HER AN YENİDEN YARATIŞ/YARATILIŞ
Gönderilme zamanı: 06 Eki 2017, 09:55
Es SaLâtu ve's- SeLâmu aLeyke
Yâ RaSûLuLLaH sallallahu aleyhi ve sellemmm!.
HER ÂN YENİDEN YARATIŞ/YARATILIŞ!.
HAKta HAKLen EVVEL - ÂHİR
NAKLen AKLen BÂTIN-ZÂHİR
NÛR-u MuhaMMEdi ANLA!mak
AŞKuLLAHta ->MEŞK-i MÂHİR!.
ZEVK 8471
ZÂT TOHUM -->NÛR TARLAsında.. NEFS-i VAHDet->ÂDEM->ASLı
ÂDEM->Tohum! HAVVA->TarLa! NEFS-i KESRet->HAVVA->HASLı
MÂRİFet-te ->ÂDEM ->İSÂ
TARİKat-te ->TARZ-ı MUSÂ
ŞERİAt-te -->HALkın -->HASLı.. ->MuhaMMedî VUSLÂt -->VASLı!.
celle celâlihu..
aleyhumusselâm..
05.10.17 17:37
15 muharrem 1439
kozyatğısümersitealperistANbuL..
->HAKk’tır->EŞYÂ ÖZü GÜLüm
“KÛN!.. KELÂMı”n SÖZü GÜLüm
->“ZARFı-nın ÖZÜ”nde->“ZÂT”ı
GÖR!.en ->GÖNÜL GÖZü GÜLüm..
Kur'ÂN-ı Kerîm; Geçmiş gelecekten münezzeh olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in,
ŞE’ÂNuLLAHta, SüNNetuLLAH üzere, SEBBeha SeyrÂNında Kâinât DevrÂNında
Her ÂN YENiden KüLLî ŞeYyi NÛRundan KÛN feye KÛN VAR ettiğini Yaratıpdurduğunu,
MutLak VAR OLandan başka YOKluk OLmadığını/OLamayacağını açıkça beyân eder..
-->SıRR-ı SuBHÂNî SALtANat.:
hER NEFs hER NEFeste ->ÖLüp->DOĞuYOR.:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
--- “Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.”
(Cuma 62/1)
ZeRRe - KüRRe “SeBBaha!” da..:
SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AKL-ı SiLm BİLir ki, ATOM yaratıldığı günden beri durmadan dönmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının “KÛN feye KÛN-hER ÂN ŞE’ÂNULLAHta yENiden Yaratış” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım..
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..
Her ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden Yaratış/OLÂNı.:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "OL!" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
---"Ve huvellezî halakas semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu KÛN fe yeKÛN (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehu’l- mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “OL!” dediği gün (herşey) OLur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdâr olandır.” (En'âm 6/73)
“BiR DAMLacık SU”nun >fASLı.:
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
---“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne): O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
---“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun): Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)
“KûN feyeKÛn ->BU”nun >hASLı.:
ve her ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden yaratmkata OLÂN da SENsin”:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
--- “İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
->EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH.:
..Vahdet-i UHuD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i MevCÛD =>Vahdet-i VüCÛD <=kaHHÂRRiyyet=> Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i UHuD..
(LÂ diyen HerŞey/kes)..LÂ ->İLÂhe ->İLLâ =>ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH ->İLLÂ ->İLÂhe-> LÂ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan EL VÂHiDu’L- KAHHÂR ALLAH)
يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)
“LÂ Huve ->İLLâ HUu! ->O’ndan bAŞKa O YOKtur”un >ASLı!.:
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
---“Huvallâhullezî LÂ İLÂHE İLLÂ HUVE, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’NDAN BAŞKA İLÂH YOKtur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).” (Haşr 59/23)
NEFSine ÂRiF ->RABB’ına ÂRiF..:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini TANıyan ->RABBini TANır! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
ŞİMdi şuÂNda Şe’ÂNda “HEP OLUŞ”un CÂNLı ŞÂHiDLeri ->EbDÂL ->EbRÂR ->AHRÂR ->AhYÂR!.:
Şimdi şu ÂNda, Şe’ÂNULLahta nice BeDeLsiz EBdÂLLar, KıYaSsız EBrÂRLar, ŞaRTsız-mutlak HüRrLer AHrÂRLar, SeBeBsiz AHyÂRLar vardır bu ŞeHÂdet ÂLEMinde..
AKdes- SıRR.. ->RûH-u FuÂD..
->KALB-i SÎNe.. ->SADRın BİLmek!.:
BeDeN ->SaDR ->KaLB ->FuaD ->LüB ->LüBbü'L-LüB ->HaBLi'L-VeRîD ve de ->AKDES..
->KüLLî ŞEY’i ->KüLLî NEFs’i..
->TAKDİRindeki ->MüsteKÂR!.:
كَلَّا لَا وَزَرَ
---“Kellâ lâ vezer (vezere).: Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.” (Kıyâme 75/11)
إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ
---“İlâ rabbike yevme izinil mustekar (mustekarru).: O gün, sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbi'nin katıdır.” (Kıyâme 75/12)
Bu çok ilginçtir, çünkü ikilik sürekli sürüyor ama çağrıya bakın “İlâ rabbike” Rabbinedir.. “yevme izini’l mustekar” o gün el müstekar karar yeri, varmak yeri, ebedî oluş yeri.. “mev’a” diye geçecek mev’ bildiğimiz ev yâni.. varmak ondan başka bir yer yok.. gidip otelde handa hamamda kalmıyor ebedîyyen kendi evlilik gibi bildiğimiz evlenmek de mev’a dan gelir.. müstekar da karar yeri, istikrar-karar ve sebat üzere olmak-karar kılmak-sâkin olmak-yerleşmek yeri, karar kılınacak yer.. müstekar ne buyuruyordu Yâsîn Sûresinde:
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
---“Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm: Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş-onun için istikrarlı kılınmış olan yörüngesinde) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.” (Yâsîn 36/38)
mustekarrin: karar kılınmış, kararlaştırılmış..
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
---“Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm: Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).” (Yâsîn 36/39)
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
---“Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn (yesbehûne): Ne güneşin aya erişip yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (Yâsîn 36/40)
Müstekar, istikrarlı karar yerine doğru yüzüp gidiyorlar güneş ve ay kendilerinin bir müstekar yeri vardır.. İstikrarlı, kararlı olarak karar kılacakları yer vardır.. “İlâ rabbike yevme izinil mustekar” o gün, eğer kıyam günü olmuşsa kıyama kalkış olmuşsa MuhaMMedî kudret, MuhaMMedî ayakta duruş, onun içinde oluş, kendi başına kalış mümkün değildir.. bu okyanus ancak MuhaMMedunu’l- Emîn Gemisiyle geçilir, bu cehennemden ancak böyle çıkılır.. “İlâ rabbike yevme izinil mustekar” doğrudan doğruya RaBBinedir.. RaBBinin cennetine vesairesine değil kendisinedir, yâni öylemidir?. Evett apaçık..
“ZÂTuLLAH”ı->“NURuLLAH”ı.:
DIŞta SENsin.. İÇte SENsin..
ARA YERde KALan >AKLım!.
HEPte SENsin.. HİÇte SENsin..
“YÂR DERdine DAL!.”an AKLım!.
DIŞta SENsin..:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
İÇte SENsin..:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
->KaDeRûLLâH->KADRın BİLmek!.:
وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhu alâ beşerin min şey’in, kul men enzele’l- kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden lin nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ (kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne).: Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.” (En'âm 6/91)
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
---“Mâ kaderûllâhe hakka kadrihî, innallâhe le kaviyyun azîz (azîzun).: Allah’ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka Kaviyy’dir (kuvvetli), Azîz’dir (yüce).” (Hacc 22/74)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî ve’l- ardu cemîan kabdatuhu yevme’l- kıyâmeti ve’s- semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) Allah’ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O’nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O’nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
HüLÂsa-yı KeLÂM ReSûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem’e Es SeLÂM..
30. SALÂVÂT-I ŞERÎFE: SALÂVATÜ's- SAÂDEt
Salâtü's-saâdeti de denilen bu salâvâtı okuma husususunda gönül ehli:
“cuma günleri çokça okuyanlar dünya ve âhiret saadetine ulaşır” demişlerdir.
Saâdet salâvâtını cuma günleri çokça okuyan dünya ve âhirette saâdete ulaşır.
TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedîn ve alâ âlihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi Adede mâ fi ilmillahi Salâten dâimeten bi devâmi mülkillah..
MÂNÂSI: “ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ailesine, ashabına ve ehli beytine; selâm, salât, teslimiyet ve bereket ulaşım arzumuzu ulaştır. ALLAH'ın ilminde olanların adedince ve ALLAH'ın mülkünün devâmınca bir salâtla...”
Yâ RaSûLuLLaH sallallahu aleyhi ve sellemmm!.
HER ÂN YENİDEN YARATIŞ/YARATILIŞ!.
HAKta HAKLen EVVEL - ÂHİR
NAKLen AKLen BÂTIN-ZÂHİR
NÛR-u MuhaMMEdi ANLA!mak
AŞKuLLAHta ->MEŞK-i MÂHİR!.
ZEVK 8471
ZÂT TOHUM -->NÛR TARLAsında.. NEFS-i VAHDet->ÂDEM->ASLı
ÂDEM->Tohum! HAVVA->TarLa! NEFS-i KESRet->HAVVA->HASLı
MÂRİFet-te ->ÂDEM ->İSÂ
TARİKat-te ->TARZ-ı MUSÂ
ŞERİAt-te -->HALkın -->HASLı.. ->MuhaMMedî VUSLÂt -->VASLı!.
celle celâlihu..
aleyhumusselâm..
05.10.17 17:37
15 muharrem 1439
kozyatğısümersitealperistANbuL..
->HAKk’tır->EŞYÂ ÖZü GÜLüm
“KÛN!.. KELÂMı”n SÖZü GÜLüm
->“ZARFı-nın ÖZÜ”nde->“ZÂT”ı
GÖR!.en ->GÖNÜL GÖZü GÜLüm..
Kur'ÂN-ı Kerîm; Geçmiş gelecekten münezzeh olan ALLAHu zü’l- CeLÂL’in,
ŞE’ÂNuLLAHta, SüNNetuLLAH üzere, SEBBeha SeyrÂNında Kâinât DevrÂNında
Her ÂN YENiden KüLLî ŞeYyi NÛRundan KÛN feye KÛN VAR ettiğini Yaratıpdurduğunu,
MutLak VAR OLandan başka YOKluk OLmadığını/OLamayacağını açıkça beyân eder..
-->SıRR-ı SuBHÂNî SALtANat.:
hER NEFs hER NEFeste ->ÖLüp->DOĞuYOR.:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
--- “Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.”
(Cuma 62/1)
ZeRRe - KüRRe “SeBBaha!” da..:
SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AKL-ı SiLm BİLir ki, ATOM yaratıldığı günden beri durmadan dönmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının “KÛN feye KÛN-hER ÂN ŞE’ÂNULLAHta yENiden Yaratış” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım..
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..
Her ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden Yaratış/OLÂNı.:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KÛN fe yeKÛN: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "OL!" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ قَوْلُهُ الْحَقُّ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّوَرِ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
---"Ve huvellezî halakas semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), ve yevme yekûlu KÛN fe yeKÛN (yekûnu), kavluhu’l- hakk (hakku), ve lehu’l- mulku yevme yunfehu fî’s- sûr (sûri), âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Ve semâları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “OL!” dediği gün (herşey) OLur. O’nun sözü haktır, mülk O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdâr olandır.” (En'âm 6/73)
“BiR DAMLacık SU”nun >fASLı.:
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
---“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne): O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
---“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun): Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)
“KûN feyeKÛn ->BU”nun >hASLı.:
ve her ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden yaratmkata OLÂN da SENsin”:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
---“Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
--- “İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (YâSîn 36/82)
->EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH.:
..Vahdet-i UHuD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i MevCÛD =>Vahdet-i VüCÛD <=kaHHÂRRiyyet=> Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i UHuD..
(LÂ diyen HerŞey/kes)..LÂ ->İLÂhe ->İLLâ =>ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH ->İLLÂ ->İLÂhe-> LÂ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan EL VÂHiDu’L- KAHHÂR ALLAH)
يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)
“LÂ Huve ->İLLâ HUu! ->O’ndan bAŞKa O YOKtur”un >ASLı!.:
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
---“Huvallâhullezî LÂ İLÂHE İLLÂ HUVE, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’NDAN BAŞKA İLÂH YOKtur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).” (Haşr 59/23)
NEFSine ÂRiF ->RABB’ına ÂRiF..:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini TANıyan ->RABBini TANır! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
ŞİMdi şuÂNda Şe’ÂNda “HEP OLUŞ”un CÂNLı ŞÂHiDLeri ->EbDÂL ->EbRÂR ->AHRÂR ->AhYÂR!.:
Şimdi şu ÂNda, Şe’ÂNULLahta nice BeDeLsiz EBdÂLLar, KıYaSsız EBrÂRLar, ŞaRTsız-mutlak HüRrLer AHrÂRLar, SeBeBsiz AHyÂRLar vardır bu ŞeHÂdet ÂLEMinde..
AKdes- SıRR.. ->RûH-u FuÂD..
->KALB-i SÎNe.. ->SADRın BİLmek!.:
BeDeN ->SaDR ->KaLB ->FuaD ->LüB ->LüBbü'L-LüB ->HaBLi'L-VeRîD ve de ->AKDES..
->KüLLî ŞEY’i ->KüLLî NEFs’i..
->TAKDİRindeki ->MüsteKÂR!.:
كَلَّا لَا وَزَرَ
---“Kellâ lâ vezer (vezere).: Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.” (Kıyâme 75/11)
إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ
---“İlâ rabbike yevme izinil mustekar (mustekarru).: O gün, sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbi'nin katıdır.” (Kıyâme 75/12)
Bu çok ilginçtir, çünkü ikilik sürekli sürüyor ama çağrıya bakın “İlâ rabbike” Rabbinedir.. “yevme izini’l mustekar” o gün el müstekar karar yeri, varmak yeri, ebedî oluş yeri.. “mev’a” diye geçecek mev’ bildiğimiz ev yâni.. varmak ondan başka bir yer yok.. gidip otelde handa hamamda kalmıyor ebedîyyen kendi evlilik gibi bildiğimiz evlenmek de mev’a dan gelir.. müstekar da karar yeri, istikrar-karar ve sebat üzere olmak-karar kılmak-sâkin olmak-yerleşmek yeri, karar kılınacak yer.. müstekar ne buyuruyordu Yâsîn Sûresinde:
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
---“Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm: Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş-onun için istikrarlı kılınmış olan yörüngesinde) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.” (Yâsîn 36/38)
mustekarrin: karar kılınmış, kararlaştırılmış..
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
---“Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm: Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).” (Yâsîn 36/39)
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
---“Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn (yesbehûne): Ne güneşin aya erişip yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (Yâsîn 36/40)
Müstekar, istikrarlı karar yerine doğru yüzüp gidiyorlar güneş ve ay kendilerinin bir müstekar yeri vardır.. İstikrarlı, kararlı olarak karar kılacakları yer vardır.. “İlâ rabbike yevme izinil mustekar” o gün, eğer kıyam günü olmuşsa kıyama kalkış olmuşsa MuhaMMedî kudret, MuhaMMedî ayakta duruş, onun içinde oluş, kendi başına kalış mümkün değildir.. bu okyanus ancak MuhaMMedunu’l- Emîn Gemisiyle geçilir, bu cehennemden ancak böyle çıkılır.. “İlâ rabbike yevme izinil mustekar” doğrudan doğruya RaBBinedir.. RaBBinin cennetine vesairesine değil kendisinedir, yâni öylemidir?. Evett apaçık..
“ZÂTuLLAH”ı->“NURuLLAH”ı.:
DIŞta SENsin.. İÇte SENsin..
ARA YERde KALan >AKLım!.
HEPte SENsin.. HİÇte SENsin..
“YÂR DERdine DAL!.”an AKLım!.
DIŞta SENsin..:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)
İÇte SENsin..:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
->KaDeRûLLâH->KADRın BİLmek!.:
وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhu alâ beşerin min şey’in, kul men enzele’l- kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden lin nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ (kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne).: Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.” (En'âm 6/91)
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
---“Mâ kaderûllâhe hakka kadrihî, innallâhe le kaviyyun azîz (azîzun).: Allah’ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka Kaviyy’dir (kuvvetli), Azîz’dir (yüce).” (Hacc 22/74)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî ve’l- ardu cemîan kabdatuhu yevme’l- kıyâmeti ve’s- semâvâtu matviyyâtun bi yemînih (yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) Allah’ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O’nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O’nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zümer 39/67)
HüLÂsa-yı KeLÂM ReSûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem’e Es SeLÂM..
30. SALÂVÂT-I ŞERÎFE: SALÂVATÜ's- SAÂDEt
Salâtü's-saâdeti de denilen bu salâvâtı okuma husususunda gönül ehli:
“cuma günleri çokça okuyanlar dünya ve âhiret saadetine ulaşır” demişlerdir.
Saâdet salâvâtını cuma günleri çokça okuyan dünya ve âhirette saâdete ulaşır.
TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedîn ve alâ âlihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi Adede mâ fi ilmillahi Salâten dâimeten bi devâmi mülkillah..
MÂNÂSI: “ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ailesine, ashabına ve ehli beytine; selâm, salât, teslimiyet ve bereket ulaşım arzumuzu ulaştır. ALLAH'ın ilminde olanların adedince ve ALLAH'ın mülkünün devâmınca bir salâtla...”