Re: BİZim YÛNUS!. ks.
Gönderilme zamanı: 30 Oca 2018, 13:17
gönderen kulihvani
SİVRİHİSAR KÖYÜ ve KALESİ:
Sivrihisar köyü, Aksaray ilinin Gelveri Bucağına/Güzelyurt İlçesine bağlı, buraya 5 km. mesâfede bir köydür. 27 hâneye sahip olup, Aksaray’a 55 km. mesâfededir. Halkı Selânik Muhaciridir. Bugün altyapı tesisleri bakımından çok geridir, fakat geçmişte önemli bir merkez olduğu kesin. Köyün kuzeyinde ve hemen üstünde Sivrihisar Kalesi (Halk: “kale” diyor.) bulunmaktadır. Köy, bu kalenin eteğindedir. Sivrihisar Kalesini tetkik etmek için, buraya 1983 Eylülünde bir ekiple gittik. Ekipte Etnografya Müzesi Müdürü Osman Aksoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı Millî Folklor Araştırma Dairesi Başkan Yardımcısı Hayrettin İvgin, Arkeoloji Asistanı İsmail Hakkı Beyoğlu, Yûnus Emre hakkında bir hayli emek vermiş olan Kırşehirli Ekrem Kültepe ile birlikteydik. Osman ve İsmail Hakkı Beyler, Kale’de Horasan harcı kullanıldığını, muhtemelen önceki yapıya ilâveler yapıldığını söylediler. Kale, bugün harabe durumdadır.
Kale’nin içinde aşağılara doğru inen gizli yolun ağzı/kapısı durumunda bir delik bulunmaktadır. Bu yeraltı yolu, Damlacık denilen Pınara kadar iniyormuş. İniyormuş diyoruz, çünkü Gelveri-Sivrihisar yolunun yapılışında atılan dinamitlerle iyice kapatılmış. Çalışmalarını ve eserlerini takdirle karşıladığımız İbrahim Hakkı Konyalı, Sivrihisar’ın geçmişi hakkında önemli bilgiler vermektedir: “Sivrihisar, Eyüphisar ile Niğde arasında büyük bir kale idi. birçok asi Türk kuvvetleri oraya sığınmıştı. Mücirüddin, bu kale üzerine yürüdü. İki yıldan beri yağma ve çapullarla vilâyet halkını perişan bir hale koyan bu eşkiyâyı da yola getirmek istiyordu. Âsiler Naib ve Sutay için atlar gönderdiler. Fakat Mücirüddin aldırmadı. Vilâyet halkının hayat ve emniyetini korumak cihetini düşündüğü için Tanrı da kendisine yardım etti. Bu kaleyi zapt ve eşkıyâdan temizledi. Hisarı harap bir hale getirdikten sonra Aksaray’a geçtiler.”
(Müsameretü’l- Ahbar)
Sivrihisar Kalesinde bu topraklardan gelip geçen bütün milletlerin payı vardır. Bu Kalenin Hititler’in Kapadokyalılar’ın, Romalılar’ın Bizânslılar’ın ve hatta İranlılar’ın faydalandıklarından hiç şüphe yoktur.”
(İ. Hakkı KONYALI, Aksaray Tarihi, C. I, İst., 1974, s. 1067.)
Kale, isyancıların sığınmasına çok elverişli olduğu için, birtakım çarpışmalara sahne olmuştur. 1285 yıllarında Sultan Gıyaseddin (III. Keyhusrev) burayı annesi Argun Han’a tahsis etmiştir. Daha sonra buraya Moğollar sahip olmuştur. Geçmişte çok önemli bir yerleşme merkezi olan Sivrihisar Kalesi, günümüzde artık eski şöhretini yitirdiği için kimsenin dikkatini çekmeyecek kadar unutulmuştur.
SARIKARAMAN.:
Vilâyetnâme’de sözü edilen Sarıköy, bugün Aksaray Ortaköy ilçesine bağlı olan Sarıkaraman köyüdür. Ortaköy’e 20 km. mesâfededir. Köy, beş ayrı yerleşme merkezinden oluşur: Sarıkaraman, Beşağıl, Sarıkaya, Ayvazlı, Aşağı Mahalle. Köy, adını ilkinden alır. Kelimenin sonundaki “Karaman” ibâresi sonradan ilâve edilmiştir. Bölgede “Sarı” ismi çok yerde kullanılmaktadır. Meselâ, köy halkı arasında yaygın olan soy isimlerden Sarı’dır. Bu, diğer soy isimlerin arasında % 30 kadardır. Civârda Satansarı, Sarıyahşi, Sarıhasanlı, Sarıağıl gibi önemli yerlerin bulunması dikkatimizi çekmektedir. Sarıkaraman Köyü, Bozdağ’ın güney ve güneybatı yamacına kurulmuştur. Köyde hayvancılık ve ziraat gelişmiştir.
ZİYÂRET TEPE ve YÛNUS EMRE.:
Sarıkaraman Köyünün kuzeyinde, 4 km mesâfesinde halkın “Ziyâret Tepe” dediği mevki bulunmaktadır. Yûnus Emre’nin türbesi, işte bu tepe üzerindedir. Halk, yüzyıllardır burada yatanı Yûnus Emre bilir. Türbe, şu anda Ortaköy’ün Kırşehir sınırındaki son köyü olan Reşadiye arazisindedir. Reşadiye arazisi, daha önceleri, Sarıkaraman Köyü yaylaları arasında idi. Ziyâret Tepe’nin rakımı 1267 m’dir. Türbenin çevresinde, burada daha önceleri evlerin ve zikir yerlerinin bulunduğunu gösteren duvar kalıntıları vardır. Türbe üzerinde hiç bir kitâbe yoktur. Fakat 1944 yılına kadar mevcut olduğu ileri sürülür. Bu konuda Refik Soykut şu bilgileri vermektedir: “Nevşehir’in Nar Kasabasına şaraphâne yapıldığı 1944 yılında aslen Sulhanlı (Ulupınar)’dan olan Mehmet Cingi ile kardeşi Sami Cingi de (İkisi de mühendis imiş.) burada faaliyet gösterirler. Aldıkları krom madeni arasında mezârdan çıkardıkları yazılı taşı da götürürler. Ekrem Kültepe’ye göre bu taş, herhalde Konya’ya götürülmüş olabilirmiş.”
(Refik SOYKUT, Hedef Dergisi, Yıl 3, S. 34, Ank., 1981, s. 18.)
Şimdiki türbe yapılmadan önceki türbe yaklaşık 12 m2 lik olup oda şeklindeydi. Batı ve güney duvarları düz, diğer duvarlar ise dairemsi şekilde birleşiyordu. Yûnus’un yattığı yer, girişte sağda kıbleye düşen köşedeydi. Türbenin batısında bir badem ağacı, kıble tarafında da halkın dilek bezi bağladığı bir çitlembik bulunmaktadır. Türbeye giriş, güneybatı yönündeydi ve üstü açıktı. (Halk bir türlü örtü tutturamamış.) Birkaç ağaç ile kapatılmaya çalışılmıştı. 1982 yılında A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Paleoantoloji Anabilim Dalınca türbede yatanın kemikleri üzerine yapılan inceleme sonucu yazılan raporda bizim için oldukça önemli sayabileceğimiz bulgular ortaya konulmuştur. Raporun bir bölümünde şu bilgiler yer almaktadır:
“Kültür ve Turizm Bakanlığının 3 Eylül 1982 gün ve 18-18 sayılı, ayrıca eski eserler ve müzeler Genel Müdürlüğünün 13 Eylül 1982 gün ve 02.3 (06) 7091 sayılı yazı ve onayları gereğince, Kırşehir merkez ilçe köylerinden Sulhanlı (Ulupınar) Köyü yakınlarındaki 1267 rakımlı Ziyâret Tepe’de yetkili resmi ve bilim kurulu tarafından açılan Yûnus Emre’ye ait olduğu söylenen mezârdan alınmış 12 parça kemik, bilimsel incelemesi yapılmak üzere Emekli Albay Refik H. Soykut tarafından Anabilim Dalımıza getirildi. Söz konusu olan 12 kemikten 11 adedinin insana ve bireye ait olması, morfolojik yapılarının benzerliği bakımından kuvvetle muhtemeldir. Diğer kemiğin bir keçiye (adak hayvanı) ait olduğu, bu konunun uzmanı olan arkadaşlarımız tarafından belirtilmiştir.:
1. Femur (uyluk kemiği) ’a ait olan 2 parça yapıştırılarak aynı kemiğe ait olduğu görülmüştür... Özellikle linea asperanın çok belirgin ve çıkıntılı oluşu, kemiğin sağlam ve iri yapılı erişkin bir erkeğe ait olduğunu göstermektedir....
2. Talus (aşık kemiği): Kemiğin Caput tali, Collum tali ve Processus posterior kısımlarının bazı yerleri kopmuş ve kayıptır.. Collum talus’un üzerinde tibia’nın oluşturduğu iz (çömelme faseti) mevcuttur ve kemiğin ait olduğu ferdin çömelme alışkanlığı olduğunu göstermektedir...”
(Refik SOYKUT, Emrem Yûnus, Ahiliği-Kültürü-Yurdu, Ank., 1982, s. 102-103.)
Burada dikkatimizi çeken nokta, kemiklerin çömelme alışkanlığı olan bir erkeğe ait olduğunun ortaya çıkmasıdır ki, Yûnus bu özellikleri taşıyan birisidir.
Halk, buraya senenin belirli günlerinde yağmur duasına gelir. Türbedeki Yûnus Emre, bazan kişilerin gözüne gözükür. Ekrem Kültepe’nin bu konudaki tespiti şöyledir:
“... Sebzeleri sulayım diye uğraşırken, akşam oldu. Korkmağa başladım. Bildiğim sûreleri hem okuyor, hem de işimi bitireyim diye, acele acele çalışıyordum. Ziyâret Tepe’den aşağı doğru, benim bulunduğum tarafa bir insan geliyor. Önce iyice baktım, tanıdığım bir kimse değildi. Sırtında kıldan dokuma bir şal vardı. Sarı benizli, elmacık kemikleri çıkık, sakalı beyaz, fakat kısa, yetmiş yaşlarında, elinde bir asâsı var. Şu taşın yanına kadar geldi:
“Kızım korkma ben buradayım, işini bitir!.” dedi ve taşın yanına durdu.
Ben: “Baba kimsin, nereye gidiyorsun? Akşamleyin buyur bize gidelim, işimi bitirince!.” dedim.
O: “Sağol kızım. Ben bir yere gitmem, buradayım” dedi ve devam etti. “Sen ne zaman gelirsen yavrum, ben buradayım.”
“Baba kimlerdensin, adın ne?.” diye sordum.
“Ben Ziyâretliyim. Adım Yûnus Emr”!” dedi.
İşim bitinceye kadar, o taşın yanında durdu. Ben de işimi bitirdim: “Allah razı olsun!.” dedim.
(Ekrem KÜLTEPE, İlimiz Kırşehir Gazetesi, 24 Haziran 1982.)
Kitaplarda sözü edilen bâtın topunun atılması da yaşayan vatandaşlar tarafından yemin billah anlatılır. Ayrıca buraya çocuğu olmayanlar yahut olup yaşamayanlar, yağmur ve bolluk bekleyenler, hayatta muvaffak olmak isteyenler hülâsa her türlü dileği olanlar ziyârete gelirler. Doğan erkek çocuklarına Yûnus, Dede Yûnus, Emre gibi isimler konulur. Gerçekten de Sarıkaraman halkının isimleri arasında sözünü ettiğimiz isimler belli bir yekun tutacak derecede fazladır.
Ziyâret Tepe çevresinde şu anda yok olan bir Zaviye Köyü vardı. Yeri hâlâ bellidir. Reşadiye halkı evlerini yaparken, kalıntının taşlarından istifade etmişler. Tepenin eteğinde Yûnus Emre’nin Çile Damı bulunmaktadır.
Çile Damı ile ilgili olarak Refik Soykut Bizlere şu bilgileri vermektedir:
“Ziyâret Tepe’nin hemen doğu eteğinde, kuru dereyi geçince düzlükte, iç ölçüleri 3.5 x 3.7 m. olan tonoz kubbeli, Horasan harçlı, epeyce yaşlı, harap bir yapı bulunuyor. Yaklaşık 110 cm. kalınlıktaki duvarları bir hayli dökülmüş, tonoz kubbe delinip çatlamış, nerede ise çökecek. Batıya dönük bir kapıdan ayrı hiçbir pece/penceresi yok. İçi ve çevresi epeyce dolmuşa benziyor. Köylülerin anlatımına göre, çok eskiden kalma bu yapıyı Yûnus, bir süre Çile Damı olarak kullanmış. Ondan sonraki zamanlarda, dervişler burada toplanmışlar, zikir etmişler, riyâzete çekilmişler, çile doldurmuşlar.
Zaman zaman da eşkıyâlar da barınmak istemiş ama, onlara tekin gelmemiş, tutunamamışlar.”
Yûnus’un makamı ne gariptir, Aksaray ile Kırşehir sınırının bulunduğu yerdedir. Bu yüzden onun Kırşehir’de yattığını da ileri sürerler. Edindiğim bilgiye göre türbe Reşadiye Köyü sınırındadır. Yani Aksaray Ortaköy’e aittir. Kırşehir veya Ortaköy’e ait olup olmaması meselenin başka bir boyutu. Bizi ilgilendiren burada yatan kişinin kimliğidir ve biz de bunu açıklığa kavuşturmaya çalışıyoruz..
(Refik SOYKUT, Emrem Yûnus, Ahiliği-Kültürü-Yurdu, Ank., 1982, s. 18.)
TAPDUK EMRE ve TAPDUK KÖYÜ.:
Yûnus Emre’nin yanında kırk yıl çile doldurduğu Tapduk Emre’nin Makamı da aynı coğrafi bölgede bulunmaktadır. Tapduk Emre bugün kendi adıyla bilinen Tapduk Köyünde yatmaktadır. Tapduk Köyü, Aksaray’ın 34 km. kuzeyindedir. Tapduk Sultan’ın burada yatmasından ve vaktiyle onun tasarrufu altında olduğundan dolayı, bu ismi almıştır. Eskiden “Oflagu” denirdi. Beştepe Dağının eteklerinde kurulmuştur. Tepede meşelerin bulunması bize, Yûnus’un şeyhine getirdiği meşeleri hatırlatıyor. Tapduk Emre hakkında bilgilerimiz, maalesef çok azdır. Vilâyetnâme’de bir nebze olsun bilgi bulabilmekteyiz.
“Rum erenleri, Hacı Bektaş-ı Veli’ye gidecekleri vakit, Emre’ye: ‘Haydi!.”dediler. “Sen bizimle gel!.”
Tapduk Emre çok kuvvetli bir ERdi: ”Dost divânında bütün ERENlere nâsib üleştirilirken, Hacı Bektaş adlı ER görmedik!.” dedi, Hacı Bektaş’a gitmedi..
Hacı Bektaş’a, Emre’nin sözünü haber verdiler. Hünkâr, Sulucakarahöyük’te, Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, her taraftan muhib, mürid gelip ıhtırılmaya başlandı. Hünkâr, Saru İsmail’i gönderip Emre’yi çağırttı. Emre, yanına gelince Hacı Bektaş: “Siz: “Dost divânında erenlere nâsib üleştirirken Hacı Bektaş adlı bir kimse görmedik!” demişsiniz. “O nâsib üleştiren elin nişânesi vardır. Onu da bilir misiniz?” dedi.
Yûnus Emre: “O divanda yeşil bir perde vardı. Onun ardından bir el çıktı, bize nâsib üleştirdi. O elin avucunda lâtif, yeşil bir ben vardı. Şimdi bile görsem tanırım.” dedi.
Hacı Bektaş elini açtı. Hacı Bektaş’ın avucunda, o güzelim yeşil beni görür görmez, üç kere: “Tapduk Hünkârım!.” dedi. Bundan sonra adı “Tapduk Emre” oldu. Emre, başındaki tacı çıkartıp Hünkâra teslim etti. Hankâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da, izin alıp makamına döndü.”
(Abdülbaki GÖLPINARLI, Vilâyetnâme, s. 21.)
Türkiye’de Tapduk isminde yerleşme merkezlerinde iki tane olması (Diğeri Edirne’nin Havsa ilçesinin 15 km. kadar doğusunda bir köyün adıdır.) ve bunlardan birinin Hacı Bektaş’a yakın olması tesadüf müdür?.
Tapduk Emre, bugün köydeki câminin minberi karşısında yatmaktadır. Câmi yapılmazdan evvel burası bir külliye imiş, fakat kendiliğinden yıkılmıştır. Câmiye girerken tabaka halinde, daire şeklinde tahminen 2.5 m. Çapında, üstü düz bir taş mevcuttur. Bu taş Tapduk Emre’nin müridleriyle birlikte yemek yediği Yemek Taşıdır. Ayrıca Tapduk’un insanlara ilahi yolla şifâ verdiği, sapı ve tokmağı ağaç olan Şifa Tokmağı da buradadır.
Eldeki bilgiler, burada yatanın Tapduk Emre olduğunu göstermesine rağmen, İbrahim Hakkı Konyalı, Başbakanlık Arşivinde 455 numarada kayıtılı bir deftere dayanarak burada yatanın Yûnus Emre’nin şeyhi Tapduk Emre değil de, Derviş Tapduk olduğunu ileri sürer. Belgede şu bilgiler yer almaktadır: “Bu köy Derviş Tapduğ’un evladının tasarrufundadır. Ellerinde Karamanoğlu İbrahim Bey’in ve Şehzâde Cem Çelebi’nin, Şehzâde Abdullah Çelebi’nin mektupları (beratları) vardır. Saltukzâde Derviş Tapduk, bu köyde bir zâviye yapmıştır. Bu köyün geliri ile bu zâviyeyi ihyâ edermiş. Şimdi evlâdı ihyâ ediyorlar. Eskiden beri kimseye rüsum vermiyorlar.”
(İ. Hakkı KONYALI, Aksaray Tarihi, C. 2, İst., 1974, s. 2085.)
Konyalı, öteden beri Yûnus Emre’nin Karaman (Larende)’da olduğunu savunmuştur. Sanırız bu yüzden verdiği belge üzerinde fazla zahmet etmemiştir. Konyalı’nın belirtiği ve burada adı geçen Karaman beylerinden II. İbrahim’dir. Bu Bey, 1433-1460 yıllarında Osmanlı Devleti bünyesinde idârecilik yapmıştır. Hâlbuki Tapduk Emre, mahmut Bey oğlu Bedreddin İbrahim Bey zamanını idrak etmiştir
Bu konuda İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi adlı eserinde (TTK Basımevi, C. I, Ank., 1972, s. 45.) şöyle yazıyor: “Güneri Bey’den sonra Karaman Beyliği, kardeşlerden Mahmud Bey’e geçmiş ve 1307 veya az daha sonra vefâtı üzerine, aile arasındaki birlik sarsılmış, Mahmud’un iki oğlu Burhaneddin Musa ve Bedreddin İbrahim Beyler arasında ihtilaf çıkmış ve bu münasebetle Karaman Beyliği üzerinde Memluk Sultanlarının te’siri görülmüştür. Bedreddin’den sonra yerine oğlu Halil Bey Karaman beyi olmuştur. Halil Bey’in H.745 / M.1344 tarihli Larende vakfiyesine göre bu tarihlerde hükümdar olduğu anlaşılıyor.”
Sözü edilen berat ilk defa ne zaman, kim tarafından verilmiştir? Belki de adı geçen II. Değil I. İbrahim’dir!. Tabduk Emre’ye verilen berat, daha sonra Şehzâde Cem Çelebi ve Şehzâde Abdullah Çelebi tarafından da onun ahvâdına verilmiştir. Hülâsa, Tapduk Köyünde yatan Derviş Tapduk, Tapduk Emre, Tapduk Sultan olarak da zikredilen Yûnus’un şeyhi Tapduk’tur.