIn ASLı-Faslıda budur.

UYANDIRmak-AYIKTIRmak, MÜJDELEmek!
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Tek, Eşsiz, Mükemmel ve Mükemmil Mesleğidir.
Aslında bütün Nebî ve Rasûllerde TENZİRle EMRedilmişlerdir.

Bakınız Kur’ân-ı Kerîm’de ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL;
Habibi, Edibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e EMİR buyurduğu âyetlerle...
TEBLİĞ,TENZİR,TEBŞİR,TEŞHİD4lüsü…

Tebliğ:Ulaştırmak. Götürmek. Bildirmek. Eriştirmek. Yetiştirme, eriştirmek.
Belağ:Eriştirme, yetiştirme. Maksada uyan güzel ifâde. Kâfi gelme,kifâyetetme. Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikat OL-AN. Hâlin gereğine uygun, hem düzgün, hemyerin de söz.

Tenzir(inzâr):sonununfenâ olacağını haber vererek KORKUtmak, ihtarda ve ikazda bulunmak, uyarmak ve uyandırmak...
Nezr:Adakadamak. Fıkıhta Cenab-ı Hakk’ata'zim için mübah bir fiilin yapılmasını de ruhde etmek,öyle birişin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
İnzar:Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek.

Tebşir:Uyananı CeNNetle, uyanmayanı CeheNNemle MÜJDElemek. Müjdeverme, müjdeleme, muştulama. Hayırhaber vermek.
Bişr:Sevinç ve muştu-mutlu eseridir.
Beşir:Müjdeli haber veren. Müjde getiren.
Beşaret:Doğrusu Bişârettir. Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. Müjdeye verilen ihsan. Müjde haberi, muştu.

Teşhid:Uyananada uyanmayanada ŞÂHİD olmak...
Şühud:Görme, şahid olma. Müşahedee tme. Görünecek halde şekillenme.
Şâhid:Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar mâkul ve mu'teber sayılan. Gören ve Hazır OL-AN.. Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin her AN ve Şe’enî bir vasfıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen ve âcizâne tesbit edebildiğim bu husustaki âyetler:

1-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili âyetler:(toplam 56 yerde)

a-)Tenzir(nezirun-munzirun-nezir-inzârolarak36yerde):
Bakara 2/6,25; En’âm 6/51; A’râf 7/184; Hûd 11/12; Ra’d 13/7; Hicr 15/89; Meryem19/39; Enbiyâ 21/45; Hacc 22/49; Şuarâ 26/194,214; Neml 27/92; Kasas 28/46; Ankebut 29/50; Secde 32/3; Sebe’ 34/44,46; Fâtır 35/18,23; Yâsîn 36/10, 11; Sad38/4,7,65; Fussilet 41/13; Şûra 42/7; Mü’min 40/18; Ahkâf 46/9; Kaf 50/2; Necm 53/56; Kamer 54/5; Mülk 67/26; Nâziat 79/45; Gaşiye 88/21; Müddesir 74/2; Zâriyât 51/50,51

b-)Tebşir(şâhid-şâhida olarak 3 yerde):
Bakara 2/143; Nahl 16/89; Müzemmil 73/15

c-)Tenzir-Tebşir(beşiren-neziren olarak 8 yerde) :Bakara 2/119; A’râf 7/188; Mâide 5/19; Hûd 11/12; İsrâ 17/105; Meryem 9/57; Furkân 25/56; Fâtır 35/24

d-)Tenzir-Tebşir-Şâhid (2yerde): Ahzâb 33/45; Fetih 48/8

e-)Beşiren-Neziren-Daiyen(1yerde) :Sebe’ 34/28

f-)Daiyen(Çağırıcı)(1yerde):Kasas 28/87

g-)Dâvetçi(2yerde):Ahzâb 33/46; Şûrâ 42/15

h-)Hidâyet rehberi(hâd olarak 1 yerde):Ra’d 13/7

i-)Tebliğ: Âl-i İmrân 3/20 ve pek çok yerde.

2-Nebîlerle (aleyhhumu’s-selâm) ilgili tenzir âyetleri:(toplam 20 yerde)

Bakara 2/213;Nisâ 4/165;En’âm 6/48,130; Yûnus 10/2;Kehf 18/56;Secde 17/3;Nahl 16/2; Şuarâ 26/208;Kasas 28/46;Sebe’ 34/34;Fâtır 35/24,37,42;Sâffat 37/72,177;Zümer39/71; Zuhruf 43/23;Ahkaf 46/21;Mülk 67/8,9

3-Nûh(Aleyhi’s-Selâm) ile ilgili tenzir: (toplam5yerde)
Zariyat 51/50,51;Nûh 71/1,2;Şuarâ 26/115

4-Hûd(Aleyhi’s-Selâm) ile ilgili tenzir:Ahkâf 46/21
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

İşte TEVHİD-in;
Tebliğ, Tenzir, Tebşir ve Teşhid-inin Kur’ân-ı Kerîm’deki 4 Röperli HaYY Haritası...
UYANış; İlâhî DİRİLİŞ-in BESMELEsi-dir...
Tohumun Toprağa düşmesidir...
UYANış UMUTlara GEBEliktir...
UYANış HAKK’adır ve Hârikadır...

Azîz Kardeşlerim,

Özdeki İlâhî Emânete İhânet UYKUsundan sonra, UYURGEZERlik dalaletini, gaflet SARHOŞluğunu ve İlâhî Hidâyet Uyanıklığını ilerde de teferruatlı anlatmak azmim var İnşâallahuteâla...
Ancak uyku ve uyanmakla ilgili bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim... Bu fakîr, AŞK-ı SATIR-lardan değil de sıddık SADR-lardan “OKU” muştur...
Daha doğrusu acısıyla tatlısıyla Çile Çöllerinde harf harf, hece hece, gündüz gece, nefes nefes okumuş,
İlmek ilmek dokumuştur.
Böyle eden RABB’ıma hamd olsun!.

Yeni yüksek mühendis olmuş, Aksaray’da memleketimde DSİ’ye tâyin olmuştum.
O zamanlar yüksek tahsil çok azdı.
Dağ köylerinden tek beni örnek gösterirlerdi insanlar çocuklarına.
Elbiselerimi Konya’daki bir arkadaşımın 10 yıl Paris’te terzilik yapmış bir ağabeyi dikerdi, en iyi kumaştan...
Diksen dururdu ayakta sanki..
39 numara ayakkabım yine özeldi.
Belki kibirdi belki de caka, ama burnumdan kıl almak zordu vesselâm!.

Ne var ki yüreğimin ÖZ-ünde de bir yangın başlamıştı derinden DER-unî..
Şiirler yazıp coşuyordum durmadan kabına sığmıyordu deli yürek...
O zamanlarda Aksaray’da siyasetin cadı kazanları kaynar, şehrin Mütegallibe (her devirde güçlü olanlar) Zümresi, sivrilen köy çocuklarının başlarını kesmek isterlerdi.
Köyden gelip şehire yerleşenler ise bu işte onlara fark atmış zâlimden de zâlimdi...
Devlet Dâiresinde çalışanlara köle gibi bakar, bir gün sağcı diğer gün solcu derler ama neticede işini bitirirler ve tâyin ettiriverilerdi uşak vekillerine...
Yasaya, akla, vicdana ve dine uymayan işlerin yapılmasını isterlerdi ve hemence yerine gelirdi..

Bu işler benim de genç ve dinamik başıma hâliyle geldi...
Falan ağanın tarlasındaki taşları toplamaya devletin dozerini salmadın!” mı?...
Siirt’e tâyin (atanma)...
Şöyle etmediysen Samsun’a tâyin...
Belki ileride siyasete atılırsın, köy çocuğusun ve dürüstsün. Başımıza iş açarsın en iyisi seni tâyin etmek...” derlerdi ve ederlerdi...
Aklım karman çorman olmuştu...
Tâyinim çıkarılıyor, çabalıyoruz, durduruyoruz.
Yine çıkarılıyor...

İşte böylesi günlerdi...
Bir cumartesi ikindiye bir saat varken evden abdestli çıktım.
Ulu Câmi’ye namaza gitmekti niyetim...
Hastahâne Köprüsünü geçerken içimdeki acılar coştu ve beni yuttu...
Hani BUZ-da yürürken ayaklarınız birden kayar da yapacak bir şeyiniz kalmaz yaa işte böyle bir şey!
Bu insanlar benden ne istiyor?...” derken gözlerimden gayri ihtiyâri yaşlar boşandı!
Ve köşedeki İçki Büfesine döndüm.
Efes Biraları yeni çıkmıştı...
Bir şişe istedim içtim...
Bir daha, bir daha!” derken üçüncü şişe yarı olunca karşı apartmanlar yan yatmaya başladı.
Gözümde şimşekler çakıyordu...
Birhoş olmuştum ve sarhoş olmuştum 3 dakikada!
Yarım bıraktım, verilene bakmadan parasını verdim ve çarşıya doğru yürüdüm!
Kimseler görmese düşüncelerimin çelişkisinde, süklüm-püklüm ve yanpiri bir yürüyüşle Ulu Câmi Park-na çıktım...
Câmiye gidecek hâlim olmadığını anlamıştım...

Bu kafayla benim nazımı kim çeker, benim hâlimi kim dinler?.” derken ayaklarım rahmetli Duran Sürücü’nün Konfeksiyon Mağazasına götürdü.
Rahmetli Duran Emmi , dürüst bir insandı.
Köyden gelip de yetiştim diye beni çok sever, iftihar ederdi...
Hoş karşıladı, çok sevindi ve “Buyur!.” etti...

İçerde Özel Bölmeli Kısımda, 40 yaşlarında kısa ve kara sakallı, ay yüzlü hiç görmediğim bir zât oturuyordu...
Duran Amca sevinerek tanıştırmak istedi:
Abdurrahîm Bey, İstanbul’da konfeksiyon atölyesi var.
Bize mal getirir, sonra gelir parasını alır.
Çekmiş, senetmiş bilmez, dosttur.
” dedi.
Benimse kafam kıyak, fren bozuk!...
Bir tane Samsun Sigarası yaktım.
Adamcağıza : “Çok memnun oldum, buyur sen de yak!...” dedim.
O ise olğun, dolgun ve kibarca bir sesle:
Sağolunuz Efendim, kullanmıyorum! Çok zararalı bir şey” dedi.
Ben avını sıkıştırmış bir kedi gibi pençelerimi çıkardım:
Neden kullanmıyorsun?... hiç içtiniz mi, içmeden nerden bileceksin kötüymüş?.” derken ezân okunmaya başladı...
Adamcağız çok kısık sesle ezanı tekrar ederken, ben sataşmamın peşini bırakamadım...
Gayri ihtiyâri saçmalıyordum ki o munîs, uslu ve akıllıca olan adam birden kükredi ve hiddetle bağırdı:
Sen kimsin be kardeşim?...
Duran Amca sese koştu geldi:
Abdurrahîm Can, Lâtif Bey Başmühendisimiz, köy çocuğu, Molla Mehmedin Yeğeni, şöyle has, böyle iyi vs!...” diyordu.
Ama Abdurrahîm Bey, onu hiç dinlemiyordu artık...
İki eliyle beni havaya kaldırıp dış kapının önüne sürükleyerek götürdü...
Dışarı atacak sandım, ama atmadı...
Ve birden yumuşadı ve gözlerinden yaşlar boşandı...
Sonra hiç unutamadığım şefkatli sesiyle:
Bak güzel kardeşim!
Başmühendis, kıç mühendis anlamam ben!
Sen Gerçek Mühendis OL-AN Meslekdaşınla tanışmamışsın!
Şu hâlinle ise bir Pislik Fabrikasısın.!.
Mutfakla tuvalete arasında bir borusun!...
Modern bir PİSlik Fabriksasıyım sanmaktası!
Uyuyorsun!... Uyan!...
Uyan da şu çınarın yapraklarına bir bak Allah AŞKına!.
İlâhî Meslekdaşınla BİL-iş BULuş da TANIş!
Dünyanın her yerinde bu çınarın; şekli, şemâli, dokusu, kokusu ve her şeyi aynıdır.
Herşeyi ve kaderi, zerrecik bir tohuma derc edilmiş, dürülüp-bükülp SOkulmuştur.
Hangi kotlarda (yüksekliklerde) yetişir, ne zaman yaprak açar ve ne zaman yaprak döker, geçmişine bağı geleceğine ulağı yüreğindedir..
Sistemini halk eden SUBHÂNÎ MÜHENDİS (celle celâluhu) ile tanışmayacak mısın?...
Sen ne yaptın da mühendis imişsin?
Kimsin sen! Uyuyan adam!...
Ancak tüm kalbimle senden özür diliyorum ki istemeden seni üzdüm!
Ama sen de benim içimdeki İlâhî Sigortayı attırdın!...
Hakkını helâl et!..
” deyip kucakladı ve candan yürekten bağrına bastı.
Ilık göz yaşlarını hâlâ sol yanağımda hissediyorum yıllar sonra...

Yıkılmış bir gül yüzle:
Ben, Konya’ya biletliyim 45 dakikam var otobüsün kalkmasına, vakit az kaldı!. İkindinin farzını kılıp yola çıkacağım!” dedi.
Hızlıca ikindisini kıldı...
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen simurg »

gaflet bende
uyku bende
uyurgezerlik bende
sarhoşluk bende
delalet vs..

hepside bende

Ya Rabbi benide uyandır lutfen ve keremen, inşallah ve âmin.
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön