MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İsLâm Dinimizde,
Hayânın Önemini göstermesi BUYURup DUYURmuştur ki;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâmın ahlâkı da hayâdır.” buyurmuştur.
(İ. Mâlik, Hüsnü-l Huluk 2, 2, 905)

Ahlâk; insanın huylarını, davranışlarını ve yaşayış tarzını toplumun alışkanlık, töre ve âdetlerini kapsayan bir anlam içerir. Yaradılış mânâsındaki “hûlk” kelimesinden geldiğinden fıtrat ile de yakın alâkadarlığı bulunur.

HuLk.: Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet. İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâllerdir.

Ahlâkın; ALLAHu zü’L- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîm, Nübüvvet, Kâinât ve Vicdân olmak üzere beş kaynağı vardır.

Elbette; Ahlâk sadece iyi huy ve davranışları içermez.
Çünkü, hayatta yaşarken, iyi ve kötü huylaraın tümüne “ahlâk” denir.
İyi olan ahlâka “Ahlâk-ı Hamide/Ahlâk-ı Hasene” denir.
Kötü olanlarına da “Ahlâk-ı Zemime/Ahlâk-ı Seyyie” gibi isimler verilmiştir..


Ahlâk-ı Hamide.: Beğenilen güzel ahlâk ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bütün Ahlâk-ı Hamidede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye sâhibdi..
Ahlâk-ı Hasene.: Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvî bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil yaşayan Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve O'nun yolunda gidenlerin ahlâkıdır.
Ahlâk-ı Zemime.: Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek ve sonuçta kötülemeyi esas alan beğenilmeyen kötü hal ve hareket içeren huy..
Ahlâk-ı Seyyie.: Sâhib olanı, kötülük, günah, suç, yaramazlık ve fenâlığa sürükleyen pis huy..


EsmâuLLAH içinde; Rabb, Hakîm, Latîf, Cemîl celle celâlihu gibi isimlerinin edeble doğrudan alâkası vardır..


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, EDEBin Menbağı-Kaynağı ve UYgulayıcısıdır..

ALLAHu zü’L- CeLÂL'in, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi DUYup-Uymamız için EMRuLLAHı;



لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---"Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıra ve zekerallâhe kesîrâ (kesîran).: Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve âhiret gününe ulaşmayı dileyen ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın Resûl’ünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “اَدَّبَنِي رَبِّي فَاَحْسَنَ تَاْدِيبِي : Eddebenî RaBBî fe ahsene te’dibî: RaBBim beni EDEBLendirdi de ne güzel EDEBLendirdi” buyurdu.
(Munavî, Feyzu’l- Kadîr I,225; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12; Kurtubî, el Câmiu’l- Ahkâmil Kur'ân, 18:228; İbnu’l- Cevzî Sıfatu’s- Safve I:201)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: بُعِثْتُ لِاُتَمِّمَ مَكَارِمَ الْاَخْلاَقِ : Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere peygamber ba’s olundum (gönderildim).” buyurmuştur.
(Buhârî, Müslim, Mâlik, el-Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 8, II, 903)

Resim---Aişe radiyallahu anha ANNemize Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ahlâkı sorulduğunda: “O’nun (aleyhisselâm) ahlâkı Kur’ân’dı.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr 69)

Çünkü Habli’l- Verîdimizden de AKREB OLan RABBımız ALLAHu zü’L- CeLÂL, Tüm Düşünce, Davranış ve uygulamalarımızda Mutlak GÖZetleyicimizdir.:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---"Huvellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda fi sitteti eyyâmin summestevâ alâ’l- arş (arşi), ya’lemu mâ yelicu fî’l- ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mine’s- semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.” (Hadîd 57/4)

Bu Muhteşem MuhaMMedî ŞÛURun ürünü EDEB; İnsanın cismânî ve nefsânî ihtiyaçlarını ,İlâhî, MuhaMMedî ve EHL-i BEYtî bir Tâlim/Öğretim ve Terbiye/Eğitim ile Tanzim ederek, NEFSini =>Rûhânîleştirir..

Onun için, zamanında birlikte yaşama şerefine eren Ashâb-ı Kiram,Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e edebte son derecede özen gösterirlerdi.
Ne var ki, ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e konuşma ve davranışta EDEBi farz kıldı.:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm (alîmun).: Ey iman edenler! Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün önüne geçmeyin. Ve Allah’a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki Allah; en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Hucurât 49/1) (Ahzâb 33/21)

ا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
Resim---"Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bi’l- kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn (teş’urûne).: Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Ve O’na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz hebâ olur.” (Hucurât 49/2)

Resim---Bu Âyet-i Celîle inzâl olduğunda, Sâbit bin Kays radiyallahu anh isimli gür sesli bir sahâbî, bu âyetin şümûlüne girdiği korkusuyla evine kapanıp ağlamaya başladı.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Sâbit’i bir müddet göremeyince nerede olduğunu sordu. Orada bulunanlardan biri; “Yâ Resûlullah! Ben onun yerini biliyorum!” dedi ve hemen gidip onu evinde oturmuş, başı önünde ağlıyor vaziyette buldu.
Ona: “Neyin var, (niye ağlıyorsun)?” diye sordu.
O da: “(Sorma), Şer var!. Sesim, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sesinin üstüne çıkıyordu, bütün amellerim boşa gitti, cehennemlik oldum!.” cevâbını verdi.
Sahâbî, Sâbit’in bu sözlerini Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e haber verdi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ona git ve söyle, sen cehennemlik değil, bilâkis cennetliksin!.” buyurdu.

(Buhârî, Menâkıb 25, Tefsîr 49/1; Müslim, Îmân 187)

Hucurât Sûresi’ndeki müteâkib âyetler de, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gösterilmesi gereken EDEBin, KULun bir Takvâ İmtihanı olduğunu bildirmektedir.:

إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---"İnnellezîne yeguddûne asvâtehum inde resûlillâhi ulâikellezînemtehanallâhu kulûbehum lit takvâ lehum magfiratun ve ecrun azîm (azîmun).: Allah’ın Resûl’ünün yanında seslerini alçaltanlar; işte onlar, Allah’ın takvâ için kalblerini imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.” (Hucurât 49/3)

إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Resim---"İnnellezîne yunâdûneke min verâi’l- hucurâti ekseruhum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de, onların çoğu aklını kullanmıyor.” (Hucurât 49/4)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e emredilen bu yüce saygı edebinin kapsamı, Türk Milletinde tarih boyunca sürmüştür.

Sultân 1. Ahmed Han, kendi adıyla Sultan Ahmed Câmisini altı minâreli yaptırınca, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e hürmeten, Mescid-i Nebevî’ye bir minâre daha ilâve ettirmiştir..
(İlber ORTAYLI, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, s. 150)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize EDEBin ŞaîrÂNe Terennümcüsü Şanlı Urfalı Şâir Nâbî:

Hacc Yoluna Çıkarken;


Gel gönül azm-i reh-i Beyt Huda eyleyelim
Sa'y edip Merveye tahsil-i Safa eyleyelim!.


Ve ÖZ SEVgilisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DiYÂRını tâzim için;

Sakın terk-i edebten kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, makām-ı Mustafâ’dır bu!.


Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamber’i Hazret-i Muhammed Mustafâ aleyhisselâm’ın makāmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!.

Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu!.


Ey Nâbî! Bu dergâha edeb kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır…


Resim

KİMdir ŞÂiR NâBi..:

(d. 1642, Şanlıurfa - ö. 10 Nisan 1712, İstanbul)
1642 senesinde, Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi, yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüştür. Yusuf Kalfa adındaki bir şeyhin mürididir. Yusuf Kalfa, Nâbî’nin şiir yeteneğini farketmiş ve sanatını ilerletmesi için onu, 24 yaşındayken İstanbul’a göndermiştir. Burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Muhasip Paşanın dikkatini çeken şâir divan katipliğine kadar yükselir. Paşa vefat edince ise Halep'e gider. İstanbul'da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep'te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür.
Eserlerinin çoğunu Halep'te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca Nâbi'yi yanına aldı. Bu dönemlerde Nâbi Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulundu. Ayrıca, bazı kaynaklara göre Nâbi aynı zamanda çok güzel bir sese sahipti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. "Seyid Nuh" ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir.
Nâbi Osmanlı'nın duraklama devrinde yaşamış bir şairdi, yönetim ve toplumdaki dejenerasyona ve bozukluklara şahit oldu. Çevresindeki bu negatif olgular onu didaktik şiir yazmaya itmiş, eserlerinde devleti, toplumu ve sosyal hayatı eleştirmesine neden olmuştur.

Ona göre şiir; hayatın, karşılaşılan sorunların ve günlük yaşamın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insanî konulardan izole edilmemelidir. Bu yüzden şiirleri hayat ile alâkalı, çözümler üretmeye çalışan, yer yer nasihatta bulunan bir yapıdadır. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesindendir belki de, kullandığı dil yalın ve süssüzdür.


Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefâdan zerre,
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere…


"Nâ" ve "bî" kelimeleri arapça ve farsçada “yok” anlamına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir..

12 Nisan 1712 tarihinde vefat etmiş, Üsküdar'da Karacaahmet Mezârlığına gömülmüştür..

Nâbî, klasik şark dillerini ve İslâm ilimlerini çok iyi bilen âlim ve fâzıl bir şâirdi. Fikrî bir takım söz sanatlarıyle süslemeden, fikir olarak söylemek yolunu seçmiş ve bunda dikkate değer bir şahsiyet göstermiştir. Dili sâde şiirinde his ve hayalden ziyâde düşünceye ehemmiyet veren Nâbî, bol yazmak ve değişik konular üzerinde söz söylemek temayülünde bir şâirdir.
Nâbî'nin fikir ve düşünceleri gibi dil ve edebiyat hakkındaki görüşleri de kendi çağı içinde ehemmiyetli, orijinal ve yenidir. Önemli bir kısım manzumelerinde ve manzum eserlerinde bir ahlâkçı tavır alması ve bu yüzden yer yer kuru ve didaktik kalması devrinin sosyal aksaklıklarıyla alâkalıdır.
Şâir, yaşadığı devirde kendini gösteren sosyal ve ahlâkî sarsıntılarla alâkalanma ihtiyacını duymuş, bilhassa mesnevî tarzında yazdığı manzumelerde, dîne, şeriate, ahlâk ve fazilete karşı büyük bağlılık kurmağa çalışmıştır. XVII. yüzyıl dîvân şiirinde bir "tefekkür" edebiyatı çığırı açarak, şiirde değişik bir şahsiyet ve hususiyet göstermiştir..


ŞâiR NâBi'nin Eserleri.:

I-) Manzum Eserleri.:
1-) Türkçe Divânı.
2-) Farsça Dîvânçe.
3-) Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn.
4-) Hayriyye.
5-) Hayrâbâd.
6-) Sur-nâme.

II-) Mensur Eserleri.:
1-) Fetih-nâme-i Kamaniçe.
2-) Tuhfet ül-Harameyn.
3-) Zeyl-i Siyer-i Veysî.
4-) Münşeat.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İslâm Dinin ŞiÂRı/İşâretleri, Kadim Âdetleri OLan ŞEÂİRE EDEB için,
RABBımız Teâlâ'nın Kur'ÂN-ı KERiMi'nde Buyruğu;


ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ
Resim---"Zâlike ve men yuazzım şeâirallâhi fe innehâ min takvâl kulûb (kulûbi).: Ve işte kim, Allah’ın şiârlarına (emirlerine, farzlarına) hürmetle uyarsa bunun sebebi muhakkak ki onların kalblerinin takvâ sâhibi olmasındandır.” (Hacc 22/32)

Şiâr: İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet. Üstünlük veren işâret.
Şeâir: (şiâr. c.) Âdetler, İslâm işaretleri. İslâmlara ait kaideler.

KeLÂMuLLAH OLan Kur'ÂN-ı Kerîme Hürmet ve Riâyet EDEBinde; abdestsiz olarak mushafa dokunmanın ve cünüplük hâlinde hem dokunmanın hem de Kur’ân okumanın yasak olmasıdır..


إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
Resim---"İnnehu le kur’ânun kerîm (kerîmun).: Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur’ân’dır.” (Vâkıa 56/77) (Yûsuf 12/89)

ي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
Resim---"Fî kitâbin meknûn (meknûnin).: Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitab’dadır (Levh-i Mahfuz’dadır).” (Vâkıa 56/78)

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Resim---"Lâ yemessuhû illâ’l- mutahherûn (mutahherûne).: O’na, tâhir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.” (Vâkıa 56/79)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur’ân’a temiz olan dışında hiç kimse dokunmasın!” buyurmuştur.
(Hâkim, I, 553/1447)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ne hayızlı kadın ne de cünüb kimse Kur’ân’dan hiçbir şey okuyamaz.” buyurmuştur.
(Tirmîzî, Tahâret, 98/131)

SALÂTın/NAMAZIN İBÂDetinin EDEBİ.:

يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---"Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbu’l- musrifîn (musrifîne).: Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.” (A‘râf 7/31)

Cenâb-ı HAKk TeÂLÂ; kulunu huzûrunda, pasaklı ve derbeder bir vaziyette istemiyor. İlâhî Mülâkāt/Bilişip, BULuşup, OLUŞup da BİZ BİR-İZi YAŞA!.maya yaraşır şekilde, temiz, tertibli ve îtinâlı bir şekilde gelmesini arzu ediyor..

Resim---Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem mesciddeyken, saçı-sakalı birbirine karışmış bir adam çıkagelmişti. Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, eliyle ona saç ve sakalını düzeltmesini işâret etti. Adam, bu emri yerine getirdiğinde Fahr-i Kâinât Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu hâl, herhangi birinizin şeytan gibi saçı-başı dağınık dolaşmasından daha güzel değil mi?.” buyurmuştur.
(İ. Mâlik, Muvatta’, Şeâr, 7.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir gün saçı-başı darmadağınık bir adam görmüştü.
Hayretle:
“Niçin bu adam saçlarını yıkayıp taramıyor?” buyurdu. Üzerinde kirli elbiseler bulunan bir kimseyi gördüklerinde de; “Bu zât elbiselerini yıkayacak su bulamıyor mu?.” buyurarak müslümanların temiz ve tertibli olmaları gerektiğini ifâde etmiştir.
(Ebû Dâvûd, Libâs, 14/4062; Nesâî, Zînet, 60)

Ashâb-ı kirâmın bildirdiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem örtüsüne bürünmüş bâkire bir kızdan daha hayâlı ve EDEBli idi.. (Buhârî, Edeb, 77)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, insanların en nâziği, en zârifi, en güzel ahlâklısı ve en mütebessimi idi. Çiçekten iffetli, gülden hayâlı idi. Sözlerinde ve hareketlerinde en küçük bir nâhoşluk bulunmadığı gibi O, hoş olmayan hiçbir şeye de itibâr etmezdi. Çarşıda-pazarda bağırıp çağırmayı, kötülüğe kötülükle mukabele etmeyi asla uygun bulmazdı. Kusurları bağışlar, yüzünü çevirip hataları görmezden gelirdi.
Ümmetinin; “insanlar arasında, yüzdeki güzelliğin timsâli olan “ben” (yani sîmâyı güzelleştiren alâmet-i fârika) gibi” olmasını isterdi.
(Ebû Dâvûd, Libâs, 25/4089)

Enes bin Mâlik radiyallahu anh, Peygamber Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in EDEB ve ahlâkını şöyle anlatır: “Nebiyy-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz; kesinlikle kırıcı bir söz söylemez, mübârek ağzından nâhoş bir söz çıkmaz ve lânet etmezdi. Birimizi azarlayacak olduğunda sadece: “Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki!.” derdi.” (Buhârî, Edeb, 38, 44)

Resim---Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda giderken, EDEB ve hayânın insanı, ikbal ve terakkîden alıkoyacağı zannedip hayâ sâhibi kardeşini bu huyunu terk etmesi için azarlayıp ve ona: “Sen utanıyor, EDEBli davranıyorsun ama; bu sana zarar veriyor, işlerini aksatıyor.” diyerek telkinlerde bulunan bir kimseye: “Onu kendi hâline bırak; zira hayâ îmandandır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb 77, Îmân 16; Müslim, Îmân 57-59)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâ ancak hayır kazandırır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb, 77.)

وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
Resim---"Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’ (şey’in). Ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem (ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ (azîmen).: Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup, seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür.” (Nisâ 4/113)

Bu âyeti celîlede geçen “indirilen hikmetin, indirilen kitâbın/ilmin” izâhını hayatta tatbiki olan EDEB olarak anlayabiliriz. Zâten EDEB de hikmettir. ALLAHu zü’L-CELÂL’in öğretip, eğittiği EDİBİ, HaBîBi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.
EDEB, MuhaMMedî Mü’mini tüm alçaklıklardan koruyan ilmin can simididir. Nefsin tâlim/öğretim ve terbiye/eğitiminde ilimle birlikte EDEB de şarttır.
İffet, hilm, vakâr, sabr, hakka ve hayra saygı, hakka ve halka hürmet, merhamet gibi erdemlerin tümü EDEBdendir.
“Âdâb-ı muâşeret” dediğimiz insanî, medenî ve ahlâkî davranış tarzlarımız; nefsimiz, ailemiz, toplum ve dünya insanlarını kapsayan genişliktedir.
EDEB; kişinin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile buluşmasının ince ayarıdır. Kişi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in EDEBi ile kendini bilir, ALLAHu zü’L-CELÂL’in ilmiyle RABB’ini bilir.
EDEBsiz; ilim, ibâdet, itâat olamaz! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebliğ Terbiyesi EDEB ile olmuştur. İlâhî EDEBî vahyen alan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “EDİB-i EKBER” olarak MuhaMMedî EDEBî, Âşıkların dört âlemini yutan hava gibidir.

El Evvelü’l-Âhirü’l-Zâhirü’l-Bâtınu celle celâluhu’nun huzurunda hazır olmanın ilk şartı MuhaMMedî EDEBdir..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iftitah tekbirinden hemen önce: “ALLAHÛEKBER!. Zü’l-melekûtü ve’l-ceberûtü ve’l-kibriyâ-ü ve’l-azametü!” buyurması.. MuhaMMedî EDEBin Erkânıdır..

Günümüzde ise EDEB, kulun kula edebine dönüştü.. Her hususta olduğu gibi edebde de ifrat ve tefritten uzakta ve i’tidâl üzere MuhaMMedî EDEBi, İlim, İrâde, İdrak Ve İştirak Tekemmülünde bilmek, anlamak, karar kılmak ve yaşamak şiârımız olmalıdır.
EDEB, vusûlün usûlû, hedefin yoludur.
EDEB, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vasfı ve tezyînidir. EDEB, Biz MuhaMMedîlerin ise baş tâcıdır ve’s- SeLÂMm!.

EDEB de; Zikr-i Dâim, Fikr-i Dâim, Şükr-ü Dâim Ve Sabr-ı Dâim olmak gibi, EDEB-i Dâim olmakladır. Edib kişi erdemlidir..

Ben fakîr, nice insanlar gördüm ki, şeyhinin yanında şeker gibi konuşuyor, dışarıda ise, biber gibi acı.. Ve canavar gibi hâin, hırslı ve acımasız.. Câmiye girerken süt dökmüş kedi gibi, çıkarken yedi başlı ejderha..
Câhillik, acımasız bir illettir ki çöktüğü başı çökertir..

İyilerini, güzellerini, mübâreklerini de gördüm.
Bolu’daki kardeşlerimden Cemâl Candan, köpeklere dahi “mübârek hayvan” diyordu.. Çok görmeyin sakın bu sözünü.. Bu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in EDEBidir.

Sahih hadisle bildirilmiştir ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sefere giderken çalıların arasından çıkan bir domuz, develeri ürkütünce: “Hay mübârek develerimizi ürküttün!” buyurunca Sahabe: “Yâ Rasûlullah, bu hayvan murdar değil miydi?” deyince: “Bir hayvan için güzel ahlâkımı (hulûkü’l-Azîm) bozamam!” buyurmuştur..

Mesele hayvanda, şunda, bunda değil gören GÖZde ve ÖZdedir. EDEB, Hikmettir diye bundan dolayı arzettim..
Yine bir seferde rüzgar çok iğrenç bir koku getiriyor..
Tüm Sahabenin burunlarını tıkadıklarını gören Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devesini ıktırıp ve inip, kokunun geldiği yere yürüyor ve vardığında görülen bir köpek leşi.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem âsâsının ucuyla dişlerine dokunarak: “Hay mübârek inci gibi dişlerin varmış!” buyuruyor.

İşte noksan aramamak ve mükemmeli seyredebilmek MuhaMMedî EDEBi..
MuhaMMedî İ’tidal, Ortayol, Sırât-ı Müstakîm, MuhaMMedî EDEB Yoludur..


Hazreti Mevlânâ Efendimiz, i’tidâli ne güzel târif buyurmuş:

Ne Rende gibi =>Hep sana =>Hep sana deme! (=>Tefritte KALış.)
Ne Keser gibi =>Hep bana =>Hep bana deme! (=>İfrat OLuş.)
Testere gibi =>Bir sana =>Bir bana de!. (=>İ’tidâli YAŞAyış.)


Affınızı dilerim!.
Sözlerim nefsime gerekir..
Zirâ dışarda/Muhitte haktan başka bir şey yok..
İçimde/Merkezde ise, neler yok, neler!.

ERdemli MuhaMMedî EDEB, tasavvufun toprağıdır..
ERdemli MuhaMMedî EDEB, Meselenin mâverâsı/özünün özüdür..

1965 lerde Hasan Dağda çobanlık yaparken Almanya’ya işçi giden Medine Halamın oğlu Kara Mustafa’ya yıllar sonra izinli gelince sordum: Almanlar, nasıl bir millet?” diye..
Cevâbı kısa ve netti: “Dayı oğlu, Almanlar çocuklarını değil de, köpeklerini seviyorlar.. Hepisinin birer palisi (köpek yavrusu) var ellerindeevlerinde ve gönüllerinde, oysa çocukları kreşlerde, haymalarda!.”

Bunu şunun için arzettim ki, gençlerimizin ilk kaybettiği şey; DİRİlik gibi, DİRİden DİRİye geçen “MuhaMMedî EDE”B olmuştur.
EDEBsiz bir sel, bir çığ, bir zelzele ve tufan tümümüzü sürüklüyor.. ELBİRLiğiyle CÂNdan GÖNÜLden RABB’ımız TeÂLÂ’ya duâ edelim, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hâlimizi arzedip EKREMî EDEB ki, HABİBî HAYâ dileyelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâ îmandandır ve hayâlı olan kimse Cennet’tedir! Hayâsızlık ise kalbin katılığındandır; kalbi katı olan da Cehennem’dedir!..” buyurmuştur.
(Buhârî, Îmân, 16)

Resim---Resûlullâh, sâhip olduğu ulvî hayâ duygusu sebebiyle bir kimsenin yüzüne nazarlarını dikmez, dikkatlice bakmazdı..
(Münâvî, V, 224)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün: “Allah’tan gereği gibi hayâ edin!.” buyurdu. Bunun üzerine yanında bulunan sahabeler: “Yâ Resûlallah! Elhamdülillah biz ALLAH’tan hayâ ediyoruz.” deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’tan hakiki olarak hayâ etmek; gözünü, kulağını, haram olan şeylerden korumak, haram yemekten ve zinâdan sakınmak, ölümü ve dünyanın fâni olduğunu düşünmektir. Âhiret mutluluğunu isteyen kimse, dünya ziynetlerine önem vermez. İşte böyle yapan kimse, ALLAH’tan hakkıyla utanmış olur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Kıyâmet 25)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur.” buyurmuştur.
(Taberânî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Güzel huy gibi asâlet olmaz.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâ (utanmak, edebli olmak), baştan başa hayırdır.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslamiyet’in ahlâkı da hayadır.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâsız olan, emânete hıyânet eder, hâin olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lânete uğrar, şeytan gibi olur.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayâ imandandır. Hayâsızın imanı yok demektir.” buyurmuştur.
(İbni Hibbân)


Resim BAKIŞ ve TESETTÜR EDEBi:

Burada tesettür konusuna da kısaca değinmek istiyorum. İslam dininde tesettür, örtünmek anlamındadır. Tesettür de namaz, hac, zekât ve oruç tutmak gibi İslam’ın birer emridir. Bu emirleri yerine getirmeyen günahkâr okur, ama inkâr eden ALLAH korusun iman dairesinden çıkar.
Zirâ tesettür, ALLAHu zü’L- CELÂL’in kesin bir emridir ve âyetle sabittir.:


قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim---"Kul li’l- mu’minîne yaguddû min ebsârihim ve yahfezû furûcehum, zâlike ezkâ lehum, innallâhe habîrun bimâ yasneûn (yasneûne).: Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki ALLAH, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nûr 24/30)

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---"Ve kul li’l- mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi’t- tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evi’t- tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâl mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu bu âyeti uzun bir şekilde tefsir etmiştir. Burada kısa bir özetini sadeleştirerek dikkatinize sunmak istiyorum:
“Kadının ziyneti denilince örfte taç, küpe, gerdanlık, bilezik ve elbise süsleri gibi şeyler anlaşılır. Bu ziynetleri açmak bile yasak olunca, bunların mahalli olan bedeni açmak onlardan evvel nehyedilmiş olur. Yani bedenlerini açmak şöyle dursun, üzerlerindeki ziynetleri bile açmasınlar. Bir kısım ulema, ayette ifâde edilen ziynetten muradın, ziynetin mahalli olan yerlerinin örtülmesi olduğunu ifâde etmişlerdir. Bazıları ise ziynetten muradın, mücerret beden olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü, kadının gerçek ziyneti bedenidir. Ayrıca örtünün kendisi de kadının bir ziynetidir.”
(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, Nebioğlu Basımevi İstanbul, 5. Cilt s,3504)


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---"Yâ eyyuhân nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’rafne fe lâ yu’zeyne ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (mü’min kadınlara) söyle, cilbablarına sarınsınlar (örtünsünler). Bu, onların (cariye olmadıklarının, hür ve iffetli kadın olduklarının) bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah, Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/59)

Yine Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu bu ayetin tefsirinde şöyle buyurur:
“Mü’minlerin kadınlarında aslolan hürriyet olduğu için, bundan kast olunanın hür kadınlar olduğu beyan edilmiştir. Araplarda tesettür âdet değildi. Câhiliyet devrinde kadına hürmet yoktu. Eski cahiliye kadınlarında erkeklerin dikkatlerini çekecek şekilde göz alıcı biçimde açık saçık çıkan, açılıp saçılan orta malı olanlar bulunurdu. İslam ise kadının şanını iffet ve ismetle, vakar ve haysiyetle yükseltiyordu.
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar.” (Nûr 24/30) ve “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar.” (Nûr 24/31), mümin erkeklerin ve mümin kadınların, yani bir cinsin karşı cinse göz dikmeyip, bakışlarını kısarak edeblerini ve iffetlerini korumayı öğreterek terbiyelerini yükseltmiş olduğu gibi, burada da imanlı hür kadınların hiçbir şekilde eziyete uğramamalarını pekiştirmek için buyruluyor ki: Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler.”
Hz. Aişe’denrivâyet edilmiştir ki; “Ensar kadınlarına ALLAH rahmet etsin. Bu “Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına bütün müminlerin kadınlarına da söyle” âyeti indiği zaman mırtlarını yardılar, onunla başlarını sardılar da Resûlullah’ın arkasında öyle namaz kıldılar ki, sanki başlarında kargalar varmış gibi…” demiştir. Bu tesettür onların tanınmalarına, dağınık cariyelerden, adi kadınlardan vakar ve heybetle seçilerek hürmet edilmelerine ve dolayısıyla incitilmemelerine elverişli olan biçimdir. Gerçi eziyeti kendilerine davet edecek olan içi bozukları örtü tutacak değildir. Fakat imanlı, temiz kadınların, kirli bakışlardan yuvalarında gizli inciler gibi korunmuş kalmalarına en uygun olan biçim de budur. Asıl o zamandır ki onlara eziyet edecek olanların açık bir vebâl ve iftira yüklenmiş oldukları ortaya çıkar. Ve dolayısıyla bundan önceki ve sonraki ayetlerin hükümlerine dâhil olacakları anlaşılır. Bununla birlikte ALLAH bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulunuyor. Burada yukarıdaki âyetlerin eki gibi getirilen bu son cümle çok anlamlıdır. Bu bize şu mânâları ilham eder:
1-) ALLAH’ın bağışlaması çoktur. Bugüne kadar geçmiş açıklıkları bağışlar. O kusurları örter. Rahmeti de çoktur; bundan böyle emrini tutanları rahmetiyle arzusuna çok ulaştırır.
2-) ALLAH bağışlayıcı ve merhametli olduğu içindir ki, kadınlara eziyet edilmesine razı olmaz ve onun için örtülmelerini emreder.”
(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, Nebioğlu Basımevi İstanbul, 6. Cilt)


Resim Kur'ÂN-ı Kerîm’e KARŞI EDEB.:

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Resim---"Lâ yemessuhû illâ’l- mutahherûn (mutahherûne).: O (Kitaba, ondan bilgi edinmek için) tertemiz olanlardan başkası uzanamaz; (ve Kur’ân’a maddî–manevî kirlerden) arınmış (abdestli) olanlardan başkası el süremez.” (Vâkıa 56/79)

Resim

Mevlânâ kaddesallahu sırrahu..
Aklım kalbime sordu: “Din nedir?”
Kalbim de aklımın kulağına eğildi ve fısıldayarak: “Din, edebten ibârettir!” dedi.


Ebû Bekir Verrâk kaddesallahu sırrahu Hazretleri:
Edeb:
1- Konuştuğun zaman dilini korumak,
2- Yalnız kaldığın zaman kalbini korumak,
3- Dışarıya çıktığın zaman gözünü korumak,
4- Yediğin zaman boğazını korumak,
5- Uzattığın zaman elini korumak,
6- Yürüdüğün zaman ayağını korumak ve
7- Bütün işlerinde vaktini korumaktır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 4.2.3-) İMÂN.:

Şeceretü’l-Kemâlât ağacımıza tırmanmaya devâm edelim. İnsanın zâhiri olan âfâk ve bâtını olan enfüs genişçe işlenmiştir. İmân ve emânet de yer yer işlenmiştir.
İmânı bildiren Cibril aleyhisselâm hadisi meşhurdur:


Resim---Ömer İbni Hattab radiyallahu anhu’dan: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyorduk. Elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât âniden yanımıza geliverdi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyordu. Bizden hiç kimse kendisini tanımıyordu. Bu yabancı zât hemen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Sonra dedi ki: “Yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem! İslâm nedir?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de: “İslâm ALLAH’dan başka ilâh olmadığına ve benim, ALLAH’ın Rasûlü (son elçisi) olduğuma şehâdet etmek, namazı dostoğru kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve Kâ’beyi haccetmektir.” buyurdu.
Soru soran zât: “Doğru söyledin.” dedi.
Ömer radiyallahu anhu dedi ki: “Biz buna hayret ettik. (Çünkü) hem soruyor hem de doğruluyordu.
Sonra bu zât: “Yâ MuhaMMed! İmân nedir?” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İmân: ALLAH’a, O’nun meleklerine, peygamberlerine, kitâblarına, âhiret gününe ve kadere, hayrına ve şerrine inanmandır.” buyurdu.
Soru sâhibi: “Doğru söyledin.” dedi.
Ömer radiyallahu anhu “Biz buna (da) şaştık; hem soruyor hemde tasdik ediyordu.”
Sonra soru sâhibi: “Yâ MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem! İhsân nedir?” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “(İhsân) ALLAH’a, Onu görüyorsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü gerçekten sen O’nu göremiyorsan da O muhakkak seni görüyor.” buyurdu.
Soru sâhibi: “Kıyâmet ne zaman (kopacak) ?” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Soru sorulan kişi, soru soran kişiden (bu hususta) daha bilgili değildir.” buyurdu.
O zât: “O hâlde (kıyâmetin) âlametleri nelerdir?” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Câriyenin kendi sâhibesini doğurması (Âlim Veki’ derdi ki: Yâni Arab olmayan kadının Arab çocuğu doğurması), ve yalın ayak, çıplak, yoksul, küçük baş (davar) hayvanların çobanlarının (bedevî) yüksek binâ yapmak (hususun) da birbirleriyle yarıştıklarını görmendir.” buyurdu.
Hadisin ikinci derecedeki râvisi Abdullah İbni Ömer radiyallahu anhu dedi ki: “Bir süre sonra ilk râvi (Ömer b. Hattab radiyallahu anhu) şöyle dedi: “Üç gün sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana rastladı ve: “(Yâ Ömer!) O (soruları soran) zâtın kim olduğunu biliyor musun?.” dedi.Ben: “ALLAH celle celâluhu ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bilir.” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “O Cibrildir. Size dininizin mes’elelerini öğretmeye geldi.”
buyurdu.
(Ömer b. Hattab radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime 63 ve Buhârî,İmân 37; Müslim,İmân 1,5,7; Nesâî, İmân,5,6 Tirmizî, Ebu Dâvud; Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan da benzeri hadis vardır.)

İmâm-ı A’zam Ebu Hanife ve Ebu Mansur-i Matüridî ve Eş’ârîler: İmân: “Dil ile ikrâr, kalb ile tasdiktir.” derler.
Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel: “Kâmil imân: Dil ile ikrâr, kalb ile tasdik, beden ile amelden ibârettir. Amelsiz insan mü’mindir, ama kâmil mü’min değildir.” derler.
Mû’tezîle ve Haricîler ise: “İmân için: kesinlikle ikrâr-tasdik-amel şarttır” derler. Namaz kılmayanı v.s. mü’min saymazlar..
İmânın sıhhati için:
1-Çâresiz hale (ümitsiz, ye’s, sekerât) düşmeden imân etmelidir,
2-Dinden olanı inkâr etmeden imân etmelidir,
3-Dinin tüm hükümlerini beğenerek imân etmelidir..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için arzuladığını (din) kardeşi için de-yahut komşusu için-istemedikçe (tam) imân etmiş olamaz.” buyurmuştur..
(Enes bin Mâlik radiyallahu anhu’dan; İbn Mâce, Mukaddime 66.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden hiçbiriniz, ben kendisine evlâdından, babasından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça (tam) imân etmiş olamaz.” buyurmuştur..
(Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime 67.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Nefsim, kudret elinde olan ALLAH’a kasem (yemin) ederim ki siz imân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil) imân etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi? Onu yaptığınız zaman yek diğerinizi seversiniz! Selâmlaşmayı aranızda yayınız.” buyurmuştur..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; İbn Mâce, Mukaddime 68 ve Müslim.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İmân ziyâdeleşir ve noksanlaşır.” buyurmuştur..
(Ebü’d Derta radiyallahu anhu’dan; İbn. Mâce, Mukaddime 75.)

Feth 48/3, Âl-i İmrân 3/173; Müddesir 74/31; Tevbe 9/124; Ahzâb 33/22 âyeti celîlelerinde imânın fazlalaşabileceğine delâlet etmektedir.:

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---"Ellezîne kâle lehumu’n- nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ (îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’me’l- vekîl (vekîlu).: O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "Allah bize kâfîdir ve O, ne güzel vekildir." dediler.” (Âl-i İmrân 3/173)

وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
"Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ (îmânen), fe emmâllezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn (yestebşirûne).: [/b][/color] Bir sûre indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.” (Tevbe 9/124)

وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا
Resim---"Ve lemmâ raa’l- mu’minûne’l- ahzâbe kâlû hâzâ mâ vaadenâllâhu ve resûluhu ve sadakallâhu ve resûluhu ve mâ zâdehum illâ îmânen ve teslîmâ (teslîmen).: Ve mü’minler, (düşman) birliklerini gördükleri zaman: "Bu (zafer), Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün vaadettiği şey. Allah ve O’nun Resûl’ü doğru söyledi." dediler. Ve bu, onların sadece îmânlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.” (Ahzâb 33/22)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Resim---"Huvellezî enzele’s- sekînete fî kulûbi’l- mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ (hakîmen).: Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.” (Feth 48/3)

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
Resim---"Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtû’l- kitâbe ve’l- mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun ve’l- kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ huve, ve mâ hiye illâ zikrâ li’l- beşer (beşeri).: Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.” (Müddesir 74/31)

Buhârî ve Müslim bu konuyu incelemişlerdir.
Matüridîye Mezhebinin: “İmân ziyâde ve noksanlık kabul etmez.” sözü; imânın aslı olan “tasdik”te “kesin inançta” eksilme olamaz, olursa tasdik olmaz anlamındadır.
Kesin inanca rağmen ampül kirlenirse, içerdeki 100 mum dışarıdan 40 mum ışık verir. Elektrik (tasdik) giderse ışık (imân) hâliyle yok olur..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim 4.2.4-) İBÂDET.:

Abd =>KuL,
Ubûdiyyet =>KULLuktur,
Rubûbiyyet =Ulûhiyyet zâtına mahsus olan ALLAHu zü’L-CELÂL’in Er RABB Sıfatının tecellîyâtıdır ki;
Yarattığı mahlûkatının maddî mânevî sevki, idâresi, iâşesi, devr-i dâimi v.s. işlerinin yaratıcısı, emredicisi, gözetleyicisi, hesaba çekicisi, mükafaât veya cezâ vericisi.. Akla gelen-gelmeyen şekilde sisteminin; Kaza Kader, İrade ve Meşiyyeti/dilemesi altında Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtınlarıyla birlikte Sevk ve İdâresi RABBÜ’L- ÂLEMİN’indir..

İnsan sûretinde ve AKIL Ni’metiyle var edilen İnsanoğlu ile RABBÜ’l-ÂLEMİN arasında ezelî bir antlaşma vardır.
İnsanoğlu: “Evet, gerçekten sen bizin RABB’ımızsın ve bu sözümüze şâhidiz!”demiştir. Zâhir bazarında bu sözü isbatlamaya yâni kulluğunu göstermeye gelmiştir..


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---"Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu belâ şehîdna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: “Ben sizin RABBiniz değil miyim?” (Onlar da): “Evet (buna) şâhid olduk!.” dediler." (A’raf 7/172)

Abdin/KULun, RABB’ısı karşısındaki vasıfları;
Fakriyet/Muhtaçlık.
Acziyet/MecburLuk.
Zillet/Me’murLuk.
İllet/MahkumLuk..

Gibi sıfatlar olup, bu sıfatlar RABB’ısının Sıfatlarının tersidir..

Hududullah =>Kelâmullah ile Rasûlullah’a bildirilmiş ve Abdullah’a Tevhid Tebliği yapılmıştır.
O hâlde İbâdet =>Emredilen MURADULLAH’ı; ALLAH celle celâluhu’ya ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâbi’ bir Abdullah olarak yerine getirmektir..
ENFÜSünde/İÇteki-ÖZündeki Hakk olan EMÂNETULLAH’a sadakatle İmân eden ABDULLAH’ın bu imânının gereği olan Sâlih Amelleri/Hayrla, ÂFÂKta/DIŞarda>Hayatta Adâletle ve harfiyyen yerine getirmesidir..

Biliyorsunuz ki İmâm-ı Eşâri ve İmâm-ı Şâfiî Efendilerimiz sâlih ameli, imânın şartlarından saymışlardır.
İbâdet; imânın gereğini ihlâsla işlemektir. Yâni; halis muhlis ibâdet/kulluk olmadan; İtâat, İttikâ, İrfân, Îkan v.s. olamaz ve olursa temelsiz olur..

Dinin şer’an işlenmesini istediği fiillere/namaza, oruça vs. de ibâdet denmesi, Hüşû’ ve Huzû’ ile KULLuk Görevinin yapılması olmalarındandır.
Farz, Vâcib, Te’kid edilmiş kuvvetli Sünnet/sünnet-i müekked ve Sünnet olan ibâdetler fıkıh kitâblarımızda bellidir.

İslâm Dini; Mükellefliğinin/imân ve ibâdet ÖZünde ALLAH celle celâlihu Rızasını görür: ALLAH celle celâlihu Rızası için yapılan her fiil ise İBÂDettir. Bunlar ise ALLAH TeÂLÂ tarafından DUYuruLup-BUYuruLmuş/belirlenmiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bizzât UYgulanmıştır.

Biraz önce İMÂN Bahsinde geçen Meşhur Cibril aleyhisselâm Hadisinde;
İslâm Dini =>İmân ->İslâm ->İhsân kelimeleriyle târiflenmiştir. İmân bellidir.. İslâm, imânın amellere dökülüş. İhsân ise, Hazır-Nazır olanın ALLAH celle celâlihu huzurunda Ahlâk-ı MuhaMMedî, Ahlâk-ı Kur’ân-ı Kerîm, AhLâkullah üzere olmaktır. İ’tikadî, amelî ve ahlâkî sistem..
İbâdetin Şartlarını ve Şekillerini EMReden ALLAH celle celâluhu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in MURADını biz bilemeyiz. Basit hareketler gibi gözükenin içinde ve mâhiyetinde saf kulluk sırrı olabilir..

Şimdi gönlüme geldi ki Fâtiha’nın ilk dörd âyeti ile ibâdetin özü ve özeti SıLâ SaLâtı’nda yaşanmaktadır:


1-) Ulûhiyyet kıyamında: ALLAH’a celle celâluhu Fâtihası okunur. (namazın başka yerlerinde âyet, âyet-i celîle olarak okunamaz, dua niyetiyle ayrı!.)
2-) Rubûbiyyet Rükû’sunda: Nefsin baş eğip Azametini Tesbih Ve Takdis edişi..
3->a-) Rahmânîyyet Secdesinde: Kalbin (zâhire dönük kapısında) Nefsin yok oluşu ve RABB’isinin Azametini Ululayıp Tesbihi..
3->b-) Rahîmîyyet Secdesinde: Kalbin (bâtına dönük kapısında) Nefsin yok oluşu ve RABB’isinin Kudretini Ululayıp Tesbihi..
4-)Mâlikîyyet Teşehhüdünde: Beden, Nefs, Kalb ve Ruhun, Mülkün Mâlikine; Rasûlullah Efendimize Mi’râc hediyesi olan “Ettehiyyâtü” ile Teşehhüdü, Dirilmesi ve Merhamette Muhabbet Mi’râcı..


Sanki;

Şerîat-ı MuhaMMedîyye.
Tarikat-ı MuhaMMedîyye.
Mârifet-i MuhaMMedîyye.
Hakikat-ı MuhaMMedîyye..
Merhaleleri gibi dört devrede;
Devrân =>Seyrân =>Cevlân ve =>Hayrân HÂLi..

Azîz kardeşlerim;
Câhillerin dediği câhillikleri, yoksa; yat-kalk meselesi ve jimnastik hareketleri, hâşâ, değil.. Kulluk kolay mıdır?.. Bu Muhteşem Mülkte ye, iç, tepin ve çek git!.
Kulluk; hakkını verene, SULTÂNLıktır ve HİLÂFETULLAH Makamıdır.

Bir sahabi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hoşuna gider zannı ile: “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne MuhaMMeden Rasûluhu ve abduhu!” deyince. Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem alnındaki mübârek damarı kabarmış, üzülmüş ve kızarak:
“Hayır hayır, ben ALLAHu zü’L-CELÂL’in önce kuluyum, sonra Rasûlüyüm!” buyurmuştur.
MuhaMMedî Metod ve Sistemde haşâ yağcılık v.s. yoktur.
Mürşid-i Mutlakımız Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Önce Abdullah sonra Rasûlullah” buyurarak kulluk şerefini bizlere ihbar buyurmuştur..
Kendisine emredileni harfiyyen uygulamış ve bizlere emretmiştir:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sallû kemâ reâyetumûnî ûsallî =>Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi (tatbikatını), kılınız” buyurmuştur..
(Buhârî, Ezân 18; İ. Ahmed V-53; Darimî, Salât 12.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Es SeLâtû İmadü’d- Din: Namaz dinin direğidir.” buyurmuştur..
(Münâvî, Feyzü’l- Kadir IV-24.)

Salle: Ses vermek, durultmak (şarabın tortusu vs.)
Saliye: Ateşte yanmak.
Tesalla: Değnek/asâ vs.. yi ateşte yumuşatıp doğrultmak.
SALL: Binbir çile içinde SILA’ya vuslat bulmak, kavuşmak..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hacla ilgili hükümleri benden öğreniniz.” buyurmuştur..
(İmâm-ı Ahmed, Müsned III-318.)

Dini Faaliyetin İslâmî-İlmî adı Fıkıh; Kişinin kendisi, halk ve HAKK’ın, hak ve sorumluluklarını tesbit eden bilim dalıdır. Temeli, naklîn ortaya koyduğu ve aklın karışıp karıştıramayacağı kesin kurallardır.
Aslında her varlık ibâdet hâlindedir. Kâinâtın kendisi içindekilerle birlikte ibâdet döngüsündedir..
Her ŞEYy, o şeyce ibâdette.. Kuş ->kuşca, rüzgâr ->rüzgarca.. Köpek ->köpekçe ibâdette ve asla koyun gibiliğe kalkışamaz..


تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا
Resim---“Tusebbihu lehu-ssemâvâtu-sseb’u vel-ardu vemen fîhin(ne)(c) ve-in min şey-in illâ yusebbihu bihamdihi velâkin lâ tefkahûne tesbîhahum(k) innehu kâne halîmen ġafûrâ(n).: Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Resim---“Elem tera enna(A)llâhe yescudu lehu men fî-ssemâvâti vemen fî-l-ardi ve-şşemsu velkameru ve-nnucûmu velcibâlu ve-şşeceru ve-ddevâbbu vekeśîrun mine-nnâs(i)(s) vekeśîrun hakka ‘aleyhi-l’ażâb(u)(k) vemen yuhini(A)llâhu femâ lehu min mukrim(in)(c) inna(A)llâhe yef’alu mâ yeşâ.: Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (Hacc 22/18)

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Resim---“Elem tera enna(A)llâhe yusebbihu lehu men fî-ssemâvâti vel-ardi ve-ttayru sâffât(in)(s) kullun kad ‘alime salâtehu vetesbîhah(u)(k) va(A)llâhu ‘alîmun bimâ yef’alûn(e).: Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah onların işlediklerini bilendir.” (Nûr 24/41)

Azîz kardeşlerim;
KULLuk Teklif ve İmtihan âdil olarak sağlanan imkanlarladır.
Her imtihan olan, olanakları nisbetinde imtihan edilip denenir.
Bu Âlemde kör olan, âhirette gözden sorgulanmaz!.

İnsanlar, Cinler, Cansız varlıklar, Bitkiler ve Hayvanların dışında ki Mükellef Varlıklar:

1-) İnsÂNLar =>Beden var, Nefs var, Kalb/Gönül var, Ruh var, Akıl var Hikmet var, Şehvet/Benlik var..
2-) CiNLer =>Beden yok, Nefs var Kalb/Gönül var, Ruh var, Akıl var, Hikmet var, Şehvet/Benlik var..
3-) ŞeYytÂNLar =>Beden yok, Nefs var, Kalb/Gönül var, Ruh var, Akıl var, Hikmet yok..
4-) MeLekLer =>Beden yok, Nefs yok, Kalb/Gönül var, Ruh var, Akıl var, Hikmet var, Şehveti yok..
5-) Hayvanlar =>Beden var, Nefs var, canı var, Ruh yok, Akıl yok, Hikmeti yok, Şehveti var..
6-) BitkiLerd =>Bedeni var, Canı var başkası yok..
7-) Cansızlar =>Beden var başkası yok…

Açıkça görüleceği üzere İnsÂNLar ve CİNLer, ALLAHu zü’L-CELÂL’in:


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Vemâ ḣalaktu-lcinne vel-inse illâ liya’budûn(i).: Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibâdet/KULLuk etsinler diye yarattım.” (Zârîyat 51/56)

Fermanı gereği yaratılmıştır. En büyük imkan insanlara verilmiş ve en ağır deneme de onlar için emredilmiştir. İmtihanın başlaması için Mükelleflik/Sorumluluk Şartlarının oluşması da şarttır.:

1-) Aklı olacak.
2-) Bülûğ’a/rüşdüne erecek.
3-) Tebliği/dâveti duyacak.
4-) Kendi isteğiyle ve iradesiyle başbaşa hür olacak/köle olmayacak.
5-) İbâdeti yapmaya gücü olacak..


İşte bu imkanlar sağlanmışsa RABB’ısına İbadetten/KULLuktan tam anlamıyla sorumludur. İbâdetlerin, Farz, Vâcîb, Müekked Sünnet, Nâfile, Mendûb, Müstehab gibi isimleri, yapılış şekilleri, vakitleri v.s. ilmihâl kitâblarındadır.
İbâdetler; Yükümlülük/Vücûbî Şartları ile Geçerlilik/Sıhhat ve Edâ Şartlarının OLuşması Hâlinde işlenirler. Namaz, Hac, Cuma v.s..

Azîz kardeşlerim;
Şimdi aklımızı, fikrimizi, zihnimizi, nefsimizi ve herşeyimizi alarma geçirip şunu iyice anlamalıyızki:
Şeceretü’l-Aşk =>Şeceretü’l-Kemâl Ağacımızda sadece İBÂDET-ABDULLAHLık-KULLuk Makamı MURADULLAHdır..
ALLAHu zü'L- CELÂL'in Kâinât Sistemini Kurmasının ve Tüm EMRULLAH'ın sonUÇu-Neticesi ZÂTına İBÂDET-ABDULLAHLık-KULLuk-İbâdet yapmamız, Tahkik İmÂNımız SÂLiH AMELLerimizle isbat edip MuhaMMedî Şehâdet Şerefine ULAŞmamızdır.

KULLuk-İbâdetten önceki =>Kûn, İlim, İnsan, İmân ile İbâdetten sonraki; İtâat, İrfân, Îkan ve İhsânın tümü EMRULLAHtır.
EMRin veriliş sebebi MURADdır. TEVHİDuLLAHa ŞEHÂDet TEMELdir..
Bu ÂLeMde Her ŞEYy =>KuLLunun TEVHİDuLLAHa ŞEHÂDeti için VAR edilmiş ve EMR edilmiştir.
ABDULLAHLık =>MURADULLAHtır..

MuhaMMedî Mü'min ABDULLAH-ALLAHın KULu OLaBİLmek için ise, gerken her husus Kur'ÂN-ı Kerimimizde BUYURuLup-DUYURULup Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından bizzât örnek olarak UYGULanmış-YAŞAnmış ve EMRedilmiştir. Sahih Hadisleri ise tıpkı Kur'ÂN-ı Kerimimiz gibi DİLden DİLe GönüLden GÖnüLe akıp gelmiştir ve kıyamete kadar da akıp gidecektir İnşâe ALLAHu TeâLâ!.

Bir dikiş iğnesinin ustası olur da bu muhteşem sistemin sâhibi hiç olmaz olur mu?. Dikiş dikmek maksadıyla olmasa kim iğne yapar.. İpliğin geçtiği deliği kırılan iğneyi kim ne yapsın, çöpe atmaktan başka!.
EMRULLAH ->Sebebler ise, MURADULLAH ->SonUÇtur ve başlangıçtaki maksaddır.
Ezelde verdiğimiz “Evet RABB’ımız sensin, ve bizler de senin kullarınız, bu sözlerimize de hep beraber şâhidiz!” diye and içmişiz. Bu sahnede, kulluk oyununu oynamaya gelmişiz. Lâzımı ve lâyıkı ile oynamanın şartları emredilip sonuçtaki sevâb ve azab bildirilmiştir.

Neden MURADULLAHtır KuLLuk/İbâdet?.
Zâtî =>Sıfatî =>Esmâî ve =>Eşyâî İmkanların emrimize hazır kılınmasına sebeb =>Sadece ve sadece RABBÜL ÂLEMİN olan ALLAH TeÂLÂ’ya KULLuk etmektir. KULLuğu ALLAH TeÂLÂ’ya tahsisdir. ALLAHu TeÂLÂ için yapmaktır. Dini Emirlerin/yasaların muradı ALLAH TeÂLÂ için KULLuk yapmaktır.
İbâdetin; Zâhiri/şekli, şartı, zamanı v.s.. Bâtını ise İhlâstır.

Azîz kardeşlerim;
Alışkanlık hâline dönüşmüş şatafatlı ve tantanalı görüntüleri yanında içi mânen bomboş ve çürük ibâdetler ve nefsanî coşkunlukları, ruhî zannedip mânevî zevk aldığını sanmalar, HAKK celle celâluhu’nun rızasını bırakıp işi gücü halkın rızası, beğenisi, övgüsü ve şöhret ki -> “Şunun gibisi var mı bu cihânda?”desinler arzusu ile yapılan ibâdet, sâhibinin tüm ömrünü hüsrana sürükler.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir insanın parmakla gösterilmesi, şer olarak onun için yeterlidir." buyurmuştur..
(Beyhakî, Taberanî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizin için en çok korktuğum şeyler riyâ ve şöhrettir." buyurmuştur..
(Hâkim.)

İŞin garib ve acı tarafı, ayıkıp tevbe de edemez.
Çünkü, görünüşüne aldanıp kendi gittiği yolu doğru bilir ve korur..
Nice uyuyanlar uyanır, nice sarhoşlar ayıkır da bu câhil sofu, nefsinin ve şeytânın elinde oyuncak olur ve kurtulamaz..
Neylersin ki günümüzde herkesin gözü göklerde uçmakta olup, kullukta değil..
Hâlbuki anacağızım: “Kanatlanan karıncadan gayrı hayr gelmez/ölümü yakındır!.” der.

Herkes “SuLtÂNLık” istiyor da “KULLuk” istemeyip kendisine KULLar arıyor.. Hayret ki ne hayret!. Ben doğrusu Osmanlı Padişahlarımızın fermanlarına: “Fülân Kuluma..” diye başlamalarını, pek çok muhteşem hizmetler yapmış o değerli âilenin acı sonunu hazırlayan sebeb olarak görüyorum.. Ve beşikteki bebeleri de dâhil, Küffar Âlemindeki köleliklerine durmadan yanıyorum!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.5-) İHLÂS.:

ÖZden=>SÖZe =>SESin HASı
ZEMZEM>ÖZü =>KEVSER TASı
EDEB->İLİM->İRFÂN ->ERKÂN
=>MuhaMMedî İZÂN =>İHLÂSı!.


İhlâs-mend.: f. İhlaslı, ihlas sahibi, temiz kalbli.
İhlâs-mendâne.: f. Temiz yürekli kimseye yakışır şekilde, ihlaslı kişiye uygun tarzda.
İhlâs-mendî.: f. İhlaslılık, temiz kalblilik.
İhlâs-perver.: f. İhlas sahibi, temiz kalbli..


İhlâs Sûresi.: Kur'ÂN-ı Kerim'de şirkin ve küfrün her türlüsünü reddedip, tevhidi ilân eden “KuL=>De!.” diye başlayan 112. Sûre olan İhlâs Sûresine =>Esas, Tevhid, Tefrid, Tecrid, Necât, Velâyet, Mârifet, Samed, Muavvize, Mazhar, Berâe, Nur, İmân Sûresi de denilmektedir. Maâni, Müzekkire gibi isimleri de vardır..

Hulus.: Hâlislik. Saflık. Samimîyet. Hâlis dostluk. İÇten davranmak. Her hayırlı işi ve ameli ALLAH celle celâlihu rızâsını niyet ederek yapmak..
Hulusî.: Samimî, candan. Hâlis ve içi temiz olan.
Hulus-i Kalb.: Kalbden, gönülden, içten samimîyet.
Hulus-i Niyyet.: Niyetin hâlis olması.
Hulusîyyet.: Hâlislik. Samimî dostluk.
Huluskâr.: Her zaman, Her yerde, Herhâlde, Her nefeste samimî MuhaBBeti OLan.
Hulusnâme.: f. Yalnız MuhaBBet, alâka ve bağlılığı göstermek üzere sunulan mektub, ARZ-ı HÂL..
Muhlis.: Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.
Muhlisâne.: f. Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla.

İhlâs.: (hulus. dan) Kalbini sâfi etmek. İçten, samimî, riyâsız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. Sırf ALLAHu zü’L- CeLÂL emretmiş olduğu için ibâdet etmek. Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak
İhlâs.: Hâlis, hilesiz, katıksız, saf, arı, temiz, samimî sevgi, derunî dostluk, ciddî bağlılık ve seçkin sunuştur.

İbâdet kablarının içini dolduran tek şey var o da iİHLÂStır. İbâdeti, hakkı olan HAKK celle celâluhu ya yapmak, has kılmak, mahsus kılmak, tahsis etmek ve bunda Hâlis Muhlis olmak..


Resim KELÂMuLLAHta İHLÂS.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde ihlâs anlamı içeren pek çok âyet olmakla beraber bazıları.:

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا
Resim---“Veżkur fî-lkitâbi mûsâ(c) innehu kâne muḣlasan vekâne rasûlen nebiyyâ(n).: Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi.” (Meryem 19/51)

اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Resim---“İnnâ aḣlasnâhum biḣâlisatin żikrâ-ddâr(i).: Gerçekten biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık.” (Sâd 38/46)

هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Resim---“Huve-lleżî yuseyyirukum fî-lberri velbahr(i)(c) hattâ iżâ kuntum fî-lfulki vecerayne bihim birîhin tayyibetin veferihû bihâ câet-hâ rîhun ‘âsifun vecâehumu-lmevcu min kulli mekânin vezannû ennehum uhîta bihim(ﻻ) de’avû(A)llâhe muḣlisîne lehu-ddîne le-in enceytenâ min hâżihi lenekûnenne mine-şşâkirîn(e).: Sizi karada (çeşitli vasıtalar üzerinde ) ve denizde (gemilerde) gezdiren O'dur. Hattâ siz gemide olduğunuz zaman, güzel bir rüzgârla, o gemi içindekilerle giderken, onlar ferahlanırlar. Derken bir fırtına çıkarak her taraftan dalgalar kendilerine gelince ve kuşatıldıklarını anlayınca, Allah'ın dininde hâlis ve samimi olarak Allah'a şöyle dua ederler: “-Yemin ederiz ki, eğer bizi, bundan kurtarırsan muhakkak şükreden kullarından oluruz.” (Yunus 10/22)

فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ
Resim---“Fe-iżâ rakibû fî-lfulki de’avû(A)llâhe muḣlisîne lehu-ddîne felemmâ neccâhum ilâ-lberri iżâ hum yuşrikûn(e).: Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O'na 'halis kılan gönülden bağlılar' olarak, Allah'a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar.” (Ankebût 29/65)

اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ
Resim---“İnnâ enzelnâ ileyke-lkitâbe bilhakki fa’budi(A)llâhe muḣlisan lehu-ddîn(e).: Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibâdet et.” (Zümer 39/2)

Resim

Kur'ÂN-ı Kerîmde İhlâs Sûresi ÖzeL ve GüzeLdir.:

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
Resim---“Kul huva(A)llâhu ehad(un).: De, o: Allah tek bir (ehad) dir” (İhlâs 112/1)

اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ
Resim---“(A)llâhu-ssamed(u).: Allah, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, dâimdir, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ
Resim---“Lem yelid velem yûled(u).: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
Resim---“Velem yekun lehu kufuven ehad(un).: Ve hiç bir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)


Resim RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in İHLAS SÛRESİ ile ilgili Hadis-i ŞerifLeri.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazda tahiyyat duasını bitirince şöyle dua ederdi:
“Ey ALLAH‟ım! Sen her türlü eksiklik ve kusurdan uzaksın. Senden başka gerçek ilâh yoktur. Ey Ğaffâr! Benim günahlarımı ört. Ey Tevvâb! Benim tevbemi kabul et, amellerimi ıslah et. Şüphesiz ki sen dilediğin kimselerin günahlarını affedersin. Sen Gafûr ve rahîmsin.
Ey Rahmân! Bana merhamet et. Ey Affedici! Beni affet. Ey Raûf! Bana şefkat et.
Ey RABBim! Bana, verdiğin nimetlere şükretme gücü ver. Bana, Sana güzel ibâdet edebilme gücü ver.
Ey RABBim! Senden bütün hayırları ister, bütün şerlerden de Sana sığınırım.
Ey RABBim! Benim işlerimi hayırla aç, hatırla sonuçlandır. Bana, Sana kavuşma konusunda şevk ve arzu ver. Beni, bana zarar verecek sıkıntılardan, saptırıcı fitnelerden ve kötülüklerden koru. Sen kimi koruma altına alırsan şüphesiz ki o kıyamet gününde rahmete ulaşır. İşte bu en büyük kurtuluştur.”

(Heysemî, Mecme’u’z- Zevâid, 2/232)

Resim---Birisi bir adamın İhlâs Sûresini tekrar tekrar okuduğunu duydu. Sabah olduğunda bunu Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme söyledi. Adam bunu sanki küçümsüyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Nefsim elinde olana yemin ederim; o Kur’ÂN'ın üçte birine muadildir." buyurdu.
(Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anhu'den; Buharî, Ebu Davûd ve Nesaî)

Resim---Buharî'nin başka bir rivayetinde Ebu Said el-Hudri'den Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ın ashabına şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Sizden biriniz bir gecede Kur’ÂN'ın üçte birini okuyamaz mı?" Bu onlara zor geldi ve: “Buna hangimiz dayanabiliriz Yâ Resûlullah?” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAHu'l- VÂHİDu's-SAMED" Kur’ÂN'ın üçte biridir." buyurdu.
(Buharî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Toplanın; size Kur’ÂN'ın üçte birini okuyacağım." Toplanan toplandı. Sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çıkıp İhlâs Sûresini okudu. Ardından da içeri girdi. Birbirimize: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Size Kur’ÂN'ın üçte birini okuyacağım, ben bunu gökten gelmiş bir hayır görüyorum” demişti diye konuştuk. Nebîyyallah aleyhisselâm çıktı ve: "Ben, size: “Kur’ÂN'ın üçte birini okuyacağım!.” dedim. Bilesiniz ki o, Kur’ÂN'ın üçte birine muadildir." buyurdu.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu ’dan; Müslim ve Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizden biriniz bir gecede Kur’ÂN'ın üçte birini okumaktan aciz olur mu? Kim İhlâs Sûresini bir gecede okursa, Cenâb-ı HAKk’a sığınmak için Kur’ÂN'ın üçte birini okumuştur." buyurdu.
(Ebu Eyyüb el-Ensarî radiyallahu anhu’den; İmam Ahmed ve Tirmizî, Nesaî)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz ALLAH, biçimlerinize ve sözlerinize bakmaz, işlerinize ve kalblerinize bakar." buyurmuştur..
(Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan; İbn Mâce.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kişi, insanların gözünde cennetliklerin işi gibi iş yapar, oysa o cehennemliktir." buyurmuştur..
(Sehl radıyallahu anhu’dan; Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller, sonlara bağlıdır, ya da sonlarına göredir." buyurmuştur..
(Sehl radıyallahu anhu’dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İhsan, ALLAH'a sanki Onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Zira, sen Onu görmesen de, O seni kesinlikle görür." buyurmuştur..
(Yahya radıyallahu anhu’dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyetine göre işlem yapılır." buyurmuştur..
(Ömer radıyallahu anhu’dan; Buhârî.))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH bir topluluğa azap indirirse, içinde bulunan herkese isabet eder. Ancak, dirilirlerken amellerine göre dirilirler." buyurmuştur...
(Ömer radıyallahu anhu’dan; Buhârî.))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz, dilleriyle söylemedikçe veya onu yapmadıkça, ALLAH, ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır." buyurmuştur..
(Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sen bütün günleri oruçla, geceleri de namazla geçiriyormuşsun?"
"Evet."
"Böyle yaparsan hem gözün, hem de ruhun bitkin düşer, yorulur. Ara vermeden oruç tutanın orucu olmaz. Üç günlük oruç, tüm senenin orucuna bedeldir. Her ayın üç gününü oruçla geçir!" buyurmuştur..

(İbn Amr radıyallahu anhu’dan; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ey insanlar! Amellerden gücünüz yettiği kadarını alın! Siz bıkıp usanmadıkça ALLAH da bıkmaz. ALLAHın en çok sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır." buyurmuştur..
(Aişe radıyallahu anha’dan; Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Doğruyu arayın, ılımlı olun! Şunu da iyi bilin ki, hiçbirinizi kendi ameli cennete koyacak değildir." buyurmuştur..
(Aişe radıyallahu anha’dan; Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz, bu din kolaydır. Kim güçleştirmeye kalkışırsa, ona yenik düşer." buyurmuştur..
(Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey verilir. (Niyetine göre ecir ve sevap alır veya cezalanır.) Kimin hicreti ALLAH ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resulüne olur. (Böylece Allah'ın emrini yapmış, rızasını da kazanmıştır.) Kim de dünyalık kazanmak ve bir kadınla evlenmek maksadıyla hicret ediyorsa, onun da yapmış olduğu hicreti, hicret ettiği şeylere olur. (Dünya malını kazanır. İstediği kadına kavuşur, fakat ALLAH'ın rızasından mahrum kalır.)" buyurmuştur..
(Ömer radıyallahu anhu'den; Buharî, Müslim, Ebu Davûd, Tirmizî, Nesaî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH vücudlarınıza ve şekillerinize bakmaz. Fakat Allah, kalplerinize bakar.".
(Ebu Hureyre radıyallahu anhu'den; Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kul, birçok iyi ameller işler. Bu ameller mühürlü bir zarfda melekler tarafından Allah'a yükseltilir ve bu zarf Allah'ın huzuruna konur. ALLAH-u TEÂLÂ: "Bu zarfı atınız, zirâ bunun içindeki amel ile benim rızam kasd edilmemiştir" buyurur. Sonra ALLAH-u TEÂLÂ melekleri çağırır ve: "Şu şu amelleri ona yazınız" buyurur. Melekler; "Ya RABBi! O bunların hiçbirini yapmadı." derler. ALLAH-u TEÂLÂ: "Yapmadı ama, yapmayı niyet etti." buyurur.” buyurmuştur..
(Darekutnî)

Resim---Ebu Said radıyallahu anhu anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem (bir gün) ashabına: "Sizden biri bir gecede Kur'ân-ı Kerim'in üçtebirini okumaktan âciz midir?" diye sordu.
" Buna hangimiz güç yetirebilir?" dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: " Allahu Ahad, Allahu's-Samed (İhlâs süresi) Kur'ân'ın üçtebiridir" buyurdu..

(Ebu Said radıyallahu anhu’dan; Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 13, Tevhid 1; Müslim, Müsâfırin 259, (811); Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 11, (2898); Nesâî, İftihah 69, (2,171); Muvatta, Kur'ân 17, 19 (1, 208); Ebu Davûd, Vitr 18, Salât 353, (1961); İbnu Mâce, Edeb 52, (3787, 3788, 3789)

Resim---Enes radıyallahu anhu anlatıyor: "Bir kimse (ihlâs süresini kastederek): "Yâ Resûlullah, ben bu sûreyi seviyorum" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem : "Onu sevmen seni cennete sokacaktır" buyurdu..
(Tirmizî, Sevâbu'l- Kur'ân 11, (2903))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim Kul hüvallâhu ahad süresini günde iki yüz sefer okursa, üzerindeki kul borcu hariç, elli yıllık günah (amel defterinden) silinir." buyurdu..
(Enes radıyallahu anhu ’dan; Tirmizî, Sevabu'l- Kur'ân 10, (2900)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar, sonra da Kul hüvallahu ahad'ı yüz kere okursa, RABB TeÂLÂ kıyamet günü kendisine: "Sağın üzerinde cennete gir" buyuracaktır.” buyurdu..
(Enes radıyallahu anhu ’dan; Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 10, (2900))
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Übey İbnu Ka'b radıyallahu anhu anlatıyor: "Müşrikler, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e: "RABBini bize tavsif et (tanıt)!" dediler. Bunun üzerine İhlâs süresi indi."De ki: O, Allah'dır, Ahaddir/bir tekdir. O Allah'tır, Sameddir (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O'na muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir"
Übey (radıyallahu anh) bu sürede geçen bazı tâbirleri şöyle açıkladı: "Samed, doğurmayan ve doğurulmayan demektir, çünkü doğan her şey mutlaka ölecektir. Ölen her şeye vâris olunacaktır. ALLAH ise ne ölür, ne de O'na varis olunur.
"Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değ'ildir" âyeti de O'na bir benzer, bir denk olmadığını, ALLAH'a benzeyen hiçbir şey bulunmadığını ifade eder."

(Tirmizî, Tefsir, İhlâs, 3361, 3362).

Resim---Ebu Vâil rahîmehullahi) : "Samed, efendilikte son mertebeye ulaşan efendidir." demiştir..
(Buhârî, Tefsir, İhlâs 2).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHu zü’L- CELÂL: "Âdemoğlu bana şetmediyor (hakkımda münasib olmayan söz sarfediyor). Ancak bu ona yakışmaz. Âdemoğlu beni tekzib ediyor, ancak beni tekzib etmek ona yakışmaz. Bana ettiği şetme gelince: "Bu, onun, bana evlâd nisbet etmesidir. Tekzibine gelince, bu onun: ALLAH, yarattığı gibi beni tekrar diriltmeyecek!” demesidir. Halbuki, ikinci sefer tekrar diriltmek bana, yoktan var etmeye nazaran zor gelecek bir iş değildir." buyurdu.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu ’dan; Buharî, Tefsir 1, Bed'u'l- Halk 1; Nesâî, Cenâiz 117, (4,112).

Şetm.: Sövmek, azarlamak, küfretmek.

Resim---Yine Buharî ve Nesâî'de kaydedilen bir diğer rivayette: "Bana olan şetmi: "Allah kendisine çocuk edindi" demesidir. Halbuki ben bir tekim, samedim, doğurmayan, doğurulmayan, hiçbir misli bulunmayanım." buyurdu.
(Buharî ve Nesâî'de).

Resim---Resûlullah aleyhissalatu vesselâm: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti ALLAH'a ve Resûlüne ise, onun hicreti ALLAH ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir." buyurdu.
(Ömer radıyallahu anhu ’dan; Buhâri, Bed'ü'l- Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l- Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizî, Fedâilu'l- Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).

Resim---Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "ALLAH bir kavme azab indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (Kıyamet gününde) herkes niyetlerine (ve amellerine) göre diriltilirler." buyurdu.
(İbnu Ömer radıyallahu ’dan; Buharî, Fiten 19; Müşlim, Sıfatu'l- Cenne 84, (2879).

Resim---Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Kim kırk sabah ALLAH'a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar." buyurdu.
(İbnu Abbâs radıyallahu’dan; Rezîn tahric etmiştir. Hadis Hilyetü'l- Evliya'da Ebu Eyyüb el-Ensarîden merfu’ olarak kaydedilmiştir, (5,189); keza hadisi Câmi'u's- Sagîr'de de bulmaktayız (Feyzu'l-Kadir 6, 43).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz Allah, biçimlerinize ve sözlerinize bakmaz, işlerinize ve kalblerinize bakar." buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh’dan; İbn Mâce).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kişi, insanların gözünde cennetliklerin işi gibi iş yapar, oysa o cehennemliktir." buyurdu.
(Sehl radıyallahu anh’dan; Buhârî).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller, sonlara bağlıdır, ya da sonlarına göredir." buyurdu.
(Sehl radıyallahu anh’dan; Müslim).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İhsan, ALLAH a sanki O’nu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Zirâ, sen O’nu görmesen de, O seni kesinlikle görür." buyurdu.
(Yahya radıyallahu anh’dan; Müslim).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyetine göre işlem yapılır." buyurdu.
(Ömer radıyallahu anh’dan; Buhârî.).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH bir topluluğa azab indirirse, içinde bulunan herkese isabet eder. Ancak, dirilirlerken amellerine göre dirilirler." buyurdu.
(İbn Ömer radıyallahu anhu’dan; Buhârî.).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz, dilleriyle söylemedikçe veya onu yapmadıkça, ALLAH, ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır." buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sen bütün günleri oruçla, geceleri de namazla geçiriyormuşsun?"
"Evet."
"Böyle yaparsan hem gözün, hem de ruhun bitkin düşer, yorulur. Ara vermeden oruç tutanın orucu olmaz. Üç günlük oruç, tüm senenin orucuna bedeldir. Her ayın üç gününü oruçla geçir!"
buyurdu.
(İbn Amr radıyallahu anh’dan; Müslim.).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ey insanlar!. Amellerden gücünüz yettiği kadarını alın!. Siz bıkıp usanmadıkça ALLAH da bıkmaz!. ALLAHın en çok sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır." buyurdu.
(Aişe radıyallahu anha’dan; Buhârî).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Doğruyu arayın, ılımlı olun! Şunu da iyi bilin ki, hiçbirinizi kendi ameli cennete koyacak değildir." buyurdu.
(Aişe radıyallahu anha’dan; Buhârî.).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şüphesiz, bu din kolaydır. Kim güçleştirmeye kalkışırsa, ona yenik düşer." buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh’den; Buhârî).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey verilir. (Niyetine göre ecir ve sevab alır veya cezâlanır.) Kimin hicreti ALLAH ve Resûlüne ise, onun hicreti ALLAH ve Resûlüne olur. (Böylece ALLAH'ın emrini yapmış, rızasını da kazanmıştır.) Kim de dünyalık kazanmak ve bir kadınla evlenmek maksadıyla hicret ediyorsa, onun da yapmış olduğu hicreti, hicret ettiği şeylere olur. (Dünya malını kazanır. İstediği kadına kavuşur, fakat ALLAH'ın rızasından mahrum kalır.)" buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebu Davûd, Tirmizî, Nesaî).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH vücudlarınıza ve şekillerinize bakmaz. Fakat ALLAH, kalblerinize bakar." buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh’den; Müslim).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kul, birçok iyi ameller işler. Bu ameller mühürlü bir zarfda melekler tarafından ALLAH'a yükseltilir ve bu zarf ALLAH'ın huzuruna konur. ALLAH-u TEÂLÂ: "Bu zarfı atınız, zirâ bunun içindeki amel ile benim rızam kasdedilmemiştir" buyurur. Sonra ALLAH-u TEÂLÂ melekleri çağırır ve : "Şu şu amelleri ona yazınız" buyurur. Melekler: "Yâ RABBi! O bunların hiçbirini yapmadı." derler. ALLAH-u TEÂLÂ: "Yapmadı ama, yapmayı niyet etti." buyurur.” buyurdu.
(Darekutnî).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim İHLÂS..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Amellerinizi ALLAH için ihlâslı yapın. Çünkü ALLAH; ancak, kendisi için hâlisâne yapılan amelleri kabul eder.” buyurmuştur.
(İbn Kays el Fahri’den; Dârakutnî, Süneninde.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dininde ihlâs sâhibi (muhlis) ol ki amelin azı bile sana kâfidir (yeter)” buyurmuştur.
(Muazz radiyallahu anhu’dan; Hâkim, Müstedrek’te; Ebu Nuayim; İbn bi’d-Dünya, İhlâsında.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İhlâs Sûresiyle ilgili olarak: “Sizden biri bir gecede Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birini okumaktan âciz midir?” diye soruyor. Sahabiler de: “Buna hangimiz güç yetirebilir?” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHU AHAD, ALLAHU SAMED, (İhlâs Sûresi) Kur’ân’ın üçtü biridir.” buyurmuştur.
(Ebu Saîd radiyallahu anhu’dan; Buhârî, Tevhid 1; Müslim, Müsafirun 259.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İhlâs Sûresini sevdiğini söyleyen birisine: “Onu sevmen seni cennete sokacaktır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu dan; Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’ân 11-2903.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ameller ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin ancak niyetine göre amelinin karşılığı vardır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Müslim.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar ancak niyetleri üzerine (diriltilip mahşere) gönderilecek.” buyurmuştur.
(Galib el Kureyşi el Adeviyye radiyallahu anha’dan; Tergib ve Terhib I-57.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Azîz ve Celîl olan ALLAH celle celâluhu iş (ibâdet) ten katıksız ve sırf zâtını istiyerek yapılanı kabul eder.” buyurmuştur.
(Tergib ve Terhib I-55.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dinini hâlis yap, az bir iş olsa da sana yeter.” buyurmuştur.
(Tergib ve Terhib I-54.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetim üzerine en çok korktuğum şey, ALLAH’a ortak koşmadır. Dikkat edin! Ben onların güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Fakat, ALLAH’tan başkası için yapılan işler ve gizli şehvete kapılmalarından (korkuyorum)!.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, II-1406.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim âhiret işiyle dünya dilerse, yüzü değiştirilir, zikiri ibtâl edilir ve ismi ateşde sabit kılınır.” buyurmuştur.
(Tergib ve Terhib I-66.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu, sizin kalıbınıza ve sûretinize değil de kalblerinize bakar.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu dan; Müslim.)

Azîz kardeşlerim,
Arzetmiştik ki pek çok âyeti celîlede “ALLAH’a ve Rasûlüne tâbi’ olun!” buyuruluyordu. Buradaki “ve” hâşâ ortaklık “ve”si değil, sıralama “ve”sidir.

“ALLAH celle celâluhu’ya kulluk edin, emrine tâbi’ olun!” emri karşısında hâliyle “KUL” soracaktır “Nasıl?” diye.
Cevâbı ise açık ve net: “Rasûlüm, MuhaMMed’im gibi!”
İşte ihlâs, hâlis-muhlis MuhaMMedî kulluk yapma sanatıdır.

Kul; derûnundaki Nur-u MuhaMMed’e, ezel prizine bağlanarak (tâbi’ olarak) RABBu’l- ÂLEMîn’i duyar ve uyar:


إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Resim---"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.” (Fâtiha 1/5)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gark olmuş Fenâ fi’r- Rasûl olmuş bir MuhaMMedî can..:

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
Resim---"Kul yâ ehle’l- kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh (dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn (muslimûne).: De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şâhid olun” deyiniz.” (Âl-i İmrân 3/64)

Şunu iyice anlar ki açık-gizli tek RABB’ısı celle celâluhu vardır ve kulluk O’nadır.:

اسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ
Resim---"Ves’el men erselnâ min kablike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni âliheten yu’bedûn (yu’bedûne).: Ve senden önce gönderdiğimiz resûllerimizden sor (bakalım), Rahmân’dan başka tapılacak ilâhlar kıldık mı?” (Zührûf 43/45)

İslâmda dinin muradı ve sonucu ibâdeti/kulluğu temin etmektir. Karşılığını ise Abd/KuL, sadece ve sadece RABBu’l- ÂLEMîn’den bilir, umar ve bekler.:
Yûnus 10/72, Şuarâ 26/109,127,145 bkz..

فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---"Fe in tevelleytum fe mâ seeltukum min ecrin, in ecriye illâ alâllâhi ve umirtu en ekûne mine’l- muslimîn (muslimîne).: Artık şâyet dönerseniz, sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim (varsa) yalnız Allah’a aittir. Ve ben teslim olanlardan olmakla emrolundum.” (Yûnus 10/72)

Kulun yaratanı RABB’ısına bağlılığı, İlâhî İrade dışında tüm mahlûkata karşı özgürlüğüdür. Kulluğun kemâli dindir.
Kulun dinini ALLAH’a tahsisi ise; ibâdet ve ihlâsın tevhidi ve kemâli olup MURADULLAH’tır..

İbâdetin sûretî şartları olan bilinç ve kasıd yanında, sîretî şartı olan içtenlik ve ihlâs da şarttır.
RABBu’l- ÂLEMîn celle celâluhu tek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tek, Kur’ân’ı Kerîm tek, islâm dini tek ve kul da tek başınadır!. Beynehu beyne ALLAH celle celâluhu..


قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ
Resim---"Kul emere rabbî bi’l- kıst (kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehud dîn (dîne), kemâ bedeekum teûdûn (teûdûne).: De ki: “Rabbim, adaletle davranmanızı ve bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza ikame etmenizi emretti. Ve dînde ihlâsla O’na (Allah’a) dua edin. Sizi yarattığı gibi (O’na) dönersiniz.” (A’râf 7/29)

Âyet-i celîledeki adâletten net olarak anladığımız; Hakk-ı Zât’ı, Zât-ı HAKK’a vermek ve yerine getirmek ki bu kulluğun gereğidir.

Kıbleye yöneliş ise; yaşayışın tümünde, KuL olarak =Muhtac =>Mecbur =>Me’mur ve =>Mahkum OL!.duğumuz tek yönlü YOLdur..
Teslimiyyet ve İstikamet Tevhidi Adâlettir..


هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى إِذَا كُنتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِم بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُواْ بِهَا جَاءتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءهُمُ الْمَوْجُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُاْ اللّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنِّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
Resim---"Huvellezî yuseyyirukum fîl berri ve’l- bahr (bahri), hattâ izâ kuntum fî’l- fulki, ve cereyne bihim bi rîhin tayyibetin ve ferihû bihâ câethâ rîhun âsifun ve câehumu’l- mevcu min kulli mekânin ve zannû ennehum uhîta bihim deavûllâhe muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), le in enceytenâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn (şâkirîne).: Karada ve denizde sizi seyrettiren (gezdiren) O’dur. Hatta siz gemi(ler)de idiniz ve güzel, hoş bir rüzgâr ile onlarla (içindekilerle) (denizde gemiler) seyrediyorlardı (yüzüyorlardı). Ve onunla ferahladılar (sevinçliydiler). Ona fırtınalı bir rüzgâr geldi ve onları her taraftan dalgalar sardı. Onlarla ihata edildiklerini (kuşatılıp çevrildiklerini) zannettiler. Dîni, ona mahsus (has) kılarak ihlâsla Allah’a dua ettiler: “Eğer bizi bundan kurtarırsan, biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” (Yûnus 10/22)

فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ
Resim---"Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), fe lemmâ neccâhum ilâl berri izâ hum yuşrikûn (yuşrikûne).: Gemiye bindikleri zaman, dîni O’na halis kılarak Allah’a dua ederler. Fakat, onları karaya çıkarıp kurtardığımız zaman, onlar hemen şirk koşarlar.” (Ankebût 29/65)

وَإِذَا غَشِيَهُم مَّوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
Resim---"Ve izâ gaşiyehum mevcun ke’z- zuleli deavûllâhe muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), fe lemmâ neccâhum ilâ’l- berri fe minhum muktesidun, ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâ kullu hattârin kefû r(kefûrin).: Ve karanlık gölgeler gibi dalgalar onları sardığı zaman, dîni O'na halis kılarak Allah’a yalvarırlar. Böylece onları karaya (çıkarıp) kurtardığımız zaman, bundan sonra onların bir kısmı mutedil davranırlar (aşırı gitmezler). Çok gaddar ve çok nankör olanlardan başkası ayetlerimizi ısrarla (bilerek) inkâr etmez.” (Lokmân 31/32)

Âyet-i Celîlelerinde, RABB’ımız TeÂLÂ, şu Hayat Denizi içinde çâresiz kalan kulun, en sonunda nasıl dinini ALLAH celle celâluhu’ya has kılarak yalvardıklarını, kurtarıldıklarında ise bir kısmının orta/doğru yolu tuttuğu hâlde, emânete hâin ve ni’mete nankörlerin nasıl gaddarlık, çıfıtlık ve inkârcılık ettikleri beyân buyurulmaktadır..

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ
Resim---"İnnâ enzelnâ ileyke’l- kitâbe bi’l- hakkı fa’budillâhe muhlisan lehu’d- dîn (dine).: Muhakkak ki Biz, bu Kitab’ı sana hak ile indirdik. Öyleyse dîni O’na halis kılarak (muhlis olarak) Allah’a kul ol!” (Zümer 39/2)

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ"
Resim---"E lâ lillâhi’d- dînulhâlisu, vellezînettehazû min dûnihî evliyâe, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilâllâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn (yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr (keffârun).: Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: “Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz.” (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.” (Zümer 39/3)

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ
Resim---"Kul innî umirtu en a’budallâhe muhlisan lehu’d- dîn (dîne).: De ki: "Muhakkak ki ben, Allah’a, dîni O’na halis kılarak kul olmakla emrolundum." (Zümer 39/11)

وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---"Ve umirtu li en ekûne evvele’l- muslimîn (muslimîne).: Ve teslim olanların ilki olmakla emrolundum.” (Zümer 39/12)

قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Resim---"Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm (azîmin).: De ki: "Muhakkak ki ben, eğer Rabbime asi olursam, büyük günün azabından korkarım." (Zümer 39/13)

قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصًا لَّهُ دِينِي
Resim---"Kulillâhe a’budu muhlisan lehu dînî.: De ki: "Ben Allah’a, dînimi O’na halis kılarak kul olurum." (Zümer 39/14)

Hâlis Din; sırf ihlâsla, şirksiz (açık-gizli) ve sadece ALLAH celle celâluhu için selâmet içinde yapılan imân ve amelidir.:

فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Resim---"Fed’ûllâhe muhlisîne lehu’d- dîne ve lev kerihe’l- kâfirûn (kâfirûne).: Öyleyse dîni, O’na halis kılarak Allah’a davet edin. Kâfirler kerih görse de.” (Mü’min 40/14)

هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Huve’l- hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehu’d- dîn(dîne), el hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: O, Hayy’dır (hayatta olan). O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse dîni O’na halis kılarak (Allah’a) dua edin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min 40/65)

Kul, Tesbih ile =>ALLAH celle celâluhu’nun Zât ve Sıfatlarından noksan ve ayıbı ayırır.
Kul, Hamd ile =>ALLAH TeÂLÂ’nın Zât ve Sıfatlarına yönelik üstünlük, eşsizlik, mükemmellik, yücelik ve güzelliklerin ALLAH celle celâluhu’nun olduğunu ortaya koyup, RABB’ısına farkında olduğunu arz eder.
Kul, Şükr ile =>ALLAH celle celâluhu’nun Esmâlarına yönelik (eşyâ bazındaki) Ni’met-ü-İkrâm, Lütuf ve İhsânına teşekkür ederek rızasını arz eder..


وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Resim---"Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehu’d- dîne hunefâe ve yukîmû’s- salâte ve yu’tû’z- zekâte ve zâlike dînu’l- kayyimeti.: Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.” (Beyyine 98/5)

İhlâs: bir işi tek bir sebeb ve maksat için yapmaktır. Tevhid üzere ikilikten uzak kulluktur.
Hınf: istikâmet.
Hanîf: tek ve tevhid üzere istikâmet eden.
Hanifî: İbrâhim aleyhisselâm’dır ki;
Cömertliğiyle =>Malından/dış âlemden,
Nemrud’un Nârıyla =>Bedeninden,
İsmail aleyhisselâm’ı kurbÂN etmesiyle =>Nefsinin hevâsından geçerek Makam-ı İbrâhim’de HâLiLuLLAH olmuştur.
Şerefli Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem Şerefli Tevhid DeDesidir..

Azîz kardeşlerim,
MuhaMMedî olduğunun fARKına varamayan, eriyip ARKına akmayan, çağlayıp Çile çARKına gelmeyen, gARK-ı MuhaMMed’de sallallahu aleyhi ve sellem gARK olmayan kişi bu sonsuz şakşuka, gürültü ve tantana içinde nasıl hak sözü duyacak!.
Bunca eşyâ, insan ve olaylar içinde =>Dinini, ALLAH celle celâluhu’ya tahsis etmiş birisi olarak; Her Yerde, Her ZamÂN, Her HÂLde ve Her Nefeste Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e dört âlemde nasıl UYaBİLecek?.
Kendi başına gidiş ise; meçhul ve sonu hüsrân olduğu belli bir yolculuk olur.. Veya piyasadaki tasavvuf simsârlarının eline düşer ve görür göreceğini!.

Biz herşeyimizle İnşâe ALLAH Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve de ALLAH celle celâlihu’ya;

TESLİM OLup,
İMÂN Edip,
TÂBi OLup,
İtât Etmeye
CÂNLa başla AZMetmiş MuhaMMedî Dervişleriz.. ALLAHÎ-MuhaMMedî ÂŞıKLarız..
RABBımız TeÂLÂ’ya Hamd OLsun!.


فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
Resim---"Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mine’s- sâcidîn (sâcidîne).: Öyleyse Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.” (Hicr 15/98)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---"Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’ul yakîne, ALLAH’a KuLe olmaya ulaşıncaya) kadar RABBine kul ol!” (Hicr 15/99)

İşte samimî, sürekli ve sonsuz kulluk. İslâm Dininde ibâdet i’tidal üzeredir. Ne dünya ne de âhiret için Tefrit ve İfratı kabul etmez.. Müslümanın dininde, dünyasında ve âhiretinde denge ve düzen İ’tidali esastır.:

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Resim---"Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dâre’l- âhırate ve lâ tense nasîbeke mine’d- dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fî’l- ard (ardı), innallâhe lâ yuhıbbu’l- mufsidîn (mufsidîne).: ALLAH’ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de) unutma. ALLAHû Tealâ’nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (karşılıksız ver). Ve yeryüzünde fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki ALLAH, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez.” (Kasas 28/77)

وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا
Resim---"Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâe’n- nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ve men yekuni’ş- şeytânu lehu karînen fe sâe karînâ (karînen).: Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, ALLAH'a ve ahiret gününe (insan ruhunun hayatta iken ALLAH'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.” (Nisâ 4/38)

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيمًا
Resim---"Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve enfekû mimmâ razakahumullâh (razakahumullâhu). Ve kânallâhu bihim alîmâ (alîmen).: Ve ne olurdu onlar, ALLAH'a ve ahiret gününe (ruhun ölümden evvel ALLAH'a ulaşma gününe) îmân etselerdi ve ALLAH'ın kendilerine verdiği rızıktan (ALLAH için) infak etselerdi (harcasalardı). Ve ALLAH onları en iyi bilendir.” (Nisâ 4/39)

إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِن تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِن لَّدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"İnnallâhe lâ yazlimu miskâle zerreh (zerretin), ve in teku haseneten yudâıfhâ ve yu’ti min ledunhu ecran azîmâ (azîmen).: Muhakkak ki ALLAH, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer bir iyilik (hasene) yaparsanız, onu kat kat arttırır. Ve kendi katından “büyük ecir “ (karşılık) verir.” (Nisâ 4/40)

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; Şehâdet Âlemi Dünya ve Hesab Âlemi Âhiret hususunda;

فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ
Resim---"Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ (zikren), fe mine’n- nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fî’d- dunyâ ve mâ lehu fî’l- ahirati min halâk (halâkın).: Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi (ve kuralları) tamamladığınız zaman, artık atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir zikirle ALLAH’ı zikredin. Fakat insanlardan kim: “Rabbimiz bize dünyada ver.” derse, ahirette onun bir nasibi yoktur.” (Bakara 2/200)

وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---"Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fî’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhirati haseneten ve kınâ azâbe’n- nâr (nâri).: Ve onlardan (insanlardan) kim: “Rabbimiz bize dünyada hasene (güzellik ve iyilikler) ver ve ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi ateşin azabından koru.” derse...” (Bakara 2/201)

أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Resim---"Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîu’l- hısâb (hısâbi).: İşte onlar ki, onların, kazandıklarından (kazandıkları derecelerden dolayı) nasibi vardır. Ve ALLAH, hesabı çabuk görendir.” (Bakara 2/202)

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Resim---"Vebtegı fîmâ âtâkellâhu’d- dâre’l- âhırate ve lâ tense nasîbeke mine’d- dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgı’l- fesâde fî’l- ard (ardı), innallâhe lâ yuhıbbu’l- mufsidîn (mufsidîne).: Ve ALLAH’ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de) unutma. ALLAHû Tealâ’nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (karşılıksız ver). Ve yeryüzünde fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki ALLAH, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez.” (Kasas 28/77)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” buyurmuştur.
(Câmiu’s- Sagîr, II/12, Hadis No:1201.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork." buyurmuştur.
(Münavi. Feyzü’l- Kadir, II/12; Kenzü’l- Ummal, III/40, hn: 5379.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir.” buyurmuştur.
(Kenzü’l- Ummal, III/238, hn: 6336.)

Unutmamalıyız ki, BİZim İsLâM Dinimiz Kolaylık Dinidir.:

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Lâ ikrâhe fî’d- dîni kad tebeyyene’r- ruşdu mine’l- gayy (gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bi’l- urveti’l- vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm (alîmun).: Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, ALLAH’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de ALLAH’a îmân ederse (mü’min olur, ALLAH’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (ALLAH’tan) kopması mümkün olmayan urvetu’l- vuskaya (sağlam bir kulba) tutunmuştur. ALLAH Sem’î’dir, Alîm’dir.” () (Bakara, 2/256)

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلّهِ فَإِنِ انتَهَواْ فَلاَ عُدْوَانَ إِلاَّ عَلَى الظَّالِمِينَ
Resim---"Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûne’d- dînu lillâh (lillâhi), fe inintehev fe lâ udvâne illâ ale’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve fitne kalmayıncaya ve dîn, ALLAH için oluncaya kadar onlarla savaşın (onları öldürün). Bundan sonra eğer vazgeçerlerse o zaman zâlimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (Bakara, 2/193)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: “ALLAHu zü’L- CELÂL’in en çok sevdiği din hangisidir?” diye sorulduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kolaylık olan Haniflik Dinidir.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu’dan; Buhârî, edebü’l- Müfred, 108; İ. Ahmed Hanbel, I,36.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Din kolaylıktır. Bir kişi gücünün üstündeibâdete kalkışışa din karşısında âciz kalır.Bunun için aşırıya kaçmayın. Dosdoğru yolu tutun ve sevinin.Sabah, akşam ve gecenin bir kısmında yararlanın” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Buhârî, imân 29.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Din samimiyettir” buyurunca Biz: “Kime karşı?.” diye sorduk. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’a, RESÛLüne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara.” buyurmuştur.
(Tamim Ed Dâri radiyallahu anhu’dan; Müslim, İman, 95; Ebu Davûd, Edeb, 59.)

Resim---Câbir b. Semure es Suavi radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i vedâ haccında: “Bu din kendisine düşmanlık besleyenlereüsütün olmaya devam edecektir. Dine karşı duranlar ve onu terkedenler ise ona zarar veremez.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed Hanbel, V,100.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Orta YOLda az da olsa sürekli ve samimî ibâdeti, kolaylığı emretmiştir. Dünya için çalışmaktan kasıd saldırganlık, azgınlık ve bozgunculuk değil ki.. İmtihan tarlası dünya, burada ekilen âhirette biçilecek.. Dünyanın dışına çıkma imkanımız da yoktur!.

Nefsi aşırı tamah, hırs cimrilik, egoistlik v.s. gibi mahvedici sıfatlardan koruyarak ALLAH celle celâlihu için kaderince, kadarınca gel-geç-git!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; ilmiyle âmil olmayan, soyguncu ve ahmak tabîatlı din adamı, din âlimi, din şeyhi gözüküp de dünyaya tapıcıları tanıttığı hadis-i şerifinde.:
Âhir vakitte görülecek olan böylelerini; kuzu postu bürünmüş kurtlar olarak tanıtıyor.


Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âhir zamanda bir takım insanlar çıkacak, dini dünyaya âlet edecek ve insanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürünecekler. Onların dilleri şekerden tatlı, kalbleri ise kurt gibidir (hâin ve hırslı). ALLAH TeÂLÂ şöyle buyuruyor: “Onlar benim hilmime mi aldanıyorlar? yoksa Bana karşı cüretkarlık mı ediyorlar? Kendi adıma yemin ediyorum ki onlara kendilerinden öyle bir fitne göndereceğim ki içlerinden hâlim olanı bile hayrete düşürecektir!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 59/2404.)

Çok güzel buyurmuş Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem.. Gerçekten kurt öyle bir canavardır ki bir sürüye daldı mı üç beş ile bırakmaz tümünü boğar ve yere serer..Köy hayatında çok şâhid olduk..

İslâm i’tidal dinidir. Sabaha kadar nâfile kılıp da sabah namazının farzını kılmadan uyuyup kalan güme gitmiştir..

Azîz Kardeşlerim Aşk Ağacımızın meyvesi durumundaki İhsânla ilgili olarak:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “İhsân nedir?” diye soran Sahabeye: “İhsân, ALLAHu zü’L-CELÂLî görüyormuşçasına namaz kılmandır (ibâdettir). Zirâ sen onu görmüyorsan da O seni görmektedir” buyurmuştur.
(Buhârî, imân 37; Müslim, imân 1.)

Nasıl da, birisinin varlığı geleceklerin varlığına ve geçenlerin varlığına işâret ediyor:
İbâdet =>hlâs =>İtâat =>İttika =>İrfân =>Îkan =>İhsân =>Rızaullah =>Cemâlullah..

MuhaMMedî Tasavvuf; İbâdet/kulluk) ile İhlâs/sırf Livechillah’ın et tırnak oluşunun şuûuruna eriş ve şâhid oluştur. Kulluğu terkeden veya hafife alan Tasavvuf ehli değil de Tasavvur ehli olan hayalcidir..

Abd’in, RABB’ısını “yakîn” bulmasıdır tasavvuf.
Ölüm korkusundan, nefse çıkış yolu bulamayıştan, halkı taklîd bakımından v.s. nedenlerle yapılan kulluk, câhil işidir.
Ârif kişi =>El HAKK olan RABBu’l- ÂLEMîn’in hakkını teslim eder.

Azimet/kesinlik) ve ruhsat/şartlara göre hareket bellidir. Şüphelilerden de uzak durarak vasatî bir hayat bize yeter de artar bile..
Netice-i Kelâm şu ki =>İbâdet İhlâsla OLunca İhsândır ve Rızadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.6-) İTÂAT.:

İtâat.: Alınan emre boyun eğme, söz dinleme, alınan emre göre davranma, emri tam uygulama.. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek..
Tâat.: ALLAHu zü’L-CELÂL’in emirlerine yerine getirme fiilleridir.
İstitâat.: (Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak..

Kur’ân-ı Kerîmde "tâat", isim olarak geçmektedir. Kavram olarak ise, 85 yerde geçmektedir. Güç yetirebilmek olan aynı kökten "istitâat" ise 42 yerde geçmektedir..


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîû’r- resûle ve uli’l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ve’r- resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir(âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen).: Ey iman edenler! Allah’a ve Resûl’e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah’a ve ahiret gününe îmân ediyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.” (Nisâ 4/59)

Ulu’l- Emr: Emir sâhibleri ki sizden olan.. Müslümanları şeriat nâmına idare eden.. Hâl ve akd sâhibi olanlar.. Zâhiri âlemde küfre gitmeyen idâreciler. Bizim anladığımız bâtınî anlamda Ulü’l- ELbâb olan Kâmil, Ârif Âşıklar.. Dini dört dörtlük bilen, anlayan, anlatan ve yaşayanlar..

Ana-babaya ihsân da hakta ve hayırda olmak üzere itâat sayılmıştır.:


وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا
Resim---"Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bi’l- vâlideyni ihsânâ (ihsânen), immâ yebluganne indeke’l- kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ (kerîmen).: Rabbin, ondan başkasına kul olmamanızı ve anne ve babaya ihsanla davranmanızı kaza etti (taktir etti, hükmetti). Eğer ikisinden birisi veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa onlara (ikisine) “öf” deme. Ve onları (ikisini) azarlama ve onlara kerim (güzel, yumuşak) söz söyle!” (İsrâ 17/23)

Ana-babaya iyilik ve saygı/birr de itâat sayılmıştır.:


وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُن جَبَّارًا عَصِيًّا
Resim---"Ve berren bi vâlideyhi ve lem yekun cebbâren asıyyâ (asıyyen).: Anne ve babasına karşı birr sahibiydi. Ve o, asi, cebbar değildi.” (Meryem 19/14)

وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا
Resim---"Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ (şakıyyen).: Ve anneme karşı birr sahibi olmayı (emretti). Ve beni, cebbar (zorba) şâkî kılmadı (yapmadı).” (Meryem 19/32)

Esas olan ise RABBu’l- ÂLEMîn’in, yarattığı sisteme itâat emri ve (gökler, yer ve içindekiler) itâati isteyerek kabülleridir..

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Resim---"Summestevâ ilâ’s- semâi ve hiye duhânun fe kâle lehâ ve li’l- ardı’tiyâ tav’an ev kerhâ (kerhen), kâletâ eteynâ tâiîn (tâiîne).: Sonra duman halinde olan semaya yöneldi. Sonra da ona (semaya) ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler.” (Fussilet 41/11)

Bitkiler ve ağaçlar dahi SECDEde..

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Resim---"Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân (yescudâni).: Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (Allah’a) secde ederler.” (Rahmân 55/6)

Topluca verirsek ALLAHu zü’L-CELÂL’e itâatı, emirlerine uymayı emreden âyetler: Âl-i İmrân 3/32,132; Nisâ 4/13,59,69,70; Mâide 5/92; Enfal 8/1,20,46; Tevbe 9/71; Ra’d 13/18; Nur 24/52, 54; Ahzâb 33/71; Şûrâ 42/38; MuhaMMed 47/33; Feth 48/17; Mücâdele 58/13; Tegâbün 64/12..

ALLAHu zü’L-CELÂL, Tevhidullahın tanınması, teşekkülü ve tekemmülü için başrolde halkettiği insana, tüm Kur’ân-ı Kerîmde emir ve yasaklarına uymayı emretmektedir. Başkalarına itâatı şirk kabul etmektedir.:


يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---"Yevme tukallebu vucûhuhum fî’n- nâri yekûlûne yâ leytenâ ata’nâllâhe ve ata’nâ’r- resûlâ (resûlen).: Onların yüzlerinin, ateşin içinde (bir taraftan bir tarafa) çevrileceği gün: “Keşke biz Allah’a ve Resûl’e itaat etseydik.” diyecekler.” (Ahzâb 33/66)

وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا
Resim---"Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl (sebîlâ).: Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.” (Ahzâb 33/67)

Tefritte, bazılarının sırf câhilliklerinden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hâşâ bir postacı gibi tebliğini yaptı gitti saymaları ve ifratta ise anlayışsız, ilimsiz, edebsiz ve vicdansız bazı câhil cühelâ sofuların dededen-toruna mîrâs yoluyla oturdukları Benlik Postlarında, etrafına toplanan zavallı insanlara: “Teslimiyyet-i Tamme ile İtâat/Tam bir Teslimiyyetle İtâat”ı emretmeleri, kendi zanlarınca kendilerini itâat makamında görebilmeleri sadece zırcâhillik gözü karalığıdır. Bilerek, bilmeyerek, istemeden ya da isteyerek olsun gaflettir, cehâlaettir ya da dalalettir farketmez..

Zirâ bunların aklı epeycedir!. Hatta Bu Tasavvuf Simsarları, Nisâ 4/59 âyetini okuyup, hemen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vârisi, halifesi, Gavsü’l- Azamı oluverirler.. Ya da mürîdleri uçururlar hayalenn..


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîû’r- resûle ve uli’l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ve’r- resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen).: Ey iman edenler! Allah’a ve Resûl’e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah’a ve ahiret gününe îmân ediyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.” (Nisâ 4/59)

MuhaMMedî; Metoddan, Merhametten, Muhabbetten, Muhteremlikten, Mükerremlikten, Mükemmellikten ve Mübâreklikten habersiz Merasim Müfettişleri ve Müftîlerine ne desek boşuna!. Sözlerimiz vız gelir tırıs gider kulakalrına..

Onlar İslâm dini markalı âhiret bardaklarıyla, Dünya Sevgisi içicileridir. Deniz suyu içer gibi içtikçe hırsları artıyor.. Arttıkça içiyorlar.. Zıkkımlansınlar!.

Bizi üzen, içimizi yakan şu ki;
Âhir zamanda fitneler içinde çırpınan hak ve hayr çıkışı/fereci arayan zavallı Ümmet-i MuhaMMed’in önüne evliyâ kılık-kıyâfet görüntüsüyle çıkıp da, eşkiyâlık yaparak Rıza ve Tevhid Yollarını kesmeleridir..
Kendilerine itâatın vâcib olduğuna inandırıp Ümmet-i MuhaMMed’in canlarını, mallarını hatta ırzlarını telef etmeleridir..

İzliyorsunuz, duyuyorsunuz ve şâhid oluyorsunuz.. Öyle şeylere şâhid oldum ki utancımdan yazamıyorum.
Sakın, sakın Sıarat-ı Mustakîm Yola/MuhaMMedî Tarikata sözüm var sanmayasınız!.
Sözüm eşkiyâya.. Fırını iffetsizler işgâl etti diye fırını taşlıyoruz sanma!.

Tasavvuf Yolu, Tahkik Tevhidin Tekemmül Yoludur. Alnımızın yazısıdır. ALLAHu zü’L-CELÂL’in rızasına ulaşım/salât, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ravzasına kavuşum/salâvât ve Hak Erenlerin; Ebdâl, Ebrâr, Ahyâr, Ahrâr olan EHLuLLAH’ın BULUŞUM/SeLÂM ve SeLÂMet YOLUdur..

Taşı gediğine koymak;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." buyurmuştur.
(Hadis-iŞerif.)

İmam Ali kerremallahu vechehu: "Haksızlık onunde eğilmeyiniz , çünkü hakkınızla beraber serefinizi de kaybedersiniz!." buyruğunu DUYup UYmak için..

Hak Ve Hayr Yolu, rezil kepâze edilirken susan, dilsiz şeytândır azabından kurtulup MuhaMMedî bir müslüman olarak Ümmet-i MuhaMMed’i ALLAHu zü’L-CELÂL’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itâate, daha doğrusu ve Türkçesi =>ilme, Edebe, Emânete, Sadakate, İmâna, İhlâsa, İbâdete, İttikaya/ALLAH celle celâlihu’dan korkmaya), İtâate, Erkâna Uymaya, İrfâna, İ’zâna, Îkana, İhsâna ve ALLAH Rızasına ULAŞmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in MuhaMMedî Metodu olan Şerîat-ı Garrâsı içinde MuhaMMedî Tasavvuf Hazzı’nı DUYarak YAŞAmaya ÇAĞIRıyoruz..
Eksik ve yetersizliklerimizden dolayı da;
RABB’ımız celle celâluhu dan ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Hakk Dostlardan ve sizlerden özür diliyoruz..
Çünkü, Âşığın ayarını “ah!”.. bozarmışş..

Peygamberimiz RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’e İTÂATı/emirlerine harfiyyen uymayı emreden âyetler topluca:

Âl-i İmrân 3/31,32,132; Nisâ 4/13,59,64,69,70,80; Mâide 5/92; A’râf 7/157,158; Enfâl 8/1,20,46; Tevbe 9/71; Nur 24/51,52,54,56; Ahzâb 33/36,71; MuhaMMed 47/33, Feth 48/17; Mücâdele 58/13; Haşr 59/7; Teğabûn 64/12...


قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---"Kul atîullâhe ve atîu’r- resûle, fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ alâ’r- resûli illâ’l- belâgu’l- mubîn (mubînu).: De ki: “Allah’a ve Resûl'e itaat edin. Bundan sonra eğer dönerseniz (itaat etmezseniz), O'na (Resûl'e) düşen (sorumluluk) sadece O'na yükletilen (tebliğ)dir.” Ve sizin üzerinize düşen (sorumluluk), size yükletilendir. Ve eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz. Resûl'ün üzerinde açıkça tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.” (Nûr 24/54)

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---"Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilû’s- sâlihâti le yestahlifennehum fî’l- ardı kemâstahlefellezîne min kablihim, ve le yumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnen, ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’en, ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (Nûr 24/55)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
ALLAH celle celâluhu’ya itâatı insanlığa tebliğ eden bizzâtihi yaşayarak tatbik eden ve ALLAH celle celâluhu’ya itâat edebilmek için, önce kendisine itâat emredilen tek ve eşsiz MuhaMMed aleyhi’s-selâtü ve’s-selâmdır.:


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim----"Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: “Eğer siz ALLAH'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve ALLAH "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim----"Kul etîûllâhe ve’r- resul (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbu’l- kâfirîn (kâfirîne).: De ki: "ALLAH'a ve Resûl'e itaat ediniz." Bundan sonra eğer dönerlerse, o taktirde muhakkak ki ALLAH, kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/32)

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Resim----"Men yutiı’r- resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ (hafîzen).: Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki ALLAH'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.” (Nisâ 4/80)

Onun için BİZ MuhaMMedî OLUŞun Şuûruna iştirâk edenler; Buz Dağının eridiği gibi Benlik Dağının eriyip, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itâat arkından akarak/salâvâta kavuşarak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kevser Havuzunda, Ravza-yı Rıdvan Rıza Cennetinde CEM’ OLup, sen, ben, o, biz, hepimiz => NAHNU Nâz-Niyâzında BİR-TEk =>BİZ BİR-İZ DAMLası OLarak, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’in KaLBinde TEVHİD Edip/ TeK-BiR Olup, Şe’ÂULLAHta ALLAHu zü’L-CELÂL’e SÜNNETULLAH-TEVHİDuLLAH üzere tek İTÂATe kavuşmaya/SALâta AZMimiz var İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, RABB’ımız celle celâluhu’ya itâatına iştirakımız kişisel değil, TEVHİDîdir..
SELÂM ve SELÂMet Yurdu DÂRü’s- SELÂM SıRRı da budur kardeşlerim..

İşte âyet-i celîlelerdeki açık seçik Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itâatın meşrû’ oluşu İlâhî Vahye mazhar oluşundandır. Rasûlî olan bu itâate ortakçı çıkmak korkunç bir suçtur ALLAH korusun!.


Meşrû’.: Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayandır..

Yoksa, Beşer/Abdullah/ALLAH’ın KULu olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de RABB’ımız TeÂLÂ’ya itâatte bizimle beraberdir.:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللَّهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Resim----"Yâ eyyuhâ’n- nebiyyuttekillâhe ve lâ tutıi’l- kâfirîne ve’l- munâfikîne, innallâhe kâne alîmen hakîmâ (hakîmen).: Ey Nebî (Peygamber), ALLAH’a karşı takvâ sahibi ol/ ALLAH'tan sakın! Ve kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Muhakkak ki ALLAH; Alîm’dir (en iyi bilen), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibi).” (Ahzâb 33/1)

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ
Resim----"Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am (yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: “Semaları ve arzı yaratan ALLAH’tan başka bir velî (dost) edinir miyim? Ve doyuran (yediren) ve Kendisi doyurulmayan (yedirilmeyen) O’dur.” “Muhakkak ki ben, teslim olanların ilki olmakla ve müşriklerden olmamakla emrolundum.” de.” (En’âm 6/14)

Bizim MuhaMMedî OLuşumuzdaki verâset, MuhaMMed aleyhisselâm’ın; hâşâ Rasûlullah’lığında değil de ancak Abdullah’lığındadır. Çünkü ABDULLAHLarın en Mükerremi, Mükemmeli, Muhteşemi, Mübareği, Muhabbetlisi ve bizzâtîhi Zâtî itibâriyle âlemlere rahmet olan/prototip, tek örnek ve en güzel örnektir..
İşte bu Muazzam MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’de FENÂ BULuşun; İmân, İbâdet Ve İtâatte Gark OLuşun sonUÇ Semeresi.:


وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim----"Ve men yutiıllâhe ve’r- resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim mine’n- nebiyyîne ve’s- sıddîkîne ve’ş- şuhedâi ve’-s sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan).: Ve kim, ALLAH'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, ALLAH'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا
Resim----"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ (sedîden).: Ey iman edenler! ALLAH’a karşı takvâ sahibi olun ve sedîd (yalan olmayan, doğru) söz söyleyin!” (Ahzâb 33/70)

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
Resim----"Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ (azîmen).: (Böylece) sizin için amellerinizi ıslâh etsin (salih amele çevirsin). Günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve kim, ALLAH’a ve O’nun Resûl’üne itaat ederse, o taktirde fevzül azîm (en büyük mükâfat) ile kurtulmuş olur.”
(Ahzâb 33/71)

MuhaMMedî MeŞReBîLeRin;
CeLâL İLe HALL OLup, KeMÂL ile YOL BULup, CeMÂLde CEM’ OLdukları ÇiLLe Çanağında KİMLer OLduğunu GÖRdün mü?.
Rıza Refiklerimiz/Yol Arkadaşlarımız kimlermiş!.
ALLAHu zü’L-CELÂL’in izni ve inâyeti ile azmederiz ve gerisini RABB’ımız TeÂLÂ’mıza bırakırız.. Hasbî Vekilimiz, Kefîlimiz, Nâsırimiz ve de Mevlâmız olmasını ARZederiz.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYar ve Uyarız;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselam’ın son sözü: “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir.” demek olmuştur.” buyurdu.
(Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan; Buhârî, Tefsîrû sûre (3), 13))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Büyük bir işe, musibete uğradığınızda “Hasbunallah ve ni'mel-vekîl” deyiniz” buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhudan; İbn Kesir, Al-i İmran 173. ayetin tefsiri)

"HASbunALLAH ve ni’me’l- VekîL,
HASbunALLAH ve ni’me’l- KefîL,
HASbunALLAH ve ni’me’l- Vekîl,
HASbunALLAH ve ni’me’l- Vekîl,
Gufrâneke RABbenâ ve İleke’l- Mâsir!. Ve Huve Alâ Küllî Şeyy’in Kadîr!.

Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- Alîyyü’l- Azîm!”
deriz..


ALLAH celle celâlihu.:
Resim

El Vekîlu celle celâlihu.:
Resim

El Kefîlu celle celâlihu.:
Resim

En Nasîru celle celâlihu.:
Resim

El Mevlâ celle celâlihu.:

Resim

Ben, sen, o, biz, biz hepimiz MuhaMMedîyiz. BİZ BİR-İZ!. Biz böyle deriz. GEÇmişe Tevbemiz, GELeceğe Duâmız ve Şu ÂDNa Rızamız BİRdir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de BULUŞmaya AZMimiz vardır her ÂN İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

EL BİRLiğiyle, buyurun canla başla:
“Semiğnâ ve etağna! gufraneke RABBenâ ve ileyke’l-mâsir”
Hükmünü DUYup UYmaya..


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim----"Âmene’r- resûlu bimâ unzile ileyhi min RABBihî vel mu’minûn (mu’minûne), küllün âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke RABBenâ ve ileyke’l- masîr (masîru).: Resûl, RABBinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi ALLAH’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “işittik ve itaat ettik! Ve RABBimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.” (Bakara 2/285)

Semiğnâ.: Ey RABB’imiz! dinledik, kavradık!. İlim, İrade Ve İdrak ettik.. ]
Ve e’tagnâ.: Hemen, derhâl itâat ettik. İştirâke geçtik..]

Şimdi DUYup, şimdi UYaBİLdik, geçmişimizdeki yaramazlıklarımızı bağışla artık.. Zâten koşarak süratle dönüşümüzde SANAdır!.Meşrû’

İtâat =>Şuûr ister. Şuûr ise insanoğlunun aklı başta olmak üzere tüm imkanlarını toplayıp Hakka ve Hayra seferber edebilme melekesidir.
Şuûr! Şuûr! Şuûr! Ahmaklığın tek sebebi şuûrsuzluktur.
Herşeyi yerli yerinde olsa da, şuûr olmadı mı her şeyini düşmanı şeytâna peşkeş çeker, çünkü ahmaktır..


Hikmet =>İyiyi kötüden, hakkı bâtıldan, hayrı şerden ayıran Akıl Tercih Kuvvettir. Hikmet, lâzım ve lâyıkınca OLmazsa yerini ahmaklık alır.
Ahmaklık = İyiyi kötüden, hakkı bâtıldan, hayrı şerden ayıramayan veya ayırmayan Akıl Tercih Kuvvettir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Akıllı, nefsine uymaz, ibâdetlerini yapar, ahmak olan da nefsine uyar, günah işler, sonra da ALLAH affeder diye ümit eder!.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ahmaklığın en kötüsü, Müslümanlığı bırakıp, başka dine meyletmektir.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Her derdin devâsı vardır ahmaklık hariç!” buyurmuştur.
(Hadis-iŞerif.)

Meslenin esası Tekekllüf Sâhibi bir Müslümanın AKIL OLan Hikmeti veye AKILsızLık Olan Ahmaklığı Tercih etmesidir.. Tercih ettikten sonra Her İŞi Yaratmak TE-BİR Yaratıcımız ALLAH celle celâlihumuzun ULUHİYyet HAKkıdır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her şey ALLAHü TeÂLÂ’nın takdiri iledir. Akıl ve ahmaklık bile.” buyurmuştur.
(Buharî)

Konumuza dönersek;

Kur’ân-ı Kerîm’de itâat, 4 âyette.. semi’nâ ve ata’nâ .. DUYduk ve UYduk.. “Semignâ” dinledik, iyice kavradık fiilinden sonra gelmiştir.:
Bakara 2/285; Nisâ 4/46; Mâide 5/7; Nûr 24/51..


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim----"Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).: Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.” (Bakara 2/285)

وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim----"Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâti’s- sudur (sudûri).: ALLAH’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. ALLAH’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki ALLAH göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.” (Mâide 5/7)

Kur’ân-ı Kerîm’de itâat, 1 âyette İsyana dönüşür.. semi’nâ ve aseynâ.. DUYduk ve İsyan ettik..:

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ
Resim----"Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr (tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimu’l- icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve sizden, misak almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik. Size verdiğimiz şeyi (Tevrat’ı) kuvvetle alın ve (emirlerimizi) işitin (demiştik). “İşittik ve isyan ettik.” dediler. Küfürleri sebebiyle buzağı (sevgisi) onların kalplerine içirildi (yerleştirildi). De ki: “Eğer siz mü’min kimseler iseniz, îmânınızın onunla size emrettiği şey ne kötü.” (Bakara 2/293)

Azîz kardeşlerim, Kitâbımız Kur’ân-ı Kerîmde itâat edilmesi yasaklanan şahıslar da billdirilmiştir:

Kâfirlere itâatten sakınmamızı emreden âyet-i celîleler: Âl-i İmrân 3/149; Kehf 18/28; Furkân 25/52; Kasas 28/86; Ahzâb 33/1-3,48; Şûrâ 42/15; İnsan 76/24; Alâk 96/19 bkz..

Münâfıklara itâattan sakınmayı emreden âyet-i celîleler ise: Ahzâb 33/1,3,48 bkz..


وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Resim----"Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne RABBehum bi’l- gadâti ve’l- aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînete’l- hayâti’d- dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ (furutan).: Sabah akşam, O’nun Vechi'ni (Zat’ını) isteyerek RABBine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevâsına (kendi istek ve tutkularına, hevâ-heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!.” (Kehf 18/28)

Fart.: İfrat, çok aşırı olmak..
Furutâ.: Haddi aşanlar, ifratta olanlar..
İfrat.: Haddinden geçmek. Pek ileri gitmek. * Takatinden ziyade iş vermek..
Tefrit.: Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak..
İ’tidal.: Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak..


وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ
Resim----"Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn (mehînin).: Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme.” (Kalem 68/10)

هَمَّازٍ مَّشَّاء بِنَمِيمٍ
Resim----"Hemmâzin meşşâin bi nemim (nemîmin).: Devamlı kusur arayanlara (çok ayıplayan, çok çekiştirenlere), lâf taşıyanlara (itaat etme).” (Kalem 68/11)

مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
Resim----"Mennâın li’l- hayri mu’tedin esîm (esîmin).: Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).” (Kalem 68/12)

عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ
Resim----"Utullin ba’de zâlike zenim (zenîmin).: Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme).” (Kalem 68/13)

أَن كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ
Resim----"En kâne zâ mâlin ve benîn (benîne).: Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme).” (Kalem 68/14)

Tüm bunlar, Velid bin Mugire denilen şımarık bir müşriğin şahsında toplanmış vasıflardı..

وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ
Resim----"Ve lâ tutîû emra’l- musrifîn (musrifîne).: Ve müsriflerin (haddi aşanların) emrine itaat etmeyin.” (Şuarâ 26/151)

الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Resim----"Ellezîne yufsidûne fî’l- ardı ve lâ yuslihûn (yuslihûne).: Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.” (Şuarâ 26/152)

وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا
Resim----"Ve kâlû RABBenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâ’s- sebîl (sebîlâ).: Ve cehennemde olanlar derler ki: “YaRABBi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.” (Ahzâb 33/67)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.7-) İTTİKA.:

İTTİKA.: Sakınma, çekinme ALLAH’dan korkma. Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. TAKVÂ ile AMEL-i SÂLİH YAPmak ve YAŞAmaktır..

AMEL-i SÂLİH.: ALLAH rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. RABBımız TeÂLÂ'ya karşı SORumLu OLduğumuz Maddi veya Mânevi KULLuk Haklarını İŞLeyip yerine getirmek..

TAKVÂ.: Vikâye’den.. ALLAH’tan korkma, ALLAH korkusu ile dinin yasakladığı veharam kıldığı amellerden/işlerden kaçınıp, Sâlih Amellerle nefsini korunmasıdır..

TAKVÂ.: İslâm Dininin “YAP!. ve YAPma!.” HÜKÜMLerini kapsayan, Zâhirde Azametullah ve Bâtında Kudretullahın CeLâLîyeti karşısında duyulan derunî bir sakınma ve,
ALLAHu zü’L- CELÂLin Hudud ve Hakkına saygı duyup ÂLEMLerinde MuhaMMedî HAKkı DUYUp HAYRa UYuşla AmeL-i SâLih İŞLemektir..

Resim
TAKVÂ.: Her NEFSin/KULun; BEZM-i ELEstte ALLAHu zü’L- CeLÂL’e VERdiği “RABBine KULLUK” İLK SÖZ/AHDine, İÇinde YAŞAmakta OLduğu şu KULLuk İmtihÂNı DÜNyâsında Sâdık ve KAVî/sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü, varlıklı, zengin, sâlih, emin, mu'temed OLuştur..

VİKÂyet.: Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma..
KAVİ.: Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mu'temed..

TAKVÂ.: KULun, El KAVÎYyu ALLAH celle celâlihu ve Zü'l-KUVVetu ALLAH celle celâlihu İsimlerinin TeceLLîsinde YAŞAmasının Farkında ve Şâhidi OLmasıdır..


El Kavîyyü:
Resim

El KAVÎYyu celle celâlihu : Sağlam, zorlu, kavî, kudreti ve kuvveti var olup, yok edilemeyen. Gücü yeten. İ'timad edilen mu'temed. Sahihliği sağlam olan ALLAHu zü’L- CELÂL..



Zü'L-Kuvvetu celle celâlihu.:
Resim

Zü'L-KUVVETu celle celâlihu : Kuvvet sahibi olan Mutlak güclü kuvvetli olan, İzzet gücüyle zıtları birleştiren ALLAHu zü’L- CELÂL.

http://muhammedinur.com/forum/viewtopic ... &start=275


Resim4.2.7.1-) Kur'ÂN-ı Kerîmde TAKVÂ.:

Bakara 2/197,237; Mâide suresi 5/2,8; Tevbe 9/108; A'râf 7/26; TâHâ 20/132; Hacc 22/37; MuhaMMed 47/17; Fetih 48/26; Hucurât 49/3; Mücâdile 58/9; Müddessir 74/56; Şems 91/8; Alak 96/12..

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
Resim---"Ve lekad âteynâ mûsâ’l- kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryeme’l- beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhi’l- kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).: Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.” (Bakara 2/197)

lâ tehvâ: Hoşlanmadınız..

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---"Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ’s- semâvâtu ve’l- ardu, uiddet li’l- muttekîn (muttekîne).: Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!” (Âl-i İmrân 3/133)

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ
Resim---"Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bi’l- hakkı iz karrabâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbe’l- mine’l- âhar (âhari) kâle le aktulenneke, kâle innemâ yetekabbelullâhu mine’l- muttekîn (muttekîne).: Ve onlara Adem’in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah’a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.” (Mâide 5/27)

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Resim---"Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsut takvâ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takvâ elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu Allah’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.”(A'râf 7/26)

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
Resim---"Ve’mur ehleke bi’s- salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ (rızkan), nahnu nerzukuke, ve’l- âkıbetu lit takvâ.: Ve ehline (ailene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takvâ sahiplerinindir.”(TâHâ 20/132)

إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---"İnnellezîne yeguddûne asvâtehum inde resûlillâhi ulâikellezînemtehanallâhu kulûbehum lit takvâ lehum magfiratun ve ecrun azîm (azîmun).: Allah’ın Resûl’ünün yanında seslerini alçaltanlar; işte onlar, Allah’ın takvâ için kalplerini imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.”(Hucurât 49/3)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---"Yâ eyyuhân nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârafû, inne ekramekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah’ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takvâ sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)

Aziz Kardeşlerim;
Kitâb-ı Kerîm’imizde ALLAHu zü’L-CELÂL;


Resim---“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki ALLAH katında en şerefliniz (kerîminiz) en takvâlınız (O’ndan en çok korkanınız) dır. Muhakkak ki ALLAH, bilendir, her şeyden haberdârdır.” (Hucurât 49/13)

Resim---“ALLAH’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz ALLAH’ın kalblerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir, onlara mağfiret ve büyük bir mükâfât vadır.” (Hucurât 49/3)

Bir hususa açıklık getirmeliyiz ki,
“ALLAH’tan korkuyorum!”demek yeterli değildir ve isbatı şarttır. bakınız:

Firavun ALLAH celle celâluhu’dan korkmuyor ve.:

Resim---“Ben, sizin en yüce RABB’inizim!.”dedi.” (Nazi’ât 79/24)

ŞEY-t-ÂN ise.:
Resim---“Hani şeytân... ben ALLAH’tan korkuyorum; ALLAH’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/48)

Resim--- “Münâfıkların durumu tıpkı şeytânın durumu gibidir. Çünkü şeytân insana “inkâr et!”der. İnsan inkâr edince de: ben senden uzağım çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım, der.” (Haşr 59/16)

Bu âyet-i celîlelerdeki korku, TAKVÂ olmayıp =>Havf-i Nefs ->Nefsî Korkudur.
Havf Korkusu =>Bâtıl ve Şerden EL ÇEKtirir de =>Hak ve Hayra kavuşturursa =>TAKVÂ OLan, ALLAH’tan SAYGı ve HÖRMetle korkmaya dönüşür..

Mübârek İnsÂN BiLâL-i HaBeŞî radiyallahu anhu’yu kızgın kumlar üzerinde Çile Çarmıhına germişler. Müşrikler diyorlar ki.: “ALLAH’ın her sıfatını söyleyebilirsin. Ancak “EL AHAD celle celâluhu!.” deme; çünkü, bizim ilâhımız çoktur!. “AHAD!.” deme seni bırakalım!.” dediklerin de.:
“Ben ALLAH’tan korkarım, VALLAHu’l-AHAD!” buyuruyor ki, CÂNın değeri bir para bile değil.. İşte İlâhî Âşık.. MuhaMMedî Mes’ûd..

ALLAHu zü’L-CELÂL;
Sûret ve Sîretten, Nefsin yaramaz elbiselerini soyunanlar için örtü olarak.:


Resim---“Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi (örtüsü)!. İşte o, daha hayırlıdır. İşte bu, ALLAH’ın âyetlerindendir. Gerekir ki düşünüp ibret alırlar.” (A’râf 7/26)

TAKVÂ Elbisesi elbette =>imân, Sâlih amel, İlm-ü-Edeb, Güzel Gidişat, Hayâ, Tevâzu’ v.d. dir.

TAKVÂ Sâhibleri kimlerdir.:


Resim---“O kitâb (Kur’ân) onda asla şüphe yoktur. O, müttâkîler (sakınan ve arınmak isteyenler) için hidâyetin tâ kendisidir.” (Bakara 2/2)

İttikâ.: iki şey arasındaki engel, siper gibidir, aşırı korunum.
Muttaki.: kesin korunandır.


TAKVÂ =>Küfürden Korunmadır.:


إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---“İz cealellezîne keferû fî kulûbihimu’l- hamiyyete hamiyyete’l- câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve ale’l- mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, “öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu” kılıp kışkırttıkları zaman, hemen ALLAH; elçisinin ve mü'minlerin üzerine “(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu” indirdi ve onları "takvâ sözü" üzerinde “kararlılıkla ayakta tuttu." Zâten onlar da, buna lâyık ve ehil idiler. ALLAH, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Feth 48/26)

TAKVÂ =>Günâhtan Korunmadır.:


وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Resim---“Ve lev enne ehle’l- kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mine’s- semâi ve’l- ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: O ülkenin halkı eğer iman edip, takvâ sahibi olsalardı elbette onlara semâdan ve yerden bereketler (bolluk) açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık (cezâlandırdık).” (A’râf 7/96)

TAKVÂ =>Hakk’tan ayıran her şeyden Korunmadır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).: ALLAH'a karşı “O'nun hak takvâsı” ile (bi hakkın takvâ, en üst derece takvâ ile) takvâ sahibi olun! Ve sakın siz, (ALLAH'a) teslim olmadan ÖLmeyin!” (Âl-i İmrân 3/102)

HÜKMuLLAH’a RİÂyet/DUYuş-UYuş = KURÂNî ve MuhaMMedî Sıdk, Kanâat ve Çalışmakla ki HASBî HABİBî HİZMetLe OLur..

Resim---“Ey imân edenler! ALLAH’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân 3/102)

Resim---“O takvâ sâhibleri ki bollukta da darlıkta da ALLAH için harcarlar. Öfkelerini yutarlar ve insanları (kusurlarını) affederler. ALLAH iyilik edenleri (muhsinleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/134)

Resim---“Andolsun Biz, Musa ve Harun’a müttakîler (takvâ sâhibleri) için bir ışık, bir öğüt ve Furkân’ı verdik. Onlar (müttakîler) görmedikleri hâlde RABB’lerine candan saygı gösterirler. Yine onlar kıyâmet endişesiyle titrer dururlar.” (Enbiyâ 21/48-49)

Resim---“Her kim ALLAH’a ve Rasûlüne itâat eder, ALLAH’a haşyet (saygı) duyor ve O’ndan korkarsa işte murada erecek olanlar bunlardır.” (Nûr 24/52)

Resim---“Doğruyu (sıdkı) getiren ve onu tasdik eden var ya, işte onlar müttakîler (ALLAH’tan korkup kötülükten sakınanlar) dir.” (Zümer 39/93)

Resim---“Şüphesiz müttakîler (günâhlardan korunanlar) cennetlerde, ni’met içindedirler.” (Zariyât 51/17)

Müttakîler; her zaman her yerde her hâl ve her işte ALLAHu zü’L-CELÂL’den korkarak her emrine uyarlar, her yasağından kaçınırlar, dostlarını ve düşmanlarını da iyice bilirler. Uyanık insanlardır.:


Resim---“(Takvâ sâhibleri) ALLAH’dan korkanlar, kendilerine şeytân tarafından bir vesvese dokunduğunda (ALLAH’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp derhâl gerçeği görürler.” (A’râf 7/201)

Şimdi size enteresan bir âyet-i celîle arzedeceğim.
Biliyorsunuz ki, Kemâlât Ağacımızın meyvesi =>İHSÂNdı.
Muhsin ise bu İhsân Makamına ulaşan RIZAULLAH’a ERen idi.
Dört Kademeyi iyi ANLAmamız gerekir.:


Resim---“İmân eden ve sâlih amel yapanlara, hakkıyla sakınıp (takvâ) imân ettikleri ve sâlih amel işledikleri, sonra yine hakkıyla sakınıp (takvâ) imân ettikleri, sonra hakkıyla sakınıp (takvâ) imân ettikleri, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde daha önce (haram v.s.) tattıklarından dolayı kendilerine bir günâh yoktur. Ve ALLAH muhsinleri (ihsân sâhiblerini, iyi davrananları) sever.” (Mâide 5/93)

TAKVÂ =>Şerîatın, Tarikatın, Mârifetin Bel Kemiği ve Hakikatin Kapısıdır..
İhsân ise =>Ancak gerçek TAKVÂ ile ELe GEÇer..
Bu âyet-i celîlede 3 kere imân, 3 kere takvâ, 2 kere sâlih amel ve sonunda 1 kere ihsân buyurulmuştur.:

Birinci İttikâ =>Açık ki küfürden ittikâdır.
İkinci İttikâ =>Büyük günâhlardan,
Üçüncü İttikâ =>Küçük günâhlardan(halka iş kesmek v.s.) ittikâdır. Diye ZEVKedebiliriz..


Resim---“Elbette onların ne etleri ne de kanları ALLAH’a ulaşamaz. Ancak O’na sizin takvânız ulaşacaktır. Böylece onları sizin emrinize verdik, size yolunu gösterdiğinden dolayı, ALLAH’ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Rasûlüm!) görevlerini iyi yapan iyilik seven (muhsin) leri müjdele!” (Hacc 22/37)

Onun için kurban keserken Rahmân ve Rahîm’i demeden: “Bismillah ALLAHÛEKBER!. ALLAHümme minke ve ileyke: ALLAH ismiyle! ALLAHu zü’L-CELÂL en büyüktür. Ey ALLAH’ım SENden yine SANA!.” deriz..

Resim---“Ey imân edenler! ALLAH’tan korkun ve sağlam (doğru) söz söyleyin.”(Ahzâb 33/70)

Resim---“Ey imân edenler! ALLAH’tan korkun ve peygamberine inan ki: O, size rahmetinden iki pay (nâsib, hisse) versin: Size bir nur bahşeylesin ki onunla (yolunuzu görüp) yürüyesiniz, hem de sizi bağışlasın. ALLAH çok bağışlayan, çok merhâmet edendir.” (Hadîd 57/28)

Resim---“Ey imân edenler! Sizler fısıldaştığınız zaman, aranızda günâh, düşmanlık ve peygambere isyân hususunda fısıldaşmayın, Birr (iyilik) ve takvâyı fısıldaşın. ALLAH’tan korkun (takvâ) ki O’nun huzurunda toplanacaksınız.”(Mücâdele 58/9)

Resim---“Ey imân edenler! ALLAH’tan korkun ve kişi (nefs), yarın için önceden ne gönderdiğine (taktim ettiğine) baksın. ALLAH’tan korkun; çünkü, ALLAH ne yaparsanız haberdârdır.” (Haşr 59/18)

Resim---“Nefse ve onu düzenleyene! Sonra da O’na bozukluğunu (fücûr) ve takvâsını (ALLAH’tan korkarak korunmasını) ilhâm edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arındıran (temizleyip parlatan) iflâh olmuştur (gerçek kurtuluşa ermiştir.)” (Şems 91/7-9)

Resim---“Ama, kim verir ve korunursa (takvâ) ve en güzeli de tasdik ederse, Biz onu en kolayına kolaylayacağız.” (Leyl 92/5-7)


Azîz kardeşlerim, “HAVf”da, korkudur; ancak havfta korku esastır. Yılandan korkmak v.s. gibi.
Elbette KAHHÂRİYyet Sâhibi olan ALLAHu zü’L-CELÂL’den korkmamak aklı olan KUL için olacak iş değildir.

HAVFuLLAH =>ALLAH korkusuyla ilgili âyetlerden örnekler.:


Resim---“Ve onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamından ve tehdidimden korkan için va’dimdir.” (İbrâhim 14/14)

Resim---“RABB’inin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.” (RahmÂN 55/46)

Bir HUSUSa AÇıkLık kazandırmaLıyız ki;

HAVF’ın sebebi; kişinin kendisinin zelil ve güçsüz olduğu ACZİYyetini BİLip kabul ederek korku ile korkmasıdır.
HAVF =>NEFSîdir..

HAŞYETin sebebi ise; korkulanın azametini bilip anlayarak takdir ederek saygı ile korkmasıdır.
HAŞYET =>KALBîdir..

Havf ve Haşyetin BİRLİKteliği ise; Zâhirde AZAMETULLAH ve BÂTINda KUDRETULLAH karşısında;

KUL=>>Fakîr/MuhtAÇ =>ÂCiz/MeCBur =>ZeLiL/Me’MuR ve =>ÂLîL/MAHKuM..
Bir KUL OLarak; NEFSini/KENDİni TANIyınca/BİLince => Şahdamarından da AKREB/Yakın RABB’isini de TANIyıp/BİLince İTTİKÂ eder.
İTTİKÂ ise =>RUHîdir..

Nefsî Havf, Kalbî Haşyet, Ruhî Takvâ Şuûrunda olan KİMse => MUHSinLerden KÂMİL, ÂRİF ve ÂŞIK bir MuhaMMedîdir..
Korku ve Saygı =>Korunmayı getirince;
SIRAt =>SIRÂT-I MÜSTAKÎM,
CÂN =>CÂNÂN CENNEti OLur.
CELÂL =>KEMÂL İLE =>CEMÂL’e DÖNüşür de =>HEMHÂL İLe =>YAKÎNü’L-YAKÎN den İHSÂNı hak eder =>MUHSİN OLur..

İnsÂN nefsî;
ACZini BİLince =>HAİF/korkan,
RABB’ısının Azametini ANLAyınca =>HAŞÎ/alçak gönüllüdür.

HAİF ve HAŞÎ OLuş İkisini CEM’ EDince =>MÜTTAKÎdir..

HAVFULLAH geçen âyet-i celîlelerde =>Makam/HAKk’ın Huzurda durma söz konusu iken,
HAŞYETULLAH geçen âyet-i celîlelerde ise =>ALLAHu zü’L- CELÂL’in Yüce İsmi GELmektedir..


Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ÂN-ı Kerîmde MUTTAKîn.:

Muttâki: Ehl-i takvâ. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini/nefsini ALLAH celle celâlihu'nun sevmediği fenâ şeylerdan koruyan.
MUTTAKîn: (Mütaki. c.) Takvâlılar. Müttakîler..


Kur'ÂN-ı Kerîmde MUTTAKîn:
Bakara 2/2,66,180,194,241; ÂL-i İmrân3/76,115,133,138; A'râf 7/128; Tevbe 9/36,44,123; Hûd 11/49; Hicr 15/45; Nahl 16/30,31; Meryem 19/85,97; Enbiyâ 21/48; Furkân25/74; Şuarâ 26/90; Kasas 28/83; Sâd 39/28,49; Zümer 39/57; Zuhrûf 43/35,67; Duhân 44/51; Câsiye 45/19..


وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---"Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ’s- semâvâtu ve’l- ardu, uiddet li’l- muttekîn (muttekîne).: Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!” (ÂL-i İmrân 3/133)

هَذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---"Hâzâ beyânun li’n- nâsi ve huden ve mev’ızatun li’l- muttekîn (muttekîne).: Bu (âyetler), insanlar için bir açıklama ve bir hidayet ve takvâ sahipleri için bir öğüttür.” (ÂL-i İmrân 3/138)

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Resim---"İnne’l- muttekîne fî cennâtin ve uyûn (uyûnin).: Muhakkak ki; takvâ sahipleri, cennetlerin içinde ve pınarlar başındadırlar.” (Hicr 15/45)

يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إِلَى الرَّحْمَنِ وَفْدًا
Resim---"Yevme nahşuru’l- muttekîne ilâ’r- rahmâni vefdâ (vefden).: O gün muttakileri (takvâ sahiplerini), Rahmân’ın huzurunda izzet ve ikramla haşredeceğiz (toplayacağız).” (Meryem 19/85)

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---"Ve uzlifeti’l- cennetu li’l- muttakîn (muttakîne).: Ve cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırıldı.” (Şuarâ 26/90)

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ
Resim---"İnne’l- muttakîne fî makâmin emîn (emînin).: Muhakkak ki takvâ sahipleri, mutlaka emin makamlardadır.” (Duhân 44/51)

إِنَّهُمْ لَن يُغْنُوا عَنكَ مِنَ اللَّهِ شَيئًا وإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---"İnnehum len yugnû anke minallâhi şey’â (şey’en), ve innez zâlimîne ba’duhum evliyâu ba’din, vallâhu veliyyu’l- muttakîn (muttakîne).: Muhakkak ki onlar, ALLAH’tan bir şey (emir) konusunda asla sana fayda veremezler. Muhakkak ki zalimler birbirinin dostudurlar. Ve ALLAH, takvâ sahiplerinin dostudur.” (Câsiye 45/19)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.7.2-) HADİS-i ŞERÎFLERDE TAKVÂ.:


RESÛLuLLAH sallallahu aleyhi vesellemde TAKVÂ.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "TAKVÂ, imanın elbisesidir.” buyurmuştur..
(Deylemî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "TAKVÂ, her hayrı içine alır.” buyurmuştur..
(Ebu Ya'lâ)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "TAKVÂ Ehli hesap vermeden Cennete girer.” buyurmuştur..
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Üstünlük TAKVÂ iledir. Başka bakımdan üstünlük yoktur.” buyurmuştur..
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âhirette, ALLAHü TeÂLÂ'ya yakın olanlar, VERÂ ve ZÜHD sahipleridir.” buyurmuştur..
(İbni Lâl)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ZÜHD ile VERÂ her gece kalbleri dolaşır, iman ve hayâ bulunan kalblere yerleşir, böyle olmayan kalblerde durmaz, geçip giderler. ” buyurmuştur..
(İ. Gazalî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlmiyle amil olmayan âlim, VERÂ’sı olmayan da abid olamaz. Zâhid değilse VERÂ sahibi olamaz. ” buyurmuştur..
(Askerî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâm âlenidir, imân ise kalbdedir. TAKVÂ burada! TAKVÂ burada!” buyurarak eli ile sadrını (göğsünü) işâret buyurdu..
(Enes radiyallahu anhu’dan sahihen; İmâm Ahmed; Nesâî, Ebu Yâ’lâ)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Haseb (şeref) mal iledir. Kerem (asalet, üstünlük, cömertlik) de TAKVÂ iledir.” buyurmuştur..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; İmâm Ahmed, Tirmizî, İbni Mâce, İmâm Alî radiyallahu anhu’dan; Hatîbi, tarihinde)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Gerçekten ALLAH celle celâlihu, TAKVÂ Sâhibi, ganî ve kendi halinde olan kulu sever.” buyurdu..
(Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anhu’dan; Müslim; Askalânî, Bûlüğü’l-Merâm 1502/1271)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHU TeÂLÂ, kendi gölgesinden başka hiçbir gölge olmayan kıyâmet gününde, yedi kimseyi ARŞ'ının gölgesinde dinlendirir (gölgelendirir); âdil imâmlar (hükümdar ve idâreciler), ALLAHu zü’L-CELÂL’e ibâdet içinde yaşayan gençler, kalbini mescidlere bağlayan kimseler, beraberken de ayrı iken de ALLAH için birbirlerini seven kimseler, zengin ve güzel bir kadın kendisini yasak aşka çağırdığında: “Şüphesiz ben ALLAH’tan korkarım!.” diyen ona yaklaşmayan erkek, yalnızken ALLAH’ı zikredip gözlerinden yaş dökülen kimse..” buyurdu..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Buhârî, müslim v.d.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH korkusundan ağlayan göze cehennem ateşi haram kılındı. ALLAH yolunda savaşırken, nöbet yerinde uyumayan göze cehennem ateşi haram kılındı.” buyurdu..
(Ebu Reyhâne radiyallahu anha’dan; İmâm Ahmed, Nesâi)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ın en çok sevdiği şey, iki damla, iki de izdir. ALLAH’ın azabından korkarak akıtılan göz yaşı damlası, din uğrunda savaşırken akıtılan kan damlası. İki iz ise, biri ALLAH yolunda cihâd yaparken yürüyen ayak izi diğeri de ALLAH’ın emrettiği farzları edâ etmeye giden ayak izleri.” buyurdu..
(Ebu Umâme radiyallahu anhu’dan; Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i namaz kılarken gördüm, gögsünden (kaynayan tencere gibi, değirmen sesi gibi) inilti çıkıyordu.” buyurdu..
(Muttârif radiyallahu anhum babasından; Ebi Dâvud, Nesâî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer mü’min ALLAH’ın şiddetli azabını bilecek olsa, cennetine gireceğine umutlanmaz. Eğer kâfir de ALLAH’ın rahmetinin ne denli bol olduğu bilse, rahmetinden ümit kesmez.” buyurdu..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız.” buyurdu..
(Enes radiyallahu anhu’dan; Buhârî, Müslim, Tirmizî)

KULLuğun BeL KEmiği OLan TAKVÂ =>İnsÂNı ve onun İmtihan Sahnesi olan bu Muhteşem Sistemi yaratan Azamet ve Kudret Sâhibi =>Her Yer, Her ZamÂN, Her HâL ve Her Nefeste =>Hâzır ve Nâzır olan Rahîmiyyet ve Kahhariyyet Sâhibi =>MüLkün tek ve ortaksız Sâhibi SubhÂN ALLAHU zü’L-CELÂL’den korkarak =>Uzak durmamızı emrettiği Bâtıl ve Şerden kaçınmak =>İnanmamızı ve DUYUp-UYup da İŞLememezi emrettiği Hakk ve Hayrı işleyerek YAŞA!.maktır.
Tüm bunları yapmamızın sigortası ise ALLAH Korkusu olan =>TAKVÂdır.
TEVHİD TEKEMMÜLÜnde TAKVÂ =>TEKtir, ANAdır ve ASILdır.


Resim
4.2.7.3-) KELÂMuLLAHta ve RASÛLULLAHta =>ZÜHD- TAKVÂ-VERÂ

ZÜHD,TAKVÂ ve VERÂ hususunda daha geniş bilgi için linke tıklayınız ve bakınız.:


http://muhammedinur.com/forum/viewtopic ... 84&t=11031
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.7.4-) EL A’LÂ Sûresi ZEVKi.:

Resim

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
Resim---“Sebbihısme rabbikel a’lâ.: RABBinin “A'L” ismini tesbih et!.” (El A’lâ 87/1)

BUYURunuz =>ZERRe-KÜRRe CEM'inde =>SEBBihu SALLına!.

A’lâ.: (ülûvv den) Yücelik, tanımlayanın tanımından da yüksek olan yücelik, mekan açısından değil kudret açısından yücelik. Kudret gücü ise; insan aklının gördüğü, duyduğu ve tasarlayabileceği bir güç değildir. RABB’imin o yüce adını takdis ve tenzih ederim.
A’lâ.: Daha iyi. Pek iyi. En yüksek. Ziyâde ve mürtefi olan.

YERi GELmişken, SALLâtta-Namazda;
İftitah Tekbirimizi
"ALLAHu EKBERr!."i ALıp =>Zâhir ve Bâtın Kulaklarımızın Zillerine/kulak memelerine dokunup Dünya Elinin/sol el üstüne =>Âhiret Elini KİLİTLiYORuz. KULLuk KİLİDi..
SUBHÂNeke ile GİRiş DUÂmızı yapıyoruz.
FÂTİHa ile ULÛHİYyet/ALLAH, RUBÛBİyyet/RABBu’l- ÂLEMîn Merhametiyyet ki;
ZÂHİRinde =>RAHMÂNİyyet,
BÂTINında =>RAHÎMÎyyet ve,
MÂLİKİyyette =>GEÇmiş-Dün, GELecek-Yarın, Bugün-Din Gününün MÂLİKi-ne HAMDimizi ARZ ediyoruz..
KULLuğunu kabul ettiğimizi ve ne istersek SÂHİBimizden isteyeceğimizi Kabul ve İlân ediyoruz..

Devâm edip Zammı Sûre sonunda KULLuk KIYAMIndan, Rıza Rükû’una BAŞ EĞ!.iyoruz..


“SUBHÂNe RABBiye’l-AZÎMu ve bî HAMDihi).: Ey SUBHÂN OLan ve ve her ÂN Küllî ŞEYyi SEBBehâ Seyrine seren RABB’im!. SENin Zâhirde GÖZüken ve AKLımın ALaBİLdiği AZAMetin, Muazzamlığın tüm zerrelerimi hüşû’ya SOKtu. El AZÎM celle celâlihusun.. SENi, AKLımın yakıştıracağı noksanlıklardan uzaksın ve anlayışsızlığından Hamdim ile birlikte tenzih ederim!.” DEriz!.

“Semi’ ALLAHu li’men Hamîdeh: ALLAHu zü’L-CELÂL, HAMD edenin HAMDini duydu.”
Nereye döndük?. tâa başa.. demek ki Fâtiha yerini bulmuş.. o hâlde;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi.:

“RABBenâ ve leke’l- Hamd!. Hamden kesiren tayyiben fîhî.: Ey RABB’im hamdimiz SENin içindir. Öylesine bir hamd ki çokluklar ve ayıplardan arınmışlıklarla dopdolu!.”

BEDENen ->Kıyamda,
NEFSen ->Rükû’da DURan MuhaMMedî KuL,
KALBen ->Secdeye KAPANır ki,
HARR EDER ->Kızarmış Sac üzerindeki SU DAMLAsı gibi..

KALBin, NEFS, ve RÛH ARAsında BERZAHî durumu vardır. İkİ Secde Sırrı!.:
“SUBHÂNe RABBiye’L-A’LÂ ve bî HAMDihi.: RABB’imi El A’LÂ celle celâluhu ismiyle ve hamd ile birlikte tesbih ederim.. Ey RABB’im Kul Aklına ve Hayaline gelmeyen KAHHÂR KUDRETin/ Sonsuz Potonsiyel Gücün karşısında Hûzû’ ile BİLeBİLdiğimden de sonsuzdaki YÜCELiğini tenzih ediyorum ve KUDSÎyyetine Hamdim ile birlikte inanıyorum!.” deriz..


الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
Resim---“Ellezî halaka fesevvâ.: O ki yarattı sonra sevvâ etti (dizayn etti, düzenledi).” (El A’lâ 87/2)

Sevvâ.: Seviyelendiren, düzelten. Doğruya götüren.
İstivâ.: Seviyeleniş. Müsâvi oluş. Temâsül. İ'tidal, istikamet ve karar. Kemalin sâbit olması. Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak. İstilâ eylemek..
Tesviye.: Seviyelendirme. Düzleme. Beraber etme. İki şeyi müsâvi etme. Bir neticeye bağlama. Düzenleyip neticeye bağlama, her zerre ve hücreyi Lâzım ve Lâyık yerinde ediş.

Şunu iyice anlamalıyız ki, İnsÂNoğlunda =>Tüm CÂNLıLarın İsti’dâd, Kabiliyet, Âlet ve Edâvâtları CEM’ OLmuştur.

İşte Bu Muhteşem, Muazzam ve Mükemmel YARATış- YARATıLış TESVİYEnin SeBeBi EN EL A’Lâ Sûremizde SIRAyLa GELecek İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Resim---“Vellezî kaddere fe hedâ.: Ve O ki, bir kader tâyin etti. Sonra da hidâyet etti/ yol gösterdi.” (El A’lâ 87/3)

Kaddera: Takdir etti. EzeLde, OLmasını dilediği ŞEYyLeri =>Kaza, Kader, İrade ve Meşiyyeti/Dilemesi iLe EŞYÂnın KADERini ÇİZdi. Soyut, Somut Özellik ve Güzellikler verdi. Cüsse ile Kişilik/Zâtîyet, renk, koku, tad v.s. Sıfatları VERdi..

TAKDİRi içinde her ŞEYyi var etti. Herkese işini en iyisinden fıtrî olarak öğretti ve her varlığa yolunu gösterdi. İnsÂNa =>İnsÂNlığı.. Kurda ->kurtluğu, koyuna ->koyunluğu, ateşe ->ateşliği, SUya ->SU-Luğu.. Her birini kendilerine göre kılan RABB’im TeÂLÂ..
ESFELinden =>İLLİYYÎNe kadar =>İbret ve Hikmet Sahnelerini mahlûkatı ile DOLdurdu.
Herkese Fehedâ.. YoLunu, her İŞini ÖĞretti.
O gündür bu gündür =>Herşey, Herşeyce, Herşeyliğini YAP!.arak bu TAKDİRe UYup GİdiYOR..
İnsÂNoğlu ise =>AKLından dOLAYı Baş Rolde OYNuYOR!. Rolü çok hârika ancak, çok ZOR!. Çünkü YOL çataLLaşıyor =>Saâdet ve Şekâvet diye..
ÂcizÂNe ben, tefsirci filân değilim, ZEVK EDiYORuz..


وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى
Resim---“Vellezî ahrece’l- mer’â.: Ve O ki, yerden mer’â (yeşillikler) çıkardı.” (El A’lâ 87/4)

Ra’a fiili.: Bir şey bereketlenip artmak, fazlalaşmaktır.
El Reyû.: Mahsül, her şeyin evveli.
Mer’a.: Yeşil otluk arazi, köy mer’âsı gibi..

Öylesine bir RABB’im TeÂLÂ ki =>Her CÂNLıyı bir MER’Âdan ÇIKarır. Tohumu ->Topraktan, Civcivi ->Yumurtadan, Kuzuya ->Koyundan.. Sebebler Âleminde bir ŞEYyi ->bir ŞEYyin İÇİnden..
EL HAYy ALLAH celle celâlihu’nun =>HAYy Zinciri =>Kıyâmete kadar SÜRükLenecek ve SÜRecek şu HAYyatta!.

Azîz kardeşlerim;
Doğrusu daha SÖYLENEcekler var ancak, hesaba çekecek kaba sofu MoLLa Kasım’Lara dikkat etmemiz de gerekiyor!.
Biz, size anladığımızı ve inandığımızı söylüyoruz.
Noksan ise, düzeltmek boynunuzun borcudur..

Devâm edelim İşimize..
KARINCALar, kabiliyet ve isti’dâdları kadarınca ve kaderince yüce varlıklardır. Kur’ÂN-ı Kerîm’de NemL-Karınca Sûresi vardır.
ARILar da öyledir ki Kur’ÂN-ı Kerîm’de NahL-Bal Arısı Sûresi vardır..
İşte bu karıncalar =>Kış Azığı diye depoladıkları BUĞDAYLarın-TohumLarın çeşitli sebeblerle nemlenerek çimlenmeye başladığını anlayıp da çimlenmenin başlangıcında önüne geçemezler ise, derhal tüm buğday tanelerini ikiye bölüyorlar.. Hâliyle çimlenme olmuyor-olamıyor..
HAYy-DİRİLik Zinciri KOPan =>Mer’âsı bozulan buğday DİRİLiği, Sûküt ve Sükûna GÖMüLüYOR!.


فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى
Resim---“Fe cealehu gusâen ahvâ.: Sonra da onu siyah atık/ sel kusuğu haline getirdi.” (El A’lâ 87/5)

Tarlalar dolusu ->Yemyeşil Ekinleri,
CivÂN gibi ->delikanlıları, Ceylan Gözlü ->Ceylan Yavrularını =>Bir gün gelir ki selin gelip geçtikten sonra geride bıraktığı kararmış köpük kusuğu kalıntıları gibi yapar.
Yemyeşil ekinler ->Çer çöpe döner.
Yüzüne bakılamaz güzellikte güzeller ->Yüzüne bakılamaz çirkinlikte yaşlanırlar!.


سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى
Resim---“Senukriuke fe lâ tensâ.: (Bundan böyle, Habîbim Kur'ân'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.” (El A’lâ 87/6)

إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى
Resim---“İllâ mâ şâallâh (şâallâhu), innehu ya’lemu’l- cehre ve mâ yahfâ.: Ancak (bu) ALLAH'ın dilediği şeydir. Muhakkak ki O, açık ve gizli olanı bilir.” (El A’lâ 87/7)

MuhaMMed aleyhisselâm’ın =>Merkez ve Muhitte tüm İnsÂNlar için takdir edilen ilimlere CÂMİ’ oluşu.. Cehrî ve Hâfî.. Rahmetenlilâlemin olan RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in KEVSERî ->FİRDEVS’i.. Tüm Mahlûkatın RAVZA-yı RIDVÂN ADN’i OLUŞu..

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى
Resim---“Ve nuyessiruke li’l- yusrâ.: Ve kolay gelmesi için Biz (O'nu), sana kolaylaştıracağız.” (El A’lâ 87/8)

Seni yusraya-kolaya müyesser edeceğiz.
Şerîat-ı Garraya müyesser kılacağız.
En kOLAY OLana kOLAYLaştıracağız..

Sistemin Sâhibi SUBHÂNALLAH celle celâluhu =>Habîbi sallallahu aleyhi ve sellem’ine ÖZün ÖZÜnden OKU!.tuYOR ve unutturmuyor!.
KELÂMULLAH’ın ->Kâinâta Ebedî Çıkış Kapısı OLan KEREM ve RAHMEt RASÛLüne İLÂHÎ İHSÂNı..


فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ الذِّكْرَى
Resim---“Fe zekkir in nefeati’z- zikrâ.: O halde, eğer zikir fayda verecekse zikret (zikri öğret, öğüt ver).” (El A’lâ 87/9)

Bu muazzam sistemi sadece ve sadece İnsÂNoğlunun KULLuk KEMÂLi BULup ->RABB’i TeÂLÂ’nın Zâhirde Azamet ve Bâtında Kudretini SEYRedip =>ULÛHİYyet ve RUBÛBİYyetini İKRÂR ETsinler diye HALk eden ALLAHu zü’L-CELÂL;
Din, Dünya ve Âhiretini kolaylaştırıp =>Murşid-i MutLak, Rehber-i MutLak ve İmâm-ı MutLak KILdığı Habîbi, Edîbi ve Ekremi olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e;
=>Kullarını ->Kemâle,
=>ALLAH TeÂLÂ’nın AhLâkıyla AhLâklanmaya ve,
=>Merhameten ve MuhaBBeten öğüt vermeye-hatırlatmaya, uyarmaya Emir Buyuruyor..
En MükeMMeL İnsÂN olarak ->Gafilleri-Câhilleri ->Kemâle, Eksikleri-Noksanları ->MükeMMeLe SEVk Et!. Buyuruyor..

İnsan Sûretinde ve AKIL Ni’metiyle ->Parmak İzleri gibi Şahsa Münhasır halkedilen İnsÂNlara ->Kur’ÂN ile ÖĞÜT VER!.
Hakkı ve Hayrı TERCİH ET!.melerinin sonUÇ ve faydalarını iyice izâh et!.
AKIL Kapları kadar ANLArlar ve zâten o kadarından SORumlu OLurlar..
Tüm buna rağmen Bâtılı ve Şerri seçenek yaparlarsa, AKLa ve EMÂNete hiyânet ile bunca Nİ’METe ZuLüm ederLerse.:


نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ
Resim---“Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.: Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbâr/zorlayıcı zorba değilsin!. Öyleyse Benim vaadimden/vaadettiğim cezâdan, azâbdan korkanları Kur'ÂN ile ikâz et!.” (Kaf 50/45)

Tasavvuf burada devreye girer..
Tıpkı prize takılan elektrik fişi gibi ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iLe MuhaMMedî ULAŞım-SaLâvât Hattı BAĞLANınca ->ÖGüt VERen ->VERir!. ALan da ->ALır..


سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَى
Resim---“Seyezzekkeru men yahşâ.: ALLAH'a karşı huşû duyan/(saygısı ve haşyetiyle çekinen) kişi zikir yapacaktır (ve tezekkür edecektir).” (El A’lâ 87/10)

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى
Resim---“Ve yetecennebuhe’l- eşkâ.: Ve şâkî/mutsuz, bedbaht olan, ondan (zikirden) içtinâb edecek (kaçınıp zikretmeyecek).” (El A’lâ 87/11)

الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى
Resim---“Ellezî yaslen nâre’l- kubrâ.: Ki o (şâkî), büyük ateşe atılacak.” (El A’lâ 87/12)

Haşyet ->KALBîdir demiştik.
ALLAHu TeÂLÂ’nın ->Azamet, Kudret, İlim ve Hikmetine KÂMİL mânâda ÂRİF OLan kişi ->Din, Dünya ve Âhiret İşlerinde ÂLİMdir. Haşyet duymaya ve öğüt almaya da müstehaktır.
Ve işte bu kimseler MuhaMMedî Saâdet Ehli ->SAÎDLerdir..


وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim---“Ve minen nâsi ve’d- devâbbi ve’l- en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik (kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihi’l- ulemâu, innallâhe azîzun gafur (gafûrun).: Ve bunun gibi İnsÂNlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulemâ (âlimler), ALLAH'a karşı huşû’ duyar. Muhakkak ki ALLAH; AZÎZ'dir (üstün, yüce), GAFÛR'dur (mağfiret eden).” (Fâtır 35/28)

Bu öğüt vermenden, ictinâb edecek olanlar/kaçınıp uzaklaşanlar ise en ŞÂKİ/bahtsız, fenâ hareketli, haylaz, habis EŞKİYÂ/yol kesici haydutlardır.
İşte böylesi kimselerin isâlleri, ulaşımları, akarak varacakları, yaslanacakları, anaları olan ->Gaflet, Cehâlet, Dalâlet ve Hiyânetin Kucağıdır.
İster İnsÂN olarak Bâtılın ve Şerrin Lideri Firavûn’un yanına,
İsterse ateşin en alt tabakasındaki Münâfıkların yanına,
Ki aynı kapıya çıkar.. Zirâ, Firavûn da son ÂNda.: “İnandım!.” diyerek İKİLi OYNAmıştır..


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
Resim---“Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ (halîlen).: Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini ALLAH'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve ALLAH, Hz. İbrâhîm'i DOST edindi.” (Nisâ 4/145)

ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى
Resim---“Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.: Sonra onun içinde (ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.” (El A’lâ 87/13)

Korkunç ve sonsuz bir can çekişme!.
Tıpkı, Âhir Zaman İnsÂNlarının çoğu gibi, ölü mü, diri mi belirsiz!. Birisi öldümü.: “ölü, ölmüş filân köyde!”derler di bizim köyde eskiden..
Ne de doğru sözmüş sonradan iyice anladım. Öyle ya ->yiyip içip tepinen bir ölü idi.. Yine daldırdık..


Resim

KuL İHVÂNim SIRR SERİLmez!
=>ÇİLEsiz =>SIRRa ERİLmez!
ÖLüLer=>ÖLmüŞş->DİRİLmez!
=>SAĞLar=>HüSeYin HüSeYin!.

aleyhumusselâm..

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
Resim---“Kad efleha men tezekkâ.: Nefsini tezkiye eden kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir/(iflâh olmuş, umduğuna ermiştir.)” (El A’lâ 87/14)

FeLâh.: Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluktur.
FeLâh.: Selâmet. Saadet. Kurtuluş. Hayır ve ni'metlerde refah, rahatta dâim olmak. Fevz ve zafer. Necât ve bekâ..
İfLâh.: Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete çıkmak. Felâha kavuşmak. Nimette dâim ve kararlı olmak..
TeZKiye.: Kusurdan pâk ve temiz etme, temize çıkarma, aklama, iyi hâli isbatlama..

Tevhid Ateşine =>Takvâ Tavası içinde arzedilen NEFS =>Dünya ve Şehvet Fitnesinden =>Altının topraktan ayrıldığı gibi ERİr AKar ve AYRILır da =>ARINır => MuhaMMedî HAKk ÂŞIk OLur.
FİTNE =>Fetene FİİLindendir.
FETENe =>Toprakla karışık altın tozunu ateşte eriterek altını tozdan topraktan ayırmaktır.
FİTNEnin KuLLuk İmtihÂNı OLuşu da ->HakLa-Hayrı ->Bâtılla-Şerden AYIRan ->Ateşten beter ->Kıtalden Şiddetli BeLâ OLuşundandır..


وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum ve’l- fitnetu eşeddu mine’l- katli, ve lâ tukâtilûhum inde’l- mescidi’l- harâmi hattâ yukâtilûkum fîh (fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâu’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür). Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer (orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara 2/191)

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
Resim---“Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.: Ve (o nefsini tezkiye eden) RABBinin İsmi'ni zikretti ve de namaz kıldı.” (El A’lâ 87/15)

Kendini TANıyan/BİLen Abd/KuL =>RABB’ini de TANımış/BİLmiş ve ANmış OLarak SaLât KILdığında yâni İLÂHÎ ULAŞIMa AZMettiğinde..
Tenezzül ve Tevâzu’ iLe Huşû’ ve Huzû’ (hudû) İÇinde kendisini; Hâzır ve Nâzır RABBu’l- ÂLEMîn’in HUZURUnda GÖRürcesine KIYÂMet ettiğinde;
->Merkez-Muhit Mahşeri KURuLursa,
->Sûret-Sîret Sermâyesi ve Hesâbı GÖRülürse,
->Azâb-Sevâb OLunmadan Tevbe-Duâ iLe RIZAuLLAH bulunursa, ->İftitah Tekbirinden ÖNce ->Er RABB celle celâluhu ismi ->Zikir ve Fikirle BULunursa,
O SALÂta =>SıLâ, SeLâM, SeLâMet, DÂRu’s- SeLâM SALÂtı DERim DOĞRUsu..


بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Resim---“Bel tu’sırûne’l- hayâte’d- dunyâ.: Bilakis hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz (tercih ediyorsunuz).” (El A’lâ 87/16)

Nefsinizi, İlm-ü-Edeble öğretip eğitmediğinizden Nefsiniz de önündeki dünyanın şakşukasına kapıldı gitti..
Şerrin ŞeytÂNı ise, bir şeyler sokuşturdu, bir şeyler üfürdü ve poh pohladı!.
Kötü arkadaşlar da yoldaş olunca seyreyle gümbürtüyü!.
Dünya Hayatı, Dünyevî Eserler vermekle geçti ve Uhrevî Âlem yok farzedildi..
ÖLünce UYANılacak KORKunç bir ->UYku..
HayaL ve FENÂ ÂLeMinde HEBÂ OLan bir ÖMÜR!.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!" buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ 2/414; Sehavî, Makasıd: s.442; Gazzalî, İhya: 4/20)

وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى
Resim---“Ve’l- âhıretu hayrun ve ebkâ.: Ve ahiret hayatı daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).” (El A’lâ 87/17)

Hâlbuki bu dünya hayatının sonundaki sonsuz hayat ise gerçekten daha hayırlı, ebedî ve kalıcı idi..
Şu ÂNda yaşadığı Hayalî Hayatı ->Hakikat sanıp AKan SU-lar gibi her ÂN AKarak koskoca ÖMRÜnü isrâf eden AHMAK İnsÂN!.


إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى
Resim---“İnne hâzâ le fî’s- suhufî’l- ûlâ.: Muhakkak ki bu (anlatılanlar),, evvelki sahifelerde de elbette var.” (El A’lâ 87/18)

Bahsedilenler ŞERÎATuLLAH’ın değişmez ESASLarıdır.
EVVELinde de ÂHİRinde (Kur’ÂN) de böyledir..


صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
Resim---“Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.: İbrâhîm'in (aleyhisselâm) ve Musâ'nın (aleyhisselâm) sahifelerinde (var).” (El A’lâ 87/19)

Resim---Ebû Zer radiyallahu anhu.: “Ben Peygamber aleyhisselâm’a.: “Yâ Resûlallah!. ALLAH kaç kitab indirdi?” diye sordum. O da.: “104 kitab. Şit’e 50 sahife, İdris’e 30 sahife, İbrahîm’e 10 sahife, Musâ’ya da Tevrat’tan önce 10 sahife indirildi. Ve (ayrıca) Tevrat, İncil, Zebur ve Furkân (Hak ile Bâtılı birbirinden ayıran Kur’ÂN) indirildi.” buyurdu. (İmam Suyutî, Ed-Dürrü’l- Mensur, Darü’l- Fikr, Beyrut, 1993, c, 8, s, 489)

Bunlara ek olarak İmam Fahreddin Razî, tefsirinde Âdem aleyhisselâm’a da 10 suhuf verildiğini zikreder.. (Bkz, İmam Fahreddin Razî, Tefsir-i Kebir Tercümesi, Akçağ y, c, 23, s, 89.)

İşte HAVFuLLAH, HAŞYETuLLAH, TAKVÂLLAH..
Bu konuyu bağlarken; beni doğuran Emine Anam, “elif”i bilemez kalender bir köy kadınıdır. İnancı kavîdir..
Kendisine.: “Anam, sen ne diyorsun bu işlere?”dedim..
Anam.: “Ne deyim gadın anam, kork ALLAH’tan korkmayandan!.” dedi. İşte meselenin aslı budur..

TEVHİD TekeMMüLü, ancak ve ancak TAKVÂ Toprağında yetişir.. Altın tozlarının içinde CÂN yetişmez..
Altıncıların, Paracıların, Dünyacıların varsa kulakları çınlasın!.
Şuculara, buculara, altıncılara duyurulur!. Herkes eteğindeki taşı döksün!.
BİLye gibi; Çırılçıplak, Başsız-Ayaksız, DevrÂNda DEVRederek GELsin DİVÂNa..
AŞKk Gemisi, kuru yerde yürümez!. Kuru Lâfla Peynir Gemisi de yürümezmiş!.


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik aLâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
L- ÜMMîyyi ve alâ ÂLihi, EhL-i beytihi ve's-Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden HâL-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet ve İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet,
GÖNÜLLerimizi A'LÂ SIRRına ERiştir ve YAŞAt!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..

Âmin! Yâ Muîn! Yâ RABBenâ!..


ResimMuhaMMedî MuhabbetLerimİZLe...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.8.) İRFÂN.:

İRFÂN.: Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen Zihnî KemâL. İkrar. Mücazat. Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'ÂN-ı Kerîm hakikatlarına vukufiyet..
İlim ile İrfÂN ve Mârifet arasında fark vardır: İlim, Vech-i Küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfÂN ve Mârifet ise; Vech-i Cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenâb-ı HAKk'a İrfÂN ve Mârifet isnad olunmaz. Fıtrî istidad eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna “İlm-i Ledünn” ve İlm-i Rabbanî” de denir.


ÂRİF.: (İrfÂN. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. HAKkı, HAKkı ile bilen. Sabırlı ve mütehammil. Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. Zevkî ve vicdanî İrfÂN sâhibi olan.

MÂRiF.: YAKîNî TANIma/BİLme. Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek..

İLMe’l- YAKîN.: Ma'rifet ve Dirayetin ve emsâlinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i Yakîn denir, Ma'rifet-i Yakîn denilmez..
AYNe’l- YAKîN.: (kelimenin merfu hali Aynu'l- Yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşâhede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine İlm-el Yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona Ayn-el Yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik/yanıyorsak, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de HAHk-al Yakîn deniyor..
HAKka’l- YAKîN.: KULun/Abdin sıfatları, Cenâb-ı HAKk TeÂLÂ’nın'ın Sıfatlarında fâni/yok olup, kendisi onunla İlmen ve ŞüHÛDen ve HÂLen BEKÂ BULmaktadır.. (Ö. Nasuhi Bilmen..)

MÂRİFEt.: Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. Hüner. Üstadlık. San'at. Tuhaflık, garib hareket. Vasıta, tavassut. İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfÂN kazanmak..

MÂRİFETULLAH.: Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'ânî Hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya Lütf-i İlâhi ile Kalbî İnkişâf ve basîrete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhî Hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.. Mârifetin zıddı; inkârdır. İlmin zıddı ise; cehildir..

BiZ MuhaMMedî MELÂMîLer Olarak, KELÂMULLAH’a HASBî HİZMette;
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e HABîBî HİZMette MuhaMMed aleyhisselâm ÜMMetine, EhL-i Beyt aleyhumusselâm İZinde EDEB, İLİM, İRFÂN ve ERKÂNı MuhaMMedî ERDEM BİLir ve İMÂN ve AMELde UYGULarız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
İsLÂM DİNİmizin İmÂN =>AMeLde, İmâm-ı EŞÂRî ve İmâm-ı ŞÂFİî Efendilerimiz SâLih AmeLi, İmÂNın ŞartLarından SAYmışLardır..
İBÂDet; İmÂNın gEReğini İHLâsLa İŞLemektir..
YÂNi; HâLis MuHLis İBÂDet/KULLuk OLmadan; İTÂAt, İTTİKâ, İrfÂN, ÎkÂN v.s. OLamaz ve OLursa TemeLsiz OLur..

KULLuk-İbâdetten ÖNceki =>Kûn =>İLim =>İnsÂN =>İmÂN ile,
=>İbâdetten sonraki =>İtâat =>İrfÂN =>ÎkÂN ve =>İhsÂNın tümü EMRULLAHtır..
EMRin veriliş sebebi =>MURADuLLAHtır. TEVHİDuLLAHa =>ŞEHÂDet TEMELdir..
Bu ÂLeMde Her ŞEYy =>KuLunun TEVHİDuLLAHa ŞEHÂDeti için VAR edilmiş ve EMR EdiLmiştir.

ABDULLAHLık =>MURADULLAHtır..


ÖZden=>SÖZe =>SESin HASı
ZEMZEM>ÖZü =>KEVSER TASı
EDEB->İLİM->İRFÂN ->ERKÂN
=>MuhaMMedî İZÂN =>İHLÂSı!.


Biz her şeyimizle İnşâe ALLAH Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve de ALLAH celle celâlihu’ya;
TESLİM OLup,
İMÂN Edip,
TÂBi OLup,
İtât Etmeye
CÂNLa başla AZMetmiş MuhaMMedî Dervişleriz.. ALLAHÎ-MuhaMMedî ÂŞıKLarız..
RABBımız TeÂLÂ’ya Hamd OLsun!.


Nasıl da; birisinin varlığı, geleceklerin varlığına ve geçenlerin varlığına işâret ediyor.:
İbâdet =>İhLâs =>İtâat =>İttika =>İrfÂN =>ÎkÂN =>İhsÂN =>Rızaullah =>Cemâlullah..

"Savm u SaLât u Hacc İLe SANma Biter Zâhid İŞin
=>İnsÂN-ı KâmiL OLmağa Lâzım OLan İrfÂN İmiş!.”

Niyazî Mısrî kaddesallâhu sırrahu..


MuhaMMedî Tasavvuf =>AKLa =>AZAMETULLAH’ı İLİMle ARZedip, DEVRÂNda Hüşû’ya ULAŞtırır. SüKÛNa KAVUŞturur..
HÜŞÛ.: ALLAHu zü’L-CELÂL’in Zâhirî Azametini görüp haşyet duymak..
GÖZünün GÖRdüğü Zâhirî Sanattan-ESERden =>OLduğu hâlde (gaib) gÖZükmeyen USTA/SANATKÂRı
=>SEYRÂNda EDEBle SEYRettirir. =>Râziyyeten Ravzası’na sallallahu aleyhi ve sellem’e SALLâvat/MuhaMMedî TeSLiM ettirir..
KUDRETULLAHı =>
CEVLÂNda İRFÂNla arz edip HUZÛ’ya ULAŞtırır. Sükûta kavuşturur..
BÂTINî ve KALBî Tefekkürle Sonsuz SÜKÛTa SILÂ EDip
=>HAYRÂNda =>Rıza ERKÂNına Razı KILar =>Rıza UMar ve Merzîyyeten Rızasında SALLât Ettirir ve=> MuhaMMedî İstikâmet BULdurur...
AZAMETULLAHı =>İlim ve Edeble anlatıp, DIŞ ve İÇini Sükûn ve Huşû'ya kavuşturup, Zâhiri Sanatın SANATKÂRIyla tanıştırmak =>Halkına, HAKk Rızası için Muhabbet ve MerhametLe İŞLenen MuhaMMedî Metoddur ki MuhaMMedî Tasavvufun Zâhiri budur..

BÂTINı ise; KUDRETULLAHı İrfÂN ve ErkÂNla arz edip ,âfâk ve enfüsünü sükût ve huzû'ya ulaştırıp zikir-fikir-şükür-sabır tevhidini yaşamasına hasbî hizmet etmektir!... MuhaMMedî Tasavvufun Bâtını budur.

Zâhir ve Bâtın birleşince ise =>İHSÂNULLAH'tan İkrâm olan Sekînet-i MuhaMMedîyedir.

HAŞYEt ise: ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in;
EVVeLde Rübûbiyyeti
ÂHİRde ULûhiyyeti
ZÂHİRde Azameti
BÂTINda Kudreti karşısında..
İnsÂN NEFSinin =>FaKRiyet, ACZiyet, ZİLLet ve İLLetini => İLim, İRade, İDrak Edip İŞtirake GEÇerek sonsuz bir HUŞÛ' ve HUZÛ' ile TESLİM OLup =>İSTİKAMETe AZMedip =>SEVgi, Korku, Hürmet ve SAYgı DUYGULarına gARK OLmasıdır..
MeseLe de BUdur ZÂTen... Gerisi kuru Lâf...


MÂRİFETULLAH =>AZAMETULLAH ve KUDRETULLAH TeCeLLîLerinin Temâşâ Tepesi/Zirvesidir...
KULun =>AZAMETULLAHı ve KUDRETULLAHı =>İLİM, İRADE ve İDRAKİ SONucunda => FAKRİYET, ACZİYET, ZİLLET ve İLLET ÖZELLikLerini BİLip, MuhaMMedî Mahviyyet/yok oLuş GÜZELLiğini BULduğu KeMâL Kavşağı ve İŞTİRAKe Kavuşum Makamıdır... “ASL”a =>SILA SIRRI’dır...

ALLAH celle celâluhu’ya KULLuğun Fazilet ÖLçüsü TAKVÂnın da TemeLi AZAMETULLAH ve KUDRETULLAHa DAYANır:
TAKVÂ, İSLÂM DİNİnin her yerindedir..
AZAMETULLAH ve KUDRETULLAH’ın CeLâLîyyeti karşısında duyulan derunî bir sakınmadır..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Eğer benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız. buyurmuştur.

(Enes radiyallahu anhu'dan; Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Resim

Fırka-yı Nâciyye, Allah-u Teâlâ’nın tevfiki, onların refiki olduğu için tefrikaya girmezler.. merhametten ve şefkattan ayrılamazlar.
Onlar MuhaMMedî Keşif ve Şehâdet İLMiyle mücehhez, MuhaMMedî Vahyin İlahî İlhamıyla Aklen-Naklen; İlim, Edeb, İrfÂN ve ErkÂN sahibleridirler.
Fırka-yı Nâciyyeyi; geçmişin Arab ve Fars ırkçılığına, Sünnî-Şiî çatışmasına ve günümüzün rayından çıkmış mezheb, tarikat ve cemiyet fitnelerinin dışında ANLAmak, Tanımak ve ONLAR gibi YAŞAmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi Kafa ve Kalb Kulağıyla DUYmalyız, gerçeği AKLen Basarla Naklen Basîretle GÖRmeliyiz ve Sekinet-i MuhaMMediyyemizle Sefiney-i Nâciyyesine Kurtuluş-Gemisine BİNmeliyiz inşae ALLAHu Teâlâ..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ”Gercekten, benim Ehl-i Beyt’im sizin için ayni Nuh’un Gemisi gibi dir. Kim ona binerse, Kurtulmus olur. Kim ama ona binmezse (kurtulmuş olmaz ve) altına gider.” buyurmuştur.
(İmam Hakim, Mustedrek 3/151; İmam Zehebîn el Takhlis 30/370; İmam Hacer, el Savâik el Muhrika; İmam Suyutî, Tarikh el Hulafa ve el Cami el Sagir)


ALLAH celle celâluhu; Zâhirde Azâmetini, Bâtında Kudretini, Evvelde Rubûbiyyetini, Âhirde ise Ulûhiyyetini göstermeyi Murad buyurup Kazâ, Kader, İrâde ve Meşiyyet mutlaklığı içinde KÂİNÂTını:
KûN-fe-yeKûN!.eylemiştir.
Bu ise İnsÂNın da varlığının-yaratılışının sebeb ve gâyesidir.

İnsan AKLı, sadece zâhir ve batını algılar ve anlar, evvel ve âhire ise NAKİLle ulaşabilecek tarzda yaratılmıştır.
AKIL;kendisinde Mârifetullah Nûrunun tecellî ettiği ve ALLAH celle celâluhu’nun azâmet ve kudret kibriyâsının parladığı zuhûrat aynası olan bir oluşumdur.
AKL-ı Selim İnsan, ALLAH
(İsm-i celâl) celle celâluhu’nun Azâmet ve Kudreti karşısında,ABDULLAHı olarak kulluk vasıflarını,
Fakriyet, Acziyet, Zillet ve İlletini, yâni Mahviyetini,
İLÂHÎ İLİM, İRÂDE, İDRAK VE İŞTİRAK TEVHİDİ ile ebedîyyen giyinip tenezzül ve tevâzu’ ile kabul ederek Teslim olursa Müslüman İstikâmet ederse Mü’mindir.

KUL;Rubûbiyyetin Sıfatlarını
(azâmet, kudret, gına, izzet, dâim, kâimlik v.s.) anlayıp inkişâfla geliştirirse; aynı zamanda bu sıfatların zıdları olun ubûdiyyet sıfatlarını da (fakriyet, acziyet, zillet, illet, muhtaçlık, ölümlük v.s.) kendi nefsinde bizzât müşâhede eder.

Çünkü Zâhirde Azâmetullah İrfânından =>Huşû',
Bâtında Kudretullah İrfânından =>Huzû' doğar...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


MuhaMMedî İLİM,
MuhaMMedî İRADe
MuhaMMedî İDRAk
MuhaMMedî İŞTİRAk..

MuhaMMedî BİLİM İLedir =>MuhaMMedî EDEB
MuhaMMedî İRADe İLedir =>MuhaMMedî İLİM
MuhaMMedî İDRAk İLedir =>MuhaMMedî İRFÂN..
MuhaMMedî İŞTİRAk İLedir =>MuhaMMedî İZÂNn..


OKUyup öğrenmeye başladığımız çocuklu günlerimizden itibâren biriktirdiğimiz BİLgiler, bugün bizi sâlih amellere sevk edip günahlarla aramızda engel olacak bir PERDE/Leke-RAN Oluşmamışsa ve OLÂNLardan İBREt ALmışsak, tüm öğrendiklerimiz zihnimize depolanmışsa KALBimizde “MuhaMMedî İRfÂN” HÂLİne gelmiştir. O HÂLde BİZe Mutlaka Lâzım OLan HAKk TeÂLÂ HİKMEt’ine Lâyık OLmuşuzdur.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “HİKMEti, ehlinden gayriye verirseniz, (ona) zulmetmiş olursunuz!.” buyurmuştur.
(Dârimî, Mukaddime, 34)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İlim öğretmek her müslümana farzdır. Lâyık olmayanlara ilim öğreten, domuzların boynuna cevher, inci ve altın gerdanlık takan kimseye benzer!." buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 7)

ŞU ÂNdaki İsLÂM ÂLEMinin baş belâsı;
Yaratılış SıRRımız ve AHDimizi MuhaMMedî TEVHiD TERcihi İçinde ANLAmadan, kendilerindeki sığ ve uyduruk bilgilerin dar penceresinden bakmaları sebebiyle MuhaMMedî Hakîkati bütünüyle seyredememeleri yanında bu kendi eksikliklerini ve anlamsız sözlerini de, utanmadan MuhaMMedî EHLuLLAH’a ve VELÎYyuLLAH’a izâfe ederler. Çok acı olan ise, MuhaMMedî Sırat-ı Mustakîmi kapatırlar ve nice Masum MuhaMMed aleyhisselâm ÜMMetine HAKk ve HAYRda engel Olurlar ki,
ALLAH celle celâlihu Kur'ÂN-ı Kerîmimizde.:


مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---“Meselullezîne hummilû’t- tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meseli’l- hımâri yahmilu esfârâ (esfâren), bi’se meselu’l- kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh (âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdî’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat'ın farzları okunup da), sonra O'nu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. ALLAH'ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötü. Ve ALLAH, zalimler kavmini hidayete erdirmez.” (Cumâ 62/5)

Âyet-i kerîmede bahsedilen kitap yüklenmiş merkeb durumunda olanlar, tıpkı benzetildikleri edildikleri eşekk gibi sırtlarında taşıdıkları kitapların bir kelimesini bile HAKkıyla anlamak şöyle dursun, hattâ sırtlarında kitap taşıdıklarının bile farkında değillerdir.
Halbuki ALLAHu zü’L-CeLÂL’in, İRFÂN İLK-i Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yâ RABBi! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım!.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 73)

İLim; Takvâ ve İhLâs ile beslenmezse, faydadan çok zarara sebebiyet verir. Ancak TAKVÂ ile süslenen İLİMdir ki, HAKk nezdinde makbuldür ve Ehline Sır Âleminin Kapılarını AÇar..
O zaman MuhaMMedî KuL, SATIRLarda OKUduğu İLMi =>SADRında İRFÂN OLarak dOKur!.


Resim---İmâm Mâlik radiyallahu anhu.: “Kim ki, FIKIHLa (Dînî İlimlerle) meşgul olur da, Tasavvufî Terbiye görmezse FÂSIK olur!. Kim ki, tasavvufla meşgul olur da Dînî İlimleri bilmezse ZINDIK olur. Her kim de bu ikisini cem’ ederse, HAKÎKATE NÂİL OLur..” buyurmuştur.
(Ali el-Kãrî, Mirkãtü’l-Mefâtîh, Beyrut, 1422, I, 335)

Resim---ŞÂH-ı NAKŞİBEND kaddesallahu sırrahu Hazretleri tarîkatını; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyesi’ne ve Ashâbının sözlerine tâbî olmak” diye hulâsa eder..
(MuhaMMed Bâkır, Makãmât-ı Hazret-i Hâce-i Nakşibend, Buhâra 1328/1910, s. 58)

Resim---ŞÂH-ı NAKŞİBEND kaddesallahu sırrahu.: “Biz, ALLAHu zü’L-CeLÂL’in lûtfu ile (mânen) her ne elde ettiysek, Kur’ÂN-ı Kerîm’in âyetleri ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Hadîs-i Şerîfleriyle amel etmek sûretiyle elde etmişizdir. Amellerden bir netice alabilmek için Takvâ ve Şer‘î Kâidelere riâyet etmek, Azîmete sarılmak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat prensibleriyle amel etmek ve bid‘atlerden kaçınmak lâzımdır!.” buyurmuştur.
(Yâkûb Çerhî, Risâle-i Ünsiyye (thk. MuhaMMed Nezîr Rânchâ), İslâmabad 1983, s. 14)

Resim---ŞÂH-ı NAKŞİBEND kaddesallahu sırrahu.: “Kalbimden gelen sözü iki âdil şâhid olan Kur’ÂN ve Sünnet ile kontrol etmeden kabul etmem!.” buyurmuştur.
(MuhaMMed Pârsâ, MuhaMMed Bahâuddîn Hazretleri’nin Sohbetleri, s. 62-63)

İmâm-ı RABBÂNî kaddesallahu sırrahu.:
“Şerîatin üç kısmı vardır.: İlim (akãid ve fıkıh), Amel ve İhlâs (tasavvuf).. Bu üçü gerçekleşmeden Şerîat TaHAKkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlerin üzerinde olan Cenâb-ı HAKk’ın rızâsı kazanılmış olur!.”


وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---“Vaadallâhu’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adnin, ve rıdvânun minallâhi ekber (ekberu), zâlike huve’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: ALLAH, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü, ALLAH'tan bir rızadır (ALLAH'ın razı olmasıdır). İşte o, Fevzü’l- Azîmdir (en büyük kurtuluştur).” (Tevbe 9/72)

عَنْ عَبْدِاللّٰهِ ابْنِ عَمْرٍو قَالَ كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ j يَقُولُ :
« اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لَايَخْشَعُ وَمِنْ دُعَاءٍ لَا يُسْمَعُ
وَمِنْ نَفْسٍ لَا تَشْبَعُ وَمِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَؤُلَاءِ الْأَرْبَعِ »
Resim---Abdullah bin Amr radıyallâhu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz duâsında.: “ALLAH’ım! Huşû duymayan kalbden, kabul edilmeyen duâdan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım. Bu dört şeyden Sana sığınırım!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 68)


MuhaMMedî MELÂMet Muhteşemimiz Yûnus EMRE kaddesallahu sırrahu.:

İLİM===>İLİM BİLmektir,
İLİM=>KENDİN BİLmektir!.
SEN->KENDİNİ BİLMEZSİN,
YÂ NİCE ===>OKUMAKTIR!.


İLİM, ALLAHu zü’L-CeLÂL’in İLİM SIFATInın bir TeceLLîsidir ve BASAR/Dış GÖRüştür.
İRfÂN da Hâkim İsm-i Şerîfinin TeceLLîLerinden biridir.. BASÎRET ÖZ-İÇ GÖRüştür. FİRÂSETtir/Kalbî ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir.. İLiM İLe BİLinen/TâLim Edilen/ÖĞRenilen BİLgileri => İrfÂN İle MuhaMMedî İMÂSNıAMeL EĞİTimmen ÇEVirip yerli yerinde kullanmaktır..

“Hükm” kökünden gelen ve ALLAHu zü’L-CeLÂL’in Esmâ-i Hüsnâ’sından biri olan “Hâkim” kelimesi; Hâkim, Hüküm ve Hikmet Sahibi, Hükmünü Yürüten ve Yerinde İş Yapan mânâlarına gelmektedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MUHAMMEDî MÂRİFET.:

Sözlükte masdar olarak.: “bilmek, tanımak, ikrar etmek”. İsim olarak.: “bilgi” anlamına gelen MÂRİFet, İrfÂN kelimesi İLİMLe eş anlamlı gibi kullanılmakla birlikte aralarında bazı farklar vardır.
İlim, genel nitelikteki bilgileri ifâde eder, karşıtı cehil-cahâlettir.

MÂRİFet ise, özel ve ayrıntılı bilgileri ifâde eder, karşıtı inkârdır.
Bu sebeple ilim kelimesi her zaman
MÂRİFetin yerini tutamaz.

İlk dönemlerden itibaren sûfîler, sûfî olmayan âlimlerin ulaştıkları bilgilerden farklı ve kendilerine has bir bilgiye sahib olduklarına inanmışlar, bu bilgiyi
MÂRİFet, İrfÂN, yakîn gibi yine kendilerine has terimlerle ifâde edip bunun için bazan ilim kelimesini de kullanmışlardır.
Ancak ilim terimini
MÂRİFet anlamında kullandıklarında, bunu tasavvufî terminolojiye ait bazı sıfatlarla niteleyerek.: “Ledün İlmi, Bâtın İlmi, Esrar İlmi, Hal İlmi, Makam İlmi, Fenâ-Bekā İlmi, Mükâşefe ve Müşâhede İlmi” gibi tâbirler oluşturmuşlar, bu tâbirlerle MÂRİFet dedikleri ilâhî esrar ve HAkikatlere, nefsin niteliklerine, varlıkların durumuna ve gayb niteliğindeki bazı hususlara ilişkin bilgiyi kastetmişlerdir.
MÂRİFetin mukaddimesinin İlim,
İlimsiz
MÂRİFetin muhal,
MÂRİFetsiz ilmin vebâl olduğuna inanan sûfîler MÂRİFetin Ledünnî bir İlim sayıldığı görüşündedir. Onlara göre bu ilimde vehmin tesiri bulunmadığından ismet/mâsumiyet, saflık vardır; diğer ilimler ise vehmin etkisi altında oldukları için saf ve mâsum değildir..

Sûfîler, sülûk ile ve yaşanarak öğrenilen bu bilgilerin aynı konularda Aklî İstidlâl ve kıyaslarla yahut belli metinleri okumakla elde edilen bilgilerden daha üstün olduğuna inanırlar.
Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî kaddesallahu sırrahu.:
“Mavi gök kubbesinin altında bizim ilmimizden daha şerefli bir ilim olsaydı gider onu öğrenirdim!.” demiştir.
(Serrâc, s. 239)
Ruveym b. Ahmed de ilk farzın
MÂRİFet tahsil etmek olduğunu, MÂRİFet sahibinin/Ârif’in Mevlâsının tecellîlerini temâşa ettiğini söylemiştir.
(Kuşeyrî, s. 604).
Onlara göre akıl ve naklin alanı dışında kalan hususlarda vasıtasız olarak elde edilen
MÂRİFet, Akıl ve Nakil Yoluyla elde edilen bilgiden daha değerli ve daha güvenilirdir.
Böyle bir bilgiyle
ALLAHu zü’L- CeLÂL ’i tanımaya “MÂRİFetuLLAH” (el-ilm bi’llâh) denir.
Bu yolla
ALLAHu zü’L- CeLÂL ’i bilen ve tanıyanlara da.: “Ehl-i MÂRİFet, ÂRiF, ÂRiF-i BiLLAH, EHL-i RFÂN, ÂLİM-i BİLLAH” denir.


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar/ ibâdet etsinler diye yarattım..” (Zâriyât 51/56)

Âyette geçen “ibâdet etsinler” ifâdesini sûfîler “BENi tanısınlar” şeklinde yorumlamışlardır.
Çünkü ibâdet, ibâdet edilenin bilinmesine/
MÂRİFete bağlıdır. Bilinmeyene ibâdet edilmez, dolayısıyla MÂRİFetsiz ibâdetin bir anlamı yoktur.

SûfîLere GÖRe
MÂRİFet.:


أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim---“E fe men şerehallâhu sadrehu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min RABBih (RABBihi), fe veylun li’l- kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh (zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: ALLAH kimin göğsünü İslâm için (ALLAH'a teslim için) yarmışsa artık o, RABBinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalbleri kasiyet bağlayanların/katılaşanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler..” (Zümer 39/22)

يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).: Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevâba çevirir). Ve ALLAH, büyük fazl sahibidir..” (Enfâl 8/29)

Bu âyetlerde geçen "Nûr” ve “FurkÂN” kelimeleri de MÂRİFete işâret etmektedir. .

SûfîLerin Kudsî Hadis olarak kabul ettikleri.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis-i kudsi: “ALLAH celle celâluhu: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden âlemi yarattım.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ II, 132)

İfâdesi SufîLere göre âlemin yaratılış gayesinin
MUHABBetuLLAH ve MÂRİFetuLLAH olduğunu göstermektedir. Bu sebeple bütün varlıkların fıtratında MÂRİFet arzusu vardır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kânellahu ve lem yekûn mâahu şey’un: ALLAH vardı ve O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu!” buyurmuştur.
(Buhârî, Bedü’l- Halk 1; El Hindî, Kenzu’l- Ummâl X-29850)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e soruluyor: “RABB’ımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Üstünde ve altında hava bulunmayan bir “a’mâ”daydı” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 13)

Mutasavvıflara göre MÂRİFet.:
Kalbin
ALLAH’la olan hayatı,
ALLAH’ı sıfat ve isimleriyle tanıyanın niteliği,
Birbirini izleyen nurlarla
HAKk’ın kalblere doğması,
İlâhî bir na‘t/vasıftır..
(Serrâc, s. 56; Kelâbâzî, s. 63; Kuşeyrî, s. 601),

“Kalbe atılan bir nurla iç aydınlığa kavuşma hali”,
“Kalb gözüyle ilâhî gerçekleri görmek”tir.

Bu târifler söz konusu bilginin mahiyetini tanıtmaktan ziyâde kaynağı, elde ediliş yolu ve biçimi, gerçekleşme şartları, güvenilirliği, çeşitleri, etkileri ve sonuçları gibi hususlarla ilgili olup bunların her biri
MÂRİFetin ayrı bir yönüne vurgu yapması bakımından önemlidir. Târifler üzerinde düşünerek MÂRİFet hakkında genel bir kanaat sahibi olmak mümkünse de bunun özüne nüfuz etmek sülûke ve mânevî tecrübeye bağlıdır. Tanınan, ama sözle tanıtılamayan bir bilgi, bir duygu ve bir aydınlanma hali olan MÂRİFetin Yakîn, Zevk, Vecd, Fenâ, Huzur gibi Tasavvufî Hallerle de yakın ilişkisi vardır. MÂRİFet konusundaki târiflerin yetersiz kalması ve bu yolda ilerleyen sûfîlerin gittikçe HAKk’la ilgili bilinmezliklerin arttığını görmeleri onları, “MÂRİFet HAKk’ın BİLinmeyeceğini bilmektir” deme noktasına ulaştırmıştır..

MÂRİFet ALLAH, İnsÂN ve âlemle ilgili kapsamlı bir bilgi olmakla beraber tasavvufta esas olan “MÂRİFetULLAH” denen özel bilgidir. Âlem ve nefis hakkındaki MÂRİFet ise, ALLAH’ı tanımanın aracı olması bakımından değerlidir. Bu sebeple MÂRİFetullah.: “ALLAH’ın zâtı, sıfatları, fiilleri ve isimleri hakkındaki bilgi” şeklinde tanımlanmıştır.
Fakat
ALLAH'ı bu şekilde tanımak da İnsÂNın kendini tanımasına/MÂRİFetü’n- Nefs’e bağlıdır.
Nefsini bilen kimsenin
RABBini bileceğini belirten hadis de bunu anlatmaktadır.
(Süyûtî, el-Ḥâvî, II, 451-455; ed-Dürerü’l-müntes̱ire, s. 185)

Resim---Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RABBehu: Kim ki NEFSini BİLdi/TANIdı, kesinlikle RABBını da BİLdi/TANIdı!.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ II/343 (2532)

Ebû Saîd el-Harrâz aynı kavramı.: “NEFSini BİLmeyen/TANImayan, kesinlikle RABBını da BİLemez/TANIyamaz”
Şeklinde ifâde etmiştir. İnsanın nefsini bilmesi
RABBini bilmesinin başlangıcı, RABBini bilmesi nefsini bilmesinin neticesidir; yani İnsÂN nefsinin sıfatlarında ÂRİF olmadıkça RABB'inin sıfatlarını idrak edemez.

Tasavvufî anlamıyla ilk defa
MÂRİFetten bahseden Zünnûn el-Mısrî’ye göre esasen ALLAH’ı tam olarak bilmek ve tanımak mümkün değildir. Bu sebeple ALLAH’ın Zâtı hakkında tefekküre dalmak cehâlettir. MÂRİFetin HAKkikati de hayretten ibârettir.
(Câmî, s. 29).
Bâyezîd-i Bistâmî de,
ALLAH’ın Zâtı hakkındaki MÂRİFet iddiasını cehâlet olarak nitelemiş ve.: “MÂRİFetin HAKkikatine dâir olan bilgi de hayrettir” demiştir.
(Sülemî, s. 74).
Böylece ALLAH’ı tanımayı gaye edinen sûfîler en sonunda İnsÂNoğlunun O’nu tanımaktan âciz olduğu kanaatine varmışlardır.
Ebû Saîd el-A‘râbî,
ALLAH hakkındaki MÂRİFetin İnsÂNın bu konuda bilgisizliğini itiraf etmesinden ibâret olduğunu söylemiş,
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî de.:
“MÂRİFet İnsÂNın HAKk konusunda câhil olduğunu bilmesidir” demiştir.
(Sülemî, s. 230, 428).
Mutasavvıflar, Hz. Ebû Bekir’e atfettikleri.:
“ALLAH hakkında MÂRİFet sahibi olmanın biricik yolu İnsÂNın O’nun hakkında MÂRİFet sahibi olmaktan âciz olduğunu idrak etmesidir” sözünü
(Serrâc, s. 57) bu konudaki düşüncelerinin temeli haline getirmişlerdir.
Cüneyd-i Bağdâdî bu hususu,
“ALLAH’tan başka ALLAH’ı tanıyan yoktur” cümlesiyle ifâde etmiştir.
Mutasavvıflar,
“Onlar ALLAH’ı takdir edemediler” meâlindeki âyeti (En‘âm 6/91) “O’nu tam olarak tanıyamadılar” şeklinde anlamışlardır..


وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Resim---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhualâ beşerin min şey (şey’in), kul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden li’n- nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ (kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne).: (Yahudiler) ALLAH'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "ALLAH hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: Öyle ise Musâ'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'ÂN'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen "ALLAH" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!..” (En‘âm 6/91)

Genellikle MÂRİFet dille anlatılan ve öğretilen bir şey olmaktan çok susarak anlaşılan ve öğrenilen bir şeydir.
Bundan dolayı Zünnûn el-Mısrî’nin, tasavvuf yoluna girmek isteyenlerin;
MÂRİFet ehlinin yanında sükût etmelerini ve, MÂRİFet iddiasında bulunmamalarını tavsiye ettiği kaydedilmektedir.
(Sülemî, s. 26).
Önemli olan sadece dilin değil nefsin ve zihnin de susması, HAKk’tan başkasıyla meşgul olmamasıdır. Sükût tefekkürü temin ettiği ölçüde MÂRİFet tahsil etmenin aracıdır.

Gazzâlî
MÂRİFeti, “ALLAH’ın kulunun kalbine attığı bir nurla kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik görmesi” şeklinde tanımlamıştır.
(İḥyâʾ, I, 26-27).
Buna göre
MÂRİFet sırf bir lutuf olarak ALLAH’ın kuluna verdiği bir ışıktır. İmam Ali kerremullahi veche’nin, “ALLAH’ı ALLAH’la, O’ndan başkasını da O’nun nuru ile tanıdım” sözünün anlamı budur.
(Hücvîrî, s. 344).
ALLAH kendisini kime tanıtırsa O’nu ancak o tanır.
(Kelâbâzî, s. 63).
Cüneyd-i Bağdâdî târife (tanıtma) ve taarrufa (tanınma) dayanan iki
MÂRİFetten bahseder. Taarruf ALLAH’ın kendisini, kendisiyle ilişkisi açısından da eşyayı kuluna tanıtması, târif ise dış dünya (âfâk) ve iç dünya da (enfüs) kudretinin eserlerini ona göstermesidir.:


سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---“Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’l- hakk (hakku), e ve lem yekfi bi RABBike ennehu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalp gözüyle) onlara göstereceğiz. O'nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. RABBinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?.” (Fussılet 41/53)

İlki havassın, ikincisi avamın MÂRİFetidir. Taarruf ALLAH’ın lutfuyla O’nu doğrudan tanıma, târif dolaylı olarak HAKk’ın kendisini kuluna tanıtmasıdır.

Sûfîlere göre
ALLAH celle celâlihu kullarına, “Ben sizin RABBiniz değil miyim?” (A‘râf 7/172) şeklinde soru sorarak kendisini onlara ezelde tanıtmıştır.:


“KUL”un=>“ELESt”te =>ÂHiDi.:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---"Ikra’bismi RABBikellezî halak (halaka).: Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---"Ve iz ehaze RABBüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: BEN sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler."(A’râf 7/172)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler kendinen fen olur RABBına bekâ BULup ALLAHta fÂNi Olup kaybolur AKLen-nAKLen!.

Bu anlamda MÂRİFet ezelîdir. Dünyaya gelen İnsÂNlardan bir kısmı bu MÂRİFeti itiraf, bir kısmı inkâr eder. Bundan dolayı HAKKk'a dâir MÂRİFetin zaruri olduğunu ileri sürenler de olmuştur.. (Kelâbâzî, s. 65; Hücvîrî, s. 348).

HAKk vergisi olan MÂRİFetin artma ve eksilme kabul edip etmeyeceği tartışılmış, genellikle MÂRİFetin açıklık ve kesinlik derecesini ifâde eden yakînin duruma göre artacağı veya eksileceği kabul edilmiştir..
(Hücvîrî, s. 348).
MÂRİFetin en mükemmel şeklinde rivâyet yoluyla bilinen dinî hususların HAKkikatleri kula zahmetsiz ve külfetsiz olarak gözle görülür gibi açık bir şekilde bildirilir. Bu bilginin elde edilmesinde kulun amelinin ve zâhir ilimlerine sahib olmasının hiçbir tesiri yoktur; doğrudan
HAKk’tan gelip bunda vehim, akıl ve düşüncenin dahli olmadığından nuru gayet parlaktır. Gazzâlî’nin HAKkiki MÂRİFet ve Yakîni Müşâhede dediği, sıddîk ve mukarrebûn denilen yüksek seviyedeki dindarların MÂRİFeti de budur.
(İḥyâʾ, I, 27; III, 11, 15).
Fakat herkesin MÂRİFeti aynı seviyede olmadığından MÂRİFetin çeşitli derecelerinden bahsedilmiştir. Hücvîrî, ALLAH hakkındaki MÂRİFet in biri ilmî, diğeri hâlî olmak üzere iki türünden söz eder. İlmî MÂRİFet her şeyin temelidir.
Çünkü CinLer ve İnsÂNLar sırf
ALLAH’ı tanımak için yaratılmıştır.:


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktu’l- cinne ve’l- inse illâ li ya'budûni.:Ve BEN, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) BANA kul olsunlar diye yarattım.” .” (Zâriyât 51/56)

Sûfîler, ilmî MÂRİFet yanında “kulun Allah’a karşı tutum ve duruşunun sağlıklı olması” anlamında ikinci bir MÂRİFetten bahsetmişler, bunun ilmî MÂRİFetten daha faziletli olduğunu, zira sağlıklı bir halin daima sağlıklı bir ilmi gerektirmekle beraber sağlıklı bir ilmin her zaman sağlıklı bir hali içermediğini söylemişlerdir.. (Keşfü’l-maḥcûb, s. 342; Serrâc, s. 64).

Abdurrahman-ı Câmî’ye göre
MÂRİFetin dört mertebesi vardır. Sâlik birinci mertebede baktığı her şeyi HAKk’la bağlantılı olarak görür; ikinci mertebede gördüğü her eserin HAKk’ın hangi sıfatıyla ilişkili olduğunu bilir; üçüncü mertebede HAKk’ın sıfatlarla tecellî etmesinin hikmetini kavrar; dördüncü mertebede ilâhî ilmi kendi MÂRİFeti şeklinde algılar. Sâlik HAKKk’a ne kadar yaklaşırsa MÂRİFeti o kadar artar..
(Nefeḥât, s. 5).

Sûfîler
MÂRİFetin her zaman kerametten daha faziletli olduğunu, abdestin bozulmasıyla kerametin zâil olacağını, bunun için daima abdestli bulunmak gerektiğini, buna karşılık gusle ihtiyaç halinde bile MÂRİFetin âriften ayrılmadığını, çünkü kerametin amel, MÂRİFetin HAKk’ın lutuf ve inâyeti olduğunu söylemişlerdir..

Sûfîlerin, doğrudan
ALLAH celle celâlihu tarafından bahşedilen MÂRİFetin nakil ve akıl yoluyla edinilen dinî bilgilerden daha üstün olduğunu söylemeleri bu bilgilerin önemsenmediği şeklinde anlaşılmaya müsâiddir. Bunun farkında olan sûfîler MÂRİFetin nakil ve akıl yoluyla elde edilen bilgileri geçersiz kılmadığını ve onların değerini azaltmadığını ifâde etmiş, aksine MÂRİFetin sağlıklı ve geçerli olması için Kur’ÂN’a ve hadise aykırı düşmemesini şart koşmuşlardır.
Zünnûn el-Mısrî,
MÂRİFet Nurunun takvâ nurunu söndürmemesi, zâhirî ilme aykırı düşen bâtınî bir ilimden söz edilmemesi ve İlâhî Lutufların ALLAH’ın mahremiyet perdelerini yırtmaya sebep olmaması gerektiğini söylemiştir.
Ebû Saîd el-Harrâz, zâhirî ve şer‘î hükümlere aykırı düşen bütün bâtınî bilgileri ilke olarak geçersiz saymış,
Ebû Süleyman ed-Dârânî
MÂRİFetin sağlıklı olduğuna Kur’ÂN ve HADİS in şahitlik etmesini şart koşmuş,
Cüneyd-i Bağdâdî, sadece Kur’ÂN ve Sünnet çerçevesindeki
MÂRİFetin geçerli olduğunu vurgulamıştır..
(Kuşeyrî, s. 86, 107, 129, 608).

Buna rağmen İslâm’dan önce mevcut olan gnostisizm
(İrfÂNiyye) akımı hıristiyan ilâhiyyâtı için olduğu gibi İslâm için de tehlike oluşturmuştur. Gnostikler gibi, İlâhî Sır ve HAKkikatlerin sülûk ve riyâzet neticesinde hâsıl olan ilhamla bilineceğini, bu yolla elde edilen bilgilerin naslarda verilen bilgilerden üstün olduğunu, hatta İrfÂN Sahibi ÂRİFLerden ibâdet etme yükümlülüğünün düşeceğini savunan görüşlere müslüman toplumlarında da rastlanmıştır.: “Sana yakîn gelinceye kadar RABBine ibâdet et” meâlindeki âyeti;


وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud RABBeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).: Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABBine ibadet et! .” (Hicr 15/99)

Âyetini bu yönde yorumlayanlar vardır. (Gazzâlî, İḥyâʾ, III, 393).
Hücvîrî, “Ehl-i İlhâm” ve “İlhâmiyye” dediği bu akımın mensublarını eleştirerek tasavvuftaki
MÂRİFet ve İrfÂNın bu akımla ilgisi bulunmadığını, zira MÂRİFetin hidâyetten kaynaklanan şer‘î ve nebevî bir bilgi olduğunu belirtmiştir..
(Keşfü’l-maḥcûb, s. 347).
MuhaMMed b. Hüseyin es-Sülemî, Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî ve Gazzâlî gibi sûfîler de söz konusu tehlikeye dikkat çekmişlerdir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KUR'ÂN-ı KERÎMde MUHAMMEDî İLİMLe İrfÂN ve MÂRİFET.:

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim---“Fe teâlALLÂHu’l- meliku’l- hak (hakku), ve lâ ta’cel bi’l- kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul RABBi zidnî ılmâ (ılmen).: İşte Hakk ve Melik olan ALLAH, Yüce'dir. Ve Kur'ân'ın tamamlanması hususunda O'nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “RABBim, benim İLMimi artır.” de.” (Tâhâ 20/114)

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim---“Ve mine’n- nâsi ve’d- devâbbi ve’l- en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik (kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihi’l- ulemâu, innallâhe azîzun gafur (gafûrun).: Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ULEMÂ (âlimler), ALLAH'a karşı huşû duyar. Muhakkak ki ALLAH; Azîz'dir (üstün, yüce), Gafûr'dur (mağfiret eden).” (Fatır 35/28)

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---“Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırete ve yercû rahmete RABBih (RABBihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan/saygıyla ALLAH'ın huzurunda duran, âhiretten çekinen (korkan) ve RABBinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) BİLEN-le bilmeyen bir olur mu? Ancak ulû’l- elbâb (daimî zikir sahibleri) tezekkür eder." (Zümer 39/9)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fî’l- mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtû’l- ilme derecât (derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Ey iman edenler! Meclislerde size: “(Oturmak için) yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın. ALLAH da size yer açar (genişlik verir). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! ALLAH, sizden iman edenlerin ve İLİM verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve ALLAH, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele 58/11)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellemde MUHAMMEDî İLİMLe İrfÂN ve MÂRİFET.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir ANLAyış verir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ'tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: “ALLAH'ın kendisine ihsân ettiği malı HAKk yolunda harcayıp tüketen kimse; ALLAH'ın kendisine verdiği İLİMle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ın benimle göndermiş olduğu HİDÂYEt ve İLİM, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. ALLAH burada biriken sudan İnsÂNları faydalandırır. Hem kendileri içer hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, ALLAH’ın dininde anlayışlı olan ve ALLAH’ın benimle gönderdiği HİDÂYEt ve İLİM kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, ALLAH’ın benimle gönderdiği HİDÂYEti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH'a yemin ederim ki, CeNâB–ı HAKk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi HİDÂYEte kavuşturması, senin, en kıymetli dünya ni’meti olan kırmızı develere sahib olmandan daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 34)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ÂN'dan) bir âyet bile olsa İnsÂNlara ulaştırınız. İsrâiloğulları(nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ 50. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 13)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim İLİM tahsil etmek için bir yola girerse, ALLAH o kişiye ceNNetin yolunu kolaylaştırır.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1))

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “HİDÂYEte dâvet eden kimseye, kendisine uyanların sevâbı kadar sevâb verilir. Bu onların sevâblarından da hiçbir şey azaltmaz.” buyurmuştur.
(Müslim, İlim 16)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevâbı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnâdır: Sadaka-i Câriye, istifâde edilen İLİM, kendisine duâ eden Hayırlı Evlat.” buyurmuştur.
(Müslim, Vasiyyet 14)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece ALLAH'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, İLİM öğreten ÂLİM ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnâdır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 14)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İLİM tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar ALLAH Yolundadır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 2)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mümin, ceNNete girinceye kadar hiçbir hayıra doymaz.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 19)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki ALLAH, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile İnsÂNlara hayrı öğretenlere duâ ederler.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 19))

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, ALLAH o kişiye ceNNetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye ALLAH'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nâsib ve kısmet almış olur.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin ALLAH yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice İnsÂN vardır ki, o bilgiyi, bizzât işiten kimseden daha iyi anlar ve korur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 7)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevâb vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 3)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim kendisinde ALLAH'ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahib olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde ceNNetin kokusunu bile duyamaz.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, İlim 12)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH TeÂLÂ ilmi İnsÂNların hafızalarından silip unutturmak sûretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak sûretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım câhilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetvâ verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de İnsÂNları saptırırlar.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir ANLAyış verir.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ’tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. ALLAH burada biriken sudan İnsÂNları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, ALLAH’ın dininde ANLAyışlı olan ve ALLAH’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, ALLAH’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” buyurdu..
(Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’den; Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ali kerremallahu vechehu’ye.: “ALLAH’a yemin ederim ki, Cenâb-ı HAKk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya ni’meti olan kırmızı develere sahib olmandan daha hayırlıdır.” buyurdu..
(Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den; Buhârî, Fezâilü’l-ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 34)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ÂN’dan) bir âyet bile olsa İnsÂNlara ulaştırınız. İsrâiloğulları(nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.” buyurdu..
(Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan; Buhârî, Enbiyâ 50. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 13)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, ALLAH o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”
buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur’ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Hidâyete dâvet eden kimseye, kendisine uyanların sevâbı kadar sevâb verilir. Bu onların sevâblarından da hiçbir şey azaltmaz.” buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevâbı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnâdır: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim, kendisine duâ eden hayırlı evlat.” buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece ALLAH’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnâdır.” buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar ALLAH YOLUndadır.” buyurdu..
(Enes radıyallahu anh’den; Tirmizî, İlim 2)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Mü’min, cennete girinceye kadar hiçbir hayıra doymaz.” buyurdu..
(Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den; Tirmizî, İlim 19)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir.” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Şüphesiz ki ALLAH, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile İnsÂNlara hayrı öğretenlere duâ ederler.” buyurdu..
(Ebû Ümâme radıyallahu anh’den; Tirmizî, İlim 19)

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, ALLAH o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye ALLAH’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nâsib ve kısmet almış olur.” buyurdu..
(Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin ALLAH yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice İnsÂN vardır ki, o bilgiyi, bizzât işiten kimseden daha iyi anlar ve korur.” buyurdu..
(İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den; Tirmizî, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 18; Menâsik 76)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevâb vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.” buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Tirmizî, İlim 3. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 9; İbni Mâce, Mukaddime 24)

Resim

Resim---Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem.: “Kim kendisinde ALLAH’ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahib olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.” buyurdu..
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23)

Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH TeÂLÂ ilmi İnsÂNların hafızalarından silip unutturmak sûretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak sûretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım câhilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetvâ verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de İnsÂNları saptırırlar.” buyurdu..
(Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan; Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ’tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 4.2.8.) İRFÂN.:

Resim

MuhaMmedî İRFÂN, önemli bir husustur..
Değişik açılardan bir daha zikr ü fikr edelim
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

MuhaMmedî Ârif, İrfÂN ile EMÂNetin ÖZü olan Yâkîn NûRuna ulaşan ÖZ Sâhibidir =>uLü’ L-eLBâB.
Onun için
MuhaMmedî Ârifler benlik davasından berâat ederek eşyânın esirlik ve ilişkilerinden halâs olup/kurtulup ihlâs ile Sistemin Sâhibi ve Ustası RABBu’L- ÂLEMîN’e ilticâ/sığınma ve iftikâr/fakîrliğini idrak alçak gönüllülüğü ile lütûf, kerem ve ihsânını intizâr eder/bekler..

MuhaMmedî ÂRİF, şeytânın şer işinde gaflet göstermeyeceğini iyice bildiğinden, RABB’ısına ilticâ ve iftikâr gayretinden bıkıp usanmaz.. EMRULLAHtaki tercih ve tedbiri, MURADULLAHtaki HAKk’a SıLa Seyr-ü-Sülûkü BİLir ve İlâhi Cezbe ile DEVRÂN-SEYRÂN-CEVLÂN ve HAYRÂNda HAKk ve HAYr iLe YAŞAr..

MuhaMmedî ÂRİFler, öylesina değerli ZÂTLardır ki, ALLAH DOSTLARIdırLar.:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Onlar öyle kimselerdir ki görüldükleri zaman ALLAH zikrolunur” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Zühd 4)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Onlar öyle kimselerdir ki görülüvermelerinden dolayı ALLAH hatırlanır.” buyurmuştur.
(İ. Suyûtî, Ed Dürrü’l-Mensur IV-370)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hubbun fillahi.: ALLAH için birbirlerini severler.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Sünen 2)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “El mütehabbüne fillahi.: ALLAH için sevişirler” buyurmuştur.
(Müslim, Birr 38; Tirmizî, Zühd 53; Muvatta, Şiir 13; Darimî, Rikak 44)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH’ın kullarından birtakım İnsÂNlar vardır ki enbiyâ değiller, şehîdler de değiller amma kıyâmet gününde ALLAH katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler, imrenerek bakacaklardır.” buyurunca ashab: “Bunlar kimler? ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim yâ Rasûlallah?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bunlar bir kavimdirler ki, aralarında ne akrabalık ne ticaret ve ne de iş ilişkisi olmaksızın ALLAH ruhu ile ALLAH’ta sevişirler. VALLAHi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, İnsÂNlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler buyurdu ve.: “Bilesiniz ki, ALLAH’ın Dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus 10/62) âyetini okudu.” buyurmuştur.
(Hâkîm, El Müstedrek IV-170)

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---“E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Benim ümmetimden, dâima ALLAH celle celâluhu tarafından desteklenen ve onlara yardımcı olunan, halkın zarar veremeyeceği bir cemâat kıyâmet kopuncaya kadar eksik olmayacaktır.” buyurdu.
(Kurret bin Eyas radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime: 6)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Şüphesiz insanlardan ALLAH’ın ehli (âilesi) olanlar vardır!” buyunca Asab-ı Güzîn: “Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlar kimlerdir?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Onlar; Ehlü’l- Kur’ÂN, EHLULLAH ve O’nun (ALLAH celle cellâlihu’nun) has kullarıdır.” buyurdu.
(Enes bin Mâlik radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce: Mukkadime-215 isnadı sahih olarak)

MuhaMmedî Ârif, nefsinin yüksek ve yüce mertebelere tekemmülünde bizzât yaşayacağı anlatılmaz hâllerin hazzını hazmeder/sindirir..
Rehber-i Mutlak ve RAHMetenLi’L- ÂLEMîN Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu buyruğunu hiç unutmaz.:


Resim---Ümmü Alâ’nın Osman İbni Maz’un’un ölümünden sonra onu tezkiye için söylediği.: “ALLAH (bu imânlı tâatli kuluna ikrâm etmez de) ya kime ikrâm eder?”demesi üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH’a yemin ederim ki ben ALLAH’ın bir peygamberiyken bana, (ve size yarın) ALLAH tarafından ne muamele yapılacağını bilemem!” buyurmuştur.
(Buhârî, Cenâiz 3; Tâ’bir, 13)

VAR OLuş sebebimiz, bizi var eden Sâhibimiz RABBu’L- ÂLEMîN’in Vahdâniyetini ve Ulûhiyyetini kabul edip, bu âlemde şâhidi olup isbat etmektir. Bu imtihanın adı KULLuktur.
Kişi;
İLâhî İLim ve MuhaMMedî EdebLe VELÎYyuLLAH OLur.
İLâhî ErkÂN ve MuhaMMedî İrfÂNLa EHLULuLLAH OLur..
İnsÂN OLur, sonra SuLtÂN OLur.
.

İlimi-İrfânı ve Edebi-Erkânı semere verir elbette..
Her ağaç gibi İlâhî Aşk Ağacı da çiçek açar ve bir tohumdan binbir tohuma meyveler verir.
Böylesine, İtâatkar, Sebâtkâr, Vefâkar, Cefâkâr Sadık ve ÂdiL oLaBİLenler DOST’tur..
Halkın Dostu ve
HAKk celle celâluhunun Dostu..
Kendisine ikrâm edilenlerden halka da ikrâm edebilirler.
Lâzım ve Lâyık OLduğu yer, zaman ve hâlde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hatırına ve her şeyin Sâhibi
SubhÂN ALLAH celle celâluhu adına rahmet ikrâmları..
Kerâmet, kendisi istemese de kendisinden zûhür edebilir..


MuhaMmedî Velîler; HAKk celle celâluhu’nun günâhlardan koruduğu kendisine itâate tahsis ettiği sâkin kullarıdır.:


اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ilâ’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: ALLAH, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.” (Bakara 2/257)

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Resim---"İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).:Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resûl'ü ve imân edip, namazı kılan, zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.” (Mâide 5/55)

إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ
Resim---"İnne veliyyiyallâhullezî nezzele’l- kitâbe ve huve yetevelle’s- sâlihîn (sâlihîne).: Muhakkak ki; Kitab'ı (Kur’ÂN-ı Kerim’i) indiren Allah benim dostumdur. Ve O, salihlere velîlik yapar (dosttur).” (A’râf 7/196)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ
Resim---“Zâlike bi ennallâhe mevlellezîne âmenû ve ennel kâfirîne lâ mevlâ lehum.: Bu, Allah'ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların yardımcıları yoktur." (MuhaMMed 47/11)

MuhaMmedî Velîler, günümüzde halk ile HAKk celle celâluhu arasındaki köprü gibidir. Onlar, HAKk celle celâlihu’ya itâat ve ihlâsla yakın, HAKk celle celâluhu da onlara lûtf-ü ikrâm ve ihsânıyla yakındır.
Onlar,
HAKk celle celâluhu’nun halkına, MuhaMMedî Muhabbet ve Merhametle her an, her yer ve her hâlde Hasbî Hizmete seferber hademelerdirler..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

MuhaMmedî Velîlerden kendi tercihleri olmaksızın tecellî eden Hârika OLayların zuhûru diyebileceğimiz KERÂMET, haktır ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mu’cizelerinin MuhaMmedî Velîlerde yansıması gibidir..

DELİLLERİ İSe.:

1-) KUR’ÂN-ı KERÎM’deki.:
Kehf 18/12-26 âyeti celîlesinde anlatılan Ashab-ı Kehf ile Neml 27/40 âyetindeki Belkis Melikesinin tahtının bir ÂNda getirilişi nasstır.. Kur’ÂN-ı Kerîm’le sabittir..

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Resim---"Kâlellezî indehu ilmun mine’l- kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk (tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı RABBî, li yebluvenî e eşkur em ekfur (ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih (nefsihî) ve men kefere fe inne RABBî GANİYyun KERÎM(kerîmun).: Kitaptan (ALLAH tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise.: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere RABBimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, RABBimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok KEREM SAHİBİdir.'' (Neml 27/40)

2-) HADİS-i ŞERİFLER çok oLmakLa beraber;
Buhârî-icâre 12; Müslim,Birr 138; Tirmizî, Mevâkib 55 v.d..

Resim---Rasulullah da tayy-ı mekânla, Kudüs'teki, Mescid-i Aksayı, Mekke'de önünde gibi görüp müşriklere târif etmişti.
(Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr: 41; Tefsîru Sûre: 17; Müslim, İmân: 276, 278, Tefsîru Sûre: 17; Müsned, 1:309, 3:377; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:191)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir açıklamasında tayy-ı mekân konusunda.: “Şüphesiz ALLAH, arzı (yeryüzünü) benim için dürüp devşirdi; ben de, doğularına batılarına bakıp gördüm. Muhakkak ümmetimin hâkimiyeti (yönetimi) yeryüzünden, bana dürülüp toplanan yerlere kadar ulaşacaktır.” buyurmuştur..
(Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284)

3-) ÖMER radiyallahu anhu hutbedeyken âniden.: “Ey Sâriye; dağa, dağa! (yönel-çekil!.)” buyurunca,
Mesciddekiler soran gözlerle birbirlerine baktılar. Sâriye, İran'da devam eden fetihlerde görevli bir komutandı. Hz. Ömer Sâriye b. Zenim'i, Dâr-ı İbkird ve Fesa bölgesine komutan olarak tayin etmişti. Bu iki yer İran topraklarındaki iki bölgenin adıydı. Şimdi o, Medine'den Sâriye'ye sesleniyor ve ona hemen dağa çekilmesini söylüyordu. Oysa Sâriye ile arasında çok büyük bir uzaklık vardı..


Resim---Ömer radiyallahu anhu'n halifelik yıllarıydı. Takvimler hicretin yirmi üçüncü yılını göstermekteydi. Halife her Cuma olduğu gibi, o Cuma da Medine'de Mescid-i Nebevi minberinde hutbedeydi. Orada konuşurken, bir ara sözleri arasında.: “Yâ sâriyetu el-cebele, el-cebele!.: Ey Sâriye, dağa, dağa çekil!” buyurdu.
(Taberî, Tarihü'l-Ümem ve'l-Mülûk, 2:380; Ebû Nuaym, ed-Delâil, 3:210,211; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:370; Süyûtî, Târihü'l-Hulefâ, s.128; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7:131)

OSMAN radiyallahu anhu’nun şehâdet kanının Bakara 2/137 âyeti üzerine düşmesi..

Resim---Ebû Saîd el-Hudrî radiyallahu anhu.: “Mısırlılar Hz. Osman’ın odasına girdiğinde Mushaf onun önündeydi. Göğsünün üzerine vurduklarında kan.:

…إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---“…Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızı çok iyi GÖRENdir..” (Bakara 2/137)

Âyet-i kerîmesinin üzerine aktı.” buyurdu.
(Kurret bin Eyas radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Mukaddime: 6)

HAYBER’de, HAYDÂR ALÎ kerremullahi veche’nin Hârikalıkları..:

Resim---Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Hayber önlerine varınca şöyle DUÂ etti:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Ey göklerin ve gölgelediklerinin RABBi olan ALLAH!
Ey yerlerin ve üstündekilerin RABBi olan ALLAH!
Ey şeytanların ve saptırdıklarının RABBi olan ALLAH!
Ey rüzgârların ve savurduklarının RABBı olan ALLAH!
Biz, SENden şu şehrin hayrını ve iyiliğini, halkının hayrını ve iyiliğini, bu şehirde bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz.
Onun şerrinden, halkının şerrinden, içinde bulunan her şeyin şerrinden SANA sığınırız!”
buyurmuştur..

(Sîre, 3:343; Zâdü'l-Mead, 2:148.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, ALLAH ve RESÛLü onu sever, o da ALLAH ve RESÛLÜnü sever. ALLAH, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir.” buyurmuştur..
(Sîre, 3:349; Tabakât, 2:111; Buhari, 3:51; Müsned, 3:353)

Resim---Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı.
Bu heybetli görünüşüyle.:
“Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere aslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır.” diye haykırıp övünüyordu.
Cesâret kahramanı ALİ kerremallahu vechehu, duyduklarına aldırış etmeden şu mukabelede bulundu.: “Ben de annemin bana Haydar (arslan) adını taktığı adamım. Cesârette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!.”
buyuruyordu.

(Sîre, 3:347; Tabakât, 2:112; Taberî, 3:94; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:357)

Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, “Esedullah” (ALLAH'ın arslanı) ünvanının sahibi olan ALİ kerremallahu vechehu karşısında dayanamayıp, kafası ZÜLFİKÂRLa ikiye bölünerek yere düştü..
(Tabakât, 2:112; Müsned, 4:52.)

Resim---Manzarayı gören Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sevininiz! Hayber'in fethi artık kolaylaştı!.” buyurarak mücahidleri müjdeledi..
(Megazî, 2:657)

4-) AKLen dahi KuL =>RABB’ısının DOStudur.. Pek çok âyet-i celîler vardır..

مِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---"Ve mine’n- nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, enne’l- kuvvete lillâhi cemîan, ve enneLLÂHe ŞEDÎDu’l- azâb (azâbi).: Ve insanlardan bir kısmı, Allah’tan başka “eş ve ortak (putlar)” edinenler, onları (eş ve ortak edindikleri şeyleri), Allah’ı sever gibi severler. (Oysa) âmenû olanların Allah’a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir. Ve zulmedenler, azâb görecekleri (azâba uğrayacakları) zaman, bütün kuvvetin tamamen Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın şiddetli azâbı olduğunu keşke görselerdi (bilselerdi).” (Bakara 2/165)

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---“E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

5-) Hadis-i Kudsî olarak meşhur olan:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu zü’L- CELÂL.: “Kul bana, kendisine farz kıldığım şeyleri edâ etmekle yaklaştığı kadar başka hiçbir amel ile yaklaşamaz.. Farzlarım yanında nâfile ibâdetlerle de kulum bana yaklaşır, nihâyet ben onu severim. Ben onu sevdim mi, onun işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dili anlayan kalbi, eli ve yürüyen ayağı olurum. O benimle duyar, benimle görür, benimle konuşur ve benimle yürür.” buyurdu.” buyurdu.
(Buhârî-sahih Rikak, 39; İmâm Ahmed, Müsned 6/256)

MuhaMMedî Velîlere ikrâm edilen bütün bu lütûf, ihsân ve ikrâmlar, ALLAHu zü’L- CELÂL’in vâdidir.:

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Resim---“Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn (ferhebûne).: Ey İsrailoğulları! Sizi ni'metlendirdiğim o ni'metimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin (verdiğiniz sözü tutun ki). Ve (böylece) BEN de size olan ahdimi yerine getireyim (sizleri vaadettiğim cennetime alayım). Ve (ahdinize sadık kalmakta) artık sadece BENden korkun.” (Bakara 2/40)

Çünkü onlar, VeLîyuLLAH olarak MuhaMMedî YOLu izlerler. Kalender, sessiz, gösterişsiz, yumuşak ve seçkin kimselerdir. Öyle ki.:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Saçı-başı dağınık, üstü başı toz-toprak içinde, vücûdunun üst ve altını örtmek için sadece iki eski elbisesi olan ve kendilerine (halkça) önem verilmeyen nice kimseler vardır ki, eğer onlar (“bir şey olsun!.” diye) ALLAH’a yemin etse, ALLAH celle celâluhu, onu yalancı çıkarmaz.”buyurmuştur.
(Buhârî-icâre 12; Müslim-Birr 138)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Tahkik MuhaMMedî KâmiL-ÂRif ÂŞıkLarı târif buyururken.:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH celle celâlihu’nun Dostları/Evliyâullah onlardır ki kendilerine bakıldığında ALLAH celle celâlihu hatırlanır.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu dan; Hâkim; Ebu Nuaym (mürselen) Saîd İbni Cebir o da Saîd radiyallahu anhu dan)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Arkadaşlarınızın (meclis kurduğunuz dostlarınızın) en hayırlısı, kendisini gördüğünüz zaman ALLAH celle celâlihu’yu hatırlatan, konuştuğu zaman ilminizi arttıran, amel işlediğinde size âhireti hatırlatan kişidir.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu dan; Hâkim, Harâiti ve İbn Neccar)

Kerâmet, ALLAH TeÂLÂ’nın Velîlerine ikrâmıdır.
İstemeden verilen, velînin hiçbir isteği ve iddiası olmadan, lâzım ve lâyıksa oluşur ve bir hayra vesile olur.
Kerâmet iddiasında bulunmak ise, çok korkunç bir sonuç demektir. Kerâmetin negatifine/menfisine uyan, sonuçta cennete değil de, cehenneme, istidrac/tedricen, derece derece şaşkınlık içinde çıkar ve sermâyesini burada İblis’e teslim eder!. ALLAH korusun!.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön