ASIMın NESLi..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ASIMın NESLi!.
UHUD ŞEHİTLERİNDEN!.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE!.
KUDSAL KUDÜS ŞEHİTLERİNE!.

=>OLuk OLuk KAN AKıYOR
=>ACı =>CÂNımız YAKıYOR
Kardeş=>Kardeşi VURurken
DüşmanLar SEYRe BAKıYOR!.


ZEVK 8848

İBLiS ELBİSEsin Giymiş.. İSLÂMmış.. =>ŞAŞıYOR İnsÂN
>SULanmakta =>MÜSLÜMÂNın AL KANıyLa =>Şu CihÂN
KELÂMuLLAHı KAPattı
RASÛLuLLAH YOLun Sattı
MEDED Yâ ALLAH MeRHAMet!. =>ASIM’ın NASLi PerişÂN!.


18.05.18 06:12
brsbrsm..tktktrastkkmdeŞe’ÂNnn..


İSLâMın İLk KIBLesi=>ESiR
Mi’RâC MEVki-i =>MüteSsiR
BEDİR deki HÜKMün =>GiBi
BİZe RAHMet RüzGÂRı EStiR!.

YARdım EYyLe Yâ RABBeNÂ
==>İSLÂM ÂLEMi GARiBeNÂ
AYAğa KALKsın ALLAHımmm!
=>Ve =>FeSeBBit AKDEMeNÂ!.



Resim

ALLAHım!.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Yüce RûHunda, Dün Bedir'de, o gün Çanakkale'de bu gün ise Kudüste ve sayısız yerde, renkte, ırkta mazlum müslümanlara can-siper ŞEHİDLerimize RAHMetLer yağdır!.
BİZ BİR-İZLik ŞUÛRu Nâsib et ÜMMet-i MuhaMMEde!.
Es SaLÂt u v'es SeLÂm OLsun TÜMM ŞehidLerimize inşâeALLAHu TeÂLÂ!.


Es-salâtu ve's-selâmu aleyke Yâ Rasûlullah!.

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ve ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ummetihi.
Dâimen Ebeden İnşâe ALLAHu Teâlâ!.

Subhâneke Allâhumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe illâ ente vahdeke la şerîke leke estağfiruke ve etûbu ileyke.
Ve'l-hamdu lillâhi RABBi'l-âlemîn.


MuhaMMedi MuHABBEtLeriMLe!..
Resim

Resim

ALAHu zü’L CeLÂL’in EZEL-EBED DÎNi olan İSLÂM MİLLetinin TESLiMiYYet ve İSTİKÂMet Hükmünü;
RABBu’L- ÂLEMînin Değiştirilemez SÖZü KELÂMuLLAH ve,
RAHMetenLi’L- ÂLEMîn’in Kur'ÂN-ı Kerîm'in Kesilemez SESi ve,
HAKkı DUYUp HAYRa UYan, BâtıL ve ŞERRden KAÇınan, Tahkik MuhaMMedî İMÂN ve SÂLiH MuhaMMedî AMEL SAHİBi MÜ’minLerin NEFESinde KÛN feyeKÛN KâiNÂtı DİNLemektedir.. Hamd OLsun!.

BEDiR ve UHUD Savaşları ile ÇaNaKKaLe ve İstikLÂL SAVaşımız arasında zerre kadar bir fark yoktur.. BU günümüzde de, FİLİSTİNde KudsaL KUDÜS’te Devâm etmektedir..
ALAHu zü’L CeLÂL’in Lânetlediği Hizbu’ş- ŞeytÂN’ın ŞERR ELi Siyonist Yahudi ELi, o gün de, bu günde iş başında ve İsLÂM Fırınını Fırıncının Çocuklarına YIKtırmakla uğraşmakta, seyrederek kıs kıs gülmektedir..

O günün Münafık Kabileleri ile, bu günün kâfir Suud Karalı ve yandaşları arasında zerre kadar bir fark göremezsiniz.. Umut Ormanımızı kesen Baltanın sapı da maalesef BİZim Ormanımızdan ne yazık ki!.

Ne yazık ki, günümüzde;
KudsaL KUDÜS Kan AğLamakta.. İSLÂM KANı ÇağLamakta..
ANA Kucağındaki BEBELerden, seksen doksanlık DEDELere kadar gece gündüz kahbelerin kurşunlarıyla ŞEHiD OLmaktalar ki;
Onlar için MuhaMMedî MüsLim-Mü’min OLuş DENEmesi, Muhteşem bir Şehâde Kavuşmuştur.. KULLuk İmtihÂNı Devam Eden Müslümanlar HAYatta ve HAYydirLer.. Yaşayan MüsLümanLarın Şehâdet İmtihÂNı Devam etmektedir.:


وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
"Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât (emvâtun), bel ahyâun ve lâkin lâ teş’urûn (teş’urûne).: Ve ALLAH YOLUnda öldürülen kimseler için “ÖLÜLer” demeyin. Hayır, onlar DİRİdirler. Fakat siz, farkında olmazsınız.” (Bakara 2/154)

Resim

Mescid-i Aksâ’yı Gördüm Düşümde,
Bir Çocuk Gibiydi ve AğLıyordu..


Mehmet Akif İnan..


Resim

KUDÜS KIBLenin Mayası
KUDÜS=>Mi’RÂCın Oyası
İhvÂNim-in RIZA RÜYÂsı
=>KUDÜSte ASıLı KALan
KALbim MuALLAk Kayası..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MeSCid-i AKSâ
HaCeR-i MuaLLak
KuBBetü’s- SaHRa..


Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s- Sahra karşılıklı olarak aynı avlu içinde yer alırlar. Kubbetü’s- Sahra çok görkemli bir kubbeye sahip olduğundan genellikle Mescidi Aksa sanılır. Üstü altın kaplı olan Kubbetü’s- Sahra Kudüs'ün her yerinden görülür. Bir dönem Kubbetü’s- Sahra'yı ele geçiren Haçlılar, burayı kiliseye çevirmişlerdir. Daha sonra Selahaddin Eyyubî kaddesallahu sırrahu, Kudüs'ü fethettikten sonra burayı kilise olmaktan çıkararak, câmi olarak ziyârete açmıştır.
Bugünkü görünümüze ise, Osmanlı Padişahlarımız tarafından birçok kez yapılan tamirat ve eklemelerle kavuşturulmuştur. Yüzündeki Çiniler tamamen Osmanlı ürünüdür. .

144 dönümlük küçük bir alan üzerine kurulu olmasına rağmen bu bölge; başta Kubbetü’s- Sahra ve Mescid-i Aksâ/Kıble Mescidi olmak üzere dinî açıdan oldukça önemli olan binâları ve eserleri de sınırları içerisinde barındırır.
Mescid-i Aksâ/"en uzak mescid"in kudsallığı Kuran-ı Kerim’in İsrâ Sûresinin 1. İnci âyetinde açık ve net bir şekilde geçerken, birçok hadiste de bu toprakların değerinden ve öneminden bahsedilir..


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel’- mescidil’- harâmi ilâl’- mescidil’- aksallezî bâraknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves’- semîul’- basîr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

Kubbet-üs Sahra'nın içinde "Asılı Duran Taş" anlamına gelen "Hacer-i Muallak" bulunmaktadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Mi’rac'a çıktığı kabul edilen kaya işte burasıdır. Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1,5 metre yüksekliğinde ve 4,5 metre x 4,5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir, bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Mi’rac'a çıkarken üstünde durduğu taş olmasının yanı sıra İbrahim aleyhisselâm’ın oğlu İsmâil aleyhisselâm'ı kurban etmek için kullandığı taşın da bu olduğuna inanılmaktadır.
Bu ise normaldir bu ÂLEMde ZERRede/Atomdan, KÜRReye/Kanâta KüLLLî ŞEYy TEK BAŞına Semâda Muallakta yüzüp durmaktadır.. Önemli olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Mi’rac'a YÜKseLiş NOKTAsı OLuşudur..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Mİ’RÂC-ı MuhaMMed aleyhisselâm
Ve MESCİD-i AKSÂ.. KUDÜS…


Kelime anlamı olarak “isrâ”, gece yürüyüşü, gece yolculuk etmek, “mi’rac” ise yükselmek, yükseğe çıkmak anlamlarına gelmektedir. İsrâ ve Mi’rac hadisesi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in peygamberliğinin on ikinci yılında[, Mekke’de vuku’ bulmuştur.
(İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.)

Receb ayının 27. Gecesi Cenâb-ı HAKk’ın dâveti üzerine Cebrâil aleyhisselâmın Rehberliğinde Peygamber Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da semâya, yüce âlemlere, İlâhî Huzura yükselmiştir..

İsra ve Mi’rac Mu’cizesinin nasıl gerçekleştiği Kur'ÂN-ı Kerîmde;


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel’- mescidil’- harâmi ilâl’- mescidil’- aksallezî bâraknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves’- semîul’- basîr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى
وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى
عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى
إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى
لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى
Resim--- "Ve huve bi’l- ufuki’l- a’lâ. Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ. Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ. Mâ kezebe’l- fuâdu mâ raâ. E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ. Ve lekad raâhu nezleten uhrâ. İnde sidrati’l- muntehâ. İndehâ cennetu’l- me’vâ. İz yagşe’s- sidrate mâ yagşâ. Mâ zâga’l- basaru ve mâ tagâ. Lekad raâ min âyâti rabbihi’l- kubrâ.: Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü). Sonra yaklaştı ve böylece indi. Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu. Böylece O’nun kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti. Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü. Sidretül Münteha'nın yanında. O’nun (Sidretül Münteha’nın) yanında Meva Cenneti (vardır). Sidre’yi bürüyen şey bürüyordu. Bakış kaymadı ve haddi aşmadı/ Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin büyük âyetlerinden (bir kısmını) gördü.” (Necm 53/7-18)

İsra ve Mi’rac Mu’cizesinin nasıl gerçekleştiği Hadis-i Şeriflerde;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mescid-i Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi.
(Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l- Fidâ, c. 3, s. 8.)

Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musâ aleyhisselâm'ın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,
(Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l- Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.)

Daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.
(Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136.)

Orada içlerinde Hazreti İsâ, Hazreti Musâ ve Hazreti İbrahîm aleyhumusselâm’ın da bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.
(İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Bu hadiseden sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e iki kab getirildi ki; kabın birisinde şarab, diğerinde süt vardı.
(İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.)

“Bunlardan hangisini istersen, al!." denildi.
(Abdurrezzak, c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sütü seçti.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Cebrâil aleyhisselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: "Sen fıtratı seçtin,
(Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.)

Eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azardı.
(Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.)

Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. Şarab size haram kılındı!” dedi.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Semânın bütün tabakalarına uğradı.
(İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.)

Sırasıyla yedi semâ tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahyâ ve Hz. İsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İdris, Hz. Harûn, Hz. Musâ ve Hz. İbrahîm aleyhimüsselam ecmâin gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine: “Hoş geldin!.” dediler, tebrik ettiler.
(İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş- Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l- eser, c. 1, s. 144.)

Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyâret ettiği Beytü'l- Ma'mur'u ziyâret etti.
(İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's- sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l- eser, c. 1, s. 144.)

Bundan Sonra Hz. Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.
(Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.)

Sidretü’l- Müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçtır.
(İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; Müslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

NASRuLLAH.. FEThuLLAH
SÜNNetuLLAH.. ÂDetuLLAH..



=>NİYÂZa =>NÂZLı NARuLLAH
LUtf-ü-KeReM FAZLı FETHuLLAH
===>SÜNNet-i RASÛLuLLAH-ta
YOLUM OLsun =>SÜNNetuLLAH!.


ZEVK 8918

Yâ MECîDu =>Yâ MÂCiDu =>Yâ MELiKu =>Yâ METîNu
Yâ HANNâNu Yâ MENNâNu Yâ VEDÛDu Yâ MUHEYMiNu
İÇİMde KEREM KUŞLarı
ARŞ’a KANAt VURUŞLarı
EL EMÎN’in=>HÖRMetine=>YARDım EYyLe EL MÜ’MiNu!.

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


28.06.18 18:16
brsbrsm..tktktrstkkmdsensizzz..




ResimKONUmuza DÖNersek,
TüMM OLANLara, İsLam ÂLEMine yapılan en ağır zulme rağmen; BİZ, Yeniden DİRİLiş için ALAHu zü’L CeLÂL’den ümit kesemeyiz;


قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---"Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâhi, innallâhe yagfiru’z- zunûbe cemîâ (cemîan), innehu huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)." (Zümer 39/53)


Ve kesin inancımız, amellerimizle denenmektedir.
Yeter ki, ALAHu zü’L CeLÂL’in Vâ’di OLan Merhametine DUÂ Edip, NASRuLLAH’ı ve FEThuLLAHı HÂLi-HAZIrımız BİLelim.
MutLak YARDIMı, Maddî Manevî KÜLLî ŞEYy’i ŞE’ÂNuLLahta her ÂN YENiden Yaratıpdurmakta OLan ALAHu zü’L CeLÂL’den BİLip KULLuğumuzun Gereği OLÂN TAHkik İMÂN İnancıyla SÂLiH AMELi İŞLeyeLim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Kur'ÂN-ı Kerîmimizi, SÜNNetuLLAHı DUYup, SÜNNet-i RASûLuLLAH’a UYaLım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.:


SÜNNetuLLAH.: İlâhî kanunlar. İlâhî âdetler. ÂdetuLLAH..
ÂDetuLLAH.: Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen ALAHu zü’L CeLÂL’in emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden “SU” meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer Âdetullahdır.
"Âdetullah" yerine " Materyalisler gibi “Tabiat Kanunu" demek yanlış ve sapıklıtır..
SÜNNet-i RASûLuLLAH.: Kanun, yol, âdet. Sîret-i hasene. Ist: Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir..


فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللّهَ مُبْتَلِيكُم بِنَهَرٍ فَمَن شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَن لَّمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلاَّ مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ فَشَرِبُواْ مِنْهُ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمْ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ قَالُواْ لاَ طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنودِهِ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلاَقُو اللّهِ كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
Resim---"Fe lemmâ fesale tâlûtu bi’l- cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi neher (neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat’amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih (yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meahu, kâlû lâ tâkate lenâ’l- yevme bi câlûte ve cunûdih (cunûdihî), kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesîraten bi iznillâh (iznillâhi), vallâhu mea’s- sâbirîn (sâbirîne).: Böylece Talut, askerlerle (ordu ile) (Kudüs’ten) ayrıldığı zaman dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizi bir nehir ile imtihan edecek. Bundan sonra kim ondan içerse, artık (o kimse) benden değildir. Ve kim ondan (doyacak kadar) içmez ise sadece eliyle bir avuç avuçlayıp içen hariç, o taktirde muhakkak ki o bendendir.”Fakat onlardan ancak pek azı hariç, (o sudan doyasıya) içtiler. Nitekim o (Talut) ve îmân edenler birlikte (nehri) geçtikleri zaman: “Bugün bizim, Calut ve onun askerleri ile (ordusuyla) (savaşacak) takatimiz (gücümüz) yok.”dediler. O kendilerinin muhakkak Allah’a mülâki olacaklarını kesin olarak bilenler (yakîn hasıl edenler) ise şöyle dediler: “Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir. Ve Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/249)

وَلَمَّا بَرَزُواْ لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالُواْ رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---"Ve lemmâ berazû li câlûte ve cunûdihî kâlû rabbenâ efrig aleynâ sabren ve sebbit ekdâmenâ vensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ve (Talut’un askerleri), Calut ve onun askerlerinin (ordusunun) karşısına çıktıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı (düşman karşısında) sabit kıl ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” (Bakara 2/250)

فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhu’l- mulke ve’l- hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedeti’l- ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin ale’l- âlemin (âlemîne).: Nihayet Allah’ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut’u öldürdü. Ve Allah ona (Davut’a), meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve eğer Allah’ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka fesat çıkardı (yeryüzünün düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine fazl sahibidir.” (Bakara 2/251)

إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
Resim---"İn yemseskum karhun fe kad messe’l- kavme karhun misluh (misluhu), ve tilke’l- eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbu’z- zâlimîn (zâlimîne).: Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;” (Âl-i İmrân 3/140)

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---"İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkeli’l- mu’minûn (mu’minûne).: Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler (Allah’a güvensinler).” (Âl-i İmrân 3/160)

رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ
Resim---"Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), inneke lâ tuhlifu’l- mîâd (mîâde).: Rabbimiz! Resûllerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.” (Âl-i İmrân 3/194)

الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِن كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِّنَ اللّهِ قَالُواْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ وَإِن كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُواْ أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُم مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
Resim---"Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi kâlû e lem nekun meakum, ve in kâne li’l- kâfirîne nasîbun, kâlû e lem nestahviz aleykum ve nemna’kum mine’l- mu’minîn (mu’minîne. Fallâhu yahkumu beynekum yevme’l- kıyâmet (kıyâmeti). Ve len yec’alallâhu li’l- kâfirîne alâ’l- mu’minîne sebîlâ (sebîlen).: Onlar sizi gözlüyorlar öyle ki, size Allah'tan bir fetih (zafer) olunca, "Biz sizinle beraber olmadık mı?" dediler. Ve şayet kâfirlerin zaferden bir nasibi oldu ise (o zaman da) “Biz sizin üzerinize siper olmadık mı? Ve size mü'minlerden (gelecek olana) mani olmadık mı?" dediler. Artık Allah, kıyâmet günü sizin aranızda hükmedecektir. Ve Allah kâfirlere, mü'minlere karşı asla bir yol açacak değildir.” (Nisâ 4/141)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû’l- yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d (ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdî’l- kavmez zâlimîn (zâlimîne).: Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Mâide 5/51)

فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ
Resim---"Fe terâllezîne fî kulûbihim maradun yusâriûne fîhim yekûlûne nahşâ en tusîbenâ dâireh (dâiretun) fe asâllâhu en ye’tiye bi’l- fethi ev emrin min indihî fe yusbihû alâ mâ eserrû fî enfusihim nâdimîn (nâdimîne).: Böylece, kalplerinde maraz (hastalık) bulunanların (yahudi ve hristiyanları dost edinip), “olaylar (tersine) dönerse, bize bir musibet isabet etmesinden korkuyoruz.” diyerek onların aralarında koşuştuklarını görürsün. Oysa ki Allah’ın katından bir fetih veya bir emir getirmesi umulur ki, böylece onlar da kendi içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.” (Mâide 5/52)

وَقَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلِلّهِ الْمَكْرُ جَمِيعًا يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
Resim---"Ve kad mekerallezîne min kablihim fe lillâhi’l- mekru cemîâ (cemîan),ya’lemu mâ teksibu kullu nefs (nefsin), ve se ya’lemu’l- kuffâru li men ukbe’d- dâr (dâri).: Onlardan öncekiler (de) tuzak kurmuşlardı. Oysa bütün tuzaklar, Allah’ındır (Allah’a aittir). Bütün nefslerin ne kazandığını O, bilir. Ve (bu) yurdun sonu kimindir, kâfirler yakında bilecekler.” () (Ra’d 13/42)

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu'minîn (mu'minîne).: Onlarla savaşın. Allah sizin ellerinizle onları azaplandırır ve onları alçaltır. Ve onlara karşı size yardım eder (zafere ulaştırır). Ve mü’minler kavminin göğüslerine şifa verir (iyileştirir, ferahlatır).” (Tevbe 9/14)

وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلَى مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Resim---"Ve yuzhib gayza kulûbihim, ve yetûbullâhu alâ men yeşâu, vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Ve onların kalplerindeki öfkeyi giderir. Ve Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Ve Allah; Alîm’dir (bilen), Hakîm’dir (hikmet sahibi, hüküm sahibi).” (Tevbe 9/15)

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُواْ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُواْ مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya'lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lâ’l- mu'minîne velîceh (velîceten), vallâhu habîrun bi mâ ta'melûn (ta'melûne).: Yoksa siz Allah’ın, sizden savaşanları ve Allah’tan ve O’nun Resûl'ünden ve mü’minlerden başkasını dost edinmeyenleri bilmesine rağmen, bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.” (Tevbe 9/16)

يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Resim---"Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihe’l- kâfirûn (kâfirûne).: (Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.” (Tevbe 9/32)

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Resim---"Huvellezî ersele resûlehu bi’l- hudâ ve dîni’l- hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihe’l- muşrikûn (muşrikûne).: Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur.” (Tevbe 9/33)

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Resim---"Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’di’z- zikri enne’l- arda yerisuhâ ıbâdiye’s- sâlihûn (sâlihûne).: Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.” (Enbiyâ 21/105)

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---"Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilû’s- sâlihâti le yestahlifennehum fî’l- ardı kemâstahlefellezîne min kablihim, ve le yumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnen, ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’en, ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (Nûr 24/55)

بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---"Fî bıd’ı sinîn (sinîne), lillâhi’l- emru min kablu ve min ba’du, ve yevme izin yefrahu’l- mu’minûn (mu’minûne).: Birkaç (3 ile 9) sene içinde. Bundan önce de sonra da emir, Allah’ındır. O gün mü’minler, ferahlayacaklar (sevinecekler).” (Rûm 30/4)

بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Resim---"Bi nasrillâhi, yansuru men yeşâu, ve huve’l- azîzu’r- rahîm (rahîmu).: Allah’ın yardımı ile (Allah), dilediğine yardım eder. Ve O; Azîz’dir (yüce, üstün), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli eden, esirgeyen, rahmet nuru gönderen).” (Rûm 30/5)

رْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ
Resim---"Fâsbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestahıffennekellezîne lâ yûkınûn (yûkınûne).: eyse sabret, muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Ve yakîn hasıl etmemiş olanlar (kesin bilgi sahibi olmayanlar), sakın seni hafifliğe sürüklemesinler.” (Rûm 30/60)

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ
Resim---"Vesîkallezînettekav rabbehum ilâ’l- cenneti zumerâ (zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn (hâlidîne).: Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: "Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse ebedi olarak ona (cennete) girin" derler.” (Zümer 39/73)

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاء فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Resim---"Ve kâlû’l- hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenâ’l- arda netebevveu mine’l- cenneti haysu neşâu, fe ni’me ecru’l- âmilîn (âmilîne).: Ve cennetlikler dediler ki: "Hamd, vaadine sadık olan Allah’a mahsustur. Ve (cennetteki) bu yere bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz." (Salih) amel yapanların ecri ne güzel.” (Zümer 39/74) (Bakara 2/27)

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---"Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûne’l- cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb (hisâbin).: Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır..” (Mü'min 40/40)

وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
Resim---"Ve lillâhi cunûdu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve kânallâhu azîzen hakîmâ (hakîmen).: Ve göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Fetih 48/7)

سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا
Resim---"Sunnetallâhilletî kad halet min kablu, ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (tebdîlen).: Daha önceden beri devam eden, Allah’ın sünneti budur. Ve Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih 48/23)

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---"İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh (zikrallâhi), ulâike hizbu’ş- şeytân (şeytâni), e lâ inne hizbe’ş- şeytâni humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?” (Mücâdele 58/19)

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ فِي الأَذَلِّينَ
Resim---"İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû ulâike fî’l- ezellîn (ezellîne).: Muhakkak ki Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet içindedirler.” (Mücâdele 58/20)

وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Ve uhrâ tuhıbbûnehâ, nasrun minallâhi ve fethun karîb(karîbun), ve beşşiri’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve seveceğiniz başka bir şey, Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Ve mü’minleri müjdele” (Saff 61/13)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû ensârallâhi kemâ kâle îsâbnu meryeme li’l- havâriyyîne men ensârî ilâllâh (ilâllâhi), kâle’l- havâriyûne nahnu ensârullâh (ensârullâhi), fe âmenet tâifetun min benî isrâîle ve keferet tâifetun, fe eyyednâllezîne âmenû alâ aduvvihim fe asbehû zâhirîn (zâhirîne).: Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun! Meryemoğlu İsa (A.S)’ın havarilere: “Kim Allah’a (ulaşmak için) benim yardımcılarım olur?” dediği zaman, havarilerin: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.” dediği gibi. Bunun üzerine İsrailoğulları’ndan bir grup îmân etti, bir grup inkâr etti. O zaman îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik. Böylece onlar üstün geldiler.” (Saff 61/14)

جَزَاء وِفَاقًا
Resim---"Cezâen vifâkâ (vifâkan).: Uygun bir ceza (karşılık) olarak.” (Nebe 78/26)

ا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
Resim---"İzâ câe nasrullâhi ve’l- fethu.: Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 1110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
Resim---"Ve raeyte’n- nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ (efvâcen).: Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde” (Nasr 1110/2)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


ÂSIM'ın NESLİ..
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ..


Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!.

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb..

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü Te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm..

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek..

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana..

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât..

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber...


Mehmet Akif ERSOY
kaddesallahu sırrahu..
Safahât: Altıncı Kitap-Âsım..


Resim

Resim

Kesîf: Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
Tehaşi: (Haşy. dan) Korkup çekinme, sakınma.
Mahbes: Hapishane. Hapsedilen yer. Cezaevi.
Akvâm-ı beşer: İnsan toplumları. İnsan kavimleri.
Tufan: Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
Ostralya: Avustralya.
Tâ'ûn: Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.
Züll: Hakir olma, alçalma. Zillette oluş. Horluk.
Rezil: Alçak, adi, utanmaz, hayâsız, soysuz.
İstîlâ: (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. * Ele geçirmek. İşgal etmek.
Mahlûk: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Asîl: Esas. Yedek olmayan. * Köklü. * Edebli, soylu.
Sefîl: Sefalet çeken, muhtaçlık içinde olan. Çok sıkıntıda bulunan.
Âfet: Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Mel'un: Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
Müvekkel: Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
Esbâb: (Sebeb. C.) Sebebler. Bir şeye vâsıta olanlar. Sebeb olanlar.
Harâb: Viran. Issız. Yıkık. Perişan.
Sâika: Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren. * Sebep.
Âfâk: Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire.
Bedîî: Bedi' ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlahî ve güzel eserlere müteallik bulunan.
A'mâk: (Umk. C.) Derinlikler.
Lağam: Lağım. Lagm. Düşmanın kale duvarlarını yıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine doğru yer altından açılan dar yol.
Enkaaz: Yıkıntı, yıkılmış şeyin artıkları. Harabenin parçaları.
Nâ-merd: Merd, yiğit olmayan.
Tehdîd: Göz dağı verme, birisini korkutma. Korkutulma.
Râm: f. İtaat eden, boyun eğen, itaatli, münkad
Te'sis: Kurma, temelleştirme, esaslar koyma. * Esas koymakla sâbit, sağlam ve kararlı kılmak.
Metîn: Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan.
İstihkâm: Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak. * Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı. * Kuvvet ve metanet vermek.
Müstahkem: Sağlamlaştırılmış, istihkâm edilmiş.
Azm: (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.
Tevkif: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme.
Sun': Yapmak. * Eser, yapılan iş. * Te'sir. * Güzel iş yapmak.
Serhad: Hudut başı. İki devlet toprağının birleştiği sınır.
Şühedâ: (şâhid ve şehid. C.) şâhidler. * şehidler.
Rükû: Huzur-u İlâhîde eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.
Herc ü merc: f. Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
Edvâr: (Devr. C.) Devirler, zamanlar.
İstîâb: İçine almak. * Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. * Tutulmak. Zapteylemek.
Ridâ: Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal
Lâhd: (C.: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar.
Ecrâm: (Cirm. C.) Ruhsuz büyük varlıklar. Cirmler. Yıldızlar.
Süreyyâ: Ülker (Pervin) yıldızı. Yedi (veya altı) yıldızlardır ki; ikişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzemesinden Felekiyâtta "Ikd-ı Süreyya" tabir edilir.
Fecr: Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
Lebriz: f. Taşacak kadar. Ağıza kadar. Taşkın.
Ehl-i salîb: f. Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar. * Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
Savlet: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
İclâl: Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet.
Hüsran: Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp.
A'sâr: (Asr. C.) Asırlar. Yüzyıllar.
Heyhât: Yazık, ne yazık, çok yazık anlamında üzüntü belirtmek için kullanılır.
Cihât: (Cihet. C.) Cihetler, taraflar, yönler.
Makber: (C.: Mekabir) Mezar. Kabir.
Âgûş: f. Kucak. * Sığınılan yer..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme!" dedi.
ÂSIM'ın NESLi...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek!..


Mehmet Akif ERSOY
kaddesallahu sırrahu..
Safahât: Altıncı Kitap-Âsım..


Resim

Resim

Tevkif.: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme.
Sun’.: Yapmak. * Eser, yapılan iş. * Te'sir. * Güzel iş yapmak.
Hudâ.: f. Rabb. Sâhib. Cenab-ı Hak. Hâlık.
Serhad.: Hudud başı. İki devlet toprağının birleştiği sınır.
Bedî'.: (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan..


Resim

ÂSIM'ın NESLİ..
=>KİMdir ASIM?..


ASIM BİN SABİT radiyallahu anhu.:

Asım Bin Sabit radıyallahu anh Medineli ilk Müslümanlardan… Savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarıyla meşhur bir bahadır… Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Kim düşmanla savaşırsa Asım gibi savaşsın!.” iltifatına mazhar bir yiğit…
Şehâdetinden sonra cesedini Allah tarafından arıların koruduğu bir sahabi…
Hicretten önce İslam’la şereflendi. Bedir ve Uhud Gazvelerinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Sevgili Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Medine’ye hicret edince onu Abdullah İbni Cahş radiyallahu anhu ile kardeş ilan etti..


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Okçusu Asım radiyallahu anhu.:

Asım Bin Sabit radiyallahu anhu, ok atmakta maharet sahibi idi. Bu yüzden Ashab arasında: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in okçusu” diye de anılırdı. Bedir Gazvesinden önce, bir gece Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ashabıyla oturuyordu. Ashabına, nasıl harb edileceğini ve harbde takip edilecek usulleri sordu. Asım Bin Sabit radiyallahu anhu, eline yayını ve okunu alarak yerinden kalktı, meydana çıktı ve: “Yâ Resûlullah! Düşman iki yüz zira’ mesafede olursa ok atarak savaşırız. Yaklaştıklarında mızraklarımızla dövüşürüz. Mızraklarımız kırılırsa, kılıçlarımızı çeker, sıyırır göğüs göğüse çarpışırız.” diyerek bir gösteri yaptı.
Onun bu kahramanca davranışları Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin çok hoşuna gitti ve duygularını şöyle dile getirdi: “İşte harb böyle olur!.. Kim düşmanla karşılaşırsa Asım gibi savaşsın. Harbin icâbı budur. Bu tarzda çarpışılması lâzımdır. Çarpışan ve vuruşan Asım gibi çarpışsın…” buyurarak ona iltifat etti.

O, Bedir günü Kureyş’in elebaşlarından Ukbe Bin Ebî Muayt’ı öldürdü.
Bu azılı müşrik, Mekke’de Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’e çok işkenceler yapmış, hatta boğmaya teşebbüs etmişti. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in hicretinde de öfkesini, kinini şu beyitlerle ortaya koymuştu: “Ey Kusvâ adındaki devenin binicisi, hicret edip bizden uzaklaştın. Fakat pek yakında beni atlı olarak karşında göreceksin. Mızrağımı kanınızla sulayacağım. Kılıçla parçalayacağım!.”
Bu azılı kâfir Bedir günü, Kureyş’in yenildiğini görünce atını sürüp kaçmak istedi. Asım Bin Sabit radiyallahu anhu, ona doğru hücum etti ve bir hamlede canını cehenneme gönderdi.

Asım Bin Sabit radiyallahu anhu, Uhud günü de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Müşriklerin sancaktarı Müsafi İbni Talha ile kardeşi Haris İbni Talha’yı ok ile öldürdü. Bunların annesi azılı müşrik kadınlarından Sülafe binti Sa’d idi. Asım Bin Sabit radiyallahu anhu’n başını kendisine getirene yüz deve vermeyi va’d etti. Ayrıca onun kafatasında şarap içmeye yemin etti. Fakat o kahramanın koruyucusu ALLAH celle celâlihu idi. Onu o kirli ellere teslim etmedi.

Uhud Savaşından sonra Adal ve Kare kabileleri Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize gelerek İslam’ı öğretmek üzere muallimler istemişlerdi. Sevgili Peygamberimiz de hem onların isteğine cevap vermek hem de Kureyş müşriklerinin ne yaptıklarını, yeni bir hücum hazırlığı içinde olup olmadıklarını öğrenmek üzere on kişilik bir heyet hazırladı. Asım Bin Sabit radiyallahu anhu, bu heyetin başkanı idi. Medine-i Münevvere’den yola çıkan heyet geceleri yol alıyor gündüzleri hem dinleniyor hem de gizlenmiş oluyordu. Reci’ denilen mevkiye gelince bir su başında Medine’den getirdikleri hurmaları yediler. Çekirdeklerini de oraya attılar ve dağa doğru çıktılar..


Asım radiyallahu anhu’n Duası.:

Su başına gelen bir çoban buraya Medineliler’den bir gelen olduğunu hurma çekirdeklerinden anladı ve Huzeyl Kabilesine durumu bildirdi. Huzeyl Kabilesinden Lihyanoğulları derhal iki yüz kadar okçu ile o dağın etrafını sardı. Onları çembere aldı. Onlara: “Kesin söz veriyoruz. Sizleri öldürmek istemiyoruz.” dediler. Fakat müşrikin sözüne ne kadar güvenilirdi. O yiğit mücâhidler kendi aralarında istişâre ettiler ve savaşmaya karar verdiler.
Asım Bin Sabit radiyallahu anhu fikrini şöyle açıkladı: “Ben bir müşriğin sözüne güvenemem. Hiçbir zaman da onların sözüne inanmadım. Onların himâyesine de girmedim. Onlara teslim olmam!.” dedi.
Ellerini açtı ve: “Allah’ım Peygamberini durumumuzdan haberdar et!.” diyerek dua etti. Sadağındaki okları atmaya başladı. Her attığı ok ile bir müşriki yere serdi. Okları bitince mızrağı ile hücum etti ve bir çoğunu delik deşik etti. Mızrağı kırıldı. Hemen kılıcını kınından sıyırıp hücuma geçti. Bir taraftan kılıç sallıyor bir taraftan da şu duayı yapıyordu:
“Allah’ım bugüne kadar senin dinini muhafaza etim. Sen de bugün benim vücudumu müşriklere teslim olmaktan koru!.” diye niyâzda bulundu.
Ne gür iman!.. Ne izzet!.. Ne şahsiyet!..
Allah’ım bu şehidlerimizin şefâatı hörmetine bizleri de gür imanlı ve müstakim şahsiyetli et!.


Arıların Koruduğu Şehid Asım radiyallahu anhu.:

İki yüz kişiye karşı bu on mücâhid öylesine çarpıştı ki, yedisi şehid oldu. Üçü esir olarak Kureyşîilerin eline düştü. Lihyanoğulları Asım Bin Sabit radiyallahu anhu’n başını keserek Sülafe’ye satmak istediler. Fakat Asım Bin Sabit radiyallahu anhu duası hürmetine ALLAHu TeÂLÂ cesedine müşrik eli değdirmedi ve onlara teslim etmedi. Bir arı sürüsü bulut gibi geldi ve cesedini korudu. Müşrikler yaklaşmak istedikçe arıların hücumuna uğradılar. Sonunda âciz kalıp: “Bırakın akşam olunca arılar dağılır, biz de başını keseriz!.” diye kendilerini tesellî ettiler ve dağıldılar. Akşam olunca yokları var eden ALLAHu TeÂLÂ ve Tekaddes Hazretleri hiç yoktan bir yağmur yağdırdı. Her tarafı sel alıp götürdü. O yüce şehidin cesedi de ortadan kayboldu. Müşrikler ne kadar aradıysa da bulamadılar. Bunun için o: “Arıların koruduğu şehid” diye anılır oldu.
Bu hadise anlatıldığında Hz. Ömer radiyallahu anhu şöyle buyururdu: “ALLAHu TeÂLÂ elbette mü’min kulunu muhafaza eder. Asım İbni Sabit sağlığında, müşriklerden nasıl korundu ise ALLAHu TeÂLÂ da ölümünden sonra onun cesedine müşrik eli dokundurmadı!.”

Cenâb-ı HAKk bizleri de bu imana sahib Gerçek MuhaMMedî Mü’minler eylesin. Asım Bin Sabit radiyallahu anhu gibi şirkten nefret edip onun gibi mücâdele etmeyi, izzetle yaşamayı ve o kahraman, şehidin şefaatlerine cümlemizi nâil eylesin!.
Âmin yâ MUiin ALLAH celle celâlihu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Sen ki;
Son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...:


Mehmet Akif ERSOY
kaddesallahu sırrahu..
Safahât: Altıncı Kitap-Âsım..



Resim


Resim

Salîb.: (c.: Sulub-Salbân) Haç..
Savlet.: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
İclâl.: Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet..



Resim

ÂSIM'ın NESLİ..
KİMdir SuLTÂN SALÂHADDîN?..


KUDÜSü SAVunan SuLTÂN SALÂHADDîN EYYUBî radiyallahu anhu.:

(Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137)
1137 yılında Tikrit’te doğdu. Babası Necmeddin Eyyub, Selçuklu emiri İmadeddin Zengi’nin hizmetinde idi. Annesi Selçukluların Harim emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harimî'nin kızkardeşidir. Hıttin Savaşı'yla 2 Ekim 1187 tarihinde Kudüs'ü Haçlılar'ın elinden aldı. Kudüs’te 88 yıl süren hıristiyan egemenliğine son verdi. Bölgede yaşanan katliamları durdurdu. Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getirdi. En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen etkisi altına aldı. Irak'taki Selahaddin şehri ve Selahaddin Kartalı da onun adını taşımaktadır. 4 Mart 1193 tarihinde Şam’da vefât etti. Mezârı Emevîye Câmii haziresindedir..

Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı Seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder. Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteyen kumandanlarına şöyle hitab etmiş ve az bir kuvvetle Haçlı kuvvetlerini perişan etmiştir..: “Mâdem ölümden korkuyoruz, niçin evlerimizde oturup da çocuklarımızla keyfimize bakmadık, askerliğe girdik... Bizim borcumuz, düşmanın azlığını çokluğunu kıyaslamak değil, ona karşı durmaktır!.”
Sultan Salahaddin, Eyyübiye Devletinin başında 24 sene kaldı. Avrupa'nın Haçlı ordularını iman ve şecaatla çok defa perişan hâle getirdi. Onlara mağlub olmadı. Namazını vaktinde ve cemaatla kılardı. Kerîm, sabûr, halîm ve mütevazi idi. 57 yaşında Şam'da vefât etti. Radiyallahu anhu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Sen ki, son Ehl-i Salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran.:


Mehmet Akif ERSOY
kaddesallahu sırrahu..
Safahât: Altıncı Kitap-Âsım..



Resim


Resim

Salîb.: (c.: Sulub-Salbân) Haç..
Savlet.: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
İclâl.: Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet..



Resim

ÂSIM'ın NESLİ..
KİMdir I. KILIÇ ARSLAN KİMDİR?..



HAÇLI SEFERLERi.:

Avrupa da yaşayan Hıristiyan Devletlerin, Türk ve İslam Ülkeleri üzerine düzenledikleri seferlerdir. Sefere katılan kişilerin üzerlerinde "haç işâreti" bulunmasından dolayı Haçlı Seferleri denilmiştir.
Haçlı Orduları, Türk ve İslam ülkeleri üzerine 8 haçlı seferi yapmışlardır. Bu seferlerden ilk 4 tanesi Anadolu üzerinden, sonraki 4 seferde deniz yoluyla gerçekleştirilmiştir..


Birinci Haçlı Seferi 1096-1099.:

Papa II. Urbanus'un çağrısı ile başladı. I. Kılıç Arslan tarafından öncüleri Anadolu'da yok edildi. Asıl grup Antakya'yı aldıktan sonra, Kudüs'ü Fatimîler'den aldı. I. Haçlı Seferi sonunda Urfa, Antakya ve Kudüs'ü içine alan bir Latin Krallığı kuruldu. 1101 YILında da Haçlı Seferi yapıldı..

İkinci Haçlı Seferi 1147-1149.:

Musul Atabeyi İmadedin Zengi'nin 1144 yılında Urfa'yı geri alması üzerine başladı. Sefere Alman Kralı III. Konrad ile Fransa kralı VII. Louis katıldı. Haçlılar Şam yakınlarına kadar geldiler; fakat burada bozguna uğrayarak geri döndüler..

Üçüncü Haçlı Seferi 1189-1192.:

1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin, Kudüs'ü geri alması üzerine başladı. Sefere İngiltere kralı Arslan Yürekli Richard, Alman Kralı Friedrich Barbarossa ve Fransız Kralı II. Philippe Auguste katıldı. Barbarossa Silifke Çayı'nı geçerken boğularak öldü, Arslan Yürekli Richard ve Philippe Auguste ise Selahattin Eyyubi tarafından bozguna uğratıldı..

Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204.:

Papa III. Innocentus'un çağrısı üzerine yeniden toplanan Haçlı ordusu, Venediklilerin de yardımıyla denizden yola çıktı. Haçlılar 1203'te İstanbul'a geldiler, şehre girerek katliam yaptılar. İstanbul'dan kaçan Rumlar, 1204'te İznik Rum Devleti ve Trabzon Rum Devleti'ni kurdular.

Çocuk Haçlı Seferleri.: 1212.

Beşinci Haçlı Seferi.: 1217-1221..

Resim KUDÜSü SAVunan SuLTÂN I. KILIÇ ARSLAN
radiyallahu anhu.:


Anadolu Selçuklu Devleti Üçüncü Hükümdarı I. Kılıç Arslan 1079 yılında doğdu. Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu babası Süleyman Şah'ın 1086 yılında Suriye seferinde sırada Antakya'da bulunan Kılıç Arslan, babasının Melik Tutuş'la mücâdelesi sırasında ölümü üzerine Vezir Hasan b. Tâhir'in koruması altında Antakya'da kaldı ve 1087 ilkbaharında Antakya'ya gelen Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah'ın emriyle İsfahan'a gönderilerek orada göz hapsinde tutuldu.
Kılıç Arslan, Sultan Melikşah'ın 1092 yılında vefâtından sonra kardeşi Kulan Arslan ile birlikte Anadolu'ya döndü. Kimi kaynaklara göre Melikşah'ın ölümünden sonra meydana gelen taht kavgaları sırasında ortaya çıkan karışıklıktan yararlanarak kaçtılar; kimi kaynaklara göre Büyük Selçuklu tahtına çıkan Sultan Berkyaruk'un izni ile Anadolu'ya geçebildi.
İznik' te yönetimi ele alan Kılıç Arslan, bir taraftan babası Süleyman Şah'ın ölümünden beri dağılmış bulunan Devletin birliğini kurmaya çalışırken, bir taraftan da Bizans'a karşı sürdürülen mücâdeleyi devam ettirme taraftarıydı. İlk önce İznik'i kuşatmış olan Bizans ordusunu geri çekilmek zorunda bıraktı. Daha önce Bizans tarafından ele geçirilen topraklar yeniden almaya çalışıldıysa da başarılı olamadı. Yıllardan beri Bizans'a karşı savaşan İzmir Beyi Çaka Bey'le Bizans'a karşı ortak harekete geçmek istedi. Bu sebeple Çaka Bey'in kızı ile evlenerek onunla akrabalık kurdu.

Bizans İmparatorluğu'nun bölgedeki baskısını kırmak amacıyla “İlhan” unvanını taşıyan başkumandanı Muhammed'i Selçuklu birliğinin başında Marmara'nın güney kıyılarında Bizans'ın elindeki şehir ve kaleleri ele geçirmek üzere bu yörelere yolladı. Muhammed'in Kyzikos ile Apolyont doğusunda yer alan Apollonias şehirlerini ele geçirmeyi başardı ancak bir süre sonra bu şehirler Bizans kuvvetleri tarafından geri alınınca Bizans'a karşı düzenlenen ilk sefer sonuçsuz kaldı.
Bu sıralarda kayınpederi Çaka Bey, Bizans'ın elindeki Adramytteion (Edremit) kentini ele geçirip Abydos'u kuşattı. Bizans imparatoru Aleksios, Kılıç Arslan'ı Çaka Bey'e karşı kışkırtarak kendisine karşı ortak hareket etmelerini önlemeye çalıştı. Çaka Bey'in gittikçe güçlenmesini kendisi açısından endişe verici bulan Kılıç Arslan, Bizans ile anlaşarak Çaka Bey üzerine yürüdü. Yeteri kadar askeri gücü bulunmayan Çaka Bey, Sultan ile anlaşmak amacıyla onun yanına gitti. Ancak anlaşma taraftarı olmayan Kılıç Arslan kayınpederini öldürdü.
Çaka Bey'in ölümünden sonra Kılıç Arslan ve imparator I. Aleksios Komnenos aralarında varmış oldukları anlaşmanın devam etmesine karar verdiler. Ancak bu barış dönemi kısa sürdü ve Türkler Britinya bölgesindeki Bizans topraklarına akınlar düzenlemeye başladı. Bizans İmparatoruTürk akınlarına karşı Sapanca Gölünün güneyinden İzmit Körfezine uzanan bir kanal kazdırıp içini su ile doldurarak Türklerin İzmit çevresine girmesini engellemek istediyse de bu projeyi tamamlamadan Mayıs 1096'da Haçlı Kuvvetlerinin Tuna'yı aşarak İmparatorluk topraklarına girdiğini öğrendi.

Haçlı Seferlerine çıkan ilk ordu 1 Ağustos 1096'da İstanbul'a vararak Boğaz'dan Anadolu'ya geçirilerek Yalova yakınlarındaki Kibotos karargâhına yerleştirildi. Haçlılar böylece Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırına ulaşarak yağma akınları yapmaya başladı. İmparator Aleksios'la, Bizans'ın kendilerine sağlayacağı yardıma karşılık Anadolu'da ele geçirecekleri yerleri bu devlete bırakacakları hususunda bir anlaşma yapan Haçlılar, Selçuklu başkenti İznik yakınlarına kadar ilerleyerek buradaki köyleri yağmaladılar.
Eylül ayı sonlarına doğru 6.000 kişilik Alman-İtalyan birliğinin İznik civarındaki Kserigordon adında bir kaleyi ele geçirdiğini öğrenen Sultan Kılıç Arslan bir ordu göndererek kaleyi geri aldı. Selçuklu karşısında alınan bu mağlubiyetin intikamını almak üzere yaklaşık 20.000 kişiden oluşan Haçlı ordusu Kibitos'tan ayrılarak İznik üzerine yürüdü. Düşmanı karşılamak üzere yola çıkan Selçuklu ordusu Drakon (Kırkgeçit) adlı köyde yapılan savaşta galip gelerek Haçlı karargahını da ele geçirdi.

Bu zaferin ardından Kılıç Arslan Haçlıların İznik'e kadar ilerleyemeyeceğini ve ülkesi için bir tehdit olamayacağını düşünerek Kardeşi Kulan Arslan'ı yerine vekil bırakıp Ermeni Gabriel'in kontrolündeki Malatya üzerine yürüdü. Kılıç Arslan, Orta Anadolu'da güçlü bir devlet haline gelen Selçukluların rakibi Danişmendliler'in genişlemesini engellemek ve babasının ölümüne neden olan Suriye Selçuk Meliki Tutuş'u ortadan kaldırmak amacıyla bu sefere çıktı.
Malatya'yı günlerce kuşatmasına rağmen sağlam şehir surlarını geçemeyen Kılıç Arslan, bu sırada çok büyük ve askeri gücü yüksek bir Haçlı ordusunun İstanbul'dan Anadolu'ya geçerek İznik üzerine hareket ettiğini haber alınca kuşatmayı kaldırdı ve İznik'e dönmek için yola çıkan I. Kılıç Arslan uzun süre Haçlılar ile mücâdele etmek zorunda kaldı ve 1105 yılına kadar yaklaşık on yıl doğuya karşı bir harekette bulunamadı.

Kılıç Arslan Mayıs ayı sonunda, 30 günden fazla süren bir yürüyüşten sonra İznik önlerine varabildi. Mayıs sonlarına doğru İznik'e ulaştığında Haçlı orduları şehri kuşatma altına almışlardı ve gönderdiği öncü birliği de başarılı olamamıştı. Daha sonra da bizzat Kılıç Arslan hücuma geçtiyse de Haçlılar'ın sayıca üstünlüğü yüzünden kuşatma geri çekilmek zorunda kadı.
İmparator I. Aleksios Komnenos'un Haçlılar'la birlik olduğunu, onun tarafından İznik Gölüne gönderilen gemilerle kendilerine gelecek yardım yolunun kapandığını ve Haçlılar'ın yeni aldıkları takviye birlikleriyle bir hücuma hazırlandığını gören Türkler, Bizans Kumandanı Manuel Butumites'le anlaşarak şehri ona teslim ettiler.Selçuklu Devleti, böylece başkentini kaybetti. Kılıç Arslan'ın eşi ve çocukları İstanbul'a götürüldü. Bizans İmparatoru Selçuklu esirlerine çok iyi muamele yapmış; onları fidye karşılığı serbest bırakmıştır. Kılıç Arslan'ın eşi ve çocukları ise fidye almaksızın serbest bırakıldı.
Kılıç Arslan ordusuyla İznik önünden çekildikten sonra Anadolu'daki Türk kuvvetlerini toplamaya çalıştı. Danişmendli Gümüştekin ile Kayseri Selçuklu Beyi Hasan'ı yardımına çağırdı. Haçlı ordusu tam Eskişehir Ovasına çıkmakta iken onlara hücum edip 1097 yılında Haçlıların Dorileon Muharebesi diye andıkları bir baskın muharebesine girişti. Bu muharebede ana harp gücü zırhlı ağır süvari şövalyelerinden oluşan Haçlı ordusu galip geldi. Bütün gün süren savaşın ardından gece olunca sultan ordusunu daha fazla yıpratmadan geri çekmeye karar verdi.
Bu mağlubiyetten sonra I. Kılıç Arslan, Haçlıların Anadolu'dan geçmesine izin vermeyi ve onlarla doğrudan doğruya çatışmaya girişmemeyi tercih etti. Anadolu'da ilerleyen Haçlı ordusu önündeki insan ve hayvan iâşelerini önceden tahrip ederek, onları uzaktan takip etme stratejisini uyguladı. Bundan sonra bu Haçlı ordusunun Anadolu'dan geçişinde Haçlı Ordusunun doğrudan doğruya karşısına çıkan Selçuklu ordusu bulunmadı.

I. Haçlı Seferi ordularının Anadolu'dan geçişi Anadolu Selçuklu Devleti'ne büyük bir darbe vurdu. Bizans kuvvetlerinin karşı saldırısıyla Ege ve Marmara kıyılarına kadar ulaşan topraklar kaybedildi ve Selçuklular Orta Anadolu'ya çekilmek zorunda kaldı. Eskişehir ve Akşehir'de savunma hattı kurdu.
Kılıç Arslan bir taraftan Haçlıların, topraklarına verdiği zararları gidermeye çalışırken, bir taraftan da Bizans kuvvetlerine karşı da mücâdele verdi. Ayrıca, I. Haçlı Seferi arkasından durmadan Avrupa'dan gelen küçüklü büyüklü Haçlı gruplarına da karşı mücâdele etmek zorunda kaldı.

1101 yılında Suriye üzerinden geçip Filistin ve Kudüs'te yerleşen Frank Haçlılarına destek sağlamak için 1101'de Avrupa'dan ek Haçlı seferi yapıldı. Bu ek Haçlı seferi İstanbul'dan birbiri arkasından yürüyüşe geçen üç değişik sefer ordusu halindeydi. Birincisi Mayıs 1001'de İtalya'dan Lombardlardan oluşan 20.000 kişilik bir Haçlı ordusu Ankara üzerinden Niksar ve Merzifon'a yürüdü. İkinci ek Haçlı ordusu Haziran sonunda Nevers Kontu Giyom'un komutasında Fransızlardan oluşmaktaydı ve Ankara, Konya üzerinden Ereğli'ye ilerledi. Üçüncü ek Haçlı ordusu Akitanya'lı Giyom idaresinde Fransızlar ve Baverya Dükü Wolf komutasında Almanlardan oluşmakta idi ve ikinci orduyu bir hafta arayla takip edip Ankara, Konya üzerinden Ereğli'ye ilerledi.

Birinci Haçlı Seferi'nden sonra uzaktan takip stratejisi uygulayan I. Kılıç Arslan, 1001'deki ek Haçlı seferi için stratejisini değiştirdi. Haçlı ordusunun yolu üzerinde ve yakınlarında bulunan bütün yerleşkeleri ve yetiştirilen hububat ve yiyecekleri yakıp yıkmaya; Haçlı ordusuna iâşe ve hayvan yemi sağlanmasını önlemeye çalıştı. Önemli su, kuyu ve kaynaklarını battal etmeye veya zehirlemeye karar vererek Haçlıların susuzluktan zayıf düşmelerini sağladı. Bu yeni strateji daha başarılı sonuçlar verdi ve 1101 yılı ek Haçlı seferine iştirak eden üç Haçlı değişik ordusu bozguna uğratıldı.

I. Boemeondo'nun serbest bırakılması Gümüştekin Gazi ile Kılıçarslan'ın arasını açtı Kılıç Arslan, babası Süleyman Şah'ın fethettiği ancak 1097 yılında Haçlılar tarafından ele geçirilen Antakya'yı geri almak için 1103 yılında sefer düzenledi. Haçlılarla mücâdelesi sırasında başta Danişmend Beyi Gümüştegin olmak üzere diğer Anadolu Türk Beyleri ile işbirliği yapmış olmasına rağmen Antakya seferine çıktığı sırada Danişmend Beyi ile arası 18 Eylül 1102'de Malatya'nın Gümüştegin tarafından zapt edilmiş olması nedeniyle açıktı.

Antakya Kontu I. Boemondo, serbest bırakılmak için fidye ödemeyi teklif ediyor; Kontu kendisi için tehlikeli bulan Bizans İmparatoru ise onun hapiste tutulması karşılığında iki katını öneriyordu. Kılıç Arslan, hem Anadolu Sultanı olması ve hem de Amasya'daki haçlı yenilgisinde Danişmend Beyi ile birlikte savaşması nedeniyle teklif edilen tutarın yarısını kendisine istedi. Kılıç Arslan, Maraş'a geldiği sırada Gümüştegin'in Boemond'un teklifini kabul edip onu serbest bırakıldığını öğrenince Antakya Seferini yarıda bıraktı ve Danişmendli topraklarına akınlara başladı. Gümüştegin'in ölümünü ve ardından yaşanan taht kavgalarını değerlendirerek 1105 ya da 1106 yılında Malatya'yı Danişmendliler'den aldı.
Tüm bunlar sonunda prestij kazanan Kılıçarslan'a Bölgede etkin beylerin büyük kısmı itaatlerini bildirdiler. Daha sonra Urfa Haçlı Kontluğu üzerine yürüyerek 1106 yılında Urfa'yı kuşattı; ancak şehrin sağlam surlarını aşamadı. Bu sırada Musul Valisi Çökürmüş'ün Harran'daki adamları şehri teslim etmek üzere kendisini çağırmasıyla kuşatmayı kaldırdı ve Harran'a giderek şehri teslim aldı.
Kılıç Arslan'ın Güneydoğu Anadolu'daki faaliyetleri Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar'ın dikkatini çekti ve Musul Valisi olan Çökürmüş'ün yerine Emir Çavlı'yı görevlendirdi. Çökürmüş Bey, Emir Çavlı tarafından yenilgiye uğratılmasına rağmen şehir halkı Musul'u vermediği gibi Kılıç Arslan'a haber gönderip şehri teslim almasını istediler. Şehir ileri gelenleri yapılan anlaşma uyarınca Kılıç Arslan 22 Mart 1107'de Musul'a girdi. Burada ilk iş olarak Muhammed Tapar adına okutulan hutbeyi kendi adına çevirerek Büyük Selçuklu Sultanlığı'na adaylığını gösterdi.

Kılıç Arslan'ın bu başarıları Mardin Artuklu Beyi İlgazi ile Halep Selçuk Emiri Rıdvan'ı rahatsız etti ve bu Beyler Emir Çavlı'ya katıldı. Daha sonra bu destekle kuvvetleri artan Emir Çavlı, Kılıç Arslan'a itaat eden Rahle Şehrini kuşatma sonrasında 1107 yılında ele geçirdi. Gelişen bu olayları haber alan Kılıç Arslan, Emir Çavlı'nın üzerine yürümeye karar verdi. İki taraf, Temmuz ayında Habur Çayı kenarında karşı karşıya geldiler. Kılıç Arslan'ın hakimiyetini tanımış Beylerin, Emir Çavlı'nın askerlerinin sayıca çok olmasına korkarak savaş meydanını terk etmeye başlaması üzerine Kılıç Arslan derhal saldırmaya karar verdi. 13 Temmuz 1107 tarihinde yapılan savaşta askerlerinin bozulduğunu gören Kılıç Arslan, karşı kıyıya geçip kurtulmak amacıyla atını Habur Çayı'na sürdü. Ancak atının ve kendisinin zırhlı olmasından dolayı Habur Çayını geçemeyip sulara gömüldü. Cesedi, birkaç gün sonra Habur'un Şemsaniyye Köyü yakınlarındaki kıyıda bulundu ve buradan Meyyâfârikîn'e götürüldü. Burada valisi olarak bulunan Humurtaş, Kılıç Arslan için "Kubbetü's- Sultan" adıyla bilinen bir türbe yaptırdı..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KUDÜS..
MESCİD-i AKSÂ.:
KUBBETÜ’s- SAHRA.:


Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s- Sahra karşılıklı olarak aynı avlu içinde yer alırlar. Kubbetü’s- Sahra çok görkemli bir kubbeye sahip olduğundan genellikle Mescidi Aksa sanılır. Üstü altın kaplı olan Kubbetü’s- Sahra Kudüs'ün her yerinden görülür. Bir dönem Kubbetü’s- Sahra'yı ele geçiren Haçlılar, burayı kiliseye çevirmişlerdir. Daha sonra Selahaddin Eyyubî kaddesallahu sırrahu, Kudüs'ü fethettikten sonra burayı kilise olmaktan çıkararak, câmi olarak ziyârete açmıştır.
Bugünkü görünümüze ise, Osmanlı Padişahlarımız tarafından birçok kez yapılan tamirat ve eklemelerle kavuşturulmuştur. Yüzündeki Çiniler tamamen Osmanlı ürünüdür. .

144 dönümlük küçük bir alan üzerine kurulu olmasına rağmen bu bölge; başta Kubbetü’s- Sahra ve Mescid-i Aksâ/Kıble Mescidi olmak üzere dinî açıdan oldukça önemli olan binâları ve eserleri de sınırları içerisinde barındırır.
Mescid-i Aksâ/"En Uzak Mescid"in kudsallığı Kuran-ı Kerim’in İsrâ Sûresinin 1. İnci âyetinde açık ve net bir şekilde geçerken, birçok hadiste de bu toprakların değerinden ve öneminden bahsedilir..


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel’- mescidil’- harâmi ilâl’- mescidil’- aksallezî bâraknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves’- semîul’- basîr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

Kubbetü’s- Sahra'nın içinde "Asılı Duran Taş" anlamına gelen Hacer-i Muallak taşı bulunmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Mi’rac'a çıktığı kabul edilen kaya işte burasıdır. Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13,5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1,5 metre yüksekliğinde ve 4,5 metre x 4,5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir, bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Mi’rac'a çıkarken üstünde durduğu taş olmasının yanı sıra İbrahim aleyhisselâm’ın oğlu İsmâil aleyhisselâm'ı kurban etmek için kullandığı taşın da bu olduğuna inanılmaktadır.
Bu ise, normaldir bu ÂLEMde ZERRede/Atomdan, KÜRReye/Kâinâta kadar KüLLLî ŞEYy,TEKe TEK ve TEK BAŞına Semâda Muallakta yüzüp durmaktadır.. Önemli olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Mi’racta YÜKseLiş NOKTAsı OLuşudur.



Resim

KUDÜS…ve MESCİD-i AKSÂ..
Mİ’RÂC-ı MuhaMMed aleyhisselâm.:


Kelime anlamı olarak “isrâ”, gece yürüyüşü, gece yolculuk etmek, “mi’râc” ise yükselmek, yükseğe çıkmak anlamlarına gelmektedir. İsrâ ve Mi’râc hadisesi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in peygamberliğinin on ikinci yılında, Mekke’de vuku’ bulmuştur.
(İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.)

Receb ayının 27. Gecesi Cenâb-ı HAKk’ın dâveti üzerine Cebrâil aleyhisselâmın Rehberliğinde Peygamber Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da semâya, yüce âlemlere, İlâhî Huzura yükselmiştir.

İsrâ ve Mi’rac Mu’cizesinin nasıl gerçekleştiği Kur'ÂN-ı Kerîmde;


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim--- "Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel’- mescidil’- harâmi ilâl’- mescidil’- aksallezî bâraknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves’- semîul’- basîr (basîru).: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (İsrâ 17/1)

وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى
وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى
عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى
إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى
لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى
Resim--- Ve huve bi’l- ufuki’l- a’lâ. Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ. Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ. Mâ kezebe’l- fuâdu mâ raâ. E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ. Ve lekad raâhu nezleten uhrâ. İnde sidrati’l- muntehâ. İndehâ cennetu’l- me’vâ. İz yagşe’s- sidrate mâ yagşâ. Mâ zâga’l- basaru ve mâ tagâ. Lekad raâ min âyâti rabbihi’l- kubrâ.: Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü). Sonra yaklaştı ve böylece indi. Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu. Böylece O’nun kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti. Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü. Sidretül Münteha'nın yanında. O’nun (Sidretül Münteha’nın) yanında Meva Cenneti (vardır). Sidre’yi bürüyen şey bürüyordu. Bakış kaymadı ve haddi aşmadı/ Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin büyük âyetlerinden (bir kısmını) gördü.” (Necm 53/7-18)


İsrâ ve Mi’rac Mu’cizesinin nasıl gerçekleştiği,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DİLinde Hadis-i Şeriflerde;


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mescid-i Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi.
(Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.)

Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musâ aleyhisselâm'ın Makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,
(Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.)

Daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.
(Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz, c. 1, s. 136.)

Orada içlerinde Hazreti İsâ, Hazreti Musâ ve Hazreti İbrahîm aleyhumusselâm’ın da bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.
(İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Bu hadiseden sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarab, diğerinde süt vardı.
(İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.)

“Bunlardan hangisini istersen, al!" denildi.
(Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, sütü seçti.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Cebrâil aleyhisselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: "Sen fıtratı seçtin,
(Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.)

eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azardı.
(Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.)

Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. Şarab size haram kılındı!” dedi.
(İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.)

Semânın bütün tabakalarına uğradı.
(İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.)

Sırasıyla yedi semâ tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahyâ ve Hz. İsâ, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musâ ve Hz. İbrahîm aleyhimüsselam ecmâin gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine: “Hoş geldin!.” dediler, tebrik ettiler.
(İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.)

Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyâret ettiği Beytü'l- Ma'mur'u ziyâret etti.
(İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.)

Bundan Sonra Hz. Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte Sidretü'l- Müntehâ'ya geldiler.
(Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.)

Sidretü’l- Müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçtır..
(İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî, s. 266.)..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ASIMın NESLi..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim İ'LÂ-yı KELİMETULLAH!.


İşte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in MuhaMMedî HAKk ÂŞIKLarı olan ASIM’ın NESLi,
ÇağLar boyunca, İ'LÂ-yı KELİMETULLAH İnancıyla bu SiMSiYah CİHAD SANCAĞInın SANCAKTARı OLmuşLardır!.


İ'LÂ-yı KELİMETULLAH.: Allah Kelâmının, İslâmiyetin Ulvîyetini ve Hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve İmâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmaktır. Her bir mü'min her zaman İ'Lâ-yı KeLiMetuLLAH ile mükelleftir..

CİHAD.: (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiille, malla ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. ALLAHu zü’L- CeLÂL YOLunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı İmânîyye ve Esasât-ı Dinîyyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'lâ, küfr-ü mutlakın ve küffarın (süfyân ve deccâlın) fitnelerini def ile hâkimiyet-i HAKkı te'min eylemektir..


Resimİ'LÂ-yı KELİMETULLAH.:

ALLAH'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip
Sözlük anlamı, “ALLAH'ın kelimesini yüceltmek” demek olan "İ'lây-ı Kelimetullah", ıstılahta “ALLAH'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma” mânâ sına gelir. Bu terim "Cihad" kelimesiyle de ifade edilmektedir.
İslâm'da cihadın mânâsı, ilâyı kelimetullah uğrunda ve İslâmî bir toplum sergileme yolunda elden gelen gayreti göstermektir..
Bu cihaddan ilk planda; meşrû müdafaa demek olan, malın, ırzın, hayatın müdafaasından da öte; İslâm toplumunun oluşmasına engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak, dinî hürriyeti elde etmek ve sonuçta İslâm toplumunu tesis etmek için ALLAH'ın Hâkimiyetini sağlamak ve emirlerini uygulamak için yapılan çalışma ve uğraşılar anlaşılır.
Nitekim ALLAHu TeÂLÂ, saldırgan tarafın barış isteğinin kabul edilmesini müslümanlardan şu âyet ile ister:


إِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ ve tevekke’l- alâllâh (alâllâhi), innehu huve’s- semîu’l –alîm (alîmu).: Ve eğer teslime (barışa) meylederlerse (yanaşırlarsa), o zaman (sen de) ona meylet (onların teklifini kabul et) ve ALLAH’a tevekkül et. Muhakkak ki O; en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Enfâl 8/61)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat ALLAH'tan selâmet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurmuştur.
(Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19-20)


“İ'lây-ı Kelimetullah” veya diğer bir ifâdeyle “Cihad” konusu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hadis-i Şerîflerinde;

Resim---Peygamberimz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Gerçek mânâ da ALLAH uğrunda cihad edenin kim olduğu” sorusuna cevap verirken: "Sadece ALLAH'ın adı Yüce olsun diye (İ'lay-ı Kelimetullah için) cihad eden kişi ALLAH YOLUndadır" buyurmuştur.
(Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282)

Resim--- "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Canıyla, malıyla ALLAH YOLUnda savaşan mü'mindir" buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd, 2)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: ALLAH YOLUnda cihad eden kişinin savaş alanında şehîd olması halinde ALLAH'ın inâyeti ile hesapsız ve azabsız derhal Cennete gideceğini, Şehîd düşmeyip evine sağ salim döndüğü takdirde, eli boş değil; ya ecir ve sevapla veya hem sevap, hem de ganimetle döneceğini" buyurmuştur.
(Kâmil Miras, Tecrid, VIII, 256)

Bu hadisler gerçek mânâ da ALLAHu zü’L- CeLÂL'in İsmini Yüceltmek için yola çıkıldığında ALLAH'ın yardımının muhakkak olacağını, değişik niyetlerle değil de sadece ALLAH için cihad edilmesi gerektiğini, böyle hareket eden mü’minlerin dünyada ve âhirette ALLAH'ın koruması altında bulunacağını bildirmektedir. Hadisler aynı zamanda cihad sevabının elde edilmesi için başka yolları da göstermektedirler. Bu konudaki bir hadiste şöyle bir bilgi vardır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her kim ALLAH uğrunda gaza edecek bir askerin, sefer için gereken eşyasını tedârik edip hazırlarsa, o da gaza etmişçesine sevaba nâil olur. Yine her kim ALLAH yolunda gaza eden bir askerin, geride bıraktığı işlerine ve ailesine namuslu bir şekilde bakıp gözetirse, o da gaza etmiş gibi olur" buyurmuştur.
(Kâmil Miras Tecrîd, VIII, 301)

Bütün bunların yanında, İslâm Milleti Devleti mümkün olduğu kadar kuvvet hazırlamak, hazırlıklarını arttırmak ve geliştirmekle sorumludur. Ancak bu kuvvetlerin hazırlanması dâimâ hidâyete ve HAKk'a götürmeyi gâye edinmelidir. Bu devlet yeryüzünün en büyük kuvveti olmalı, batıl güçler ondan titremeli, yeryüzünün en icra köşesinde bile tesiri hissedilmelidir. Hiç kimsede ve hiçbir millette İslâm Yurduna saldırma gücü kalmamalı, herkes Es SUBHÂN ALLAHu zü’L- CeLÂL'in Saltanatına sığınmalı, hiç kimse İslâm Dâvetine karşı çıkmamalı, insanları bu davete icâbetten hiçbir şey alıkoymamalı, hakimiyet hakkına sahip olmayı ve insanları kendine kul yapmayı hiç kimse iddia edememelidir. Kısaca bütünüyle din, sadece ALLAH'ın olmalıdır..
(Seyyid Kutub, Fî Zılali'l- Kur'ân, VII, 57)

Resim

ÖZetle ve Kessinlikle, Maddî Cihad, bütün müslümanlara farz-ı kifâyedir.
MuhaMmedî Müslüman savaş alanına; İ'LÂ-yı KELİMETULLAH için ki, yalnız ve yalnızca ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Yüce Kelimesinin yücelmesi ve O'nun Hakimiyetinin Yeryüzünde sağlanması Niyyetiyle çıkar..
ÖZü, SÖZü ve ÖMRü İ'LÂ-yı KELİMETULLAH içinde Cihadla geçip, CÂN VERip KANı DÖKülen Halis Muhlis MuhaMmedî Şehîdlerimize;
Mübârek, Münevver, Muhteşem, Muazzam, Mustafa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Yüce ŞAHSında, Şehâdet Şerefinde ve Şefâat Şifâsında Es SELÂM OLsun!.
ALLAH celle celâlihu Şehidlerimizin ŞefâatLerine BİZLeri de NâiL EYyLesin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


35. SALÂVÂT-I ŞERÎFE
Gavsu'L-Azam AbdüLkadîr GeyLânî (kaddasallahu sırrehu)'nun Salâvâti'l-Kübrâsı.:


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim efdale salâtike Resim Ve evfâ selâmike Resim Salâten ve selâmen Resim Yetenezzelâni min ufuki künhi bâtınıizzâtî ilâ feleki semâi mezâhiril esmâi vessıfâti Resim Ve yertekiyâni inde sidreti müntehâl ârifine ilâ merkezi celâlî'n-nûri'l-Mübîn Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike ve Resûlike ilmi yakînil ulemâirrabbâniyyîn Resim Ve ayni yakînil hulefâirrâşidîn Resim Ve hakki yakînil enbiyâil mükerramîn Resim Ellezî tâhet fi envâri celâlîhi ülûl azmi minelmürselîn Resim Ve tahayyerat fi derki hakâiki uzemâi melâiketil müheyminîne münezzelin aleyhi fi'l-Kur'âni'l-Azîm Resim Bilisânin arabiyyin mübîn Resim Lekad mennallahu alel mü'minîne iz bease fihim Resûlen min enfüsihim yetlu aleyhim âyâtihi ve yüzekkîhim ve yuallimuhumul kitabe vel hikmete ve in kânu min kablu lefi dalâlin mübîn.

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! En fazîletli salâtınla ve en vefâlı selâmınla salât ve selâm et! Öyle bir salât ve selâm ki o ikisi, Zâtıyın bâtınının ufuk-u künhünden (özünün özünden, nihâyetinden), sıfat ve Esmâların mazhariyet semâsının feleki (eşyânın ilk oluşum noktası, yörüngesi) ne inen; Ârif lerin sadrının nihâyetine (sidret-i müntehasına, irfânlarının son ucuna, akdes noktasına) EL MÜBÎN (celle celâlehu)'nun Celâl nûrunun merkezine (Nûr-u Muhammed) yükselen, bir salât ve selâm olarak Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'e olsun! O zât ki Rabbânî Âlimlerin ilme'l-yakinince (yakîne ulaşan ilimlerince), Raşid Halifelerin ayne'l-yakînince (yakîni görüşünce, aynînca) ve mukarreb (Zâtına yakın) peygamberlerin hakke'l-yakînince ( hak olan yakınlarınca),kulun peygamberin ve Resûlündür! O, öylesine bir zât ki O'nun Celâl nûru içinde (hususunda), mürsellerden (peygamberler v.d.) ulü'l-azm (ALLAH'ın emirlerine ve muradına en ziyâde dikkat gösteren Azîm (kesin niyet) sahibi peygamberler ki Nûh (aleyhisselâm), İbrâhim (aleyhisselâm), Musa (aleyhisselâm), İsa (aleyhisselâm)) olanları bile ıssız çölde kalmış gibi yolunu şaşırır; kendisine EL MÜHEYMİN'in ( celle celâlehu)(hep HAYY ve her korkudan emin kılan : Hayy aman!) Azîm (ulu) meleklerince açık seçik beyân edici Arabça bir lisanla indirilen Kur'ân-ı Azîm'de O'nun hakikatlarını (Hakikat-ı Muhammedîyye) anlama (kavrama) hususunda ( herkesi)hayretlere düşüren Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)!"


لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ
Resim---"Lekad mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).: ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler." (Âl-i İmrân 3/164)


ResimMuhaMMedî MuHaBbetLerimLe..

Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön