KABİR AZABI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KABİR AZABI
BELÂ’ BeRrzÂHı..


Değerli kardeşlerimiz;
Belki bir şafak sökümü ya da, bir gün batımı gibi doğuran bir ANAnın çığlıkları yırtar sınırlarını HAYatın!.
dOKUz ay karnında taşıyıp birlikte sevindiği, üzüldüğü, susayıp acıktığı CAN parçasının DOĞumunda herkes gülerken gözleri kapalı BEBEK AĞlar sadece her kes kutlar sevinçle!.
albebe gül bebe geçerken yıllar.. ilk adımları alkışlanır.. kekeme konuşmaları tekrarlanır gülünür.. sevgi sağanaklarında geçer yıllar.. önlük giyer okullar gelir geçer sahneden.. sevgiler yön değiştirir.. saçlar taranır.. kokular sürülür.. sevgiler AŞKlar yaşanır.. düğün-dernekler.. karı-kocalar, çocuklar.. ve de yıllar SU gibi AKar giderken simsiyah saçlara ağustoslarda kar yağar ya da bomboş kalır çırılçıplak kafalar.. hatıralar hayallerde gizlenir.. elleri şakaklarında sonsuz ufuklara dalar gider bakışlar..
Ne OLdu ki -> DOĞduk-YAŞAdık ve de ÖLüyoruz!..


İlk İnsan ÂDEM aleyhi's-selâm ile Havva aleyha's-selâmın meşhur yasak Elmasıyla bu yalan DÜN-Yaya DÖKülen ÂDEMoğlu Nereye Gitmekte?..
ELEST Meclisi NE/Nerede idi?.. mAHşer NEresi?.. DOĞduğumuzda gülen EN SEVdiklerimiz ÖLdük diye NEden Ağlamaktalar son kez BİZe!.. BAŞ TAŞımıza Neler YAZmaktalar!. Ve toprağa sardılar kıymetli Bedenimizi..
“Ben” dediğim ve bir ÖMÜR Yaşadığım Kendi KİMlik KİŞİlik Nicelik Niteliklerim NE OLdular!..
“OLsun!.. OLmasın!.” larım ve “OL-AN!” larımın, SEVaplarım-GÜNAHhlarım, BAŞlangıcımdan bu yana SON-UÇ-um?!.
BeDen-Nefis-KaLBim-RUHum NE OLdular?!.
Ölüm fASLın ASLına DÖNüşüydü.. sanki yer altı ırmağı bir yarıktan fışkırıp çıktı yeryüzünde coştu-taştı, yağdı-gürledi, yoruldu-duruldu..
Sanki tüm insanları GÖBEK BAĞlarından geri çekip TÜMMünü Havva Anamızın RAHMine ÇEKmekteydi.. geri sarılan bir HaYYat FİLMi gibi..
AnA Rahmiyle MeZÂRım arasında sadece AKIL SıRRım var!.
O ÂLEM-> AnA RAHMi BerzAHı-> BU ÂLEM.. >URUC’u..
BU ÂLEM.. -> MeZÂR BerzAHı -> O ÂLEM.. >RÜCÛ’u..
Ve zamANsız MekÂN CeNNetu’l- ÂN.. DÂRu’s- SeLÂM Mİ’RÂCı..
Çaktırmadan 1600km/saat HIZzla DÖNmüyormuş giBi DÖNen, Bomboşlukta Yusyuvarlakken her ZERResine sahip şu SANal/Yalan DÜN-ya beni-seni-onu SARınca toprağına Neler olacak?!.
BUYurulan-DUYurulan.. Rabbu’l-ÂLEMîn SÖZü sav Rahmeteli’l-ÂLEMîn SESinden DUYup UYgulasak inşae ALLAH BErzÂHhı ve de KABRimİZi!..
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer arasındaki geçit. Mani'a, engel. SıRr-ı SıFıR GEÇiti..
Azrail aleyhi's-selâm ile kesilen Hayat Bağı yerin EMMdiği su gibi ÖBÜR Hayata devam etmektedir.
Henüz mahşer kurulup hesap-kitap-mizân otada yoktur.. Ancak sanki başka ülkelere geçerken mutlaka istenen pasaport gibi ALINlarımızda;
Salih Mü’min
Günahkâr mü’min
Kâfir, Münafık.. yazmakta…
Daha başımız toprağa körlenmeden girdiğimiz yer kendi ELLerimizle yaptığımız;
Ya CeNNet KÖŞKü, ya da CeheNNeM çukuru.. DE ki meğer bedenimiz şekil değiştirmiş gibi..
ANLAtılamaz bir SEVinç ya da keder İÇinde mAHhşeri beklemek!..
Nasıl?. Ne kadar?. Ve çokça SORular.. Şariat-ı Garrâda verilen cevaplara bir gÖZ Atalım inşae ALLAHu Teâlâ..
İslâm DİNi inancına göre;
kâfirlere ve bazı günahkâr müminlere kabir azabı vardır.
Kabir, iman-ı tahkik ve salih amel sahibleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da kâfirler, fâsıklar, münafıklar için ise Cehennem çukurlarından bir çukurdur:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.” buyurdu.
( Tirmizî, Kıyamet, 26)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Münker ve Nekir melekleri SORgulaması ve Kabir Azabı:

İnkârın azabının hem kabirde hem mahşerde olacağını bildiren âyet-i celîler vardır;

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ(aşiyyen) ve yevme tekûmus sâah(sâatu), edhılû âle firavne eşeddel azâb(azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).(Mümin, 40/46)

Firavun âilesinin, bu âlemde kendi NEFSin RABB zannedenler ÂİLEsi olduğu açıktır.

وَمِمَّنْ حَوْلَكُم مِّنَ الأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُواْ عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُم مَّرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ
Resim---Ve mimmen havlekum minel a’râbi munâfikûn(munâfikûne), ve min ehlil medîneti meredû alân nifâkı lâ ta’lemuhum, nahnu na’lemuhum, se nuazzibuhum merrateyni summe yuraddûne ilâ azâbin azîm(azîmin).: Ve sizin etrafınızda olan bedevî Araplar'dan, münafık olanlar ve şehir halkından nifak üzerinde olmaya alışmış olanlar var. Onları, sen bilmezsin. Onları, Biz biliriz. Onları, iki kere azablandıracağız sonra (onlar), azîm (büyük) azaba döndürülecekler.(Tevbe 9/101)

İmkÂNla İmtihÂN İÇİn geldiğimiz şu DÂR-i FÂNi’de ZITlıklar âmellerimizin SON-UÇu olarak karşımıza çıkmaktadır ve çıkacaktır da..
İYİlik-KÖTÜlük ne etmişsek; Dünyada, Kabir hayatında ve Âhirette olmak üzere üç safhada karşılaşacagız.. Dünyadakileri peşince görmekle-yaşamakla beraber DEMEk ki, hiç bir tedbir alamayacağımız ilk azab kabirde olmakta.. yine;

وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve inne lillezîne zalemû azâben dûne zâlike ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Ve muhakkak ki zulmedenler için, bundan başka bir azab daha vardır ve lâkin onların çoğu bilmezler.(Tûr 52/47)

Abdullah b. Abbas radiyallahu anhu’ya göre, bu âyette de kabir azabına işaret edilmektedir.
(Beyhakî, İsbatu azabi’l-kabr >kabir azabının ispatı, 1/63)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip, (Peygamber Efendimiz aleyhi's-selâmı kastederek): ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyada iken dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resûlüdür. Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, MuhaMMed Allah’ın kulu ve resûlüdür.” Melekler: ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk” derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya “Bilmiyorum” diye cevap verir. Melekler ona da: “Senin böyle diyeceğini biliyorduk” derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azab çeker!.” buyurdu.
(Buharî, Cenâiz, 87; Tirmizî, Cenâiz, 70; -hadis meali özet olarak Tirmizî’den alınmıştır).

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ ۚ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ
Resim---Yuśebbitu(A)llâhu-lleżîne âmenû bilkavli-śśâbiti fî-lhayâti-ddunyâ vefî-l-âḣira(ti)(s) veyudillu(A)llâhu-zzâlimîn(e)(c) veyef’alu(A)llâhu mâ yeşâ/: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar.(İbrahim 14/27)

Âyeti kabir sorgusu ile ilgili olarak nâzil olmuştur. Ona denilir ki; “Rabbin kim?” o da: “Rabbim Allah’tır, dinim Muhammed’in dinidir.” İşte “Allah iman edenleri hem dünyada hem âhirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar” âyeti bu sağlam söze işaret etmektedir.” buyurdu.
(Berâ b. Azib radiyallahu anhu’dan; Müslim, Cennet, 73; Nesâî, Cenâiz, 114; Tirmizî, Tefsir, 14).

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir, âhiret menzillerinden ilk menzildir. Eğer kişi ondan kurtulursa, artık ondan sonrası daha da kolay olur. Eğer ondan kurtulmazsa, ondan sonrası daha da sıkıntılı olur." buyurdu.
(Tirmizî, İbn Mâce ve Hakim’in; Kenzu’l-ummal, h. No: 42504)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Değerli kardeşlerimiz;
Bu başıboş DÜN-ya’mızda, ağzımızdan giren her Haramı, yine ağzımızdan çıkan her Yalanın, ÂHİRet YOLculuğumuzun daha ilk başında Kabir Azabı olarak bizi karşılayacağı AÇIKça BİLdirilmiştir..
Yine ağzımızdan giren her HeLÂLın ve yine ağzımızdan çıkan her doğru sözün Kabir Ni’meti olacağı AÇIKça BİLdirilmiştir..

Azab: Allah’ın EMİR ve Yasaklarını tanımayan, emirlerine karşı gelenlere dünyada ve âhirette verilen ilâhi cezadır. Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
Azabe: susuzluktan yemeği terk etmektir. Terk etmek, vazgeçmek, vazgeçirmek esaslıdır. Su için ise en tatlı ve hoş olmaktır.
Azzebe: men etmek, işkence, eziyet ve elem azabı etmektir.
Kur'ân-ı Kerimde ek türevleriyle beraber 490 yerde genellikle ilâhî emirlere karşı gelenlere verilen ceza olarak geçmektedir. Benzeri mânâya gelen ; nâr, cehennem, ricz, be’s ve ikab kelimeleridir..


Kabir azabına sebep olan amelleri hadisi şeriflerden öğrenmekteyiz:
Kabir azabı sebeblerinden birisi, Nemime->Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme. Ve bevlden- sidik, idrardan sakınmama sebebiyle kabir azabı olmaktadır:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu kabirlerde yatanlar azab görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azab görmüyorlar.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı." Buyurdu.
(Abdullah b. Abbas radiyallahu anhu’dan;Buharî, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesaî, Cenâiz, 166; Diğer rivâyetler için bkz. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 115)

Kabir azabı, ölen kişinin ardından bağırıp-çağırarak ağıt yakılması halinde de, ölü kabirde bu ağıt sebebiyle azab görmektedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ölü kabirde ağıt sebebiyle azab görür. ” Buyurdu.
(Ömer İbni Hattab radiyallahu anhu’dan; Buharî, Cenâiz, 34; Müslim, Cenâiz, 28; Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 124)

Kabir azabı, ganimet mallarından gizlemek-hiyanet sebebiyle de olmaktadır:

Resim---Ömer İbni Hattab radiyallahu anhu şöyle dedi: “Hayber gazvesi günü idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bir grup geldi ve: “Falanca şehiddir. Falanca şehiddir!” dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler: “Falanca kimse de şehiddir!” dediler. Nebî aleyhi's-selâm: “Hayır, ben onu ganimetten çaldığı bir hırka -veya abâ- içinde cehennemde gördüm!.” buyurdu.
(Müslim, İman, 182; ayrıca bkz. Buharî, Cihad, 190; Beyhaki, a.g.e., s. 125)

Kabir azabı, borç- kul hakkı sebebiylededir. Kişi ödemediği borçları ödeninceye kadar azab görür.
Resim---Bu konuda Ebû Hüreyre’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Müminin borcu ödeninceye kadar ruhu borcuna takılıdır.”
(Tirmizî, Cenâiz, 74; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 508; ayrıca bkz. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 127)


Kabir azabı. ZikruLLah’tan-Kur'ân-ı Kerimden yüz çevirmekle de kabir azabına düşülür:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
Resim---Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.: Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat) vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ 20/124)

Âyette geçen "dar geçimi" Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizzat kendisi kabir azabı olarak açıklamıştır.
(Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 71.)

Kabirde azabını önleyen antivirüs gibi koruyan amellerde vardır ve bazıları:
Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLemi DUYarak-UYarak, İnkÂRsız İkrÂrda bir hayat yaşamakla kişi, zâten kendisiyle götürmekte KÖŞKünü ki ALLAH celle celâluhu:

مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ ۖ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ
Resim---Men kefera fe’aleyhi kufruh(u)(s) vemen ‘amile sâlihan feli-enfusihim yemhedûn(e): Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, onlar kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.” (Rûm 30/44)

لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---Liyecziye-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti min fadlih(i)(c) innehu lâ yuhibbu-lkâfirîn(e): Çünkü O, iman edip salih amel işleyenlere lütfundan mükafat verecektir. Çünkü O, kâfirleri sevmez.” (Rûm 30/45)
Mücahid âyette geçen, “kendileri için rahat bir yerin” kabir olduğunu haber vermektedir. (Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 130.)

ALLAH celle celâluhu YOLunda CiHÂD, Nöbet ve ŞeHîd Oluş da kabir azabını önler:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.” Buyurdu.
(Selman radiyallahu anhu’dan; 20- Müslim, İmaret, 163; Ayrıca bkz. Fezailü’l-Cihad, 2; Nesaî, Cihad, 39; İbn Mâce, Cihad, 7)

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
Resim---Velâ tekûlû limen yuktelu fî sebîli(A)llâhi emvât(un)(c) bel ahyâun velâkin lâ teş’urûn(e): Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” (Bakara 2/154)

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---Velâ tahsebenne-lleżîne kutilû fî sebîli(A)llâhi emvâtâ(en)(c) bel ahyâun ‘inde rabbihim yurzekûn(e): Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmrân 3/169)

فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Ferihîne bimâ âtâhumu(A)llâhu min fadlihi veyestebşirûne billeżîne lem yelhakû bihim min ḣalfihim ellâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e): Allah'ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” (Âl-i İmrân 3/170)

Bu hayattayken Mülk Sûresini sürekli-ANLAyarak okumak da kişiyi kabir azabından koruyan amellerdendir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kur’ân’da otuz âyetten ibâret bir sûre bir adama şefaat etti. Neticede o kişi bağışlandı. O sûre; تبارك الذى بيده الملك’’ tür.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Ebu Davud, Salat, 327; Tirmizî, Fezailü’l-Kur’ân, 9; ayrıca bkz. İbn Mâce, Edeb, 52.

“Mülk Sûresi, onu okuyana şefaat eder, onu kabir azabından kurtarır.” Meâlinde hadisler.
(Mecmau’z-zevaid, 7/128; Suyutî, İtkan, II/194-198)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Tebâreke (Mülk) Sûresi kabir azabına engeldir.” Buyurdu.
(Albanî, Sahihu’l-Câmi 3643)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kuşkusuz ki, Kur´ân’da otuz âyet olan bir sûre vardır! Bu sûre, bir kişi için şefaatçi oldu ve onun günahları affedildi. Bu sûre, Mülk Sûresidir!” buyurdu.
(Tirmizî 3052)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kuşkusuz ki, Kur´an’da otuz âyet olan bir sûre vardır! Bu sûre, kendisini okuyan kişiye mağfiret edilinceye kadar, şefaat eder! (Bu sûre) Mülk Sûresidir!” buyurdu.
(İbni Mâce 3786, Ebu davud 1400, Neseî)

Resim---Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından biri, çadırını bir kabrin üzerine kurdu. O sahabe oranın bir kabir olduğunu bilmiyordu! Birden Mülk Sûresini okuyan bir adamın kabri çıktı! Hatta kabirden çıkan adam, Mülk Sûresini sonuna kadar okudu! Bunun üzerine o sahabe, Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek: “Yâ Rasûlallah! Çadırımı kurdum ama oranın bir kabir olduğunu bilmiyordum! Birden Mülk Sûresini okuyan bir adamın kabri çıktı! Hatta kabirden çıkan adam, Mülk Sûresini sonuna kadar okudu!’ Bunun özerine Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):“Mülk Sûresi, (kişiye azab edilmesine) manidir!” buyurdu.
(Tirmizî 305)

Cihad dışında çeşitli sebeblerle Hükmî Şehid olanlar:

Resim---İmam Nesaî, Abdullah b. Dinar radiyallahu anh’ın şöyle söylediğini rivâyet etmiştir; “Ben, Süleyman b Surad ve Halid b. Arfata birlikte oturuyorduk. Bu sırada bir adamın ishalden öldüğünü söylediler. Baktım, benimle beraber olan (adı geçen) iki kişi öldüğü bildirilen adamın cenâzesinde bulunmayı arzu ediyorlar. Bunlardan birisi diğerine: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim ishalden ölürse, kabrinde azab görmez.” diye buyurmadı mı? diye sordu. Öteki de: “Evet öyle buyurdu.” diye cevap verdi.”
(Nesaî, Cenâiz, 111; Tirmizî, Cenâiz, 65)

Resim---Ebu Hüreyre (r. a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Siz kimleri şehid sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahabiler “Yâ Rasûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehiddir.” dediler. Peygamber Efendimiz: “Öyleyse ümmetimin şehidleri oldukça azdır.” buyurdu.
Ashab: “O halde kimler şehiddir Ya Rasûlallah?” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah yolunda öldürülen şehiddir. Bulaşıcı hastalıktan ölen şehiddir. İshalden ölen şehiddir. Boğularak ölen şehiddir.” buyurdu.27 27-
(Müslim, İmâre, 165, ayrıca bkz. İbn Mâce, Cihad, 17)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cuma günü veya gecesi ölen mümine kabir azabı olmaz.” buyurdu.
(Tirmizî, Ebu Nuaym, Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kâhire trs s. 141)

Emri bi’l- ma’ruf nehyi ani’l- münker yapmak->HaKKı ve HaYRı Emredip, Bâtıl ve Şeri yasaklamak.. Hadesten tehâret ve bazı hasbî hizmetlerinde kabir azabından koruduğu bildirilmiştir.
(el- Hanbeli, İbn Receb, Ebû’l-Ferec Zeynuddin Abdurrahman b. Ahmed, “Ehvalü’l-Kubur ve Ahvalü Ehliha ile’n-Nuşur”, Dâru’l-Kitabi’l-Arabi, 3. Baskı, Beyrut 1995, s. 90.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Hadisi şeriflerde kabirlerde olacak azab şekilleri hakkında da bilgiler:

Kabirde Azab Şekilleri:

a) Kabir sıkması:

Hz. Aişe vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve SeLLem şöyle buyurmuştur:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak kabrin bir sıkması vardır ki, eğer ondan kimse kurtulacak olsaydı Sa'd b. Mu'âz kurtulurdu." buyurdu.

(Aişe radiyallahu anha’dan; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 55, 98; Suyûti, Ş. Sudur, v. 177 a; Rodosîzâde, Muhammed b. Muhammed, Ahval-i Alemi Berzah v. 73 a; Hasan el-Idvî, Meşariku’l- Envar Fi Fevzi Ehli’l- İtibar, s. 30, Mısır, 1316 h.2)

Resim---Hz. Aişe radiyallahu anha vâlidemiz bir gün Rasûl-i Ekrem aleyhi's-selâm Efendimize şöyle diyor: "Yâ Resûlullah!, sen bana Münker ve Nekir'in seslerini ve kabir sıkmasını anlattığın günden beri hiç bir şeyden tat alamaz oldum." Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ey Aişe, Münker ve Nekir'in sesleri mü'mine, gözdeki sürme gibi gelir. Kabir sıkması da mü'mine, şefkatli bir ananın yavrusunun başını okşaması gibidir. Ama ya Aişe, şâkilere (âsi olanlara) yazıklar olsun ki onlar kabirlerinde düz ve sert taş üzerine yumurtanın çarpıldığı gibi sıkıştırılacaklardır!." buyurdu.
(Beyhakî İsbatu Azabul Kabr . 39 a; Suyûti, Ş. Sudur, v. 47 a; Suyûti, B. el-Keîb, v. 145 a; İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, c. III, s. 262, Beyrut 1971.)

Kabrin-toprağın SIKması, bir ananın yavrusunu kucaklayıp sevgiyle sıkması ile, sert bir taşa çarpılmış yumurta farkı!.. Dayanılmaz şefkat ve acıya bakalım buyurunuz!

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye: "Bu adam (Rasûlüllah) hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu; "O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka Allah olmadığına, Muhammed (aleyhi's-selâm)in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim"sözlerini söyler. Melekler; "Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten" derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona "Yat!" denir. "Aileme dönüp onlara haber versem mi?" diye sorar. Onlar da; "Akrabalarından en çok sevdiği kimseden başkası kendisini uyandırmayan, güveğinin uyuması gibi uyu!" derler. Böylece, yatlığı yerden, Cenâb-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur.''

Eğer münafık ise, "İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum" der. Melekler de, "Böyle söylediğini zaten biliyorduk" derler. Sonra arza: "Onu sıkıştır-çullan onun üzerine! " denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azab edilir."
(Ebu Hüreyreradiyallahu anh'dan; Tirmizî, Cenâiz, 70)

İbn Mâce, Sünen'inde şöyle demektedir: "Allah, iman edenleri sabit bir söz ile metanetli kılar" âyeti, kabir azabı (sorgusu) hakkında indi. Ölüye kabirde; "Senin Rabbin kim?" diye sorulur. O da; "Rabbim Allah'tır, Peygamberim Muhammed'dir" diye cevap verir. İşte mü'min ölünün böyle cevabı;

يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ ۚ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ
Resim---Yuśebbitu(A)llâhu-lleżîne âmenû bilkavli-śśâbiti fî-lhayâti-ddunyâ vefî-l-âḣira(ti)(s) veyudillu(A)llâhu-zzâlimîn(e)(c) veyef’alu(A)llâhu mâ yeşâ/:Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 14/27)

''Allah iman edenleri sâbit söz ile dünya hayatında ve âhirette metanetli kılar" meâlindeki âyetin ifadesidir.
(İbn Mâce, Zühd, 32; Ayrıca bk. Buharî, Tefsîr, Sûre, 14)

Kabir sorgusundan hiçbir kul kurtulamaz ki;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ölü mezara konulur. Salih kişi kabrinde endişesiz ve korkusuz oturtulur. Sonra ona; "Hangi dinde idin?"diye sorulur. O; "Ben İslâm dininde idim" diye cevap verir. Sonra ona; "Şu adam (Rasûlüllah, aleyhi's-selâm) kimdir?" diye sorulur. O da; "Muhammed (aleyhi's-selâm), Allah'ın Rasûlüdür. O, bize Allah katından apaçık âyetler getirdi; biz de O'nu doğruladık" diye cevap verir. Daha sonra bu ölüye; "Sen Allah'ı gördün mü? diye sorulur. O da "Hiçbir kimse Allah'ı görmeye lâyık değildir" diye cevap verir. Bu soru ve cevaplardan sonra onun için ateş tarafına bir pencere açılır. Ölü ona bakarak ateş alevlerinin birbirini kırıp yenmeye çalıştığını görür. Sonra ona; "Allah'ın seni koruduğu ateşe bak" denir. Daha sonra onun için Cennet tarafına bir pencere açılır. O da bu defa Cennetin süsüne ve nimetlerine bakar. Kendisine; "İşte bu yer senin makamındır" denildikten sonra; "Sen samimi iman üzerinde idin, bu sağlam iman üzerinde öldün ve inşallah iman üzerinde dirileceksin" denir"
(İbn Mâce, Zühd, 32)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecek. İnsan defnedilip arkadaşları ondan ayrılınca, elinde topuzla bir melek gelerek onu oturtur ve; "Bu adam (Rasûlüllah hakkında ne dersin?” diye sorar. Kişi mü'min ise; "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'in, Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim" diye cevap verir. Melek de ona; "Doğru söyledin" der..."
(Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 3, 40)

Ehl-i Sünnet i’tikadında Münker ve Nekir'in kabirde ölüyü sorguya çekmeleri haktır. Kabrin sıkması ve azabı haktır. Bu bütün kâfirler ve âsi bazı mü'minler için olan bir şeydir.
(İmam Azam, "Fıkh-ı Ekber", trc. H. Basrî Çantay, Ankara 1985, s. 14)

Hz. Enes, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Zeyneb'in cenazesinde bulunduğunu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi hüzünlü hüzünlü kabrin yanında oturur gördüğünü anlatır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem göğe bakmağa başlar, sonra yere bakar ve hüznü artar. Başını yerden kaldırdığı zaman, hüznünün gittiğini ve tebüssüm ettiğini gördüklerini söyleyen Enes, bunun sebebini sorduklarında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrin Zeynib'i sıkmasını düşünüp hüzünlendiğini ve bunu hafifletmesi için Allah'a yalvardığını ve duasının kabul edildiğini beyan ederler. (Suyûtî, Ş. Sudur, v. 45 b.)

Demek ki, kâfirlere kabir sıkması, kabir azabından bir çeşittir ve onunla azablanmaktadırlar. Mü'minlere gelince onlar iki kısımdır: İtaatkâr olanlar ve âsi yani günahkâr olanlar. İtaatkâr olanlara kabirde azab yok, sadece kabir sıkması vardır. Âsi olanlar ise günahları derecesinde sıkılacaklar ve böylece azab çekeceklerdir. (13) Sa'd b. Mu'âz'ın sâlih bir kimse olduğu halde neden kabirde o derece sıkıştırıldığını soran yakınlarına Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Bazen bevlden (küçük abdestten) temizlenmede kusur ederdi." (Suyûtî, Ş. Sudur, v. 177 a.) demiştir ki, bu da kabir sıkmasının, bazı günahlardan dolayı azab için de vaki olduğunu gösterir.

Me'sur dualarda: "Ona kabrini genişlet...." (H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 9, Mısır, 1316 h.) Duyurulması da kabrin insanları sıktığına delâlet eder. Çünkü kabir insanları sıkıyor, bu sebeple ondan kurtarması için Allah'a dua ve niyazda bulunulmaktadır. Aksi halde bu şekilde dua edilmezdi.

Hz. Rasûlün sallallahu aleyhi ve sellem getirdiği dini en iyi bilenlerden olan ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e halifelik yapmış olan Hz. Ömer'in vasiyyetine kulak verelim. Hz. Ömer demiştir ki: "Kefenimi iktisatlı yapın. Çünkü eğer Allah katında benim bir mevkiim varsa O elbette onu daha hayırlısı ile değiştirecektir... Kabrimi de iktisatlı kazın. Zira eğer ben Allah katında hayırlı isem, o kabrimi genişletecektir. Değilsem de, siz ne kadar geniş kazarsanız kazın O, onu sıkıştıracaktır. Ta ki kaburga kemiklerim birbirine karışacaktır." (16) 16) Suyûtî, B. el-Keîb, v. 147 a.Burada kabir sıkmasının, azab çeşitlerinden biri olduğu belirtilmektedir.

b) Tokmakla vuruş:

Resim---Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem den Enes b. Mâlik yoluyla rivâyet edilen kabir suâli hakkındaki hadisin sonunda kâfir ve münafıklar cevap veremeyince enselerine tokmakla vurulacağı haber veriliyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "...Sonra onun (kâfir veya münafığın) ense köküne öyle bir vurulur ve o (o vuruşun acısıyla) öyle bir feryad eder ki, onun feryadını, insan ve cinler hariç, kendisine yakın olan her mahluk duyar."
(Buhârî, Sahih, Cenâiz, 66, c. II, s. 92; Cenâiz, 85, c. II, s. 102; Nesâi, Sünen. Cenâiz, 110, c. IV, s. 98; Ebû Davud, Sünen, Sünnet, 27, c. IV, s. 329; A b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 126, 234. buyurarak bunu anlatmaktadır. Hadisin Ebû Sa'id el-Hudri'den gelen rivâyetlerinde ayrıca onlar için kabirlerinden Cehennem'e bir kapı açılacağı zikredilmekte ve tokmakla vurulduğunda feryadını, insan ve cin haricinde bütün mahlukâtın işiteceği kaydedilmektedir. (18) 18) A b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 3-4; Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 26 aBu vuruş, şüphesiz azab içindir ve azab çeşitlerinden biridir.)

c) Cehennemlik olan kişiye akşam-sabah Cehennemdeki yerinin gösterilmesi:

Resim---Abdullah b. Ömer'den rivâyet edilen bir hadisinde Peygamber efendimiz (S): "Sizden biriniz vefat ettiğinde, sabah ve akşam ona kendi oturacağı makamı gösterilir. O kimse cennetliklerden ise, cennetliklerin makamlarından bir makam (yani kendisinin Cennet'te varacağı makam) gösterilir. Ve ona: Burası senin kıyamet gününde gönderileceğin makamdır (yerindir), denir." buyurmaktadır.
(Buhârî, Sahih, Cenaîz, 88, c. II, s. 103; Müslim, Sahih, Cennet, 17, c. IV, s. 2199; Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 71, c. II, s. 267; lbn Mâce, Sünen, Zühd, 32, c. II, s. 1427; Nesâî, Sünen, Cenâiz, 116, c. IV, s. 107; Mâlik b. Enes, Muvatta", Cenâiz, 16, c. I, s. 239)

Bu görme esnasında: "İşte senin yerin burasıdır." denmesi, cehennemlikler için en büyük azabtır. Çünkü bu gösterme akşam-sabah tekrarlanacağına göre ve kıyametin de ne zaman kopacağını Allah'dan başka kimse bilmediğine göre, kendisine Cehennem'deki varacağı yer gösterilen kişi, kabirde geçirdiği her dakikasını, her anını, kendisine gösterilen Cehennem azabına düştüm düşeceğim korkusuyla geçirecektir. Dünyada böyle korkulu geçen günlerimizi ve anlarımızı hatırlarsak, bunun insana ne derece ızdırap verdiğini daha iyi anlayabiliriz. Çıkış yollarını ateş sarmış olan bir binada mahsur kalmış bir kişiyi düşünelim.

Meselâ ateş binanın üst katlarına doğru yayılmakta, o ise ateş geldikçe daha üst katlara doğru kaçmakta ama ne kadar kaçarsa kaçsın ateşin mutlaka en üst kata da çıkacağını ve bütün binayı yakacağını bilmekte. Yahut ormanda bir yırtıcı hayvanın saldırısına uğrayıp da kaçmaktan başka hiç bir kurtuluş çaresi olmayan kişinin korkusunu düşünelim. Cehennem azabına düşmenin vereceği korku elbette bunlardan kat kat fazla olacaktır.

Abdullah b. Ömer'den rivâyet edilen bu hadis yanında, kafirlere sabah-akşam kıyamet günündeki gidecekleri yer olan Cehennem azabının arz edildiğine, Fir'avn ve ailesi hakkında yukarıda geçen: "...Onlar sabah-akşam ateşe arzedilirler.” (20) 20) Mü'min, 40/46. âyeti de delildir.
(Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 29 b. Fir'avn ve ailesinin bu ateşe arz edilişlerini, onların ruhlarının, akşam sabah Cehennem (nâr) üzerinde uçan siyah kuşların ağızlarında olduğu şeklinde açıklayan rivâyetlerde vardır.(22) 22) Kemâl b. Ebî Şerif, el-Müsamere Şerhul Müsayere, s. 226; Suyûtî, B. el-Keîb, v. 148b.)

Her ne şekilde olursa olsun, onların akşamleyin ve sabahleyin Cehennem azabıyla azablandıkları bir gerçektir.

İbn Ömer'den rivâyet edilen hadis, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şu şekliyle yer olmaktadır: "Kabrinde âdemoğluna sabah-akşam Cennet veya Cehennem'deki yeri arz edilir. " (23) 23) A. b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 59. Burada kişiye makamının arz edilişinin hem kabirde olacağı ve hem de mü'min, kâfir bütün insanlara olacağı açıkça zikredilmiştir ki, bu da varacağı yer Cehennem olanlar için azab çeşitlerinden biridir.

d) Yılan-çıyan ve haşerâtın kabirde ölüyü ısırması ve sokması:

Resim---Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Tâhâ Sûresi'ndeki: "...Muhakkak onun için dar bir geçim vardır." (Tahâ, 20/124.) âyetinin kabir azabı hakkında indiğini haber vererek: "Allah'a yemin olsun ki, ona (kâfire) doksan dokuz tinnîn gönderilir (saldırtılır). Tinnîn nedir bilir misiniz? Her birinin dokuz başı olan doksan dokuz yılan. Kıyamet gününe kadar onun cismine üfürürler, sokarlar ve onu tırmalarlar. "
(Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 32 a; İbn Kesîr, Tefsir, c. III, s. 169; Gazzâlî, îhyâ, c. IV, s. 484. buyurmuştur. Ebû Sa'id el-Hudrî de: "Buradaki dar geçimden kasıt, doksan dokuz Tinnin'in (ejderhanın) onu kabrinde sokmasıdır." demiştir. (Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 31 b.)

Resim---Ebû Sâ'id el-Hudrî'den rivâyet edilen diğer bir hadis-i şerifinde de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn (ejderha) saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokarlar ki, eğer onlardan birisi yeryüzüne üfleyecek olsa, orada hiç bir yeşillik kalmazdı." buyurmaktadır.
(A. b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 38; Dârimî, Sünen, Rikâk, 94, c. II, s. 238.)

Esma hadisinde ise, kabir suâllerine cevap veremeyecek olan kâfire musallat olacak hayvan hakkında: "...Ona (kâfire) kabrinde, elinde düğümü ateşten olan, deve boynu gibi bir kırbaçla bir hayvan saldırtılır ki, Allah'ın dilediği kadar onu döğer. Kulakları da sağır olduğu için onun sesisini (feryadını) duymaz ki ona acısın." (A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 353) denilmektedir.

Yukarıdaki yılanlar için İbn Mes'ud "deve boynu gibi yılanlar" demektedir ki, (Suyûtî, Ş. Sudur, v. 55 a.)
Türkçe de böyle büyük ve acayip yılanlara "ejderha" denilmektedir. Yılanların doksan dokuz tane olmaları hususunda ise, onların Allah'ın doksan dokuz ismini inkâr etmiş olmaları sebebiyle bu sayının doksan dokuz olabileceği -tabii kesinlikle böyledir denemez- söylenmektedir. (A Siracuddin, el-İman Bi’Avamil Âhireti ve Mevakıfihas. 67, dn.) Şüphesiz bu azab insanın dünyadaki nankörlüğü ve kötülükleri nisbetinde olacaktır. Ve insana, hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi, çok büyük acı verecektir. Ama bu azab gerçekten cismanî yılanlar ve ejderhaların sokmasıyla mı olacaktır? Öyle olsa onları görmemiz gerekmez mi? denirse, deriz ki: Azab, acı ve ızdırabın ulaşmasından ibaret olduktan ve bu ejderler de kabrinde insana bu acıyı tattırdıktan sonra, bunların herkese görünür olmasıyla olmaması arasında ne fark var ki?..

Hz. Âişe vâlidemizden de bu hususta: "Kâfire kabrinde kudurmuş akrepler saldırtılır ve onun etini başından ayaklarına kadar yerler. Sonra ona tekrar et giydirilir ve bu sefer de ayaklarından başlayarak başına kadar yerler ve böylece azab devam edip gider." dediği nakledilir.( Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 53 b.) Buna göre kabirde haşere ve yılanların insanı yiyip sokması şeklinde de azab edilmektedir kâfirlere.

Bu gibi konularda insan için üç derecenin olduğunu belirterek İmam Gazzâli şöyle der:

"Birincisi, en doğru en açık ve en makbul derecedir ki; yılanın mevcut olup ölüyü soktuğunu fakat bizim gözümüze bu gibi melekût âlemine ait şeyleri görme hassası verilmediği için bunu bizim göremediğimizi kabul etmendir. Nitekim âhirette müteallik bütün işler melekût âlemindendir. Sahabeyi görmez misin ki onlar Cebrail (as)'ı görmedikleri halde, nasıl onun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldiğine ve Rasûlullah'ın onu gördüğüne iman ediyorlar. Eğer bunu da kabul etmiyorsan, meleklere ve vahye olan imanını düzeltmen gerekir önce. Yok eğer buna inandın ve ümmetin görmediğini Rasûlün görmesini caiz gördünse, ölü hakkında da durum aynıdır. Onu nasıl caiz görmezsin? (Yani ölü de bizim görmediğimizi görebilir)...

İkincisi, uyuyan kişinin durumunu düşünmendir ki o, rüyasında kendisini sokan bir yılan görüp acı duyuyor ve uykuda bağırıp terler içinde kalıyor. Bazen da yerinden fırlayıp kaçıyor ki, bunlar hep kendi içinde duyup da -tıpkı uyanıklık halindeki gibi- acı duyduğu şeylerdir. O bunları görür ve bu acılan çekerken sen onu sakin olarak görüyor ve onun etrafında yılan falan görmüyorsun. Halbuki onun hakkında (ona göre) yılan mevcut olduğu halde ve o ondan azab duyduğu halde, sana göre böyle bir şey yoktur (görülmüyor). Yılanın sokmasının acısı ve ızdırabı duyulduktan sonra bunun görülmeyen bir yılan olmasıyla görülen bir yılan olması arasında ne fark var ki?..

Üçüncüsü: Biliyorsun ki, yılan bizzat acı vermez. Ondan sana geçen zehirdir ve zehir de acı değildir. Acı olan ve sana ızdırap veren, zehirin sende meydana getirdiği eserdir. Şâyet bu eser sende zehirsiz hasıl olsa, yine sana aynı ızdırap ve acıyı verir ve tesirini yapar. Fakat bu türlü bir azabı, âdette ve dış dünyada azab vermeye sebep olan şeylere izafe etmeksizin tarif etmek mümkün olmaz. Bu nedenle ölüm anında (yani kabirde) duyulan elem ve eziyyetlerin acısı -yılan aslında mevcut olmadığı halde- yılanın sokmasından duyulan acı gibi olduğundan, öyle ifade edilmiş olabilir."(Gazzâlî, îhyâ, c. IV, s. 484-485; Ayrıca bkz. Muhammed Emin eş-Şhvânî, Şerhu Kavâ'idi'l-Akâid, v. 121 b-122 a)


Gazzâlî'nin de ifade ettiği gibi, en makbulü birincisi olmakla birlikte, bu üç şekilden her hangi biriyle Allah'ın azab etmesi de mümkündür ve her halükârda azabın vukunu kabul etmemiz gerekir. Aksi halde Allah'ın kudretini inkâr etmiş oluruz. Niceleri vardır ki bunlardan bir türlüsüyle ve niceleri de iki türlüsüyle ve yine niceleri de vardır ki hepsiyle azab olunmaktadır.

e) Bazı kötü kimseleri toprağın kabul etmeyip insanlara ibret olsun diye dışarı atması:

İmam Buhârî, Enes b. Mâlik'den naklen şöyle bir olay anlatır: "Neccaroğulları'ndan Hristiyan bir adam vardı. Müslüman olup Bakara ve Âl-i İrnrân sûrelerini okumuştu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'a da vahiy yazardı. Bu adam irtidat ederek (İslâm'dan çıkarak) Hristiyanlığa döndü ve: "Muhammed bir şey bilmez. Ancak benim kendisine yazdığım şeyleri bilir." demeğe başladı. Allah onu vefat ettirince, Hristiyanlar gömdüler. Fakat sabah olunca gördüler ki gömüldüğü yer onu dışına atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar: "Bu, Muhammed ile ashabının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu meydanda bıraktılar." diye iftira ettiler. Derin bir çukur kazarak onu oraya gömdüler. Fakat ertesi sabah, gömüldüğü yerin onu yine dışarı attığı görüldü. Hristiyanlar yine: "Bu, Muhammed ile ashabının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu dışında bıraktılar." dediler. Bir yerde yine bir çukur kazdılar. Güçleri yettiği kadar derinleştirdiler. Fakat sabah olunca o yerin de onu dışarı attığı görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar, bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anladılar ve onun ölüsünü açıkta bıraktılar.” (33) 33) Buhârî, Sahih, Menâkıb, 25, c. IV, s. 181-182; Ayrıca bkz. Ab. Hanbel, Müsned, c. III, s. 120-121.

Resim---Bazı rivâyetelerde sadece Neccaroğullarından olduğu bildirileni (34) 34) bkz. Askalânî, Fethu'1-Bârî, c. VI, s. 625, Mektebetü's-Seleüyye, ve ismi belirtilmeyen bu adam öldüğünde Peygamber Efendimiz: 'Yer onu kabul etmeyecektir. " (35) 35) A b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 121.buyurmuştur ve hakikaten de toprak kendisini kabul etmemiştir.

Bunun gibi daha başka münferit hadiseleri hepimiz duymuşuzdur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem devrinde böyle bir olay cereyan ettiğine göre, demek ki bazı kimselerin toprak tarafından kabul edilmeyişi ve dışarı atılması doğrudur. Allahutealâ böylece, kabir ahvâlini inkâr edenlere, o âlemin gördüklerinden bambaşka bir âlem olduğunu ve kendi kafalarından olamaz dedikleri olayların orada olabileceğini tenbih etmiş oluyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

f) Bunlardan ayrı olarak mü'minlerden herkesin günahına göre çekeceği çeşitli azablar:

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Miraca çıktıklarında orada bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan insanlar gördüğünü ve Cebrail (aleyhi's-selâm) dan bunların kim olduklarını sorduğunda bunların, gıybet eden kimseler olduğunu öğrendiğini haber vermiştir.
(A. b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 224.)

Bu insanlar berzah âleminde bulunduklarına göre, demek ki gıybet ederek başkalarının etini yiyenler, berzahta bu şekilde azablandırılmaktadırlar.

Resim---Ashabdan Semuret ibni Cündeb diyor ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılınca yüzünü bize döner ve: "Bu gece sizden kim rüya gördü?" diye sorardı. Eğer rüya gören varsa anlatırdı o da maşaallah derdi.
Yine bir gün: "Sizden rüya gören var mı" diye sordu.
Biz"Hayır" deyince kendisi: "Fakat ben bu gece gördüm ki, iki adam gelip benim elimden tuttu ve beni Arz-ı Mukaddes'e (mukaddes yere) götürdüler. Bir de baktım ki bir adam, elinde bir demir çengelle ayakta durmuş o çengeli bir defa ağzının bir tarafından sokuyor, kafasına kadar varınca çıkarıp bir defa da diğer taraftan sokuyor. Bu sırada yüzünün öbür tarafının dağılmış olan etleri birleşiyor ve tekrar oraya çengeli takıyor (böylece devam ediyor). "Bu nedir?" dedim, "Gel." dediler ve gittik. Ta ki kafası üzerine yatan bir adam gördük. Başucunda da elinde bir avuç dolusu taş olan bir adam vardı ki, onlarla o adamın başını yarıyor, vurduğu zaman, alması için taş yuvarlanıp tekrar o adama geliyor. Taş dönünceye kadar adamın (yarılmış olan) başı bitişiyor ve eski haline dönüyor. Adam tekrar taşı vuruyor. "Bu nedir?" diye sordum. "Gel." dediler ve gittik. Ta ki üstü dar, altı geniş olan fırın gibi bir deliğe geldik. Altında ateş yanıyordu. Yaklaşınca neredeyse oradan çıkacak kadar yükseldiler. Ateş alçalınca tekrar oraya döndüler. O deliğin içinde çıplak kadın ve erkekler vardı. "Bunlar kimdir?" dedim. Yine "Gel." dediler ve gittik. Ta ki ortasında ayakta duran bir adamın bulunduğu, kandan bir nehre vardık. Bir adam da elinde taşlar olduğu halde nehrin kenarında duruyordu. Nehirdeki adam oradan çıkmağa yönelince, kıyıdaki adam bir taş atıyor onun ağzına ve o eski yerine dönüyordu. Her çıkmak istediğinde böyle yapıyordu. "Bu nedir?" diye sordum. "Gel." dediler ve içinde büyük bir ağaç bulunan yemyeşil bir bahçeye varıncaya kadar yürüdük. O ağacın köklerinde ihtiyarlar ve çocukları vardı. Bir de baktım ki, ağacın yakınında bir adam önündeki ateşi yakıyor. (Yanımdaki iki arkadaşım) beni ağaca çıkardılar ve şimdiye kadar daha güzelini hiç görmediğim bir eve girdirdiler ki, o evde adamlar, ihtiyarlar, gençler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni oradan çıkartıp ağaca yukarı yükselttiler. Daha güzel ve daha faziletli bir eve getirdiler ki, orada da ihtiyarlar ve gençler vardı. (Arkadaşlarıma) dedim ki:

- Beni bu gece dolaştırdınız. Gördüklerimden haber verin.

- Pekiyi, dediler ve devam ettiler: Gördüğün yanağına çengel takılan adam yalancıdır. Yalan söylerdi ve yalanına ufuklara yayılıncaya dek göz yumulur (müsamaha edilir) di. Ve işte ona kıyamet gününe kadar gördüğün şey (azab) yapılır. Gördüğün başı yarılan adam ise, Allah'ın kendisine Kur'an öğretip de gece uyuyan, gündüz de onunla amel etmeyendir. Ona da kıyamet gününe kadar o (azab) yapılır. O çukurda gördüklerin ise, zina edenlerdir. Nehirde gördüğün ise faiz yiyenlerdir. Ağacın kökünde gördüğün ihtiyar, İbrahim (aleyhi's-selâm) idi. Etrafındaki çocuklar da insanların çocukları. Ateş yakan, Cehennem bekçisi Mâlik idi. Girdiğin birinci ev, bütün mü'minlerin evi idi. Bu ev ise şehidlerin evidir. Ben Cebrail'im. Bu (arkadaşım) da Mikâil'dir. Başını kaldır, dediler.

Başımı kaldırınca, üstümde bulut gibi bir şey vardı. Dediler ki:

- O senin yerindir. Dedim ki:

- Beni bırakın yerime gireyim. Dediler ki :

- Senin daha tamamlamadığın ömrün var, onu tamamlayınca yerine gelirsin."

(Buhârî, Sahih, Cenâiz, 92, c. II, s. 104-105; Ayrıca bkz. Buhârî, Sahih, Ta'bir, 48, c. VIII, s. 84-86; Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 36 a-36 b; Rodosîzâde, , Ahval-i Alemi Berzah, v. 71 a-73 a.)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in rüyası da sâdık (doğru) rüya ve vahiy hükmünde olduğu için burada Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in anlattıkları, şüphesiz Allah'ın ona gösterdiği berzah âlemine ait işlerdendir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kabir Azabının Devamlı Veya Geçici Olması:

Önce şunu belirtmeliyiz ki, suâlden muaf olanlar kabir azabından da muaftırlar. Yani kabirde kendilerine suâl sorulmayacağı haber verilenlere kabir azabı da yoktur. (el-Lukânî, İthaful-Mürid Bi Cevheretit-Tevhid, s. 223.)

Bunların dışındaki insanlar ise, önce mü'minler ve kâfirler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Mü'min olanlar da itaatkâr olan mü'minler ve âsi olanlar diye iki kısımdırlar. İtaatkâr olan, yani günahları olmayan, yahut da dünyadayken sağlam tevbeleri ve iyi amelleri ile günahlarını affettirmiş olan mü'minlere kabirde azab değil, nimet vardır. Âsi yani günahkâr mü'minlerle iman etmemiş olan herkese ise kabirde azab vardır.

Kabirlerinde azab göreceklerin azabı, ya kıyamete kadar devamlı olur, yahut da geçici bir zaman için olup Allah'ın dilediği zaman kesilir. Azabı kıyamet gününe kadar devam edecek olanlar, iman etme şerefine erememiş olan kâfir, müşrik ve münafıklardır.

Kabirdeki azabı Allahutealâ'nın dilemesiyle kaldırılacak olanlar ise, âsi yani günahkâr mü'minlerin bazılarıdır ki,
(el-Cisr, Hüseyin Ef. el-Husûnül-Hamîdiyye, s. 149; Kemâleddinzade M. Nurullah Ef. El-İnâyetur-Rabbaniyye fi-Tercemetil Kitabil-Husun Li Muhafazatil Akaidil İslamiyye, s. 174; bkz. Mustafa Zihni, Sevabul Kelam Fi-Akaidil İslam .245.)
günahları çok olan bir kısım günahkârların azabı da devamlı olacaktır.

Buna göre, kabir azabı kısımdır:

1) Devamlı olan: Bu, kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahı çok olan günahkârların azabıdır. Ve kıyamet gününe kadar hiç kesilmeden devam edecektir.

2) Devamlı olmayan: Bu da günahkâr mü'minlerden bazı günahı az olanların azabıdır ki, bunlar suçları miktarı azab gördükten sonra, yahut bir dua veya sadaka... vs. ile ya da sırf Allah'ın dilemesiyle onlardan azab kaldırılır. (el-Lukânî, İthaful-Mürid Bi Cevheretit-Tevhid, s. 222.)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hürmetine cuma günü ve gecesi ile Ramazan ayında -kâfirler de dahil olmak üzere- kabirdekilerden azab kaldırılır. Kâfirler hariç, diğerlerine bir daha azab edilmeyeceği söyleniyorsa da, (Mahmud b. Ahmet b. Mes'ud, Kalayıd Fi-Şerhil Akaid, v. 440 b; H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 77, M. Kesteliyye, 1277 h; İskilipli Atıf Hoca, Miratül İslam, s. 182.)
Meşâriku'l-Envâr müellifi Hasan el-Idvî, İmam Suyûtî'ye dayanarak bu görüşün makbul bir görüş olmadığını, âsi ve günahkâr mü'minlere cuma günü kaldırıldıktan sonra bir daha azabın dönmeyeceği hususunda bir delil bulunmadığını belirtmektedir. ( Hasan el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 77, M. Kesteliyye, 1277 h.)

Kâfirlerin azablarının kıyamet gününe dek süreceği hususunda âlimler müttefiktirler. Çünkü deliller bu yöndedir. Nitekim kabir suâli konusunda rivâyet edilen hadislerden Ebû Hureyre'den nakledilen birinde münafık olanların azablarının kıyamet gününe kadar devamlı olacağı açıkça zikredilmiştir. (bkz. Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 70, c. II, s. 267.)

Yâsîn Sûresi'nin şu âyetlerinin tefsirinde,

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
Resim---Ve nufiha fî’s- sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn (yensilûne).: Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp giderler.” (Yâsîn 36/51)

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaade’r- rahmânuve sadaka’l- murselûn (murselûne).: Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş" (Yâsîn 36/52)


Mukâtil b. Süleyman (v. 150/767) ve bazı müfessirler şöyle demişlerdir: "Kâfirler azab olunmaktayken, birinci Sûr'a üfürülüp kıyamet kopacak ve onlar ikinci sura üfürülünceye dek azab olunmayacaklarından azablarını unutup kendilerini uykuda sanacaklar. Bu sebeple mahşerde toplanmak üzere diriltildikleri zaman: "Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?" diyecekler." (Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 51 b.)
Yoksa kabirde hiç azabları yoktu da uykudaydılar, rahattılar mânâsına değil.

Bu açıklamaya göre iki sûr arasında kâfirlerden bile kabir azabı kaldırılacaktır. İmam Sübkî de aynı âyetle delil getirerek iki sûr arasında kâfirlerden -peygamberi öldüren, peygamberin öldürdüğü yahut da peygamberle (peygambere karşı) savaşırken öldürülenler müstesna- azabın kaldırılacağını söylemektedir. (Sübkî, Şifaus-Sikam Fi Ziyaretil Hayril Enam, s. 170.)
Fakat bu istisna ettiklerini neye dayanarak, yani hangi delile binaen istisna ettiğini belirtmemiştir.

Aynı âyet-i kerimeyi, kâfirler Cehennem azabını görünce, kabirde çektikleri azab hafif kalacağı için, onu uykuya benzetirler diye tefsir eden müfessirler de vardır. (bk. Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 51 b.)
Cehennem azabı en şiddetli azab olduğuna göre, kabir azabı onun yanında daha hafiftir tabii.

Günahkâr mü'minlerden bazılarının azablarının kıyamete dek sürceğine, yani kabirdeki azablarının devamlı olacağına ise Semüretü ibnü Cündeb'den rivâyet edilen -yukarıda tam metnini vermiş olduğumuz- rüya hadisinde açık delâlet vardır. Çünkü orada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e Cebrail tarafından, gördüğü kişilerin, kıyamet gününe kadar aynı azabı çekecekleri söylenmiştir. (Hadis için bkz. Buhârî, Sahih, Cenâiz, 92, c. II, s. 104-105; Ta'bir, 48, c. VIII, s. 84-86.)

Bazı âsi mü'minlerin kabirde devamlı azab çekeceklerine bundan daha açık delil olmaz. Allah hepimizi muhafaza buyursun!.. Âmin!.

(Kabir Hayatı, Prof. Dr. Süleyman Toprak)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

cÂN VERiş ve KABİRE GİRİŞ:

Mü’minin can verişi:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Can vereceği zaman; mü’mine Allah’ın rızası ve nimetleri müjdelenir. Artık mü’minin önünde müjdelenenlerden daha sevgili bir varlık yoktur. Bu sebeble Allah’a, O’nun rızası ve nimetlerine kavuşmayı arzular. Allah da ona kavuşmayı; lütuflarını yağdırmayı arzular.” buyurdu.
(Buhârî İsti’zan 41; Müslim Zikr 15.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min kul ölümle rahata erer, dünya hayatının yorgunlukları ve acılarından kurtularak Allah’ın rızası ve nimetlerine kavuşur. İlâhi emir ve yasakları tanımayan ve yaşamayan kişiden ise insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve şehirler kurtulur.” buyurdu.
(Buhârî Rikak 42; Müslim Cenaiz 61.)

Kâfir/Münafıkın can verişi:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kâfir/Münafık can vereceği zaman ise, Allah’ın azabı ve cezalandırması ile korkutulur. Artık onun önünde (korkutulduklarından) daha ürkütücü bir varlık yoktur. Bu nedenle Allah’a kavuşmayı, (O’nun azabı ile karşılaşmayı) sevmez. Allah da ona kavuşmayı sevmez.” buyurdu.
(Buhârî, İsti’zan 41; Müslim, Zikr 15.)

RûHun beden yuvasından ayrılışı:
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Allâhu yeteveffe’l- enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhe’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Zümer 39/42)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kâfirler ve münafıkların kabirde, sorgulama sonrasında Sorgu Melekleri tarafından demirden bir topuzla dövüleceklerini açıklamaktadır. (Tecrîd-i Sarîh Ter. H. 658)

Ebedî mekÂNLarın gösteriLişi:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz öldüğü zaman (kabrinde) sabah-akşam ona varacağı yer gösterilir. Cennetliklerden ise Cennetliklerin yerlerinden bir yer, Cehennemliklerden ise Cehennemliklerin yerlerinden bir yer gösterilir ve ona şöyle denir: Kıyâmet günü uyandırılacağın ana kadar bulunacağın yer burasıdır/ iletileceğin yer sana gösterilecektir.” buyurdu.
(İbn Mâce Zühd 32, Hn. 4270. Tirmizi, Cenaiz 70, Hn. 1072, Müslim, Cennet 17, Hn. 2866)

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ (aşiyyen) ve yevme tekûmu’s- sâah (sâatu), edhılû âle firavne eşedde’l- azâb (azâbi).: Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).(Mü’min 40/46)

Ölümü il birlikte Tayyibînden olarak alacağı Cennet müjdesiyle kabir hayatı başlayacak olan mü’min kişiye Melekler tarafından, Cennet’ten bir kesite baktırılarak şöyle denir: “- Sen dünyada samimi bir îmanla yaşadın. Bu îman üzerinde öldün. İnşaallah bu îman ile ba’s edilecek; kabir uykusundan
kaldırılacaksın.” “Allah seni Kıyâmet günü şu Merkad’inden ba’s edinceye/ uykundan uyandırıncaya kadar rahat uyu; ailesinin en sevdiği ferdi tarafından uyandırılacak gelin -güvey gibi uykuya yatarak
huzurla uyu.”

(İ. Mâce, Zühd 32, Tirmizî, Cenaiz 71)

Dünya Hayatının son-UÇu oLan NûR ve NÂR yataklarımız:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 21, 26)

Dârü’s- SeLÂM DâvetiyeLerimiz:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ellezîne teteveffâhumu’l- melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulû’l- cennete bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl 16/32)

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
Resim---Kîled huli’l- cenneh (cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn (ya’lemûne).: Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "Keşke benim kavmim de bir bilseydi" dedi.” (Yâsîn 36/26)

O ÂN ki, Son ÂN:

فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ
Resim---Fe hel yenzurûne ille’s- sâate en te’tiyehum bagteh (bagteten), fe kad câe eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum.: Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp düşünmeleri onlara neyi sağlar?(Muhammed 47/18)

Haşr ü Neşr:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
Resim---Ve nufiha fî’s- sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fî’l- ardı illâ men şâallâh (şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn (yanzurûne).: Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.” (Zümer 39/68)

MizÂN KURuLdu:

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim---Ve eşrekati’l- ardu bi nûri rabbihâ ve vudıa’l- kitâbu ve cîe bin nebiyyîne ve’ş- şuhedâi ve kudıye beynehum bi’l- hakkı ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (Zümer 39/69)

İşte o ğün bu âlemdeki MuhaMmedî KULların alınlarında Hakikat-ı MuhaMmedîyye NÛRLarı parıldar:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ
Resim---Vucûhun yevmeizin musfirah(musfiratun).: O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır;” (Abese 80/37)

Hülasa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemimizi DUYar/Uyarız inşae ALLAHu TeÂLÂ:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir azabından Allah’a sığınınız.” buyurdu.
(Buhârî, Cihad 25; Nesâî, İstiaze 5, Sehv 64; Müslim, Mesacid 130-134. Ayrıca bk. Müslim, Hn. 2866)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kabir Hayatı:

Âhiret Hayatı, ölümle başlayacak Kabir Hayatı ile Kıyâmet ve Kıyâmet sonrasında gerçekleşecek Cennet ve Cehennem hayatından oluşmaktadır.
Âhiret konaklarının ilki olan Kabir Hayatı (Bölüm sonundaki Ek1’de) Kur’ân âyetleri ile açıklanacağı üzere Hak’tır.
Kabir bedenin ve Nefs’in yâni Rûhun/Can'ın kabri olmak üzere de ikidir. Asıl kabir ise Rûh’un kabridir. [Aralarında rüya gören nefis ile uyuyan beden arasındaki ilişki benzeri bir bağlantı vardır.
Bedenin kabri; toprak altında, deniz dibinde, hayvan karnında v.s. sebillerde gerçekleşebilir. Bu farklılık Kabir Ahkâmı’nı değiştirmez. Yürürlükten düşürmez.
Zira Kabir Hayatı, Âhiret Hayatı’nın bir bölümünü teşkil ettiğinden orada cereyan edecek kanunlar, dünya hayatında câri olan tabiî kanunlardan ayrıdır.

Kur’ân’ın açıklamasına göre Nefis yâni Can, bedenden uyku halinde geçici, ölüm halinde ise kalıcı olarak ayrılır.

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Zümer 39/42)

-Doğrusunu Allah bilir- Kabir Hayatı, uyku ile bedenden geçici olarak ayrılan Nefs’in rüyada yaşadığı bedenle irtibatlı mutluluk veya ıstırabın benzerini, ölümle yerleştiği kabirde daha canlı olarak yaşamasıdır. Nitekim Kur’ân kabri Merkad/uyku-uyku yeri olarak niteler. Ancak bu uyku yaşadığımız uykudan farklı ve daha derin sevinçli ve acılıdır.
İnsanlar dünya hayatlarında Mü’min, Kâfir ve Münafık olarak yaşarlar ve bu şekilde de ölürler. Kur'ân bu gerçeği açıklamaktadır.Önceki bahislerde değinildiği üzere Mü’minler "Tayyibîn" olarak Cennet'le müjdelenerek can verirken:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ellezîne teteveffâhumu’l- melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulû’l- cennete bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl 16/32)

Münafıklar "nefislerinin zalimi olarak ve darbelenerek" ölürler.:

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
Resim---İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).: Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: "Nerde idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik." derler. (Melekler de:) "Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?" derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?(Nisâ 4/97)

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ
Resim---Fe keyfe izâ teveffethumul melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârehum.: Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?(Muhammed 47/27)

Kâfirler de kendi kâfirliklerine tanık olarak ölümü tadarlar.:

مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ أُوْلَئِكَ يَنَالُهُمْ نَصِيبُهُم مِّنَ الْكِتَابِ حَتَّى إِذَا جَاءتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُواْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ قَالُواْ ضَلُّواْ عَنَّا وَشَهِدُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَافِرِينَ
Resim---Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtihi, ulâike yenâluhum nasîbuhum mine’l- kitâb (kitâbi), hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted'ûne min dûnillâh (dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn (kâfirîne).: Öyleyse, Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitap'tan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.(A'râf 7/37)

Peygamberimiz de Kurân çizgisinde insanların ölürken ve ölüm sonrasında inanç ve amel durumlarına göre mü’min, münafık ve kâfir olarak ayrılacaklarını bildirmektedir.Örneğin O, kâfirler ve münafıkların kabirde, sorgulama sonrasında Sorgu Melekleri tarafından demirden bir topuzla dövüleceklerini açıklamaktadır. (M. Tecrîd-i Sarîh Ter. H. 658)


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mü’minlerle ilgili olarak da şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz öldüğü zaman (kabrinde) sabah-akşam ona varacağı yer gösterilir. Cennetliklerden ise Cennetliklerin yerlerinden bir yer, Cehennemliklerden ise Cehennemliklerin yerlerinden bir yer gösterilir ve ona şöyle denir: “Kıyâmet günü uyandırılacağın ana kadar bulunacağın yer burasıdır/ iletileceğin yer sana gösterilecektir.”
(İ. Mâce Zühd 32, Hn. 4270. Tirmizî, Cenâiz 70, Hn. 1072, Müslim, Cennet 17, Hn. 2866)

Peygamberimizin yaptığı bu açıklama, anlayışımıza göre Allah'ın Kitabı Kur’ân’a dayanmaktadır. Çünkü Kur’ân, Âl-i Firavun örneğinde inkârcıların sabah ve akşam âteş görüntüleriyle sarsılacaklarını bildirir:

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ (aşiyyen) ve yevme tekûmus sâah (sâatu), edhılû âle firavne eşeddel azâb (azâbi).: Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek).” (Mü’min 40/46)

Kafirlerin ve Münafıkların uğrayacağı felakete pek tabii ki Mü’minler mârûz kalmayacaktır.
Ölümü ile birlikte Tayyibînden olarak, alacağı Cennet müjdesiyle kabir hayatı başlayacak olan mü’min kişiye Melekler tarafından, Cennet’ten bir kesite baktırılarak şöyle denir:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğu;
“Sen dünyada samimi bir îmanla yaşadın. Bu îman üzerinde öldün. İnşaallah bu îman ile ba’s edilecek; kabir uykusundan kaldırılacaksın.”
“Allah seni Kıyâmet günü şu Merkad’inden ba’s edinceye/uykundan uyandırıncaya kadar rahat uyu; ailesinin en sevdiği ferdi tarafından uyandırılacak gelin -güvey gibi uykuya yatarak huzurla uyu.”

(İ. Mâce, Zühd 32, Tirmizî, Cenâiz 71)

Bu hadîsler, ileride açıklanacağı gibi Kabri Merkad kelimesi ile uyku, uyku yeri ve uyku zamanı olarak niteleyen Kurân ile örtüşmektedir. :

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---''Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve sadakal murselûn(murselûne).: Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş" (Yâsîn 36/52)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Bu bildiri ve açıklamalar Can/Rûh merkezli olarak yaşanacak Kabir hayatının, mutluluk veya ıstırap yüklü rüyalar gibi, fakat fasılalı olacağını kanıtlar.
Kabir hayatı göğün yarılacağı ve güneşin dürüleceği, bir diğer anlatımla sabah akşam olgusunun olmayacağı Kıyâmet Günü’ne kadar devam edecektir. Ansızın başlayacak Kıyâmet’in ne kadar süreceğini yalnızca Allah bilir. Kıyâmet sonrasında mahiyetini bilmediğimiz Sûr’a ikinci üfürülüşle birlikte yer yüzü Allah’ın nûruyla aydınlatılacaktır. Böylece herkesin derdinin kendisine yeter-artar olacağı Büyük Sorgulama başlayacaktır.

فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ
Resim---''Fe hel yenzurûne illes sâate en te’tiyehum bagteh(bagteten), fe kad câe eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum.: Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar!” (MuhaMMed 47/18)

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
Resim---''Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).: Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.” (Zümer 39/68)

وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاء وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim---''Ve eşrekatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).: Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (Zümer 39/69)

لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ
Resim---''Li kullimriin minhum yevmeizin şe’nun yugnîh(yugnîhi).: O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır.” (Abese 80/37)

Kıyâmet, Cennet ve Cehennem gibi Kabir Hayatı da akıl ve duyu organlarıyla kavranılamaz. Biz onu ancak Peygamberimizin vasıfladığı gibi niteleriz:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 26)

Kabri, Cennet bahçelerinden bir bahçe olarak niteleyen bu hadîs, yukarıda anlamı verilen Nahl sûresinin 32. âyetinin ve de Yâsîn sûresinin 26. âyetinin açıklaması gibidir.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---''Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).: Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl 16/32)

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
Resim---''Kîled hulil cenneh(cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn(ya’lemûne).: Ona: "Cennete gir" denilince. "Keşke" dedi, "kavmim bilseydi!” (Yâsîn36/26)

Bu âyetlerde, Cennet’in bütünü zikredilmiş, fakat hadîste bütünü değil cüz’ü murad edilmiştir.

Biz, Peygamberimizin şu şeklindeki uyarıları doğrultusunda ölüm sarhoşluğu ve kabir sorgusu yanı sıra kendine özgü şartlar içinde gerçekleşecek olan kabir azabından da Allah’a sığınırız.:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin: “Kabir azabından Allah’a sığınınız.” buyurdu.
(Buhârî, Cihad 25; Nesâî, İstiaze 5, Sehv 64; Müslim, Mesacid 130-134. Ayrıca Müslim, Hn. 2866)

Kabir Hayatı, Kıyâmet ile birlikte sona erecektir…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

I. Kur'ÂN-ı Kerîmde Kabir Hayatı:

Kur'ÂN-ı Kerîmde, ölüm sonrası ve Kıyamet-Mahşer öncesi hayat için; akber, kabr-kabir ve çoğulu olan Kubûr kelimeleri buyurulmuştur:

Kabr: (Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer.
Kubur: (Kabr. C.) Kabirler, mezarlar, türbeler.


وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِّنْهُم مَّاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَىَ قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrihi, innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).: Onlardan ölen birinin namazını hiç bir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar, Allah'a ve elçisine (karşı) inkâra saptılar ve fasık kimseler olarak öldüler.” (Tevbe 9/84)

وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ
Resim---Ve enne’s- sâate âtiyetun lâ raybe fîhâ ve ennallâhe yeb’asu men fî’l- kubur (kubûri).: Gerçek şu ki, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir.(Hac 22/7)

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
Resim---Ve mâ yestevî’l- ahyâu ve lâ’l- emvât (emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fî’l- kubur (kubûri).: Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.” (Fâtır 35/22)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tetevellev kavmen gadıballâhu aleyhim kad yeisû mine’l- âhireti kemâ yeise’l- kuffâru min ashâbi’l- kubur (kubûri).: Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir.(Mümtehine 60/13)

ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Resim---Summe emâtehu fe akberah (akberahu).: Sonra onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü.” (Abese 80/21)

وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ
Resim---Ve ize’l- kubûru bu’siret.: Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman;” (İnfitâr 82/4)

أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ
Resim---E fe lâ ya’lemu izâ bu’siramâ fî’l- kubur (kubûri).: Yine de bilmeyecek mi? Kabirlerde olanların 'deşilip dışa atıldığı,(Âdiyât 100/9)

Kur'ÂN-ı Kerîmde Ecdas olarak:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
Resim---Ve nufiha fî’s- sûri fe izâ hum mine’l- ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn (yensilûne).: Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp giderler.” (Yâsîn 36/51)

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ
Resim---Huşşe’an ebsâruhum yahrucûne mine’l- ecdâsi keennehum cerâdun münteşir (munteşirun).: Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.” (Kamer 54/7)

يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَى نُصُبٍ يُوفِضُونَ
Resim---''Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn(yûfîdûne).: Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler.” (Meâric 70/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

II. Kabir Hayatının Varlığı:

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ (aşiyyen) ve yevme tekûmu’s- sâah (sâatu), edhılû âle firavne eşedde’l- azâb (azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar/ o ateşe sunulurlar yani kabirlerinde devamlı azap çekerler.. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).(Mü’min 40/46)
Bu âyet kabir hayatının varlığını açık bir şekilde göstermektedir.

III. Kur’ân-ı Kerîm, kabirdekilerden, diri ve akıllılar için kullandığı “Ashâb” ve “Men” ifâdesiyle söz etmektedir. Bu da kabirdekilerin kendilerine göre bir hayatın içinde olduklarını gösterir:

Ashab: Sahib'in çoğuludur. Sahib ise insanla … sürekli beraber olan kişi veya bir mekânda sürekli olarak bulunan insan anlamına gelir, "Süreklilik" mânasından ötürü "Arkadaş" ve "Malik" e de Sahib denir. Ashabu’l- Cenne, Cennet'te sürekli olarak kalan /kalacak olan insanlar anlamına geldiği gibi Ashâbül-Kubûr da Kabir'de sürekli olarak kalanlar/ kalacak olan insanları ifâde eder. (Bak.Rağib Müfredât; Umdetül-Huffaz Sahib mad.)

Men: lafzı, Konuşanlar ve akıl sahibi olanlar için kullanılır. (Bak. Rağib Müfredât; M.Zihni el-Müktazab “Men” Maddesi.)

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Ashâb” olarak:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tetevellev kavmen gadıballâhu aleyhim kad yeisû mine’l- âhireti kemâ yeise’l- kuffâru min ashâbi’l- kubur (kubûri).: Ey iman edenler, Allah’ın kendilerine gadaplandığı (rahmetinden terkettiği) bir kavme dönmeyin (dostluk kurmayın)! Kâfirlerin, kabirdekilerden ümitlerini kesmiş olduğu (tekrar diriltileceğine inanmadığı) gibi onlar da ahiretten ümitlerini kesmişlerdir (ahiret hayatına inanmazlar).(Mümtehine 60/13)

Kabirlerinde sabah-akşam Cehennem’deki yerlerinin kendilerine gösterilmesi sebebiyle; derin bir umutsuzluk içine düşecekler, âhiretten de ümitlerini keseceklerdir.

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ (aşiyyen) ve yevme tekûmu’s- sâah (sâatu), edhılû âle firavne eşedde’l- azâb (azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).” (Mü’min 40/46)

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Men” olarak:

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
Resim---Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâ’l- emvâ t(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fî’l- kubur (kubûri).: Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.” (Fâtır 35/22)

Men: kim, kimse, kişi.

“Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine "Men" işittirir. Ama sen kabirde yaşayan akılı canlılara (Men) işittiremezsin!”

إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
Resim---İnneke lâ tusmiu’l- mevtâ ve lâ tusmiu’s- summed duâe izâ vellev mudbirîn (mudbirîne).: Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah’ın) davetini işittiremezsin.” (Neml 27/80)

ALLAH celle celâlihu: “Sen ölülere işittiremezsin.” buyuruyor. İyice düşünülerse, bu ifâde ile kabir hayatının varlığına delil olarak aldığımız "Sen kabirde yaşayan akıllı canlılara (Men) işittiremezsin!" âyeti arasındaki fark anlaşılır.

IV. Kur’ân, Kabir için de “Merkad” demektedir:
Merkad hayat dolu rüyâların benzerlerinin yaşandığı uyku, uyku yeri ve uyku zamanı anlamına gelmektedir.

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Merkad” olarak;

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaade’r- rahmânu ve sadaka’l- murselûn (murselûne).: Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.” (Yâsîn 36/52)

Onlar şöyle derler: Vay başımıza gelenlere! Bizi Merkad’imizden kim Ba’s etti / uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?. Rahman olan Allah’ın vaadi meğer buymuş, gönderilen peygamberler de doğru söylemişler.” Ayrıca Rukûd kelimesi için:

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
Resim---Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevm (yevmin), kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ile’l- medîneti fe’l- yanzur eyyuhâ ezkâ taâmen fe’l- ye'tikum bi rızkın minhu ve’l- yetelattaf ve lâ yuş'ırenne bikum ehadâ (ehaden).: Ve böylece aralarında sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). Onlardan konuşan biri şöyle dedi: “Ne kadar kaldınız?” “Günün bir kısmı veya bir gün (kadar).” dediler. (Diğerleri de): “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.” dediler. Artık sizden birisini, sizin bu gümüş paranızla şehre gönderin. Böylece en temiz yiyecek hangisi, baksın (da) ondan size bir rızık getirsin. Ve tedbirli (dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin (varlığınızı hiç kimseye hissettirmesin).” (Kehf 18/19)

a-) Yer aldığı Yâsîn sûresindeki bağlamı içinde incelendiğinde, ”Vay başımıza gelene!” diyerek feryad edecekler, -Allah bilir- Kâfirler ve Münafıklar olacaktır. Çünkü onlar, canları alınırken Melekler tarafından yerilip dövüleceklerdir. Üstelik onlara “Tadın yakıcı azabı.” denilecektir.Uykudan kaldırışlarıyla birlikte asıl ceza gününün geldiğini anlayacaklardır. :

وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ
Resim---Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferû’l- melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârahum, ve zûkû azâbe’l- harîk (harîkı).: Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.” (Enfâl 8/50)

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ
Resim---Fe keyfe izâ teveffethumu’l- melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârehum.: Artık melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları zaman onların halleri nasıl olacak?” (MuhaMMed 47/27)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
Resim---İnnellezîne teveffâhumu’l- melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fî’l- ard(ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem (cehennemu) ve sâet masîrâ (masîran).: Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz nerede (ne işte) idiniz?" dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse oraya hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.” (Nisa 4/97)

Mü’minlere ise Selâm ve müjde verilecektir.:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ellezîne teteveffâhumu’l- melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulû’l- cennete bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.” (Nahl 16/32)

b-)Mahşer için kabirlerinden kaldırıldıklarında Mü’minlerin böylesi bir korku yaşayabileceğine ilişkin Kur’ân ve Sünnet’te yer almış bir işaret yoktur. Ama onların korku duymayacakları ve mahzun olmayacakları ile ilgili:

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bi’l- cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne).: Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah’a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler). (Fussılet /30)

نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ
Resim---Nahnu evliyâukum fî’l- hayâtid dunyâ ve fî’l- âhireh (âhireti), ve lekum fîhâ mâ teştehî enfusukum ve lekum fîhâ mâ teddeûn (teddeûne).: "Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir." (Fussılet /31)

Hattâ ölürken Melekler tarafından verilmiş Cennet’e girecekleri ile alakalı müjdeler vardır:
“Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin Cennet’e” derler.”

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ellezîne teteveffâhumu’l- melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulû’l- cennete bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.” (Nahl 16/32)

V. Yüce Kitabımız Kur'ÂN-ı Kerîm, Kıyâmet Günü kabirlerden kaldırılış için genelde insanların uykudan kaldırılışı, özelde Ashab-ı Kehf’in uykudan kaldırılışı için kullandığı " Ba's "kelimesini kullanmaktadır.:

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve sadaka’l- murselûn (murselûne).: Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.(Yâsîn 36/52)

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
Resim---Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevm (yevmin), kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ile’l- medîneti fe’l- yanzur eyyuhâ ezkâ taâmen fe’l- ye'tikum bi rızkın minhu ve’l- yetelattaf ve lâ yuş'ırenne bikum ehadâ (ehaden).: Ve böylece aralarında sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). Onlardan konuşan biri şöyle dedi: “Ne kadar kaldınız?” “Günün bir kısmı veya bir gün (kadar).” dediler. (Diğerleri de): “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.” dediler. Artık sizden birisini, sizin bu gümüş paranızla şehre gönderin. Böylece en temiz yiyecek hangisi, baksın (da) ondan size bir rızık getirsin. Ve tedbirli (dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin (varlığınızı hiç kimseye hissettirmesin).(Kehf 18/19)

Ba's kelimesinin geçtiği Yasîn 52' nin anlamı yukarıda verildi. Kullanıldığı diğer sûrelerden En'âm 60' da ise şöyle buyrulmaktadır:

وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ve huvellezî yeteveffâkum bil leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bin nehâri summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâ (musemmen), summe ileyhi merciukum summe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ve geceleyin sizi vefat ettiren (uykuya sokan), gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra "ecel-i müsemmanın" (belirlenmiş zamanın, ömrün) tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar dirilten O’dur. Sizin dönüşünüz sonra O’nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı size haber verecek.(En’âm /60)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

VI. Kur'ân'da Şehîdlerin Hayatı:

Kur'ÂN-ı Kerîm’in şehîdler için kesin bir dille doğruladığı dünya ile âhiret arası hayat da, bu hayatın bir benzerinin kabirde yaşandığını göstermektedir:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ (emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn (yurzekûne).: Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.” (Âl-i İmrân 169)

فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Allah'ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun olmayacaklarını" müjdelemek isterler.” (Âl-i İmrân 170)

Bu âyetlerin ölüm sonrası ve Kıyâmet'le başlayacak Âhiret öncesi bir hayata, bir diğer anlatımla Kabir hayatına delaleti apaçıktır. “Arkada kalıp henüz kendilerine katılmamış” şeklinde ki ifâdeler de pekiştirici kanıttır.

VII. Kabirle Bağlantılı Diğer Âyetler:

Yukarıda meâlleri verilen âyetle iyice kavranıldığında sunacağımız âyetlerin de kabir hayatı ile bağlantısı görülebilir:

حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ
Resim---Hattâ izâ câe ehadehumu’l- mevtu kâle rabbirciûn (rabbirciûni).: Onların birine ölüm geldiği zaman: “Rabbim, beni geri döndür.” der.” (Mü’minûn 23/99)

لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: "Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minûn 23/100)

Kabir Sorgusu da Hak’tır:
Mü’minûn sûresinin yukarıda meâlleri verilen 99-100. âyetlerine göre ölüm geldiğinde, dolayısıyla ölüm melekleri geldiğinde Berzah oluşarak kabir hayatı başlayacağına göre, yukarıda anlamları açıklanan âyetler Kabir’de de sorgulama yapılacağını da kanıtlamaktadır:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---''Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).: Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.” (Nahl 16/32)

وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ
Resim---''Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârahum, ve zûkû azâbel harîk(harîkı).: Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.” (Enfâl 8/50)

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ
Resim---''Fe keyfe izâ teveffethumul melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârehum.: Artık melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları zaman onların halleri nasıl olacak?(MuhaMMed 47/27)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ
Resim---''Zâlike bi ennehumuttebeû mâ eshatallâhe ve kerihû rıdvânehu fe ahbeta a’mâlehum.: İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı.” (MuhaMMed 47/28)

Çünkü Melekler Allah’ın bildirmediklerini bilemezler.:

قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---''Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm(hakîmu).: “Seni tenzih ederiz.” dediler. “Senin bize öğrettiğinden başka (hiç) bir ilmimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, Alîm’sin (en iyi bilensin), Hakîm’sin (hikmet sahibisin).” (Bakara 2/32)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
Resim---''İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).: Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz nerede (ne işte) idiniz?" dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse oraya hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.” (Nisâ 4/97)

Bilemedikleri ve bilemeyeceklerine göre, sorgulama yapmadan ölenin mü’min veya kâfir olduğunu nasıl bilecekler?
Amel Kitapları’na göre mi?. Neye dayanarak: “Cennet’e girin” diyecekler? Neye müsteniden yüzleri ve sırtları darbeleyecekler? Kaldı ki, Nisâ 97, sorgulama yapılacağını açıkça beyan etmektedir.
Bu durum, bize ölüm Melekleri ile sorgu meleklerinin aynı olabileceğini de göstermektedir.
Eğer ölüm ve sorgu melekleri ayrı iseler, ölüm meleklerinin sorgulayıp dosyaladığı bilinen bir konuda, sorgu melekleri niçin işlem yapsınlar?
Kur'ÂN-ı Kerîm, can verdikleri sırada Kâfir ve Münafık’ın melekler tarafından dövüldüğünü bildirirken, hadîsler de onların kabirde, sorgulama sonrasında sorgu Melekleri tarafından demirden bir topuzla dövüleceklerini açıklamaktadır. (M. Tecrîd-i Sarîh Ter. H. 658)


Bu durum da ölüm melekleri ile sorgu meleklerinin aynîliğini doğrular niteliktedir. Doğruları en iyi bilen ALLAH celle celâlihudur.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


BİLim Defter >İLiM KaLEM
DEseN DEseNLiM KaLEM
ÖMRüm DOST’un AŞK DEFteri
->Elim KaLEM ->dİLiM KaLEM!.


ZEVK 7066 Resim

hER NEFESim YAZıcıLar.. ->MünKER SOLda ->NeKİR SAĞda
NEFSim MeZÂR KAZıcıLar.. ->YOL YOLdaşLarım -> bU BAĞda
SANki AKLım ->İKİ UÇu
NAKLimin SeBeB-SonUÇu
“YAZıLAN”ı ->YAŞıYORum.. ->“YAŞA!.”-dığımm>ÇiLLE ÇAĞda!.


30.08.15 11:48
brsbrsa..tktktrstkmmdsszısszz-HLiHyrÂNNda…


BİZ ->MuhaMMedî BİZ BİR-İZ!
->ÖLür! >DİRİLir!. ->DİRİyİZ!
AKLen >NAKLen >Şe’ÂNuLLAH!
-->KIRAT-ıYız!. -->KıTMÎRiyİZ!.
->KuL İhvÂNi.. >SER-ü-SERiyİZ!.
HAYy Dost celle celâlihu..



Resim hER NEFESim YAZıcıLar..:

-> SOLda >MünKER -> SAĞda >NeKİR
ÖLüm MeLeKLerim.. MÜNKER ve NEKİR.:


Ölümden sonra insanları sorguya çekeceği belirtilen iki melek.

Sözlükte “bilmemek; şiddetli ve korkulu olmak” anlamındaki neker (nekâre) kökünden türeyen münker ve nekîr “tanınmayan, şiddetli ve korkulu olan” demektir. Terim olarak berzah âleminde insanları sorguya çekeceği belirtilen iki meleği ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de kabir hayatına işaret eden âyetler bulunmakla birlikte Münker ve Nekir’den söz edilmemektedir. Çeşitli hadis rivâyetlerinden anlaşıldığına göre, Allah’ın iman edenleri kararlı bir beyan ve tutumda hem dünyada hem âhirette sabit kıldığını anlatan âyet:

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavli’s- sâbiti fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhırati, ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrâhîm 14/27)

Kabirde mü’minlerin Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmesiyle ilgilidir.
(Buhârî, “Cenâǿiz”, 87; Taberî, XIII, 280-286; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, s. 19-24).

İki meleğin ölen insanları sorguya çekeceğine dair açık bilgiler hadislerde mevcuttur. Ölü kabre konulduğunda cenazeye iştirak edenler henüz ayrılmayıp ayak seslerini işittiği bir sırada iki melek gelerek ona: “Muhammed Hakkında ne diyorsun?”diye sorarlar. Mü’minin, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğu yolunda cevap vermesi üzerine melekler, bu şehâdetinden ötürü cehennemdeki yerinin cennetteki bir yerle değiştirildiğinin müjdesini verirler. Münker ve Nekir münafık ve kâfire, “Muhammed Hakkında ne diyordun?”diye sorunca onlar şu anlamda bir cevap verirler:“Bilmiyorum, başkalarının dediğini diyordum.” Bunlar için azab uygulaması başlatılır. Kâfir ve münafıkların feryadını insan ve cinlerin dışındaki canlılar duyar.
(İ. Ahmed, Müsned, III, 3-4; Buhârî, “Cenâiz”, 87; Müslim, “Cennet”, 17).

Bazı rivâyetlere göre de meleklerin soruları, “Neye tapıyordun, rabbin ve peygamberin kimdir, dinin ve amelin nedir?” şeklinde olacaktır.
(İ. Ahmed, Müsned, IV, 287-288, 295-296; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 27).

Ölen insanları sorgulayacak meleklerden birine Münker, diğerine Nekir denildiği Hz. Peygamber’e atfedilen bazı rivâyetlerde belirtilir..
(Tirmizî, “Cenâiz”, 70).

Bu meleklerin Münker ve Nekir diye isimlendirilmeleri, her ikisinin de âşinâsı olmadığımız garib bir sûrette olmalarındandır. Nitekim Arapça'da bir kimsenin, bilmediği veya tanımadığı bir şeyi bilmediğini ifade etmek için, "nekirtü'ş-şey'e" der.
Ehl-i Sünnet'e göre, Münker ve Nekir, ölen kişiye Rabbini, dinini ve peygamberini sorarlar. Mü'min kişi bu sorulara cevab verir, ama kâfir veremez. Bu husustaki hadisler pek çoktur. Söz konusu iki melek ölünün kabrine gelir, Allah ölüyü diriltir ve melekler sorularını yöneltirler.
(Pezdevî, "Ehl-i Sünnet Akâidi" Çev., Şerafettin Gölcük, İstanbul 1980, 237.)


Münker-Nekir, kabirde sorgu-suâl işi ile görevli olan meleklerdir. Kur'ÂN-ı Kerîm'de adları geçmemektedir.
Hadislerde ise ölü defnedildiği zaman ona, birine Münker, diğerine Nekir denilen siyah tenli mavi gözlü iki meleğin geldiği, ölüyü kabrinde oturtup sorular sorduğu, verdiği cevablara göre kabrini genişlettiği veya daralttığı rivâyet edilmektedir.
(Tirmizî, Cenâiz: 70; Ahmed bin Hanbel III/126; IV/140; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.)

Nitekim Ebu Hureyre radiyallahu anhu'dan; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

(( إِذَا قُبِرَ الْمَيِّتُ أَوْ قَالَ أَحَدُكُمْ، أَتَاهُ مَلَكَانِ أَسْوَدَانِ أَزْرَقَانِ، يُقَالُ لِأَحَدِهِمَا الْمُنْكَرُ وَالآخَرُ النَّكِيرُ، فَيَقُولاَنِ: مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ؟
فَيَقُولُ: مَا كَانَ يَقُولُ هُوَ عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.
فَيَقُولاَنِ: قَدْ كُنَّا نَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُولُ هَذَا، ثُمَّ يُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ سَبْعُونَ ذِرَاعًا فِي سَبْعِينَ، ثُمَّ يُنَوَّرُ لَهُ فِيهِ، ثُمَّ يُقَالُ لَهُ: نَمْ، فَيَقُولُ: أَرْجِعُ إِلَى أَهْلِي فَأُخْبِرُهُمْ، فَيَقُولاَنِ: نَمْ كَنَوْمَةِ الْعَرُوسِ الَّذِي لاَ يُوقِظُهُ إِلاَّ أَحَبُّ أَهْلِهِ إِلَيْهِ حَتَّى يَبْعَثَهُ اللَّهُ مِنْ مَضْجَعِهِ ذَلِكَ.
وَإِنْ كَانَ مُنَافِقًا قَالَ: سَمِعْتُ النَّاسَ يَقُولُونَ فَقُلْتُ مِثْلَهُ لاَ أَدْرِي، فَيَقُولاَنِ: قَدْ كُنَّا نَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُولُ ذَلِكَ، فَيُقَالُ لِلأَرْضِ: الْتَئِمِي عَلَيْهِ، فَتَلْتَئِمُ عَلَيْهِ فَتَخْتَلِفُ فِيهَا أَضْلاَعُهُ، فَلاَ يَزَالُ فِيهَا مُعَذَّبًا حَتَّى يَبْعَثَهُ اللَّهُ مِنْ مَضْجَعِهِ ذَلِكَ. )) [ رواه الترمذي وصححه الألباني ]
Resim---"Ölü veya sizden biriniz mezara konulduğu zaman, ona siyah ve mavi iki melek gelir. Birine Münker, diğerine ise Nekir denir. İki melek ona: “Bu adam (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) hakkında ne dersin? diye sorarlar.
Bunun üzerine o, (dünyada) söylediğini söyler ve şöyle der: “O, Allah'ın kulu ve elçisidir. Allah'tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâhın olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şâhidlik ederim” der.
Bunun üzerine iki melek: “Senin (ölmeden önce) böyle söylediğini (Allah'ın birliğini ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu ikrar ettiğini) zaten biliyorduk” derler. Sonra onun kabri, eni ve boyu yetmiş arşın genişletilir, sonra kabri ona aydınlatılır ve kendisine: “UYu!” denilir.
O (gördüğü büyük sevinçten dolayı): “Dönüp âileme haber vereyim mi? (yani sevinmeleri için hâlimin güzel olduğunu ve benim için üzüntü ve keder olmadığını onlara haber vereyim mi?)” der.
Bunun üzerine iki melek ona: “Âilesinden en çok seven kişiden başka kimsenin uyandırmadığı gelin-güvey gibi uyu!” derler.
(Onun kabrindeki hayatı yeni bir gelinin hayatı gibi olur.Rahat uykusundan kendisini sadece âile fertleri uyandırır. Yatağından kalkınca da uykusuna doyamamış gibi mahmur olur.)
O, Allah onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar (bu şekilde uyur).
Şayet münâfık ise: “İnsanların, "Muhammed Allah'ın elçisidir” dediklerini işittim ve ben de onlar gibi söyledim. Ama gerçekten onun peygamber olup olmadığını bilmiyorum?” der.
Bunun üzerine iki melek: “Senin (ölmeden önce) böyle söylediğini (Allah'ın birliğini ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu ikrar etmediğini) zaten biliyorduk!” derler.
(Sonra toprağa): “Onu sıkıştır!” denilir. Bunun üzerine toprak onu öyle bir sıkıştırır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah, kıyâmette onu yattığı yerden diriltinceye kadar ona böyle azap edilir."

(Tırmizî, hadis no: 1071, Ebu İsa (Tirmizî) şöyle demiştir: Hadis, Hasen Garib'tir. Elbânî de "Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha", hadis no: 1391'de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Garib: tek bir kişinin bildirdiği hadstir.)

Abdurrezzak'ın, Amr b. Dînar'dan mürsel olarak rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ömer radiyallahu anhu'e:
(( كَيْفَ بِكَ يَا عُمَرُ بِفَتَّانَيِ الْقَبْرِ إِذَا أَتَيَاكَ يَـحْفِرَانِ الْأَرْضَ بِأَنْيَابِهِمَا ، وَيَطَآنِ فيِ أَشْعَارِهِمَا، أَعْيُنُهُمَا كَالْبَرْقِ الْـخَاطِفِ، وَأَصْوَاتُهُمَا كَالرَّعْدِ الْقَاصِفِ، مَعَهُمَا مِزْرَبَّةٌ لَوِ اجْتَمَعَ عَلَيْهَا أَهْلُ مِنَى لَمْ يقلوها . قَالَ عُمَرُ : وَأَنَا عَلَى مَا أَنَا عَلَيْهِ الْيَوْمُ ؟ قَالَ :وَأَنْتَ عَلَى مَا أَنْتَ عَلَيْهِ الْيَوْمُ. قَالَ: إِذاً أَكْفِيكَهُمَا إِنْ شَاءَ اللهُ.)) [رواه عبد الرزاق في مصنفه]
Resim---"Ey Ömer! Kabirde ölüyü sorguya çeken, azı dişleriyle yeri kazıyarak, ayaklarıyla (uzun) saçlarına basarak, gözleri yıldırım, sesleri çakan şimşek gibi olan, yanlarında öyle bir balyoz vardır ki, onu yerinden kaldırmak için Minâ ehli (hac sırasında Minâ'da toplanan hacılar) biraraya gelip onu kaldırmaya çalışsalar, yine de onu yerinden kaldıramazlar. Bu iki melek (Münker Nekir) sana geldikleri zaman, halin nice olur?” buyurunca,
Ömer: “O gün ben, bugünkü bulunduğum îmân üzere mi olacağım?” diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet, sen o gün, bugünkü îmân üzere olacaksın” buyurdu.
Bunun üzerine Ömer: “Öyleyse ben de o ikisine Allah'ın izniyle (huccetimle) üstün gelirim." Buyurdu.
(Ömer b. Hattab radiyallahu anhu'dan; Amr b. Dînar'dan; Abdurezzak; Musannef, hadis no: 6738).

Akâid kitaplarının hemen hemen tümünde, Münker-Nekir'den, bunların kabirde ölüye yönelttikleri sorulardan bahsedilir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu iki meleğin adından söz edilmediği gibi kabirde ölünün sorguya çekileceğine dair açık bir ifâdeye de rastlanmaz. Ancak bazı âyetlerin buna işaret ettiği, hattâ bazılarının tamamen kabir suâli ile ilgili olduğu Ehl-i Sünnet alimlerince kabul edilmiştir. Ömer Nesefî'nin "Akaid"inde:"Münker ve Nekir'in suâli Kitab ve Sünnetle sabittir"denmektedir.:

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---''Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/27)

Âyetinde geçen âhiret hayatından maksat kabir; "sabit söz''den maksat da "Kelime-i Şehadet''tir denmiştir.
İbn Mâce, Sünen'inde şöyle demektedir: "Allah, iman edenleri sabit bir söz ile metânetli kılar" âyeti, kabir azabı (sorgusu) hakkında indi. Ölüye kabirde; "Senin Rabbin kim?" diye sorulur. O da; "Rabbim Allah'tır, Peygamberim Muhammed (aleyhisselâm)'dir" diye cevab verir.
İşte mü'min ölünün böyle cevabı; "Allah iman edenleri sâbit söz ile dünya hayatında ve ahirette metanetli kılar" meâlindeki âyetin ifadesidir.
(İbn Mace, Zühd: 32; Ayrıca bk. Buhari, Tefsîr, Sûre, 14.)

Bu hadis, kütübü sittenin hepsinde rivâyet edilmiştir.
Bazı rivâyetlerde kabirde ölüye sorulan sorular:"Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir?"diye üçe çıkarılmıştır.

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyâ (aşiyyen) ve yevme tekûmu’s- sâah (sâatu), edhılû âle firavne eşedde’l- azâb (azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).” (Mü'min 40/46)

Âyetinin de, kabir suâli ve kabir azabı ile ilgili olduğu tefsir kitaplarında belirtilmiştir.
(İbn Kesîr, "Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm", 40/46. âyetin tefsîri.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Münker ve Nekir'in kabirdeki sorularıyla ilgili pek çok hadis varid olmuştur. Bu ahad haberler, lafızları itibariyle tevâtür derecesine ulaşmamışlarsa da, bu konudaki hadislerin çokluğu, konuyu manevî mütevâtir derecesine yükseltir.
(Haşiyetü'l-Kesteli alâ Şerhi'l-Akâid, İstanbul 1973, 133, 134.)

Bu hadislerin bir kısmında ölünün sorguya çekileceğinden söz edilmekte, ancak herhangi bir melekten bahsedilmemektedir: "Ölü mezara konulur. Salih kişi kabrinde endişesiz ve korkusuz oturtulur. Sonra ona; "Hangi dinde idin?"diye sorulur. O: "Ben İslâm dininde idim" diye cevab verir. Sonra ona: "Şu adam (Rasûlüllah, aleyhisselâm) kimdir?" diye sorulur. O da; "Muhammed (aleyhisselâm), Allah'ın Rasûlüdür. O, bize Allah katından apaçık âyetler getirdi; biz de O'nu doğruladık" diye cevab verir. Daha sonra bu ölüye: "Sen Allah'ı gördün mü?” diye sorulur. O da "Hiçbir kimse Allah'ı görmeye lâyık değildir" diye cevab verir. Bu soru ve cevablardan sonra onun için ateş tarafına bir pencere açılır. Ölü ona bakarak ateş alevlerinin birbirini kırıp yenmeye çalıştığını görür. Sonra ona: "Allah'ın seni koruduğu ateşe bak" denir. Daha sonra onun için Cennet tarafına bir pencere açılır. O da bu defa Cennetin süsüne ve nimetlerine bakar. Kendisine: "İşte bu yer senin makamındır" denildikten sonra: "Sen samimi iman üzerinde idin, bu sağlam iman üzerinde öldün ve inşallah iman üzerinde dirileceksin" denir."
(İbn Mâce, Zühd: 32)

Görüldüğü gibi yukardaki hadiste herhangi bir melekten söz edilmemekte, mücerred olarak kabir suâli zikredilmektedir. Başka bir hadiste ise ölüyü sorguya çekecek olanın bir melek olduğu belirtilmekte ancak isminden bahsedilmemektedir: "Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecek. İnsan defnedilip arkadaşları ondan ayrılınca, elinde topuzla bir melek gelerek onu oturtur ve; "Bu adam (Rasûlüllah hakkında ne dersin "? diye sorar. Kişi mü'min ise; "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (aleyhisselâm)'in, Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ederim." diye cevab verir. Melek de ona; "Doğru söyledin" der..."
(Ahmed İbn Hanbel, Müsned: 3/3, 40)

Daha önce geçen Ebu Hüreyre hadisinde iki sorgu meleğinden söz edilmekte ve birinin adının Münker, diğerinin de Nekir olduğu beyan edilmektedir. Ehl-i Sünnet'e göre Münker ve Nekir'in kabirde ölüyü sorguya çekmeleri haktır. Kabrin sıkması ve azabı haktır. Bu bütün kâfirler ve asi bazı mü'minler için olan bir şeydir.
(İmam Azam, "Fıkh-ı Ekber", trc. Hasan Basrî Çantay, Ankara 1985, s. 14.)

Ancak Mutezile buna muhalefet etmiştir. Kabirdeki suâl ve azap, ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Peygamber (aleyhisselâm) Efendimiz, ölüyü defnettikten sonra; "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz, çünkü o, şu anda sorguya çekilmektedir." buyurmuşlardır.

(Ebu Davud, Cenâiz : 67; es-Sâbûnî, "el-Bidâye Fi Usûli'd-Dîn ", Nşr. B. Topaloğlu, Dımaşk 1979 s. 97; Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/363-364)

İmam Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde naklettiği uzunca bir hadiste Rasulullah (aleyhisselâm), ensardan bir adamın kabri başında, iki veya üç defa: "Kabir azabından Allah'a sığının!" dedikten sonra, bir mü'min için ölüm ve sonrasını şöyle anlatır: "Mü'min kulun dünyadan kopup, âhirete gitme zamanı geldiği zaman, gökten ona, yüzleri sanki güneş gibi beyaz melekler iner. Beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet kokularından birtakım kokular bulunmaktadır. Mü'minin göz mesafesine otururlar. Sonra ölüm meleği yaklaşır ve başucuna oturup: “Ey güzel ve hoş can, haydi Allah'tan bir bağış ve hoşnutluğa çık gel!” der. O can, ağızdaki suyun aktığı gibi akıp kolayca çıkar. Azrâil de onu alır ve elinde bir an bile bekletmeden, o kefene ve kokuların içine sarar. Bu esnada o candan, yani ruhtan, yer yüzünde bulunan misk kokularının en güzeli gibi bir koku çıkar. Ölüm melekleri onu alıp, birlikte yükselirler. Uğradıkları her melek topluluğu: “Bu güzel ruh kimdir?” diye sordukça, onlar, hayatta iken insanların ona verdiği en güzel ismi ile: “Bu, falan oğlu falandır” diye cevab verirler. Böylece birinci göğe ulaşırlar ve kapının açılmasını isterler. Onun için göğün kapısı açılır. Her gökte, o göğün en kıymetli melekleri, bu ruhu bir sonraki göğe kadar teşyî ve ona refakat ederler. Neticede yedinci göğe gelinir. Allah Teâlâ: “Bu kulumun kitabını, "illiyyîn"e yazın ve onu yeryüzüne geri götürün! Çünkü ben onları, yerden-topraktan yarattım, oraya geri çeviriyorum, tekrar oradan çıkaracağım” buyurur. Bunun üzerine onun ruhu kabirdeki bedenine iâde edilir, yani yeniden diriltilir ve ona iki melek gelip yanına oturur: “Rabbin kim?” diye sorarlar. O: “Rabbim Allah!” der. “Dinin nedir?” diye sorarlar, o: “Dinim İslâm!” der. “Size peygamber olarak gönderilen kim?” diye sorarlar, o: “Rasulullah!” der. “Bilgin nedir?” derler, o: “Allah'ın kitabını okudum, ona inandım ve onun doğru olduğunu kabul ettim” der. Bunun üzerine gökten bir ses: “Kulum doğru söyledi. Binâenâleyh onun için cennetten bir döşek serin, ona cennetten bir elbise giydirin ve ona cennetten bir kapı açın!” der. Böylece cennetin esintisi ve güzel kokusu ona gelir, kabri göz alabildiğine genişletilir. Derken yanına güzel yüzlü, güzel elbiseli, güzel kokulu bir adam gelir ve der ki: “Seni sevindirecek şeylerle müjdelen, yani müjdeler olsun, sevineceğin şeylere ulaşacaksın. İşte bu, va'dolunduğun gündür.” Ona: “Sen kimsin? Yüzün, uğur getiren bir yüz'” diye sorar. O: “Ben senin sâlih amelinim” der. Kul o anda: “Ey Rabbim! Kıyameti hemen kopar, kıyameti hemen kopar ki aileme ve malıma, yani benim için cennette hazırladığın evlere ve yüce makamlara kavuşayım” der. Dünyadan ayrılıp, ahirete gitme zamanı geldiğinde, kâfir kula da gökten, beraberlerinde kalın ve sert kumaşlar bulunan siyah yüzlü melekler gelirler ve gözünün göreceği yere otururlar. Sonra Azrâil yaklaşıp başucuna oturur ve: “Ey pis can, haydi Allah'ın kızgınlığına ve gazabına çık gel!” der. Böylece o can, bedeninden ayrılır. Azrâil, onu, çok parçalı bir şişi ıslak yünden çekip kopardığı gibi çeker çıkarır. Onu aldığı zaman, elinde bile tutmadan hemen o sert ve kalın kumaşa sarar. O zaman ondan, yeryüzünde bulunan leş kokularının en kötüsüne benzer bir koku çıkar. Melekler onunla beraber yükselirler ve uğradıkları her melek topluluğu: “Bu pis ruh kimdir?” diye sorarlar. Onlar, hayatta iken insanların ona verdiği en çirkin ismini kullanarak derler ki: “Bu, falan oğlu falandır.” Böylece birinci göğe gelinir ve kapının açılmasını isterler, ama ona göğün kapısı açılmaz. Allah Teâlâ: “Onun kitabını en aşağı yer tabakasındaki "siccîn"e yazın!” der. Böylece onun ruhu aşağılara atılır. Derken cesedine döndürülür ve iki melek gelip yanına oturur ve ona: “Rabbin kim?” diye sorarlar. O: “Haa, haa.. Bilmiyorum” der. Ona: “Dinin nedir?” diye sorarlar, o: “haa, haa.. Bilmiyorum” der.
“Size peygamber olarak gönderilen kimdir?” derler: O: “Haa, haa.. Bilmiyorum” der. Bunun üzerine gökten bir ses: “O kulum yalan söylüyor. Dolayısıyla ona ateşten bir döşek hazırlayın ve cehennemden bir kapı açın!” der. Böylece ona cehennemin sıcaklığı ve zehirli yakıcılığı gelir; kabri de, kaburgalarını birbirine geçirecek kadar daraltılır. Derken çirkin yüzlü, kötü elbiseli ve pis kokulu bir adam gelir ve ona: “Hoşuna gitmeyen şeyleri sana müjdelerim! İşte bu, tehdid olunduğun gündür” der. O: “Sen kimsin? Suratından şer akıyor” diye sorar. O: “Ben senin kötü işlerinim” der. Bunun üzerine o kul, kabrine açılan kapıdan, cehennemde kendisi için hazırlanmış gördüğü azaptan korkarak: “Ey Rabbim, kıyameti koparma!” der..."

(İ. Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV/287)

Bu uzun hadis-i şerif, ayrıca Ebu Davud'un ve İbn Mâce'nin Sünenlerinde; İbn Kesir'in Tefsirinde yer almakta, hasen bir hadis kabul edilmekte, delil kabul edilen güvenilir râviler tarafından rivâyet edildiği bildirilmektedir. Görüldüğü gibi bu hadiste, ölüm meleği ve yardımcılarının yanı sıra, kabirde insanı ilk hesaba çeken iki melekten bahsedilmektedir. Kur’ÂN'da bu iki melekten bahsedilmese de, bu hadis dışında sahih birçok hadiste kabirdeki bu meleklerden bahsedilmiştir.

Enes b. Malik (radiyallahu anhu) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu anlatıyor: "Kul kabrine konup da ailesi ve arkadaşları onu orada bırakıp gittikleri ve o kul, çekip gidenlerin ayak seslerini duyduğu zaman, iki melek gelip onu oturturlar ve derler ki: “Sen şu zat, yani Muhammed (aleyhisselâm) hakkında ne der idin?” O kişi mü'min ise: “Şehâdet ederim ki O, Allah'ın kulu ve peygamberidir” der. Bunun üzerine ona: “Cehennemdeki şu yerine bak! İşte onu, cennetten bir yer ile değiştiriyoruz” , yani: “Eğer sen mü'min olup da bu soruya doğru cevab veremeseydin, o cehennemdeki yere girecektin” denilir. Mü'min, bunların her ikisini de görür. Ama kabre konan kişi münâfık ve kâfir ise, ona: “Sen şu zat hakkında ne der idin?” denildiğinde: “Bilmiyorum, insanlar ne derlerse ben de onu derdim” cevabını verir. Bunun üzerine: “Ne bildin, ne de uydun!” denilip, ona demirden bir topuz ile öyle bir vurulur ki, insan ve cinlerden başka bütün varlıkların duyduğu bir çığlık atar."
(Buhâri, Cenâiz: 68, 87; Müslim, Cennet 70, 4/2200; Tac: 1/375)

Bu konuyla ilgili bir diğer hadiste bu iki melekten birinin adının "Münker"; diğerininse "Nekir" olduğu bildirilmiştir.
(Tirmizî, Cenâiz 70, III/383.)

Anlaşılıyor ki Allah Teâlâ'nın, her işle görevlendirdiği çeşit çeşit melekleri bulunmaktadır ve Kur’ÂN da bunların sadece bir kısmından bahsetmiştir; bir kısmı peygamberine ayrıca bildirmiş ve dolayısıyla O, hadislerinde bize bize bildirmiştir. Elbette bunların dışında da kim bilir daha nice melekler vardır.[14] .
(Ahmet Kalkan, Kur’ÂN Kavram Tefsiri.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Hadis-i şeriflerde ölüyü sorguya çekecek olanın bir kabir meleği olduğu belirtilmekte ancak isminden bahsedilmemektedir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bu ümmet kabirlerinde imtihan edilecek. İnsan defnedilip arkadaşları ondan ayrılınca, elinde topuzla bir melek gelerek onu oturtur ve: "Bu adam (Rasûlüllah Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem) hakkında ne dersin ?" diye sorar. Kişi mü'min ise; "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (aleyhisselâm'ın, Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim." diye cevab verir. Melek de ona: "Doğru söyledin" der..." buyurdu.
(Ahmed İbn Hanbel, Müsned: 3/3, 40.)

Ebu Hüreyre hadisinde iki sorgu meleğinden söz edilmekte ve birinin adının Münker, diğerinin de Nekir olduğu bildirililmektedir. Ehl-i Sünnet'e göre Münker ve Nekir'in kabirde ölüyü sorguya çekmeleri haktır. Kabrin sıkması ve azabı haktır. Bu, bütün kâfirler ve asi bazı mü'minler için olan bir şeydir.
(İmam Azam, "Fıkh-ı Ekber", trc. Hasan Basrî Çantay, Ankara 1985, s. 14.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Âyet-i celîlelerde söz edilen dünyaya dönüş arzusu, Kıyâmet Günü veya Cehennem içinde azablanırken yapılacak dönüş isteğinden farklıdır. Çünkü ölümün hemen ardından gerçekleşecektir.:

وَلَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُؤُوسِهِمْ عِندَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ
Resim---“Ve lev terâ izi’l- mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’me’l- sâlihan innâ mûkinûn (mûkinûne).: Ve keşke mücrimleri, Rab’lerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. (Bundan sonra) bizi (dünyaya) geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakîn hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin.”
(Secde 32/12)

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
Resim---“Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakka’l- kavlu minnî le emleenne cehenneme mine’l- cinneti ve’n- nâsi ecmaîn (ecmaîne).: Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik). Fakat Benim: "Mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım." sözü(m) hak oldu.”
(Secde 32/13)

فَذُوقُوا بِمَا نَسِيتُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا إِنَّا نَسِينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---“Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbe’l- huldi bi mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Öyleyse bu "likâe" (Allah’a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.”
(Secde 32/14)

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ
Resim---“Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’me’l- sâlihan gayrallezî kunnâ na’me’l- (na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr (nezîru), fe zûkû fe mâ li’z- zâlimîne min nasîr (nasîrin).: Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zalimler için bir yardımcı yoktur.”
(Fâtır 35/37)

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
Resim---“Kîled huli’l- cenneh (cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn (ya’lemûne).: (Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi.”
(Yâsîn 36/26)

بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ
Resim---“Bimâ gafere lî rabbî ve cealenî mine’l- mukremîn (mukremîne).: Bu sebeple, Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi).”
(Yâsîn 36/27)

Eğer “keşke” li bu istek Kıyâmet günü veya Cennet’te olsaydı “Kavminin bilmesinin” bir anlamı olmazdı..

مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَنصَارًا
Resim---“Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ (ensâren).: Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah’tan başka bir yardımcı bulamadılar.”
(Nûh 71/25)

âyetteki “Nâren” ifâdesi Nekire’dir. Bu da onun Cehennem ateşi dışında bir başka tür ateş olabileceğine işarettir.

Nûh leyhisselâm kavminin boğuldukları Kur’ÂN-ı Kerîm’ın diğer âyetleri ile sabittir. Ateşe atılmış olduklarını ifâde eden “Udhılû” mazi fiili, boğulduklarını ifâde eden “Uğrikû” mâzi filine matuftur. Yaşanmış bir olayın üzerine, ancak kendisi gibi yaşanmış bir olay atfedilebilir. Mâkul olan budur. Bu da onların boğulmaları akabinde azaba uğratıldıklarını gösterir.
Kaldı ki Kur’ÂN-ı Kerîm’da Cehennem ateşi Ma’rife olarak en-Nâr şeklinde kullanılır..:


بَلَى مَن كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Hayır (sandığınız gibi değil), kim, günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık ateş ehlidir ve orada devamlı kalacak olanlardır.”
(Bakara 2/81)

وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ خَالِدِينَ فِيهَا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---“Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbu’n- nâri hâlidîne fîhâ ve bi’se’l- masîr (masîru).: Âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar; işte onlar, ateş ehlidirler, orada (cehennemde) ebediyyen kalacak olanlardır. Ve (o) ne kötü varış yeri (ulaşılacak yer).”
(Tegâbun 64/10)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ben şu Kaab oğullarının atası Amr b. Luhay b. Kama b. Hındifi, Cehennemde bağırsaklarını sürüklerken gördüm” buyurmuştur.

(Sahih-i Müslim, 5096; Buharî Tefsîr 5/13.)

Peygamberimizin Kabri, Ateş Çukuru olarak nitelemesi de bu sebeple olsa gerektir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Hadis-i Şeriflerde Kabir Hayatı:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kabir Hayatıyla ilgili açıklamalarında:

a-) Kabri, insanların inançlarına göre gruplara ayrıldığı konak olarak vasıflandırır; azab ve ni’met mahalli olarak niteler. (İbn Mâce Zühd 32; Tirmizî, Kıyâme 26)

b-) Kur’ÂN-ı Kerîm’in dolaylı emri gereği cenâze namazı kılar/kıldırır ve kabirleri ziyaret eder.

وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِّنْهُم مَّاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَىَ قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrihi, innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).: Onlardan ölen bir kimsenin üzerine, namazı ebediyyen (hiçbir zaman) kılma ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun Resûl’ünü inkâr ettiler ve onlar fasık(lar) olarak öldüler.”
(Tevbe 9/84)

c.-) Kabirlerine götürülen ölülerin mutlu olacakları veya feryatlar koparacağını bildirir.
Buhârî'nin rivâyetine göre Peygamberimiz duyulacak mutluluğu ve korkuyu anlayabileceğimiz bir benzetmeyle şöyle açıklar:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ölü tabuta konulub da insanlar onu omuzladığı zaman, şayet o iyi bir kişi idiyse “Beni çabuk götürünüz, beni çabuk götürünüz!” diye yırtınır. Kötü bir kişi ise “Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?'” diye feryat eder. Bu çığlığı insanlardan başka her varlık duyar. Eğer insanlar duysaydı dehşetle irkilerek kendilerinden geçerlerdi." Buyurdu.
(Buhârî Cenâiz 50,53,90; Nesâî,Cenâiz 44)

d-) Kabirlere Selâm verir ve verilmesini öğütler. (Müslim Tahâre 38;İbn Mâce,Zühd 36)

e-) Kabir azabından Allah'a sığınır ve sığınılmasını emreder. (Buhârî Cihad 25)

f-) O, kabirdekilere Selâm verirken “Ehil” kelimesini kullanır.
“Ehil” kelimesi de “Ashab” ve “Men” lafızları gibi akıllı canlılar için kullanılmaktadır.

(Buhârî Cenâiz 50; Müslim Cenâiz 104; Tirmizî Cenâiz 59; Rağib Müfredat “Ehl” maddesi.)

g-) Kur’ÂN-ı Kerîm’ın dünya ve âhiret, Cennet ve Cehennem için kullandığı “Dâr” kelimesini, Peygamberimiz de kabirlere selâm verirken kullanır:
“Peygamberimiz Bakî Mezarlığı’na geldi ve şöylece selâm verdi:
Size selâm olsun ey Mü’minler Dârı! İnşaallah biz de size katılacağız.”
(Müslim, Cenâiz 102, Tahare 39.; Ebû Davud, Cenâiz 79)

Bu da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin anlayışında Kabir’in dünya ve âhiret gibi hayat sürülen hareketli bir âlem olduğunu göstermektedir.
Yukarıda yedi madde hâlinde değinilen Kur'ân âyetleri gibi yedi madde halinde özetlediğimiz Sünnet ölçüleri de kabir hayatının varlığına delâlet etmektedir.

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Salih Rüyâlarda Kabir Hayatı:

Salih rüyâlar sırasında aktif olan rûhun/canın yaşadığı ve herkesin tecrübe edebildiği dünya ve âhiret dışı üçüncü hayat da üçüncü tür bir hayat olan kabir hayatına ışık tutmaktadır.

Kabir Hayatı, akıl ve bilim yoluyla bilinemez Ğaybî Naklîdir. Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-Hadis-i şerifler delillerine dayanır.:


اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---"Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhâl mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, fizik vücutları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamana) kadar (rüyada dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.”
(Zümer 39/42)

لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---"Lehumul buşrâ fîl hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh (kelimâtillâhi), zâlike huve’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir”
(Yûnus 10/64)

Dünyada yaşanan ve zaman zaman görülen korkutucu veya huzur verici rüyâların daha canlı ve etkili bir biçimde yaşanması olarak niteleNebîlecek olan kabir hayatı, Kıyâmet'le başlayacak Âhiret Hayatı ile karıştırılmamalıdır.

Kabir hayatı bahsini, Peygamberimizin yapmamız için öğrettiği bir duâ ile bitirelim:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'ım! Mâlî kulluk görevlerimi yapmama olan cimrilikten, tembellikten, ihtiyarlığın zaaflarından ve kabir azabından… sana sığınırım." buyurdu.
(Buhârî Tefsîrul-Kur’ân İbrahim 2.)

اللّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ
Resim---"Allâhillezî lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve veylun lil kâfirîne min azâbin şedîd (şedîdin).: O Allah ki; semalarda ve yeryüzünde ne varsa O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline.”
(İbrâhîm 14/2)

Sorgu Melekleri tarafından demirden bir topuzla dövüleceklerini açıklamaktadır.
(M. Tecrîd-i Sarîh Ter. H. 658)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden biriniz öldüğü zaman (kabrinde) sabah-akşam ona varacağı yer gösterilir. Cennetliklerden ise Cennetliklerin yerlerinden bir yer, Cehennemliklerden ise Cehennemliklerin yerlerinden bir yer gösterilir ve ona şöyle denir: “Kıyâmet günü uyandırılacağın ana kadar bulunacağın yer burasıdır/ iletileceğin yer sana gösterilecektir.”
(İ. Mâce Zühd 32, Hn. 4270. Tirmizî, Cenâiz 70, Hn. 1072, Müslim, Cennet 17, Hn. 2866)

“Sen dünyada samimi bir îmanla yaşadın. Bu îman üzerinde öldün. İnşaallah bu îman ile ba’s edilecek; kabir uykusundan kaldırılacaksın.”

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah seni Kıyâmet günü şu Merkad’inden ba’s edinceye/uykundan uyandırıncaya kadar rahat uyu; ailesinin en sevdiği ferdi tarafından uyandırılacak gelin -güvey gibi uykuya yatarak huzurla uyu.”
(İ. Mâce, Zühd 32, Tirmizî, Cenâiz 71)

Bu hadîsler, ileride açıklanacağı gibi Kabri Merkad kelimesi ile uyku, uyku yeri ve uyku zamanı olarak niteleyen Kurân ile örtüşmektedir.:

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---"Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaade’r- rahmânu ve sadaka’l- murselûn (murselûne).: "Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.”
(Yâsîn 36/52)

Resim---Zeyd bin Sâbit radiyallahu anhu: “Peygamber Efendimiz (aleyhi's-selâm) Neccâr oğullarına ait bir bahçe içinde kendi katırı üzerinde bulunduğu sırada biz de beraberinde idik. Katır birden bire ürktü ve yoldan saptı. Nerede ise Peygamber Efendimizi (aleyhi’s-selâm) yere atacaktı. Orada beş altı tane kabir vardı. Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-selâm): “Bu kabirlerin sahiplerini kim tanıyor?” diye sordu. Bir adam: “Ben tanıyorum!” dedi. Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm): “Bunlar ne zaman öldüler?” buyurdu. O kimse: “Müşriklik devrinde öldüler” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-selâm): “Şüphesiz bunlar kabirleri içinde imtihana tabi tutuluyorlar! Şâyet ölülerinizi gömmeği terk etmeniz endişesi bende mevcut olmasaydı, bu kabristandan işitmekte olduğum kabir azabından birazını sizlere de işittirmesini Allah’tan niyaz ederdim” buyurdu.
Sonra yüzünü bize döndürüp: “Ateş azabından Allah’a sığınınız!.” buyurdu. Sahabîler (radiyallahu anhum): “Ateş azabından Allah’a sığınırız!” dediler.
Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm): “Kabir azabından Allah’a sığınınız!” buyurdu. Sahabeler (ra): “Kabir azabından Allah’a sığınırız!” dediler.
Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-selâm): “Görünür görünmez fitnelerden Allah’a sığınınız!” buyurdu. Sahabeler (radiyallahu anhum): “Görünür görünmez fitnelerden Allah’a sığınırız!” dediler.
Peygamber Efendimiz (aleyhi’s-selâm): “Deccal fitnesinden Allah’a sığınınız!’” buyurdu. Sahabîler (radiyallahu anhum): “Deccal fitnesinden Allah’a sığınırız!.” dediler.”

(Müslim, 2867)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “‘Allah, îman edenlere dünya hayatında da, âhiret hayatında da o sâbit sözde sebat ihsân eder. Allah zâlimleri şaşırtır. Allah ne dilerse yapar” (İbrâhim 14/27) âyeti kabir azabı hakkında inmiştir. Kabirde ölüye: “Rabb’in kimdir?” diye sorulur. O da: “Rabb’im Allah ve Peygamberim Muhammed”dir’ der. İşte bu, yukarıdaki âyette geçen sabit sözün delâletidir.” buyurdu.

(Müslim, 2871)

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---"Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavli’s- sâbiti fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhırati, ve yudıllullâhu’z- zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.”
(İbrâhîm 14/27)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KUR'ÂN-ı KERÎMde kabir hayatının varlığı açık bir şekilde bildirilmişitir.:

"En nâru”.:


النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---"En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyen ve yevme tekûmu’s- sâatu, edhılû âle firavne eşeddel azâb (azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).”
(Mü’min 40/ 46)

“Kabir".:


وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِّنْهُم مَّاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَىَ قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---"Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrihi, innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).: Onlardan ölen bir kimsenin üzerine, namazı ebediyyen (hiçbir zaman) kılma ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun Resûl’ünü inkâr ettiler ve onlar fasık(lar) olarak öldüler.”
(Tevbe 9/84)

"Kubûr".:

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
Resim---"Ve mâ yestevî’l- ahyâu ve lâ’l- emvât (emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fî’l- kubur (kubûri).: Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.”
(Fâtır 35/22)

"Akbere".:


ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Resim---"Summe emâtehu fe akberahu.: Sonra onu öldürdü, böylece onu kabire koydurdu.”
(Abese 80/21)

"Ecdâs".:

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ
Resim---"Huşşe’an ebsâruhum yahrucûne mine’l- ecdâsi keennehum cerâdun münteşir (munteşirun).: Kabirlerden, gözleri dehşete düşmüş olarak çıkarlar. Sanki onlar, etrafa yayılan çekirgeler gibidir.”
(Kamer 54/7)

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
Resim---"Ve nufiha fî’s- sûri fe izâ hum mine’l- ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn (yensilûne).: Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp giderler.”
(Yâsîn 36/51)

يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَى نُصُبٍ يُوفِضُونَ
Resim---"Yevme yahrucûne mine’l- ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn (yûfîdûne).: Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.”
(Meâric70/ 43)

Kur’ân-ı Kerîm, kabirdekilerden bahsederken, diri ve akıllılar için kullandığı “Ashâb ve “Men” ifâdesiyle söz etmektedir. :

“Ashâb”.:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tetevellev kavmen gadıballâhu aleyhim kad yeisû mine’l- âhireti kemâ yeise’l- kuffâru min ashâbi’l- kubur (kubûri).: Ey iman edenler, Allah’ın kendilerine gadaplandığı (rahmetinden terkettiği) bir kavme dönmeyin (dostluk kurmayın)! Kâfirlerin, kabirdekilerden ümitlerini kesmiş olduğu (tekrar diriltileceğine inanmadığı) gibi onlar da ahiretten ümitlerini kesmişlerdir (ahiret hayatına inanmazlar).”
(Mümtehine 60/13)

Ashâbül-Kubûr da Kabir'de sürekli olarak kalanlar "Ashabul-Kubûr"..

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
Resim---"En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyen ve yevme tekûmu’s- sâatu, edhılû âle firavne eşedde’l- azâb (azâbi).: O ateş ki sabah akşam ona arz olunurlar. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı gün: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!" (denir).”
(Mü’min 40/46)

“Men”.: AKLı olan varlıkların tümü..

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاء وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاء وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ
Resim---"Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâ’l- emvât (emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fî’l- kubur (kubûri).: Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.”
(Fâtır 35/22)
ALLAHu zü’l- Celâl: “Sen ölülere işittiremezsin.” buyuruyor.

إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
Resim---"İnneke lâ tusmiu’l- mevtâ ve lâ tusmiu’s- summed duâe izâ vellev mudbirîn (mudbirîne).: Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah’ın) davetini işittiremezsin.”
(Neml 27/80)

Bu Kur'ÂN-ı Kerîmî ifâde ile, kabir hayatının varlığına delil olarak aldığımız, "Sen kabirde yaşayan akıllı canlılara-“Men” işittiremezsin!"..

“Merkad”.:

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---"Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaade’r- rahmânu ve sadaka’l- murselûn (murselûne).:"Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.”
(Yâsîn 36/52)

“Rukûd”.:

وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا
Resim---"Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûdun, ve nukallibuhum zâte’l- yemîni ve zâte’ş- şimâli, ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bi’l- vasîd (vasîdi), levittala'te aleyhim le velleyte minhum firâran ve le muli'te minhum ru'bâ (ru'ben).: Ve onlar, uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Ve onları sağa ve sola doğru çeviririz. Onların köpeği, ön ayaklarını (mağaranın) giriş kısmına uzatmış vaziyettedir. Eğer sen, onlara muttali olsaydın (yakından görseydin), mutlaka onlardan kaçarak (geri) dönerdin. Ve mutlaka sen, onlardan korkuyla dolardın (çok korkardın).”
(Kehf 18/18)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

V-) Yüce Kitabımız Kıyâmet Günü kabirlerden kaldırılış için genelde insanların uykudan kaldırılışı, özelde Ashab-ı Kehf’in uykudan kaldırılışı için kullandığı "Ba's" kelimesini kullanmaktadır.:

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
Resim---"Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaade’r- rahmânu ve sadaka’l- murselûn (murselûne).: "Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.”
(Yâsîn 36/52)

وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---"Ve huvellezî yeteveffâkum bi’l- leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bi’n- nehâri summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâ (musemmen), summe ileyhi merciukum summe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ve geceleyin sizi vefat ettiren (uykuya sokan), gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra "ecel-i müsemmanın" (belirlenmiş zamanın, ömrün) tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar dirilten O’dur. Sizin dönüşünüz sonra O’nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı size haber verecek.”
(En’âm 6/60)

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
Resim---"Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba'da yevmin, kâlû rabbukum a'lemu bi mâ lebistum feb'asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilâ’l- medîneti felyanzur eyyuhâ ezkâ taâmen felye'tikum bi rızkın minhu velyetelattaf ve lâ yuş'ıranne bikum ehadâ (ehaden).: Ve böylece aralarında sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). Onlardan konuşan biri şöyle dedi: “Ne kadar kaldınız?” “Günün bir kısmı veya bir gün (kadar).” dediler. (Diğerleri de): “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir.” dediler. Artık sizden birisini, sizin bu gümüş paranızla şehre gönderin. Böylece en temiz yiyecek hangisi, baksın (da) ondan size bir rızık getirsin. Ve tedbirli (dikkatli) olsun. Sakın sizi bir kimseye sezdirmesin (varlığınızı hiç kimseye hissettirmesin).”
(Kehf 18/19)

VI-) Kur'ân'da Şehîdlerin Hayatı:

Kur’ÂN-ı Kerîm’ın şehîdler için kesin bir dille doğruladığı dünya ile âhiret arası hayat da, bu hayatın bir benzerinin kabirde yaşandığını göstermektedir.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
Resim---"Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ (emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn (yurzekûne).: Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.”
(Âl-i İmrÂn 3/169)

فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
"Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Allah'ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun olmayacaklarını" müjdelemek isterler.”
(Âl-i İmrÂn 3/170)

VII-) Kabirle Bağlantılı Diğer Âyetler:


حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ
Resim---"Hattâ izâ câe ehadehumu’l- mevtu kâle rabbirciûni.: Onların birine ölüm geldiği zaman: “Rabbim, beni geri döndür.” dedi.”
(Mü’minûn 23/99)

لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---"Leallî a’melu sâlihan fîmâ teraktu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: “Böylece (geri gönderdiğin taktirde) terkettiğim salih amelleri (nefsi tezkiye edici ameli) işlerim.” Hayır, muhakkak ki onun söylediği söz, sadece (boş) bir kelimedir. Ve beas edilecekleri güne kadar onların arkasında berzah (engel) vardır.”
(Mü’minûn 23/100)

Mü’minûn sûresinin yukarıda meâlleri verilen 99-100. âyetlerine göre ölüm geldiğinde, dolayısıyla ölüm melekleri geldiğinde Berzah oluşarak kabir hayatı başlayacağına göre, yukarıda anlamları açıklanan âyetler Kabir’de de sorgulama yapılacağını da kanıtlamaktadır.

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---"Ellezîne teteveffâhumu’l- melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulû’l- cennete bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.”
(Nahl 16/32)

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---"Li yuhıkka’l- hakka ve yubtıle’l- bâtıle ve lev kerihe’l- mucrimûn (mucrimûne).: O, suçlu günahkârlar istemese de, hakkı gerçekleştirmek ve batılı geçersiz kılmak için (böyle istiyordu.)”
(Enfâl 8/50)

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ
Resim---"Fe keyfe izâ teveffethumu’l- melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârahum.: Artık melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları zaman onların halleri nasıl olacak?”
(Muhammed 47/27)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ
Resim---"Zâlike bi ennehumuttebeû mâ eshatallâhe ve kerihû rıdvânehu fe ahbeta a’mâlehum.: İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı.”
(Muhammed 47/28)

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
Resim---"Kîledhuli’l- cennete, kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn (ya’lemûne).: (Ona): "Cennete gir!" denildi. "Keşke kavmim bilseydi." dedi. “
(Yâsîn 36/26)

بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ
Resim---"Bimâ gafera lî rabbî ve cealenî mine’l- mukremîn (mukremîne).: Bu sebeple, Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını (bilselerdi).”
(Yâsîn 36/27)

مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَنصَارًا
Resim---"Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ (ensâran).: Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah’tan başka bir yardımcı bulamadılar.”
(Nûh 71/25)

Peygamberimizin Mekke putperestliğinin babası olarak niteleNebîlecek Amr b. El-Huzaî hakkındaki şu hadislerini de Nuh 25 ile irtibatlandırabiliriz:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:”Onu Cehennem’de bağırsaklarını sürüklüyor bir halde gördüm.”buyurdu.
(Buharî, Tefsîr 5/13)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

SÜNNET'te KABİR HAYATI:

Buhârî'nin rivâyetine göre Peygamberimiz duyulacak mutluluğu ve korkuyu anlayabileceğimiz bir benzetmeyle şöyle açıklar:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ölü tabuta konulup da insanlar onu omuzladığı zaman, şayet o iyi bir kişi idiyse 'Beni çabuk götürünüz, beni çabuk götürünüz!' diye yırtınır. Kötü bir kişi ise 'Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?' diye feryat eder. Bu çığlığı insanlardan başka her varlık duyar. Eğer insanlar duysaydı dehşetle irkilerek kendilerinden geçerlerdi." buyurdu.
(Buhârî Cenâiz 50,53,90; Nesâî,Cenâiz 44.)

Resim---“Peygamberimiz Bakî Mezarlığı’na geldi ve şöylece selâm verdi: Size selâm olsun ey Mü’minler Dârı! İnşaallah biz de size katılacağız.” buyurdu.
(Müslim, Cenâiz 102, Tahare 39.; Ebû Davud, Cenâiz 79)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'ım! Mâlî kulluk görevlerimi yapmama olan cimrilikten, tembellikten, ihtiyarlığın zaaflarından ve kabir azabından… sana sığınırım!." buyurdu.
(Buhârî Tefsîrul-Kur’ân İbrahim 2.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

Âhiret Azabı ise Kur'ân-ı Kerimde:

İman edip ilâhî emirlere uyanların dışında kalan insanlarla cinler, inkârlarının derecesi ve günahlarının büyüklüğüne bağlı olarak asıl azabı âhiret âleminde görecekleri:

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا
Resim---"İnne’l- munâfikîne fîd derkil esfeli mine’n- nâr (nâri), ve len tecide lehum nasîrâ (nasîran).: Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.”
(Nisâ 4/145)

الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ
Resim---"Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevka’l- azâbi bimâ kânû yufsidûn (yufsidûne).: İnkâr edenlere (kâfirlere) ve Allah’ın yolundan men edenlere, fesat çıkarmış olduklarından dolayı azap üstüne azabı arttırdık.”
(Nahl 16/88)

Peygamber gönderilmeyen topluluklara azab edilmeyeceği:

مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Resim---"Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ (resûlen).: Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.”
(İsrâ 17/15)

Âhiret hayatına ki, Allah’ın huzuruna çıkacaklarına inanmayıp âyetlerini inkâr eden kâfirler, Kur'ân-ı Kerim inkar eden yahudiler, hıristiyanlar, münafıklar, müşrikler, peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini inkâr edenler şiddetli azaba uğratılacakları:


سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ
Resim---"Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ (sultânen), ve me’vâhumu’n- nâr (nâru), ve bi’se mesve’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah'ın, hakkında bir sultan (delil) indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmaları sebebiyle, o kâfirlerin kalplerine korku vereceğiz. Ve onların sığınağı (gideceği yer), ateştir (cehennemdir). Ve zalimlerin kalacağı yer ne kötü.”
(Âl-i İmrân 3/151)

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا
Resim---"Ellezîne yettehızûne’l- kâfirîne evliyâe min dûni’l- mu’minîn (mu’minîne. E yebtegûne indehumu’l- izzete fe inne’l- izzete lillâhi cemîâ (cemîan).: Onlar ki mü'minlerden başka kâfirleri dost edinirler. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Oysa muhakkak ki izzet, tamamen Allah'a aittir.”
(Nisâ 4/139)

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا
Resim---"İnne’l- munâfikîne fîd derki’l- esfeli mine’n- nâr (nâri), ve len tecide lehum nasîrâ (nasîran).: Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.”
(Nisâ 4/145)

وَأَخْذِهِمُ الرِّبَا وَقَدْ نُهُواْ عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---"Ve ahzihimu’r- ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bi’l- bâtıl (bâtılı). Ve a’tednâ li’l- kâfirîne minhum azâben elîmâ (elîmen).: Ve (bu) ondan (ribâdan) nehyedilmiş oldukları halde ribâ (faiz) almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemeleri sebebiyledir. Ve onlardan kâfir olanlar için “elîm azap” hazırladık.”
(Nisâ 4/161)

لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا
Resim---"Len yestenkife’l- mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lâ’l- melâiketu’l- mukarrabûn (mukarrabûne). Ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi cemîâ (cemîan).: Mesih, Allah'a kul olmaktan asla çekinmez ve mukarrebin (Allah’a yakın) olan melekler de (Allah'a kul olmaktan çekinmezler). Ve kim, O'na kul olmaktan çekinir ve kibirlenirse, elbette onların hepsini (Allah) kendi huzurunda toplayacak.”
(Nisâ 4/172)

لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ
Resim---"Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huve’l- mesîhubnu Meryem (meryeme) ve kâlel mesîhu yâ benî isrâîla’budûllâhe rabbî ve rabbekum innehu men yuşrik billâhi fe kad harramallâhu aleyhi’l- cennete ve me’vâhu’n- nâr (nâru) ve mâ li’z- zâlimîne min ensâr (ensârin).: Andolsun ki; “Muhakkak ki Allah, O, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih (Hz. İsâ, onlara) şöyle demişti; “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kul olun. Muhakkak ki, kim Allah’a şirk (eş, ortak) koşarsa, o taktirde Allah ona cenneti haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir. Ve zalimler için bir yardımcı yoktur.”
(Mâide 5/72)

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِن لَّمْ يَنتَهُواْ عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Lekad keferellezîne kâlû innallâhe sâlisu selâsetin ve mâ min ilâhin illâ ilâhun vâhid (vâhidun) ve in lem yentehû ammâ yekûlûne le yemessennellezîne keferû minhum azâbun elîm (elîmun).: Andolsun ki, “Allah üçün, üçüncüsüdür (üç ilâh’tan biridir).” diyenler kâfir olmuşlardır. Ve tek bir ilâhdan başka bir ilâh yoktur. Ve eğer bu söyledikleri sözlerden vazgeçmezlerse, onlardan (bu sözlerinde ısrar edip) kâfir olanlara, mutlaka "elîm azap" dokunacaktır.”
(Mâide 5/73)

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا
Resim---"Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevme’l- kıyameti veznâ (veznen).: İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.”
(Kehf 18/ 105)

ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا
Resim---"Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ (huzuven).: (Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle, onların cezası işte bu cehennemdir.”
(Kehf 18/ 106)

لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---"Li yuazziballâhu’l- munâfikîne ve’l- munâfikâti ve’l- muşrikîne ve’l- muşrikâti ve yetûballâhu alâ’l- mu’minîne ve’l- mu’minât (mu’minâti), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: (Bu), Allah’ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandırması ve mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah Gafûr’dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli eden).”
(Ahzâb 33/73)

Yetimlerin mallarını haksız yere yiyen, mü’mini kasten öldüren, iffetli kadınlara iftira eden ve Kur’ÂN’da belirtilen sınırları (hudûdullah) aşıp emredileni terkedip aykırı davranan -büyük günah sahibi- mü’minlerin de azabtan kurtulamayacakları:


إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا
Resim---"İnnellezîne ye’kulûne emvâle’l- yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ (nâran). Ve se yaslevne seîrâ (seîran).: Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla) yiyenler, karınlarına sadece ateş yerler. Ve onlar, yakında alevli ateşe atılacaklar.”
(Nisâ 4/ 10)

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Resim---"Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâran hâliden fîhâ.Ve lehu azâbun muhîn (muhînun).: Ve kim Allah'a ve O’nun Resûl'üne isyan eder ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için "alçaltıcı azap" vardır.”
(Nisâ 4/ 14)

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
Resim---"Ve men yaktu’l- mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ (azîmen).: Ve kim, bir mü'mini taammüden (kastederek) öldürürse, o takdirde onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir ve Allah ona gazab etmiş ve ona lânet etmiştir. Ve (Allah), onun için "büyük azap" hazırlamıştır.”
(Nisâ 4/ 93)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
Resim---"İnnellezîne teveffâhumu’l- melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fî’l- ard (ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem (cehennemu) ve sâet masîrâ (masîran).: Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz nerede (ne işte) idiniz?" dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse oraya hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.”
(Nisâ 4/ 97)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّهُ بِشَيْءٍ مِّنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُ أَيْدِيكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّهُ مَن يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû le yebluvennekumullâhu bi şey’in mine’s- saydı tenâluhu eydîkum ve rimâhukum li ya’lemallâhu men yahâfuhu bi’l- gayb (gaybi), fe meni’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm (elîmun).: Ey iman edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) kendisinden kimin korktuğunu ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acı bir azab vardır.”
(Mâide 5/94)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ taktulû’s- sayde ve entum hurum (hurumun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele mine’n- neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâliga’l- ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li yezûka vebâle emrihî afâllâhu amma selef (selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minhu vallâhu azîzun zûntikâm (zûntikâmin).: Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır ki, (bunun öldürülen hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe'ye ulaşacak (Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir oruçtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. Allah, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allah ondan intikam alır. Allah Azîz'dir, intikam sahibidir.”
(Mâide 5/95)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KABİR AZABI

Mesaj gönderen kulihvani »

إِنَّ الَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---"İnnellezîne yermûne’l- muhsanâti’l- gâfilâti’l- mu’minâti luınû fî’d- dunyâ ve’l- âhırati ve lehum azâbun azîm (azîmun).: Muhakkak ki gâfil (kendisinin haberi olmaksızın) muhsin (iffetli) kadınlara ve mü’min kadınlara (iftira) atanlar, dünya ve ahirette lânetlenmiştir. Ve onlara azîm azap vardır.”
(Nûr 24/23)


لَا تَجْعَلُوا دُعَاء الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاء بَعْضِكُم بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Lâ tec’alû duâe’r- resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’da (ba’den), kad ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ (livâzen), felyahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm (elîmun).: Resûlün çağırmasını, aranızda, birbirinizi çağırmanızla eşit tutmayın! Sizden, (birbirini) siper ederek gizlice çıkanları Allah biliyordu. Bundan sonra O’nun emrine karşı gelenler, onlara bir fitne veya elîm azap isabet etmesinden hazer etsinler (sakınsınlar).”
(Nûr 24/63)

Azablarını Allah’ın dilediği sürece kalacakları cehennemde çekecekleri:


فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُواْ فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ
Resim---"Fe emmâllezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk (şehîkun).: Şâkî olanlara gelince; artık onlar, ateştedir. Onlar, orada (yüksek sesle inleyerek ve) çok zor bir şekilde soluk soluğa, nefes alıp verirler.”
(Hûd 11/106)

خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---"Hâlidîne fîhâ mâ dâmeti’s- semâvâtu ve’l- ardu illâ mâ şâe rabbuke, inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd (yurîdu).: Onlar, semalar ve yeryüzü (cehennemin semaları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). Rabbinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi yapandır.”
(Hûd 11/107)

لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا
Resim---"Lâbisîne fîhâ ahkâbâ (ahkâben).: (Onlar) orada bütün zamanlar boyunca kalacak olanlardır.”
(Nebe’ 78/23)

Kur'ân-ı Kerimde Azab; yakıcı ateşler, dondurucu soğuklar, demir topuzlar ve zincirler, ateşten yatak, örtü ve elbiseler, kaynar sular, zakkumdan ve dikenli ağaçlardan yiyecekler, katranlar, dar hücreler gibi vasıtalarla gerçekleştirileceği:

فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُم مَّن صَدَّ عَنْهُ وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا
Resim---"Fe minhum men âmene bihî ve minhum men sadde anhu. Ve kefâ bi cehenneme saîrâ (saîran).: Artık onlardan kimi O'na îmân etti ve onlardan kimi de O'ndan yüz çevirdi ve (îmân etmeyenlere) alevli ateş olarak cehennem kâfidir.”
(Nisâ 4/55)

مِّن وَرَآئِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِن مَّاء صَدِيدٍ
Resim---"Min verâihî cehennemu ve yuskâ min mâin sadîd (sadîdin).: Onun arkasında cehennem vardır ve irinli sudan içirilir.”
(İbrâhîm 14/16)

يَتَجَرَّعُهُ وَلاَ يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِن وَرَآئِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ
Resim---"Yetecerrauhu ve lâ yekâdu yusîguhu ve ye’tîhi’l- mevtu min kulli mekânin ve mâ huve bi meyyit (meyyitin), ve min verâihî azâbun galiz (galîzun).: Onu yutmaya çalışacak ve (fakat) onu boğazından kolayca geçiremeyecek. Bütün mekânlardan ona ölüm (öldürücü sebepler) gelecek ve (fakat) o ölemeyecek (ölmek istediği halde ölmesi mümkün olmayacak). Ve onun arkasından galiz (ağır) bir azap vardır.”
(İbrâhîm 14/17)

وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الأَصْفَادِ
Resim---"Ve tere’l- mucrimîne yevme izin mukarranîne fî’l- asfâd (asfâdi).: Ve izin günü, mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış görürsün.”
(İbrâhîm 14/49)

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا
Resim---"Ve kuli’l- hakku min rabbikum fe men şâe felyu'min ve men şâe felyekfur innâ a'tednâ liz zâlimîne nâran ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvî’l- vucûhe, bi'se’ş- şerâb (şerâbu) ve sâet murtefekâ (murtefekan).: De ki: “Hak Rabbinizdendir.” Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr etsin. Muhakkak ki Biz, zalimler için kenarları, onları (kâfirleri) ihata eden (saran, kaplayan) bir ateş hazırladık. Ve eğer onlar yağmur isterlerse (ateşe karşı), erimiş maden gibi koyu ve kaynar, yüzleri kavuran bir su yağdırılır. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dost (yardımcı).”
(Kehf 18/29)

هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِّن نَّارٍ يُصَبُّ مِن فَوْقِ رُؤُوسِهِمُ الْحَمِيمُ
Resim---"Hâzâni hasmânihtesamû fî rabbihim fellezîne keferû kuttıat lehum siyâbun min nâr (nârin), yusabbu min fevkı ruûsihumu’l- hamîm (hamîmu).: Bu ikisi (mü’minler ve kâfirler), Rab’leri hakkında mücâdele eden iki hasımdır. O inkâr edenler ki onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Onların başlarının üzerinden kaynar su dökülecek.”
(Hacc 22/19)

يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ
Resim---"Yusheru bihî mâ fî butûnihim ve’l- culûd (culûdu).: Onunla, onların karınlarındakiler (iç organları) ve ciltleri (derileri) eritilecek.”
(Hacc 22/20)

وَلَهُم مَّقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ
Resim---“Ve lehum makâmıu min hadîd (hadîdin).: Ve onlar için demirden kamçılar vardır.”
(Hacc 22/21)

وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًا
Resim---"Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarranîne deav hunâlike subûrâ (subûran).: Ve birbirine bağlanmış olarak oradan, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman orada helâk (yok) olmayı istediler.”
(Furkân 25/13)

أَذَلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Resim---"E zâlike hayrun nuzulen em şeceratu’z- zakkum (zakkûmi).: Nüzul (Allah’tan indirilen karşılık) olarak bu mu yoksa zakkum ağacı mı daha hayırlı?”
(Sâffât 37/62)

الَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَا أَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Resim---"Ellezîne kezzebû bi’l- kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe ya’lemûn (ya’lemûne).: Onlar, Kitabı ve resûllerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Fakat yakında bilecekler (öğrenecekler).”
(Mü’min 40/70)

إِذِ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُ يُسْحَبُونَ
Resim---"İzi’l- aglâlu fî a’nâkıhim ve’s- selâsilu, yushabûn (yushabûne).: Onlar, boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklenecekler.”
(Mü’min 40/71)

فِي الْحَمِيمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَ
Resim---"Fîl hamîmi summe fî’n- nâri yuscerûn (yuscerûne).: Onlar kaynar suya sokulacaklar, sonra da ateşte tutuşturulacaklar (yakılacaklar).”
(Mü’min 40/72)

إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَا وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا
Resim---"İnnâ a’tednâ li’l- kâfirîne selâsile ve ağlâlen ve seîrâ (seîran).: Muhakkak ki Biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli ateş hazırladık.”
(İnsân 76/4)

مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا
Resim---"Muttekiîne fîhâ alâ’l- erâiki, lâ yeravne fîhâ şemsen ve lâ zemherîrâ (zemherîran).: Orada tahtlar üzerinde yaslanırlar. Orada güneş (şiddetli sıcak) ve şiddetli dondurucu soğuk görmezler.”
(İnsân 76/13)

Azabın daha şiddetlisiyse ruhlara en şiddetli ıstırabı verecek olan ikinci türü ise bu azaba müstahak olanların vuslata HASRET azabı..

Allah’ı görmekten ve O’nunla konuşmaktan mahrum bırakılarak ilâhî lanete uğratılmaları:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
Resim---"İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi ve’l- melâiketi ve’n- nâsi ecmaîn (ecmaîne).: Şüphesiz, inkâr edip kafir olarak ölenler, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.”
(Bakara 2/161)

خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
Resim---"Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumu’l- azâbu ve lâ hum yunzarûn (yunzarûne).: (Onlar), onun (lânetin) içinde ebediyyen kalacak olanlardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara bakılmaz.”
(Bakara 2/162)

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fî’l- âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.”
(Âl-i İmrân 3/77).

“Acıklı, büyük, şiddetli, aşağılayıcı, sürekli, uzun süreli” gibi nitelikler taşıyan cehennem azabının kâfirler için “ahkâb” adı verilen uzun devirler süreceği, bunun kâinatın ömrü kadar sürekli olacağı, fakat ilâhî iradeye bağlı olarak sürenin uzatılıp kısaltılabileceği:


وَيَوْمَ يِحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُم مِّنَ الإِنسِ وَقَالَ أَوْلِيَآؤُهُم مِّنَ الإِنسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِيَ أَجَّلْتَ لَنَا قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَليمٌ
Resim---"Ve yevme yahşuruhum cemîâ (cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum mine’l- ins (insi) ve kâle evliyauhum mine’l- insi rabbenâstemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenâllezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm (alîmun).: Ve onların hepsini biraraya topladığı gün (Allahû Tealâ şöyle buyuracaktır): “Ey cin topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız (tagutların arasına insanları da kattınız).” Onlara dost olan insanlardan bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına (sonuna) eriştik.” (Allahû Tealâ): “Allah’ın dilediği şey (cehennemin yok olma zamanı gelmesi hali) hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedî kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir.”
(En’âm 6/128)

خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---"Hâlidîne fîhâ mâ dâmeti’s- semâvâtu ve’l- ardu illâ mâ şâe rabbuke, inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd (yurîdu).: Onlar, semalar ve yeryüzü (cehennemin semaları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). Rabbinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi yapandır.”
(Hûd 11/107)

لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا
"Lâbisîne fîhâ ahkâbâ (ahkâben).: (Onlar) orada bütün zamanlar boyunca kalacak olanlardır.”
(Nebe’ 78/23)
Âyet-i celîlerde BİLdirilmiştir.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön