KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


KELÂMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ..


Resim ZÂTuLLAH ->SıFatuLLAH ->ESMâuLLAH ->EŞyâuLLAH..

ALLAHu zü’L- CeLÂL; KüLLî şeyi, her ÂNda Şe’ÂNuLLAHta SÜNNEtuLLAH üzere yoktan değil NÛRundan Yaratıp/VAR Edipdurmaktadır..

Kur'ÂN-ı Kerîm;
Geçmiş gelecekten münezzeh olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in,
ŞE’ÂNuLLAHta, SüNNetuLLAH üzere, SEBBeha SeyrÂNında Kâinât DevrÂNında
Her ÂN YENiden KüLLî ŞeYyi NÛRundan KÛN feye KÛN VAR ettiğini Yaratıpdurduğunu,
MutLak VAR OLandan başka YOKluk OLmadığını/OLamayacağını açıkça beyân eder..


Resim
-->SıRR-ı SuBHÂNî SALtANat.:
hER NEFs hER NEFeste ->ÖLüp->DOĞuYOR.:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim--- “Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.”

(Cuma 62/1)

ZeRRe - KüRRe “SeBBaha!” da..:
SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AKL-ı SiLm BİLir ki, ATOM yaratıldığı günden beri durmadan dönmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının “KÛN feye KÛN-hER ÂN ŞE’ÂNULLAHta yENiden Yaratış” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım..

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..


ResimHer ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden Yaratış/OLÂNı.:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.”
(Rahmân 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "OL!" demekten ibarettir. Hemen oluverir.”
(YâSîn 36/82)

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---"Ve huvellezî halakas semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu KÛN fe yeKÛN (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehu’l- mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “OL!” dediği gün (herşey) OLur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdâr olandır.”
(En'âm 6/73)

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

ResimÂdemoğluna ise tüm yaratıkların dışında ayrıca, bütün ESMÂuLLAHı yüklemiş ve RÛhundan üflemiştir. .

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
Resim---"Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn (tînin) [/color].: Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır..” (Secde 32/7)

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ
Resim---"Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn (mehînin) [/color].: Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden (nutfeden) kıldı (yarattı)..” (Secde 32/8)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---"Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne) [/color].: Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz..” (Secde 32/9)

Bütün bunlara karşın İnsÂNoğlu bu âleme; sınırlı, sorumlu, izafî ve iğreti bir “ben”likle sağlanan imkânlarla KULLuk İmtihÂNına gelmiştir.. Her hususta Et TAMM olan ALLAHu zü’L- CeLÂLdir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, her ÂN Yaratmakta OLduğu her ZERResinin ÖZünün ÖZÜnde//ATOMunun HabL’iL- VERîDinde/her KULunun Yüreğinde, KELÂMuLLAH SÖZü RESÛLuLLAH SESinde, EMRuLLAH’ı DUYmamızı SÜNNETuLLAH’a UYmamızı HAYYatımız KILMakatdır..
ÇAĞLar boyunca mezârlarda ne okuduğundan habersiz ve işi gücü: “sakın Kur'ÂN-ı Kerîme dokunma yanarsın, uzak dur ve banasor!.” Diyen zavallı güruhu elimizin tersiyle sahneden silip yüce Kitabımız Kur'ÂN-ı Kerîmimizi ekmek su gibi hayatımızın ve MuhaMMedî Kimlik-Kişiliğimizin ÖZÜnde, SÖZünde ve YÜZünde kılmalıyız inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


ResimAKL-ı SİLM Sahibi her MuhaMMedî Mü’min Lise Kültürü SEViyesinden BAKtığında,
->Kur'ÂN-ı Kerîmimizde/KELÂMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ..

Kur'ÂN-ı Kerîmde EVRENİN/KÂİNÂtın GENİŞLEMESİ.:


Astronomi biliminin henüz bilinmediği bir dönemde, 14 asır önce Kur’ÂN-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:

وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Resim---Ve's- semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn (mûsiûne) .: Ve semâ; Biz onu büyük bir kudret ile binâ ettik. Ve muhakkak ki (onu) genişletici olan elbette Biziz. .” (Zâriyât 51/47)

Âyette geçen "gök" kelimesi Kur’ÂN-ı Kerîm’in pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde GÖKLER İLE YERİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI.:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
Resim---E ve lem yerallezîne keferû enne's- semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine'l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne) .: İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?.” (Enbiyâ 21/30)

ALLAHu zü’L- CeLÂL'in, Kur'ÂN-ı Kerîmde, Kâinâtı/Evreni VARından-NÛRundan her ÂN var etmekte olduğunu bildirmesine rağmen, nakilsiz materyalist akılların “Big Bang”dedikleri teorinin paratiği Kur'ÂN-ı Kerîmdedir..

Âyetin "birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi, "birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış" anlamlarına gelir..
Âyette geçen "ayırdık" ifâdesi ise Arapça "fatk" fiilidir. Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması , bu fiil ile ifâde edilir..


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde YÖRÜNGELER.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde, Bâtında her ÂN KÛN feyeKÛN YENİDEN YARATış, zâhirde mesnedsiz olarak ZeRRe ve KüRRenin sapılamaz YÖRÜNGELERinde YÜZüp DURuşu.:

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim---Ve huvellezî halaka'l- leyle ve'n- nehâra veş şemse ve'l- kamer (kamere), kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).: Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler..” (Enbiyâ 21/33)

Gezeğenlerin merkezinde ve güya ham akılca sabit kabul ettikleri GÜNEŞin de sabit olmadığı, belli bir yörüngede yol almakta olduğu.:

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi) .: Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (kararlaştırılmış yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) ALLAH celle celâlihu’nun takdiridir/ düzenlemesidir..” (YâSîn 36/38)

Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km/saat lik muazzam bir hızla hareket etmektedir..

Bu ise, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km. yol kat ettiğini gösterir. Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi kat ederler. Ayrıca, evrendeki tüm yıldızlar da buna benzer planlı bir harekete sahibtirler..
Kur'ÂN-ı Kerîmde, tüm Kâinâtın bu şekilde nice güneşler, gezegenler ve yörüngelerle donatılmış olduğu.:

وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ
Resim---Ve’s- semâi zâti’l- hubuki .: Ve dairesel yollara sahip olan semaya andolsun..” (Zâriyât 51/7)

el hubuki: sağlam, kıvrımlı (spiralimsi), iç içe dairesel (sarmal), yörüngesel, kıvrılarak ilerleyen, yollar..

Evrende yaklaşık 200 milyar galaksi mevcuddur. Galaksiler de şaşırtıcı hızlarla planlı ve hesaplı yörüngeler üzerinde hareket etmektedirler..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI.:

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
Resim---Halaka’s- semâvâti ve’l- arda bilhakk, yukevviru’l- leyle alân nehâri ve yukevvirun nehâre alâ’l- leyli ve sahhara’ş- şemse ve’l- kamer (kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), e lâ huve’l- azîzu’l- gaffâr (gaffâru).: (Allah), gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Güneş’i ve Ay’ı musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (gider). O; Azîz (yüce ve üstün), Gaffar (çok mağfiret eden) değil midir? (Zümer 39/5)

ve yukevviru: ve örter, sarar, çevirir..
Bu âyet-i celîlede "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen Arapça kelime "tekvir" dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır..
Tekvir: Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. * Toplamak. Cem’olmak. * Başa sarık sarmak.

Âyette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu âyette ifâde edilen fiil gerçekleşebilir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Fil vakasından 50 gün sonra , Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü, miladî 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mekke'de dedesi Abdülmuttalibin evinde tan yeri agarırken doğmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, 13 Rebiülevvel h. 11 (m. 8 Haziran 632) pazartesi günü ruhunu teslim etti. Risâleti tebligi etmis, kendisine verilen emâneti en mükemmel bir şekilde yerine getirmiş olarak ömrünün 63'ünde Rabbimizin rahmetine kavuştu..
Daha düne kadar dünya dümdüz kavgasında, nice ilim adamını idâm eden Batı Dünyası, 7.inci yüzyılda indirilen Kur'ÂN-ı Kerîm'de ALLAHu zü’L- CELÂL, Dünya'nın yuvarlak olduğuna işâret buyurmuştur..


ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde GÖKYÜZÜnün YERYÜZÜnün TAVAN ÖRTÜsü OLduğu.:

وَجَعَلْنَا السَّمَاء سَقْفًا مَّحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Resim---Ve cealnâ’s- semâe sakfen mahfûzâ (mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn (mu’ridûne).: Ve semâyı (gökleri) muhafaza edilmiş bir tavan kıldık. Ve onlar, O’nun âyetlerinden yüz çevirenlerdir. (Enbiyâ 21/32)

Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller. Atmosfer, bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İşin ilginç olan yanı, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır..
Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi -2702 C
derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir.
Tüm bu bilimsel bulgular, Dünya'nın özel bir şekilde korunduğunu kanıtlamaktadır. Önemli olan, bu korunmanın "gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık" âyetiyle 1400 sene önce Kur’ÂN-ı Kerîm’de haber verilmiş olmasıdır..


ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde GÖKYÜZÜnün GERİ DÖNdürücü ÖZELLiği

وَالسَّمَاء ذَاتِ الرَّجْعِ
Resim---Ve’s- semâi zâti’r- rac’ı.: Ve dönüş sahibi semaya andolsun. (Târik 86/11)

وَالْأَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِ
Resim---Vel ardı zâti’s- sad’ı.: Ve yarıklara sahip arza andolsun. (Târik 86/12)

es sad'ı: yarık, arz kabuğundaki çatlak.

Kur’ân meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen kelime, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamına da gelmektedir. Dünya üzerindeki canlı yaşamı için suyun varlığı son derece önemlidir. Suyun oluşmasındaki etkenlerden bir tanesi de atmosferin katmanlarından biri olan Troposfer'dir. Troposfer tabakası okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırarak yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür.

Yeryüzündeki yaşam için öldürücü olabilecek ışınları engelleyen atmosfer katmanı ise, Ozonosfer tabakasıdır. Atmosferin her katmanı insanlara yararlı özelliklere sahibtir. Örneğin atmosferin en üst tabakalarından biri olan İyonosfer tabakası, belli bir merkezden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak bu yayınların uzak mesafelerden bile algılanmasını sağlar..


ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde KÂİNÂT’ın/EVREN’ın VAR OLUŞU.:

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Bedîu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbetun, ve halaka kulle şey’in, ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O’nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir. (En'âm 101)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir.
¨İçinde yaşadığımız uçsuz bucaksız evren nasıl var oldu?
¨Bu evrendeki denge, Âhenk ve düzen nasıl ortaya çıktı?¨
"Üzerinde yaşadığımız dünya, nasıl bizim yaşamımız için bu denli uygun bir barınak olabildi?."

İşte bu sorular, tarihin başından bu yana insanların ilgisini çekmiştir. Akıl ve sağduyu ile bu soruları inceleyen bilim adamlarının ya da düşünürlerin vardıkları sonuç ise hep şu olmuştur:
Evrendeki bu düzen ve tasarım, tüm evrene hakim olan üstün TEK-BİR YARATICI'nın Mutlak VAR-lığının ispatıdır.

Akıl yoluyla ulaşabildiğimiz bu sonuç, doğrunun ta kendisidir. Allah, insanlara yol gösterici olarak 14 asır önce vahy etmiş olduğu Kur'ÂN-ı Kerîm'de, bu gerçeği insanlara bildirir. Evreni yoktan yarattığını ve belirli bir amaca göre düzenlediğini, evrendeki tüm sistem ve dengeleri insan yaşamı için var ettiğini haber verir. Kur’ÂN-ı Kerîm’de bildirildiğine göre, insan, evrendeki tüm sistem ve dengelerin kendisi için ALLAHu zü’L- CeLÂL tarafından yaratıldığını fark etmeli, bu gerçek üzerinde düşünmeli ve ders almalıdır:

وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالْنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالْنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---Ve sehhara lekumu’l- leyle ven nehâre ve’ş- şemse ve’l- kamere, ven nucûmu musahharâtun bi emrihî, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve gece ve gündüz, Güneş ve Ay ve yıldızları sizin emrinize verdi. Onlar, O’nun (Allahû Tealâ’nın) emri ile size musahhar (emrinize amade, hazır) kılındılar. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim için, elbette âyetler (deliller) vardır. (Nahl 16/12)

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ
Resim---Yûlicu’l- leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fî’l- leyli ve sahhara’ş- şemse ve’l- kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehu’l- mulku, vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr (kıtmîrin).: (Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir. (Fâtır 35/13)

Kur'ÂN-ı Kerîm'in haber verdiği bu gerçek, modern astronominin kurucusu olan pek çok saygın bilim adamı tarafından da kabul edilmiştir. Galilei, Kepler, Newton gibi isimler, evrenin yapısını, Güneş Sistemi'nin tasarımını, fiziğin kanun ve dengelerini keşfettikçe, tüm bunların ALLAH celle celâlihu tarafından yaratıldığını anlamışlardır.

Bu tek nokta sonsuz bir yoğunluk ve sonsuz bir ısı anlamına geliyordu. Yoğunluk sonsuzdu ama bir hacmi yoktu.
“SIFIR HACİM” İşte Büyük Patlama'dan önceki bu dönem (ki buna dönem demek zordur; madde olmadığı için zaman da yoktur) evrenin olmadığı, her şeyin "yok" olduğu dönemdi. Teoriye göre, büyük bir patlama ile sonsuz yoğunluktaki birikim büyük bir hızla dağılmaya başlamıştır. Bir başka deyişle Büyük Patlama ile, evren "yok" iken, "var olmaya" doğru yola çıkmıştır.

nOt: İşte tam bu noktada batılı maddeci Âlimlerin “Büyük patlaması BİG BANG” Teorisi ile,
Kur'ÂN-ı Kerîmin “KÛN feyeKUN her ÂNda YENİden VAR OL!” HüKMuLLAHı karşı karşıya kalmaktadır.

Bugün, evrenin sürekli olarak genişlemekte olduğunun ispatlanması Büyük Patlama’nın en büyük delili olarak kabul edilir.:
"Bugün artık galaksilerin her yöne doğru bizden uzaklaştığını biliyoruz. Kozmolojistler evreni şişen bir balonun yüzeyi gibi düşünürler. Şüphesiz gerçek uzay, balonun yüzeyi gibi 2 değil 3 boyutludur ve her yöne doğru genişler." (New Scientist, 26 Eylül 1987)

nOt: Batılılar, evreni “boşlukta şişen bir balon” kabul ederken, bu boşluğu kimin var edip de yarattığını ve boyutlarını vs. bilememekte ki, zâten olması da mümkün değildir..

Bugün astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Büyük Patlama teorisi bugün evrenin varoluşu ve başlangıcı konusunda bütün bilim çevreleri tarafından ortak kabul gören yegane bilimsel açıklamadır. Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Madde ezelî değildir, bir başlangıcı vardır. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında madde, enerji ve zaman yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kur’ÂN-ı Kerîm’de bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir..

ZÂT ->SIFAT ->ESMÂ ->EŞYÂ..
MURADuLLAH ->EMRuLLAH ->SÜNNetuLLAH ->ŞE’ÂNuLLAH..
"Big Bang"
KÛN feyeKÛN!..


ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER..:

Kâinâttaki tüm İŞLevlerin Temelinde CANLıLarın BESLENmesi, Beslenmenin de Temelinde, CANLıLarın ÜREmesi yatar..
CANLıLarın ÜREmesi ise, ZITLarın EŞLeşmesiyle mümkündür..
Bu AKLen basitçe gözüken ancak aslında NAKLen ANLAmda TÜMMLenme-TAMMLanma, ZITLarın ZEVKi HAYyatıdır..

سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Subhânellezî halaka’l- ezvâce kullehâ mimmâ tunbitulardu ve min enfusihim ve mimmâ lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Arzın yetiştirdiği herşeyden, onların nefslerinden ve bilmedikleri şeylerden çiftler (eşler) yaratan, O (Allah), Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). (YâSîn 36/36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, âyette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifâdesi daha geniş bir anlam içermektedir. Nitekim günümüzde âyetin işâret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız. Maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştır. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti-madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür. Bu gerçek bilimsel bir kaynakta şöyle ifâde edilmektedir: "...Her parçacığın zıt yükte bir anti parçacığı vardır. Kararsızlık ilişkisi bize bu çiftlerin varoluşu ve yok oluşunun her yerde ve her zaman aynı anda oluştuğunu göstermektedir."

ResimKUR'ÂN-ı KeRîMde ZAMANIN GÖRECELİĞİ.:

Zamanın göreceliği konusu bugün ispatlanmış bilimsel bir gerçektir. Ancak bu gerçek, ortaçağda El Kindî tarafından ve yüzyılın başlarında ise Einstein'ın görecelik kuramı ile ortaya çıkmıştır. Bilim adamı Albert Einstein, görecelik kuramı ile bu gerçeği açık olarak ispatladı. Zamanın, kütleye ve hıza bağımlı bir kavram olduğunu ortaya koydu.
Zaman, tamamıyla algılayana bağlı izafi (rölatif) bir kavramdır. Aynı süre bir kişiye uzun gelirken, başkası için oldukça kısa olabilir. Hangisinin doğru tahminde bulunduğunu anlamak için saat, takvim gibi kaynaklara ihtiyaç vardır. Kur’ÂN-ı Kerîm’de, zamanın izâfi olduğunu gösteren bilgiler veriliyordu! Bu konuyla ilgili bazı âyetleri şöyle sıralayabiliriz:

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---Ve yesta’cilûneke bi’l- azâbi ve len yuhlifallâhu va’dehu, ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).: Ve azabı senden acele istiyorlar. Ve Allah, asla vaadinden dönmez. Ve Rabbinin katındaki bir gün, sizin saydığınız bin sene gibidir. (Hacc 22/47)

يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاء إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
"Yudebbiru’l- emre mine’s- semâi ilâ’l- ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).[/color]: Gökten arza kadar emri (Allah’tan gelen ve Allah’a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O’na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir. (Secde 32/5)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
Resim---Ta'rucu’l- melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe senetin: Melekler ve ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir. (Meâric 70/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde DEMİRDEKİ SIR.:

Demir, Kur’ÂN-ı Kerîm’de dikkat çekilen elementlerden biridir. Kur’ÂN-ı Kerîm’in "Hadid", yani "Demir" adlı Sûresinde şöyle buyrulur:

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---Lekad erselnâ rusulenâ bi’l- beyyinâti ve enzelnâ meahumu’l- kitâbe ve’l- mîzâne li yekûmen nâsu bi’l- kıst (kıstı), ve enzelnâ’l- hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yansuruhu ve rusulehu bi’l- gayb (gaybi), innallâhe kavîyyun azîz (azîzun).: Andolsun ki resûllerimizi beyyinelerle (açık delillerle, ispat vasıtaları ile) gönderdik. Ve onlar ile beraber kitabı ve mizanı indirdik ki insanlar arasında adaletle hükmetsinler diye. Ve içinde kuvvetli sertlik bulunan demiri indirdik. Ve onda insanlar için pekçok menfaatler (faydalar) vardır. Ve (bu), gaybda (görmeden) kendisine ve resûllerine yardım edecek olan kimseleri, ALLAH celle celâlihu’nun bilmesi (belli etmesi) içindir. Muhakkak ki Allah; Kavî’dir (güçlüdür, kuvvetlidir), Azîz’dir. (Hadîd 57/25)

Âyette, demir için özel olarak kullanılan "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, âyetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir.
Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamızdaki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur. Evrende ağır metaller, büyük yıldızların çekirdeklerinde üretilir. Güneş Sistemimiz ise demir elementini kendi bünyesinde üretebilecek bir yapıya sahib değildir. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Bu patlama sonucu, içinde demir bulunan gök taşları uzaya dağılır ve bir gök cisminin çekimine yakalanıp çarpana kadar boşlukta dolaşır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya'da oluşmamış, gök taşları vasıtasıyla süpernovalardan taşınarak, aynen âyette bildirildiği şekilde "Dünyaya indirilmiştir". Bu bilginin Kur’ÂN-ı Kerîm’in indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır. Arapların o dönemde böyle bir bilgiye erişmeleri imkansızdır. Ancak bu gerçek, her şeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan ALLAH celle celâlihu’nun sözü olan Kur’ÂN-ı Kerîm’de yer almaktadır.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde ATMOSFERİN KATMANLARI.:


Kur’ÂN-ı Kerîm âyetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ ile’s- semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir). (Bakara 2/29)

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Resim---Summestevâ ilâ’s- semâi ve hiye duhânun fe kâle lehâ ve li’l- ardı’tiyâ tav’an ev kerhâ (kerhen), kâletâ eteynâ tâiîn (tâiîne).: Sonra duman halinde olan semaya yöneldi. Sonra da ona (semaya) ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler.(Fussilet 41/11)

فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---Fe kadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve zeyyennâ’s- semâed dunyâ bi mesâbîha ve hıfzâ(hıfzen), zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi).: Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm olan (ALLAH celle celâlihu’nun) takdiridir.
(Fussilet 41/12)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de pek çok âyette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifâde etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifâde etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı alındığında, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Üstelik aynen âyette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan...

ResimKatmanları saydığımızda atmosferin âyette bildirildiği gibi tam olarak 7 tabakadan oluştuğunu görürüz:

1-) TROPOSFER.
2-) STRATOSFER.
3-) OZONOSFER.
4-) MEZOSFER.
5-) TERMOSFER.
6-) İYONOSFER.
7-) EKZOSFER..

14 asır önce, gökyüzünün yekpare bir bütün sanıldığı dönemlerde Kur’ÂN-ı Kerîm’de, gökyüzünün katmanlardan meydana geldiği, üstelik bu katmanların sayısının "yedi" olduğu mucizevi bir biçimde haber verilmekteydi.
Çağdaş bilim ise Dünyamızı çevreleyen atmosferin belli başlı "yedi" ana tabakadan meydana geldiğini ancak yakın zamanlarda ortaya koydu.
Bu konuyla ilgili bir diğer önemli mucize de

Fussilet Sûresi'nin 12. âyetinde geçen "Her bir göğe emrini vahyetti" ifâdesinde yer almaktadır. Yani âyette ALLAH celle celâlihu’nun her tabakayı belli bir görevle görevlendirdiği belirtilmektedir. Yukarıda saydığımız tabakaların her birinin insanların ve yeryüzündeki tüm canlıların yararı açısından çok hayati görevleri vardır. Yağmurların oluşmasından, zararlı ışınların engellenmesine, radyo dalgalarının yansıtılmasından, gök taşlarının zararsız hale getirilmesine kadar her tabakanın kendine özgü bir işlevi bulunmaktadır.
Örneğin bu görevlerden biri bilimsel kaynaklarda şöyle bildirilmiştir: Dünya'nın atmosferi 7 katmandan oluşmaktadır. En alttaki tabaka Troposfer'dir. Yağmur, kar ve rüzgar yalnızca Troposfer'de oluşur. 20. yüzyıl teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir biçimde mümkün olmayan bu bilgilerin 1400 yüzyıl önce indirilmiş olan Kur’ÂN-ı Kerim'de açıkça bildirilmesi ise, çok büyük bir mucizedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen nur-ye »

ResimKur'ÂN-ı Kerîm'de “KUL”un->“ELESt”te > ÂHiDi.:

Bizde inançlarımızı aynen İMANlarımızı AMELlerimizi AHLAK ve HÂLlerimizi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin buyurup yaşadığı gibi SEVİYEleyebilmek için, fazlalık ve eksiklerimizi aynı SEVİYEye getirebilmek için, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin ŞeriatGaRRa sınırları içerisinde SEVİYElenmeye çalışıyoruz..
Bunların birincisi şüphesiz ki tevbedir, tevbe-i istiğfardır.. çünkü bize çok ağır bir emânet yüklenmiştir AKILla beraber..
Bu ALLAHu Zü’L- CeLÂLin ZÂTından SIFATına SIFATından ESMAsına ESMAsından EŞYAsına akan muazzam muhteşem akıl ermeyecek nimetlerini kullanılarak bu emânete sahib çıkış ve sonuca ulaşma yüklenmiştir..
Emânet nedir?. emânet basitçe daha hiçbir şey yok iken, insana ait hiçbir şey yok iken, elinde bir imkan yok iken, sadece yer yüzünde var olabilmek için;

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!
(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu belâ şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.(A’raf 7/172)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.(Kaf 50/16)

elestu bi rabbikum.. Rabbiniz değil miyim?.”
Sizi kim halk etmiş olabilir, siz burada nasıl varsınız, sizin Rabbınız kim?.
RaBB, iki “be”yi ortaya çıkarandır, kimlik ve kişilik verendir, zâhir ve bâtın be-leri.. bâtın oluş kişiliği ve zâhir oluş kimliği ile insan vardır.. ve insanın bâtını akıldan ibârettir.. işte bu akıl ve eşya birleşimi olan insanın ikisinde oynanıyor bu oyun.. ne diyor bütün kâinât ilk halk edilen noktanın yüreğinde ÖZünde; “elestu bi rabbikum?”..
Olumsuz soru.. cevabı ve evet te olsa yanlıştır, hayır da olsa yanlıştır ama belâbilakis Rabbımızsın” denmesi gerekmektedir..
Arapça da olduğu gibi Türkçe deki cevaplar sıkıntılıdır.. işte bu söylediğiniz ilk söz elestu bi rabbikum gerçekten sizin rabbınız değil miyim?. “evet” demiyor ki “evet değilsin!” Ya da “hayır değilsin!” olamaz.. doğrusu “belâ bilakis öylesiniz, Rabbımızsınız
Bu söz verildiğinde ise; başka nimet yok, meydan yok, sahne yok, kalem yok, kağıt yok, salon yok, olay eşya yok ki daha olay yok, zaman yok, mekan yok, zann yok, AKIL yok.. yâni bir ŞEY yok ortada..

“Böyle bir âlem halk edilse her birinize hilafet gibi yâni ALLAHu Zü’L- CeLÂL bütün esmâlarını öğretse ve giydirip kuşatsa, her birinize güç kuvvet verse ve hilafet halifelik verse, siz bu sözünüzde durur musunuz?” Bu EMÂNET teklif edildi..

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ ۖ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---“İnna aradne’l- EMÂNete ale's- semavati ve’l- erdi ve’l- cibali fe ebeyne ey yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehe’l- insan innehu kane ZaLumen CeHuLa: Şüphesiz biz EMÂNeti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insÂN yüklendi. Çünkü o çok ZâLiMdir, çok CâHiLdir.” (Ahzâb 33/72)

İşte bu EMâNeti insanoğlu kabul etti..
ZaLumen CeHuLa” biter âyetin sonu çok zâlimce ve câhilce kabul etti yâni.. kul ham aklıyla kaderi gereği zâlim ve câhil olarak bunu yaptı.. câhil ve zâlim olarak ta bunu yaptı.. kime câhil?. kendi nefsine câhildir.. kime zulm etti? kendi nefsine zulm etti..
İşte bu insanoğluna İlk Halk Ediliş Noktasında yâni Nurullahtan Nur-u MiM’in halk edildiği ÂNda.. Nur-u MiM’ içerisinde bütün kâinâtın var olduğu, Bezm-i Elest denilen “İLK NOKTA”nın halk edildiği ÂN ve şu ÂNda ŞeÂN-da, “elestu bi RABBukum?.BeLÂ!..
Bu TOHUMdan çıkacak bütün varlık-MevCÛDat.. “Rahmetenli’l- ÂLEMîn”den geçecek bütün “KÛN ->feyeKÛN” olanlar, yaratılalar..

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu belâ şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.(A’raf 7/172)

“Sizin RaBBınız mıyım?.” Değil soru..
Sizin RaBBınız değil miyim?. “SORu bu!.
Cevâbı “evet veya hayır” değil..
Cevab ->“Kâlû ->BeLÂ!.
Bilâkis sensin RABBımız!” dediler ve kendilerine “KULLuk EMÂNeti” yüklendi, tekellüf-teklif edildi.. kabul ettiler.. işte bunu kabul ettiler “Rabbımız SENsin!” dediler..
Ni’met versek; Zat -> Sıfat->Esmâ ->Eşya halk etsek, sizi halife kılsak, akıl versek ve aklınıza bütün esmâları yüklesek, bilmediğiniz şeyler kalmasa.. ALLAHu Zü’L- CeLÂL, kendi esmâlarını bütün esmâlarını öğretse gerekli olanların tümünü.. siz yine böyle der misiniz?..
Çünkü Uluhiyet, tümünü kapsar..
RuBuBiyet; yaratmak, idâre etmek gibi bütün eylemleri yürütür.. RuBuBiyet olarak sıfattır.. Fakat Uluhiyet, bütün ALLAH-lığın bütününü kapsadığı için, bu ÇiLLe Çarşısı İmtihân Salonunda soru “elestü bi rabbiküm” değil yâni.. “elestü bi allahukum?” değil.. böyle bir soru sorulmalıydı yâni onu demek istiyorum.. “sizin allahınız kim?.” Değil.
Çünkü TeceLLî Sıfatından muazzam bir ni’met veriliyor.. muhteşem bir nimet veriliyor insana; önüne seriliyor, salon açılıyor, imtihân başlıyor!. İşte bunu bu emâneti kabul ettiği için ALLAHu Zü’L- CeLÂL insanlara “ZaLumen CeHuLa” İnsanoğlu emâneti zâlimce ve câhilce kabul etti.. insan bunu yâni kendi nefsinin cehâletinden kendini bilmeyişinden bu câhillikten ve kendinin içinde şah damarından yakın-AKRABA olan RaBBına karşı saygısız davranış zulmünden, karanlığından korkmadı.. Onun içinde bu âlemde tek imtihân sorusu vardır ve tek cevabı vardır.. Cevâb çok açıktır “eşhedu” ben şehadet âlemine geldim, uzun zaman yaşadım, pek çok eşya olay ve zaman içinde oldum, pek çok Eşya Olay Zaman ve Zann içinde oldum ve gördüm ki -> “Bu Şehâdet Şehrinde SENden başka ALLAH yoktur!.
Bütün resimlere baktım, bir RESSAM aradım ama bulamadım, bütün eserlere baktım yine yoktu ve dedim ki ->“Bunları yapan BİRisi var.. TEK-BİR OLÂN var.. İşte O’dur O şâhidi Olduğğum!.”
Eşhedu enLâ İLâhe İLLâ ALLAH
Ne var ki, ben bu sözü kendi başıma bulmadım.. Bu sistemi var eden ALLAHu Zü’L- CeLÂL, kendine ULAŞtırıcı SILA ettirici SALL ettirici İRSAL ettirici ReSûLL-görevlilerini gönderdi ve bunları hitam ettirdi HATM ettir yâni TAMM-lığını hakk etti.. ilk baştakini son baştakine TAMM-layarak, İrsal SaLL Çemberini kapattı.. Başlangıçtaki Nur-u MiM’e, Nur-u MuhaMMedi vurdu.. İrsal-SALL Dâiresinin içinde kaldık.. İş geldi bu bu KULLUK ÂLEMİNde bu DÂİREnin İnkarına ya da İkrarına..
İşte bu Yüce Peygamber, bu yüce irsal ettirici, bu yüce SALL ettirici MuhaMMed aleyhi's-selâtü vesselâm, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz olduğunu anladım..O’nu BİLdim, BULdum, OLdum da önce “Eşhedü enne MuhaMMeden Rasulullah!” dedim..
Çünkü O’nu NAKLi DUYup UYan SİLM AKLımla; BİLdim ve BULdum sonra buyurduğu gibi OLdum ve de YAŞAdım..
O’nu DUYdum.. DUYunca BİLdim..
ve O’nu BULdum O’na Uydum.. O’na UYunca OLdum..
Şefât Şerefi Şehâdetini yüreğinde YAŞAdım.. “Eşhedu enLâ İLâhe İLLâ ALLAH” ı Son-Uçta.. Çok şükür..
Tümm hayatımdaki başka İŞler hep bunun içindi ve İçindeydi.. zâten tümü bunun içindi.. Kâinât bunun için halk edilmişti.. bütün OLÂN-lar bunun içindi.. TEK-BİR kelime içindi.. işte bu sonUÇ Kelimeye varmayan, varamayan bir inanç, hayalî bir inançtır, sakat bir inançtır.. Gaflet içinde, Cehâlet içinde, Dalalet içinde, İhânet içinde olacağı kesindir.. Derece derece istediği kadar gider ve sonuç ihânete varır, yazık olur yâni.. Kendi nefsine ihânet eder ve yazık eder..

İşte Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin; böylesine Muhtaşem Mubarek Muazzam ve Mukaddes olan bu; BİLBULOLuş ve YAŞAyış Şûuru insanda neş’et etti mi, kök buldu mu ve vurdu mu Nur-u MuhaMMed’i getirir, gecesi gündüz olur, ceheNNemi ceNNet olur ki “İKİsi BİR TEVHİD olur, inkarı ikrara döner, ŞeytÂNı MüslümÂN olur, her Şey Küllî Bir Şey olur.. “ŞEY” İKİ-liktir.. Nur-u MiM dir.. zaman gelir zaman geçer, zamansızlık mekansızlık âleminde ALLAHu Zü’L- CeLÂL sorar -> “Kimin bu mülk?.” Cevâb veren yokkk!. Yalnızca ALLAHu Zü’L- CeLÂL kendi cevâb verir..


Resim ->EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH.:

..Vahdet-i UHuD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i MevCÛD => Vahdet-i VüCÛD<= KaHHÂRRiyyet => Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD ->Vahdet-i ŞüHÛD->->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i UHuD..

(LÂ diyen HerŞey/kes)..-> İLÂhe -> İLLâ => ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH -> İLLÂ -> İLÂhe-> ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan Vâhidu'l- Kahhâr ALLAH)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)


Resim “LÂ Huve ->İLLâ HUu! ->O’ndan bAŞKa O YOKtur”un >ASLı!.:


هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Huvallâhullezî LÂ İLÂHE İLLÂ HUVE, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’NDAN BAŞKA İLÂH YOKtur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).” (Haşr 59/23)


Küllî Şey ALLAH celle celâlihu NÛRu ve O’nundur..
İşte o zaman MuRaDuLLaH her ne ise, EMRuLLAH SüNNetuLLAH üzere Şe’ÂNuLLAHta hasıl olmuştur..
Bizi ilgilendiren bu husus değildir, bizi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLeme kadar ilgilendirir.. ondan sonra İMAMa TESLİM OLuruz, rotayı bilen Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem nereye götüreceğini bilmektedir, görevlidir çünkü..
Bizim işimiz o kadardır.. Başka meraklılar varsa, onlar gök yüzündeki taşlanan şeytanlar gibidir.. Hani Kur'ÂN-ı Kerîm'de var ya âyetlerde, şeytanlar yukarılara çıkmak isterler de ALLAH onları taşla yıldız yağmurlarıyla taşlar diye..

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِّلشَّيَاطِينِ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ
Resim---"Ve lekad zeyyennâ’s- semâe’-d dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen li’ş- şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbe’s- saîr (saîri).: Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, şeytanlar için (atılacak) taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.(Mülk 67/5)

Çünkü bu ifrattır, yasaktır, yazıktır, hayaldir ve çok son-UÇu acıdır..
Onun içindir ki, zaman zaman çeşitli şekillerde gördüğümüz, karşılaştığımız ve de, duyduğumuz çok yüksek bilgiyi her yerden temin etmek mümkün oldu artık.. Hele bilgisayar çağında akılın hayale etmeyeceği her şekilde bilgi yüklü fakat ne çâre ki âdeta beşbin voltluk bir elektriğin yüklü olduğu bir fişsiz kablo gibi, kimi çarpacak, kime ne zarar verecek belirsiz bir şekilde.. başıboş serseri mayın gibi.. İnsanlar çok acı ve yazık içindeler.. bu çok ağır bir kötülüktür.. çok ağır bir kötülüktür bu.. benim katımda, bilgisiz bir müşrikten de kötüdür, bilgisiz bir kâfirden de kötüdür.. Durmadan, ara vermeden testilerce şarap içen bir ayyaştan da kötüdür.. hiç uyanmayan uykucudan da kötüdür.. neden??..
Çünkü, bu kişileri çabuk yıkarsınız, çabuk yola getirirsiniz.. BİLdirir BULdurur OLduruverirsiniz..
Ama bu, bu câhil kalbi kör bilginleri kısır bilgilerinden dolayı katiyen kurtaramazsınız.. tıpkı derisi gibi giydiği.. evet, derisi gibi giydiği, kendi üzerine geçirdiği ve kendinden kabul ettiği o ifrat bilgilerini katiyen çıkartamazsınız İçine bir düşmüşse..
Fenâfillah Sevdâsından çekemezsiniz onu.. Fenafi’r- Resûlü BİLdirip de BULduramazsınız Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi..
Şeytanî kibrinden hiç tenezzül etmez Velîyyullaha..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen nur-ye »

ResimKur'ÂN-ı Kerîm'in “ATEŞ-Li YeŞiL AĞAÇ?.”ı

Maddî insan ya da canlı yaratmasının yaşamasının tek sebebi tek ana kaynağı bütün canlıların beslenmesinin temeli güneşten alınan bir nesneye bağlıdır.. Enerji denmesine rağmen enerji olduğunu sanmıyorum ısı ve ışıktan yararlanmasına rağmen bunun dışında bir şey alınıyor “DİRİLİK ÖZü” dirilik diye bir şey alınıyor.. bu enerji değil ancak sadece güneşten alınıyor, elektrik enerjisinden ve diğer enerjilerden asla alınamıyor.. Beslenme zincirinin temeli olan bitki, bunu sadece en küçük varlık olan, canlı varlık olarak güneşten alabiliyor ve bunu almadığı sürece beslenme hayvana geçemiyor asla.. ot yiyeni yemeyen hayatta olamaz.. illâ ot yiyecek.. ot yiyen bir hayvan ot yiyecek ki, ot ise güneşten aldığı bu nesneyi kendi içinde foto sentez vs. yaparak gıdaya çevirecek.. dirilik enerjisine çevirecek.. yeşil enerji, YEŞİL ATEŞ olarak..

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim--- "Ellezî ceale lekum mine’ş- şeceri’l- ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: O (Allah) ki, size YEŞİL AĞAÇtan bir ATEŞ yaptı da şimdi siz ondan YAKıp duruyorsunuz. (YâSîn 36/80)

Bahsedilen bu "YEŞİL ATEŞ"in formülü bulunmuş değil bu formül nedir bilmiyoruz henüz..

MC0: Madde
MC1: Kuvvet
MC2: Enerji
MC3:………..
.
.
MC7: nedir.. bilmiyoruz nedir ama var..
.
.
.
.
MCn: İlahî Kudrette sonsuz değer..


Teknik bunu bir gün ortaya çıkarır, henüz daha üçte dolaşıyor.. enerjinin üstüne çıkmış değil o.. Oğlum Alper Vahid’in söylediğine göre MC3 ü bulmuşlar onu ama henüz açıklayamıyorlarmış.. yâni ortaya atamıyorlar ama bulmak üzereler.. bir üstü bulacaklardır, çünkü var..
Bu güneşin muhteşemliği iki tane hidrojenin 8000 C0 santigrat derece güneşin içinde sıcaklık.. Güneş bir H2 Hidrojen deposu muazzam bir Hidrojen deposu.. ve durmadan iki hidrojen eşleşiyor He2 Helyum meydana getiriyor ve bir artı bırakıyorlar bundan bu kadar enerji, ışık, ısı vs.. her helyum oluşta güneş muazzam bir ısı ışık vs. yayıyor.. ultraviolesi, şunu bunu aklımızın ermediği binlercesi yayılıyor durmadan durmadan..

Hidrojen’in esas hüneri güneştedir.
Güneşin Merkezindeki (İçindeki: ÖZ-ündeki) sıcaklık 20x106 C0, Muhitindeki (Dışındaki: Sathındaki) 8000 C0 dir.

İnsan oğlunun ilâhî veri olan akıl ve ilimle çözdüğüne göre:
Güneş'de 1 sn.de:


Resim

1 sâniye dense de BİLen BİLirki “AN” dadır.
Bir ANda 1 Hidrojen 1 Hidrojen'le Oksijen'siz YANarak!! EŞ-Leşip BİZ-İZ dediklerinde doğan BİZ-BİR-İZ Helyum'u ve El-HAYY HAYYatın Temel Gıda Kaynağı, Isının Işığın Menbağı YEŞİL ATEŞin Can bağı ARTIK-a Ne Demeli!!!

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---Ellezî ceale lekum mine'ş-şeceri'l-ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne) : O ki size YEŞİL AĞAÇtan bir ATEŞ yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz(Yâ-Sîn - 36/80)

Nedir bu ATEŞli YEŞİL AĞAÇ?.

MCn genel formüldür.
C üssündeki n= sıfırdan sonsuza kadar değerler alır.
n=0 olduğunda C0= 1 eder ve MC0=M olup MADDE-dir..
n=1 olduğunda C1= C eder ve MC1=MC olup KUVVET-tir..
n=2 olduğunda C2= C2 eder ve MC2=MC2 olup ENERJİ-dir..
İnsanoğlu şimdilerde n=3 nedir bulmaya çalışmaktadır.. MC3=?!.

İşte bu noktada derim ki n=3 ve ötesindeki bir gücü göndermekte RABBu'l-âlemin Güneşle ki bu “HAYY” ın ANA ihtiyacıdır ve her AN ambalajlanıp SALLınmaktadır durmadan…

Bu ARTIK içinde gelen Isı, Işık veyâ her ne ise sâdece bu gelenle Bitkiler fotosentez yapabilmekte TÜM CANlıların ilk ve ANA Besinini yapmaktadırlar.
Sonra OT yiyenleri ET yiyenler yer de İnsan ise her ikisini de yiyerek gıdâlanır.
Böylece ömür boyu hücrelerinin enerjsini YEŞİL AĞAÇ-ATEŞten alır..

Dış ısınmada da temel ısı kaynakları da bitkisel ve dolayısıyla GÜNEŞ'tir.
Odun, kömür, petrol vs.. Hepsi temelde GÜNEŞ kökenlidir ve SU ile İçİçedir..

İnsanlar oturup güneşin ne zaman biteceğini tahmin ediyorlar, düşünüyorlar ama ŞeÂNuLLAHta her ÂN, KÛN fe ye KÛN olduğunu bilmiyorlar, bitmenin tükenmenin hesabını yapanlar.. Bırakın onu, bir atmosfer içinde sürtünerek dönen dünyanın içini mazotla doldursak kaç günde bitirir dönmek enerjisinden dolayı 1600 km/saat hızla giden bir araba gibi düşünüverse oturur kalır yerine..
Yâni demek istiyorum ki o kadar teknik daha geride ne derse dersin buna ama bir gün teknik bunları çözecektir ama Kur’ÂNı kerimde görüyoruz söylediğim şeylerin tümü görüyoruz Kur'ÂN-ı Kerîm zâten kendi başına bir ilimdir, geçimişi geleceğe ve şu ÂNı bir açan ilimdir..

İslam Âleminin geri kalışı Kur’ÂN-ı Kerim'siz kalışından olmuştur, Kur’ÂN-ı Kerimi çağa çağıramayışından olmuştur, Kur’ÂN-ı Kerimi bir hikâye kitabı masal kitabı sanışından olmuştur.. Çünkü hearfleri okumuş ama hiç anlamaya çalışmamıştır.. Ben de çok severim Kur’ÂN-ı Kerim'ın güzel okunmasını ve hayranımdır..
Bu gün biz cumayı Alperle, Hamidiye kaynaklarının meşhur Hamidiye suyunun, Sultan II. Abdulhamid’in İstanbula taşıtıp götürdüğü içme suyunun kaynağı olan yerdeki Hamidiye Câmisinde kıldık.. Orda bir imam Ali Hoca vardı, Türkiye Kur’ÂN-ı Kerim okuma birinciliği almış bir Hoca.. Zâten câmiye girerken muazzam bir YÂ-SîN Sûresi okuyordu su gibi şırıl şırıl çok rahat çok harikâ okuyuşu vardı.. Ben de çok severim Kur’ÂN-ı Kerimin öyle tertemiz okunmasını, tertille okunmasını.. fakat elbette mânâsının da anlaşılmasını..
Ordaki yeşil ağacın, yeşil ateşin bir süs değil de, yeşil ateş yeşil enerji değil midir şekerin içindeki bize enerji veren değil mi ki yediklerimizin içinden aldığımız enerjiyi nerden alıyoruz.. yâni bunlar sessiz yangınlar, oksijen yangınları demirin yanması değil midir demirin oksitlenmesi..
yanmaktan kasıt nedir?.
oksijenle birleşmesidir..
hidrojenin yanması değil midir su?.
işte bütün bunlar nardan nurun doğuşu “Lâ ilâheİnkârından “İLLâ ALLAHİkrârının doğuşu değil midir?.


Resim
ZEVK 1264

YEŞİL AĞAÇ ->Hidrokarbon ->AŞK GÜNEŞ’in HAY AYNası
Her Seher SAÇLarın Tarar ->EHLULLAH ın ->HASLar HASı
“Fûlki’l-Meşhun” ->AŞK GEMİSİ ->DİRİLik DÖken SAHİLe
Gönül Lambam YANmıyorsa ->ENGEL OLan ->BENLİK PASI...



وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn (meşhûni) : Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.(Yâsîn 36/41)

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---Ellezî ceale lekum mine'ş-şeceri'l-ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne) : O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz(Yâ-Sîn - 36/80)


Yeşil ağaç, hidro karbon.. Aşk Güneşin Hayy Aynası, hidrokarbondur.. evet yeşil ağaç hidrokarbon, canlılığın temel taşıdır yâni Aşk Güneşin Hayy Aynasıdır gerçekten.. her seher saçların tarar Ehlullahın Haslar Hası..
İşte bunlar; güneşten fotosentez yapmazlar da, aydan fotosentez yapan gece bitkileri gibidirler.. yâni manevî gıda hep geceleri alınmıştır.. Ki bu çok doğru sözdür.. her seher saçların tarar Ehlullahın Haslar Hası..

Şimdilerde azaldı artık yok gibi ya da gizlendiler..
Ama eskiden, geçen yıllarda çokça çoktular hamd olsun..
Ben de, yıllarca yâni ALLAH'ın izniyle yaşamışızdır ki, gecelerin seherlerinde HAKk’ın AŞK Kapıların en açık olduğu, insan nefsinin insan ruhuylu uyuştuğu, RABBiyle görüştüğü, yâni ulaştığı çok güzel ÂNlardır.. Manevî gıdalar ki, insanları bitkilere benzetsek fotosentezi de böyledir.. AŞK Gecesin Ay’ı altında ki, yâni EhL-i Beyt aleyhumu's-selâmın MuhaMMedî Tâlim-Terbiyesi altında.. AŞK için geceler çok uygundur zâten..

Böyle olmazsa, insan gece gibi olmazsa, her tarafa ayan beyânsa, her tarafa dönükse-kıblesizse bundan bir şey çıkmaz!.
Gece gibi setr olmuş, Aya teslim olmuş, güzellik içerisinde ise AŞKa ancak yol bulur ve haslar hası olur..
Fûlki’l-Meşhun Aşk Gemisi ki bunlar, SEVd Sahiline DİRİ-lik DÖKen VElîYyuLLAH İnsanlardır.. İşte bunlar İlâhi AŞK Gemileridir.. Fûlki’l-Meşhun ŞahÂNe Gönül Gemilerdir ki gittikleri her yerde sahillere DİRİ-lik DÖKenler..
Kısacası Hayat Sahilini ERGİNLi Rıhtımına-EŞine ULAŞan Benden-Nefisler EmÂNetlerini-Çocuklarını İndirirler, torunlarını indirirler ki Bu HAYy Zinciri HÂLinde Kıyamete kadar gelecek NESİL-lerini dökerler gönül..

İyi ANLAyamıyorsam ki, Akıl Lambam yanmıyorsa, engel olan yalıtkan benlik pasımdır NAKLe hasret bırakan.. evet benim gönül lambam yanmıyorsa, ışıksız kalmışsam.. işte demin dediğimiz Gözün Nurunu yarattı ilk defa.. bu göz gözün nuru güneşe bakarken de vardır.. şah damarından yakın olana bakarken de aynı göz kullanılacaktır..
Beden Gözü, bir yumurta kabı gibi gözükür.. basit gibi gözükür.. oysa içerdeki RABBu’l- âlemini koruyan odur.. setreder O’nu.. onun için bir deneyin isterseniz bir yumurtayı ki, bir toplu iğnenin ucuyla delin.. GÖReceksiniz ki iki gün sonra içeriye giremezsiniz kokundan.. ve siz cinâyetle onun içindeki bütün civcivleri öldürürsünüz kıyamete kadar gelecekken..
İşte bu HAYy Sistemini, DÜZEN DENGEsini bozmaktır..
Fûlki’l-Meşhun Menbağını yok etmektir.. Siz ŞahÂNe Gemiyi deldiniz.. Musâ aleyh's-selâmın Beden Gemisini mahvettiniz.. Yâni SüNNetuLLAH Sistemi çöker..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen nur-ye »

ResimKur'ÂN-ı Kerîm'de “Teslim OL- îman Et-Tabî OL- İtaat Et ” Buyruğu.:

Aziz Kardeşlerim;
Biz, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’i El ÂN hayy bilmek zorundayız HAYy HAYy!. Sigorta sağlamsa CERYÂN nasıl HAYy olmaz?.
Kapıdaki sigorta atarsa bu evin her tarafı duman olur yâni hiçbir elektrik emmâresi kalmaz ve tüm ÂLETLerin CÂNı ÇIKar ve susar. Artık ne YANdırıcı Fırın Ne DONdurucu Buzdolabı ne de BİLgi KÜPümüz Bilgisayarımız DİRİdir ki, hepsini de çöpe atabilirsin Tahkik İMÂNsız adamlar gibi!.
Bunlar hep BİZ BİR-İZ Zinciridir ki, birisini es geçemezsin!.
“Eee Hocam işte Bursa’ya elektrik getiren direğin biri devrilmiş de, teller kopmuş da, amma yine de cereyanda geliyormuş da!.”
Hadi hadi sen git işine kardeşim!.
Ya zom uykudasın, ya uyurgezersin ya da zilzurna serhoşsun!.
Öyle bir şey yok “BİZ BİR-İZ”lik “a” dan “z” ye vardır!.
Her YERde, her ZamÂN, her HÂLde ve her NEFESte!.
Mesle “Emîn oldum hamdolsun!.” demekte.
İşte böylesi bir HAYy ZİNcirini feyeKÛN İLK NOKTAsı her ÂN HAYy OLÂN Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem!.
Ve böyle bir EL HAYy ALLAH celle celâlihu vardır..
Onun için Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem NÛRunda KüLlî ŞEYy’i CEMmü’l-CEM’ eder..
Onun için ALLAHu zü’L- CeLÂL’in RASÛLüne Teslimiyyet -> ALLAHu zü’L- CeLÂL’e İstikâmettir..
Her MuhaMMedî Müslim-Mü’min için Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemde Teslimiyet ve İstikâmet Tebliğ, Tenziri, Tebşiri ve Teşhidi vardır..
Onun için Yüce Kitabımız Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L- CeLÂL buyurmakta;

MuhaMMedî TeSLiM OLan KuL ->MuhaMMedî Şuuru BİLir
MuhaMMedî ÎMÂN EDen KuL ->MuhaBBeti ve MuhaMMedî Nûru BULur
MuhaMMedî TÂBi OLan KuL ->MuhaMMedî Hizmette ve MuhaMMedî Sürurda OLur
MuhaMMedî İTÂAT EDen KuL ->MuhaMMedî Hakîkatı ve MuhaMMedî O-Nûru YAŞAr.. İn şâe ALLAH

MuhaMMedî Teslim OLup Müslim,
MuhaMMedî İman EDip Mü’min,
MuhaMMedî Tâbi OLup VelîYyuLLAH
MuhaMMedî İtâat EDip EHLuLLAH OLuşlar..

Resim Kur'ÂN-ı Kerim’imizde;

1-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!:

(Ahzâb 33/56) (Âl-i İmrân 3/20)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.(Ahzâb 33/56)

Resim Kur'ÂN-ı Kerim’imizde;

2-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!:

(A'raf 7/158) (Nur 24/47, 62) (Fetih 48/9, 13) (Hucurât 49/15) (Hadid 57/7, 19, 21)(Mücâdile 58/4) (Saff 61/11)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.(A'râf 7/158)

Resim Kur'ÂN-ı Kerim’imizde;

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:

(Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)

Resim Kur'ÂN-ı Kerim’imizde;

4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!:

Âl-İ İmrân 3/32, 132; Nisâ 4/13, 59, 69, 80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1, 20, 46; Tevbe 9/71; Nûr 24/47, 52, 54; Ahzâb 33/31, 33, 66, 71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14;Mücâdile 58/13; Tegâbûn 64/12
Âyetlerinde geçmektedir.

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---"Kul etîûllâhe ve'r- resûl (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn (kâfirîne) :De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.(Âl-İ İmrân 3/32)

Her hususta cin gibi bir Ahmak adam bu hususta da kıvırtıp bana diyor ki: “Sen: “ALLAH ve RASÛLüne İmân Edin!.” diyorsun ama, Resûlullah ALLAHın ortağı mı da öyle diyorsun!.”
Ben bunu yaşadım!. Din adamı ama Kur'ÂN-ı Kerîmden ALLAHın âyetlerinden haberi yok!. O sadece sesiyle okuyor yüreği yok ortada.. Kendisi meşhur hafızmış ama kimin hafızı?. Açıkça cehâletin hafızı.. Adama bak bana: “Öyle anlamamak lâzım!.” diyor.. Nasıl anlamak lâzım be ahmak!.
Âyet-i CeLîLe açıkça buyurmakta.. Arap Kralının pis Vahhabî uşağı!.
“ALLAH ve Rasûlün”ü silelim atalım da senin gibi sadece “ALLAHa imân edin” mi diyelim onun yerine..

Ben bu ÂLeMe Eşyâ olarak geldiysem, ALLAHın NÛRundan yaratıldıysam, NÛR-u MuhaMMed isem, ALLAH celle celâlihunun karşısında düşmanı mıyım, ALLAHın nuru değil miyim yâni?.
Bu ne geri zekâlılık ki, BULUTtaki bir damla GÖZYAŞInın BUZDAĞI olabileceğini, eriyip tekrar bulut olabileceğini anlayamayacak kadar geri zekâlı..
Yok yok zekâsı var da, geri zekâlı değil de, zekâsını başka şeytanlıklara kullanıyor.. Dini emir sonUÇ İŞLerini de mahşere sallıyor mahşere.. burada canı ne isterse yapıp, orada bir mahşer olacakmış, cennet olursa köşkler möşkler oooh çalıp oynamaya devam!.
Sen daha çok beklersin ahmak adam!.
Böyle bir şey!. Yok böyle bir şey yok orada!. Orada olan şeylerin isimleri Kur'ÂN-ı Kerîmde açıktır.. Ev bark çoluk çocuk, Kur’ÂN-ı Kerîm’in her yerinde geçer.. Ancak cennet âyetlerinin içerisinde burası gibi üreme vs nerde!.
“Huri demek kadın demek”miş..
Sen ne diye “huri”ye kadın deyip geçiyorsun ahmak.. Ceylan gözlü oldu mu ona “huri” dermiş Araplar.. Araplar ne derse desin bana ne.. hangi Araplar?. Müslümanlıktan önceki Araplar!.
Bizim Kur’ÂN-ı Kerîm’imizi, Müslümanlıktan önceki Araplardan mı öğreneceğiz?.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem öyle mi yapmış, kendisinden önceki Arapların şiirlerine göre mi açıklamış hâşâ!. Öyle saçmalık mı olur!.
Haa bunlar kimin işi?.
Kur'ÂN-ı Kerîmde lânetlene İsrâilin.. O gündür bugündür tüm İsrailiyat bitmez tükenmez.. Nereden vurup nereden indireceğiz diye.. ondan sonra da kitab yazıyor..
Ne diyor alçaklar: “Onların cennetleri kerhâne gibidir.. oğlan çocukları gılmanlar.. göğsü tomur kız çocuğu huriler.. yetmiş bin tane şu bu..”
Nerde bunlar kardeşim nerden çıkardın bunu?.

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
Resim---Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben): Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.(Nebe 78 /33)

وَكَأْسًا دِهَاقًا
Resim---Ve ke’sen dihâkâ(dihâkan).: Ve içi dolu kadehler vardır.” (Nebe 78/34)

Ve kevâıbe etrâbâ, eğer kim ki kabını toprak ederse, kendi benlik kabını, yâni benlik kişilik kabını toprak ederse, un-ufak ederse, elerse elde bir şey kalmazsa..

Kab, kevâıb, Kâbe..
Etrab, Turab, en toprak.. UN-Ufak..
KiM ki, 6yüz, 8köşe,12 kollu Ben Kâbesini UN-ufak toz ZeRResi eder de Kader Eleğinden EL-Erse, MuSTaFeyn SıRRında TEK-lerse her ZeRReSîN..

Nereden çıktı göğüsleri yeni tomurcuklanmış kız çocukları verilecek..
ALLAHtan kork be adam!.
Kız kelimesi nerde tomurcuk nerde?.
Şu bu nerde?.
Tepeciklere öyle derlermiş Araplar da.. öyle derlerse demek ki göğüsleri çıkaran çocuklar verilecekmiş adamın aklı fikri neresinde?.
Şehvet Şeytanlığında, Şehâdette değil..
Onun için ANAsının Rahmini, “Şehâdet Şehri” görmüyor “Şehvet Çukuru” görüyor!.
Onun için şeytan zâten.. Onun için Rahîm değil de, Cahîm..
Onun için bunu niçin neden söylüyorum: “Benim oğlum ilim okur, döner döner yine okur!.” Bu avara kasnak olmamak için söylüyorum.. Dosdoğru olmak için.. dosdoğru çoğu azı yok.. Orta yolu çizmiş Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem.. bak şöyle diyor bir tek 360 derecenin sadece bir tekinde Kıble ve ALLAH var, ötekilerindeyse Şeytanları var!.

MuhaMMedî MeLÂMette-Tasavvufta uydur kaydır İŞ yoktur hâşâ, konuşacaksak MESNEDli konuşmalıyız İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Zer radiyallahu anhu'ya: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?" buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned I/178,179,265)

Resim---Abdullah İbni Mes'ud radiyallahu anhu: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu RÜŞd YOLUdur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

Aziz Kardeşim sen sen ol;
KELÂMuLLAH’ı DUY!. RESÛLuLLAH’a UY!.
RESÛLuLLAH SALLallahu aleyhi ve SELLem’in İZine bas yürü!.
Rasûlüllahlığa karışma ALLAHlığa karışma!. işte bütün mesele bu!.
ALLAH celle celâlihu hepimize hayr versin!.Elbette O’ndan hayr isteyelim de hayr versin
inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Şu EŞYâ ŞEHRi ->MekÂNda
OLÂN =>OLAYda ZamÂNda
ÇÜRük ZANNına ->TAPıYOR
NAKİLsiz->AKLı ->İNSÂNda!.


ZEVK 8570

“YuSEBBihu!.” İŞ BAŞında.. ->ŞİMdi ->Şu ÂN =>ŞE’ÂNuLLAH!
KÜLLî ŞEYyi ->KÜLLî ŞEYysiz =>Her ÂN YARAtmakta ->ALLAH!
İNSÂNLar->PUTLarın SEÇti
HAKkı-HAYRı SOLLadı GEÇti
->N E r e Gitti KUL İhvÂNim?!. =>KELÂMuLLAH ->RESÛLuLLAH!?.


30.11.17. 12:53
brsbrsm..sivasiLercâmisi..


KELÂMuLLAHta GÖZLerim
RESÛLuLLAHım>ÖZLERİm
>LİVECHiLLAH HİZMet İÇin
->UYANmak İÇin SÖZLerim!.


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


Resim

İÇinde YAŞAdığımız Şu Hayatta NormaL AKLın ALgıLadığı:

->OLaY (Eşyaların münasebetinden doğar) ->zamÂN (Olayların münasebetinden doğar) ->ZaNN (ZamÂNların münasebetinden doğar ve çoğu da çürüktür.)

ALLAHu Zü’L- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde zannların çoğu çürüktür diye bildirmiştir..:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
Resim--- "Yâ eyyyuhâllezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûhu, vettekullâhe, innallâhe tevvâbun rahîmun.: Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.” (Hucurât 49/12)

ResimZÂTuLLAH ->SıFatuLLAH ->ESMâuLLAH ->EŞyâuLLAH..

ALLAHu zü’L- CeLÂL; KüLLî şeyi, her ÂNda Şe’ÂNuLLAHta SÜNNEtuLLAH üzere yoktan değil NÛRundan Yaratıp/VAR Edipdurmaktadır..:

Kur'ÂN-ı Kerîm; Geçmiş gelecekten münezzeh olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in,
ŞE’ÂNuLLAHta, SüNNetuLLAH üzere, SEBBeha SeyrÂNında Kâinât DevrÂNında
Her ÂN YENiden KüLLî ŞeYyi NÛRundan KÛN feye KÛN VAR ettiğini Yaratıpdurduğunu,
MutLak VAR OLandan başka YOKluk OLmadığını/OLamayacağını açıkça beyân eder..


Resim
-->SıRR-ı SuBHÂNî SALtANat.:
hER NEFs hER NEFeste ->ÖLüp->DOĞuYOR.:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim--- “Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.”
(Cuma 62/1)

ZeRRe - KüRRe “SeBBaha!” da..:
SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AKL-ı SiLm BİLir ki, ATOM yaratıldığı günden beri durmadan dönmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının “KÛN feye KÛN-hER ÂN ŞE’ÂNULLAHta yENiden Yaratış” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım..

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..


ResimHer ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden Yaratış/OLÂNı.:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.”
(Rahmân 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "OL!" demekten ibarettir. Hemen oluverir.”
(YâSîn 36/82)

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---"Ve huvellezî halakas semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu KÛN fe yeKÛN (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehu’l- mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “OL!” dediği gün (herşey) OLur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdâr olandır.”
(En'âm 6/73)

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

ResimÂdemoğluna ise tüm yaratıkların dışında ayrıca, bütün ESMÂuLLAHı yüklemiş ve RÛhundan üflemiştir.:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
Resim---Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn (tînin) .: Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır..” (Secde 32/7)

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ
Resim---Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn (mehînin) .: Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden (nutfeden) kıldı (yarattı)..” (Secde 32/8)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne) .: Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz..” (Secde 32/9)

Bütün bunlara karşın İnsÂNoğlu bu âleme; sınırlı, sorumlu, izafî ve iğreti bir “ben”likle sağlanan imkânlarla KULLuk İmtihÂNına gelmiştir.. Her hususta Et TAMM olan ALLAHu zü’L- CeLÂLdir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, her ÂN Yaratmakta OLduğu her ZERResinin ÖZünün ÖZÜnde//ATOMunun HabL’iL- VERîDinde/her KULunun Yüreğinde, KELÂMuLLAH SÖZü RESÛLuLLAH SESinde, EMRuLLAH’ı DUYmamızı SÜNNETuLLAH’a UYmamızı HAYYatımız KILMaktadır..
ÇAĞLar boyunca mezârlarda ne okuduğundan habersiz ve işi gücü: “sakın Kur'ÂN-ı Kerîme dokunma yanarsın, uzak dur ve bana sor!.” Diyen zavallı güruhu elimizin tersiyle sahneden silip, yüce Kitabımız Kur'ÂN-ı Kerîmimizi ekmek su gibi hayatımızın ve MuhaMMedî Kimlik-Kişiliğimizin ÖZÜnde, SÖZünde ve YÜZünde kılmalıyız inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde DAĞLARIN GÖREVİ.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’de dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Resim--- "Ve cealnâ fî’l- ardı ravâsiye en temîde bi him ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen leallehum yehtedûn (yehtedûne).: Ve arzda (yeryüzünde), onları sarsar diye (sarsmaması için) dağlar kıldık. Ve orada geniş yollar oluşturduk. Umulur ki (böylece) onlar, hidayete ererler (ulaşırlar).” (Enbiyâ 21/31)

Dikkat edilirse âyette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici bir özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Dağların toprak seviyesinin oldukça derinlerinde kökleri vardır.
(EARTH, Press and Siever, s.413)

Kazık şeklindeki dağların toprağın içerisine iyice yerleşmiş kökleri vardır.
(Anatomy of the Earth, Cailleux, s.220)

Dağların derin kökleri dolayısıyla şekil olarak kazıklara benzediklerini gösteren diğer bir resim.
(EARTH SCIENCE, Tarbuck and Lutgens, s.158)

Dağların toprak seviyesinin oldukça derinlerinde kökleri vardır.
(EARTH, Press and Siever, s.413)

Kazık şeklindeki dağların toprağın içerisine iyice yerleşmiş kökleri vardır.
(Anatomy of the Earth, Cailleux, s.220)

Dağların derin kökleri dolayısıyla şekil olarak kazıklara benzediklerini gösteren diğer bir resim.
(EARTH SCIENCE, Tarbuck and Lutgens, s.158)

Kur’ÂN-ı Kerîm’in indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Bu bulgulara göre, dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı şöyle târif edilir: "Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yerkabuğu mantoya derinlemesine saplanır."

Bir âyette, dağların bu işlevine "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işâret edilir:

“Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?. Dağları da birer kazık?„


أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا
Resim--- "E lem nec’ali’l- arda mihâdâ (mihâden).: Arzı döşek kılmadık mı?” (Nebe 78/6)

وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا
Resim--- "Ve’l- cibâle evtâdâ(evtâden).: Ve dağları (yeri sabit tutan) kazıklar (yapmadık mı?)” (Nebe 78/7)

Dağlar yer üstünde olduğu kadar yeraltının derinliklerindeki uzantılarıyla da yerkabuğunun farklı tabakalarını adeta birer kazık gibi birbirine perçinler. Yerkabuğu sürekli hareket halinde olan tabakalardan oluşmaktadır. Dağların bu perçinleme özelliği son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller.

Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek magma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz. Dağların bu sabitleyici özelliği bilimsel literatürde "izostasi" terimiyle tanımlanır.

Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kur’ÂN-ı Kerim'de ALLAH celle celâlihu’nun yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir. Bir başka âyette şöyle buyrulur:


خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَابَّةٍ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Resim--- "Halaka’s- semâvâti bi gayri amedin teravnehâ ve elkâ fî’l- ardı ravâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbet (dâbbetin), ve enzelnâ mine’s- semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm (kerîmin).: Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve sizi sarsar (sarsmasın) diye sabit ve yüksek dağlar oluşturdu. Orada her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su indirdik, böylece orada her kerim (ikram edilmiş) bitkiden çift yetiştirdik.” (Lokmân 31/10)

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde DAĞLARIN HAREKET ETMESİ.:

Bir âyette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir:

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Resim--- "Ve terâ’l- cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merra’s- sehâb (sehâbi), sun’allâhillezî etkane kulle şey’in, innehu habîrun bimâ tef’alûn (tef’alûne).: Ve dağı görürsün, onu hareketsiz sanırsın. O, bulut gibi hareket eder. Herşeyi sağlam yapan Allah’ın yaratmasıdır. Muhakkak ki O, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Neml 27/88)

Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yerkabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yerkabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak bu yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini âyette "sürüklenme" olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "Continental Drift" yani "Kıtasal Sürüklenme"’ dir.
Bilimin çok yeni keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, Kur’ÂN-ı Kerîm’de bildirilmiş olması kuşkusuz Kur’ÂN-ı Kerîm’in mucizelerinden biridir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen nur-ye »

ResimKur'ÂN-ı Kerîm'de “ARŞ” .:

Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem ilk yaratılanla ilgili Hadis-i Şerifinde;

Resim--- Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yâ Câbir!. eşyâdan önce, kendi nûrundan (Nûrullah) senin Peygamberinin nûrunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arşı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAHı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....''”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Câbir bin Abdullah radiyallâhu anhu,’ Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’e: “Yâ Resûlullah!. anam babam sana fedâ olsun ALLAHın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu “Yâ Câbir küllî şeyden önce, eşyadan önce hiç bir şey yokken

Bakın dikkat edin, ALLAH celle celâlihu Kendi nurundan ki, Nurullahtan Nur-u Nebîyyike, senin peygamberiyin nurunu yarattı.. ve şöyle buyurdu Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem: “O nur ALLAHın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi tek başına.. o zaman, ne Levh-i Mahfuz, ne kâlem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne şeytan, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins vardı.”
Şimi bakın hiç bir şey yok idi.. bundan sonra buyurdu ki: “Ne zaman ki ALLAHu TeÂLÂ mahlukatı yaratmak istedi.. o zaman o nur, çatladı taksim oldu kısımlara bölündü.. kısım kısım ondan üredi..önce dört parça oldu.. ilk parçadan kâlemi yarattı,''
Bakın Emrullah nasıl doğuyor bizim âlemimize..
Nasıl geliyor kâlem, kaza ve kader kâlemi, daha doğrusu kaza kâlemi.. İkincisi Levh-i Mahfuz, kader levhası..
Üçüncüsü üçüncü parçadan arş yarattı..

İşte bu er-RahmÂN arşistiva arşı istiva etti..

الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim--- "Er rahmânu alâ’l- arşistevâ: Rahmân arşın üzerine istiva etti/kuşattı, hükümran oldu, hükmetti, SEVİYEledi.[/color]” ( TâHâ 20/5)

Arş nedir ki?.
Bakınız burada dikkat edin, ARŞ üçüncüdür..
İnsana, yaratılana en yakın olandır.. Bunun üstündeki Levh-i Mahfuz ve Kâlem birer soyut kavramdır.. bildiğimiz kâlem değildir.. Levh-i Mahfuz da somut değildir..
Ama ARŞ bir şey’dir.. Ondan sonra dördüncü parça.. yâni aşağıya doğru gelirken tekrar dört parçaşa bölünür..
İlkinden gökleri yarattı bildiğimiz gökleri yarattı.. aynı zamanda Semâlarımızı Mânâ Âlemimizi yarattı..
İkincisinden ARZı-Yeryüzünü yarattı, Madde Âlemini yarattı.. Üçüncüsünden CeNNet CeheNNemi yarattı..

Yâni nedir ceNNet ceheNNem ki, âhireti yarattı..
Var mı başka ceNNet ceheNNem, Hizbullah ve Hizbuşşeytandan başka.. Müşterisi bizleriz.. var mı başka yer var mı?. Yok!.
İşte bu ceNNet ceheNNem.. bu burdaki çift “Ne” ler ceNNet ve ceheNNemdeki çift “Ne” ler, birisi CEM’de.. birisi hakikâtını kendine çevirmede yâni kendi ceNNetini kendi ceheNNemini burda kendisi yaratmakta gibi..
cehennem, “Nur-u MiM”msiz kalış, zulmet gecesinde kalış..
İşte burada dananın kuyruğu kopuyor..

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim--- "İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten): Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde RABBine dön.” (Fecr 89/28)

Nasıl dediğinde mi diyor, “râdiyeten mardiyyeten, Fedhuli fiy 'ibâdi, Vedhulî cennetî
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim--- "Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim--- "Vedhulî cennetî: Cennetime gir.(Fecr 89/30)

Eğer bu ASL’a DÖN!.üş YOKsa.. Hizbu’ş-ŞEY-tÂN İKİLiğinde Ölüş ve mahvoluş maalesef olmuştur fiilen..

râdıyeten mardıyyen”i yok!. RABB’ısından razı değil.. RABBısı da, ondan razı değil..
KULu, RABB’sını DUYup UYmadı ŞeRri ve ŞEytÂNı tercih etti..
Tercihi bu, isteği bu hayatı bu..
İsterseniz götürün kanlı Aksaray ERvâh Mezarlığına, Kanlı Pelitteki mezara sokun!. Boşa sokarsınız.. sokarken yine öyle diyecek ve Razı olmayıp iraz edecek..
Yâni son nefesi verse dahi öyle diyecek çünkü, kesin kanaati ve tercihi öyle..

Dördüncü parçayı.. dört dört geliyor bakın dörtlü sistem..
Mesele onu anlamaz lâzım.. dördüncü parçayı taksim edip dört parçaya bölüp, bunlardan insan bundan sonra yaratılan şeydir insan.. artık mü’minlerin kalplerinin nuru, dillerinin nuru, gözlerinin nuru..
Bu Basar-kafa ve Basîret-Kalb, tıpkı dürbünün Objektif ve Okuleri gibidir.. İnsan İKİLİK İmtihanı üzere yaratıldığı için, dürbin gibi yaratılmıştır.. Bedenlerinden bakıp Ruhunu görmek üzere yaratılmıştır..
Hayal Âlemi yoktur MuhaMMedî Melâmette, uçmak yoktur, gözlerini kapatarak gitmek yoktur.. Ellerini havaya kaldırır “ALLAHu ekber!.” diye erkekler kulak memelerine değer ki, zâhir ve bâtın kulaklarına “duydun mu ne dediği mi?” der.. Kadınlarımız da ellerini RahmÂN ve Rahîm MeMelerinin, göğüslerinin üzerine koyarak “Duydun mu ALLAHu ekber dediğimi duydun mu?.” diye sorar..
O sesin cevabını her ikisinin de ruhlarından alması lâzım..
Öyle gözlerinin nurunu yarattıyla iş bitmez..
Gözün nuru çeşmesinin suyu nerden geliyor.. nerden geliyor?.
Hasan Dağı Helvadere Suyu kayanın altından mı çıkıyor, dağın yüreğinden mi çıkıyor?.
Nerden geliyor gözümüzün ışığı, nuru nerden geliyor?.
Nefesleri alıp verme gücü kudreti tüm bunlar ikincisinden Kalblerinin Nuru,
Üçüncüsünden Dillerinin Nuru ki TEK-BİR TEVHİDi..

Ve bu böyle devam eder gider.. bu hadis gider artık.. insanı yaratır, ondan sonra, fiileri ve düşünleri bile şimdi şu ÂNda ŞeÂNuLLAHta yartılıp durmaktadır hamdolsun!.
Ve KüLLî ŞEYy, diğerleri diğerleri yaratılır ki, bütün KÂİNÂT..
Dörtlü sistemde gider de gider ebedenn..

Ve evet neticede diyelim ki öyle değil de hadi dördüncüsünden de insanın bedenini yaratalım buradan anlayacağımız şey bu beden adam gibi beden olmalı, taş değil bu beden.. bu beden bir elma ağacı da değil.. bu beden bir kuş da değil.. herhangi bir sığır da değil..
İnsan Bedeni, yapacağı şeyler ne var?. Nefis var, neyle emredilmiş nefis?. “Kelime-yi Tevhid”le işte bunu nefsin dili söyleyecek..
Zâten bütün organlarımızı nefis kullanmaktadır, dili de o kullanması lâzım ve tevhidi söylemesi lâzım..

Çünkü Tevhid; dünyada yaşamamıza sebeb, âhireti hazırlamamıza sebeb, dini anlamamıza sebeb tüm tevhiddir.
Kalb ne yapacaktı?. Kalb, görecekti değil mi?. kalb duyacaktı!. Evett kalb duyacaktı.. İki kulaklıydı kalb değil mi, iki kapılıylı kalb değil mi Kalb ve Fuaddı.. Secde gibiyde değil mi?.
Bir tarafı Şehadete bakardı, diğer tarafı ruku’ya bakardı..
Bir tarafı ruku’da “subhane RABBiyel azim ve bi hamdihi” diyen nefse bakardı kalbin kulağının birisi ve onu duyardı.. Öbür kulağı da, ruhun “eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAHve eşhedu enne MuhaMMeden Resûlullah”ı duyardı.. DUYmalıydı RahmÂN ve Rahîm kulaklarıyla..

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim--- ''Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr: Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.(Bakara 2/285)

Semiğnâ ve ateğnâ : Daha şimdi duyduk ve uyduk!...

Lebbeyk yâ Rabbenâ lebbeyk yâ Rasülünâ sallallahu aleyhi ve sellem!...” demeliydi..
DUYdum ve Uydum,Tâbi olup İtaat ediyorum” demeliydi..

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’de yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhrûf Suresi'nde şöyle buyrulur:

وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
Resim--- ''Vellezî nezzele mine’s- semâi mâen bi kader (kaderin), fe enşernâ bihî beldeten meyten, kezâlike tuhracûn (tuhracûne).: Suyu semâdan bir kader ile (taktir edilmiş bir ölçü ile) indiren O’dur. Böylece onunla ölü beldeyi dirilttik (kuru topraktan bitkiler çıkardık). İşte bunun gibi (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.(Zuhrûf 43/11)

Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahib olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.

Eğer bu miktarda en küçük bir değişiklik bile olsa, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kur’ÂN-ı Kerîm’de bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.


ResimKur'ÂN-ı Kerîm de YAĞMURUN OLUŞUMU.:

Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı. Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar.

Kur’ÂN-ı Kerîm’de yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlar ise, tam da bu süreçlerden söz etmektedirler. Bir âyette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:


اللَّهُ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَاء كَيْفَ يَشَاء وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ فَإِذَا أَصَابَ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Resim--- ''"Allâhullezî yursilu’r- riyâha fe tusîru sehâben fe yebsutuhu fî’s- semâi keyfe yeşâu ve yec’aluhu kisefen fe terâ’l- vedka yahrucu min hılâlihî, fe izâ esâbe bihî men yeşâu min ibâdihî izâ hum yestebşirûn (yestebşirûne).: O Allah’tır ki, rüzgârları gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra semâda onu dilediği gibi yayar. Ve onu kısımlara ayırır, bundan sonra onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Böylece kullarından dilediğine onu (yağmuru) isabet ettirdiği zaman onlar sevinirler.(Rûm 30/48)

Şimdi âyette ifâde edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim.:

1. EVRE: " O Allah’tır ki, rüzgârları gönderir.." Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. “Aerosol” adı verilen bu küçük parçacıklar "Su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.

2. EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..." Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır.

3. EVRE: "...nihâyet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün." Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında bir araya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar..

Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kur'ÂN-ı Kerîm âyetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da ALLAH celle celâlihu en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kur'ÂN-ı Kerîm ile insanlara duyurmaktadır.

Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir âyette şu bilgiler verilmektedir:


أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُزْجِي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاء مِن جِبَالٍ فِيهَا مِن بَرَدٍ فَيُصِيبُ بِهِ مَن يَشَاء وَيَصْرِفُهُ عَن مَّن يَشَاء يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِالْأَبْصَارِ
Resim--- ''"E lem tera ennallâhe yuzcî sehâben summe yuellifu beynehu summe yec'aluhu rukâmen fe terâ’l- vedka yahrucu min hılâlihî, ve yunezzilu mine’s- semâi min cibâlin fîhâ min beredin fe yusîbu bihî men yeşâu ve yasrifuhu an men yeşâu, yekâdu senâ berkıhî yezhebu bi’l- ebsâr (ebsâri).: Allah’ın bulutları sevkettiğini, sonra onların aralarını birleştirdiğini, sonra da onları küme haline getirdiğini görmüyor musun? Böylece onların arasından yağmur çıkardığını görürsün.Ve semâdan, içinde dolu bulunan dağlar (dolu kümeler) indirir. Böylece onu dilediğine isabet ettirir. Ve onu dilediğinden çevirir (uzaklaştırır). Onun şimşeğinin parıltısı, neredeyse görmeyi giderir (gözleri kör gibi yapar).
(Nûr 24/43)

Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar. Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, ALLAH celle celâlihu bu âyetlerinde de bize 1400 sene öncesinde o dönemde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir.

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde AŞILAYICI RÜZGARLAR.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’in bir âyetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna dikkat çekilir:

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ
Resim--- ''"Ve erselnâ’r- riyâha levâkıha fe enzelnâ mine’s- semâi mâen fe eskaynâkumûhu, ve mâ entum lehu bi hâzinîn (hâzinîne).: Ve Biz, rüzgârları (yağmur) yüklü olarak gönderdik. Böylece semâdan su indirdik de, sizi onunla suladık. Ve onun (suyun) hazinelerini (denizleri, nehirleri, toprak altı ve toprak üstü su kaynaklarını, gölleri) oluşturan siz değilsiniz.(Hicr 15/22)

Âyette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa bu yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır.

Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kur’ÂN âyetinde bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde ANNE SÜTÜ.:

Anne sütü, bebeğin besin ihtiyaçlarını eksiksiz olarak gidermek ve bebeği olası enfeksiyonlara karşı korumak üzere Allah tarafından yaratılmış eşsiz bir karışımdır. Günümüz teknolojisi ile hazırlanan bebek mamaları dahi bu mucizevi besinin yerini tutamamaktadır.

Anne sütünün bebeğe olan faydaları her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bilimin anne sütü ile ilgili yeni keşfettiği gerçeklerden biri ise bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca beslenmesinin son derece faydalı olduğudur. Bilimin yeni keşfettiği bu önemli bilgiyi Allah bizlere "…Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir..." âyetiyle 14 asır önce bildirmiştir.


وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
Resim--- ''Ve vassaynâ’l- insâne bi vâlideyhi, hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyke, ileyye’l- masîr (masîru).: Ve Biz, insana anne ve babasına (bakmasını) vasiyet ettik (farz kıldık). Onu, annesi zorluk üzerine zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi iki yıldır. (Hem) Bana (hem) anne ve babana şükret! Dönüş, Bana’dır.” (Lokmân 31/14)


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde PARMAK İZLERİNDEKİ KİMLİK.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’de, insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için çok kolay olduğu anlatılırken, insanların özellikle parmak uçlarına dikkat çekilir:

Resim

Parmak İZim
BİZ BİR-İzim..


بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ
Resim--- ''Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benânehu.: Hayır, Biz, onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kaadiriz.” (Kıyamet 75/4)

Âyette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü tüm insanların parmak izi, tamamen kendilerine özeldir. Şu an Dünya üzerinde yaşayan her insanın parmak izi birbirinden farklıdır. Dahası, tarih boyunca yaşamış insanlarınki de birbirinden farklıdır.

İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve tüm dünyada bu amaçla kullanılmaktadır. Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kur’ÂN-ı Kerîm’de, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir.

Tek yumurta ikizleri de dahil olmak üzere, her insanın parmak izi kendine özeldir. Başka bir değişle, insanların parmak uçlarında kimlikleri şifrelenmiştir. Bu şifreleme sistemini, günümüzde kullanılmakta olan barkod sistemine benzetmek de mümkündür.
Tek yumurta ikizleri de dahil olmak üzere, her insanın parmak izi kendine özeldir. Başka bir değişle, insanların parmak uçlarında kimlikleri şifrelenmiştir. Bu şifreleme sistemini, günümüzde kullanılmakta olan barkod sistemine benzetmek de mümkündür..

Tek yumurta ikizleri de dahil olmak üzere, her insanın parmak izi kendine özeldir. Başka bir değişle, insanların parmak uçlarında kimlikleri şifrelenmiştir. Bu şifreleme sistemini, günümüzde kullanılmakta olan barkod sistemine benzetmek de mümkündür.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI.:

Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kur’ÂN-ı Kerîm’in Rahmân Sûresi'nde şöyle bildirilir:

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
Resim--- ''Merece’l- bahrayni yeltekıyân (yeltekıyâni).: İki denizi birbiri ile karşılaşacak (birbirine kavuşacak) şekilde akıttı.” (Rahmân 55/19)

بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ
Resim--- ''Beynehumâ berzehun lâ yebgıyân (yebgıyâni).: İkisi arasında berzah (engel) vardır, ikisi birbirinin sınırını geçemez (birbirinin özelliğini, düzenini bozamaz).” (Rahmân 55/20)

Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin âyette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.

Elbette ki işin ilginç yanı, insanların, ne fizikten, ne yüzey geriliminden, ne de okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kur’ÂN-ı Kerîm’de bildirilmiş olmasıdır.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde İNSAN’ın DOĞUMU.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’de insanlar imânâ çağırılırken oldukça farklı konulardan bahsedilir. Allah, kimi zaman gökleri, kimi zaman yeryüzünü, bazen hayvanları ve bitkileri insana delil gösterir. Yine birçok âyette insanın bizzât kendi yaratılışına dönüp bakması öğütlenir. İnsanın nasıl yeryüzüne geldiği, hangi aşamalardan geçtiği ve temel maddesinin ne olduğu sık sık hatırlatılır.
Örneğin bir âyette şöyle denir:


نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
Resim--- ''Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn (tusaddikûne).: Sizi Biz, Biz yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.” (Vâkıa 56/57)

أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ
Resim--- ''E fe raeytum mâ tumnûn (tumnûne).: Öyleyse akıttığınız meni nedir, gördünüz mü (ne olduğunu idrak ettiniz mi)?” (Vâkıa 56/58)

أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
Resim--- ''E entum tahlukûnehû em nahnu’l- hâlikûn (hâlikûne).: Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan Biz miyiz?” (Vâkıa 56/59)

İnsanın yaratılışı ve bunun mucizevi özelliği, daha pek çok âyette vurgulanır. Ancak bu vurgular arasında öyle bilgiler vardır ki, bunlar 7. yüzyılda yaşayan insanların asla bilemeyeceği detaylardır. İşte bunlardan bazıları:
1-) İnsan, çok küçük bir parçasından (spermadan) yaratılır.
2-) Bebeğin cinsiyetini erkek belirler.
3-) İnsan embriyosu ana rahmine adeta bir sülük gibi yapışır.
4-) İnsan ana rahminde üç karanlık bölge içinde gelişir.

Çocuğun ortalama 9 ayda doğduğu da rahatlıkla gözlemlenen, bilmek için araştırma gerektirmeyen bir konu idi. Ancak yukarıda sıraladığımız bilgiler o devrin insanının bilgi seviyesinin çok üstündeydi. Bunlar, ancak 20. yüzyıl bilimi tarafından keşfedildi.

Kur’ÂN-ı Kerîm’de bu gerçek şöyle açıklanmıştır:


أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
Resim--- ''E yahsebu’l- insânu en yutrake sudâ (sudân).: İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyâmet 75/36)

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
Resim--- ''E lem yeku nutfeten min menîyin yumnâ.: Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?” (Kıyâmet 75/37)

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim--- ''İnnâ halaknâ’l- insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ (basîran).: Muhakkak Biz, insanı (iki hücrenin) birleşimi olan bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten, gören (bir varlık) kıldık.” (İnsân 76/2)

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ
Resim--- ''Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn (tînin): Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve insanı yaratmaya, ilk defa tînden (nemli topraktan) başlayandır..” (Secde 32/7)

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ
Resim--- ''Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn (mehînin) : Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden (nutfeden) kıldı (yarattı)..” (Secde 32/8)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim--- ''Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne) : Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz..” (Secde 32/9)


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde BEBEĞİN CİNSİYETİ.:

Yakın bir zamânâ kadar, insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyorlardı. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kur’ÂN-ı Kerîm’de bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve erkeklik ve dişiliğin, "rahime dökülen nutfeden " yaratıldığı bildirilmiştir:

وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
Resim--- ''Ve ennehu halaka’z- zevceyni’z- zekere ve’l- unsâ.: Ve muhakkak ki O, erkek ve dişi çiftler yarattı.” (Necm 53/45)

مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى
Resim--- ''Min nutfetin izâ tumnâ.: Meni akıtıldığı zaman, bir nutfeden (bir damladan).” (Necm 53/46)

Kur’ÂN-ı Kerîm’de verilen bu bilginin doğruluğu, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin gelişmesiyle birlikte bilimsel olarak da ispatlandı. Cinsiyetin tümüyle erkekten gelen sperm hücreleri tarafından belirlendiği, kadının ise bu işte hiçbir rolünün olmadığı anlaşıldı. Cinsiyet belirlenmesindeki etken, kromozomlardır. İnsan yapısını belirleyen 46 kromozomdan iki tanesi cinsiyet kromozomu olarak adlandırılır. Bu iki kromozom erkekte XY, kadında ise XX olarak tanımlanır. Bir insanın oluşması, erkek ve kadında çiftler halinde yer alan bu kromozomların birer tanesinin birleşmesi ile başlar. Yani doğacak çocuğun cinsiyeti, erkekteki kromozomlardan hangisinin kadının yumurtasıyla birleşeceğine bağlıdır.
Kuşkusuz genetik bilimi ortaya çıkıncaya dek, yani 20. yüzyıla kadar bunların hiçbiri bilinmiyordu. Aksine pek çok kültürde, doğacak çocuğun cinsiyetinin kadın bedeni tarafından belirlendiği inancı yaygındı. Hatta bu nedenle kız çocuk doğuran kadınlar kınanırdı. Oysa Kur’ÂN-ı Kerîm’de, insanlara genlerin keşfinden 13 yüzyıl önce bu bâtıl inanışı reddeden bir bilgi verilmiş, cinsiyetin kökeninin kadın değil, erkekten gelen spermadan olduğu bildirilmiştir.


ResimKur'ÂN-ı Kerîmde RAHME ASILIP TUTULAN ALAK (ZİGOT).:

Erkekten gelen sperm ve kadındaki yumurta birleştiğinde, doğacak bebeğin ilk özü de oluşmuş olur. Biyolojide "zigot" olarak tanımlanan bu tek hücre, hiç zaman yitirmeden bölünerek çoğalacak ve giderek küçük bir "et parçası" haline gelecektir. Ancak zigot bu büyümesini boşlukta gerçekleştirmez. Rahim duvarına asılıp tutunur. Sahib olduğu uzantılar sayesinde toprağa yerleşen kökler gibi, buraya yapışır. Bu bağ sayesinde de, gelişimi için ihtiyaç duyduğu maddeleri annenin vücudundan emebilir. İşte burada çok önemli bir Kur’ÂN mucizesi ortaya çıkmaktadır. Allah Kur’ÂN-ı Kerîm’de, anne rahmine tutunarak gelişmeye başlayan zigottan söz ederken, "alak" kelimesini kullanmaktadır:

Resim

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka): Yaratan Rabbin adıyla oku.” (Alâk 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Resim---Halakal insâne min alak(alakın): İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı.(Alâk 96/2) (Zuhrûf 43/11)

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
Resim--- ''Ikra’ ve rabbuke’l- ekrem (ekremu).: Oku ve senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.” (Alak 96/3)

"Alak" kelimesinin Arapça'daki anlamı ise, "bir yere asılıp tutunan şey, alâka-ilgi kuran" demektir.
Kuşkusuz, anne karnında gelişmekte olan zigotu bu özelliğiyle târif eden bir kelime kullanılması, Kur’ÂN-ı Kerîm’in Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirildiğini bir kez daha ispatlamaktadır. Anne karnındaki bebek, gelişiminin ilk aşamasında annesinin kanından beslenebîlmek için rahim duvarına yapışıp tutunan bir zigot halindedir. Modern embriyolojinin tespit ettiği bu oluşum Kur’ÂN-ı Kerîm’de, "asılıp tutunan" anlamına gelen, "alak" kelimesiyle 14 yüzyıl önceden mucizevi bir biçimde bildirilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde KEMİKLERİN KASLA SARILMASI.:

Kur’ân âyetlerinde haber verilen bir diğer önemli bilgi ise, insanın anne rahmindeki oluşum aşamalarıdır. Âyetlerde, anne karnında önce kemiklerin oluştuğu, daha sonra ise kasların ortaya çıkarak bu kemikleri sardığı haber verilmektedir:

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
Resim--- ''Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâ’l- alakate mudgaten fe halaknâ’l- mudgate ızâmen fe kesevnâ’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü’minûn 23/14)

Anne karnındaki gelişimi inceleyen bilim dalı embriyolojidir. Ve embriyoloji alanında, yakın zamânâ kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılmıştır. Bu yüzden bazı kimseler uzun bir süre bu âyetlerin bilime ters düştüğünü iddia etmiştir. Ancak gelişen teknoloji sayesinde yapılan daha ileri mikroskobik incelemeler, Kur’ÂN-ı Kerîm’de bildirilenlerin eksiksiz bir şekilde doğru olduğunu ortaya koymuştur.
Kısacası insanın Kur’ÂN-ı Kerîm’de târif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. İnsanın anne karnındaki gelişiminin pek çok aşaması Kur’ÂN-ı Kerîm’de haber verilmiştir.


ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
Resim--- ''"Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâ’l- alakate mudgaten fe halaknâ’l- mudgate ızâmen fe kesevnâ’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü’minûn 23/14)

Âyet-i Celîlede bildirildiği gibi anne karnındaki embriyonun ilk aşama olarak kıkırdak dokusu kemikleşir. Ve daha sonra bu kemikler kas hücreleri tarafından sarılmaya başlanır. Allah bu gelişimi, "...daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik..." ifâdesiyle en açık şekilde târif etmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde BEBEKLERİN ANA RAHİMinde ÜÇ EVRESİ.:

Kur’ÂN-ı Kerîm’de insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim--- ''Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum mine’l- en’âmi semâniyete ezvâcin, yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâsin, zâlikumullâhu rabbukum lehul mulku, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn (tusrafûne).: Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.” (Zümer 39/6)

Dikkat edilirse, âyette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine işâret edilmektedir.

Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı devrede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan "Basic Human Embryology" isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifâde edilmektedir:


ANA RAHMindeki HAYyat 3 EVREDEN oluşur;

1-) Preembriyonik evre: (ilk 2,5 hafta), Zigot bölünerek çoğalır.
2-) Embriyonik evre: (8. haftanın sonuna kadar), canlı "Embriyo"’dur.
3-) Fetal evre: (8. haftadan doğuma kadar) embriyo artık "Fetus" ‘tur. Tıp dilinde "trimester" yani "üç dönem" olarak da tanımlanan bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir.


Anne rahmindeki gelişim ile ilgili bu bilgiler, ancak modern teknolojik aletlerle yapılan gözlemler sayesinde elde edilmiştir. Ancak görüldüğü gibi bu bilgiler de, diğer pek çok bilimsel gerçek gibi, mucizevi bir biçimde Kur’ÂN âyetlerinde haber verilmiştir. İnsanlığın tıbbi konularda hiçbir detaylı bilgiye sahib olmadığı bir dönemde, Kur’ÂN-ı Kerîm’de bu derece ayrıntılı ve doğru bilgiler verilmiş olması, elbette Kur’ÂN-ı Kerîm’in insan sözü değil, Allah Kelâmı olduğunun açık bir kanıtıdır.

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
Resim--- ''Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâ’l- alakate mudgaten fe halaknâ’l- mudgate ızâmen fe kesevnâ’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü’minûn 23/14)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîmde İLMİ VE BİLİMSEL FALİYETE DESTEK:

Kur'ÂN-ı Kerîmde İLK ÂYETLER:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ
Resim--- ''İkra' bismi RaBBikellezi halak.: Oku ismiyle O RaBBının ki, yarattı.” (Alak 96/1)

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Resim--- ''Halaka’l- insâne min alak (alakın).: İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı.” (Alak 96/2)

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
Resim--- ''Ikra’ ve rabbuke’l- ekrem (ekremu).: Oku ve senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.” (Alak 96/3)

الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
Resim--- ''Ellezî alleme bi’l- kalem (kalemi).: Ki O, kalem ile öğretti.” (Alak 96/4)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Resim--- ''Alleme’l- insâne mâ lem ya’lem.: İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak 96/5)

İnsÂNoğluna BİLMediğini AKLına NAKLen, HAKk ve HAYR OLarak BİLdiren RABBu’L- ÂLEMîn ALLAH celle celâlihudur..
Resim

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim--- ''Fe teâlâllâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ (ılmen) .: İşte Hakk ve Melik olan ALLAH, Yüce’dir. Ve Kur’ân’ın tamamlanması hususunda O’nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de.” (TâHâ 20/114) (Alak 96/5)

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim--- ''Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırate ve yercû rahmete rabbihî, kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, ahiretten çekinen (korkan) ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak ulûl’elbab (daimî zikir sahipleri) tezekkür eder/ öğüt alıp düşünürler." (Zümer 39/9) (Alak 96/5)

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim--- ''Ve minen nâsi ve’d- devâbbi ve’l- en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlike, innemâ yahşâllâhe min ibâdihi’l- ulemâu, innallâhe azîzun gafur (gafûrun).: Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret eden).” (Fatır 35/28)

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Resim--- ''Yu’ti’l- hikmete men yeşâu, ve men yu’te’l- hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez/ ibret alamaz..” (Bakara 2/269)

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
Resim--- ''İnne fi halki’s- semâvati ve’l- erdi vahtilafi’l- leyli ve’n- nehari le ayatil li üli’l- elbab: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. (Âl-i İmrân 3/190)

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim--- ''Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum min şurakâe fî mâ razaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum enfusekum, kezâlike nufassılu’l- âyâti li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: (Allah), size kendi nefslerinizden örnek verdi. Sizi rızıklandırdığımız şeylerde, sizin sağ elinizin (altında bulunan) sahip olduğunuz (kölelerinizden) ortaklarınız var mı ki (o putlar da Allah’a ortak olsun), böylece onlarla eşit olasınız, onları birbirinizi saydığınız gıbı sayasınız. Akıl eden bir kavim için ayetleri işte böyle açıklıyoruz.” (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez. (Rûm 30/28)

كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim--- ''Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârakun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ulû’l- elbâb (elbâbi).: Bu Mübarek Kitabı sana indirdik, âyetleri ile tedbir alsınlar ve ulûl’elbab tezekkür etsin diye.” (Sâd 38/29)

هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمِ يُوقِنُونَ
Resim--- ''Hâzâ basâiru lin nâsi ve huden ve rahmetun li kavmin yûkınûn (yûkınûne).: İşte bu (Kur’ân), insanlar için basirettir. Ve yakîn hasıl eden kavim için hidayettir, rahmettir.” (Câsiye 45/20)



Resim HADİS-İ ŞERİFLERde İLİM ve TEZEKKÜR:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim elde etmek her Müslüman kadına ve erkeğe farzdır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim aramak için bir tarafa yönelen kimseye Allah, cennet yolunu kolaylaştırır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Muhakkak ki âlimler, peygamberlerin mirasçılarıdır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hikmet(ilim), mü’minin kaybolmuş malıdır,onu nerede bulursa alır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim öğrenmek,beşikten mezara kadar farzdır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ İlmin yarısı, soru sormaktır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mahşerde âlimin mürekkebi, şehidin kanından Mizan’da daha ağır gelir.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ Bir saatlik tefekkür (hikmetli düşünüş ) 60 yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İlim, Çin’de dahi olsa gidip alınız.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Bir âlim, bir konuda görüş bildirdiğinde bu yorumu doğru ise on sevap, yanılır ise bir sevap alır.” buyurmuştur.
(Riyazü’s-Salihin-Seçme Hadisler; Türkiye Diyanet İşleri Yayn.)


Resim

(Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Meali)
(Bilim Ve Teknolojinin Gelişimi ile Türk İslam Bilginlerinin Yeri-L. Göker, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları ) (Din K.A.B. Kaynak Kitap: Dr.Saim Kılavuz, Dr.Akif Köten.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Son ASRın İLim ve Fen AdamLarına Göre; İLim, AhLâk ve İmÂN:

İlim, insanlığa, telgrafı, elektriği, teşhisi ve bir takım hastalıkları tedavi çârelerini verdi. Din de, ferdlerde ruhî sükûneti ve ahlâkî muvazeneyi te'min eder. İlim ve din, kâinatın hazinelerini açmak için kullandığımız hakikî iki anahtardır. İnsan ilimden istifâde eder, fakat din ile yaşar..
William James

Resim

Geçtiğimiz yıllarda ölen ünlü İngiliz bilim adamı Sir Fred Hoyle, hücredeki kompleks yapı karşısında ortaya çıkan sonucu şöyle özetlemektedir:
“Aslında, yaşamın akıl sahibi bir Varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.

Sir Fred Hoyle

Resim

Bir tabiat kanununu ifâde eden her formül, Allah'ı öven bir İlâhîdir..
Maria Mitchell

Resim

Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mâbedînin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır: "İmân et!" İman, ilim adamının vazgeçemeyeceği bir vasıftır.
Max Planck

Resim

Kâinatın Yaratıcısına olan inanç, ilmi araştırmanın en kuvvetli ve en asîl muharrik gücüdür..
Albert Einstein

Resim

Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır..
Albert Einstein

Resim

İlim ile din, birbirini inkâr etmez, bilakis tamamlar. Çünkü bunlardan biri aklın, diğeri gönlün (kalbin) ışığıdır. Ve insan ne yalnız akıldan, ne de gönülden ibarettir. Fakat hem akıl, hem de gönül sahibi bir varlıktır. Dinsiz ilim belki aklı tatmîn eder, fakat muhakkak ki gönlü karartır. Nitekim ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır. Binaenaleyh, insanlığın hayrı ve faydası, ne bugün olduğu gibi yalnız ilme bağlanmaktır, ne de orta zamanlarda olduğu gibi yalnız dine sarılmaktır. Fakat her ikisine birden sahib olmaktır..
Ord Prof. Ali Fuad Başgil

Resim

Allahu Teâlâ'nın mahlûklarını inceleyen fen adamları, O'nun büyüklüğünü herkesten iyi anlarlar..
İmam Fahreddin-i Razî kaddesallahu sırrahu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKur'ÂN-ı Kerîm Hakkında Bilim Adamlarının Söylediği Bazı Sözler:

“İnsanın gelişimi hakkında Kur’ÂN-ı Kerîm’deki ifâdelerin açıklanmasında yardımcı olmak benim için çok büyük bir zevk. Ben kesin olarak söylüyorum ki bu ifâdeleri Hz. MuhaMMed (sav)'e Allah vermiştir, çünkü bu bilginin çoğu pek çok yüzyıl sonrasına kadar keşfedilmedi. Bu bana şunu kanıtlıyor ki, Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm) ALLAH celle celâlihu’nun elçisidir.”

(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü, seçkin bir embriyolog ve pek çok tıp ders kitabının yazarı)

Resim

“... İnsan embriyosunun geçirdiği evreler kompleks olduğundan -ki bunu gelişim sırasındaki sürekli değişim sürecine borçludur- Kur’ân ve sünnetteki deyimler kullanılarak yeni bir sınıflama sistemi önerilmiştir. Önerilen sistem basittir, çok kapsamlıdır ve günümüzdeki embriyolojik bilgiyle tam uyum halindedir.”
(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)


Resim

“Son dört yıldır Kur’ân ve hadislerle ilgili yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, insan embriyosunu bölümlere ayıran yeni bir sistem ortaya çıkmıştır ki, bu MS 7. yüzyılda kaydedildiği için çok şaşırtıcıdır... Kur’ÂN-ı Kerîm’deki açıklamalar MS 7. yüzyıldaki bilimsel bilgiye dayalı olamazlar...”
(Prof. Keith L. Moore, Toronto Üniversitesi anatomi ve hücre biyolojisi profesörü)
Resim


“Evrenin ortak kökeni gibi konuları bilmesinin imkansız olduğunu düşünüyorum, çünkü bilim adamları bunu son derece komplike ve gelişmiş teknolojik metotlar kullanarak son birkaç yıl içinde bulabilmişlerdir… 1400 yıl önce nükleer fizik hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kişi, örneğin; yeryüzünün ve gökyüzünün aynı kaynaktan geldiğini veya burada tartıştığımız diğer soruların Cevâblarını kendi bulamaz.”

(Prof. Alfred Kroner, Almanya, Mainz Üniversitesi jeobilim profesörü, dünyanın en ünlü jeologlarından)

Resim

“… Ben inanıyorum ki Kur’ÂN-ı Kerîm’de 1400 sene önce ifâde edilmiş olan her şey doğrudur ve bilimsel yollar ile kanıtlanabilir… Bu, tüm bilimleri bilen ALLAH celle celâlihu’nun ilhamıdır. Böylece, şunu söylemenin vakti gelmiştir, "Allah'tan başka İlah yoktur ve Hz. MuhaMMed (aleyhisselâm) O'nun elçisidir.”
(Prof. Tejatat Tejasen, Tayland, Chiang Mai Üniversitesi embriyoloji ve anatomi departmanının başkanı)

Resim

“Kur’ân birkaç yüzyıl evvel gelmiştir ve ne keşfettiysek teyit etmiştir. Bu demektir ki Kur’ân, ALLAH celle celâlihu’nun sözüdür.”
(Prof. Joly Sumson, jinekoloji profesörü)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELAMuLLAHta TAHKiK TEVHiD TEKNİĞİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ResimKuR'ÂN-ı KeRîMde BİLİMSEL İPUCU VEREN ÂYETLER.:
KUR'ÂN-I KERÎMDE EVRENDEKİ EŞSİZ DENGE:


إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
Resim---“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader (kaderin)..: Muhakkak ki Biz, herşeyi, bir kaderle (takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer/49)

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
Resim---"Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdu’l- erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr (mıkdârin)..: Allah bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O’nun katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.” (Ra’d 13/8)


ResimKUR'ÂN-ı KERÎMDE YER ÇEKİM KANUNU:

اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لأَجَلٍ مُّسَمًّى يُدَبِّرُ الأَمْرَ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لَعَلَّكُم بِلِقَاء رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Resim---"Allâhullezî rafea’s- semâvâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alâ’l- arşı ve sehhara’ş- şemse ve’l- kamer (kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), yudebbiru’l- emre yufassılu’l- âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn (tûkınûne)..: Görmekte olduğunuz semâları (gök katlarını) direksiz olarak yükselten Allah’tır. Sonra arşa istiva etti. Ve Güneş'i ve Ay'ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (ölmeden evvel ruhunuzu Allah’a ulaştırmaya) yakîn hasıl edersiniz.” (Ra’d 13/2)

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَابَّةٍ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Resim---"Halaka’s- semâvâti bi gayri amedin teravnehâ ve elkâ fî’l- ardı ravâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbet (dâbbetin), ve enzelnâ mine’s- semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm (kerîmin)..: Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve sizi sarsar (sarsmasın) diye sabit ve yüksek dağlar oluşturdu. Orada her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su indirdik, böylece orada her kerim (ikram edilmiş) bitkiden çift yetiştirdik.” (Lokmân 31/10)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Resim---"Ves semâe rafeahâ ve vadaal mîzân(mîzâne)..: Ve semâ; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizanı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti.” (Rahmân 55/7)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---"E lem tera ennallâhe sahhara lekum mâ fî’l- ardı ve’l- fulke tecrî fî’l- bahri bi emrihî, ve yumsiku’s- semâe en tekaa alâ’l- ardı illâ bi iznihî, innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm (rahîmun)..: Allah’ın yeryüzündeki herşeyi size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmedin mi? Ve gemiler, denizde onun emri ile akıp gider. Ve Allah’ın izni olmadıkça semânın, arz üzerine (yeryüzüne) düşmesini önler (semâyı arzın üzerine düşmemesi için tutar). Muhakkak ki Allah, insanlara Rauf’tur, Rahîm’dir.” (Hacc 22/65)


ResimDİN VE BİLİM..
ALLAH CELLE CELÂLİHU’nun TELEOLOJİK, FELSEFİK KANITI.:


1-) Evren’de (Gezegen, hayvan, bitki v.b.) saat gibi işleyen milimetrik bir DÜZEN (Armoni) görmekteyiz..
2-) Madde’nin (Atom), aklı olmadığına göre, hiçbir nesne KENDİ KENDİNE TESADÜFEN düzenli bir şeyi ortaya çıkaramaz. Muhakkak ki düzeni, programı, planı ortaya koyan bir akıllı varlık ÖZNE olması gerekir. Aklın ortaya koyduğu ”Her düzenli şeyin bir Düzenleyicisi bulunur.” ilkesi vardır. Uçağı yapan bir mühendis olduğu gibi..
(Çünkü kullanılan malzemelerin aklı olmadığına göre bu programı kendi kendine tesadüfen oluşturamaz.)
3-) O halde bu evrene de bir düzen, uyum SEViye veren bir varlık olması gerekir ki –bu basit bir varlık olamaz örneğin 150.000 km. kılcal damarı 1.5 m.’ye insanoğlu BU DÜZENLE sığdıramaz.
Sığdıran ise, olduğu halde gözle görünmeyen, her şeye gücü yeten MevCÛDLarı VAR eden Vâcibu’L- VüCÛD OLAN MutLak VAR ALLAHU ZÜ’L- CELÂLDİR..

Akıl sahibi bir insÂN, dünyanın tesadüfen oluştuğu gibi bir iddianın yanlışlığını ise kolaylıkla anlar. Kısacası aklını kullanarak düşünen her insan ALLAH celle celâlihu’nun varlığının delillerini tüm açıklığı ile görebilirler ki Kur'ÂN-ı Kerîmde bu insanlardan bir âyette şu şekilde bahsedilir:


الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---"Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı)..: Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)

وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---"Vahtilâfi’l- leyli ven nehâri ve mâ enzelallâhu mine’s- semâi min rızkın fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ ve tasrîfi’r- rîyâhı âyâtun li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne)..: Ve gece ve gündüzün ihtilâfı (birbirini takip etmesi) ve Allah’ın rızık olarak semâdan (yağmur, kar gibi) şeyleri indirmesi, böylece arzı ölümünden sonra diriltmesi ve rüzgârları çevirip estirmesi, akıl eden kavim için âyetlerdir (delillerdir).” () (Câsiye 45/5)

ALLAHU ZÜ’L- CELÂL, Kur’ÂN-ı Kerîm’de insanları çevrelerindeki yaratılış delillerini düşünmeye ve incelemeye çağırır. Tüm evrende var olan sistemleri, canlı ve cansız varlıkları inceleyen, gördükleri üzerinde düşünen ve araştıran her insan ALLAH celle celâlihu’nun üstün KUDRETİNİ, AZAMETİNİ ve sonsuz ULUHİYET Gücünü tanımaya başlayacaktır. ALLAH celle celâlihu’nun insanları, üzerinde düşünmeye çağırdığı konulardan bazıları âyetlerde şöyle bildirilmektedir:


أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاء فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ
Resim---"E fe lem yanzurû ilâ’s- semâi fevkahum keyfe beneynâhâ ve zeyyennâhâ ve mâ lehâ min furûcin..: Öyleyse üzerlerindeki semâyı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur.” (Kaf 50/6)

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
Resim---"Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin behîcin..: Ve arz; onu döşedik, yaydık ve oraya sağlam dağlar attık (yerleştirdik). Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik.” (Kaf 50/7)

تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
Resim---"Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin..: Münib olan (Allah’a yönelen: Allah’a ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun (onların kalp gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar) diye.” (Kaf 50/8)

وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ
Resim---"Ve nezzelnâ mine’s- semâi mâen mubâraken fe enbetnâ bihî cennâtin ve habbe’l- hasîdi..: Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik.” (Kaf 50/9)

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ
Resim---"Ve’n- nahle bâsikâtin lehâ tal’un nadîdun..: Ve üst üste kümelenmiş tomurcukları olan uzun hurma ağaçları (yetiştirdik).” (Kaf 50/10)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ
Resim---"Felyanzuri’l- insânu mimme hulıka..: Artık insan neden yaratıldığına baksın.” (Târık 86/5)

Örneğin, gözler üzerinde inceleme yapan bir bilim adamı, yalnızca insan gözündeki kompleks sistemi gördüğünde bunun asla tesadüflerle, aşamalı olarak meydana gelemeyeceğini hemen ANLAr. Biraz daha incelediğinde, gözün oluşumundaki her detayın mucizevi bir yaratılışı olduğuna ŞÂHİD OLur. Gözün birbiriyle tam bir uyum içinde çalışan onlarca ayrı parçadan oluştuğunu GÖRür ve onu yaratmış olan ALLAHU ZÜ’L- CELÂL'E olan hayranlığı kat kat ARTar. Aynı şekilde evreni inceleyen bir bilim adamı, kendini bir anda binlerce mucizevi dengeyle karşı karşıya BULur. Sınırlarını belirlemenin mümkün olmadığı uçsuz bucaksız uzayda yer alan milyarlarca galaksi ve bu galaksilerdeki milyarlarca yıldızın büyük bir uyum içinde varlıklarını sürdürebilmesi ona büyük bir araştırma şevki verir.
Bunlardan dolayı, iman sahibi bir insan bilimsel araştırmalar yapmak ve evrenin sırlarını öğrenmek konusunda, son derece istekli ve kararlı olur. Çağımızın en büyük dehası olarak kabul edilen Albert Einstein, bir yazısında iman eden bilim adamlarının dinden aldıkları bu ateşleyici gücü şöyle dile getirmiştir: "Ben şunu iddia edebilirim ki, dini, kozmik yönden sezişler, bilimsel çalışmalarda çok daha kuvvetli hissedilmektedir.”
Şüphesiz ki bu duyguyu, bilimsel zihniyeti ile ilk kuranlar en kuvvetli SEZmişlerdi. Evrenin yapısını, bilimsel ve akılcı bir şekilde anlamak, insana en derin iman duygusu verir.
Yıllarca çalışma sonunda kavradıkları evren anlayışı, Kepler ve Newton'a böyle derin duygular vermiştir.

Johannes Kepler: “Yaratıcı'nın eserlerindeki lezzeti tatmak için bilimle ilgilendiğini” söylerken,

Tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan, Isaac Newton ise: “Bilimsel araştırmalarını yapma çabasının ardındaki sebebin Allah'ı bulup tanımak isteği olduğunu” ifâde etmiştir.

A. Einstein, insanların hedeflerini belirlerken dini gerçeklerden yola çıkmaları gerektiğini şöyle ifâde etmiştir: “İnsanın gerçek hedefini din belirler. Ancak hangi vasıtalara başvurulması gerektiği noktasında bilimin de söyleyeceği şeyler vardır. Bilim, gerçeği eksiksiz öğrenmek isteyenler tarafından şekillendirilip belli çerçevelere icra edilerek kurulur. Ama, temelde, bunun kaynağında da büyük ölçüde yine din vardır. Ben derin bir imânâ sahib olmayan herhangi bir bilim adamı düşünemiyorum!.”

Dünyada öldükten sonra yok olacaklarına inanıp Âhiret Hayatını; Mutlak Yaratan ALLAHU ZÜ’L- CELÂL ve Yaratıpdurmakta olduğu Kâinâtı/Evreni-Maddeyi inkar edenlerin söylediği sözleri Kur'ÂN-ı Kerîmde, Hak ve Hayr olan İlahî İLİMden Nâsibzier olarak nitlemektedir.:


أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Resim---"E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn (meb’ûsûne)..: Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka beas edilenler (diriltilenler) mi olacağız?” (Sâffâ 37/16)

وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ
Resim---"Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtunâ’d- dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illâ’d- dehr (dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilmin, in hum illâ yezunnûn(yezunnûne)..: Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.” (Câsiye 45/24)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön