KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Resim

KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ


Azametullah, Kudretullah, Zann, Aliyyül Azîm,
Rabbül Azîm, El Muktediru, Kudret, Takdir, Sünnetullah


Gariban :
Bir hikaye anlatım bakınız!
Rahmet Sûreti
Nur Yıldızı
“Biz kim olduğumuzu bilmek zorundayız.
Biz kim olduğumuzu ne zaman anlarız, o zaman hayatımızı üç harf olarak anlamış olacağız:
Allah- Bir SIRR.
İnsan- Bir SIRR.
İnsan’ın hayatı, onun hikayesi–Bir SIRR.
Allah bu sırrlı âlemi bize bir sır olarak koydu.
Biz buna baktığımız zaman (sır âlemine, bu sır âleminde göreceğiz ki) ALLAH bir sırrdır.
Allah’ın hükümranlığı ve onun hilkatı bir sırdır ve insane bir sırrdır.
Bu üçü sırrlardır.
Bu müthiş bir harikadır.

Bununla birlikte, sırrı anlamak için sırra girmek zorundayız.
Size bunu açıklayacak bir hikaye anlatacağım.
Bir zamanlar dünyayı yöneten Âd isminde bir kral vardır.
Onun hiç bir çocuğu yoktu.
O meditasyon yapıyor ve Allah’a dua ediyordu;
O Allah’a ibadet etmiş ve Allah’a kendisine bir çocuk bağışlaması için bir niyazda bulunmuştu.
O dua ederken bir çocuk hamil olundu.
Çocuk, onun yaptığı ibadetin bir sonucu olarak hamil olundu.
Krallığını yönetmesi için bir çocuk istediğini söyledi.
Bir çocuğa sahip olma aşkına bir çocuk istiyor olduğunu söyledi.
Bunu yerine getirmek için, on milyonlarca ilaha, köpek ilahlarına, tilki ilahlarına, kedi ilahlarına tapmaya başladı.

O bu ilahlardan doğru bir şey yapamadı.
Bu diğer ilahlar, hayvan ilahları, onun için bir şey yapamadı.
Sadece yaratıcı ilah yaratabilir..
Şeytan dan doğru ve diğer varlıklardan doğru birisi bir şey yapabilir fakat o yaptığı şeye hayat veremez.
O sadece bir beden yapabilir.
Bu halde, Âd Tanrıya ibadet etti.
Fakat , kalbindeki şeytanlar onu hiç bırakmadılar.
Bu nitelikler kalbinden hiç çıkmadılar.
Kendini asla şeytanın tutuşundan ayıramadı.
Şeytanın kendi önemi, şeytanın nitelikleri ve bu “Ben” olarak bilinen ondaydı.
O dua etti ve Allah ona bir çocuk Verdi.
Bebeğe hamil kalındıktan sonra, ve rahimde büyüdükten sonra, Âd bir müneccim bir astrolojiste danıştı.
Müneccim dedi ki eğer anne hamilelik devresinde karada kalırsa bu iyi olmayacaktır.
Anne, baba ve çocuğun karadan ayrılıp deniz üzerinde seyahate çıkmalarının daha uygun olacağını söyledi.
Astrolojist bunun daha talihli/hayırlı olacağını söyledi.
Kral askerlerini , ev halkını ve bir yıl süresince yeterli olacak yiyeceği bir araya getirdi.
Bir gemiye bindiler ve 9 ay süresi için denize açıldılar.
Çocuğun doğumu için karaya geri dönme vakti geldiğinde, gemiyi geriye döndürdüler .
Onlar okyanusun ortasında iken fırtına patladı.
Fırtına yaklaştığı sırada, gemi sallanmaya başladı.
Kral ve kraliçe güvertede okyanusa bakıyorlar ve geminin yapılmış olduğu tahta bir kalaslardan birine tutunuyorlardı.
Fırtına gemiye çarptı ve gemi dağıldı.
Kraliçe bu tahtaya tutunuyor olarak suya düştü.
Bunun diğerleri denizde boğuldular.
Sadece döşeme tahtası üzerinde yüzen bu kraliçe kalmıştı geriye.
O küçük bir tahta parçası idi yaklaşık bir ayak genişliğinde.
Başka herkes ölmuş idi.
Ondan sonra suyun içinde doğuruyor ama göbek bağını kesemiyor bebeğin kesecek kimse yok diyor.
Ondan sonra orda bir geminin içerisinden kopan böyle bir ayak uzunluğunda bir tahta levhanın üzerine tutunaraktan denizin üzerine kalıyor kadın.
Çocuğu da o tahtanın üzerine koyuyor işte.
Ondan sonra o anda Azrail aleyhisselâmı gönderiyor Hakk Teâlâ işte diyor ki işte git kadının annesinin şeyini al. Ruhunu getir.
Ondan sonra bu tabi acımasız sürekli hep bu işi yaptığı için acımasız felan gidiyor tam alacak fakat o anda bian şaşırıyor geri dönüyor.
Diyor ki ya diyor Ya Rabbi diyor ben bu işi ben bunu alırsan bu çocuk ne olacak o da düşecek ona.
O an öyle bir şey söyleyiğince Hakk Teâlâ diyor işte sen denileni yap diyor emri yerine getir.
Bunun üzerine annesinin ruhunu getiriyor. o şey olunca kadın sudan aşağıya doğru düşüyor o düşünce göbek bağı kopuyor. O şey olur.
Ondan sonra rüzgara emrediliyor.
Suya emrediliyor.
İşte bu çocuğu alın, eee falanca yere götürün.
Bir adaya çıkıyor bu çocuk bu adada başı çatal biçimindeki bir ağaç dalının ortasına geliyor.
Ben buna baktığım zaman orda onu insan aklının iki başının iki çatal arasına konmasının insan aklının ikilik sistemi içerisinde kalışı olarak yorumladım.
Ondan sonra oraya koyuyor başını yaslıyor orada.
Ondan sonra başlıyor bir kaplana hamile bir kaplan dişi bir kaplan geliyor. O kaplanın çocukları ölmüş.
Ondan sonra o getiriyor sütünü şeye vermeye başlıyor bu çocuğa çocuk büyüyor.
Birden hızlı hızlı gelişiyor.
Dört ay emiyor 8 yaşında bir çocuk gibi oluyor.
Kaplanın zıpladığından falanca kadar yukarı zıplıyor.
Ondan sonra oradan büyüyünce bir kral buluyor bunu bunu alıyor büyütüyor biraz daha işte onun yanında eğitiyor felan.
Ondan sonra başlıyor Çocuk bir gün çok güzel bir atıcı oluyor ok atıcısı.
Bir ağaç buluyor o ağacın üzerine bakıyor o ağacın üzerinde güvercinler var.
Güvercinler guu guu guuu diyormuş yukarıdan şu güvercinleri vurayım diyor.
İki ok atıyor vuramıyor. 4 ok atıyor vuramıyor. Onları indiremiyor.
Ondansonra ne yapıyım diyor şu ağacı keseyim diyor.
Ağacı kesiyor köklerin altında dört tane kök çıkıyor işte.
O kökleri kazınca yerden kuyu kazması gerekiyor ağacın altında.
O ağacın altında altın sanduka buluyor.
O altınsandukanın içerisinde demir sanduka buluyor.
Demirin içerisinde kurşun, kurşunun içerisinde pirinç derken böyle onların hepisinin açılışı var şunları bunları.
tek tek ordan bir mürekkep buluyor onu alnına koyuyon bütün şeyleri görmeye başlıyor falan filan derken yirmi sayfa böyle gidiyor gidiyor
Gidiyor aşama aşama sonra tüm bunları toparlıyor sonlara doğru işte bu yukarıdaki güvercinler Lâ İlâhe İllâ Allah Hu diyen zikir eden güvercinler aşağıya doğru köklere doğru indikçe aşağıya doğru Toprak Hava Su Ateş falan ordan aşağıya devam ettikçe o işte o ağacın kendi özellikleri var.
Adalar var işte adaların içini açıklıyor ediyor anlayabilirsen bir gün vereyim inşaallah bunu da siteye koyarız.
Öyle bir sembolik ifadeler var çık çıkabilirsen işin içinden.


Hâlim :
Valla anlar mıyız bilmiyorum ama en azından bir şeyler üretiriz hayal kurarız.
Şeyde çünkü Allah Kur'an-ı Kerimde misallar anlattık der aslında misaldir hepsi misaldir ama neyin neyin karşılığı olduğunu bilmek zordur tabi.
Şimde bak sana bir soru daha soracağım evlenirken istiyoruz ya Allahın emri Peygamberin kavli ile Hz. Adem Havva yı kimden nasıl istemiştir o zaman hiç düşündün mü şimdi aklıma geldi.


Gariban :
Bilmiyorum.
İlginç sorularla geliyorsun bu gün bizim câmide de imam bir girdi şeye cemaate başladı anlatmaya.
Bütün bu şeyleri başladı söylemeye bütün bu.
Senin dediğin değil de senin soruların gibi değildi de hani vardı ya felsefe çelişki sokan çeldirici sorular vardır işte Allah kendini kaldıramayacağı bir kayayı yaratır mı falan filen diyeböyle önermeler vardır çürük.
Onları tek tek başladı cevaplamaya.
Hem soruyor hem cevaplıyor.
Cemaata diyor size ağır gelecek ama diyor işte bunları bilmemiz lâzım şudur budur ondansonra oradan açılıverdi imam şeye girdi işte eee bu şey meselesine girdi.
Hakk Teâlânın birliği meselesine girdi ordan çıkamadı yalınız.
Çıkamayınca çünkü kendi de bilmiyor anlattığı şeyleri.
Ondan sonra oradan hemen sufilere taş attı.
Dedi Allah her yerde diyorlar dedi.
Ondan sonra onların bu düşünceleri dedi bazı sufiler bu şekilde diyor yanlıştır felan filan dedi.
Çıktı işin içinden tabii cemaatte sessiz.
İmam o bir şey diyemiyorsun.
Ben bekledik câminin çıkışını.
Ben sünneti kıldım bir baktım imam yok ortada .
Bir türlü imam göremedim ondan sonra.
Keşke görseydim. Konuşacaktım.
Konuşurken öyle kelimeler etti ki kendi de çıkamadı işin içinden bir sürü de pot kırdı söylediği kelimeler arasından.
Böyle şeyleri insanlara zâten ağır geliyor bunları kalkıp câminin içerisinde cemaate böyle açıklamanın bir mânâsı yok çünkü ya bunu güzel bir şekilde açıklayacaksın açıklayacaksan ya da kaldıramayacağın ifadeleri kullanmayacaksın.
Öyle bir açıklama yaptı ki kendisi kendi kendine çelişkili ifadelerle hani hocam anlatıyordu ya bize işte adam geldi Allah şurda değildir, burda değildir orda değildir.
Ondan sonra oğlum yok diyeceksin diyemiyorsun gibi aynı onun gibi aynı bir şey yaşandı .


Hâlim :
Valla Barbaros şimdi o imamı sen konuşmaya başlarken size ağır gelecek diye başladı diyorsun.
O hani bir kere baştan kafasına koymuş ben bu cemaatten çok biliyorum diye hani düşünmüyor ki orda bir Allah Dostu vardır şey vardır.
Beklide öyle biri vardır gerçekten o yüzden eline yüzüne bulaştırmıştır. Ben Câmi de şeyi dinlemeyi çok sevmiyorum.
Vaaz dinlemeyi çok sevmiyorum.
Çünkü orda vaaz verenler çok konuşmayı seviyorlar.
Öyle ki namaz vakti geçiyor ondan sonra Kevser Sûresiyle namazı kıldırıyor.
iki âyet fazla oku da duysun insanlar Cumadan Cumaya câmiye geliyor üç beş âyet oku ne olur .
Saatlerce konuşmaya gelince konuşuyor.
Şeyi seviyorlar o yüksekte oturupta karşıdaki kendi ilmine muhtaç insanları görmeyi seviyorlar.
Ben öyle görüyorum onun için pek hoş karşılamıyorum.
Bir kere daha söylemiştim. Bir sohbette.
İzmirin en güzel Câmilerinden biridir oraya gittim.
Hani değişik bir şey olsun atmosfer olsun diye.
Orda adam tutmuş işte Hakk Dostları ölmüş işte öteki ölmüş falan filan cihattan bahsediyor neyimiş ki demek ki Allah için savaşacağız diyor âyet sanırım yanlış hatırlamıyorsam Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz. Bilakis onlar diridir fakat siz bilmezsiniz diyor.
Şimdi hoca imam bunu bilmiyor.
Tutuyor Hakk Dostlarından ölüdür diye bahsediyor.
Arkasından cihattan bahsediyor insan şey diyor yaa bağırasım geliyor bırak söyleme yanlış işte.
Orda bir otoriteyi temsil ediyor.
Şeyi temsil ediyor. o kadar insanın önünde kalkıp küçük düşmesine neden olmamak için çekip bir kenarda şey söylemek rahatsız oluyorum .

Kulihvani : Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü

Hâlim : Ve aleyküm selâm hocam hoş geldiniz

Gariban : Ve aleyküm selâm
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Kulihvani :
Biz bu gün bazı arkadaşlarla Kızılırmağa Hirfanlı barajının olduğu bir yere gezmeye gittik.
Meyve bahçesi kurmuş bir genç, çok teknik bir şekilde ağaçlar 3 yaşında ama bütün meyveler oturmuş bir şekilde.
İşte oraya gittik. Orada gezdik onlarla konuştuk.
Akşam namazını orda cemaatle kıldık ondan sonra Şereflikoçhisar’a geldik oradan Aksaray’a.
Sohbete biraz geçikme oldu ama çok güzel oldu. Harika yerler.
Gâyet güzeldi geç kaldık kusura bakmayın inşaallah.
İnşallah herkes iyidir Allahtan iyi olmanızı dileriz, dua ederiz.
Hâlimin dediği gibi bu günde Cuma Namızında bende dikkat ettim bir vaiz konuşuyordu.
Deli oldum adama .
“Allah ve Rasûlu” diyor durmadan “Allah Rasûlu! Allah Rasûlu!”
“Barbaros kalemi, Barbaros kalemi. Barbaros’un kalemi” bile demiyor bu kadar basite alıyor.
Ne Allahu Zülcelâl e bir ta’zim gösteriyor ne de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme gösteriyor.
Allahu Zülcelâl demek, Allahu Zülcelâl in Celâlini hatırlıyorum demektir. Celâlden kasıt nedir zâhir ve batun lütfuyla yaşıyorum demektir.
Zâhiren bedenini kullanıyorum demektir.
Bâtınen bana kendisi can vermekte onu kullanıyorum demektir.
Aklım olduğu için de hain değilim.
Hayvan da değilim demektir.
İnsan olduğum için insanın şerefini haysiyetini taşıyorum!
Bana başka bir şey dese de insanım demeseler de insanım diye kendine bir değer biçmesidir.
Bu ne kepazeliktik ki bu nasıl bir ilâhîyatçılık ki bu ilâhîyatçılık başkasının ilâhîyatçılığı “Allah Rasûlu!” diyor “Allahın Rasûlu” bile demiyor.
“Allah ve Rasûlu.”
“Allah Rasûlu” derken amcasının oğluna böyle demez bu adam!.

Evet bizim gittiğimiz yer Rahîm kardeşimizin abisininbulunduğu köy.
Gezi dönüşümüğzde bizi yolda bekleyip eve aldılar.
Saçta börek yapmışlar adamlar bizi geçerken gördükleri için hakikaten çok misafir perver insanlar zâten aile öyle.
Ben kendisine de söyledim “merinos koyununa benziyorsunuz siz hepiniz” diye. Aile merinos koyununa benziyor.
Deki koç deki koyun fakat hepisi merinos koyununa benziyor.
Birisi tilki birisi şu birisi bu değil aile temiz bir aile onu diyorum.
İşte namaz kılındıktan sonra, çay içerken bize kahve getirdiler.
Çaydan sonra kahve getirdiler Namazdan sonra.
Diyor ki: “Efendim bizim burada bir zat vardı 2000 dönüm arazisi vardı kamyonu ve birkaç traktörü vardı.
Ben kendim şâhidim.
Bir şehir dönüşünde dolmuşta gelirken dedi ki: “Ölenler fakirliğinden ölüyor. Bana da mı ölüm var?” dedi.
Emir Ağa vardı dolmuşta. Dengeli bir insandı, aklı başında bir insandı.
“Halit Halit dedi diyor. Sana da var. Vakti gelince af edersin eşşek gibi ölürsün!” dedi diyor.
“Efendim işin garip tarafına bakın ki adam gerçekten eşşek gibi öldü!” diyor.
“Ona da şâhid oldum, nasıl öldü ise adam eşek gibi öldü efendim.
Adam nerden bildi diyor öbür adam onun eşek gibi öleceğini!” diyor

Şunu demek istiyorum.
Bunlar o kadar seviyesiz ve saygısız ve din adamı ki, tüm bir şehirdeki câmiler dinliyor merkez yayınından bu kadar, bu kadar kopuk, bu kadar çökmüş bu kadar kokmuş bu kadar kopmuş bir nasıl dindârlık, nasıl bir hesap, nasıl bir vaaz, nasıl bir akıl anlamak mümkün değil.
Onun için bana göre ilk iş aklı olan insanan yapıcağı iş, çok basit bir şekilde aklın sadakati nedir hangi akıl sadık akıldır.
Denge ve düzeni olan akıl nasıl akıldır.
Akıl rüşd kendi kendine sahib midir sakatında ve bu sadakatında duracak mıdır samimiyette?
Böyle bir toptan sabır ikisinin birlikte sabrını tevhidini yapabilecek midir? Bunu bir önce çözmesi lâzım ki ondan sonra şehâdet getirip İslam olması lâzım.
İslama girdim demesi lâzım aksi takdirde öyle girer islama işte İlahîyat Fakültesini bitirir eline görev kağıdını alır Aksaraya vaiz tayin edilir.
Çıkar oraya iki şey söyler “Allah Rasûlu dedi ki” “Allah Rasûlu dedi ki” arkasındanda der ki: “Falan yere bunu yapacağız, buraya bunu çatacağız kapının önüne mendil serdik para toplayacağız!.”
Kilise gibi, başka iş yok çünkü.

Bu tür konuşmayı tenkid ediyoruz şu bakımdan ediyoruz.
Bu kadar yanlış bu kadar aymaz bu kadar kötü. Allah bizi korusun.
Neden korusun?
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem BİLmemekten korusun, BULmamaktan korusun, onun yüreğinde OLmamaktan korusun ve YAŞAmamaktan korusun.
Aksi takdirde boş konuşuruz boş yaşarız boş.
İşte Halit Emmi gibi gideriz .
Talha kardeşin dediği gibi: “Öldü efendim öldü eşşek gibi öldü!” diyor.
Bakınız bu Vaiz olan kişi, Kaymakam’ı görse Vâliyi görse put kesilir put gibi esas duruş gösterir!
Konuşmayı kaybeder ne konuşacağını unutur bu nasıl bir akıldır ki nasıl bir akıldır ki kendisi O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Kendisinin bedeni ondan halk edilmiştir.
Aklı O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Cehennem O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Cennet O’nun Nurundan halk edilmiştir.
İblis O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Firavun ve Musa da O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Musa da O’nun Nurundan halk edilmiştir.
Firavun’luk ve Musa’lığı dünki hikayedir.
Tercih Hikayesidir.
Aynı hikaye bu gün bizde devam etmektedir.
“Sistemin Sahibi var!” dersek Musa,
“Sistemin Sahibi yok!” dersek Firavun oluruz.
Aynen şu anda.
Elli senedir öyle değildi, kırk senedir öyle değildi ama bu gün böyle işte bak işte dedin ya.
Bu günün Firavun’usun bu günün Musa’sısın başka var mı?
“Dün demiştim ki!” Dünü bırak!
“Yarın diyeceğim ki!” yi bırak, kimin yarın?
“Şu “AN” KİM-sin?” bu. Esas sorun bu.

Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi gerçekten candan yürekten anlamamız lâzım.
Bir hizmettir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem BİLmek, öyle bir hizmettir ki bütün ibadetlerin başıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem i bilememiş bir insan bilmediği bir dine giriyordur.
Onun için bilemediği için şu andaki toplum dev tarikatlar, dünyaya islamı yaymaya çalışanlar iyi düşünmelidirler ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem iyi BİLmek ve tanımak zorundalar.
Çünkü tanımıyorlar. Nasıl tanıyacaklar ki.
Bozuşmuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemi asla kabul etmeyen Hristiyanlarla Dostluk peşindeler.
“Onların dinine girseniz dahi onlarla diyalog kuramazsınız!”
Hayır kurarız diyenler kafirlerdir.
“İsa Allahın oğlu diyenler kafirlerdir.
Üzeyir Allahın oğlu diyenler kafirlerdir.”

وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
“Ve kâletil yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâletin nasârel mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kabl(kablu) kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu'fekûn(yu'fekûne) :Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?” (Tevbe 9/30)

Ama: “Biz onlara kardeşiz!” demiyorlar mı? Diyor.
“İstavroz çıkartıyor mu?” Çıkartıyor.
Bu ne yapıyor, ne yapıyo?
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemi tanımak öyle kolay bir şey değil.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin İmanını Amelini Ahlakını ve Hallerini BİL-BUL-OL-YAŞA önemlidir ve Şarttır.
İmanını BİLen, Amelini BULan bunlar önemlidir.
Şafiî Mezhebinde amelsiz iman kabul edilmez.
Bizim Mezhebimizde kabul ediliyor anlamında değil bizim mezhebimiz serbest bırakmamıştır namaz kılmamayı.
Kılacak kabul etmiştir.
“Bu gün kılamamış yarın kılacak, namazı inkar etmemekte!” demiştir.
Yoksa bir gün hazırlamışım buraya demin gördüm gündüz.
Okuyuverelim neler var âyet ve hadislerde.
Kafirler namaz kılmaz.
Buyurun çıkın işin içinden.
İmamı Azam Efendimiz gerçekten çok zeki, medeni, işini ehli ve vicdanlıdır.
Ne diyor “adam namaz yok demiyor var diyor bu gün kılmayacak yarın kılacak Allah’la kendi arasında kalsın” bir çıkış yolu buluyor.
Ama Şafiî Efendimiz de diyor ki “kafir namaz kılmaz.”
Özürsüz kılmıyorsa hükmediveriyor.
Elbette dayandığı NASS-Nakil vardır:


Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: " Men tereke’s- salate mutaammiden fekad kefere: Kim namazı terkederse "kâfir" olur" dedi.
(İbnu Mes'ud (ra)'dan; Taberâni Kebir de (8939) ve Âcurri Şeria da (133) sahih olarak)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Şübhesiz ki, kişi ile "şirk ve küfür" arasındaki şey sâdece namazı terketmektir."
(Câbir (ra)'dan; Müslim (82) Ebû Davut (4678) Tirmizi (2619) Nesei (465) ve ibnu Mâce (1078)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her kim ki, kasten "namazı" terkederse "açıkça küfre" düşmüştür."
(Enes İbnu Malik (ra)'dan; Taberâni Evsat; Heysemi Mecmau-Zevaid'de (1/295)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir."
(Ali İbnu Ebi Talib (Ali kerremullahi veche)’den; Muhammed İbnu Nasr Kitabus-Salat'ta (933) Acurri Şeria'da (135) İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10485) ve İman'da (126) Beyhaki Şuabul' İman'da (41) ve Buhâri Tarihul' Kebir'de sahih olarak rivayet etmişlerdir.)

Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyallahu anh Peygamber aleyhissalâtu vesselâma gelir ve: “Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem , ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurur.
(Nesâî, Cihâd, 12)

İslam böyle ince bir dindir işte...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemi duymak lâzım.
Onun için anlatmak istiyorum bir kızımızın naklen anlattıklarını.


“Nevyork sokaklarında göksüm yarıya kadar açıktı veya hep açıktı mini etek giyiyordum.
Diskoteklerde geziyordum.
Hayatımı tam yaşıyordum. Sonra sitenizle karşılaştım.
İçime ateş düştü.
Yine bir gün öyle geziyordum birden göz yaşı dökmeye başladım.
Kıbleyi bilmiyordum, abdestim de yoktu.
“Allahuekber!” dedim ve betonların üzerinde sadece sürekli namaz kılıyordum.
Kıbleyi bilmiyordum ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem imamımdı!” diyor.

Bana soruyordu o zaman mail atmıştı.
“Benim namazım için ne dersin?”
Bende cevap vermiştim.
“Ben belki 40 yıldır bu işi yapıyorum sürekli namaz kılıyorum, fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dediğin şartlarda bana imam olmadı henüz.
Ben böyle bir namaz kılmadım, ama senin kıldığın o namazın benim kıldığım bütün namazlardan daha kıymetli olduğu kanaatındayım!”
demiştim.
Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bun anlamaya çalışıyorum kendimde.
Böyle bir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bu işte.
Bulamadığın kıblede imamın oluverir.
Alamadığın da göz yaşınla abdestini o aldırıverir sana.
Kapatamadığın yerlerini kapatı verir.
Çünkü o gece gibi anadır.
Gündüz gibi babadır.
Çünkü o Abdullah aleyhisselâmdır aynı zamanda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dir.
Çünkü o Azametullahın da imamıdır Kudretullahın da imamıdır.
Gecenin de gündüzün de zâhirin de bâtının da İmamıdır.
O özellikleri, Allahu Zülcelâl in özeliklerindendir.

Şimdi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin İnşirah (Ferahlanmak, mesrur olmak) ŞERHini ALLAH celle celâlihu dan DİNLEyelim ANlayalım İnşaallah..


"Cebrail (a.s), Hz. Peygamber (s.a.s)'e geldi, göğsünü yardı, kalbini çıkardı, yıkadı ve o kalbi günahlardan iyice temizledi. Sonra onu ilim ve imanla doldurup göğsündeki yerine yerleştirdi." (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/229.)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem in beden terbiyesini Allahu Zülcelâl yapıyor?
Melekelerle, meleklerle.
Hadislerle açık şekilde ŞERH İşlemi bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından buyurulmaktadır.

Şerh: Açma, genişletme. Açıklama. Anlaşılanı anlatmadır.

KALB-in açılıp yıkanması ne denmek ne Anlamalıyız?

Burdaki tüm yıkanmalar açıkça Mânevî Sistem için hazırlıklardır.
Zâhirden Bâtına geçişlerdir.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimizin şerhi, biliyorsunuz ki şerh oluşu mi’rac sırasındadır.


Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimiz: “Yeşil elbiseli iki kimse gördüm. Birinin elinde gümüşten bir ibrik diğerinde zümrütten bir leğen vardı. Beni alıp bir dağ başına götürdüler. Biri sırtım üzerine yatırdı. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Hiç acı ve elem duymadım. Elini sokup ne varsa çıkardılar. O beyaz şey ile yıkayıp yerine koydular. Biri diğerine; "Kalk ben de hizmetimi yerine getireyim" dedi ve elini sokup yüreğimi çıkardı. İki parça etti ve içinden bir şey çıkarıp attı ve; "Senin vücûdunda şeytanın nasîbi bu idi. Çıkarıp attık. Ey Allahü teâlânın sevgilisi! Seni vesveseden ve şeytanın hîlesinden emîn ettik" dedi. Sonra yüreğimi kendi yanlarında olan latîf (hoş) ve yumuşak bir şey ile doldurdular. Nûrdan bir mühür ile mühürlediler.”
(Hadîs-i şerîf-Meâric-ün-Nübüvve)

Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimiz: “Ben Kâbe'nin yanında uyur uyanık bir hâlde iken, iki kişi; içinde zemzem suyu bulunan bir tasla bana geldiler. Sadrım şerh edildi. Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra yerine kondu. İlim, hikmet ve mârifet ile dolduruldu. Sonra burak getirildi. Onun üzerine binerek, Cebrâille berâber (mi'râca) gittim.”
(Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Buhârî, Müslimde, Tirmizî’de Nesaî’de Kat’ade’den gelen bir hadistir bu.
Enes bin Malik bizzât anlatıyor.
Malik bin Sahsaha’dan Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellemi fiilen duyduğunu açıkca, sağlam bir yolla yani.
Hadisin bir kısmı şöyledir biliyorsunuz.


Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem buyuruyor ki: “Ben Kâbe'nin yanında uyur uyanık bir hâlde iken,”

Bunu, uyur uyanıklığı Arapça kelimeyi, buraya tercüme ederken söylüyorlar yanı.
Ben Kâbe’deydim Cebrâil aleyhisselâm geldi şöyle şöyle yaptı ve Mi’rac başladı.
O operasyondan sonra nefis yürüyor.
Kalb ve Ruh Makamlarında şerh olmuş mudur, Ahlâk Makamında olmuş mudur, Hayy Makamında olmuş mudur?
Kâbe kavseyn, Hakikat Makamındaki Kâbe kavseyn dosdoğru sandığımız bildiğimiz çubuk gibi böyle dosdoğru iken nasıl büküldüğü ve nasıl öpüşmek ve SILA İÇİn “Kâbe kavseyn” gibi olduk dediğini.
Bu nedir şerh midir bu söz bu âyet?
Bunlar hep ileriki işler demek istiyorum.
Bizim anlamamız bakımından değil: “Fehmettim! Fehmettim! Bizzat yaşayınca Anladım!” demek gibi.

Bakın dikkat edinbir husus var. Sadr buyurmuyor. Kalbim çıkarıldı. Bu kesin yani.
Zemzem suyuyla yıkandı da sonra tekrar yerine kondu.
Sonra iman ve hikmet dolduruldu buyuruyor. İman ve hikmet dolduruldu.
Sonra Burak getirildi Burak.
Burak nedir Burak?
İşte bu Burak, bereke köküdür.
Kevniyetin oluşan şeyin fiilen oluşuyla bile oluştur. O işin içinde oluştur.

Mi’racda NE Olmakta iyi Anlamalıyız..
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ bu.
Rahmetenlil Âleminin kendisi.
Yani Rasûlullah SALLallahu aleyhi vessellem Efendimiz Rahmet Kaynağı, OL-uş orda oluyor zâten. Dikkat edin!
Zât’ın zuhur yeri diyorsun.
Mazhar ne demek?
Zuhur yeri. Sana diyorlar ki: “Yaz bir şey!”
“Nereye yazıyım?” diyorsun.
“Tahtaya yaz, kağıda yaz!”
Kâğıt, yazdığınıza Mazhardır.
Kağıt olmasa siz yazıyı bize orda yazı olarak gösteremezsin.
Zuhur etmez.
İşte NURULLAH’ın MaZHaRı da NuR-u MiMdir…
İnşirah SEBEBinin SON-UÇ-u Mi’raç Olduğun Anlamalıyız.


Câbir bin Abdullah (radiyallahu anhu)’dan: “Ya Resûlullah (SALLallahu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ya Câbir! eşYadan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin Peygamberinin nurunu yarattı.” Ve şöyle buyurdu: “ O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levh’i yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
“E lem neşrah leke sadrek (sadreke) : Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?” (İnşirâh 94/1)

“Allah hidayetini dilediği kimselerin, göğsünü İslâm'a açar; dalaletini dilediği kimselerin ise göğsünü daraltır" (En'âm, 6/125)

Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'e şöyle sorulmuştu:
"Ey Allah'ın Resulü, göğüs genişletilir mi?" Hz. Peygamber (s.a.s),
"Evet" diye cevap vermiştir. Bunun üzerine onlar,
"Bunun alameti nedir?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.s) de,
"Aldanma diyarına meyletmemek, ebedilik yurduna yönelmek ve gelmezden önce ölüm için hazırlık yapmak" buyurdu.
(Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir İnşirah Sûresi)

وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
“Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke): Ve yükünü indirip atmadık mı?” (İnşirâh 94/2)

Vizr: Günah yükü.
Yük sırta ağır geldiğinde, sırttan bir "nakîd", yani bir gıcırtı (hafif bir ses) duyulur ki bu, hayvanların sırtına yerleştirilen tahtervanın ve semerin, göç yükünün ve kaburgaların sesidir. Yahut da, üzerine yük vurulduğunda, devenin çıkardığı ses olup, bu, Hz. Peygamber (s.a.s)'e, günah yükünün ağır geldiğini anlatmak için, mecazi bir ifadedir.

الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
“Ellezî enkada zahrek (zahreke): Ki o, senin belini bükmüştü;” (İnşirâh 94/3)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
“Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke) : Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” (İnşirâh 94/4)

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“Fe inne maal usri yusra (yusren) : Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.” (İnşirâh 94/5)

إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“İnne maal usri yusrâ (yusren) : Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirâh 94/6)

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
“Fe izâ feragte fensab: Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et.” (İnşirâh 94/7)

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Ve ilâ rabbike fergab: Ve yalnızca Rabbine rağbet et.” (İnşirâh 94/8)
Resim
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen hamdolsun »

İslam böyle ince bir dindir işte...
o Ya Latiff ismi varya o Ya Latif...
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

“E lem neşrah leke sadrek (sadreke) : Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?
“Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke) : Ve yükünü indirip atmadık mı?
““Ellezî enkada zahrek (zahreke) : Ki o, senin belini bükmüştü;”
““Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke) : Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?”

Rahmetenlilâlemini, Âlemler övüyor, salat-ü selam getiriyor ve Sünnet-i Seniyyesini sürdürüp sünnet namazlar kılıyorlar.
İNAN-maktalar ki;


مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
“Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen) : Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.
(Nisâ 4/80)


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen) : Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.” (Fetih 48/10)

“Senin zikrini ref’ etmedik mi?”
İçindeki A’yan-ı Sâbiteni Şah Damarından yakın olanı yakın (AKRABA) kılmadık mı?
Seni Habli’l- Verid yapmadık mı?
Sensin ilk halka, İlk Doğurgan Çember!.
İşte bu ya mesele!


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu AKREBU ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından DAHA YAKINız.” (Kaf 50/16)


Bunu her gün ölen insanların sokulduğu toprakla bizim dünyamızın ara kesitinde seyretsek; sol tarafında içerdekiler, sağ tarağında dışarıdıkiler olsa.
Gözümüzün birisiyle oraya birisiyle oraya bakabilsek.
Bu dehşeti ve bu hayreti görsek yaşamaya gücümüz yetse.
İşte o zaman gösterilir zâten.
Öyle sanıyorum ki bu günkü hayatımız olmaz.
Daha başka bir hayatımız olur diye düşünüyorum.
Bu oluyor mu?
Oluyor evet. Fiilen oluyor. Fiilen aynen oluyor demek istiyorum.
Çünkü bunun olması tamamen bizim durumumuza bağlı.
Güneş var gözüne bir siyah bant geçirmiş “yok!” demekteler demek istiyorum uyumakta.
Rüyasından bahsetmekte.
Savaşları, düşünceleri, ilâhîleri, yellenmeleri dellenmeleri her şeyleri rüyasında, uyargezerliğinde ya da sarhoşluğunda!
Ayık olsa en azından görecek.
Çocuk olsa da azıcık görecek, büyük olsa, kadın erkek olsa da her ne ise.
Kendi haliyle görecek ya.
Gördüğü halde güneş “yok!” mu diyecek?
Çocuklar “yok!” mu diyorlar az akıllılar yok mu diyor.
Hastalar yok mu diyor. Kötüler yok mu diyor.
Demek ki uyku, uyurgezerlik ve sarhoşluk çok pis bir şey.
Bunu neye benzetiriz.
Sadakatsızlığı sarhoşluğa benzetiriz çok benzerler!
Sadıktır ancak bir şey içirirseniz güvenilmez.
İçtiği kadar sadık olur.
Oraya kadar sadıktır ondan bir bardak içirirseniz bir bardak sadakatını kaybeder biraz daha biraz daha derseniz iyice kaybeder saçmalar.
Uyurgezerlik gibidir samimiyetsizlik sizi kötü yanıltır.
Sağlam sanırsınız hareketleri vardır.
Konuşur kendince!
Ne zaman anlarsınız.
Bir vurur karşıyı indirir, bir de döner bu tarafı indirir dersiniz ki: “Eyvah adam uyurgezermiş! Adamın hareketi beni kandırdı!”

Bunlara sabredemeyiş sadakat ve samimiyetsizlik sabırsızlığı nedir?
Zom uykudur neye benzer?
Hiçbir şeye benzemez.
Dünyanın en Allame-i Cihanı olan kimseyle bir yaşındaki bebeğin uyuması arasında ne fark vardır?
Ya da bir günlük bebeğin.
Hiçbir şey. Aynı haldedirler.
Ölüden ne farkları var?
Fark yok sadece kendilerince bedenen yaşıyorlar.
Akıl sıfır, hayat bağı sıfır.
Olaylar, zamanlar, zanlar sıfır görünen bir EŞYA gibi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

İşte bütün bu anlayışsızlıklar Muhammedî Oluş Şuurunu engelleyen, içeriye girişi engelleyen çengellerdir, “eğlal”lerdir, oltalardır ve çok kötüdür.
Öyle yaşasın, yaşasın!.
İnsan olmanın vasıflarının dışında yaşasın öyle gözüktüğü halde yaşamıyor mu yaşıyor.
Aradığı ne?
Aradığı, bir hayvanın bile böyle bir programı yoktur.
Hayvanların bile proğramlarını ALLAH celle celâlihu insanlara göre ayarlamıştır.
Üremeleri öyledir. Süt vermeleri öyledir.

Ondandır ki gerçi bu gün, gidilemedi ama gidilseydi Hasan Dağına yavrusu olmadığı halde koyunlar 4-5 ay süt verirler görecektik.
“Yavrum yok sütümü kesiyorum!” diyemezler.
Proğramları ona göredir.
Ama insanoğlu sadece ve sadece Kur’ân-ı Kerimde bir gün saymak istiyorum kötü vasıfları nasıl sayılmış diye bildiğim kadarıyla 24 tane olması lâzım ya da 28 tane ana vasıfları.
Kibirlidir, nankördür işte inatçıdır vs.
Eee zâlimdir, câhildir gibi vasıflarını, fasıktır, facirdir, şunu yapar, bunu yapar vs. saysak.
Bu kadar çoktur. 28 tane olması lâzım.
Bu vasıflarını saymak lâzım. Bunlar nedir?
Bunlar bizim ana kartımızda vardır hepimizin az çok.
Nedir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in buyurduğu:


Aişe (ra) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince hâlimi anladı ve: "Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben de: "Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sana yine şeytan gelmiş olmalı!" dedi. Ben de: "Benimle şeytan mı var?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şeytanı olmayan kimse yoktur." dedi. Ben de: "Seninle de var mı?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet, ancak ona karşı ALLAH (celle celâluhu) yardımcı oldu da müslüman oldu!" buyurdu.
(Mülim, Münâfikûn 70-2815; Nesâî, İşâretü'n-Nisâ 4-7,729)

İşte bunlar Müslüman olmadığı zaman Muhammedî Şuur’un neresinde olacak ki?
Neresinde olacak ki Muhammedî Şuur ne demektir.
Ben bendeki prizi buldum demektir bildim demektir yerini bildim.
Muhammedî Nur ne demektir?
Bağı buldum.
Elektriğim bağlı Muhammedî Esrar nedir Surur fişi takdım demektir.
Onur ne demektir O NUR o Nurullahtır, makine çalışıyor demektir ama buzdolabı, ama fırın fark etmez.
O lâzımlığa bakar.
Ama mutfak yanıyor, ama tuvâlet yanıyor.
Ama aydınlık herkes ne yediğini biliyor ne yemediğini biliyor.
Kim bunlar bunlar adam gibi adam.
Münir Hocamın büyük harflerle “İNSAN” ı bunlar.
Kadın, erkek, şu, bu evet.
Kaderini yaşıyor şurada yaşıyor burada yaşıyor doğru.
Ama tümü Keban Elektriğinden elektrik alıyor Buzdolaplığı yapsa da Fırınlık yapsa da biri pişiriyor biri donduruyor lâzım olduğu için.
İşte bu bunun ne kadar ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.
Çünkü öyle yapmasak ne yapacaktık.
Böyle yapmasak Kur’ân-ı Kerime giremiyoruz.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem e giremiyoruz sadece bir teyp gibi bir takım boş içi boş esmaları tekrar etmek, nefsimizin kendini kandırması alışkanlık haline gelmiş ibadetle hiç tatmin olmamış nefis şüpheci belki şüphenin ötesinde inançsız aslında.
Nerde Nefs-i Mutmaine.

Ya eyyühennefsi mutainne.


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
“Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh (mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)


Bu hayal mi hakikat mı?
Gerçekten böyle bir nefis var mı yok mu?
Mutmain OL-muş bir nefsin özellikleri nedir, dördüncü derecedir bu?
Nefs-i Emmare değildir, levvame değildir mülhime değildir mütmainnedir bu nefis.
Ne farkı var Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem le o gün birlikte deve güderdik dediği sahabeyle ne farkı var bakalım.
İkisi de baba, ikisi de koca, İkisi de ekmek yeyip tuvalete gidiyor var mı nefis bakımından bir şey gözüken toplum içinde.
Ne varkı var-yok!
Nerde ayrılıyor nefsin tatmin olup olmamasında ayrılıyor bunu kendi vicdanlarımızda duymazsak yaşamazsak nerde yaşayacağız kader cambazlığı nefsinin çok rahat.
Ne bileyim kendien göre düzenleri kurulduğunda işte öyle herkes gibi olduğunda atı hanı hamamı ötesi bötesi olunca sanki bir şey yapıyormuş gibi şaha kalkmasında var mı mutmaindelik.
Bütün şehrin her tarafını câmi ile doldurup alnına yaptırsak Hâlim kök yaptırdı diye.
Bir hâlim kök daha olsa diyelim ki yan komşu geçti gitti öbür tarafa bıraktı iki üç tane öksüz çocuklar ekmeğiniz yok mu tüpünüz var mı dese.
Hangisi Hâlim Kök Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in Muhammedî şuurundadır neyi yapar neyi yapmazsaz ölçümüz ne. İşte bütün bu bizim anlayışımıza kalmıştır.


Allahümme SALLi ve sellim ve bârik alâ seydina Muhammedin abdike ve Nebîyyike ve rasûluke Nebîyi ümmiyyi ve alâ alihi ve sahbihi ve ehli beytihi.

Allahümme Salli Allahım sall et!
Bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin lutfu keremine daha doğrusu Lütfullaha ulaştır sahib kıl bizi de.
Ashap kıl sahib çık ve sahib çıkma onlar bize sahib çıksın bizde onlara sahib çıkalım.
Fişle Piriz gibi kontak olmasın aramızda.
Pis, pas, yalıtkanlık olmasın.
Alâ seyidine dinimizin sahibi olan, seyidimiz olan Efendimiz ne demek efendimiz.
Var mı Türkçesi Efendimizin.
Ne demek Efendimizin kökü nedir ben bilmiyorum.
Ama “Seyyidinâ” nın kökü vardır.
Seyyidina Nurullah dâimiyetine sahib oluştur.
Onun için seyyiddir onun için şeriftir Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın nesli.
Ve Mevlânâ bizi dost kılan, veli kılan tevella, vella dönmektir zâten. Dönüştür Hakka dönüştür kıbleye dönüştür.
Bizi dost bu demektir.
Bizi Mevlânâ kılan, bizi veli kılan bizim Mevlânâmız olan.
Bu kelimeyi kullandırmamıştır Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem. Hadisler vardır bana Mevlânâ demeyin diye El Mevlâ Allahtır bana Mevlânâ demeyin demiştir.
Ama burda kullanılıyor bazen kullanılıyor hadislerde neden bilmiyorum. Muhammedin Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin üç Mimi üzerine Şeriat, Tarikat, Hakikat Mimleri üzerine istiyoruz.
Hakikat tektir iki hakikat olmaz. Hakikat Muhammed Aleyhissalâmla ilgilidir.
Hakikatı Muhammedîye demektedir Münir Hocam ve doğrudur.
Hakikatı Muhammedîye de “İMAM” a uyulur.
Sünnet namazı kılınmıyor farzı Cuma namazı kılınıyor bir tek imam olur. Onun için üç Mimlidir dört “MİM” li değildir ama Muhammed hamd edendir ama üç mimli hamd edendir .
Üç Mimli Muhammed en mükemmil ve mütekamil halidir.
Mükemmel ve mütekamil halidir.
Dâimiyetin Muhammedîye uzanımıdır çünkü oluş kün fe yekun cennette öyledir.
İki Nurun Cem’idir.
Geliş böyledir aklı anlatış. Hâlâ ikilik vardır akıl olduğu sürece nasıl yoktur. akıl yok mu şu AN-da.
Akıl var tabi .
Yetiştirmeyelim mi bu çocuğu?
Böyle değil mi sünnet Pazar böyle kurulmadı mı kaldıralım mı mümkün değil.
O zaman yolunca yürüyelim yolunca yürüyelim.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

İşte gübre gerçekten çok kötüdür kokusu felan hiç iyi değildir.
İşte biz bazen gidiyoruz Resul’un çiftliğine gidiyoruz işte.
İçerde uzun süre kalırsanız üzerinize siniyor koku.
Kötü değil bu.
O hayvanlar mübârek hayvanlar gerçekten hayran kalınacak kadar güzel hayvanlar hele yavruları felan muhteşem.
Ama onların gübreleri kötü kokuyor değil mi işte o gübreler bize nimet olarak dönüyor yediğimiz içtiğimiz şeyler halinde dönüyor kokladığımız ek güzel gülleri üretiriyor.
Sorun o gübreleri yemeğe kalkışmakta onların kokusu için olduğunu sanmaktır.
Zülcelâl ve Zülikramın farkı için söylüyorum.
Bütün bunlar Muhammedîyetin Hakikat-ı Muhammedîyenin sırlarıdır. Bunları istemiyorum diyenler ben Zülcelâli istemiyorum anca cemal istiyorum diyenlar o cemalı hayallerinde görecekler, bulamayacaklar asla. Çünkü onlar illâllah diyemeyecekler.
Neden Lâ İlâhe batağında çöplüğünde çöktükleri için.
Bunları çok iyi anlamamız için söylüyorum.

Allahümme SALLi ve sellim ve bârik alâ seydina Muhammedin abdike ve Nebîyyike ve rasûluke Nebîyyi'l ümmiyyi dördü birden sayılı veriyor.
Abdike, zâhir âlemindeki şeriat âlemindeki bedenen gözüken Abdullah aleyhisselâm Muhammedül Emin olan diğer üçünü içinde taşıyan tümünün en mütekemmil mütekamil halindeki beşer sûretinin son halini yaşayarak bizzat fiilen her ne gerekirse Necm Sûresindeydi galiba hepiniz cehenneme uğyarayacaksınız, uğramıştır.
Hepiniz sırattan geçeceksiniz geçmiştir.
O ölüm anını yaşarsınız. Yaşamıştır.

“Yedi kuyudan yedi kırba su getirin dökün üstüme dökün!” buyurmuştur. Böyle ateşler içinde yanmıştır son zamanında yedi kuyudan yedi kırba su getirilip dökülmüştür tepesinden Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in. Her şeyi yaşamıştır.

Ve Nebiyyike, Bâtın Âleminde TARİKAT dediğimiz ya da Amel Âlemindeki, Mahmudiyet Âlemindeki Makamı Mahmut Âlemindeki haliyle de salatü selâm olsun!

Ve Rasûluke, âhirdeki Ahmediyet Âlemindeki tek hamd ediliş âlemindeki tek İmamı Mutlak oluş halindeki ilk yaratılış noktasındaki AHMED aleyhiselatü vesselâma da salatü selâm olsun!

Nebiyyi’l- Ümmiyy, evvelinde külli şey yok iken, bir şey yok iken Allahu Zülcelâl, Allahu Zülcelâl her zaman olduğu gibi iken Allahu Zülcelâl!
Kendi kendindeki kendi sevgisinin “HABBE” sinin tezahürü bilinemezlik amasından haberci, Nebî.

Ne demek nebe?
Bilelik Nuru demek.
Kimle Bilelik Nuru?
Yaratanla, yaratılanın Bilelik Nuru.
Yazı tura mı atılıyor?
Hayal mı, yok mu.

“Olduğu halde gözükmemek” nedir?
Gayb ne demek gayb?
Nasıl yazılır gayb?

Gayn yazılır Ye kaynaştırma harfidir Be yazılır.
BİLEliğin galibiyetidir GAYB.

Öyle değil mi şu anda?
Su mu akıyor ceryanlar su gibi bir şey mi akıyor makinalara.
Hakikaten koca şehre gelen bilek kadar ne bileyim ben parmak kalınlığında bir telden mi akıyor?
Hani nerde zâhir? Olduğu halde gözükmeyen cereyan nerde?
Ne iş yapmakta? Gözükmek ne demek?


İşte Dört Âlemi sayılıveriyor bu salavatta;
Abdike, Nebiyyike, Ve Rasûluke, Nebiyyil ümmiyyi…

Hakikat Âleminde Nebiyyi’l- Ümmiyy.
Marifet Âleminde Rasûlullah,
Bâtın Âleminde Nebiyullah,
Zâhir Âleminde Abdullah aleyhisselatü vesselâma salatü selâm olsun Ya Rabbi!
Hacerü’l- Heyteminin salavatı o 1 numaralı bu.
Ve âlihii ve üzerine olsun âl-âile üzerine olsun!
Kim bu âl?
Orda iki tane elif vardır birbirinin üstüne yatmıştır. İşte budur.
Cebrâil, Mikâil, İsrafil, Azrâil, İsmâil! Âil âil âil âil.
Bu bir kelime avcılığı değildir.
O kadar değildir ki o kadar değildir ki İblis dahi bu işi başaramamıştır.
İblis dahi başaramıştır.
Neden çünkü hiç çâresi yoktur.
Bin tane birin bir kere içeriye almaz.
Asla almaz ama. Kendi kendini korur.
Yeter ki siz;

Muhammedî Sadakat,
Muhammedî Samimiyet,
Muhammedî Sabır ve
Muhammedî Selâmeti

Dördünü bir araya getirip:
“Ben halis muhlis sıdık ve adil bir Muhammedîyim çok şükür!” deyin ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem zâten bunu istemekte ve beklemektedir.
Allahu Zülcelâl Muradullahı ve Emrullahı da budur zâten.
Böyle değilse zâten,
“Allah ve Rasûlune teslim olunu yapamayacaksınız. Çünkü Allaha teslim Olmak esastır.
Gelirken yanımdaki kişiye sordum:
“Kime iman ediyorsun?” diye.
“Allah’a!” dedi.
Nerede Âyet-i Kerime, nerede Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem?
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ne olacak?

“Onu bilmiyorum?” dedi.
Ne kadar da çok değerli bir insan o çocukcağız, hakikaten bilmiyor!
Câmideki vaize sorsaydık bu gün
“kime iman ediyorsun?” diye.
Otamatik olarak diyecekti ki
“Allah’a iman ediyorum?”
Halbuki Allahu Zülcelâl Kur’ân-ı Kerimde: “Allah ve Rasûlune iman edin!” diyor.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem sollayıp geçmesine sebep ne?
Nasıl geçiyor bu?
Allahu Zülcelâl’e iman ettikten sonra dönüp te Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e mi iman edecek bunu mu demek istiyor.
Bu nasıl iş?
Bu anlaşılmaz bir cehâlettir.
Öyle aykırı öyle yanlış öyle ters ki sormayın!..

“MUHAMMEDΔ kelimesini kullanmamız bile kınanmıştır!

“Allah ve Rasûlune iman edin!” dememiz kınanmıştır ve doğrudan “Allah’a edin!” yeter sanılmaktadır.

ÖLÇÜmüz ve MİHENGimiz nedir BİZim?
ANA KAYNAK, Kur'ân-ı Kerim’imizdir…
O halde buyurunuz BAK-alım..

ALLAH celle celâlihu açıkça buyururmakta ki:


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun): De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmran 3/31)

Hakk Gerçek bu iken;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem i öldü gitti sanmak,
ALLAH celle celâlihu sevgisi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sevgisini farklı sanmak,
ALLAH celle celâlihu sevgisi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem EMİRlerini farklı sanmak,
Ne acı ki Kur'ân-ı Kerim’e göre “KÜFÜR” dür:


إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
Resim---“İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen) : Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;” (Nisâ 4/150)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Resim---“Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen) : İşte gerçekten KÂFİRler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/151)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ يُفَرِّقُواْ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen) : Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ 4/152)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e SALL ı ULAŞImı Kavuşumu, DUY-up UY-mayı, TESLİMİYYETi EMReden BizZÂT ALLAH celle celâlihu dur:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen) : Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb 33/56)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

ALLAH celle celâlihu ile RASÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem e İTÂAT EDİN!

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne) : De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi) yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.” (A'râf 7/158)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---“Yes’elûneke anil enfâl(enfâli), kulil enfâlu lillâhi ver resûl(resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn(mu’minîne) : Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.” (Enfâl 8/1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ
Resim---“Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn(tesmeûne) : Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.” (Enfâl 8/20)

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Resim---“Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran) :Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/33)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Resim---“Ve etîûllâhe ve etîûr resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinel belâgul mubîn(mubînu) : Allah’a ve onun Peygamberine itaat edin ve onların emirleriyle yasaklarına aykırı hareket etmekten sakının. Eğer itaat etmekten yüz çevirirseniz biliniz ki, Peygamberimize düşen sadece açık bir tebliğdir.” (Mâide 5/92)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---“Ve etîûllâhe ve etîûr resûl(resûle), fe in tevelleytum fe innemâ alâ resûlinel belâgul mubîn(mubînu) : Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.” (Tegâbun 64/12)

أَأَشْفَقْتُمْ أَن تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---“E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât(sadekâtin), fe iz lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve etîûllâhe ve resûleh(resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne) :Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdele 58/13 )

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ
Resim---“Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum: Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 47/33)

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
Resim---“Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ(azîmen) : (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb 33/71)

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Resim---“Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen) : Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisâ 4/80)

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---“Kul etîûllâhe ver resûl(resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn(kâfirîne): De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez. (Âl-i İmrân3/32)

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---“Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi) ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlikel fevzul azîm(azîmu) : Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisâ 4/13)

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Resim---“Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâren hâliden fîhâ ve lehu azâbun muhîn(muhînun) :”Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14)

وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
Resim---“Ve men lem yû’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ lil kâfirîne saîrâ(saîren) : Kim Allah'a ve Resûlüne iman etmezse bilsin ki biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Feth 48/13)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا
Resim---“Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ(mubînen) : Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb 33/36)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَآقُّواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَمَن يُشَاقِقِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Zâlike bi ennehum şâkkullâhe ve resûluh (resûlehu), ve men yuşâkıkıllâhe ve resûlehu fe innallâhe şedîdul ikâb (ikâbi) : Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.” (Enfâl 8/13)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---“Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne) :Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-i İmrân3/132)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) : Bedevîler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurât 49/14)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim---“Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan) :Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا
Resim---“Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’mel sâlihan nu’tihâ ecrehâ merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ(kerîmen): Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.” (Ahzâb 33/31)

ALLAH celle celâlihu ya ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e itaat etmenin müslümanlık, karşı gelmenin sapıklık, kâfirlik olduğu, iman ve itaat edenlere Cennet nimetlerinin olduğu, inkâr ve karşı gelenlere Cehennem azablarının olduğu, bunların Cehennemde: “keşke Allah’a ve Resulüne itaat etseydik!” diyecekleri âyetlerde bildirilmiştir.

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---“Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ner resûlâ(resûlen) : Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb 33/56)

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn(muflihûne) : Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.” (Nûr 24/51)

وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Resim---“Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humul fâizûn(fâizûne) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nûr 24/52)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---“Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’reci haracun ve lâ alel marîdı harac(haracun), ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ(elîmen) : Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildirler.) Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.” (Fetih 48/17)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---“Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun): Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir. (Tevbe 9/71)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Sadece Habibullah Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e UY-mayı da EMR-ediyor:

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---“Kul atîullâhe ve atîur resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu) : De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nûr 24/54)

مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi) : Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü'ne verdiği fey, Allah'a, Resûl'e, (ve Resûl'e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.” (Haşr 59/7)

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim---“Ve mâ yentıku anil hevâ : O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.” (Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Resim---“İn huve illâ vahyun yûhâ: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (Necm 53/4)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne) : Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.” (Nahl 16/64)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---“Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve atîûr resûle leallekum turhamûn (turhamûne) : Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz.” (Nûr 24/56)

ALLAH celle celâlihu, Habibullah Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ini övüyor:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne) :Seni de (ey Rasûlüm), ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne) : (Ey Rasûlüm), biz, seni ancak bütün insanlara cenneti müjdeleyici, azabı haber verici olarak peygamber gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler (bunu tasdik etmezler).” (Sebe 34/28)

مَا أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ
Resim---“Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin) : Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.” (Kalem 68/2)

وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ
Resim---“Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin) :Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.” (Kalem 68/3)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---“Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin) : Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren) : Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
Resim---“Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ: Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.” (Duhâ 93/5)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Resim---“Ve refa’nâ leke zikrek(zikreke) : Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” (İnşirâh 94/4)

Bu âyetin tefsirinde deniyor ki:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Allahü tealâ buyurdu ki: “Ben anıldıkça habibim sen de benimle birlikte anılmak suretiyle şânını yükselttim.”
(Ebu Ya'lâ, İbni Hibban)

Mülhime tersten bakıyor. Bakmaya çalışıyor yahutta.
İşte al Lütfullahın direkt alımıdır. Âile budur.
Bütün genetik kartlarını taşır.
Seyyidina Muhammedin, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin âline selâm olsun.
Ve ezvacihi, Annelerimize selâm olsun.
Ve ümmetil ve ezvacihi” evet mü’minlerin annesi olan eşlerine zevcelerine salatü selâm olsun.
Ve Zürriyetihi, ve zerrelerine zürriyetine selâm olsun.
Zürriyetuhu. Zürriyet öyle basit bir kelime değildir.
Bütün bu zerreleri çektikte bir zerreye gelir çünkü.
Zerreler toplar toplar toplarsınız da Hâlim kardeşim diyelim ki 6 kardeşi vardı.
Çekiverdiniz mi annemizin karnında yok oluverirler hepisi birleşiverirler.
Çekiverdiniz mi dedesinde yok olur.
Çekiverdiniz mi yok ola yok ola bir tek zerreyebiner bu.
İllâ illâ biner.
Mutlaka biner, mecburen biner, çâresiz biner zâten öyleydi.
Zâten öyleydi gerçek bu.
Nerden bileceğiz söyleyeceğiz ki nasıl söyleyeceğiz ki Barbaros’a Bedelya’nın bir milyar tane torunu vardır diye.
Nasıl diyeceğiz yok mu?
Olur. Olur!
İşte Âdem’in torunları ortada.
Bu zincir bu zürriyet ve “ehlibeytihi zürriyetihi” burda buyuruluyor güzel.
Zürriyetine olsun.
Ve ehli beytihiye ne gerek vardı zürriyeti onlarda zürriyeti.
Niye Ehl-i Beyt aleyhumusselâm-i beytihi tek kalmıştır Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem den diğer kızlarının oğlan çocukları da dahil hep ölmüştür, kendisinin ki de ölmüştür geçmiştir.
Tek kaynak kalmıştır o prizdir.
Priz, fiş değildir.
Fiş olan Ali Keremullahi Vechedir.
İki priz vardır isimle anılan Hz. Meryem aleyhisselâm. Ve Hz. Fatma tül Zehra aleyhisselâm.
İsa İbni Meryem ile Hüseyin İbni Fatıma, Hasan İbni Fatıma.
Başka kimse anasının adıyla anılamaz.
Haa bir de bu âlemden kim öbür âleme geçerse anasının adıyla anılır.
Babasının adıyla anılmaz öldüğü zaman.
Diriyken iki âile anılır anasının adıyla. Başkası anılamaz.
Ölüyken ise herkes ANA Adıyla anılır ve TALKIN verilir ölüye, çünkü babası bilinmez. Anası kesindir.
İslam çok güzel bir dindir.
Onun için de talkın verilirken ölü talkın verilirken “falan oğlu falan” denmez.

Ne denir?.
Ee işte: “Aslı’dan doğma, Mustafa dan olma Hacı Mahmut kalk bakalım hemşerim öbür tarafa geçtin!” denilir
“Hele bir toparlan bir görelim nerlere geldin?” derler mi derler.
Bu gün demezse yarın derler ama derler.
Burda neyi demek istiyorum nasıl âile ki nasıl âile ki iki tek, iki âile ANNE-sinin adıyla anılıyor diyor.
Ve işin daha garip tarafı ise Meryem aleyhisselâm diyor ki annesi diyor ki: “O’nun zürriyetini Meryem aleyhisselâmın annesi onun zürriyetini şeytandan Allah’a sığınırım!” diyor.


فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(racîmi) :Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım." (Âl-i İmrân 3/36)

Ve İsa aleyhisselâmın zürriyeti yoktur.
İsa aleyhisselâmda bitmiştir. Çok ilginçtir.
Aynı şey Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in tek canını, kanını, imanını her şeyini bize aktaran getiren tümü getiren,
Kıyamete kadar da götürecek olan Fatımatü’z Zehrâ aleyhasselâm Annemizin nesl-i pâkidir.
Şerefli necib neslidir.
İcabını, necib ne demek be sırrının cemini Nurullah olarak taşıyan demektir.
Bu bunu ANlayış ise; şeytanın oyuncağı olmuş nefislerin istediği şeklinde ANlması değildir.
Bu insan ruhunun da ötesinde Rabbanî bir sırdır bu.
Bu ancak
Sadakat, Samimiyet ve Sabır yoluyla gidilir buraya.
Bütün ibadetleri yapsak, itaatları yapsak, irfanları her şeyleri yerine getirsek dahi şartları açıktır onun içindir ki İslam Dinimizde sermaya
SADAKATtır SAMİMİYETtir.
İlim çokluğu yokluğu, yapıp yapmalar, çok yapmalar, az yapmalar vs.ler değildir öncelilik OL-AN...

Onun için buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Kadir gecesinde yatsı namazını kıldıktan sonra ruku ve secdelerine bakın dikkat edin Yatsı namazını kılarken demiyor bakın dikkat edin onu öyle kılın değil onları rast gele kılın anlamında değil amma yatsıyı kıldıktan sonra ruku ve secdelerine dikkat ederek 4 rekat namaz kılın şu kadar sevap alırsınız.
Ve ihya ettiniz o geceyi.
“Yok yok ben 1000 rekat kılacağım!”
Kıl!
Ama bana soruyorsan diyorum ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem böyle buyuruyor. 10000 rekat kılarsan da kıl fakat rukudan ruku ve secdeye dikkattan kastı nedir.

Belini bükük durmak mı kaç dakika duracaksın?
15 saniye.
Secdelerde 1 dakika sürsün bir dakika da uzun da.

Neden kıyamda değil?
Halbuki kıyamda Kur’ân okunur başka yerde okunamaz Kur’ân.
Ne dir bir rekat namazda kıyama duruş?
Beden Makamıdır, Şeriat Makamıdır, değil midir?

O zâten elimizdeki haldir.
Adama diyorsunuz ki yok zammı süre olarak Duhanı koş.
“Ben bilmem!” diyor

“Ne bilirsin kardeşim?”
“Ben İzacayı bilirim!”
İyi yeter!.
Ne dersen de okutamazsın ona sen Rahmân Sûresini bilmiyor çünkü. Şartları kendi içinde demek istiyorum ama rüku’ öyle mi rüku’ Nefis Makamıdır.

Var mı lam gibi kafasını kıracak?
Var mı iki büklüm yapacak?
Var mı ellerini dizine alıp ok gibi başı Kâbe’yi gösterecek?
Var mı öyle bir nefis var mı?

“Subhane Rabbiyelâzim. Azametini kabul ediyorum.
Vallahi kabul ettim azametini, gördüm yaşadım ve şâhidim Azametullahına!” diyecek bir nefis varmı rukuda?
Muhammedî bir nefisten bahsediyoruz ki var hamdolsun!.
“Subhane rabbiyel azîm ve bihamdihi” dedi “Rabbane ve lekel hamd” dedi kaldırdı BEDENİ KIYAMa Hamd etmek için.
“Semiallahu limen hamideh” buyuruyoror Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem, Allah es Semi’, işitti hamd edenin hamdini!
“Rabbena velekel hamd”
Rabbımız gerçekten yemin olsun ki hamd senin hakkındır .

Nereye gidiyor?
SECDE-ye.
Neydi secde?
Kalb Makamıydı.
Rahmân ve Rahîm kapıları olan bir yerdi Muhammedî bir MAKAMdı.
Zâhir ve Bâtının ara kesiti gibi berzahtı.

Neyine dikkat edecekmişiz?
Neyine dikkat edecekmişiz BİLmediğimiz, BULmadığımız beraber BİLE OLamadığımız Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin neyine edecekmişiz ki. Neyine?
Başka hadisler de var.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Horozun yem topladığı gibi namaz kılmayın, köpek oturuşu gibi oturmayın, tilkinin bakındığı gibi sağa sola bakınmayın!” buyurdu.
( İmam Ahmed ve Ebu Ya’la: Sahihu’t-Terğib.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

İşte bütün bunlar demek ki Kudretullahın bir anlamda anlatım örneği olan leyller geceler gündüzler gibi olan Azametullahın hayatın tüm caf cafının gözüktüğü rüku’lar.
Gecenin akıl fikir ermez bir ucuda doğum bir ucunda ölüm, bir ucunda doğan güneş bir ucunda batan güneş olan bu karanlık gözüken fakat her şeyi doğuran bu muhteşemliğin bu secde halinin seheri, fecri tüm bunlar sûreler, kameri, şakku’l- kameri vs.
Şakku’l- Kamer, Elem neşrahleke sadrek ve şakku’l- kamer.
demek istiyorum ki ne bu?
Bütün bunlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin özellik ve güzelliğini yakalamamıza bağlıdır.
Ehl-i Beyt aleyhisselâmla zürriyetimin zürriyetidir ayrıca Ehl-i Beytidir.

Ne demektir “Ehl" ?..
Kim ehil olur?

Lütfullah Hüviyetine sahib olan ehil olur.
Siz kendi haramınıza haramzâdeyi sokar mısınız?
Hiçbir yılanı koynunuza alır mısınız?
Bir haini alır mısınız?
Güven emin olmadığınız birisini yapar mısınız?

Benzin döker misiniz kibrit çalarmısınız gibi.
Ehil, ehle burdaki hüviyettir hee çift gözlü “he” dir onu demek istiyorum.
Allah için Allahın Celle Celâlehunun letafet bağlantısıdır.
Beyt hep söylüyoruz zâten beyt geçici süre bir kap bulmaktır kişiliğin, benliğin, ben diye bir şey yaratılmış o zaman ona bir şey bulalım.
Beden bulalım.
Beyt bulalım, deyim bulalım, bilinç bulalım o şeye sahib çıktın onunla imtihan edelim edilmiştir.
Onunla sapıtmıştır onunla DALL etmiştir, onunla SALL etmiştir zâten.

“Benim! Benim! Benim! Benim!” diye. Bir yere gelmiştir .

İnsan oğluna YÜKlenen AKIL Emaneti ve ona YÜKlenen Esmâ İlmi içinde kendisine verilen Geçici, Eğreti, İzafî “BEN” lik!..

“Gerçek BEN” ALLAH celle celâlihu iken:


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Tâ-Hâ 20/14)

İLİMsiz, EDEBsiz, SEViyesiz ve İSİMsiz kalan HAM AKIL, İlahî Nakilsiz de Kalınca Firavun’ca demekte ki:

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Nâziât, 79/24)

Taptuk Baba gibi bir HAKK ERENden EDEB AL-AN Yunus Emre ERENimiz gibi,
İKİ BEN-likten, kendi “BEN” liğinin
Fakir-Aciz-Zelil-Âlil OL-duğunu görünce bunu lütfeden ALLAH celle celâlihu ya EL-inin ER-emeyeceğini ancak ÖZ-ünden ÖZ-de AKRABA OL-AN-ı NAKİL-Kur'ân-ı Kerim’de BİLip-BUL-up-OL-up YAŞA-makta;

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu AKRABU ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

Bir “Ben” Vardır Bende Benden İçerü…

Buyurması ALLAH celle celâlihu BUYRUĞuyla perçinlenmektedir.

Hangi ben doğru?
“Ben” im nefsimin dediği “Fe kâle ene rabbukumul a’lâ” mı doğru?
Nefsim dediğimin taaa şah damarından yakın olan “İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene” mı doğru?
Bu “Ben” lerin ortaya çıkması için zâten çıkıyor.
“Lâ İlâhe İllâllah” benim dediğim var ya birinci dediğim olmaz.
İllâ kim olur “İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene” olur.

Salavattaki Ehl-i Beyt edeb içindir.
“Ve sahbihi” ve sohbetine sahib çıkanlar, sırrına sahib çıkanlar, habbesine sahib çıkanlar.
Ve “sahabe”, buradaki içerdeki “HABBE” yi görüyorsunuz “asHABB” dakini demek istiyorum.
Habibullah Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem “HABBE” sini…

“HABBE” sahibliğidir“asHABB”.

“HABBE” “TOHUM” a sahib olmayan bir insan ağacın neyine sahib olacakmış?
“İncir çekirdeğine sahib değilim!” diyen “onu ezerim!” diyen bir insan kıyamete kadar incirsiz kalmayacak mı?

Peşinci, güvenilmez, kendinden kendine hain olan bir sadakatsız ve samimiyetsiz için hiç bir sistemin, akılın vs. yapacak bir şey yoktur.
Akıl Pazarında yapacak bir şey yoktur, onun dışında ise istediğini yapabilir.
Yapmaya koşturmuyorlar mı?
Binlerce insanları maçlarda toplamıyorlar mı?
Tarikat Meydanlarında toplamıyorlar mı?
Miting Meydanlarında toplamıyorlar mı?
İnsanları halden hale sokmuyorlar mı?
Ama vicdanlarındaki nedir?
Kendileri kendilerinin hallerini bilmiyorlar mı?
biliyorlar.
Bunları hangi inanca sahib çıkışmışlardır?

Kim, “KİM” e sahib çıkıyor?
Fiş prize mi sahib çıkıyor?
Fiş prize mi?

“Fesubhanallah!” ben “Elektrik geliyor!” diyorum hâlâ bana diyor ki: “Fiş prize mi sahib çıkıyor, priz mi Fişe?”.

“Ve sahbihi” “HABBE” samedi olarak fiilen iş görüyor.
Şah damarımdan yakin daha içeride OL-AN ın “NUR” unu “Nur-u Mim” olarak Habli’l- Veridden fiilen alıp kullanıyorum, şu AN-da konuşuyorum.
Mezardan değil, HAYY-dan haya El Hayy olan ALLAH celle celâlihu!.
Şu AN-da bende “HAYY” ım sende “HAYY” sın farkında mısın haylığıyın?

Böyle değilsek ne anlamı var “HAYY” AT-ın?.
Değilsek ne anlamı var YAŞA-ma-nın?

Zâten hiçbir şeye gerek yok o zaman!
“Kemâ salleyte” “ke mâ bu oluşum şunun gibi ki, bu şey gibi ki, “salleyte alâ İbrahime” daha önce de bu SALL olmuştur.
Alâ seydinâ Efendimiz İbrahim aleyhisselâma.
Ve alâ âli İbrahime, onun âilesine de!

“KİM” O’nun, Ebu RAHim OL-AN İbrahim’in Âilesi kimdir?
Er Rahîm olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ dır.
“Fil âlemin” âlemler içinde…


Elif Lâm Mim. Ayn Lâm Mim dir ÂLEM.
Tekrar söylüyorum Elif Lâm Mim dir.
Kur’ân-ı Kerimdeki burdaki de Ayn Lâm Mimdir.
Ayn kişiseldir, şahsa geliştir.
OL-uşmuş eşyaya dönüşmüştür.
En katı, en zâlim en şey haldedir. Bu uçtadır .
“AYN” laşmıştır buraya kadar gelebilir zâten dahası Gayn-laşır.
O zehir zıkkım olur.
Hemze Elif AYN-laşır.
Gider gider gaynlaşır.
Dörtlü değildir sistem dört tane benzer harf bulamazsınız.
Pehtek ze dersiniz.
Peltek se veya sad dersiniz.
Üçten çok gidemezsiniz.
Üçten fazla Mim bulamazsınız.
Tüm bunlar haktır, uydur kaydır değildir.

“İnneke hamidün mecid” şüphesiz ki sen “inneke” muhakkak ne o muhakkak olan ne demek “inneke” ne demek?
Şu kün fe yekunlar var ya.
O NUN-dan NUN-a geçişler varya, mânâdan maddeye geçiş gibi, soyuttan somuta geçiş gibi!
Bunlar var ya bunlar, bu oluşumlar var ya!..
“Hamidün mecid” dir ya!.
Nedir mecid, daimiyetin cem’idir.
Muhammedî MâSiVâ OL-arak ortaya çıkan “CÛD” dur.
İkram olarak ortaya sunuştur.
Yemek pirişip getirmek gibidir.
Vü-cûdd bulmasıdır, ortaya çıkmasıdır.
“Hamid” bu hamde gerçekten değer.
Daimiyetin bu Muhammedî Daimiyetin Hakikatına ermektir HAMD!.
Ancak akıl yapar HAMD-ı.
Keçiler hamd edemez şükrederler, teşekkür ederler.
Hayvanlar su verirseniz oynamaya başlar vermezseniz inlemeye başlar.
Bitkiler de!..
Ama insan öyle değildir “teşekkür ederim” “hamd ederim” var ol.
Gözünün bakışıyla dahi söyler sana akıl, hamd eden akıl.
Zâten hamd, Makam-ı Mahmud’u bulan akıl artık kıbleyi şaşırmaz.
Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ROTA-sındadır.
Allah korusun dönmez!.
Evet böyle bir salavatla giriş yapmış olduk inşaallah.
Elhamdulillahirabbil âlemin..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Biz “Elem neşrah leke sadrak” tayız.
Ama buradada aynı şeyi göreceğiz ve sıksık göreceğiz ki iki üç konu var bu konuları birbirleriyle çok ilgili Arapça.
Ben Arapça âlimi değilim bilmem.
Bildiğim kadar bilirim.
Benim bildiğim şeyler basit şeylerdir.
Bir profosör gelse “git işine!” diyebilir.
Çünkü ben onun gibi bilmem.
Benim bildiğim şey Dertbenli Deli Hasan gibi bilirim.
Yunus Baba gibi bilirim.
Kuddusi Baba gibi bilirim, ben BİZimkiler gibi bilirim.
Böyle demek istiyorum.
Yevm vardır yevm, Kur’ân-ı Kerimde.

“Malikiyevmiddin” dedin mi yapıştırıverir âhiret gününe inanıyorum.
Bu gün ne?
Bugün de yevm!
Bu kimin yevmi bu?
“O da O’nun!” der de:
“Hangi günü yaşadım ben? Hangi AN-ı yaşıyorum?” deseniz bakakalır.
Demek istiyorum ki bizim, benim söylediğim bir şey var.
Sanki benim AN dediğim şey bir sigara kağıdı gibi, geçmişim sigara kağıdının bu yüzünde şu AN-da, geleceğimin tümü de öbür yüzünde Allah katında, ben sadece incecik bir sigara kağıdı gibi şu AN-ı yaşamaktayım.
Ne geçmiş ne gelecek var uzunca, bir kağıt yüzü gibi.

Onun için diyorum geçmiş yüzüne Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin TÖVBE-sini yazarız.
Gelecek yüzüne Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin DUA-sını yazarız.
Bu kağıda da deriz ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin RIZA-sanda olmalıyım!..
Ne oldu diye soran olursa:
“Eşhedü Enlâ İlâhe illâllah eşhedu enne muhammeder rasûlullah!”
Allaha ısmarladık güle güle hesapsız cennet.
İşte “Şen olasın Halep şehri!” budur..

Gerisi gerisi çöplüğün çilesi, leş kavgası, olsun olmasın, olsun olmasın!
OL-AN, olan hiçbir zaman gözükmeyecektir!
“Olsun! Olmasın!” savaşı her zaman sürecektir.
Bu ifrat ve tefrittir ikisi de cehennemin zümarasıdır zâten.
“OL-AN” haktır çok şükür Elhamdulillâhirrabbül âlemin ki bu cennettir.

Bu cennettir, bunu nasıl DENGE-leyeceğiz?
Yevm eşittir gündüz-nehar artı gece-leyl demektir.
İkisinin toplamına YEVM denilir.


“Tecrimen tahtihel enhar halidine fiha”
Bu enhar nedir bu enharlar, bu nehirler?
Nehir demektir aynı zamanda enhar.
Işığın böyle nehir gibi çoşmasından dolayı fercde öyledir ışık fışkırmasıdır. Enhar da öyledir.

Vedduha da öyledir. Ziyanın çok yüksek oluşudur.

Ne ziyası bu?
Nedir bu böyle, fecre isim veriyor.
Nehar diye gündüze isim veriyor.
Duha diye ziyanın yüksek olduğu zamanlar en şiddetli olduğu zamanlar bütün bu nurlu nuru muhteşemliği bu azamet her zerrenin en detayına kadar zâhiren gözükmesi hali
bu ne AZAMETULLAH-tır bu?
Azametullah, Şeriatullah gibi bu kadar açık.
Gündüz gibi, dünya gibi.
Dünya hayatımız gibi, bir de gece var yalınız.
Bu gündüzleri doğuran ve bekleyen hem doğuran hem bekleyen bir gece var.
Tıpkı bir ana gibi doğuruyor şafağınan, bir toprak gibi yutuyor akşamınan.
Öyle bir gece var öyle bir KUDRETULLAH var öyle bir yutuculuk ana karnı gibi çekicilik doğurttuğu yere geri alış gibi bir sistem var El Leyl deniyor buna.
El Leyl bu nasıl leyldir ki bu ne biçim Lütfullah; Celâldaki, Allahtaki Celle Celâlehundaki gibi “Lâm” lardır bunlar, El Leyl.
Nasıl bir Leyldir ki içerdeki Leylin yaşayışa geçiriyoruz dışarıya da lutfen hayatın her noktasında kullanıyoruz.
Tıpkı aklımızı kullandığımız gibi.

“Kaç kilo aklımız var Barbaros?” diyorum.
Kaç kilo. Kaç metre?
Siz içerden bir Lâm kullanıyorsunuz bir lâm var lâm.
Muhammedî bir Lütuf kullanıyorsunuz bâtında!
Bunun birlikte oluşudur gece-LeYL dediğimiz hikaye.
Zâhir ve Bâtının kucaklaşıp uyuduğu, karı koca olduğu bir hal gibidir.

Onun için Muhteşem Kudretullahtır diyorum.
Azamet Kuvveti ve Kudretullah havli-potansiyel Gücü!

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyül azîm.
“Velâ havle” gerçekten bilinemez potansiyel güç, Kudretullahta olur ancak bu.
Böyle bir potansiyellik bilemidiğimiz bir karanlığın içinden çıkar gelir.
Biz bunu göremeyiz. Buna gücümüz yetmez.
“Velâ kuvvete” gözüken kuvvet yok!
Gündüzde olsa, her şeyi görsek dahi: “Rica ediyorum dünya, biraz yavaş dön, ya da güneş bu gün azıcık şöyle hafif gel!
Ya da bulutlar artık atmayın üstüme yağmurları!”
Diyerek Azametullaha karşı da gelemem.

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm!.”
İllâ billâhi, ancak ve ancak bu Allahu Zülcelâl le ilgilidir bi, bi, bi!
Bi Bağı vardır.
Bi BİZ-BİLE-liği vardır Allah ile illâ billâh. Aliyyül azîm.
Kudretullahın da
el Aliyy ALLAH celle celâlihu, Azametullahında Azîm olan ALLAH celle celâlihu!
Zâhir - Bâtın vs. vs. ikililerden bahsediyorum.
“Lâ İlâhe” de gerçekten Azîm olan ALLAH celle celâlihu, Azametullahta!
“İlallah” ta el Aliyy ALLAH celle celâlihu, Kudretullahta demek istiyorum. Bütün bunlar Azamette emrullahın işlenişi,
Kudretullahta Muradullahın gizli oluşu!
Zâhirde işlenişi, Bâtında gizli oluşu!

Bütün İKİ-lilerimizin tümüne baktığımızda neresine bakarsanız bakın bunlar görülecektir.
Sanki Azametullah, zâhir gibi, gündüz gibi, dünya gibi
Sanki Kudretullah bâtın gibi, gece gibi, âhiret gibi gözükmektedir.
O zaman “yevmi’d- din” diyor zâten.
Geceyle gündüze YEVM dendiği gibi, dünyamıza ve ahretimize “DİN” desek doğrudur, zâten öyledir de.

Onun için dua ederken:
“Allahım! Dinimizde Dünyamızda ve Ahretimizde hak ve hayr ver!” diyoruz ya işte din-de öyledir zâten.
Dünya ile ahiretin arasındaki DENGE-den ibarettir, DÜZEN-den ibarettir. SEVİYE-lenmekten ibarettir DİN…

“Lâ İlâhe” Dünyası ile “İllâllah” Ahireti arasındaki SEVİYE-dir Muhammedî Mutluluk, doğruluk, güzellik vs. vs.
Bizim bunları çözmemiz çok lâzımdır.
Bana lâzımdır, İnşaallah Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ile aramda hakikaten lâzımdır.
Gerçekten ben KEBAN-dan kastım biliyorsunuz bizde Türkiye de elektrik üretim merkezi olduğu için ondan bahsediyorum ve bizim AN-latım ve AN-layış tarzımıza çok çok fiziken en yakın şey ELEKTRİKtir.
Madde, Teknik Tasavvuf dediğimiz Muhammedî Melâmetin AN-latım tarzında çok önemlidir bu.
Diyorum ki iki tane Merkez var!
Birisi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ın yüreği,
Diğeri de bizim bildiğimiz Keban.
Zâhirde bizim bildiğimiz Keban.
Bâtında Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in yüreği.
Ama ben ikisini de kullanmak zorundayım.
Biriynen konuşacağım ki siz duyasınız.
Gizli gizli konuşamam çünkü.
Ama biri de lâzım ki konuşabilmek için lâzım!

Ne diyeyim ben ne, diyemem bir şey.
Bu ikisinin beni bağlayan bir şey olması lâzım.
Birisi şu anda Kebandan benim ağzıma değen mikrofona kadar elektrik şu anda gelmekte bir iğne ucu kadar kesiklik yok.
Nereden geliyorsa gelmekte kardeşim!
Altından üstünden şurdan burdan dağı dolalışor bağı dolaşıyor ama geldiği kesin!

Bundan şüphe var mı?
Hayır. Zerre kadar yok!
Olanın aklı yoktur zâten.
Ötekine bakalım
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in yüreği ile benim yüreğim arasında bir hat var mı yok mu?
Aynısı var mı yok mu?
Bunu çözmemiz lâzım “Var mı? Yok mu?” yu çözmemiz lâzım...

Eee “Gariban Can, sen bana bir müfettiş ol gel!.”
Buna gerek yok. Buna gerek yok!.
Elektrik gibidir Nur-u Mim!
Var ise yaptığıyla gösterecektir VAR-lığını.
Ben öyle tarif ederdim Mühendislik okurken:
“Elektirik ne idiği belirsiz ve ettiğiyle belli efendim!” derdim.
Nur-u Mim de gözükmez gözlere gönüller gibi ve: “Ne idiği belirsizdir ettiğiyle bellidir.”
Elektrik de öyledir.
Ne idiği belirsizdir etmeğe başladı mı belli olur.
Takarsınız makineyı fişe, bastınız mı düğmesine
çalışıyor mu?
O zaman elektrik var, çalışmadı mı elektrik yok!.
Makine arızalı değilse.
Bu kadar basittir...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Hangi makine diyorsan bir milyar tane makine takabilirsin cins olarak.
İstersen 10000 tane tak. Makinecıysan git makineyla uğraş.
Bütün ömrüyün tümünü git eşyaları say.
“Taş!” de “Kuş!” de öte de beri de aklına gelenlerin tümünü say git!
Eşya Putu arıyorsan putlarla uğraş dur.
Tümünü çekip de: “Var mı Nur-u Mim yok mu?” diyorsan.
Bir şey dene madem denemek istiyorsun tek şey yeterlidir.
Kontrol kalemi bile olsa yeterlidir bırak âleti.
Şunun için söylüyorum.
Böyle önemli bir ömür gündüz gibi gözüküyor.
Ve böyle bir sonuç bildiğimiz bir sonuç ölüm gibi karanlık gibi gece gibi tümünü doğuran ve yutan bir gecenin buna “Yevmiddin” Din Günü diyoruz.
Azametullah ve Kudretullah cem’idir bu.
Zâhir ve bâtınınımız gibidir.
Sanki gözüken Barbaros Azametullah!
Ama içindeki Kudretullah tecellîsi için bâtını işte biz buna diyoruz “Barbaros!” dediğimiz zaman gördüğümüz gibi bir insandır.
Ama siz bakmayın onun böyle şey gibi gözüktüğüne!
Allah Allah, adam hiç te korkunç değil, ondaki Muhabbet ve Merhamet Muhammedîdir.
Bunu ancak siz o Kudretullahı çözdüğünüz zaman iç âlemini diyorsunuz ki o kadar müşfik merhametli muhabbetli ki hayret ettim.
Çünkü siz azamete bakarak cevap veriyorsunuz potansiyeli göremediğiniz için bütün bunlar bütün bunlar bizim Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in şerh olmasındaki Abdullah aleyhisselâm mıdır şerh olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem nedir?
Azametullah nedir?
Kudretullah nedir?
İkisini birden bağlayan Sall Bağı ne bağıdır?
Bu Lütfullah Bağı ne bağıdır işte bütün bunlar sistemdir.
İsimler tesadüf gibi gelir tesadüf değildir.
Öyle rast gele konmamışlardır.
Lütuf aynen bildiğimiz Tayf Lütfudur.
Işın yeni değildir.
Kırmızı dan bu tarafa kırmızı ötesi, Mordan öte tarafına Mor Ötesi denir. Sonsuzdur böyle bir Tayf Lütfu vardır insanda.
Sonsuz esma yüklenmiştir.
Her şey bir esma yoğunlaşmasıdır ve algılanmasıdır çözümlenmesidir. Analiz sentezidir.
Bu yevm böyle bir yevmdir.
Haaa bu
“Ye” İllet Harfidir.
Üçüncü şahıs gibidir. Ondan bahsediliyor gibidir.
Ve yaşamın fiilen olması lâzım, hayalen olmaz.

“Vav” da öyledir. Vav görüntüyü çıkarır.
Vav kendisi zâten “vav” dır “mim” gibidir.
Kendinde iki “vav” vardır içindekini dışarıya çıkardığı AN-da ancak anlarsınız.
Yoksa ne düşündüğünü asla bilemezsiniz.
Bir Allah bilir bir o bilir. Vav ortaya çıkarandır.
“Cûd” meselâ kerem ikramdır vücud ortaya çıkarandır.
Bu “VAV” böyle bir vavdır.
Yevm de diyorum bir “MİM” lik vardır, bir “MİM” lik vardır.
“MİM” kandesindende iki “MİM” dir zâten.
Üç “MİM” den bahsederken altı “MİM” den bahsediyoruz.
Zâhir bâtın kendi “MİM” lerinin kendi içinde demek istiyorum.
Altı yön budur. Muhammedî altı yön budur.
İşte yevm de Muhammedî görüntünün yaşayışıdır ister sanal kabul edin ister gerçek kabul edin kendinizi hayatınızı olanları aklın algılaması kabul edin. Gerçek sanın.
Algılamayı gerçek sanmaktayız sanın ne derseniz deyin fark etmez ZANN demektedir zâten.
Zann demektir. Zanlar çürüktür diyor.


وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Resim---Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne) : Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” (Yûnus 10/36)

Siz zannedersiniz. Akıl zanneder ne demek?
Zann, Nurullah ve Nur-u Mime kişi AKLının kendinin sahib olduğunu sanıştır.
Sanmasaydım beni imtihan edebilir miydin?
Edemezdin.
Edebiliyor musun sanmayanları?
Ede bilir mi?
Nasıl etsin aklı olmayanları.
Gözü olmayanların gözünden ne diye sorsun?
Söylemiştim.
Çalışırken santralda çalışan gözleri göremeyen Said bana soruyordu Allah rahmet etsin.
“Hocam sizin yeşil dediğiniz şey nasıl bir şeydir?
Kırmızı dediğiniz şey nasıl bir şeydir ki ben hiç renk görmedim.
Bilmem ben rengi renksizliği de bilmem.
Ben bir şekil bilmem ki rengini bileyim.
Ben şekil görmedim. Hiçbir şey görmedim.
Ellerimle ancak ellerimle anlıyorum şekli.
Elimle yokluyorum elimin târif ettiğine diyorum ki bu mikrofondur, bu çay bardağıdır ben rengini bilmem!”

Soralım mı, imtihan edelim mi renkten Said’i?.
Aklı olup da rengi bilmeyenleri ne yapalım?
İşte o Said, Allah Rahmet etsin çok genç yaşta üç ay içinde akciğer kanserinden gitti.
Hiç hayatında bir sigara yaktığını gören olmamıştı, hiçbir şeyi de yoktu.
Mükemmel bir hayat düzeni vardı ama nasip öyleyimiş ki öyle genç yaşta çekti gitti Said canım!.
Çok muhteşem bir insandı.
Bizde santralciydi Devlet Su İşlerinde çok iyi çalışırdı.
Sesinizden bir kere duyması yeterliydi.
Hayran olunacak bir insandı.
Her Cuma aşağı yukarı Allah’ıma şükürler olsun ki Bölge Müdürlüğü Muavinliği yaptığım zamanlar bile dahi iner onu koluma takar mahalle câmiine yürüyerek giderdim cumaya.
Arabam vs. olduğu halde yayan götürüdüm bunun faziletini bilidiren hadisler var çünkü.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir körü kırk adım götüren kişinin geçmiş günahları bağışlanır."
(Hadis-i Şerif, Ankaravî, S. 308).
Ben bunun için yapmıyordum Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem i sevdiğim için yapıyordum.
O da O'nu bildiği için bu güzellikleri hep yaşardım.
Ve öğle saatlerinde Pakistandan getirdiğimiz o zaman kabartma Kur’ân-ı Kerimi öğrenirdi.
Ben başlardım. “Elif Lâm Mim.”
Parmağıyla onun “elif” olduğunu anlar.
Sesimden nasıl okunduğunu anlar.
Biraz sonra iki üç harf sonra bir bakıyorsunuz bildiğimiz gibi “Bismillâhirrahmânirrahîm.”
O öyle eliyle bakıyor “Bismillâhirrahmânirrahîm.”
Biraz robot gibi o kadar ama harika.
Ne yapıyor?
Bir cüz, iki cüz.
17 tane baş mühendis vardı o zaman o dönemde mescidimizde.
Bizim Şu İşlerindeki mescidimide cemaat olarak gelen ve bende diyordum ki: “Arkadaşlar ey gözleri olanlar Kur'ân-ı Kerim okumayı bilmeyenler Allahtan korkun!”
Said var ya Said vallahi eğer elleri olmasın ayaklarıyla Kur’ân-ı Kerimi okuyacak. Allah ellerini vermeseydi alsaydı ayak parmaklarıyla kabartma Kur’ân-ı Kerimi okuyacaktı. Gözlerimizden utanalım!”


وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Resim---“Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr(basîru) : Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;” (Hacc 22/46)

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Resim---“Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr (basîru): Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;” (Fâtır 35/19)

وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ
Resim---“Ve lez zulumâtu ve len nûr(nûru) : Karanlıklarla aydınlık,” (Fâtır 35/20)

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ
Resim---“Ve lez zıllu ve lel harûr (harûru) : Gölge ile sıcaklık da.” (Fâtır 35/21)

Budur Muhammedî Şuur ve Nur budur.
Yedi dilden yedi kıraat okuyup da hâşâ salavatsız “Allah Rasûlu!” demek değil mesele.
İşte o Said derdi.
“Hocam siz şuraya çıktığınız zaman bu tarafa yönelince hiç konuşmadık ama benim burnuma sacda pişen bir ekmek kokusu gibi Kur'ân-ı Kerim kokusu geliyor. Diyorum ki “Hocam geliyor!”
Bu Kur’ân-ı Kerimin mârifetiydi işte. Hüneriydi.
Ne benim ne Said’in değildi.
Böyle bir Kur’ân-ı Kerimdi bu.
Böyle bir Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ dı bu.
Bunu nereye getiriyorum Sadakat ve Samimiyete getiriyorum kim olursanız olun.
“Ah Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in amcası olsaydım!” dediğiniz anda;
“Ebu Leheb mi olursunuz Hazreti Hamza mı olurdunuz?” sorarım.
Böyle Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in kanına kaçmak yok.
Yiğitsen Can-a kaç İman-a kaç.
Ameline ahlâkına hallerine koş demek istiyorum.
Bu yevmden, enneharu leylden, el yevmden bunları anlıyorum.
Sonuç bunu çözersen bize çok büyük faydalar getirecek ileride.
Biz hurufatçılık yapmayız hükmen.
kelimelerin içinde hapsolmayalım ama mânâlarını anlayalım tabi.
Kudretullah nedir Azametullah nedir?
Nedir bunları bilelim daha geniş gidelim.
Böyle evet bu anlamda Azametullah zâhirin anlamı, Kudretullah bâtının bâtındır demiyorum böyle bir anlayış var aklın anlayışı var.
Sanki Azametullah akıl gibi akla çok yakın şeyleri anlatır demek istiyorum.
Kudretullah nakil gibi ve ikisinin ortasını bulmak bakımından Bismillâh.
Bu gün Barbaros söylüyordu yazıyordu!
Evet Barbaros nasıldı o “Bismillâh!” buyurunuz.


Barbaros:
“O isimdeki “Se” ile “Me” Harfini büyük yazmıştım hocam orda birde “Ve” yi büyük yazmıştım.
İsmin “Se” ile “Me” sinde “Me” yi Muhammedî Nur olarak düşünüpte “Se” yi de sahiblik olarak alıp Muhammedî Nura sahib olan, Muhammedî Nura sahib olmanın bileliğinde böyle başlarım gibi o isimle, öyle bir isimle. Muhammedî Nura sahiblik BİLE-liğinde Allah’ın sahibliği bileliği Allahu Teâlânın sahib olması o şekilde yorumlamıştım ben Hocam.”


Kulihvani :
Evet. Çok doğru Allahu Zülcelâl’in kendinden ve dışarıdakiler onundur, ALLAH celle celâlihu değildir.
İsm dediğiniz anda Allahu Zülcelâl in dışındaki bir şey.
Allahu Zülcelâl in zatıyla bir ilgisi yok.
Budur zâten “Muhammedîyet” budur zâten.
“Be” bizi bağlayan “bağ” gibi.
İsme bakalım dediğiniz gibi “Sin” ve “Mim” dir. “Mim” SIRR-ıdır.
SIRR nedir?
Zâhir ve Bâtın Rububiyyetin SIRR-daki “Re” ler Rububiyyetin kendi rüşdü zâten bunun sana ulaşımıdır bu. Sendedir bu!.
Ancak şu anda HAYY olan bir akıl bunu kendi diler ne bileyim ben ne düşünüyorsun şu AN-da.
Bilirse zâten sana Rabb olur o!
O biliyorsa senin Rabbındır o.
Onun için dediğiniz çok doğru.
Allah ismi ile derken Muhammedî Sırrı ki sizin aranızdaki bağdır zâten o.
Onu kurduğu AN-da siz geçebilirsiniz oraya.
Onun için zâten şu AN-da akşama kadar bin kere: “Bismillâhirrahmânirrahîm!” diyor bir kere tesadüf ettiremiyor neden?
Nasıl ettirecek ki?

Boş bardak var elinde: “Ben kırk bardak çay içtim!” diyor.
Ya hayal görüyor ya da ne dediğini bilmiyor bir iş var burada yanlış olan!
Çayı öyle mi içtin demek?
Demin Kübrâ Kızım getirdi çayı, alıyorsun içiyorsun.
Ağzın dolusu içiriyorsun bütün vücuduna geçiyor bu.
Çay böyle içilir!.
Benim zerrelerime uğramadığı yer var mı çayın?
“Ben senin ayağını beğenmedim uğramayacağım!” diyor mu?
“Elini seviyorum!” diyor mu?
Öyle şey mi olur BİZ BİR-İZ.

İşte esmaların Esmaullah, Allah esmalarının bizim onu anlayış tarzlarımız Kur’ân-ı Kerimimizde inşaallah bize büyük faydalar açılımlar getirecektir.
Er Rahmân Kudretullah,
Er Rahîm Azametullah gibidir.
Anne Azametullah, Baba Kudretullah gibidir.
ANNE; tarla gibidir. Şe’AN-dır.
Dört hürmet taşır. Dört Kâbe’li gibidir. Kutsaldır. HARAM-dır..
Muhteşemdir, Muazzamdır, Mukaddestir, Mübârektir.
Her bakımdan HARAM-dır.
Hürmete lâyıktır.
“Yevm” doğan çocuktur kıyamete kadar.
“Malikiyevmiddin” Âhiret Günü Sahibi OL-uşu doğrudur.
ELEST GÜNÜNÜN sahibi kim peki?
Şunu demek istiyorum sen yazsan ne yazardıni, ben de yazsam öyle yazardım ne diyeyim.
Ama derdim ki: “Muhammedî OLUŞUM-unun tümünün adıdır bu BİR AN-da, “Kûn!” de de “Yekûn:Oldu”
Bana göre sigara kaığıdı kadar bile değildir varlık olarak gerçek VAR OL-AN karşısında...
Şu AN-dır ki sanki bir sigara kâğıdı;
Bir yüzüne geçmiş, diğer yüzüne gelecek yaz istiyorsan!
Aklımı sirgara kağıdı gibi ortada kullanayım, yok mu diyeceğim.
Ben de mi “yoğum !”diyeceğim, öyle değilim.
Var ben şâhidiyim gibi.
Evet biz bu AN-lamda bu gün bu esmalardan Azametullah ile ilgili ama esma El Azîm esmasıdır.
Bakalım şöyle bir:


El AZÎMÜ

Azîm; Emirlerine hiçbir şekilde karşı gelmek mümkün olmayan ve âciz bırakılamayan, zâtının, sıfatlarının ve işlerinin mâhiyeti anlaşılamayacak kadar kâdir-i mutlak olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Izam (büyük olmak) kökünden sıfat isim. Kur'ân-ı Kerîm'de 6 âyette (Bakara 2/255; Şûrâ 42/4; Vakıa 56/74, 96; Hakka 69/33,52 bkz.) geçmekte ve ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir.
El Azîmü : Azamet, ululuk, büyüklük sahibi. Her bakımdan azametini zâhiren sergileyen, gösteren. zâtî ve sıfatî mâhiyeti akılla anlaşılamayan. Mutlak ulu ve azamet sahibi ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.


Azume : Büyük, ulu, azametli olmak.
Azzeme : Ululamak.
E'zame : İş büyük, zor gelmek.
Teazzame : Büyüklenip kibirlenmek
İste'zame : bir şeyi büyük görmek
.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Bir şeyi sürekli söyleyip duruyorum.
Bizi suçlarlar, bizi anlamazlar, biz hurufatçı değiliz ama harflerle de götürürüz.
Münir Derman Hocam da öyleydi zâten kendi hayatında, Mânâ Hayatında Manevî Hayatında yazdığı kitaplarda ya da gönül verdiği gönlüyle görüşdüğü şu AN-da görüşdüğü kişilerde aynı şeyi yapar Kur’ânca konuşur.
Hurufu bu anlamda kullanır anlamında söylüyorum.
Onun içinde burda var biraz siz geldiğinizde hatırlatırsanız bir kardeşimiz Ankara’daki proföserlere Münir Hocamın şifreli şeyini hurufata dökmüştü, harflere dökmüştü bir kısmı isabet etti bakıyorsunuz.
Bir kısmını çökmez lâzım ama bir kısmı da tak diye çıkıyor gibi.
Bu esmalar bunu anlatmaya çalışıyorum El Azîm diyorsunuz.
Aynı Zı bir kaynaştırma harfi var ye benim.
Aslında ayn “zı” kalın “ze” en kalın “ze” demek istiyorum ve MİM-dir.
Bu bu o kadar Muhammedîyet mâsivâ demektir aslında Allahtan gayrılık demektir dışarıdakiler.
Bunları da biliyorsunuz biliyoruz zâten Habli’l- Veridi biliyorsunuz daha şey gibidir.
Bütün şeyi, “külli şey” diyoruz bir şeye indiriveriyoruz tek nokta işte burdaki “Nur-u MİM” YAŞA-yışa çekilirse ve çok net sahiblikler görürüz. Kafamızı vurduğumuzda “Aha bu kayaymış!” deriz.
İçi verdiğimizde “Bu SU-ymuş!” gibi.
“Yok yok su bundan daha başkadır, böyle hayali olur mu? Hayır hayır işte elimizdeki neyise o durSU!”
O kadar net demek istiyorum burdaki SAHİB-lik.
Taşın bu günkü taştan daha fazla taş olma özelliği yoktur. En sondur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm olarak doğup bu yaşayışı en kâmil OL-ANdır.
Beşerî Hayatından daha mütekemmil, daha uçta bir hayatı yoktur.
en “zı” bunlar “zı” hali demek istiyorum.
Ancak aynı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem İLK NOKTA-ya çekerseniz bu “ze” neye varır sanki noktalı “BELİ KIRIK ZE” ye en ince “ze” ye biraz sonra nere gidecek.
Vallahi KİM yarattıysa ona gider.
Bütün resimlerin MUTLAK RESSAM-da yok OLduğu gibi sanki, AKIL yok oluyor gibi yok olurlar resimler.
Bütün resimler Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin Nur-u MiM-inde son bulur. Nur-u MiM-de, Allahu Zülcelâlin İLK-TEK-Eşsiz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem NURU-udur.
Zâten yapmaya başlamadan da öyleydi.
İlk noktayı koymadan önce de öyleydi.
Onun için zâten bu RESMi- böyle anlıyorum ben.
Bir resim yapacağım düşüncesi zâten “HABİBULLAH” dır düşüncesinden kastım bu “HABBE”dir, İLK TOHUM, İlk NOKTAdır.

İlk noktayı koyduğu AN-da resim başlamıştır.
Ahmediyettir gibi anlamak bakımından söylüyorum Barbaros bunu anlamamız lâzım.
İşte böyle bir zım-dır ordaki zem-dir zemzemin zemi gibidir işte tam böyle. O ayn a çekiş A’yan-ı Sâbite gibidir.
“Senin adın keçi kardeş, senin adın elma ağacı, senin adın Cânân, senin adın bulut gibi anladınız mı?”
“Evet iyice AN-ladık!” demektir “Kâlu BELÂ!”
A’yan-ı Sâbite demek sabit olmuş AYAN-AYN-lar.
Bunu birisi: “Burdan alıp da “Ayn” ı “Hemze” ye götürelim mi?”
Dese İŞ-in tümünü karıştırırız, saçmalarız, neden?
Bizim işimiz o değil de ondan.
Bizim işimiz anasından bu gün doğan yolcunun çocuğuna yazdık ya.
Yaaa yolcunun çocuğuna düğün kuralım mı demek gibi olur.
Daha üç gün oldu doğalı.
“Düğününe buyurun!” demek gibi olur, yanlış olur dediğim bu.

Azîm böyle bir iştir.
Muhammedî Zuhurat A’yan-ı Sâbitesidir, Azametteki çünkü.
Tam zuhurattır, zâhirliktir yalınız açık seçik.
Onun için Allahu Zülcelâl in Emrullah Âlemidir Hizmet Âlemi.
“Allahuekber zülceberütü velmelekütü vel kibriyayı vel azameh!” buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz.
“Allahuekber!” yukardan sayıyor çünkü.
“Allahuekber zülceberütü velmelekütü vel kibriyayı vel azameh!”
Azamet, Eşya Âlemidir çünkü Kibriyadır Nefis Âlemi onun için mesele orda ya.
Ceberüt Âlemi Mârifet Âlemidir. Mecburiyet Âlemidir.
Meleküt Âlemi Melek Âlemidir.
Öyle bir Melek Âlemi ki, AKLımda benim mülkümdür, “Kafa tasım benim mülkümdür!” gibi bir kelimedir bu Melek Âlemi.
Sanki kafa tasının içindeki AKIL dan ibaret İnsanoğlu!.
Ama öyledir de gerçekten, ne dersiniz?.

İşte bu geçişler madde mânâ geçişleri soyut somut geçişleri ara kesitleri El Azîm esması Allahu Zülcelâl in kullarına verdiği yüklediği ana kartına yüklediği dört özellik;
Farkiyet, Azziyet, Zillet ve İllet olmayan ve bu hususta Zât-ının kendi bizâtihi anlayamayacağımız Vasıflarının, Sıfatının tabi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemde görebileceğimiz ve Esmasının diyelim ki Allah Dostlarında da görelim hadi ve fiilen işlerine geldiğinde zâten biz kendimiz yaşıyoruz onları…

Su içeceksin, içeceğiz, içmezsen canına okuyor SU-SU-zluk!..
Zehir içersen şöyle oluyor, zemzem içersen böyle oluyor bütün bunlar gücü zâhiren olan Allahu Zülcelâl El Azîm İŞİ-dir. Şe’ÂN-ıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizde Huluku’l- Azîmdir meselâ.


وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin) :Ve şüphesiz sen, pek büyük, yüce (muazzam) bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)

Azametin en yücesi bu bahsettiğim azametin tecellîde halk edişte en yüce temsilcisi görünen mazharı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dir.
Onun için Kur’ân-ı Kerim Hulukul Azîm diyor.
Yüce Ahlâk. Hulk üzerinde yaratıldın, çünkü “BEN-SEN-O” nun KUL-luğunun TEMELi ASL-ı ve FASLı:


RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in;
Akvâli, Sözleri; Teblig ettiği Kur’ân-ı Kerîm, uygulamada buyurduğu sahih hadisleri ve kısacası ŞERÎAT-ı)
A’mâli, Fiilleri, Tatbikatı, Sünnet-i Seniyyesi ve kısacası TARİKAT-ı
Ahlâkı, Kur’ânî, Ahlâkullah olan HULKU’L-AZÎM-i ve kısacası MÂRİFET-i ve,
Ahvâli, Hâlleri, İlahî ve Habibî Huyu, değişmez ahlâkı kısacası HAKİKAT-ı) nı,

Kur’ân-ı Kerîm ve Sahih Hadis Kaynaklarında; BİL-mek, BUL-mak, OL-mak, ANLA-mak ve bizzât YAŞA-mak Muhammedî Tasavvuftur…

Ahlâk, şunları yaparsan ahlâklısın, şunları yaparsın ahlâk.
Hulk, hulk, hulk, halk ediş!
Ana karta göre yanlış yapmayış bu.
Büyük günahlar küçük günahlar, orta günahlar.
Büyük şeytan, Küçük Şeytan, Orta Şeytan “TAŞ” lamalr nedir acaba?..
Taş taşıynan taşlalayım felan anladım anladım bu bu değil dersin.
El Azîm, insan aklının anladığı azamet, ululuk büyüklük sahibi oluş.
Ve bütün bunların azameti bu bakımdaki izamını, tazîmini, saygı duyulmasını gerektirir.
“Ben duymuyorum elektriğe saygıyı!”
O zaman sok parmağını fişe o sana saygı duyar ve kendisine saygı duydurur.
Toplu iğneyi sokr fişe, prize, bir sok senin ondan nasıl AZAMET duyman gerektiğini o sana anlatır.
Elini çekemezsin ondan geriye-ayrılığa o gücü bulamazsın.
Evet. Bulan var mı?
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Alper Oğlum burda bak bir kere onu Lara-da deniz kenarında Obada çarptı!
Ondan sonra sanıyorum hâlâ Alper şimdi, elektrik düğmesine elini uzâtırken her uzâttığında hatırlar.
Çünkü gerçekten çok kötü bir şey.
Aynı şekilde ben de oldu, tuttuğum kablonun kenarı yenmiş o da yine tost makinası gibi bir şeydi yine aynı yerde.
Erimiş ordan tuttuğum anda çekme gücünüzü kaldırıyor ortadan “elimi bırakıyım” diyemiyorsunuz.
Çünkü elinizi açamıyorsunuz ki ancak bedenen düştüğünüz zaman ağırlığınızla felan gibi kopma vs. ile kesebiliyorsunuz.

Azameti gösteriyor mu? Gösteriyor.
İşte bunu akıl duyuyorsa buna karşı böyle bir saygı bu korku mudur? Hürmettir, HARAM, SAYGI DUYuş...

Onun o gücüne o kudretine karşı duyulan hürmettir saygıdır, çekinmektir.
Zâti sıfatı mahiyeti ancak akillâ anlaşılamayan akıl bunu çözemeyen ama mutlaka var olan bir şehir birkaç saniyenin içinde yerle bir oluyor.
Fizikî Olay gibi gözüküyor evet Azametullahtır.
Ve bütün kâinâtın yok oluşuda Kudretullahtır.
Çünkü potansiyel görmüyoruz ama çok mümkün.
Var oluş sebebiyle mümkün.
İşte böyle mutlak oluşu Azîm ıtlak olmuş sadece kendine mahsus bir daha eşi ve benzeri ve zıddı olmayan güç ve kuvvette olan bir azamet sahibi
Allahu Zülcelâl dir El Azîm olan.
Kök izam köküdür Zı köküdür..

Zamme Kısası Zı ve MiM-dir.
MiM-in zuhura çıkışıdır. MiM olarak zuhura çıkışıdır.
Mecidin, Mâcidin İcâdını MİM Mazhardır AYNA-dır çünkü İLK NOKTA..
Bu böyle bir zâhiret, zâhirlik işidir AZAMET!.
Azume büyük ve ulu azametli olmaktır.
Azzeme olursa ULU-lamak olur.
Ezame olursa büyüktür.
Çok büyük, iş büyük çoğul vermek, İZAM vermek Teazzeme büyüklenip kibirlenmek.
TEAZUM, Gözde büyümek. Azametlenmek. Büyük görünmek
ALLAH celle celâlihu nun HAKKıdır.
İSTİ’ZAM, Gururlanmak, kibirlenmek de
ALLAH celle celâlihu nun HAKKıdır.
İstizamme bir şeyi büyük görmek istemek anlamı gibi nükteler yükler.

Kur’ân-ı Kerimde geçer çok yerde geçer. Kaç yerde geçer bayağı geçer.
Kur’ân-ı Kerimde 6 âyette direk geçmekte imiş.
Bakara 155’e, Şura 4 de Vakıa 74-96 da, Hakka’da 33 ve 52 lerde varmış. Ben bi ara incelemeştim çünkü bunu.
İkili olarak da geçer.

Aliyyü’l- Azîm olarak da geçer.
Şura ve Bakarada ikili olarak da geçer
Aliyyü’l- Azîm.
Neden Aliyyü’l- Azîm olarak geçer.
Şu bakımdan geçer Aliiy, iki yaşayış lütfunun A’yan-ı Sâbiteye yükleyiştir. Zâhir bâtındır çok yücedir Aliyy kelimesi zâten.
O içerdeki çift ye gibi gözüken şey akıl ve naklin yaşayışı lütfa geçişidir. Onun için Ali kerremullahi veche Efendimiz, EDEB Başıdır zâten.
EDEB, Akıl ve Nakil Lütfunun Trafosu gibidir yahutta ne bileyim BEN SİGORTASI gibidir.
Edeb NOKTASI-dır onu muhakkak trafo, trafo değilde ona ne denir regüle ediyor, onu demek istiyorum.

Optimum yapıyor Maksimum ve Minumumu Muhammedî SEVİYE-yi sağlıyor Ali kerremullahi veche Efendimizin EDEB-i.
Fazlalaştırıp eksiltmek değil.
Eksildikçe tamamlıyor, fazlaysa eksiltiyor SEVİYE-liyor.
Sıratı müstakime sokuyor.
Göklerde uçurmuyor.
Yerin dibine indirmiyor.
İlliyin, Esfelin o orta SEVİYE-ye götürüyor onu demek istiyorum.
Aliyy ismi Ali kerremullahi veche Efendimize tesadüfen verilmemiştir.
Ali kerremullahi veche ismini koyan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ dır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in kendisi koymuştur.
Bunu bilmeyenler Muhammed aleyhisselâm isminin başkasında olmadığını da bilmezler.
İslam geldikten sonra Muhammed aleyhisselâm ismi konmamıştır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem doğduğu gün konmuştur.
İlerde çok ilerde Meryem Sırrına girdiğimizde İNŞAALLAH gün gelirse, ömrümüz olursa o günde öyle olursa oralarda bakarız.

Aliyyü’l- Azîm onun için Ali Sırrında Kudretullah vardır gözükür.
Şura ve Bakarada geçer.
Bakara inek demektir.
Ama bakınız, öküz diye tercüme ediyorlar.
Öküz olsun binek olsun!
Safran Rengi Öküz-İnek, Altın Buzağı Sûresi değildir yalnız BA-Ka-Ra Sûremiz...
Dikkat etmiyorlar ordaki buzağıya.
Onların İLÂHI-dır ilâhı!
Samiri’nin Buzağızısı İlâhıdır
ŞİRK Öküzünün yavrusudur.
Bakara kelime olarak da ilginçtir.

Şuara da öyledir. Şuur yeridir Şura zâten.
Şuur yeridir insanların şuurlarını ortaya koydukları bir yerdedir “Şura Toplantısı” dedimiz şey.
Rububiyyet yansımalarının ŞUHUD-a çıkışıdır.
Rüşde çıkışıdır. Rızaya çıkışıdır. Rüyete görüntüye çıkışıdır…
Şiir de böyledir Şair de böyledir.
ŞUUR Adına iş yapıyor aynı şeydir.
Adam Allah için öldürülür, şeytan için öldürülür. Kurtarılır.
Şeytan adına gider kurtarılır!.
Allah adına gider kurtarılır. Bunlar ayrı şeyler.

Ama
Aliyyü’l- Azîm iki yerde.
Bir de 6 yerde geçiyor ki
El Rabb Azîm diye bu da benim çok dikkatimi çekmiştir çok.
“Fesebbih bismi Rabbike’l- Azîmi!” (Hakka 69/52)

Allahu’l Azîm değil de El Rabb Azîm 6 yerde geçiyor ne ilginç.
Ve de doğru Kâbe’nin 6 yüzüne
El Rabbü’l- Azîm yazsam ben yazarım.
Çünkü elimi değiyorum, altı yönün altısını da yaşıyorum “Helâl olsun!” derim, yazarım.
Bakara, Araf, İbrahim, Hakka, Hakka altı defa birisinde iki geçiyor..
Resim
Kullanıcı avatarı
halukahmed
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 1
Kayıt: 19 Tem 2010, 13:37

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen halukahmed »

cok güzel olmuş elinize saglık...
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

İşte demek ki azamet bizimle çok ilgili olduğu için Emrullah Âlemi olduğu için ve şah damarımızdan yakın olan Rabbımızın azameti olduğu için bu 6 yön 6 işler, Er Rabbü’l- Azîm olması da harika.
Demek ki Azamet, Rububiyyetle ilgili hem de çok ilgili.
Kudretullah da elbetteki Allahu Zülcelâl’in Uluhiyyetle ilgili.
Zâten biliyoruz bunu.
Biz bunu taksimini yapmıyoruz.
Ayırımını yapmaktan ziyade anlamaya çalışıyoruz.
Neye göre anlamaya çalışıoyruz Kur’ân-ı Kerime göre anlamaya çalışıyoruz.
Böyle bir Azametullah var Azîmlik var.
Bununla ilgili esmalar vardır.
Azamet, azîmle ilgili esmalar vardır.
Ama anlıyoruz konuyu. Kudretullahla ilgili tek esma da Kadr Esmasıdır.
Burda Rububiyyet yaratılış dâimiyetinin El Kahhar olan Allah’a geçişi anlamı vardır.
Çünkü burda kader vardır, kadar vardır çok şey vardır.

Neden?
Bu bir anlamda sıfattan zâta geçiş arakesiti gibidir. Çok çok uçtur.
“Kâbe kavseyn” gibi uçtur kudret.

El Kadîr ALLAH celle celâlihu “OL!” eden..
El Kadîru, “Ka” yı elifle çekersek “kaaaadiru!” dersek her hususta mutlak anlamda kudret, güç, takat, varlık, ehliyet, kabiliyet, becerebilme, yapabilme, zenginlik ne dersen de işte ona SAHİB-lik getirir.
Bütün bunların Mutlak Kudretin ve Allahu Zülcelâle ait olan bu saydığım kudret, güç, takat, varlık ehliyet kabiliyet istidad yapabilme, irade meşiyet dileme bunların tümünün ezeli ve ebedi ŞU ANda
Şe’EN-de...

Ezelen ebeden ve şu anda bütün kâinâtta yarattıklarının tümünde tasarruf etme sıfatının sahibi ve kudretin asıl sahibi demek El Kaaadiru.
El Kadiiir dersek “İ” ye çekersek ben yanlış söylüyorum değil mi?
Kadiiiir dediğimizde.
Kaaadir dersek işte bu işlerin sahibi olan uygular uygulamaz ayrı.
Ali de böyledir. A yı çekerseniz el Âlimu biliyor.
Sahibi var ama “i” yi çekerseniz Aliiimu derseniz o ilim dökülür.
Siz sahibi olmasının yanında onu fiilen görür ve faydalanırsınız.
Birisi diyor ki çöldesiniz benim bir şişe SU-yum var diyor var, kendisinde duruyor.
“Ey millet bakın bir şişe suyu görüyor musunuz için gelin isterseniz!” diyor o zaman “sakiii” dir o.
Öbürü “Sâki” dir.
Birinci harfi çekimi bakımından bilginiz olsun diye ben bilgiyi paylaşmak için söylüyorum.
Benim böyle görüyorum onu demek istiyorum.
Bir cuzi esmaEl Muktediru Kur’ân-ı Kerimdeki esmalarımız 99 esmanın içindeki El Muktediru.

El Muktediru; Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı.
İşte bunun her ikisine mutlak gücü yeten, iktidarı olan bunları ortaya çıkarıp fiilen şuan kullanmakta olan gözümüzün görecebilecek şekilde sergileyen muktedir, iktidarı olan anlamındadır.
Bu kelimeden neler türer kudret türer, kader türer.
Pek çok kelime türer.
Kaderi kadar türer şu kadar bu kadar diyoruz.
İlahî Kudretin Mutlak Sahibi OL-uşu kullanılabilişi, kullanışı şu AN-da kullanılmakta olduğu kadr, kudret nedir kudret bir işe gücü yetmek.
Belli bir ölçü içinde yapıyım.
Bir kader, kadar yapmak yapmamak.
Planlamak, ölçüp biçmek rızkını daraltmak öyle de var kadere.
Takdir etmek akdere bu kadir kökünden bir sıfattır kudret.

El Kadir Kadir esması Kur’ân-ı Kerimde kudret olarak 103 yerde geçmiştir. Allahu Zülcelâl nisbet edilmekteri.
Bakınız El Azîm esması Rabbu’l- Âlemine nisbet edilirken bu doğrudan doğruya Zâta Allahu Zülcelâle103 yerde kudret olarak yüklenmiştir.
74 yerde isim 29 yerde sıfat olarak verilmiştir Kur’ân-ı Kerimde.
El Kadiiir esması ise 45 âyette geçmekte 99 esma listesinde olmayıp Kur’ân-ı Kerim geçen 99 esmanın içinde vardır.
Kur’ân-ı Kerimdeki 99 esmanın içinde vardır.
Hadislerle gelenlerde de yoktur.
Onda sadece Kadir vardır.
El Muktedir esması 4 yerde geçmekte Kur’ân-ı Kerimde.
Bu isimlerin kudret isimlerinin diğer esmalardan El Kavi, El Cebbar, El Aziz, El Kahhar isimleriyle mânâ girişimleri vardır kudret olarak.
Kudret kelimesi biliyoruz ki bir işi işleyebilme kuvveti istidadı, takatı, vuslatı gibi kelimelerle anlatılır.

Muhammedî Tasavvufta çok önemli bir terimdir KUDRET, takdir, kaza ve kader.
Kudret öyle bir şeydir ki bir işin filen işlenebilmesi için maddî manevî bir işten bahsediyorum fiilen işlenebilmesi için lâzım ve lâyık olan maddî ve manevî imkan ve vasıtaların bulunması esasının adıdır kudret.
Eğer ona kudretimiz yoksa biz yapamayız bunu.
Bu zülum olar yapamazsınız.
Kudretim olsun gücüm yetsin ki yapabileyim.
Onun için de ne buyuruyordu Bakara 286 âyette ALLAH celle celâlihu her nefsi her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar değil mi?


لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn (kâfirîne) : Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)

Öyle zorlamak yok dinde.
“Bu Kur’ân-ı Kerim, Kelâmullah, Hitabullah DUY-ma Gücü ve UY-ma Gücü vardır!” diyoruz değil mi?
“Ve kalu semiğna ve ateğna.”
“Velâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyü’l- Azîm.”
“Ve kalu semiğna duydum!” diyeceğim.
“Velâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyü’l- Azîm.”
İlk defa duyuyorum İlahî Fermanı, bu işte ya.
İşte bu bunun manevî nefsin, aklın nakle Emrullahtan Muradullah’a geçiş gücünü elde etmesi demektir bu.
Akıl, Nakle geçemiyor.
Muradullah, Emrullahı işleyecek fakat Muradullahı ANlayamadı.
Duyuyor, duydum diyor tam duymuyor ki uymuyor.
Bir aradaki kontakları kaldıramıyor demek istiyorum.
Bunlar hep kudret işidir.

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyü’l- Azîm.”
hadisini çok iyi anlamak lâzım ve kullanmamız lâzım.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kişi evinden çıktığında “Bismillahi tevekkeltü alallahi lâ havle vela kuvvete illâ billah: ALLAH (cc) adıyla, ALLAH (cc)’a güvendim. Güc ve kudret ancak ALLAH (cc) dandır”derse kendisine “Bu sana kâfidir. Doğru yola girdirildin, ihtiyacın giderildi. Zararlı şeylerden korundun.” denilir ve şeytân ondan uzaklaşır.” buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban)

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l- Aliyyü’l- Azîm.”

ALLAH’ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir hasenâtı (iyiliği,güzelliği, doğruyu, hakkı ve hayrı) işleyemeyiz.
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in diliyle:

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!” diye dua edip İznullahı ve Avnillahı diliyoruz...

ALLAH’ım !
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (elân varolan) olmadan biz hiçbir seyyiâttan (kötülük, çirkinlik, eğrilik, bâtıl ve şerden) korunamayız.
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in diliyle:

“Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyülAzîm!” diye yalvarıp İsmetullaha sığınıyoruz...

Çalıştıramadığımız bir makinanın yaptığı işlerin hesabını sormak ne kadar doğrudur, makinayı çalıştarımadık ki daha.
Bunu meselâ şimdi şunu söylüyorum biz bunun yerine bunu da bitirirdik Kadir de bitiririz ötekini de bitiririz deriz ki arkadaşlar üç tane sûre inceledik yeter!
“Ne iyi oldu değil mi?”
“İyi oldu hocam!”
“Güle güle!”

Hayır, hayır öyle değil, önce şu alt yapıyı oluşturalım bir!.
Onu diyorum oluşturalım ki biz o zaman daha çok başka şey ki doğru anlarız anlamında söylüyorum.
Bu bir BÜTÜNdür, TÜM-dür.
Peki bütünün adına ne diyor.
Bütünün anlayış ve yaşayış adına, “TÜM” lüğe KULLUK KEMALATI deniyor.
Seyrü sülük deniyor.
Şehâdet deniyor!
ALLAH celle celâlihu Kadr ve Kıymetini BİL-mek dediğimiz şey BU-dur..

BİZ BİR-İZ!” dediğimiz şey BU-dur..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Allahu Zülcelâl, Şehâdet ediliverdiğinde NAKL-e geçtiği için naklin kendi oluverdiği için, Muradullah oluverdiği için, AKL-ın bilebildiği veya bilemeyeceği tüm maddî ve manevî kılış ve OL-uşların mutlak anlamda ancak Allah’a mahsus olduğu AHADİYET bilinemezliğiyle, varılamazlığıyla görülemezliğiyle perdeli oluşun adıdır KUDRET.
Çok dikkat edelim!
Onun için kudretin karşılığı ULUHİYYET, peki kudretin karşılığını görmek İRADE buyurduğu UBUDİYET- ABD-lik KULLUK nedir?
Fâkirliktir.
Acziyettir. Acizliktir.
Zillet ve İllettir, SeBeBe BAĞlılıktır...
ALLAH celle celâlihu ne kadar muazzamsa, KULu da bu kadar bu kadar acizdir.

El KADÎR dediğimizde: “Zıddının ACZ olduğunu anlamadık mı yaratan kim yaratılan kim?” akıl bakımından soruyorum.
Akıl naklin karşısında apışır kalır.
Yok, o zaman der ki: “Bende de var kudret!” der.
Bakınız ne demekte Firavun:


فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ: Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziât 79/24)

Diyerek halkedilişteki “Belâ!...” sözünü, Ahdullah’ı inkâr etti!... İlâhlığını ilân edip bu hususta İblisin de altına düşüp varlığın en esfeline indi gitti...

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ
Resim---“Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne): “Onları (Firavun ve yandaşlarını) ateşe çağıranların önderler-liderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.!...” (Kasas 28/41)
Buyurularak, İblisin ihânet ve hile esfeline düşmüştür.
Kulluk kemâlâtı oyununda bâtılın ve şerrin baş rol oyuncusu olan İblis de netice olarak bir yaratıktır.
Hâliyle RABB’imizden korkar... Onun derti ve hasedi âdemoğluyladır:


كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne) : Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkâr et" dedi, inkâr edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi.” (Haşr 59/16)

AKL-ın Firavunluk İKİ-lik yanı MÜSLÜMAN OL-madıkça: “Fe kale enâ Rabbikumu’l-a’lâ: Ben sizin yüce RABB’iniz değilmiyim!...” diyor. Kimmiş aciz diyor?


ACZ, Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmamasıdır.

Bunu kaldırabilmemiz için KADR-i anlayabilmemiz, Aczi anlamayabilmemiz için bu karşısındaki ZID-dı da anlamamız bakımından söylüyorum.
Kudret demin demiştim sanıyorum 103 yerde Kur’ân-ı Kerimde geçiyor ki Allahu Zülcelâlin kendisine Zâtına nisbet buyurmasının bir sebebi ve HİKMET-i elbette vardır.
Takdir ifâdesiyle geçiyor âyeti kerimelerde.

Ne demek takdir?
Mahlukatına Sınırlı, Sorumlu bir Kudret verilmesi ve Şeenullahta şu AN-da ŞE’EN dediğimiz, şu AN-da şimdi AN-da, AN-da Şehadet AN-ında ŞE’EN bu AN-dır zâten.
“Şey” leri, yarattığı “Şey” lerini Muradullah Hikmeti gereği belli bir miktarda, biçimde ve onun içindeki içerik olarak içinde yükleri vardır onun.

Tarlaya ekdiğiniz tohumu ekdiğiniz zaman biçeceğinizi hesap edersiniz. “Atıyorum bir avuç ekersiniz yedi avuç biçeceğim!” dersiniz.
O içindekilerle birlikte “kun fe yekun; Ol ve hemen Olur” etmesi şeklinde anlaşılmalıdır takdir Barbaros.
Takdir böyle anlaşılmalıdır.
Bunun için Sınırlı, Sorumlu Kasıtlı, Kayıdlı, belli bir Sebebi var.
Belli bir şekilde İğreti, İzafî, Geçici ROL gereği gibi laflar söyleyebiliriz.
Bunun bu şartlarda sana bunu veriyoruz.
Seni “Reis-i Cumhur” seçtik diye bütün millete kurşun sık kurşuna diz diye değil!
“Hasbî Hizmet et!” diye idi ASLı, ASTARı ve FASLı..
Şu şu şu şartlarda yürüyeceksin Barbaros!.
Onu demek istiyorum, TAKDİR-i iyi anlamak için söylüyorum.
Buna SÜNNETULLAH deniliyor biliyorsunuz.
Şeenullahın nasıl işlediğini anlayış ŞUURu Sünnetullahı ANlayış...
Sünne nedir sünne?
İki Nun-un SIRRına eriştir.
Dâima iki Nun vardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dediğiniz ANda “RASÛL-ALLAH” dersiniz.
Önce Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem var Kul İçin.
Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e gelen Kur'ân-ı Kerim ve Kur'ân-ı Kerimin buyurduğu ALLAH celle celâlihu!..
Sen bakma Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemi sollayıp geçen doğrudan ham akıllarının anladığı İLAHı arayanlara!.
Başka gidiş yolu yok KUL için..
Çünkü Allah’ın başka Rasûlu yok.
İrsal edicisi yok. Ulaşım yeri yok.
“Var!” diyen yalancıdır, İblistir!
“Ben!” diyen AHMAK-tır!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem İmam-ı Mutlak, İmam-ı ALLAH celle celâlihu!
SALL BAŞlamış! Naz-Niyaz Namazında: “Allahuekber!” demiş!
Aklı AHMAK-lığı tercih edip seçen: “Hâlâ, Ben!” diyorsa o CUMA-da değil CEM’de değil CÂMİ-de değil başka bir yerdedir o!.
Ya Zom UY-kuda, ya UY-urgezer, ya da çok SER-HOŞ!.
“ALLAH!” dese de uyandırılmalı ve ayıktırılmalıdır!


يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru) : Ey insanlar! ALLAH’ın va’di haktır, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o çok aldatıcı (şeytân) da ALLAH hakkında sizi kandırması- sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın!” (Fatr 35/5)


Garur: Çokça aldatıcı (mübalağâ).
Şeytân, Mal, makam, şehvet ve dünya işleri ile kandırıp: “ALLAH Kerîm’dir affeder! v.s.” dedirtir...
Ya da normal yollarla avlayamadığı kimseyi: “Ne iyi ibâdet ediyorsun, senden başka daha iyi müslüman mı var!...” v.s. ile riyâya sokup soyar...

“Billâhil garur” dur o.
KULu şeytan Allah ile: “ALLAH! ALLAH!” diye diye de kandırıyordur.
Çok iyi anlamamız için söylüyorum bizler, işin aslını!
Allahu Zülcelâl in bizzat kendisi böyle buyuruyor.
Kılış. “Biz sizi öyle kıldık, böyle yarattık, böyle yaptık, böyle “Ol!” dedik de OL-du denilen Sünnetullahın, Allah’ın bir işi yapmaktakı Tavrı, Tarzı, Stili Metodu gibidir Sünnetullah Her AN ve Şu AN!..
İşte bu bir güç yetirme.
Bize göre bir plan, proje, takdir etme, uygulama sistemi, terbiye etme, yapma, yaşatma, hesaba çekme gibi Sebeb ve Son-Uç Neticeleri işte bu NİCELİK ve NİTELİK anlamında söylüyorum.

Bunun; Niceliği NE-liğ nedir, Niteliği NASIL-lığı nedir?
Bu bizim işimiz mi Ne bileyim nedir?
Bunu kim bilebilir ki?

“Avucumun içi dümdüz olsaydı, bir tek GÖZ alnımın ortasında olsaydı ne güzel olurdu!” mu diyeceğim!

Biz OL-ANı SEVİYE-leriz, mesele bu ya zâten.
“Olsaydı! Olmasaydı!” değil Şu AN-da bu “OL-AN” var her “AN” da!
Bunu anlamaya çalışmaktır “ŞİMDİYE ŞÂHİD OLMAK” tır, Şehadetullah!
Kıyamet kopuyor kıyamete şâhid olmaktır.
Yağmur yağıyorsa yağmura şâhid olmaktır.
“OL-AN” a şâhid olmaktur Muhammedinur Şehâdeti.
“Olsaydı! Olmasaydı!değil de OL-AN OL-du!” işte Şu AN gibi.
Tedbir alma bakımından söylemiyorum tedbirler Emrullah gereği alınır yaparsın ama öyle olur, böyle olur HAKK olur ne OL-ursa.
Takdir bakımından en zor anlaşılan konulardan birisidir KADER!.
Bakınız kader nasıl Kudretullaha bakışımız Kur'ân-ı Kerimimizde!
Bizim Kur’ân-ı Kerimimizde bakışımıza en azında %50 çıkacaktır Bâtında Kudretullah Mefhumu, Zâhirde Azametullah Mefhumu.
Bunu Kadir Sûresinde görecektik ama Elem neşrahleke de iki kere şerhi vardır.
Bir Azame Şerhi vardır bir de Kudretullah Şerhi vardır.
Birisinde çocuktur Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.
Birisinde mi’raca gidiyordur Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bu bakımdan da burayı bu proğramları AN-lama bakımından da öne alalım diye düşündüm.
Gönlüm öyle istedi ya da öyle geldi bilemiyorum…

Salı Sohbetinde kısmen durmuştuk ama Cuma Sohbetinde bir daha inelim diye.
Evet ben aslında bunun peşinde böyle böyle önemi derdinde değil biz aklımıza anlatmaya çalışıyoruz.
Biz aklımızın, nefsimizin Nur-u Rububiyyet Sıfatlarını, Allahımızın Uluhiyyet Sıfatlarını kendisinin bildirdiği Şeri’ denilen Şeriat; Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in bize DUY-urup UY-durduğu Şeri’ Yolla BİLdirdiği kadarıyla BİLip UYup, ANlayıp OLup, Kul İmtihanını YAŞA-yarak sadece hesaba gitmeyi DÜŞÜN-en Muhammedî İNSAN-larız.
Esas yapmak istediğimizin temelinde OL-AN budur.
Ve bunu şahsımızda yaparken bizden sonra gelenlere de: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem böyle yaptığını gördük, biz de böyle yapmaya çalıştık sizlere hasbî Hizmet için aktarmaktayız!” demeliyiz.
Bunu Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Sahih Hadisleriyle bu yolu bu şekilde yürüdük ve geride kalan çocuklarımıza böyle bir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem in güzelliğini bırakıyoruz. “Bırakıyoruz!” derken sanki derimizi yüzmüşte onlar bassın dercesine samimi olarak söylüyorum ve doğru söylüyorum o anlamda yoksa: “Biz göklere çıktık sizi seyrediyoruz!” anlamında değil.
Biz Allahu Zülcelâl in AKIL AZAMETİ-ni NAKİL KUDRETİ-yle ANLA-maya çalışmıyoruz!
Biz AKIL, kendisinin ne olduğunu bilsin ki Azametullahı ve Kudretullahı hemen bilecektir zâten.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu”
Dediğimiz bir yaratıktır AKIL-dır.
NEFİS-tir zâten AZAMETtir bu.
Azametullahtır zâten başkasının malı değildir şey.
Ama Kurdetullahta dikkat etmez lâzım “el Kahhar esması çalışır!” dediğim gibi bu kablonun çıplak bir kablo olup kopmuş ucundan çıplak elle tutmakhayatî tehlikeldir!
Kalem gibi bir şey bu. Bundan bir şey olmaz.
Bunun içinde ne olabilir ki.
ASÂ yok, YILAN yok.
Ateş fışkırmıyor.
Hele şöyle bir avuçlayım dediğin anda El Kahharı görürsün!
Neden potansiyeldir, BÂTINdır, çok ANAdır TEMELdir. GAİBdir varken gözükmez ve ancak ETTİĞİ ile AN-laşılır..
Kudreti çok iyi anlamak lâzım çok…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Şarkı söyleyen birisi, dans eden birisi, “Seni şimdi öldürürüm!” diyen birisi Kudretullaha dokunuverdiği AN-da bir bakıyorsunuz ki, nefesini alamayıveriyor ve yerde bir LEŞ kalmış!.
Televizyonda bazen görüyorsunuz.
Adam konuşup dururken konuşamaz oluyor, sonra bir ANda ölür.
Meşhur insanların gördük.
Kudretullah böylesine elektriği kesiveren bir sistemdir:
İnsan aklının fakirliğini, Acizliğini, zilletini ve İlletini SONSUZa getiriverir. Ve BiR AN-da SIFIR-layıverir!.

“Anştain öldü!” dediğiniz de anştainin tüm bilgileri kendisiyle ölmüştür.
Çıkarabildiğini çıkarmıştır ve kalanları yutmuştur anştainin ölümü.
Biz aklı öldürmeye, nakli ya da naklin içinde aklı eritmekle felan uğraşmayız.
“Fenâfi’n- Nefs” tik zâten, “Fenâfillâh” olalım felan diye bir derdimiz olmaz. “Fenâfi’n- Nefs”, “Fenâfi’ş- Şeyh” ya da “Fenâfi’l- Kâmil” “Fenâfi’r- Rasûl” “Fenâfillâh” bu kelimeler Tasavvuf Terimleridir.
Doğrudur, eğridir, olsun, olmasın önemli değildir.
Önemli olan bir şey vardır yalınız BİZim: “Fenâfi’n- Nefs” dediğimiz: “Fenafi’n- Nefs”nin
BİL-diği İLMini, “Fenâfi’l- Kâmil” dediğimiz kabloya ya da “Fenâfi’l- Ehl-i Beyt” dediğimiz kablonun içindeki EDEB Elektriği ile BULuşturduğunda, “Fenâfi’r- Rasûl” dediğimiz en uçtaki KALBÎ PİRİZle OL-durduğunda, Elektriğin üretildiği MERKEZe-KEBANa, ANAya, SIFATtan ZÂTa İrSALL görevi gereği YAŞAtacaktır “Fenâfillâh”ı..
TESLİMİYYET ve İSTİKÂMET BU-dur Muhammedî MeLâMette!..
KIYAS ŞEY-tAN-lığından, RESÛLÎ SEVİYEye ULAŞ-ım OL-duğu AN-da Nur-u MiM cAN CeRRy-AN-ı Ezel-Ebed Elektriği GEL-ecektir İnşaallah ve elhamdulillahi!..

Bu nedenle, Keban benim değil, Ben HATcı değilim!
BEN sadece Muhammedî Bir KULum!.
Onun bunun da peşinde değilim.
Sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem adına hesabına ve şerefine Hasbî Hizmetçiyim İnşaallah ve elhamdulillahi!..

Ben ne zaman Hakk olduğuna inandığım ALLAH Dostu görsem:
“Benim tek arzum var, bilişip, buluşup Anlayıp, Anlaşıp Yaşamak istiyorum, bunun için bağla benim elektriğimi HAYY ER-ÂN-ım!” demişimdir şükür…
Ben Keban’la olmak, Keban olmak derdinde değilim, Keban’da “Ben” olacak değil hâşâ!.
Böyle şeyler kimin işi?
Sokaktakı Tasavvuf Simsarı Soytarıların, Tevhid Tüccarlarının işi!

Onun için Kur’ân-ı Kerimi; kendi dilince, kendi yolunca, kendi halince AN-lamaya çalışmak lâzım.
İçindeki hükümlerini gerçekten doğru anlamamız lâzım.
“Benim söylediklerim yüzde yüz doğru!” demek hâşâ öyle bir şey yok!.
Öyle saçmalık olmaz mümkün değil.
Eksik mi?
Elbette eksiktir.
Başka herkesin söylemesi lâzım ve söyleyecektir, söylemelidir zâten.
Bu bugün değilse yarın söylenmelidir, buluşmalıdır, oluşmalıdır.
En mükemmele haliyle gidilmelidir.

Neden Muhammedinur bir CEM’dir?
Neden bir kişiye bağlı kalmak, yanlıştır doğru değildir?

Evet en çok bilenimiz, en çok vakti olanımız, en çok koşanımız, en çok zaman verenimiz, can atanımız, her şeyini verenimiz, en çok HASBÎ HİZMET-i ET-mek zorundadır.
Buna
Mecburdur, Memurdur, Mahkumdur ve de Muhtaçtır ayrıca.
Anladık mı BİZ-liğimiz BİR-likteliğimiz nerde, ne zaman ve nasıl olacakmış?

Onun için herkes karınca kaderince kadarınca girecek devreye ve girmelidir.
Girmeden AKIL-lılık yapamaz kimse.
AHMAKların bu ateşe girmeden pişeceğini ZANNetmekle Şeytanın İKİ-lik Ateşinde pişecekleri açıkça bellidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem de bu ZANN yoktur, çünkü neden olsun ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem cANdır CEM’dir...
Candır kendisi candır. Kendisi cümle canı aktarındır.
İşte
El Kâdir, El Kadîr, El Muktedir, El Kahhar olan Allahu Zülcelâl, Vacibü’l- Vücud olan Allahu Zülcelâl mevcudatı El Mâcid olan inşa’ eden ALLAH celle celâlihu, mümkünü mevcud kılan ALLAH celle celâlihu, bu kudrette olan ALLAH celle celâlihu sonsuz alternatiflerinden birini bir AN içerisinde tecellî ettirebilme Kaza-Kader, İrade ve Meşiyeti kendisinde olan Allahlık-Uluhiyyet Sıfatını taşıyan Allahu Zülcelâl…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Bir tanesi de budur işte. “Kûn:Ol!” edebilme KUDRETi OL-AN-dır.
Böyle bir El Kâdir’den El Azîm üretiyor ve durmadan akıyor bize.
Dâima YENİden YARATIŞ!..
Subhâne Rabbiye’l- Azîm!
Subhâne Rabbiye’l- Azîm!
Subhâne Rabbiye’l- Azîm!
Azametini gördüm Rabbım Şâhidinim şâhidim şâhidim!.
Subhâne Rabbiye’l- Azîm! Vebihamdihi!
Subhâne Rabbiye’l- Azîm! Vebihamdihi!
Subhâne Rabbiye’l- Azîm! Vebihamdihi!
Azametini gördüm ve AKLImla HAM ederek Şâhidinim Rabbım şâhidim şâhidim!.
Secdede niye üçte beş değil.
Göreceğiz ilerde inşallah!
Bizim göreceğimiz ilim evet irfandır.
Şeriat Tarikat Mârifettir.
“Hakikate de atlayıversem!” diyebilirler.
Biz asla atlamayız!
Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in arkasında cemaat olduğumuz için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in önünde bir şey aramayız. Bilmeyiz zâten.
O RABBÎ ROTA-yı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bilir ancak ve biz asla bilmeyiz.
Bir de dışarıdaki İKİ-likçi şeytancılar bilir.
Lafçılar, yanlışçılar demek istiyorum.
Tenkid etmek için demiyorum korkunç hata olduğu için söylüyorum.
Elbette ki Hakikat-ı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ı biz, Biz Hakikatı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm olarak biliriz.
Onun bunun hakikatı olarak değil.
Onun için diyor Münir Hocam dikkat edin.
“Kendi vicdanlarınızdaki özlerinizdeki Hakikat-ı Muhammedîyeye sahib çıkınız!” diyor. Hakikatınıza demiyor.
Diyemez ki öyle deseydi her biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in yerine imam olun derdi tek başına ya da çift başına ya da değil.
Bilinsin diye söylüyorum.
Bu takdir, bu sıfatından İlâhlığı, Allahlığı gereğidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden kudretle ilgili çok hadisler vardır.
İmam Buharî de ve diğerlerinde çok vardır bir tanesini almışım buraya.
Allahım senden, senin ilim ve kudretinden hayır beklerim.
İlmullahın Kudretullahta bize doğru geldiğini nasıl görüyoruz.
Şimdi Azametullaha geçecek bu.
Bu bulutu bu yağmur yağdıracak. Ya da fırtanayı koparacak gibi.
Senin büyük lütfundan talep ederim. Sen kadirsin benim gücüm yetmez.
Sen bilirsin ben bilmem.
Sen bütün gizledikleri bilensin!” diye buyurmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.


Kadere; kadura, kadr kökünden gelir.
Bu güç yetirmek kudreti olmak yanında bir şeyi diğer bir şeyle kıyaslayarak şu kadar demektir.

SEVİYE-leme bakımından önemlidir bu.
Ne dekem çok sıcak, çok soğuk ve ILIK olmak?.
Barbaros hasta, 40 derecede 42 derecede çok kötü sıcaklık gerçekten yanmakta..
Çocuklara buz koyarlardı ateşnediklerinde küçükken “havale geçirmekte!” delerdi.
Çünkü ateşlenip yanacak çocuk. Maximum ve İfrat buydu.
Bir de tersi var sıtma tutar, aşağıya düştü mü üç dört tane battaniye örtersiniz çocuk üşüyorum diye titremeye devam eder.
Bu da iyi değildir. Minumum ve Tefrid budur işte.
Bunu “SEVİYE-lemek İTİDAL budur” demek için, KIYAS-lamada kalmadan SEVİYE-lemek için diyorum.
Tedavi İŞ-lemlerinden sonra, 37 dereceye getirdin mi çocuk uyuyakalır CENNET-e düştü çünkü SEVİYE-lendiği için.
Neymiş CENNET ve NUR?
NÂR-ın ÇOKluk CÂHİM CeHeNNeMi ile NÂR-ın YOKluk ZEMHARİRA CeHeNNeMi SEVİYE-lendi mi İTİDAL CENNETi DOĞar!.
NÂR, NUR OL-ur!


قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
“Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme) : (Kudret sahibi olan) biz de dedik ki: “- Ey ateş! İbrâhîm’e karşı serin ve selâmet ol.” (Enbiyâ 21/69)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Bu da takdir, kaderdir, hazırlama, SEVİYE-lemektir.
İşte böyle planlayıp hazırlama da seviyelemede bir takdirdir kaderdir onu demek istiyorum.
Bu bir anlamda Allahu Zülcelâl i tazîm etmektir.
El Azîm esmasını, takdir etmektir, kıymetini vermektir.

ALLAH celle celâlihu nun kadir kıymetini gereğince bilemediğimizle ilgili âyetler vardır:


مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Mâ kaderûllâhe hakka kadrih(kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun) :Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac 22/74)

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne) : Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer 39/67)

“Allah’ın kadir ve kıymetini bilemediler!”
Allahu Zülcelâl kendisi böyle buyuruyor.
“Beni takdir etmediler, tazîm etmediler kadir ve kıymetimi bilemediler.
Sen onlara mı üzülüyorsun biz onların içini dışını biliyoruz bir damladan yarattık bana neler yapıyorlar!
Buyururcasına…


فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
Resim---“Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne) : Öyleyse onların sözleri seni hüzne kaptırmasın. Gerçekten biz, sakladıklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.” (Yâ-Sîn 36/76)

Yâ-Sîn Sûresinde hatırlıyorsunuz.
Bunlar ne?
Hep kader takdir işidir.
Kudretten, kadereden gelecek şeyler takdir etmenin yanında hükmetme anlamı da taşır.
Bakarak tebdil etmek.
Anlayıp gereğini yerine getirmek, tebdil etmek de bu anlamdadır.
Kaddarehu olarak ise takdir ve hükmetmenin muktedir hale getirmek anlamı vardır daha ileriye getirir.
İktidara gücü yetmek. Kadrere hazırlamak, kadder olmak.

Bşir şeyin Antipotu avuçlarınızı içten birbirine birleştirirseniz bu avuçlar birbirinin eşiti değildir.
Eşit olması için iki tane sol elinizin olmasıdır.
Elleriniz ZIDda değildir.
Aynı da değildir. Ayrı da değildir.
Tıpatıplılıkları vardır ama zıddırlar.
Aynıdırlar ama ayrıdırlar.
İsterseniz zor geliyorsa biraz sonra lütfen aynaya burnunuzu dayayın bakın!
Sizin sol gözünüz aynadaki sizin sağ gözünüzdür.
Bu böylesine bir soyut ve somut ikiliktir ki biri fiilen isimdir biri aynadaki görüntüdür.
Bu da ana kaderdir zâten.

Biz hiç girmiyoruz tasavvuf karışır diye.
Misal Âlemi vardır tasavvufta.
Mevcud olayların tümü orda olur ve bu âlemde olur.
Hep ikidir zâten tek olmaz.
Onun için bazı rüyalar, bazı kişilerin ve bazı hallerin rüyaları önceden görülür.
Misal Âleminden görüntüler zaman mefhumu olmadığı için bazı akillara ve anlama sistemine aktarılır ve olayları aynen yaşar.
Bende şahsen böle olaylar ve rüyalar yaşamışımdır fiilen birebir yalınız. Yakaza halinde de yaşamışımdır.
Nasıl demek istiyorum?
Bunu açıklamak için çok iyi anlatmaya çalışmalıyım.
Bir 85 yılında Sinop’a gidecektin orda Sultan vardı.
Bunu yaşadım, Aksaray’da o zaman rahmetli Hoca Amcamla konuşurken Babayla konuşurken.
“Sinop’ta Allahı Sevenler var, onlarla buluşacağız” dedim.
Onunla bunu konuşurken bir anda kapı açıldı ve bir hanım bir şey söyleyerek çıktı.
Orada fiilen oldu gördüm ve yaşadım, bu hayal felan değil ben çok şaşırdım.
Ne olduğunu anlayamadım.
“Ne oluyor dedim amcama bir şey mi oluyor?” dedim.
O da gülümsedi: “Allah’ı sevmeyen mi varımış?” dedi.
Güzel!.
Sonra biz birkaç ay sonra.
Bu ne zaman oluyor bu?
Ben Sinop’a gideceğim dediğimden birkaç ay sonra oluyor.
Biz Sinop’a gittik.
Bir odada böyle oturup sohbet ederken bir hanım kardeşimiz de içerde oradaydı.
Ama bir şey hatırlamıyorum onunla ilgili.
Ne zaman ki kapıdan çıkarken geriye döndü ve konuştuğu Hanım Sultana: “Sen Rabb olsan sana tapmam!” gibi bir kelime kullandı.
Baktım ki bir tek kelime hariç her şey aynıydı. Her şey.
Ama her şey yalnız tümü görüntüsü, hatta kalkıp, giydiğinin üzerindeki desene baktım çünkü yazıya benziyordu.
Demek istiyorum ki bu neydi olayların Misal Âlemindeki olayların bu âleme çekilişi mümkün.
Rüyada görünmeler de bazen aynen yaşıyor önceden haber veriyor.
Diyor ki şöyle şöyle şöyle oldu.
Üç gün sonra diyorlar ki dediğin gibi aynen oldu.
Bunlarda bir hayal ürünü değildir Misal Âlemin dediğimiz âlemler vardır tasavvufta ama bizi ilgilendirmiyor ve bizim onları bilmek ordan bir şey kullanmak, almak işimiz değil.
Bilsek de zâten bu piyasaya sürsek biz bir daha oraya eser halde dahi varamayız çünkü orası gerçekten tasavvufta yiğit insanların yeridir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir zücaciye-şişenin içinde toprak veriyor Seleme Vâlidemize: “Ya Seleme bunu koru. Ama bir gün bunun içinden kan gibi bir şey kaynadığını görürsen anla ki Hüseyin in başı kesilmiştir. Şehid olmuştur.” Buyuruyor.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme Cebrâil aleyhisselâm bildiriyor…
Aradan zamanlar geçiyor çok zaman çok!
En son vefat eden Vâlidemizdir Seleme Vâlidemiz.
Bir gün bir AN-da Medine’nin sokaklarında: “Ah Hüseyin Vah Hüseyin!” saçlarını yolmuş elinde olduğu halde ağıt ağlıyor.
“Nedir anne derdin ne?”
“Hüseyin şehid oldu.”
“Hüseyin şehid mi olur! Olmuşsa nasıl duyulur hemence?”
Hüseyin aleyhisselâm gitmiş 900 kilometre ötede. 900 kilometreden de ötede. 6 ayda mı gidiliyor kaç ayda gidiliyor deveyle bilmiyorum o zaman.
İşte ne zaman ki 5-6 ay sonra ya da bir zaman sonra Hüseyin aleyhisselâm şehid oldu haberi gelir.
Aynı saatta aynı dakikada DUYdu DUYabilen Kulak görebilen GÖZ!.
Neden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o şişeyi verirken çırpınmıyor Seleme Vâlidemiz gibi.
Neden hiçbir şey olmamış gibi böyle basit bir şeyden mi bahsediyor? Hüseyin aleyhisselâm Efendimiz için çocukken dahi secdeden kalmıyor bütün cemaat 20 dakika bekliyor.
“Çocuğun keyfi gelsin diye hemen kalkamadım kusura bakmayın!” buyuruyor.
Neden Muhammedü’l- Emin Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem dir kaderullaha karşı?
Öyle bir Seyran ve Cevlânâ geçiyor ki kendisinin ayaklarını böyle doğrasalar dahi, yok etseler dahi seyredebilme eminliği içinde olduğu için.
Misal ÂLimini seyretmek böyledir…
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Rical-i Gayb diyoruz.
Öyle Hazine Avcılığı yapacak bir adama verilir mi bu İŞ?.
Sihirbazı verilir mi Maskaraya verilir mi Muhammedî Sırlar?
Nedir Muhammedî Oluş?
Muhammedî Şuura kavuşuştur.
Nedir Şuur, neşe’midir, esrar mıdır?
Bâtın ve Zâhir Rububiyyet Sırlarına kavuşmadır.
Kavuşunca ne olur?
Kavuşunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüreği olur.
Yüreğinde olur. Yüreğinde OL-AN yüreğidir.
Akdeniz hep öyledir ve TEK-tir!.
Bütün balıklar Ak Denizdedir ve Ak Denizdir.
Adına sen ister Melek Balığı de, ister Köpek Balığı de.
Onu ben sen derim.
Ak Denizde başka kimse yoktur, orada eğer ordaysa.
Kur’ân-ı Kerimde
“Errabbü Kadirü” bir defa geçiyor.
Furkan Sûresinde geçmekte ikili olarak demek istiyorum ikili geçenlerde.


وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ مِنَ الْمَاء بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا وَكَانَ رَبُّكَ قَدِيرًا
Resim---“Ve huvellezî halaka minel mâi beşeren fe cealehû neseben ve sıhrâ(sıhran), ve kâne rabbuke kadîrâ(kadîren) : Hem O Allah’dır ki, sudan bir insan yarattı da onu soy ve hısım diye ikiye ayırdı. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkân 25/54)

Resim---“Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyet (kan ve evlilik bağından doğan) yakınlığa dönüştüren O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.”

Kudretli olan Rabbu’l- Âlemin çünkü bütün esmalar, hep söylüyorum Rabb Esmasından geçerek zuhurata geçer.
Burdan geçerek TECELLÎ-ye geçer bunu çok iyi anlamamız lâzım.
Ancak Azametullah, Kudretullahın bizi ilgilendiren kısımında muazzam bir
DEVRAN ÂLEMİdir.
Kudrette ise
SEYRAN ÂLEMİdir.
Azametin Rububuiyyete yakın kısımları.
Ama Kudretullah doğrudan bir
CEVLAN ÂLEMİ ve HAYRAN ÂLEMİ halidir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem le direk ilgilidir tabiî ki.
Biz Nefs-i Emmare olarak davul çalar oynarız. Yer içer tepiniriz.
İbadet ederiz. Şöyle olur böyle oluruz Bu belli bir şey.
Bunda bir ortağımız olamaz.
Ekmek yerken, su içerken, idrar ederken yok mümkün değil.
Sünnetullaha aykırı İŞ İŞ-lemek yoktur çünkü!
Başka bir şey de yapamayız ki: “Kulağımla içeceğim!” diyemeyiz.
“Elimle göreceğim!” diyemeyiz bunları yapamayız Takdire aykırı olduğu için Sünnetullaha ama biz bu Nefisle öğreniriz ilmi.

Öyle biz güzellikler yaşadık ve yaşıyoruz ki çok olmuştur yatsı abdestiyle sabah namazını kıldığımız.
Hiç unutmuyorum Siirtli Hocamın bantlarını şu anda Ali’nin de Muhammedinur Sitemizde yayınlamakta olduğu Kitapları yoktu, öyle bir eseri vs. yoktu.
Ben: “Efendim sizin de eserleriniz olsun, kalsın, okunsun, sohbetlerinizi kitap haline getirelim!” dedim.
İnsanlar 1980 yılından beri böyle hizmet ediyorlar hepisi uçmuş gitmiş böyle harika olur yapalım felan yapıyoruz.
O işte ondan sonra rahmetli Aziz Hocam Muhammed Sıddık Hekim kaddesallahu sırrahu Hazretleri her gün bir sohbet bantı getiriyor ben onu teypte dinliyorum yazıya geçiyordum.
Tabi böyle bir dönem geçti.
Eee ne zaman gerçek yatsı abdesti ile sabah namazı kılsam o gün sohbette söylerdi: “Abdullatif yine bu gün yatsı abdesti ile sabah namazı kılındı biliyor musun?”
Bende hayret ederdim derdim: “Hocam çok hoş bir şey bu!”
Çok hoşuma giderdi.
Benimle olduğundan değil.
Bunu bir Allah bilirdi nasıl güzellikti ki bu böyle rahat duyuş böyle rahat uyuş harika bir şey bu.
Ama oradaki samimiyeti haa şunu da derdim hep: “Hocam Rabbu’l- Âlemin biliyor ki ben bunu Allahu Zülcelâl ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile tabi ki sizi sevdiğim için yapıyorum. Ama asla kendim için yapmadım bunlar biliyor sende biliyorsun. İyisin denmek için değil!” dediğim de:
Bir keresinde ayağa kalkıp hatta ellerini açarak: “Allahım Abdullatif oğlumu Adn Cennetine sokacaksın değil mi?” demiştir.
Bunu şunun için söylüyorum istese idi tek kitabı 50 kişiye 100 kişiye yazdırırdı demek istiyorum.
Birisine deseydi ki “bunu yaz getir” yazdır getir. Yapardı bunu herkes.
O değildi onun sorunu.
Bu aramızda bağ olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem idi.
Ve insanlara: “Abdullatif’in benden bir talebi olmamıştır. Benim de bir davetim olmamıştır. Bizim aramızdaki bağ Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ dır. Buluşturan Allaha hamdu senâlar olsun!” demişti Kapısında “Buyunuz!” yazan Sohbet Odasında..
İşte o sohbetler şimdi Hakan’da videoya alınanları vs leri.
Şunu demek istiyorum.
ALLAH celle celâlihu Rahmetler etsin! O toprak oldu geçti gitti.
Biz de olacağız buradaki söze dikkat etmek lâzım.
Diyorum ki o toprak oldu geldi giçti ben de geçip gideceğim geçip gitmeyen bir şey var yalınız ALLAH celle celâlihu!..
Ne diyor:
“Aramızdaki bağ Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm!”
Allaha hamd olsun.
Ben bunu demek istiyorum. Beni, seni bırak!..
Aramıza bir bak seviyemize bir bak Barbaros.
Bizi SEVİYE-leyen Allah korusun, seviyemizi bozan şeytan mı, SEVİYE-leyen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mi?..
Ona bir bakalım bırak beni seni!.
Zâten benden senden bir şey olmaz, olursa BİZ-den olur BİZ dediğimiz aramız. Seni beni yok eden kim?
BAĞ-layan birleştiren bir eden BİZ eden.
Tamam mı anlayalım?
Dersen ki: “Hocam şu AN-da ikimizi böyle konuşturan Keban Elektriği!” Alnından öperim doğru söylüyorsan çünkü.
Gerçek söylüyorsun.
Kesildiği anda “şak!” diye kesilip kalacağız çünkü.
Sen o yerdeysen ordasın.
Ben nerdeysem kalacağız.
Bütün bunlardan kastım ve söylemek istediğim şey
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kadar Mükemmel, Muhteşem, Mübârek, Muazzam ve Mukaddes olduğunu anlayalım ki BİL-elim, BUL-alım OL-alım YAŞA-yalım ki inşaallah bu ÂLEM-den o âleme geçmeden güzellik ve özelliklerine birlikte ŞÂHİD olalım.
Bu şahâdetimiz zâten bizi şu AN-daki şehâdetimiz bizi gerçekten CENNET-tir zâten.
Bu şehâdetimiz cennetimiz olacaktır ve biz bunu mutlaka sağken diriyken kazanacağız.
Sağken ve diriyken kazanacağız Allahın izni ve inânetiyle başka bir yol katiyen yok. Katiyen yok!..
Hâşâ Allahu Zülcelâl hiçbir zaman bir işletme işletmiyor.
Orda öyle bir şeyler kurmuş bizi bekliyor değil.
Doğrudan doğruya herkes Cennetini Cehennemini kendisi buradan taşır. Bunu çok iyi anlamamız gerekiyor.
Evet benim bu gün diyeceğim bu kadar.
Önümüzdeki Cuma inşaallah kaldığımız yerden devam ederiz. Elemneşrahleke Sadrak
...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen Gariban »

Elem neşrahleke sadrak
Sadrını yarmadık mı?
İkincisi ne peki bir daha oldu.
Neresi şerh oldu?
Hangisi çocukken oldu, hangisi mi’raca çıkarken oldu.
Hangisi Hâlime Anamızın koyunlarını güderken dağın başında oldu.
Hangi dağın başında oldu.
Hangisi Kâbe’nin gölgesinde oldu.
Hangisinde Mescidü’l- Haram’dan Mescidi Aksa’ya yolculuk başladı.
Öbüründe ne yolculuğu olmuştur.
Hangisi Azametullah hangisi Kudretullah için genişletilmişti.
Şerh olmuştu.
Şerh şerehe bunları inşaallah birlikte inceleyelim Allahın izni ve inayetiyle.
Evet Hâlim yazmış Kablonun dışı nasıl plastikle kablıyla insan bedeni de içteki kudrete “KAB” görevi görmektedir.
Doğrudur böyle Habli’l- Verid.
Azametullah Rububiyyet Kudretullah gibi ikiliklerde öyle bir yakıştırma değil ama bir zevk bakımından söylenir.
Söylenir biz bu gün yolda gelirken bir kardeşimiz, bizim sitede yazıyor biliyorsunuz şiirleri felan yayınlar.
Değerli bir kardeşimizdir arkadaşımızdır şeydir ama bu bizim olduğumuz gördüğümüz noktadan göremeyişin ilmen çok ileride olsa insanları nasıl yanılttığını Hakan hemen yakaladı.
Çünkü çok basit bir konuyu bile göremiyor.
Beyazidî Bestamî der ki hadi Beyzadî bilmiyorum Münir Derman Hocam ne diyor, onu diyorum.
800 sene önceki şunu diyor bakarız bi onun dediğine de bakarız da bütün bu dünya düz mü yuvarlak mı dönüyor mu dönmüyor mu gibi bir derdimiz yok, onu demek istiyorum.
Bu bütün bunlar bizim kendi İlâhî İlim ve Muhammedî Edeb içerisindeki yuvarlayışlarımızın neticeleridir.
Eee dediğiniz gibi Azametullah ve Kudretullah iç içedir hiçbir zaman bu yüzden zâten hatta bu yüzden biz kâinâttaki atomların döndüğünü göremeyiz.


وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan) :Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.” (Nisâ 4/126)

“Vallahi kulli şeyin muhit” olduğu için sistemin tümüyle yürür zâten. Evet.
Âlet gibidir Azamet fiilen dışarıdadır.
Mecburen uygulamayı yapar.
Onun için Ez Zâhir esması Allah zâhirdir iyidir nerde hani dediği anda o put arıyor. Yoksa Allah zâhirdir.


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) :Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

“Allahü nurus semavati vel ard…: Allah, göklerin ve yerin nûrudur...”

Ama illâ kendisi gibi bir şey düşünmesi aklın kendi yapısında vardır.
Ama nakli bulduğu zaman o da diyecektir meğer benim dediğim gibi değil miş âlem buna gerek yokmuş.
Biz tiyatroda rol yapıyoruz diye bütün seyirciler de mi oynatacağız.
Bu doğru değildir olmaz zâten benim bu gün diyeceklerim bu kadar evet.
Bir sorusu olan yada söylemek istediği bir şey varsa var mıdır?


Hâlim :
Hocam şeyi sohbetin başında Barbaros’la şeyi paylaştım da bir “Ettehiyatü” de “Eşhedü” kısmında Cebrâil öyle diyerek şâhidlik yapıyor ya mi’rac olayını.. Yine de bir yere kadar geliyor Cebrâil orda: “Ben buradan ileri geçemem!” diyor “geçersem yanarım!” diyor.
Geçemezse ordan şâhidliği nasıl diye onu sormuştum.
Bir açıklık getirirseniz sevinirim.


Kulihvani :
Beden, Nefis, kalb ve Ruhta Dört Mertebe…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahuekber zü’l- melekütü ve’l- ceberütü ve’l- kibriyayı ve’l- azameh!” diyor namaza başlarken.
“Allahuekber!” demeden önce…

Ben de diyorum ki bu melek gibi dört âleme dağıtılsak kim nere gider? Dağıtılmak zâten öyledir de.
Onun için nedir Mikâil Mim Kaf âil nedir?
Cebrâil Ceberrut Âlemindeki âil nedir?
İsrafil Sarfâil demektir bildiğimiz?
Sarefe sufledir.
Üfürüş ama sarf etmedir aynı zamanda bildiğimiz sarfe etme işidir fiilen her nefes gibi.
Şeenullah gibi Şeenullah daha doğrusu.
Ve o birde Azrâil var yalınız.
Orda bir özür izr var onu demek istiyorum.
Bu her nefis tadacaktır.
Azrâil de bu işi yaptıracaktır.
Orda Cebrâil aleyhisselâm bir yaratıktır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in Nurundan yaratılmıştır.
“Kimden alıyorsun ya Cebrâil?”
“Aldığımda verdiğimde sendin!”
Kimdi o?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in hangi makamından alış hangi makamından veriştir.
Kimdi o?
Melek nedir melek meleke nedir.
Biz buna şudur budur diye kader koyduğumuz zaman çok büyük itidaki yanlışlıklara sebebiyet veririz.
Bildiğimiz şeyleri yorumlamak kendimiz için ama bilgi olarak yükleniverdiğimiz anda bir çok şeyleri


آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلَئِكَتِهٍ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ اْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى وَ اْلبَعْثُ بَعْدَ اْلمَوْتِ حَقٌّ * اَشْهَدُاَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ * وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وُ رَسُولُهُ *

: Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevti hakk* Eşhedü en lâ iâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh

Bütün bunlar askıya kaçıverir.
Birisi derki işte böyle böyle bu melâmeti bozan bir yoldur.
İnsanı Kâmilde diri Rabb yakında vardır.
Ruhu çözemediği için, Muradullahı çözemediği için bu bakımdan da bu yaz bana öyle bir şey olsun diye ben dörtlü yazdım zevk yazdım oraya bilerek.
Zevk dörtlüdür ama ben İsmâil aleyhisselâmı da ekledim.
Beşli olsun diye.
Çok önemli de onun için.
Melekede çok önemli.
İbrahim aleyhisselâmla İsmâil aleyhisselâm arasında yine vardır Cebrâil. Koçu getiriyor hem de.
Zibih diyor zibeh bilelik sadetliği demek.
Milletin canı çıkıyor “Be formülü” diye “Be Sırrı” diye.
O bir âlet bula kendisine.
Derde derman değil.
Onun için zâten özlerimizin yüreklerimizin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem le bir olması bizim için çok önemli.
Bu dediğiniz şey sonra zaman içerisinde kendi kendine oluşacağını sanıyorum.
Daha net anlarız.
Melekler nasıl şeylerdir.
Kalbleri olan ruhları olmayan, nefsi olmayan daha doğrusu.
Benliği ve nefsi olmayan ama bir kalbi muhabbet var.
Mü’minlere istiğfar ederler, dua ederler bütün.
Nefis olmadığı için negatiflik yok. Peki bu nasıl bir şeydir?
Bunu zamanla Kur’ân-ı Kerimin kendisinden çıkacak, kendisi bize diyecek. Bu budur, bu budur, bu budur inşaallah.
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen meryemnur »


ALLAH Rasulü (s.a.v.):

"ALLAH'ın insanlardan dostları vardır."
buyurdu.

Arkadaşları :

"Ey ALLAH'ın Rasulü! Kimdir onlar?"
dedi.

O:

"Kur'an ehli olanlar, ALLAH'ın ehli ve yakınlarıdır."
buyurdu.


Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: KUL İHVANÎ KUR'ÂN-ı KERÎM SOHBETİ

Mesaj gönderen meryemnur »


ALLAH Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"ALLAHın evlerinden birinde toplanıp, ALLAHın kitabını okuyan, onu aralarında öğrenip, öğreten hiçbir topluluk yoktur ki, ALLAH onların üzerine huzur indirmesin, rahmet onları kaplamasın, melekler onları kuşatmasın. ALLAH onları, kendi katındakilerin içinde anmasın!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön