1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 10 Şub 2018, 07:32
gönderen kulihvani
Resim

KUR'ÂN-ı KeRîM’de,
İNSÂNoğLu EMÂNeti..


dOKUz DELik İnsÂN NEYyi
ESMÂuLLAH=>KÜLLî ŞEYyi
AKIL<->NAKİL>BÂZÂRInda
KUL->kÖLesi ==>AĞA BEYyi!.

=>İkİ GÖZLe =>İkİ KULak
BAK ki GÖR!.-İŞit ki DUYmak
İkİ BURUN DELik.. ve TEK Ağız
KOKLamak..KONUŞmak-TATmak!.


ZEVK 8704

AKLen-ŞEKLen Bir GÜZELLik ESMÂdan>EŞYÂ NİCELik
NAKLen-HAKLen Bir ÖZELLik SIFattan>ZÂT’a NİCELik
DUYuş-UYuş PENCEResi
GİRen-ÇIKan HANÇEResi
GÖZ-KULak-BURun ve Boğaz.. KAFAmdaki YEDi DELik!.


09.02.18 13:24
brsbrsm..tktktrstkkmdseherdeyhyylhuuu..


NiceLik:
1-) Bir şeyin somut bir şekilde sayılabilen ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar, kantite .. örnek; 100 adet elma gib..
2-) Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları..
3-) Matematikte genellikle sayılabilen, toplamı doğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik..

NiteLik:
Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet.. sayılamayan, ölçülemeyen bir değer, özellik..

İnsÂNoğlunun AKıL MUHiTi Kafa Tası 7 DELikLidir ki;
İkİ GÖZLe, İkİ KULak, İkİ BURUN ve TEK Ağız..
İnsÂNoğlunun NAKiL MerKEZi i KALB KAZANı 4 ÖZELLikLidir..
ZÂHiR BÂTıN EVVeL ÂHiR..


Resim

KUR'ÂN-ı KeRîM’de İNSÂNoğLunun AKIL TASın 7 DELiKLiği ..

Resim

1-) İnsÂN Çok ZâLiM ve CâHiLdir..

Kur'ÂN-ı Kerîmde , Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---"İnnâ aradnâ’l- emânete alâ’s- semâvâti ve’l- ardı ve’l- cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâ’l- insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ (cehûlen).: Muhakkak ki BİZ, EMÂNETi göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve İnsÂN onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zâlimdir, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)


Emn: Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
İmân: İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.
Eman: Korkusuzluk. Af ve yardım dileme. Eminlik. Aman.
Emânet: Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey..


Bu Âyet-i kerîmede geçen “EMÂNET” umumiyetle, İnsÂNın RABB’ine karşı mes’ûliyetini yâni dînî emirleri yerine getirmekle mükellef, TAHKîK İMÂN Sahibi olmasını ifâde eder. İnsÂNoğlu, bu EMÂNETi;
BİLip, BULup, OLmakta AkıL İLMimiz,
“Hak ve Hayr” ile Bâtıl ve ŞERr” den bir YOLu Tercih etme İRADEmiz,
Ve bu İNANcımızı DORUĞa çıkarıp kullanma kâbiliyetimiz olan “İDRAK”ımız,
Fiilen İŞTİRAKLa YAŞA!.ma Melekemiz OLup; Bize, BİZi Yaratan ALLAHu zü’L- CeLÂL’in EZELden-ELEStten bir İlahî EMÂNettir..

Bu EMÂNET; Bu ÂLemde MevCÛD OLÂN; CÂNsız Cisimler, BitkiLer ve HayvanLar içinde sâdece TÜMM ESMÂ=>AKIL YÜKLenmiş olan İnsÂNa oğluna tevdî edilmiş/emânet olarak verilmiştir. Bu Özellik ve güzelliği ile diğer bütün mahlûkâttan ayırılmıştır. Ve Bu Muhteşşem ve Muazzam KULLuk İmtihÂNı YÜKü, İslâmla Mükellef her NEFSin BOYNunda son nefese kadardır..

Âyet-i kerîmede EMÂNETin yerlere, göklere ve dağlara teklif edilmesi, onların da bu teklîfi reddetmesi, cemâdât olarak bildiğimiz varlıkların bile EMÂNETin mükellefiyetinin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sâhip olduğunu göstermektedir..;


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---"Lev enzelnâ hâzâ’l- kur’âne alâ cebelin le raeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Eğer Biz, bu KUR’ÂN’ı, dağa indirseydik, O’nu mutlaka, ALLAH’ın korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misâlleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar tefekkür ederler.”
(Haşr 59/21)


Bu âyet-i kerîmeden de anlaşıldığı gibi, cemâdâttan/cansızlardan olan dağlar bile, İlâhî Emirlere karşı hissî ve fiilî aksülamellerde bulunabilecek varlıklardır.
Cenâb-ı Hak, İnsÂNın çok zâlim ve çok câhil olduğu için mes’ûliyetten korkmadığını ve “EMÂNET”i yüklendiğini bildiriyor..

ZULMün zıddı “ADL”dir..
ADL, aynı zamanda amel-i sâlih mânâsında kullanıldığından, zulme düşmemek için bolca sâlih amel işlemeye gayret etmek gerekmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Asr Sûresi’nde İnsÂNın hüsrandan kurtulması için sâlih amel sâhibi olmasının zaruretini bildirir..;


وَالْعَصْرِ
Resim---"Ve'l- asri.: Asra yemin olsun.” (Asr 103/1)

إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ
Resim---"İnne'l- insâne le fî husr (husrin).: Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.” (Asr 103/2)

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Resim---"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.: Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.” (Asr 103/3)

CEHLin zıddı ise İLİMdir.
İLİM de zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki çeşittir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh-, hakîkî ilmin bu iki çeşit ilmi cem’ etmeye bağlı olduğunu şu şekilde ifâde etmektedir:
“Hakîkî âlimler, yâni peygamber vârisleri, zâhirî ve bâtınî ilimleri cem eden âlimlerdir!”

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:;


أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---"Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırate ve yercû rahmete rabbihî, kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler." (Zümer 39/9)

Zemahşerî, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der:
“ALLAHu zü’L- CeLÂL, bilenler ifâdesiyle tâat ve ibâdet eden kimseleri, bilmeyenler ifâdesiyle de böyle olmayan kimseleri kasdetmiştir. Böylece kânitleri, yâni tâat ve ibâdet edenleri âlimler saymıştır ki bununla, ameli olmayanın gerçek âlim olmayacağına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu âyette ilimleri az olup sonra da itaat ve ibâdette bulunmayan, hem de o ilimlerine aldanarak dünya husûsunda fitneye düşen kimseler için büyük bir ayıplama vardır. O hâlde bunlar Allâh katında câhil kimselerdir.” (Keşşâf, V, 156)

Âyet-i kerîmeler GEREĞİNCE, “amel-i sâlih” sâhibi olup zâhirî ve bâtınî ilmimizi irfâna dönüştürebildiğimiz nisbette “zalûm” ve “cehûl” sıfatlarından kurtulmuş oluruz. Yâni bu mânevî hastalıkları tedâvî etmek için ilmî sermâyenin yanında kalbî sermâye de lüzumludur.
Ayrıca yukarıdaki âyet-i kerîmelerde ALLAHu zü’L- CeLÂL, İnsÂNın, İlâhî Esrâr ve Azametten gâfil olarak yaşaması netîcesinde dûçâr olacağı bedbahtlığı da bildirmektedir..


Mesnevî şârihi Tâhiru’l-Mevlevî,
İnsÂNın yüklendiği bu mes’ûliyetin ağırlığını şöyle dile getirir:


Eli boş gidilmez gidilen yere,
Rabbim, boş gelmedim ben suç getirdim!..
Dağlar çekemezken o ağır yükü,
İki kat sırtımda pek güç getirdim!.

KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 18 Şub 2018, 06:48
gönderen kulihvani
Resim

2-) İNSÂN ACeLeCidir..

Kur'ÂN-ı Kerîmde , Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;

ALLAHu Teâlâ, İnsÂN psikolojisinin bu husûsiyetini şöyle beyân buyurmaktadır;


خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
Resim---"Hulika’l- insânu min acelin, se urîkum âyâtî fe lâ testa’cilûni.: İnsan aceleci olarak yaratıldı. Size âyetlerimi göstereceğim. Artık Benden acele istemeyin.” (Enbiyâ 21/37)

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً
Resim---"Ve yed’ul insânu bi’ş- şerri duâehu bi’l- hayr (hayri), ve kâne’l- insânu acûlâ (acûlen).: İnsan, (sanki) onun duası hayırmış (gibi) şerre dua eder. İnsan, çok aceleci olmuştur.” (İsrâ 17/11)

İnsÂN hayrı istediği gibi, şerri de ister ve yaptıkları ile onu dâvet eder. Bunun sebebi İnsÂNın pek aceleci olmasıdır. Sabır ve tahammül zor geldiği için sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını taleb eder. Bu davranış ise zaman zaman istenmeyen bir netice ile sonuçlanır.
Nitekim Mecelle’de: “Kim bir şeyi vaktinden evvel isti’câl eyler ise mahrûmiyetle cezâlandırılır.” Yâni bir şeyin vaktinden önce acele olarak gerçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmek sûretiyle cezaya dûçar kılınır, denilmiştir.
İnsÂNın aceleci vasfının bir tezâhürü de onun kolay elde etme iştihâsında olmasıdır. Zîrâ o âhiret saâdetini, dünyada yaşamak ister. Bu sebeple İnsÂNların birçoğu âhireti bırakır da dünyaya meyleder. O büyük âhiret mükâfâtına ehemmiyet vermediği gibi o acıklı azâbı da düşünmez. Aceleciliğinden dolayı hayır ve şerri birbirinden ayırmadığı için âkıbetini hesâba katmaz. Âyet-i kerîmede İnsÂNın bu aldanışı şöyle beyân buyrulur:


كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ
Resim---"Kellâ bel tuhıbbûne’l- âcilete.: Hayır, bilâkis siz çabuk geçeni (dünya hayatını) seviyorsunuz.” (Kıyâme /20)

وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ
Resim---"Ve tezerûne’l- âhirate.: Ve ahireti terkediyorsunuz.” (Kıyâme /21)

Gerçekten İnsÂN, öfkelendiği, bir sıkıntıya düştüğü ve güçlüklerle karşılaştığı zaman, muhâtaplarına çok kolaylıkla bedduâ edebilmektedir. Hâlbuki bu zor ve güç durumlardan sabır ve metânetle kurtulmaya çalışmak gerekir. Ancak aceleci yapısı ile İnsÂN, böyle durumlarda ümitsiz ve kötümser bir hâlet-i rûhiye içinde, bâzen de teessürünün çokluğundan: “Allâh’ım, cânımı al da, beni bu sıkıntıdan kurtar!.” gibi sözlerle kendisi için bedduâ eder ki, bunlar aslâ doğru değildir.

Resim---Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: “Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem son derece zayıflamış bir hastayı ziyâret etti ve: "Allah’a bir şey için duâ ediyor muydun veyâ O’ndan bir şey istiyor muydun?» diye sordu.
Hasta şöyle cevap verdi: “Evet. Allâh’ım! Bana âhirette vereceğin cezâyı bu dünyada hemen peşin olarak ver!” diye duâ ederdim.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sübhânallâh! Senin buna gücün yetmez. Şöyle duâ etseydin olmaz mıydı?: Allâh’ım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru!.” buyurdu.
Bunun üzerine adam bu duâyı yaptı ve şifâ buldu.”
buyurdu.
(Müslim, Zikir, 23/2688; Tirmizî, Deavât, 71/3487)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Başına bir musîbet geldi diye hiçbiriniz ölümü temennî etmesin. Mutlaka böyle bir şey temennî etmek zorunda kalırsa: “Allâh’ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür!.» desin.” buyurdu.
(Buhârî, Merdâ, 19; Deavât, 30; Müslim, Zikir, 10, 13)


Bundan dolayı mü’minler, bedduâ etmemeli, sabır ve ihtiyat ile hayra nâil olmak için duâ etmeli, faydalı hizmetleri yapmaya çalışıp hayra dâvet etmelidir. Âyet-i kerîmede tavsiye buyrulduğu üzere:

وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---"Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr(nâri).: Ve onlardan (insanlardan) kim: “Rabbimiz bize dünyada hasene (güzellik ve iyilikler) ver ve ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi ateşin azabından koru.” derse...” (Bakara, 201)

KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 16 Nis 2018, 22:23
gönderen kulihvani
Resim

3-) İnsÂN Menfaatine Çok Düşkündür.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde/Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL.:

وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ
Resim---"Ve izâ ezaknân nâse rahmeten ferihû bihâ, ve in tusıbhum seyyietun bimâ kaddemet eydîhim izâ hum yaknetûn (yaknetûne).: Ve insanlara rahmet tattırdığımız zaman onunla ferahlarlar (şımarırlar). Ve eğer, elleri ile takdim ettiklerinden dolayı onlara bir kötülük isabet ederse o zaman onlar, ümitsizliğe düşerler.” (Rûm 30/36)

قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُواْ هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
Resim---"Kul bi fadlillâhi ve bi rahmetihî fe bi zâlike felyefrehû, huve hayrun mimmâ yecmeûn (yecmeûne).: De ki: “Allah’ın fazlı ve O’nun rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, onların topladıkları şeylerden (dünya mallarından) daha hayırlıdır.” (Yûnus 10/58)

Fakat bu sevinç ve ferahtan maksat, nîmet veren ALLAHu zü’L- CeLÂL’i tanıyarak, hamdine idrâk ve ve şükrüne iştirak ederek sevinmektir. Yoksa yaratanını unutup, kendisi kazandım zannedip nefsinin hevâ ve hevesine uyup şımardıkça şımarmak Kur'ÂN-ı Kerîmde.:

إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ
Resim---"İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu minel kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulî kuvveti, iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbul ferihin (ferihîne).: Karun, Musa (aleyhisselâm)’ın kavmindendi. Sonra onlara karşı azdı. Ona hazineler verdik. Öyle ki gerçekten onun anahtarlarını mutlaka kuvvetli bir topluluk zor taşıyordu. Kavmi ona: "Sevinme (gururlanma), muhakkak ki Allah şımaranları (gururlananları) sevmez." demişti.” (Kasas 28/76)

KULLuk İmtihÂNı gereği İnsÂNoğlunun menfaat-perestliği HAKk TeÂLÂ’ya KULLuğunu bile menfaatına göre yaptığı Kur'ÂN-ı Kerîmde/âyet-i kerimede.:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
Resim---"Ve mine’n- nâsi men ya’budullâhe alâ harf (harfın), fe in asâbehu hayrunıtmeenne bihî, ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî, hasire’d- dunyâ ve’l- âhırate, zâlike huve’l- husrânu’l- mubîn (mubînu).: İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, Allah’a az (bir ucundan, az, gönülsüz) ibâdet eder. Ona bir hayır isabet etse onunla tatmin olur. Ve bir fitne isabet etse yüz geri döner. (Onlar), dünyada ve âhirette hüsrandadır. İşte o, apaçık hüsrandır.” (Hacc 22/11)

Re: KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 26 Nis 2018, 22:20
gönderen kulihvani
Resim

4-) İnsÂN ALLAHu zü’L- CeLÂL’e Karşı Pek Nankördür.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde /Âyet-i CeLîLede, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;

إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ
Resim---"İnnel insâne li rabbihî le kenûd (kenûdun).: Muhakkak ki insan, RABBine (karşı) gerçekten çok nankördür.” (Âdiyât 100/6)

وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ
Resim---"Ve innehu alâ zâlike le şehîd (şehîdun).: Hiç şüphesiz buna kendisi de şahiddir.” (Âdiyât 100/7)

NisyÂN/unutmak kökünden olan İNsÂN, öylesine kaptırır ki hayat seline kendisini..:

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُورًا
Resim---"Ve izâ messekumu’d- durru fî’l- bahri dalle men ted’ûne illâ iyyâhu, fe lemmâ neccâkum ilâ’l- berri a’radtum, ve kâne’l- insânu kefûrâ (kefûren).: Ve size, denizde bir darlık (tehlike) dokunduğu zaman, sadece O hariç, dua ettikleriniz sapıp gider. Fakat sizi, karaya çıkarınca (kurtarınca) yüz çevirirsiniz. Ve insan çok nankördür.” (İsrâ 17/67)

أَفَأَمِنتُمْ أَن يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ أَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لاَ تَجِدُواْ لَكُمْ وَكِيلاً
Resim---"E fe emintum en yahsife bikum cânibel berri ev yursile aleykum hâsiben summe lâ tecidû lekum vekîlâ (vekîlen).: Öyleyse sizi, kara tarafında yere geçirmesinden (geçirmeyeceğinden) veya sizin üzerinize, taş yağdıran bir fırtına göndermesinden (göndermeyeceğinden) emin mi oldunuz? Sonra sizin için bir vekil (koruyucu) bulamazsınız.” (İsrâ 17/68)

أَمْ أَمِنتُمْ أَن يُعِيدَكُمْ فِيهِ تَارَةً أُخْرَى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفا مِّنَ الرِّيحِ فَيُغْرِقَكُم بِمَا كَفَرْتُمْ ثُمَّ لاَ تَجِدُواْ لَكُمْ عَلَيْنَا بِهِ تَبِيعًا
Resim---"Em emintum en yuîdekum fîhi târaten uhrâ fe yursile aleykum kâsıfen miner rîhı fe yugrikakum bimâ kefertum summe lâ tecidû lekum aleynâ bihî tebîâ (tebîan).: Başka bir sefer sizi oraya (geri) döndürmesinden böylece sizin üzerinize kâsif (şiddetli, deviren) bir fırtına gönderip, inkârlarınızdan dolayı sizi (denizde) boğmasından emin mi oldunuz? Sonra Bize karşı (boğulmamanız) için (sizi koruyacak) bir yardımcı bulamazsınız.” (İsrâ 17/69)

Bunu o kadar uç sınırlara taşır ki; Ni’met verirse: “RABBım bana ikram etti” derken darda zorda kalırsa: “RABBım bana ihânet etti” der.:

فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ
Resim---"Fe emmâl insânu izâ mâbtelâhu rabbuhu fe ekramehu ve na’amehu fe yekûlu rabbî ekrameni.: Fakat insan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip, böylece ona ikram eder ve onu ni’metlendirirse, o zaman: “Rabbim bana ikram etti.” der.” (Fecr 89/15)

وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ
Resim---"Ve emmâ izâ mâbtelâhu fe kadera aleyhi rızkahu fe yekûlu rabbî ehâneni.: Ve fakat, ne zaman onu imtihan edip, böylece onun rızkını ölçülü verirse (daraltırsa), o zaman: “Rabbim bana ihanet etti.” der.” (Fecr 89/16)

Halbuki akl-ı silm her MuhaMMedî Mü’min bilir ki =>KULLuk imtihÂNı bu iğreti, gelgeç ve ölümlü ÂLEMde Hayrla da Şerlede denenmektir.:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve neblûkum bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneten, ve ileynâ turceûn (turceûne).:[/color][/b] Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 21/35)

Buyurulmaktadır. İnsÂN bu durumun şuurunda olmazsa bu menfî duygular nihâyette onu küfre kadar sürükleyerek kendisini yaratan Yüce Rabbine karşı hasım hâline bile getirebilir. Çünkü onun nazarı fazîlete değil, dünyanın gelip geçen boş sevdâlarına yönelmiştir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

KULLuk İmtihÂNının;
EMRedilen İMÂMun Mubîne UYuş ve sonUÇu HizBuLLAH,
Yasaklananı ise Hasımun Mubîn OLuş ve HizbuŞŞeytÂNdır..


خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Resim---"Halaka’l- insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin (mubînun).: İnsanı bir nutfeden yarattı. Böyle olmasına rağmen o, apaçık hasım (düşman)dır.” (Nahl 16/4)

أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Resim---"E ve lem yera’l- insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubîn (mubînun).: İnsan, onu bir nutfeden nasıl yarattığımızı görmedi mi? Sonra da Bize (karşı) apaçık hasım (düşman) oldu.” (Yâsîn 36/77)

Re: KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 24 May 2018, 16:18
gönderen kulihvani
Resim

5-) İnsÂN Harîs ve Cimridir.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde /Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;
ALLAH celle celâlihu, Kur'ÂN-ı Kerîmde MuhaMMedi Mü’mini uyarmaktadır ki;


كَلَّا بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ
Resim---"Kellâ bel lâ tukrimûne’l- yetîm (yetîme).: Hayır, bilâkis siz yetime ikram etmiyorsunuz.” (Fecr 89/17)

وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ
Resim---"Ve lâ tehâddûne alâ taâmi’l- miskin (miskîni).: Ve yoksulları doyurma konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (Fecr 89/18)

وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلًا لَّمًّا
Resim---"Ve te’kulûnet turâse eklen lemmen.: Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.” (Fecr 89/19)

وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا
Resim---"Ve tuhıbbûne’l- mâle hubben cemmen.: Malı “bir yığma tutkusu ve hırsıyla” seviyorsunuz.” (Fecr 89/20)

KULLuk İmtihÂNı gereği insÂNın fıtrî yapısında negatif özellikler hazır beklemektedir.:

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا
Resim---"İnne’l- insâne hulika helûâ (helûan).: Gerçekten, insan, “bencil, tamahkâr ve hırslı” olarak yaratıldı.” (Meâric 70/19)

إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا
Resim---"İzâ messehu’ş- şerru cezûâ (cezûan).: Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.” (Meâric 70/20)

وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا
Resim---"Ve izâ messehu’l hayru menûâ (menûan).: Ona bir hayır dokunduğunda (mal elde ettiğinde) engelleyici olur (veya cimrilik eder).” (Meâric 70/21)

وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
Resim---"Ve innehu li hubbi’l- hayri le şedîd (şedîdun).: Ondaki mal sevgisi/hırsı pek şiddetlidir.” (Âdiyât 100/8)

Âyet-i kerîmede dünya malı için “hayr” tâbirinin kullanılmasının sebebi, İnsÂN fıtratının ona meyletmesi, çoğu İnsÂNın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir ki, âyette bu zan kötülenmiştir. Yâni İnsÂN, mal ve serveti mutlaka “hayır” sanarak sevdiği için cimridir, eli sıkıdır. ALLAH celle celâlihu için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in verdiği nîmetlere nankörlük edip şükrünü yerine getirmeyen bahçe sâhiplerinin ulaştıkları acı sonları Kur'ÂN-ı Kerîmde örnek gösterilmektedir:


“Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız. Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi. Ve bir istisna yapmıyorlar. Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı. Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu). Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler. Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin! Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar. Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin. Ve (yoksulları) men etmeye güçleri yetecek (diye) sabah erkenden gittiler. Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.” dediler. Hayır, biz mahrum olan kimseleriz. Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (Allah’ı) tesbih etmiyorsanız, olmaz (tesbih etmeniz gerekir) demedim mi?” dedi. “Bizim Rabbimiz Sübhan’dır (yücedir, herşeyden münezzehtir). Muhakkak ki biz, zalim kimseler olduk.” dediler. Bunun üzerine birbirlerine, kınayarak karşılık verdiler. Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, haddi aşan kimseler olduk. Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz. Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.” (Kalem 68/16-33)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde İnsanlık için yakışmayan kötü ve çirkin sıfatları da BUYurup DUYurmaktadır.:

Bu kötü sıfatları taşıyanlar için Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:


وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ
Resim---"Veylun li kulli humezetin lumezetin.: Arkadan çekiştirmeyi ve kaş-gözle alay etmeyi alışkanlık haline getirenlerin hepsinin vay haline!” (Hümeze 104/1)

الَّذِي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ
Resim---"Ellezî cemea mâlen ve addedehu.: O ki, malı toplardı ve onu, tekrar tekrar sayardı.” (Hümeze 104/2)

يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ
Resim---"Yahsebu enne mâlehû ahledehu.: Malının onu ebedî kılacağını sanıyor.” (Hümeze 104/3)

كَلَّا لَيُنبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِ
Resim---"Kellâ le yunbezenne fî’l- hutameti.: Hayır, o mutlaka hutameye (tutuşturulmuş ateşe) atılacak.” (Hümeze 104/4)

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُورًا
Resim---"Kul lev entum temlikûne hazâine rahmeti rabbî izen le emsektum haşyete’l- infâk (infâkı), ve kânel insânu katûrâ (katûran).: De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazineleri(ne) mâlik (sahip) olsaydınız, o zaman infâk (harcanıp tükenecek) korkusu ile (onu) mutlaka (elinizde) tutardınız.” İnsan çok cimridir.” (İsrâ 17/100)

Re: KELÂMuLLAHta İNSÂNoğLu EMÂNeti..

Gönderilme zamanı: 15 Tem 2018, 21:25
gönderen kulihvani
Resim

6-) İnsÂN Kıskanç ve Hasedçidir.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde/Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;
Hased, tüm kötülüklerin ANAsıdır ki kalb hastalığıdır..


أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
Resim---"Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).: Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere hased mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik.” (Nisâ 4/54)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hadisi şerifinde hasedden sakındırarak onun zararını şöyle haber vermektedir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hased etmekten sakının. Zîrâ hased, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 44)

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim---"Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ (sulhan). Ves sulhu hayr (hayrun). Ve uhdıratil enfusu’ş- şuhh (şuhha). Ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ (habîran).: Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır. Nefsler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve takva sahibi olursanız, o taktirde, muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdâr olandır.” (Nisâ 4/128)

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Vellezîne tebevveu’d- dâre ve’l- îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcera ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yu’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsatun, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn (muflihûne).: Ve onlardan önce (Medine’yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, hased) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.” (Haşr 59/8)


Resim

7-) İnsÂN Zayıf Yaratılmıştır.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde/Âyet-i CeLîLede ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BUYruğu;
Bu hayatta tüm hayvan yavruları çok kısa sürede başlarının çâresine bakarken, İnsÂN yavrusu uzun yıllar bakıma ve muhafazaya muhtaçtır..:


اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
Resim---"Allâhullezî halakakum min da’fin summe ceale min ba’di da’fin kuvveten summe ceale min ba’di kuvvetin da’fen ve şeybeten, yahluku mâ yeşâu, ve huve’l- alîmu’l- kadîr (kadîru).: O Allah ki, sizi güçsüz (zayıf) bir şeyden (nutfeden) yarattı. Sonra zayıflığın ardından (sizi) kuvvetli kıldı. Sonra (sizi), kuvvetin ardından zayıf ve ihtiyar kıldı. O (Allah), dilediğini yaratır. Ve O; Âlim’dir (en iyi bilen), Kaadir’dir (herşeye gücü yeten).” (Rûm 30/54)

İnsÂN, güçlü kuvvetli olduğu gençlik dönemine aldanarak ALLAHu zü’L- CeLÂL’e karşı isyana dalmamalıdır. Zîrâ bu kuvvetin ardından muhakkak bir zzayıflık ve tükeniş dönemi gelecektir. İhtiyarlıkta duyulan pişmanlık ise elden kaçırılan fırsatları geri getirmeyecek, rûhun hasret ve ıztırâbını dindiremeyecektir. İnsÂNın bu hazîn âkıbeti âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
Resim---"Ve men nuammirhu nunekkishu fî’l- halk (halkı), e fe lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve kimin ömrünü uzatırsak, onun yaratılışını tersine çeviririz (kuvvetini gideririz). Hâlâ akıl etmezler mi?” (Yâ-sîn 36/68)

Fizyolojik yapısı itibâriyle birçok za’fiyet taşıyan İnsÂN, aslında Psikolojik yönden daha büyük bir za’fiyet içindedir. Bu iki yöne de işâret eden âyet-i celîlede.:

وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا
Resim---"Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti en temîlû meylen azîmâ(azîmen).: Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir meyille (şehvete) meyletmenizi isterler." (Nisâ 4/27)

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا
Resim---"Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).: Allah sizden (tövbelerinizi kabul ederek yükünüzü) hafifletmeyi diler. Ve insan zayıf yaratıldı.” (Nisâ 4/28)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, İnsÂNın irâde, hâfıza ve azim yönünden zayıflığını ki, kısaca nisyan/unutkanlık İnsÂNlığını Âdem aleyhisselâm’ın şahsında şöyle ifâde eder.:

وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Resim---"Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ (azmen).: Ve andolsun ki Âdem (aleyhisselâm)’a ahd verdik, fakat o unuttu. Ve onu, azîmli bulmadık.” (Tâhâ 20/115)

Nitekim “İnsÂN” kelimesinin iki ayrı kökten türediği söylenir. Birincisi, unutma mânâsındaki “nisyan”dır. Âyet-i kerîmede ifâde edildiği gibi Âdem aleyhisselâm, ALLAHu zü’L- CeLÂL ile yapmış olduğu ahdi unutmuştur. İkincisi ise “ünsiyet”tir ki, İnsÂN bulunduğu yere çabucak alışır, ülfet eder ve âdeta o yerin rengine boyanır ki, dünyaya düşkünlüğü de bundandır..

MuhaMMedî Müslim- Mü’minin;
Her Yerde, Her Zaman, Her Halde, Her Nefeste;
FakriYyet, Acziyyet, ZiLLet ve İLLet İçinde Yaratılmakta olduğu gerçeğini asla unutmamalıMuhaMMedî BİZ BİR-İZ BİLeLiği İLELiği içinde, AzametuLLAH ve KudretuLLAH idrakında Yaşamalıdır;


وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحًا إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Resim---"Ve lâ temşi fî’l- ardı merahan, inneke len tahrika’l- arda ve len tebluga’l- cibâle tûlâ (tûlen).: Ve yeryüzünde azametle (aşırı sevinçle, gururla) yürüme! Muhakkak ki sen, yeryüzünü asla tahrik edemezsin (hareket ettiremezsin). Ve asla dağların boyuna erişemezsin (dağ kadar yüksek olamazsın).” (İsrâ 17/37)

Beden-Nefis-Kalb-Ruh-Sır-Hâfi-Ahfâ-Akdes Sistemini taşıyan İnsÂNoğluna her türlü imkÂN verilerek imtihÂNa sokulmaktadır..

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---"Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu biçim verip-dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr 15/29)

Rûh ise Kablodaki CERR-yÂN gibidir ve Şahdamarımızdan da AKREB RABBımızın EMR Âleminden EMRen GELmektedir.:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---"Ve yes’elûneke anir rûhı, kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

KuLLuk İmtihÂNımızın sorumlusu Dört Unsurumuzdan;
Beden-Nefs Kesâfetinden kurtulup Kalb-Rûh Letâfetiyle BİLE-Lik..


nOt.:

1964 yılıda Adana Erkek Lisesi’nde Leyl-i Meççâne okurken Türk Ocağı gençleri olarak “İman ve Aksiyon” konferansına dâvet ettiğimiz ve “böğelek” şiirimi kendisine okuduğum da takdir eden Merhûm Necib Fâzıl Hocam ne güzel ve İÇLi aksettirir bu “Abd ve RABB” BİZliğini.. Ruhu ŞÂD OLsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Ben’de sıklet, Sen’de letâfet,
ALLAH’ım, affet!.
Latîf’ten af bekler kesâfet,
ALLAH’ım, affet!.
Etten ve kemikten kıyâfet,
ALLAH’ım, affet!..


Necib Fâzıl Kısakürek