KUL İHVANÎ LEYL SÛRESİ SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

KUL İHVANÎ LEYL SÛRESİ SOHBETİ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ LEYL SÛRESİ SOHBETİ

(19 Nisan 2009 Sohbeti)


Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bismillâhirrahmânirrahîm!

Nur-u Nun

Nur-u Mim
Ehl-i Beyt
Rıza - Vech

Subhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedu enla ilahe illa ente vahdeke la şerike leke estağfiruke ve etuğbi ileyk.

Elhamdulillahi Rabbü’l- Âlemin.

Veleddalin sapanlarından değil.
Gazaba uğrayanlar, akıllarını yanlış kullananlardan değil.
Sapanlar, kasıtlı kullananlardan değil.
Böyle bir hamd bize nasib et Yâ Rabbü’l- Âlemin!.
Bizi Dâru’s- Selâma SILA et!.
Kaderlerimizin içinde geçecek ömürlerimizin son noktasını Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’efendimizin SALLı içinde kıl.
Bizi ÇÖPlükten ÇÖLe, Hakk ile hayra geçir!.
Hayr ile Hakka geçir!.
Çöldür Hakkın yeridir!
Çöplük hayrın yeridir!..
SALL, çift lâmlıdır. DALL da Dad ile yazılan DALL da çift lâmlıdır.
SALL çift lâm harfiyle yazılır. Sad’la yazılır sahiblik getirir.
Samedîyet, muhtaç olmadan sahiblik getirir.
Samedî bir sahiblik getirir.
Ebedî sonsuz ihtiyaçsız, Rabbü’l- Âlemin kendi yüce bir sıfatı içerisinde bir sahiblik getirir SALL.
Subbah, sebbaha getirir. Yani Zâhirde, Bâtında, Evvelde Âhirde getirir.


هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

"Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galibtir, hikmet sahibidir” (Haşr 59/24)

Yu sebbihu lehuma fiysematati vel’ardı.
Şimdi gökte ve yerdeki her zerre, her atom dönmektedir.
Tesbih etmektedir Rabbısını kün fe yekün içindedir.
Şe’enullahtadır. Şâhiddir. Şimdi şu an şâhiddir ve ŞE’ENdir zâten bu.
O her AN bir Şe’AN dedir.
Bakın biliyorsunuz Rahmân Sûresindeki âyet.


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ

" Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin.: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân 55/29)

O Allah her an bir şe’endedir, her an şe’endedir ŞU ANdadır yani.
Çünkü ŞU ANı yaratan O dur.
İşte SALL böyle bir SALLdır.
Ordaki lâmlar Lütfullah.
Lütfullah, Zâta mahsustur. Kendi Âleminden ötede Kendinde kendidir. Bizdeki Âlem vs. yansımasıdır ve yaratmasıdır.
Nurullahla gelir Nur-u Mimde Lütf-u Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem olur.
Letâfet Kesâfete dönüşür.
Mânâ maddeye geçer.
Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de Rahmetenli’l- Âlemin olarak madde ve mânâ zuhur etmeye başlar HER AN.
Onun için ŞE’EN Nun ile Mim arasındaki bir iştir.
Nur-u Nun ile Nuru Mim arasında bir iştir.
Ve bu iş de zâten Nur-u Kaf vardır.
Kudretullah Kafı vardır. Kevn vardır. Kûn vardır.
Burda ve burada sormakta Allahu Zü’l- Celâl.
Bu ikisinin ara kesitinde. Burada sormaktadır: “Mülk kimindir?” diye.
Cevab veren yok!.
Çünkü Mim yok Mim, Nun da yok olmuş artık.
Fenâfillah OLmuş anlâmında.


يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

"Yevme hüm barizun la yahfa alellahi minhüm şey' li menil mülkül yevm lillahil vahidil kahhar: O günün ki onlar meydana fırlarlar, kendilerinden hiç bir şey Allaha karşı gizlenmez, kimin MÜLK bu gün O VÂHID, KAHHÂR ALLAHın” (Mü’min 40/16)

SALL böyle bir lüfut kazanırken İnsan;
Hayatın her yerinde, her şekilde, her yerde, her zaman ve her halde denenir.
Kaza ve kaderi yaratan Allahu Zü’l-Celâl dir.
Muradullah, Kaza Âlemidir ve Kendinden başka kimse bunu bilemez. Muallaktır, mübremdir!.


Mübrem: Kaçınılmaz olan. Vazgeçilmez olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.
Muallak: Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. Havada boşta duran. Sürüncemede kalmış iş..


Mübremdir değişmez.
Muallaktır değişir.
“Nasıl?”
Ecel bellidir, ölüm bellidir ama: “Sadaka ömrü uzatır” gibi.


Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem: “Sadaka ömrü uzatır, kötü ölümden korur, kibri ve tefahürü de giderir!” buyurdu.
(Taberanî)

Bu muallaktır.
Bir kaza vardır geliyor.
Fakat geldiği kişinin yapacağı, bir yetim başını okşaması dahi onun o Felaket Yağmurunu bulutunu Rahmet Bulutuna çeviriverir.
Bu da bir kaderdir muallak bir kaderdir.

Dedim ki Kaza Nurullah işidir.
Kader Nur-u Mim üzerinde tecellî eder.
Yani bu âlemde tecellî eder.
“Ne demek tecellî?”
Tecellî, cellâ etmektir.

Cell: Kadr ve mertebesi büyük olmak ve büyüklüğünü gösterendir. Kudretin takdir edendir..
Celîl: Büyük, ulu olan Kudretini sergileyen.

Tecellî, lütuf ve lânetin CEM’e gelişidir, Celâle gelişidir.
Lâ ilahe de kalış Firavunluğu - Hizbü’ş-Şeytanlığı Lânetinden, İllâ ALLAH Muhammediliği-Hizbullahlığı Lutfuna GEÇişte, AKLın KULluk İmtihanının kendisine verilen İmkanla Fiilen Hayata geçişidir Tecellî..
“Seç!” demektir. Seçme yeridir.
SALL böyle güzellikler taşır içinde, “ASL” a dönüştür!.
SILA yı BİLiş, BULuş, OLuş ve YAŞAyıştır SALL!..
Es Selâm, Allah celle celâlihu’nun FİİL kökenli tek Esmâsıdır.
Ve Allah celle celâlihu SILAmızı “Dârü’s- Selâm” olarak buyurmuştur.


لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

"Lehüm darus selami inde rabbihim ve hüve veliyyühüm bima kanu ya'melun: Rablarının ındinde selâm yurdu «dârüsselâm» onlarındır, bütün yapacak oldukları işlerde kendilerinin velisi de odur” (En’âm 6/127)

Eğer bu SALL, BİLdirilen ve BİLinen NOKTA’ya- KIBLE-KABULe Lâzım ve Lâyık Kılınana dosdoğru GİTmekte iken tam terse gitse ne olur?
Bu “lâm” ları lânete çevirir.
Ve “Sad” “Dad” a dönüşür. Zayii olur kaybolur.
Tam kaybolur ve DALL olur!.
İşte DALLin budur, Sırat-ı Mustakîm’den sapıklıktır!.

Tam 180° geri dönerse, haktan ve hayırdan ayrılırsa, bâtıl ve şerre dönerse, kendini Yaratanı terk ederse, redd ederse o “DALLİN” dir.
DALL olur ki SALL’ın tersidir.
Kâbe’ye el değen kişi geri dönse de SALL-Namaz kılsa küfürdür bu..
Uzayın son ucundan Kâbe’ye dönüp SALL eden ise Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i DUymuş ve Allahu Zü’l- Celâl’e UYmuştur..

Hasan-ı Basrî (k.s.) yu biliyorsunuz muhteşem bir Ehl-i Beyt aleyhisselâmdır.
Çok fazla değildir zamanı Asr-ı Saadete.
Kendisi çocukken sahabelerle buluşmuştur. Mübârek bir Zâttır.
Kendisinin bir salâvatı vardır.
Muhammedinur Sitemizde 12 numaralı salâvattır.

“Kim ki âhirette Havz-ı Kevser’den doya doya içmek istiyorsa bu salâvatı çokça okusun!” buyurmuştur.
Onu açıklâmak istiyorum.
Bizim salâta, salâvata, selâma ve selâmete önem verdiğimiz belli.
BİZde;
Rehber-i Mutlak, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’dir.
İmam-ı Mutlak, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’dır.
Bizim bütün büyüklerimiz orada olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem huzurunda ve kendi başlarına bir şey ve işleri yoktur.
Ne Ali keremullahi veche, ne İmam Hasan aleyhisselâm, ne İmam Hüseyin aleyhisselâm.
Ve ne de bizim çokça bildiğimiz Abdulkadir Geylanî (k.s.), Şah Nakşîbend. Ahmed-i Rufaî, Ahmed-i Bedevî vd. (k.s.)
Bunlardan berilere geldiğimizde Muhiddin Arabî (k.s.).
İşte Somuncu Baba, Hacı Bayramı Veli, Ömeri Sikkin Dede (k.s.).
Nuru’l- Arabî'ler, Kuddusi Baba'lar, Niyazi Mısrî'ler, Münir Derman'lar (k.s.) ve diğerleri tümü de hepsi bunlar kendi sahalarında var gözükür fakat,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Ravza Sahasında, Havzasında BİR-ER DAMLAdırlar!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Kevserinde birer damladan ibârettir.
Kendileri, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Şifâ İÇindekine şâhid OLmuş ve YAŞAmışlardır Hamdolsun!.
Rahmetenli’l- Âlemin RAVZının ve HAVZın İÇindeki değil İçtende YAKÎN OL-ANı Rabbü’l- Âlemindir.
İÇin İÇindeki Rabbü’l- Âlemin sANma O İÇide Yaratandır!.
Onun içindir ki BİZ başkalarından farklı değiliz.
Bizim farkımız Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in farkı kadardır.
O ise BİZden BİZe OL-AN Sohbet ki Hasbî Hizmet farkıdır..

Çünkü Kur’ân-ı Kerimin kendisi SOHBETtir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e SAHİB çıkan ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in SAHİB çıktığı SAHABE radiyallahu anhum’a SOHBET ile Kur’ân-ı Kerim BİLdirilmiş, BULdurulmuş, OLdurulmuş ve YAŞAtılmıştır ÂYET ÂYET!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Muhammedî Matbaası SAHABE radiyallahu anhum’lardır…
Hayydan Hayya, elden ele, dilden dile, gönülden gönüle ebediyen AKmaktadır hamdolsun!.
Bu nedenle asla tahrif edip bir şeyler sokuşturamamıştır Şeytan Uşakları..

Sohbetle gelmiştir dediğimiz budur.
Sohbet, sahabedir.
Sahabe, “Be Sırrı” na sahibliğin hakk oluşudur.
“Be Sırrı” ki Kur’ân-ı Kerim’e onunla girilir.
“Bismillahi” derken girilir.
“Be” berekettir, “BİRR” dir.


El Berru : Ahdinde, iyilikte, hakta, hayırda mutlak sadık olan ve yerine getiren ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. İkram, lütüf ve ihsân vâ'dinde sadık olan. Ni'metlerini herkese umumâ bahşeden keremkâr olan. İyilik, güzellik ve hayr dileyen ve yerine getiren. Birrin ve bereketin yaratıcısı... Mutlak birrin sahibi, iyiliği sürekli sever, ahdine sadık ve vefâkâr olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sıdk birre, birr de cennete ulaştırır" buyurmuştur.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birr, ahlâk güzelliğidir." buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 14,15; Tirmizî, Zühd, 52)

Şu AN HAYY OL-AN Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in HUZURULLAH’ta HAZIR HÂLde OL-AN SIRR SOHBETine İlim-İrade-İdrakle İştiraktir SALL ve HIZIR..
SOHBET-i Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ise Rızaullahın ve Rıza-yı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in BİZle BİR OLuşu BİLE OLuşudur inşallahurrahmân!.

Bu bakımdan BİZim dikkat etmemiz gerekir!.
Bu bakımdan biz SOHBET SIRRIna, sahibliğine, sahib çıkılışa çok titiz bakarız ve asla kendimize yontmayız.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Adına, Hesabına ve Şerefine DUYar ve UYarız..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in SALL SEViyesini İZleriz RUHumuzla..

“Ben sahib çıktım konuştum-dinledin, sen sahib çıktın konuştun-dinledim!” değil SAHİB çıkıştık, sahib çıktık, sahib çıkıldık ve BİZ BİR-iZ inşâallah ve elhamdulillah!.
Yoktur öyle “sevdim sevildim!” “SEVİŞTİK” vardır.
İçtim, içildim yok içtik vardır. BİZ BİR-İZ!.
Bir beden içine içilen bir SU gibiyiz.
Beş dakika sonra o BEDEN yoktur SU yoktur. İkisi BİZdir BİRdir artık.

Bu anlâmda bir Sohbet Neşesi olması lâzımdır.
Hepimiz Hizmetçiyiz ve Öğrenciyiz!
Hizmetimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e!
Öğretmenimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem!
İbadetimiz ise, ancak ve ancak İmam-ı Mulak Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i DUYarak ve UYarak Allahu Zü’l- Celâl’imizedir elhamdulillah!.

Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ ın Yüce Yolu bu YOLdur ve Sırat-ı Mustakîmdir.
Buna çok çok dikkat etmemiz lâzım!.
Ve asla Birbirimizin saptırıcısı olmamalıyız!
Ve Hakk ve hayr yolunda Hasbi Hizmetinde bastığı toz-toprak olmalıyız..

Aziz kardeşlerim!
Etrafınıza iyi bakın göreceksiniz!.
Öyle insanlar öyle kalaylı laflarla ki kalaylı diyorum dikkat edin!.
Anası ASLı astarı gümüş değil de teneke.
Öyle yaldızlı tasavvuf laflarıyla, ambalajlarıyla bir ömür yaşatırlar ki insanlara!.
Bir ömür hayal içinde geçer gider!.
Ve hayalî bir şehâdetle hayali bir Cennete götürürler.
Bu yanlıştır ve hüsrandır, kârı bırakıp ana sermayeyi yiyip yok etmektir!. Çünkü yaşanmayan yalandır Muhammedî Melâmette.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Mübarek Yüreğinde Yaşanan Haktır Gerçek Şehâdetullah!
Bunu hepimiz tadacağız bir gün inşâallah.
Böyle ya da şöyle. Bu gün ya da yarın. Fark etmez.
Muhamedî Şuuru BİLen
Muhamedî Nuuru BULan
Muhamedî Sururda OL-AN
Muhamedî O-NUR u YAŞAyan her kardeşimize,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i Tebliği,
Allahu Zü’l- Celâl’in vâdi VARdır elhamdulillah!.


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

"Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym: De ki: eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah Gafur'dur, Rahîm'dir” (Âli İmrân 3/31)

SALÂVÂT-I ŞERÎFEmizi ZEVK edelim BİZ BİRlikte inşâallah!.
Hasanî Basrî (kaddaSALLahu sirrehu)’nun muhteşem salâvâtı:
"Kim ki âhirette Havz-i Kevser’den doya doya içmek istiyorsa bu salâvâti çokça okusun!." buyurmuştur.

Resim

TÜRKÇESİ:
Allâhümme SALLi ve sellim alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin Nebîyyil Ümmiyyil Habîbil Âliyyil Kadîril Azîmil câhi Ve alâ âlihi ve ashâbihi ve evlâdihi ve ezvâcihi ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi Ve eshârihi ve ensârihi ve eşyâihi ve muhibbihi ve ümmetihi Ve aleynâ maahum ve'l-mü'minîne ve'l-mü'minâtı ve'l-müslimîne ve'l-müslimâtı ec'maîn.

(Leyl sûresi Sohbeti Devam edecek)
En son Hakan tarafından 16 Eki 2009, 07:52 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »


(Leyl sûresi Sohbeti Devamı)


Allâhümme, Allahım! SALLi, SALL et, ulaştır!
BİLiştir, BULuştur, OLuştur ve YAŞAt.
Bu dörtlü, Şeriat, Tarikat, Mârifet, Hakikat gibidir.
Beden. Nefis, Kalb Ve Ruh gibidir.
Bedenimizi BİLiştir, Nefislerimizi BULuştur, Kalblerimizle OLuştur ve Ruhlarımızla YAŞAttır!.
Çünkü RUH birdir. Hepimizin ruhu bir ruhtur.
Allahu Zü’l- Celâlin Emr Âlemindendir.
Yaşamak böyle BİZlik ve BİRlik içindedir, Muhammedi Melâmette.
Bir kişi kendini BİLirse, gerçekten bir Allah Dostu BULursa ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ile OLursa, hakikaten şah damarından yakın olan RABBiyle YAŞAyacaktır aziz canlar.
Bunda insanın en büyük perdesi KENDİsidir.
Perdeliyeni, engelleyeni, ağlali, düğümü, yol kesen eşkiyası kendisidir, kendi nefsidir, kendi bildikleridir.
Bulaşıklardır, paslardır, pislerdir.
Engeller tamamen yapaydır. Kalkmaz değildir.
Allahu Zü’l- Celâl Lütf-u Kereminden, İzzet-i Şerefinden dâima merhamet ve muhabbet sahibidir.
Bütün günahları affedeceğini buyurmaktadır.


قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

" Kul ya ibadiyellezine esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemia innehu hüvel ğafurur rahiym: De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Sizin ALLAH’ın affedeceği bir günâhınız olmazsa, ALLAH günâhları olan bir kavim getirir ve (tevbe ederler de) onların günâhlarını affederdi.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe 9-11; Tirmizî, Da’avât 98/3539)

Abdullah İbn Mesud (ra) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Günahlarından tevbe eden hiç günah işlemeyen gibi olur.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Taberani)

Mesele onlarda değildir mesele yürekteki ana özün sağlâmlığıdır.
Olabilir yanlış öğrenilmiştir, yanlış anlâmaktadır. Yanlış bilmektedir.
Öyle sanmaktadır fakat silm hani Lütfu ve Lâneti bilen bir akıl bu gün bilmiyor mu yani?
Pak ile temizi bilmiyor mu, acıyla tatlıyı bilmiyor mu, iyiyi ve kötüyü göremiyor mu?
Bunun neyi var yani.
Neden ekmek yiyorda gübre yemiyor.
Demek istiyorum ki çok nettir bu.
Onun içindir ki Muhammedi Melâmette hayal olmaması lâzımdır.
Eğer yol doğruysa, sırat-ı müstakimse.
Sıratı müstakimi bulmak için teslim olmak gerekir.
Kime teslim olacak? Teslimiyet nedir?
Kendini bilmektir.
Nasıl bilecek kendini?
Kendini bilmeyi nasıl bulacak?
Bulması lâzım bilmek yetmiyor ki. Edebi lâzım demek istiyorum.
Bu bakımdan kişi kendisindeki ilmi, İlmullahı toplayacak ve edebi Ehl-i Beyt aleyhisselâmdan, Evliyaullahtan alacak, bir Allah Dostundan bir Kâmilden alacak.
ASL Kâmil, gerçek mükemmel olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ dır.
Kendisi gerçekten mükemmeldir, Kemâli tammdır.
Mükemmil olan da O’dur. Kemâla erdirende O dur zâten. Kendisidir.
“Peki Ben kimim?”
Ben bu gün denenen bir öğrenci gibiyim.
“Kim Allah Dostları?”
Onlar da hizmetçiler. Öğretmenler gibi hizmetçiler.
“Ama bunu yaptıran kim?”
Bunu yaptıran başta birisi var, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem. Allahın Rasûlü sallallahu aleyhi vessellem var.
Heee O’na. O’na da işte yaratan yapıyor.
Bu basit bir şeydir. Bu teslimiyettir.
Kişinin kendi aklının kendine teslim oluşu.
Bunu yapabilmesi için anne gibi baba gibi, cana ekmek sunan el gibi, ağız gibi, mide gibi.
Cana kan veren kalb gibi. Hepsi hizmetçidir. O canı yaşatmak için.
Ne olduğu bilinmeyen ancak varlığıyla bilinen aklın, vicdanın, canın varlığını sağlayan tümlükteki güzellik için.

Allahümme SALLi bizi vesellim: Allahım bizi teslim et ve SALL ettir sırat-ı müstakime!.
“Kim?”
İstikameti yapan tek imam. İmam-ı Mutlak Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ dır.
Rota Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’dedir.
İstikamet O’nun işidir.
Olmak ve yaşatmak O’nunla mümkündür.
Vesellim veselli teslim olmamızı sağla!.
Ve SALL ettir. Alâ seyyidinâ, O Efendimize dinimizin sahibine, sırrına, her şeyine, sebiline, yoluna!.
Ve Mevlânâ, bize velîliği Allah Dostluğunu, velîliğini kabul etmek, velâyetini kabul etmek. her şeyde onu vekil kabul etmek.
Aynı çocuk velîsi gibi. Velî bilmek Vâli bilmek, Mevlâ bilmek, Mevlâ bilmek Celle Celâlehu.
Muhammed’in ki O Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ a salâtü selâm olsun!.
Nebîyyi’l- Ümmîyyil, ki o Nebîyyil ümmîyydir.
Nebîyy bilelik nurunu taşıyan demektir.
Bilelik nurunu taşıyan demektir ne demek?
Nübüvvettir. Nübüvvet elan kullanılan bir cereyan gibidir.
Şimdi Kur’ân-ı Kerime geçtiğimizde, okunmakta olan Kur’ân-ı Kerim 1400 sene önce gelen Leyl Sûresi olmayacak.
Yaaa Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Rahmetenli’l- Âlemin Bulutundan yağan bu günün yağmurları gibi bir Leyl Sûresi gelecek Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Ruhundan.
“Dünküne benziyor!” denecek.
Benziyor ama bu, bu günün yağmurudur. Bu mânâ yağışıdır.
Madde yağışı zâten her an her zerre yok edilip var edilmekte, kullanılmakta ŞE’ENde.
Atom her AN yok edilip var edildiği için dönülüyor sanılmaktadır.
Atom dönmek için bir enerji felan kullanmıyor.
Yok oluşu var oluşu enerji gibi görmekteyiz.
Dönüyor gibi görmekteyiz.
Mânâ da böyledir.
Hiçbir şey bir saniye dahi duramaz.
Var olur yok olur. Yenisi gelir.
Her şey böyledir.
Nebîyyi’l- Ümmîyyi. Nebîyy nübüvvet hateme’n- nebîyi âyetiyle son bulmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de zâhiren.


مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

"Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm ve lakir rasulellahi ve hatemen nebîyyin ve kanellahü bi külli şey'in alima: Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve Peygamberin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor” (Ahzâb 33/40)

Ne olmuştur?
Bâtında velâyet içinde derc olmuştur.
Derc, içine almak. Katmak.
Yani Ehl-i Beyt aleyhisselâmda. Fatmatü’l Zehra Annemizde.
Nübüvvet Ali keremullahi vechenin velâyet içine girmiştir.
Yani bir bakır kablodaki cereyan gibi gizlidir ama işi yapan o dur yalınız.
Kablo onu getirmek içindir.
Ali keremullahi veche Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i pek çok amca oğlundan bir tanesidir.
Oğlu gibi yetiştirmiştir. Kardeşi kabul etmiştir ve damadıdır.
Fakat velâyetin esas aslı nübüvvetten gelir.
Nübüvvet Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin şahsında bedenen peygamberliğin bitişiyle biten fakat şu anda bize Nur-u Muhammed Nurunu taşıyan, fiilen taşıyan aynen makinelerimizdeki cereyan gibi gönüllerimizde bu muhteşem Muhammedi Nuru estiren, şüphesiz ki Fatma tül Zehra vâlidemizin pak, temiz, asil süt gibi.
Her zaman lâzım olan ve asla biriktirilemeyen elektrik gibi her AN geldiği zaman kullanılmak zorunda olan bir nurdur, bu NEBEdeki Bilelik Nurudur.
Bu bilelik nuru o kadar lâzım ki, bu nur aslında Nur-u Mimdir, aslında Nurullahtır ve aslında şah damarımızdan yakın olan Rabbımızdan her an şe’en içinde aldığımız bir nurdur.
Biz geliş yolundaki âlet edavattan bahsediyoruz Gariban.
Bu bir kısmettir bizim için.
Nasib. Rızadır yazılandır.
Kısmet, takdirdeki yakalâmadır.
Olta atmadır. İnsanlar olta atmaktan dolayı denenmektedirler.
Her şeyi kendilerinin yaptığını sanırlar.
Oysa yapan mutlaka Allah'tır.
Ve nebîyyü’l- ümmîyyi, ümmî den haber getiren demektir. Ümmîden haber getiren.
Nedir ümmî? O ümmî nedir?
Amâ. Nedir a’mâ?
Kör demek. Başka, câhil demek. Neden?
Câhil kördür de onun için.
Başkaca AnA demek Arapçada esas ANA.
Neden ana deniyor?
Çünkü ana ana karnı, ana rahmi üç karanlık aşılan, insanoğluna üç karanlık aşılan âlemin son karanlığıdır. Çıkış kapısıdır.
Bu kapıdan, Er Rahim kapısından Raufu’r- Rahim olan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de çıkmıştır.
Firavun da çıkmıştır.
Kim ki bu sahada, bu salonda imtihan olacaksa ümmî kapısından çıkar.
Ama buradaki ümmî a’mâlık anlâmındadır.
Yani “MiM” lere kapalı olan bir Allah’a, Allahu zülcelâl Ahad Âlemidir.
Ahadiyet Âlemidir.
Kendine mahsus bilinemezlik, bulunamazlık orda yaşanamazlık perdesi olan tek ip Vahidü’l- Ahadiyet Sırrıdır.
Sonsuz karanlığıdır. Bu a’mâdadır.

Ahadiyyet: ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in gerçek şahsiyetinin, kişiliğinin, zâtlığının, insanın akıl kapasitesiyle kavranamayacak, anlaşılamayacak ve kaldırılamayacak oluşunun “EL AHAD” (celle celâluhu) olarak buyurduğu zifiri karanlık ve bilinemezlik perdesinin arkasında bulunup bize perdeli olmasında “Tek” oluşudur.
Bu bakımdan “Bir” tane, eşsiz ve benzersiz oluşudur.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e soruluyor: “RABB’ımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?” Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Üstünde ve altında hava bulunmayan bir “a’m┠daydı” buyuruyor.”
(İbni Mâce, Mukaddime 13)

İmâm-ı Alî (keremullahi veche) ise: “ Elân dahi öyledir” buyuruyor.

A’mâ ise körlüktür...
Sonsuz ve zifirî karanlıkta asla bir şey görememek oraya ait bir hususu bilememektir...
İşte ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e ait bu bilinemezlik karanlığının adı AHAD’dır...
Koyu bir karanlığa benzetildiğinden câhilliğe de mecâzen “Ümmî” denilmiştir.
Hatta ledün ilminden nâsibsiz ve sözde ilim ehlince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Nebîyyü’l-ümmî” oluşu, anasından nasıl doğmuş ise öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş (câhil) kimse sanılmıştır.
Böyle anlayış ve anlatış ahmakçadır.
Arapça’da anneye ümm denmesi, karnındaki bebeği için zifiri karanlık içinde emniyet yuvası ve bilinemezlik karanlığının benzeri oluşundandır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e Nebîyyil Ümmî buyurulması ise;
Nebî: Haber getiren, Nebîyyil Ümmi ise bilinemezlik a’mâsından haber getiren ezel habbesinin (Habibîyyetten) zuhûru olan demektir.
Arapça, âri ve asil bir dildir. “Cennet dilidir” buyurulmuştur.
Arapça; birkaç bedevinin çölde bir araya gelip uydur kaydır ortaya çıkardığı bir dil değildir.
Sistemi Halkedenin Kur’ân-ı Kerîm’de Kerem’ini indirdiği mükemmel ve mükerrem bir dildir.

Soruyor:” Yâ Rasûlallah Allah bizleri, kainatı yaratmadan neredeydi?” Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem: “A’mâdaydı, a’mâdaydı!.”
Ali Keremullahı veche Efendimiz cevab veriyor: “Elan da öyledir, elan da öyledir!.”
Şu anda öyledir. Yani kendi bilinemezliği yine bilinemezlik halindedir.
A’mâ yansıması tecellîsiyle bu âlem dönmektedir.
Habbe, ötesinde ne vardır bilinemezlik âleminde.
Bir “HaBBe” var imiş. Habbe çift “Be” yani evvel ve âhiriyet “Be” nin “Be” sinin zâhir bâtın “Be” ne çıkışı. Henüz yok.
Muhabbet tohum demektir.
Allahu Zü’l- Celâl’in Muradullahı demektir. Bu Muradullah.
Bu Muradullah habbedir.
Allahu Zü’l- Celâl’in kendi iradesiyle buyurduğu bir seçenektir.
Buna tohum, habbe denmektedir.
Habbe, kadere gelmemiş kazanın adıdır.
Tarlaya ekilmemiş tohum gibidir. Habibullah budur.
Allah’ın habbesi, ilk tohumu.
Bunun bu iki “Be” nin hak oluşu MiM. Nur-u Mim.
Zâhir ve bâtın bileliklerinin Allahu Zü’l- Celâl kendine mahsusluğunun nurundan “Allahu nuru’s- semavati ve’l- ard” ı halk edişi,
“Rahmetenli’l- Âlemin” aynasına yansıtışı, ilk aynaya düşümü HABBEdir. Habbenin, tarlaya düşen tohum gibidir.
Habibullah böyle anlatılıyor Hasan-ı Basrî (ks). Efendimizin salâvatında.

Âliyyil, âliyydir. Ne demek?
Lütfu, Lütfullah ayan-ı sabitesine verilen ayan-ı sabitesi kendinde zâten olan. Zâten olan. Aliyy yüce.
Âliyyi’l- Kadiri’l- Azîmil câhi, onu yaratan Halıkı,
Allahü’l- Alim Celle Celâlehu katında, câhında yani, Onun câhında azîm itibarı, kadir ve kıymeti olan. Yüce kadir ve kıymeti olan,
Âliyyi’l- Kadiri’l- Azîmi’l- câhi olan bir Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ dan bahsediyoruz.
Yâ Rabbü’l- Âlemin!
Senin katında kadri, kıymeti değeri şerefi, Azîm, kadri Aliyy olan a’mâdan bize haber getiren.
Nebî, haberci demektir. Bilelik Nurunu taşıyan demek.
Türkçe cereyan gibidir. Kesildiği anda ses kesilir.
Ve Habibin olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’ a salâtü selâm eyle!.
Bizim teslimiyetimizi, imanımızı, tâbi oluşumuzu, ve itaat edişimizi nasib eyle BİZe!
Kavuşmamıza, sılâmıza salâtımızı vesile kıl bu SALLımızı. Sebeb kıl!.
Ve alâ âlihi: o aziz ailesine
Ve ashâbihi, ve sohbet sahabelerine.
Sahib çıkanlara ve sahib çıktıklarına.
Kendisine sahib çıkan aynı zamanda sahib çıktığı o sahabelerine!
Ne demek sahabe?
Görüyorsunuz. Sad, Ha, Be dir Bilelik Hakikatına Sahib oluştur.
Bizi birleştiren bir şey vardır.
O gün babayı oğla, oğlu babaya öldürtecek kadar İslâm için muazzam bir şeydir bu.
Onun için diyordu daha önce gördük biliyorsunuz.
Ne diyor en akıllıları müşriklerin:
“Siz O’na mecnun felan diyemezsiniz deli felan değil.
Ya babayı oğluna öldürtüyor. Hiç olmamıştı böyle bir şey.
Bu getirdiği dine sihir, kendisine de sihirbaz deyin siz en iyisi!”
Çünkü olmamış bir şey. Neden oluyor peki?
Neden olacak Onlar öyle bir Bilelik Hakikatina Sahib oldular ki bu sistemi var edenin hükmüne uydular. DUYdular ve UYdular.
Öyle bir sahabe ölüm felan değil daha öte.


(Leyl sûresi Sohbeti Devam edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl sûresi Sohbeti Devamı)

Onun için biliyorsunuz Sümeyye Annemiz her kolu her bacağı bir devede gitmiştir de: “Eşhedu Enla ilahe İllallah ve Eşhedü enne Muhammedür Resûlullah!” demiştir.
Bizler bu kadar nimet içerisinde daha doğru biçimde şehâdeti getirmek durumunda değiliz.
Sanki bitmiş de her şey gibi.
Yani hesap yokmuş ebedî kalacakmışız gibi daha seçeneklerde estek kerestek uğraşmaktayız ki o gün Kur’ân-ı Kerim dahi inmemişti yani.
Sadece:

“Eşhedu Enla ilahe İllallah ve Eşhedü enne Muhammedür Resûlullah!” var idi.
Böyle sahabeler bunlar.
Böyle sahib çıkmışlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize ve getirdiği Kur’ân-ı Kerime yani İlahi Fermana demek istiyorum.
Böyle sahib çıkılmışlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem onlar şehid olmadan gitmişti.
Göğüslerine kadar kum içinde gömülü idiler.
Buyurdu ki: “Sabredin Dâru’s- Selâm yakın!”
Sabredin. Son nokta selâmet noktası yakın. Boyun eğmeyin cana.
Bu çöplükte can boyun eğmesin bu çöplüğe.
Nasıl olsa buradan çıkacak.
Çöl çiledir çünkü. Çöl çile çizgisidir.
Yaman iştir bu çöl çöplükten çöle geçiş, Azîm bir AŞK ister.
Bunun NAKLi bularak AŞKlaşması lâzım.
Aşklaşması ve başkalaşması lâzım.
Tıpkı çöplükteki tırtıl böceği gibi gözüken ipek böceğinin tırtılı çizgiden sonra artık kün fe yekün kelebeğidir.
Kevseri, Keramet Kevseridir. Muhteşemdir.

Ve ashabihi, ve sahabelerine.
Ve evlâdihi, ve evlâdlarına.
Ve evlâdihi, evlâdlarınaki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin kızları vardır.
İkisi Ebu Leheb’in oğullarıyla evli ayrı ayrı.
Sonra o iki, yine Osmanı Zünnureyn biriyle evlendi.
O hicret sırasında dövüldüğü için çocuğu üzerinde öldü, vefât etti.
Bu sırada Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin diğer kızını da boşattırdı Ebu Leheb.
Boşattırınca onu yine Osmanı Zünnureyn aldı.
Zünnureyn iki nur sahibi demektir bu sebebten iki kere damadıdır.
Bedelini de ağır ödemiştir.
Kur’ân-ı Kerim Topkapı da gidenler göreceklerdir ki kanı kağıt üzerindedir. Zunneriyn olmak zor iş..
Kur’ân-ı Kerim kapandığında iki sayfaya geçmiştir kan ve kanın düştüğü âyetler çok ilginçtir.
Kanının düştüğü âyetler çok ilginçtir.
Osman-ı Zunnureyn Hazretlerinin kanının düştüğü sayfaya düşen bir sayfaya düşmüştür ama kapandığında iki sayfaya da bulaşmıştır bu âyetler de çok ilginçtir.
Çünkü Allahu Zül Celâl bir kaza kader ettirir. Tecellî ettirir.


فَإِنْ آمَنُواْ بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

"Fe in amenu bi misli ma amentüm bihi fe kadihtedev, ve in tevellev fe innema hüm fi şikak, fe seyekfikehümüllah, ve hüves semiul alim: Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. ONLARA KARŞI ALLAH SANA YETER. O işitendir, bilendir.” (Bakara 2/137)

Binlerce yıl insanlar ondan bir hikmet ibret görürler ya da görmezler. Çünkü bu çöplükte sahne çifttir.
Hikmet Sahnesi ve İbret Sahnesi sürekli müşteri bulur.
Meyhâne de doludur, Mekke’ de doludur.
Önemli olan Mekke’de Meyhâne’de olmak değildir.
Önemli olan Nur-u Muhammed’le OLmaktır.
Kapkaranlık bir Mekke yoktur, yutulmuştur.
Nur gibi parlayan bir Meyhâne de herkes ne ettiğini bu gün değilse bile yarın görecektir.
Kalblerimizde böyledir.

Ve evlâdihi, veledihi.
Dâimiyet lütfunun sürekliliğini sağlayan veledlerimiz, canlarımızı El Hayy Esmasını yüklediğimiz çocuklarımız, genetik kartlarına işlediğimiz yavrularımız ve rahmet bulutlarımız geleceğe karşı.
Allah cümlesini Sâlih kılsın!.
Ve ezvâcihi, ve eşlerine.
Zevklerine, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin aziz annelerimize de SALLimizi dileriz.
Her birisinin ayrı bir hikmet ve ibreti vardır.

Bir Aişe Vâlidemizi düşündüğünüzde tüyleriniz diken diken olur.
İslâm şeriatın üçte birini kurmuştur, getirdiği hadisi şeriflerle, sorduğu sorularla. Yaşadığı hayatla.
Verdiği üzüntüler verdiği sevinçler hadsiz ve hesapsızdır Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme.
İfk-İftira hadisesi olmuştur. Zina isnad edilmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bir ay gibi dışarı çıkamamıştır.
Nur Sûresi inmiştir.

Öyle olmuştur ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem mânâ âleminden çekilememiştir geriye!
Buyururdu ki:
““Kellimînî ya Humeyrâ!: Yâ Humeyra, pembecik kadın demektir Hümeyra. Ey Hümeyra beni dünyaya çeksen-Konuşsan ya!.”
Çekmiştir..
Zaman gelmiştir ki Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem sıkılmıştır Dünya ve içindekilerden: “Bilal’a söyleyin bir ezan etsin. Beni Uhrâya çeksin!.”
Bu da hadisi şeriftir.


“Ey güzel sesli Bilâl ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.”
(Mesnevi, C. V, beyit: 224-225. Ayrıca bak, C. I, beyit: 1986-89)

Ve ezvacihi hepsi öyledir.
Bir Zeyneb Vâlidemize bakarsınız kendisinin Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemden çok gençtir.
Halasının kızıdır çok muhteşem bir güzelliği vardır.
Bilemiyorum ama belki de en güzeli odur.
Son dönemi söylüyorum yani.
Ama bekarken evlenememiştir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem kendisi de bir şey yapamamıştır ve kader çalışmıştır.
Kendi yetiştirdiği, kendi büyüttüğü ve Hatice Vâlidemizin kendisine bıraktığı ve verdiği ve azât ettiği Zeyd’e vermiştir kendisi.
Doğrudan doğruya nikah etmiştir ama bir zaman sonra bu alev, Zeyneb Vâlidemizden alevlenmiştir bu gizli ateş.
Gelip demiştir ki: “Yâ Rasulullah Zeydi bana münasib görmüyorum. Bir yolu yok mu. Bu kıyamete kadar sürecek mi?” mealinde sözler..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de evet diyecek ken âyetler inmiştir.
Evlâdlığıyın boşadığı takdirde eşini almanda Allah helal kılmış gibi biliyorsunuz âyeti inmiştir.


وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا

" Ve iz tekulü lillezi en'amellahü aleyhi ve en'amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekillahe ve tuhfi fi nefsike mellahü mübdihi ve tahşen nas vallahü ehakku en tahşah felemma kada zeydüm minha vetaran zevvecnakeha li key la yekune alel mü'minine haracün fi ezvaci ed'iyaihim iza kadav minhünne vetara ve kane emrullahi mef'ula: (Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.” (Ahzâb 33/37)

Ve de bu âyetten sonra Zeyd Radiyallahu anh da bu durumdan bizar ve şikâyetçiydi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize karşı önceden diyeceği yoktu o evlendirmişti itiraz edemedi.
Gelip bir şey diyemiyordu.
Ve kendisini beğenmediğini açıkça söylüyordu Zeyneb Vâlidemiz kendisine.
Bu nedenle bıraktı Zeyd radiyallahuanh ve bir müddet sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem nikahına almıştır.
Bu bakımdan da bir hadisi şerif vardır.


Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem : “Zeyneb’in eli hepinizin elinden uzundur!”
Buyurduğu için annelerimiz hangimizinki daha uzun diye kollarını, ellerini ölçüşmüşlerdir..
Hadisin sebebini bulamamışlardır ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e: “Bu söz nedir?” dediklerinde gülmüştür ve buyurmuş ki: “O çorap felan örüyor da yetimlere giydiriyor onun için dedim!.”
Ama bence elinin uzun oluşu, böyle bir âyetle Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin nikahında vefât edişi ve Ezvac-ı tahirat, tertemiz ezvac-eşler içine girmesinde gönül tercihini, kendi tercihini kullanmıştır.
Gerçekten eli uzundur.
Vahiy Vâhâsından vâdisinden bu Vuslat Vâhâsını çekmiş çıkarmıştır ÖZünü Zeyneb radiyallahuanha Annemiz.

Ezvacihi, ve zürriyetihi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin el an şu anda dahi nefes almakta olan zürriyeti, kanı canı dini her şeyini mühür gibi kendisinin birebir parmak izi gibi yaşayan ve şerefli zürriyeti Allah celle celâlihu ya hamd ü senâ olsun, sonsuz şükür olsun ki onlara da salâtü selâm olsun!
Kıyamete kadar, Mehdi aleyhisselâma kadar var olacaktır.
İmamiyet ve Hilâfet bâtında yürümektedir.

Ve Ehl-i Beytihi, kısacası Ehl-i Beyt.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz’den Bize bırakılan Kur’ân-ı Kerimi ve Ehl-i Beyt aleyhumesselam Efendilerimizdir..


Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz: “Ey Müslümanlar! Ben ancak bir insanım! Rabbimin elçisi gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki kıymetli ve ağır şey bırakıyorum. Onlar birbirinden ayrılamaz. Eğer bunlara uyarsanız yolunuzu sapıtmazsınız. Bu iki kıymetli şeyden biri içinde Nur ve doğru yol bulunan Allah’ın Kitabı’dır ki O’nun gökten yere sarkıtılmış ipidir. Ona tutulan doğru yolu bulur Ondan ayrılan sapar. Diğeri de Ehl-i Beyt’im Itret’imdir. Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım; Ehl-i Beyt’im hakkında sizi uyarırım!"
(Sahih-i Müslim 2: 325; Tirmizi H. No: 4036 4038; İ.Hanbel Müsned 5: 182 189 3: 26.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz: “Ey Müslümanlar! Ben bütün Mü’minlere öz canlarından daha evlâ değil miyim? Öyleyse ben kimin Mevlâsıysam Ali de onun mevlâsıdır. Ya Rabb! Onu Velî edinenlerin Velisi ol düşmanlarına da düşman ol!”
(İ. Hanbel Müsned 4: 281 Buhari Tarih 1: 375 İ. Mace Sünen H. No:116)

Ve eshârihi, o yüceler yücesi kainatın annesi, doğuranı, dokuyanı, ortaya çıkaranı her şeyi o yüce Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize sonsuz ve sınırsız salâtü selâm olsun ki,
Ve eshârihi, onun esharına, sehrine yani suhuruna, sahuruna ne demek. Seherine, kendi gizlilik hallerine, ulaşalım, SALL edelim.

Ve ensarihi, ve unsuruna. Kendi kalbine, gözüne, kulağına her şeyine unsurlarına. Ve de vefâkâr ve Muhammedî Misafirperverliğin Nüvesi Medine-yi Münevvere Sahabelerine..
Ve eşyâihi, ve eşyalarına her şeyine, şeylerine

Ve muhibbihi ve habbihi.
Ve onun muhabbetini taşıyan her zerreye ve her cana. Muhibbihi sevenlerine.
El ele kan kana ve can cana sevenlerine.

Ve ümmetihi, bir anadan-ümm’den doğmuş gibi ümmet.
Bir ananın çocukları öz çocukları aynı rahimde yetişmişler gibi aynı rahimden doğmuşlar gibi Er Rahimden doğan Er Rahmân gibi bütün ümmetine SALL olsun, SILA olsun.
Selâm olsun. Selâmet olsun İnşâallah!.

Ve aleynâ maahum, onlarla beraber bizim üzerimize de olsun bu bu güzelliklerin tümü.
Ve'l-mü'minîne, müminlere olsun iman edenlere.
Ve'l-mü'minâtı, mümine annelerimize, eşlerimize, kız kardeşlerimize, kızlarımıza ve gelinlerimize kadınlarımıza da olsun!
Ve'l-müslimîne ve'l-müslimâtı, teslim olmuş İslâm olmuş erkek kadın herkese olsun.
Ec'maîn - cümlesine olsun!
Âmin İnşâallah!..

İşte Hasan-ı Basrî kaddasallahu sırrahu böyle bir Muhteşem, Mübârek, Mukaddes, Muazzam bir Muhammed aleyhisselâmın böylesine ÖZ oğludur
Ve böyle bir güzel salâvatı vardır.
Bu güzel bir şeydir, ÖZEL bir şeydir ama GÜZEL bir salâvattır.

Mesele hiçbir zaman şu olmamış ki yani: “Ben bin tane çektim, on bin tane çektim, yüz bin tane çektim.vs.”
Çekmek mesele değildi ki, çekmek değildi esas mesele!
BİLmekti. BUlmaktı, OLmaktı ve YAŞAmaktı!
Yaşanmayan yalandı çünkü Muhammedi Melâmette.
Şaşıyor insan şaşıyor,hayret ediyor. Hayret ediyor!.
Bu akılda bu çağda bu kadar aklı olan insanların kağıt üzerine yazılan hayalî SUyu nasıl içtiklerini anlayabiliyor muyuz?.
Sözle konuşulan SUyu nasıl içiyorlar bunlar.
İşte bu halbuki su ağızla içilir. Ağızla içilir.

Bin kere dinleyelim Münir Derman kaddasallahu sırrahu Hocamızı bin kere yazalım.
Bir kere Anlayıp da bir kere tasından SU içelim BİZ BİR olalım.
O zaman görürüz zehir miymiş zemzem miymiş içtiğimiz.
FermANı ve de DERMANı ANlarız İnşâallah!.


(Leyl sûresi Sohbeti Devam edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl sûresi Sohbeti Devamı)

Bir şiir denk geldi “Ehl-i Beyt aleyhisselâm” diye onu şöyle açıp devam edelim.
Ehl-i Beyt aleyhisselâm, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin ehli yani hal içinde olan.
Kendi hallerini aynen yaşayan, Lütfullahın Hüviyetini taşıyan, kendi üzerinde taşıyanlar.
Bunlar mâlumaliniz Fatma Vâlidemiz Aleyhasselâm, Hz. Ali keremullahi veche, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin aleyhisselâmdan ibârettir. Hamse-i Ali Âbâ denir bunlara.
Dört dür. Beşincisi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemdir ve ele benzetilerek Pençe-i Âl-i Abâ denmiştir.
Bunun sebebi dördünü abâsının altına alışıdır.


Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber günü: “Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki o, ALLAH’ı ve Resûlünü sever, ALLAH ve Resûlü de onu sever.” buyurunca Râvi devâmla derki: Bu söz üzerine (kendilerini seçsin diye sahabe) boyunlarını uzattılar. Ama, Resûlullah (sav): “Bana Alî’yi çağırın!” buyurdular. Alî (kv) getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi.ALLAH Teâlâ Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı. Râvi devâmla Âl-i İmrân 3/61 âyeti indiği zaman “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım...” buyurup hemen Alî’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin (Aleyhi’s-Selâm)’ı çağırdı ve “ALLAH’ım bunlar benim ailemdir (ehlimdir).” buyurmuştur.
(Müslim, Fezâilü’l-Ashâb 32 (2404); Tirmizî, Menâkib (3726))

Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Sana bu ilim geldikten sonra kim seninle bu hususta mücâdele edecek olursa de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyet edelim ki ALLAH’ın lâneti yalancılar üzerine olsun!” (Âl-i İmrân 3/61) âyet-i celîlesi indiğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Alî (keremullahi veche)’yi, Fatıma (Aleyha’s-Selâm)’ı, Hasan (Aleyhi’s-Selâm) ve Hüseyin (Aleyhi’s-Selâm)’ı çağırdı ve: “ALLAH’ım bunlar da benim ehlim (ailem) “ buyurmuştur.
(Sâd İbn Ebi Vakkas (ra) dan; Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân 30021)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin zât-i âlîsi, soyu, ailesi, Ehl-i Beyti Aleyhimü’s-selâtü ve’s-selâm ecmâin hazretleriyle ilgili pek çok eserler günümüzde mevcûddur. Hamd olsun ki her yerde ve heran bulunabiliyor. Biz ise tasavvufun iliği hükmünde olduğuna inandığımız Ehl-i Beyt (Aleyhi’s-Selâm) zevk etmekteyiz..

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, Ehl-i Beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...

Bu 14.02.2002 20:30 bu saatlara yakın bir saatlarde yazılan bir şiir, gelen bir şiirdir.
Dost Ehl-i Beyt aleyhisselâm.
Nedir aleyhisselâm?
“Aleyhisselâm peygamberlere denir!” diyor.
“Allahın selâmı O’nun üzerine olsun!” demektir.
Bizim sılâmız onlara olsun demek.
Sadece Peygamberlere neden olsun yani.
Böyle alışılmış. Niye alışılmış. Bu ne demek?
Aleyhi erkek olduğu için aleyhiselâm, aleyha kadın olduğu için aleyha selâm.
O’na selâm olsun demektir.
Sılâmız olsun demektir. Kavuşalım, buluşalım demektir.
Kabul ediyorum demektir.



DOST EHL-İ BEYT (as)

Muhabbet Aşkın Mihengi
AHMEDܒL-AHAD Âhengi
Ravzasının Rıza Rengi
Alımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Aşk Arısı’n Göz Bebeği
Görenin Gönül Gerçeği
Yedi Dağımız Çiçeği
Balımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Aşkın Şemâil Şeklidir
Kalb-i Muhammed Köklüdür
Salât ü Selâm Yüklüdür
Dalımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

“Aşk”ın İlâcıdır “AKL” A
Yoluna Yoldaş Olmakla
“Sır”dır Aramızda “HAKK” la
Hâlimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

“Şehidü’ş- Şâh” tır Yârimiz
“ARZ” ından “ARŞ” a Zârimiz
Beşiğimiz Mezârımız
Salımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Dost “Mukaddes Tuv┠dayız
“Elem Neşrah – Duh┠dayız
Gece Gündüz Duâdayız
Elimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Sende Ben, Bende Sen Çile
Yollarımız Kesen Çile
Yersiz Yurtsuz Esen Çile
Yelimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

SUBHÂN’ın Şe’en Şevkiyiz
Makarr-ı Aşk’a Mevkiyiz
“Fatmatü’z- Zehr┠Zevkiyiz
Dilimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Nûr-U Muahmmedle Bir Kez
Buluşınca Herşey-Herkez
“MUHİT” i Döndüren “MERKEZ”
“Mil” imiz Dost Ehl-iBeyt’e (as)…

Resim

Seven, Sevilen İledir
Çeken, Çektiren “Bile” dir
Ehl-i Beyt Yolu “Çile” dir
Yolumuz Dost Ehl- Beyt’e (as)…

Resim

Salât-Salâvât “SILA” dır
Âşıklara Esselâdır
Yüreğimiz “Kerbel┠dır
Çölümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Şu Ân, Şe’en Neş’esiyiz
Sırr-ı Subhân’ın Sesiyiz
“Kün Feyekün!” Kölesiyiz
Ulumuz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

CAN’a Çile Ekenimiz
Kader – Keder Çekenimiz
Bülbülümüz – Dikenimiz
Gülümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Kâr-ü-Belâ Kandığımız
Aşkla Adın Andığımız
“YÂR” Yoluna Yandığımız
Külümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…

Resim

Kul İhvâni Tâhirîyiz
Evvel-Âhir Mâhirîyiz
Bâtın Zevk-İ Zâhirîyiz
Tülümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


14.02.2002 20:30


EHL-İ BEYT (as) : Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) evine mensub olanlar bu isimle anılırlar. Hz. Peygamberin (A.S.M.) kendisi ile beraber, kızı Hz. Fâtıma Validemiz, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den (R.A.) müteşekkil hey'et. "Hamse-i âl-i abâ" da denir. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) giydiği abâsını mezkur sahabe-i güzin hazeratının üzerine örterek hususi dua ettiğinden bu isimle anılmaları meşhurdur.
Mihenk : (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
Şemâil : Şimal. C.) Huylar, ahlâklar, tabiatlar.
Sır : Sırr. Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti.
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. Cezbe. Dert, keder, elem. Mecâl. Kuvvet.
Şehidü’ş-Şâh : Şah’ın Şehidi Hz. Hüseyin aleyhisselam.
Mukaddes Tuvâ : Övünmüş, senâ edilmiş şey. Tur-i Sina dağı eteğinde bir vâdinin adı. Örülmüş kuyu.
Elem neşrah: Kur’ân-ı Kerîmde 82. Sûre. "İnşirâh" açılmak, genişlemek, sevinmek manalarına gelir. Duhâ sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 8 (sekiz) âyettir. Bu sûrede Peygamberimizin, çocukluğunda risalete hazırlamak üzere kalbinnin açılıp arıtılmasından söz edilmektedir. Ayrıca, onun getirdiği dindeki kolaylıklara dikkat çekilerek Allah'a şükretmeye teşvik edilmektedir.
Duhâ : Kur’ân-ı Kerîmde 93. Sûre. Duhâ, kuşluk vakti demektir. Sûre, adını ilk ayette geçen bu kelimeden alır. Fecr sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 11 (onbir) âyettir. Sûrede âhir zaman Peygamberinin hususiyetlerinden biri yani yetim oluşu ele alınır ve kendisi teselli edilir.
Şe’en : Şe’n. İş, yeni olan hâl. Şan. Tavır. Hâdise. Vâkıa. Kasdetmek. Emr ü hâl. Tıb: Baştan göze gelen kan damarı. Baştan kaşa, kaştdan göze kan getiren iki damar ismi. Fls: Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürü, neticesi ve eseri.
Şevk : Çok istek, şiddetli arzu. Neş'e. Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama. Memnun. Şâduman. (Bak: Himmet, Şavk)
Makarr : (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Fatmatü’z- Zehrâ : Hz. Resul-i Ekremin (A.S.M.), Hz. Hatice'den doğma kızı. Hicretten 18 yıl önce doğmuş, Hz. Ali ile evlenmiş ve Hz. Hasan ve Hüseyin'in vâlideleri olmuştur. Peygamberimizden (A.S.M.) 6 ay sonra dâr-ı bekaya göçmüştür. (Radıyallahü anha)
Kerbelâ : Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer.(Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)
Kün! feyekün : “Ol! Ve müteakiben olur.” Hükm-ü İlâhinin icra emri.
Kâr-ü-Belâ : Kâr elde etmek ile belâ çekmenin atbaşı olması. Kerbelâ’daki can ile şehâdet şehidliği meydanı..
Mâhir : Becerikli, hünerli, san'atkâr.


(Leyl sûresi Sohbeti Devam edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl sûresi Sohbeti Devamı)

Aşkın Şemâil Şeklidir
Kalb-i Muhammed Köklüdür
Salât ü Selâm Yüklüdür
Dalımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Hamd olsun öyle bir dal öyle bir dal ki görüneni aşkın şekli şemailidir. Görüntüsüdür.
Kalbi, Muhammed aleyhisselâmın kalbinde kökü olan bir daldan bahsediyorum.
Salâtı selâm yüklüdür.
Meyveleri dâima teslim ol, SALL etten ibârettir.
Başka meyve vermez çünkü.
Zâten teslim olup da SALL etmeyenin bulacağı Allah korusun sadece Hizbuşşeytandır. Nere giderse gitsin!.


“Aşk”ın İlâcıdır “AKL” A
Yoluna Yoldaş Olmakla
“Sır”dır Aramızda “HAKK” la
Hâlimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Aşkın ilacıdır akla, eğer Ehl-i Beyt hâlini almazsa akıl asla dertten kurtulâmaz, hastalıktan.
Nasıl olacak bu iş?
Yoluna yoldaş olmakla.
Sırdır aramazda Hakla,
Hâlimiz Dost Ehl-i Beyt’e.
Bu Hakk’tan, Hakk’a, Hakk’la olan hayatımızın içinde bir hâldir.
Hâl nedir?
Değişmeyen huylardır, değişemeyen huylardır.
Ne yaparsa yapsın değişemeyen Ahlâk-ı Muhammedîyedir.


“Şehidü’ş- Şâh” tır Yârimiz
“ARZ” ından “ARŞ” a Zârimiz
Beşiğimiz Mezârımız
Salımız Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Biz İmam Hüseyin aleyhisselâm YâRimizdir.
Onun içindir arzdan arşa zârimiz.
Dilimizden kalbimize arştan en yüksek son noktaya.
Arş nedir?
Nur-u Mimdir sanki.
Oraya kadar yaratılış noktasına kadar biz bunun zârindeyiz.
Bizim mezarımız doğduğumuz beşiktir.
Doğduğumuz gün ölmüşüz gibi.
Salımız dost Ehl-i Beyt’e. Ehl-i Beyt aleyhisselâma salımız dost!.


Dost “Mukaddes Tuv┠dayız
“Elem Neşrah – Duh┠dayız
Gece Gündüz Duâdayız
Elimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Biz Mukaddes Tuvâdayız. Hiç çıkmadık hamd olsun!.
Çölde yaşıyor gözüksek de gönlümüz Mukaddes Tuvâdayız.


إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى

"İnni ene rabbüke fahla' na'leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva: Muhakkak ki Ben, evet Ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen Kudsal Vâdi Tuvâ'dasın!” (Tâ-Hâ 20/12)

Allahu Zü’l- Celâlin rızasını, varlığını, birliğini, dirliğini tevhidini yaratanımızı terk edip başka bir yaratan aramadık.
Hiç başkasının ayakkabısını giymedik.
Hep yalın ayak baş kabak.

Elem neşrahı biliriz ve’d- duhayı biliriz!.


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

"Elem neşrah leke sadrek: Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)

“Elem neşrah leke sadrak!”
Yâ Muhammed! Senin sadrını yarmadık mı?

Şimdi kimin sadrını?
Benim sadrımı. Senin sadrını. Bizim sadrımızı.
Sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme hitab!
Ancak ümmetiyiz âyetleri oraya çivileyemez kimse!.
Âyetler kıyamete kadar haktır.


وَالضُّحَى
وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى

"Vedduha. Velleyli iza seca.: O duhâya. Andolsun kuşluk vaktine! Ve dindiği zaman o geceye kasem olsun ki” (Duhâ 93/1)

Ve’d- duha ve’l- leyli izâ seca,
Güneşin en parlak zamanı, Muhammed aleyhisselâm devri vedduhadayız. Gece gündüz duadayız.
Elimiz Dost Ehl-i Beyt Elinde!.


Sende Ben, Bende Sen Çile
Yollarımız Kesen Çile
Yersiz Yurtsuz Esen Çile
Yelimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Ehl-i Beyt böyledir hiçbir zaman çileden kurtulâmamıştır.
Âyet de öyledir. Ey Ehl-i Beyt Allah size tertemiz yapmak istiyor âyet. Neyle?
Çile Ateşiyle.


وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

" Ve karne fi büyutikünne ve la teberracne teberrucel cahiliyyetil ula ve ekimmes salete ve atinez zekate ve eti'nellahe ve rasuleh innema yüridüllahü li yüzhibe ankümür ricse ehlel beyti ve yütahhiraküm tathira: Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/33)

Dündür bugündür hiç değişmemiştir.
Ne iki yakaları bir araya gelmiştir ne de kimseye yırttırmıştır Allahû Zülcelâl Hamdolsun!
Ama asla göremezsiniz bu âlemde bir Ehl-i Beytin maddî manevî huzur içinde yani her şeyi var gözüküyor göremezsiniz!.
Subhânın şeen şevkiyiz
Biz Subhânın şe’en şevkiyiz!.
Çok istekli, şiddetli arzulu, neşeli.
Tamamen içinde yaşayan şevk budur.
Şe’en ise her AN yok ediş var ediştir. Yeniden Yaratıştır. Kün feyekündür…


SUBHÂN’ın Şe’en Şevkiyiz
Makarr-ı Aşk’a Mevkiyiz
“Fatmatü’z- Zehr┠Zevkiyiz
Dilimiz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Aşkullah, makar-karar kıldığı yerdir.
Aşkullah ancak bizim mevkimizde bizde karar kılabilir, İNSANda ve BİZde…

Fatma tül Zehra zevkiyiz
Dilimiz Dost Ehl-i Beyt’e
Yani bu niye çok olsun ki BİZe!.
Biz şu ANda bütün sistemi döndüren kâinatın bütün kürrelerini, yani güneş sistemleriyle bütün kâinatla birlikte en ufak atomu da döndüren,
“Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardi” eden ve şu AN ŞE’ENde olan her AN şimdi yapan, bu şe’enin şevki içindeyiz hamd olsun maddîyatta BİZ olarak!.


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

"Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardil elmelikilkuddusil'aziyzilhakiymi.: Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih etmektedir.” (Cumâ 62/1)

Ama Makarr-ı Aşka mevkiyiz çünkü Muhammedîyiz!.
Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin yüreğindeyiz hamd olsun!. Fatma tül Zehra zevkiyiz!.
Fatma tül Zehra Vâlidemiz, Nübüvvet Sırrında gece gibidir, yutucudur.
Böyle bir zevk sahibidir. Tümünü yutar!.
Dilimiz Dost Ehl-i Beyt’e!.


Nûr-U Muahmmedle Bir Kez
Buluşınca Herşey-Herkez
“MUHİT” i Döndüren “MERKEZ”
“Mil” imiz Dost Ehl-iBeyt’e (as)…


Biz Biliriz ki bu muhiti döndüren bir Merkez Mili vardır.
O da Muhammed aleyhisselâmdır ve Nurudur hamd olsun BİZ BİRiz O’nda. Milimiz Dost Ehl-i Beyt’e çünkü, canıyla, kanıyla, diniyle imanıyla her şeyiyle Onlarla, Elleriyle, Dilleriyle, Nakilleriyle ve Dostlarıyla Allahû Zülcelâl’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e;
Teslim olduk,
İman Ettik,
Tâbi OLduk,
İtâat Ettik şükür!..


(Leyl sûresi Sohbeti Devam edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl sûresi Sohbeti Devamı)

Seven, Sevilen İledir
Çeken, Çektiren “Bile” dir
Ehl-i Beyt Yolu “Çile” dir
Yolumuz Dost Ehl- Beyt’e (as)…


Bu “Lâ rahate fi’d- dünya!” Hadis-i Şerif.
“Dünya da rahat yoktur!”
Kime?
Çöl Ehline,
Ya Çöplükteki, çöplükteki hayvandan da aşağıya düşmüşse çöplük kurtlarıyla yaşayabilir.
Hiç mahsuru yok. Sorumsuzca yaşabilir. Tıpkı onlar gibi.
Hiçbir sorumluluğu olmayan hayvandan da aşağıya düşürmüşse aklını “belhüme dallün” daha da sapık olmuşsa buyursun bir dönem yesin içsin tebinsin ve gebersin!.


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

" Ve le kad zera'na li cehenneme kesiram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a'yünül la yübsirune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en'ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun: Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.” (A’raf 7/179)

Ama hayır, hayır bu bir bu akla nankörlük olur. İhânet olur!.
Ben “Azaben muhina!” İhânet Azabına düşerim!.
Bu Benim yanıma kalmaz! Akıl Nimetine nakörlük ve ihanet olur!.
Kimsenin koymadığını yaratanda koymaz!.
Zü’l- İntikam celle celâlihu Esmasını estirir!.
El Kahhar celle celâlihu estirir!.
Yerle bir eder zâhirde bâtında evvelde diyorsan o zaman baksarsan seven sevilen iledir!.
“Kendini bilen Rabbini bilen!” budur.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Sevilmek istenen Rabb celle celâlihu dur.
Merkez de sabit duran O dur.
Merkezin de merkezinden Yakîn!. Merkezin Etrafında tavaf dönen ve küllî şey in küllî şey in işte seven ve sevilen.
Seven sevilen iledir.
Efendim bu kolay iş değil biliyorum. Çiledir derttir!.
İyi de çeken çektiren BİLEdir yalınız.
Onun için bu biliş, ne diyor Münir Hocam okuyorsunuzdur.
İpek Böceği mi ne yazmışım bu gün çevirdim İlahi Radyo diye.
“Kendi içindeki radyonun sesini duyunca diyor ben radyoluktan vaz geçtim spikeri duydum Ene’l- Hakk dedi!.
Sen mi dedin “Ene’l Hakk!” diye
“Haa ben dedim!.”
“Vurun kafasını!.”
ÖZ Spikerini duyunca!.
Ehl-i Beyt yolu ÇİLE yoludur.
Yolumuz Dost Ehl-i Beyt’e!.


Salât-Salâvât “SILA” dır
Âşıklara Es-Selâdır
Yüreğimiz “Kerbel┠dır
Çölümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


“Çöl! Çöl! Çöl!” deyip duruyoruz.
Çöplük, Çöl diyoruz BİZ.
İmtihan salonuna çöplük diyoruz.
Gerçek Tiyotro Sahnesine ÇÖPLÜK diyoruz!
Aşağıya indiğimiz zaman ÇÖL olduğunu görüyoruz.
Salât, salâvat SILAdır.
Sıla; ulaşımdır, SALLdır.
Salâvatla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme ULAŞılır.
Salâtla Allah Celle Celâlehu’ya ULAŞılır.
Allahtan salât ve sabırla isteyiniz buyrulmaktadır.


وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ

" Vesteiynu bis sabri ves salah, ve inneha le keiratün illa alel haşiiyn: Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (Bakara 2/45)

Ordaki sabır Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemdir.
Muhammedî OLuş ise; Şuuruna, Nuruna, Sururuna, Onuruna SABIRdır.
Bilirsiniz ki İmanı, Ameli, Ahlâkı ve Hâlleridir…

Âşıklara essaladır!.
Kim ki âşık olmak istiyorsa SeSimiz İZimİZdir hamd olsun!.
Bu ÇÖL BİZim!.
Issızım, sessizim!.
Kimsesizim.
Bu ÇÖL BİZim!.
Sesi bizim. Bizim çölümüz.
Her gün, her çağ, her asırda, her zaman bir ses olacaktır bu çölde.
Sestir İZ! Sestir Kur’ân-ı Kerim.
Sestir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem.
“ve kalu semi'na ve eta'na” dır!


…
وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا … : … ve kalu semi'na ve eta'na…: …DUYduk ve UYduk!..” (Bakara 2/285)

DUYduk SESe UYduktur İslâm.
Allahu Zü’l- Celâl’in SÖZünü, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in SESinden DUYduk da UYduk hamdolsun Rabbımıza!
İslam, Duymaya ve uymaya bağlıdır.

Yüreğimiz Kerbelâ’dır.
Çölümüz Dost Ehl-i Beyt’e.
Kerbelâ, Kâr u Belâ demektir.
Kerbelâ! Kâr u Belâ, kârın ve belânın kaynadığı yerdir.
Verirsin canını alırsın Cennetini, ne istiyorsan! Cânânı da!.
Kâr u Belâ yan yanadır. Sırat sırtında orası!.
Kerbelâ, uyduruk bir kelime değildir.
Öyle denkleşmemiştir. Kâr u Belâdır. Kâr-kazanç yeridir.
Belâ ne ki?..


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

" Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin: Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)

“Elestü biRabbüküm?”
“Kalu belâ!.”
“Öyle demiştiniz!”
Evet dedik!”
“Buyurun Kerbelâ’ya- Kâr u Belâ’ya bir deneyelim!” denmiştir.
Şu an şimdi yani şu an şeen neşesiyiz.


Şu Ân, Şe’en Neş’esiyiz
Sırr-ı Subhân’ın Sesiyiz
“Kün Feyekün!” Kölesiyiz
Ulumuz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Şuan şe’en neşesiyiz
Neş’esiyiz, neş’et etmekte şu AN BİZle.
Neş’et, meydana gelmek, vücuda gelmektir..
Nefes gibi alıp verdiğimiz nefes gibi neş’esiyiz.

Sırr-ı Subhânın Sesiyiz
Bizdeki ses, şah damarımızdan yakın olan Rabbü’l- Âleminin şu ANda yarattığı sestir. Sırr-ı Subhânın sesiyiz.

Kün fe yekün Kölesiyiz
Ulumuz Dost Ehl-i Beyt’e.

Biz görünürde kün fe yeküne köle gibi görülüyoruz!
Ama bizim Ulumuz Dost Ehl-i Beyt’e.


CAN’a Çile Ekenimiz
Kader – Keder Çekenimiz
Bülbülümüz – Dikenimiz
Gülümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


BİZ, Nurullah, Nur-u Mim ve Kâinât Tarlasına her ŞEYi ve Canlarımıza Kader Ekenini-Ziraatçisini BİLiriz!


أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

" Eeentum tezre'unehu em nahnuzzari'une.: Sizmi bitiriyorsunuz onu? Yoksa bizmiyiz bitiren?” (Vâkıa 56/64)

Buradaki Zeraa Ziraattir.. Rençberliktir külli şeye..
Ve BİZ Kaderimiz, kederimiz ne ise, Çeken Çektiren BİZ BİRiz deriz çekeriz!..

Ne bülbülü? Ne dikeni? Ne gülü?
Tümü Dost Ehl-i Beyt’e!..



Kâr-ü-Belâ Kandığımız
Aşkla Adın Andığımız
“YÂR” Yoluna Yandığımız
Külümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Elhamdülillahirabbilâmin ki, BİZ Kur’ân ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den asla aytılmayız!
Aşkımız, Meşkimiz, köşkümüz yANsa BİLE Külümüz Ehl-i Beyt Kokar!..


Kul İhvâni Tâhirîyiz
Evvel-Âhir Mâhirîyiz
Bâtın Zevk-İ Zâhirîyiz
Tülümüz Dost Ehl-i Beyt’e (as)…


Kulihvani Tâhiriyiz
Benim Rahmetli Babamın ismi Tâhirdir.
Şimdi burada yayında dinliyor sanıyorum Emre de tâhirdir.
En küçük oğlum da Tâhirdir.
Tâhir temiz demektir, pâk demektir.
Allah cümlemizi pâk etsin İnşâallah tertemiz etsin!.
“Yâ Ehl-i Beyt Allah sizi Tâhir etmek istiyor!” diyor.


O zaman öyleydi 2002 de yani.
Evvel Âhir Bâtın Zâhir ya dört esma.
Burada Evvel Âhir Mâhiriyiz.
Biz evveli âhiri bilemiyiz ya ne biliriz mâhirizi bunu da gerçekten iyi biliriz! “Yani nasıl bilirsiniz, becerikli, hünerli sanatkar mısınız?”
Heeee heee öyelyiz şükrü!”
“Neden?”
Çünkü Muhammedîyiz hamd olsun!.
Gerçekten Muhammedîyiz çok şükür olsun!.
Cennete de gitsek cehenneme de gitsek Muhammedîyiz!.
Ölsek de kalsak da Muhammedîyiz!.
Bu kararımız kesin Allah’ın izniyle, tercihimiz bu BİZim!.
Bâtın ZEVKİ ZÂHİRİYİZ!
ASLında bâtın yaşarız ama zâhir zevkini bâtın zevkini zâhire çıkarırız.
Çünkü tülümüz Dost Ehl-i Beyt’e.
Tülümüzü de çekeriz..
Ardımızdan çekilen çalı Ahmağa İZ bırakmaz,
Âşık ise koklar yine bulur!..
Bu da bi zevk olmuş o zaman Ehl-i Beyt aleyhisselâma karşı!
Bir YAĞmur-rAHMET yağmış, bir güzellik olmuş!.
Ve salât ü selâm olsun onlara Ehl-i Beyt aleyhisselâmın cümlesine ebeden İnşâallah.


(Leyl sûresi Sohbeti Devam Edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl Sûresi Sohbeti Devamı)

Bir SALÂVÂT-I ŞERÎFE okuyalım!
Ebu'l-Hasen-eş-Şâzeli (kaddaSALLahu sırrehu)'ya âit Salâtu'n- Nuri'z- Zâtî: İç Sıkıntıları ve zorlukların aşılmasında şifâdır.


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme SALLi ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Nûriz-Zâtî Ves sirrissâri fi cemiil âsâri Vel esmâi vessıfâti Ve alâ âlihi vesahbihi vesellim Adede kemâlillahi ve kemâ yelîku bikemâlihi.

MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Zâtın nûru, Esmâ ve sıfatların bütün eserlerine (mevcûdat) sârî (süren, süregen, sürücü, yayılan) sırrı olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'e, ailesine ve ashabına salât-ü-selâm ve bereketini ihsân eyle! ALLAH'ın kemâli adedince ve O'nun kemâlinin lâzım ve lâyıkınca!"

Bi adedike ilmiken dâiman kesiren mübâreken tayiben fih.
Salâten tekunu rıdaen ve lîhakkıhi edâen.


Yâ Rabbi bunu ben Senin Muradullahın doğrultusunda Rızan için söylüyorum!
Ve lîhakkıhi edâen: Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in üzerimdeki SALL Haklarını da edâ ediyorum.
BİZim SALL SILAmıza Yol, Yoldaş ve Hizmet edenlerimizin de hakkı var.
Hakkı var tâbi. Hakkı var!.
Onlar bedel ödediler hepisi. Bedel ödediler!.
Yani ne yapmaları gerekiyorsa onu yaptılar hamd olsun.
Biz de bu gün onların o güzelliklerini zevk ediyoruz! Evet!.
Bir başka zaman yapalım bu konuyu!
vakit tez geçeceği için, sizi çok tutmamak için yarın işleriniz olacağı için Kur’ân-ı Kerimden de bir miktar bahsederek Kur’ân Zevklerine geçelim dedim.
Ama Leyl Sûresini İnşâallah bu gün işleyeceğiz.
Doğru mu söylüyorum Barbaros Can öyle değil mi?.
“Evet Hocam Leyle girelim İnşâallah!.”


LEYL SÛRESİ

Leyl Sûresi Mekkî bir sûredir.
Resmi Sıarası:92
İniş Sıarası:9
Alfabetik Sıarası:58 dir.
Yirmi bir âyettir. Çok harika bir sûredir.
Hepisinde olduğu gibi ilk inen sûrelerdendir ve dokuzuncu süredir.
Alak, Kalem, Müzemmil, Müddesir, Fatiha, Tebbet, Tekvîr, A’lâ Sûresinden sonra inmiştir.
Zâten Gece Sûresi olduğu için kendisinden sonra fecr inmiştir.
Arkasındanda Duha yani kuşluk vakti.
Onun arkasından İnşirah, Vel Asr hep böyle ilginç şekilde inişleri vardır.
Ama Kur’ân-ı Kerimde El Leyl’den sonra Eş Şems vardır kendi normal sırasında.
Fakat iniş sırasında böyledir.
Biz iniş sırasını takip etmeye çalışıyoruz.


وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى

“Velleyli iza yağşa: Kasem olsun bürürken o geceye” (Leyl 92/1)

Ve, yemin olsun!.
Çok önemli bir şey söyleyeceğim anlâmında.
Velleyli iza yağşa, kasem olsun, yemin olsun geceye!.
Uyurken o geceye yağşa yaparken.
Gağş ederken.
Gaşve: Gışâve-Guşve, perde hicap örtü, göz kararması gibi yutuş!.
Kim kimi bürüyor?.
Bunun mefulu kim, bu fiili kimin üzerine işliyor?
Belli değil, belli değil.
Kasem olsun uyurken kimi?
Bilmiyorum. O geceye. Üç nokta gibi.
Baktığımızda gece gündüzü örter!..


إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

" İnne rabbekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül âlemin: Gerçekte Rabbiniz gökleri ve yeri altı gün içinde yaratan sonra Arş üzerinde hükümran olan Allah'tır, geceyi gündüze bürür; o onu kışkırtarak takip eder. Güneş, ay ve yıldızlar O'nun emrine baş eğmiştir. İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O'na aittir. Ne ulu, o âlemlerin Rabbi olan Allah!” (A’raf 7/54)

Felak Sûresinde olduğu gibi her şeyi örter, her şeyi!.
Karanlığı çöküp bastığı zaman geceye!.

Bir yandan BEDENin-Âfakın bir yandan da NEFSin-Enfüsün Gaşşını ANlatır..

Buyurunuz BAKalım İnşâallahu Teâlâ:


قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ

" Kul e'uzü birabbilfelak: Di ki: Sığınırım Rabbına o Felakın- De ki: «Sığınırım o sabahın Rabbine,” ( Felak 113/1)

“KUL!” Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem, “Söyle!"
Bu Hitap Yüce Şahsında Duyup-Uyan tüm Allahu zülcelâl’in kullarına emir ve tavsiyedir!
Euzu, avz, meaz, ıyaz, istiâze, fenalık ve kötülükten yani ŞERden korunmak için başkasına sığınmak, himayesini ve korunmasıns istemektir
“De ki: Sığınırım Rabbına o Felakın!”

İnsanoğlu elbette gerçek ve tek çaresi, Yaratanına sığıncaktır ve kulluğu da budur:


إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

" İyyake na'büdü ve iyyake nesteiyn: Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).” (Fâtiha 1/5)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Sünnetinde ise açık ve nettir.

İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem, bizlere, bütün acılara ve ateşli hastalıklara) karşı şu duayı öğretirdi: "Her direten (muztarib) damarın şerrinden ve cehennemin sıcaklığının şerrinden, Kerim Allah'ın adı ile, Yüce Allah'a sığınırım.
(İbn. Mâce, Tıb, 37(2/1165)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:"Sizin ikinizi, Şeytandan, belâ ve uğursuzluktan ve her kem gözden, Allah'ın tâm kelimeleri ile, okuyor, (Allah'ın korumasına havale ediyorum)" diyerek Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'e okurdu ve "Babam İbrahim de, oğlu İsmail veîshak'ı böyle diyerek okurdu" derdi.
(Tlrmlzl Tıb, 18 (4/396)

Osman b. Ebu'l-As es-Sakafî şöyle demiştir: "Neredeyse beni öldürecek bir acım olduğu halde, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem'e geldim. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem şöyle buyurdu:
"Sağ elini, o (ağrının olduğu) yerin özerine koy ve yedi defa: "Bulduğum bu şeyin şerrinden, Allah'ın adı ile, Allah'ın İzzetine ve Kudretine sığınırım" de!” buyurdu.

(Tirmizi Tıb, 29 (4/408)

Nedir Felak, nedir Felek?..
Felak ın ASL ı ve temeli İLK OL-AN ın içindekini pörtleterk çıkarmasıdır!..
Felk mastarı, İKİli olan Kabuğun “ÇAT!” diye ayrılıp içindeki Hakikatı fışkırmasıdır!
Bu çatlatmaya Felk deriz!
Çatlamaya-Patlamaya İNFİLAK deriz!..
Bu ister Toprağı BİLen-BULan bir tohumun Toprakta İnfilakı olsun!
İster bir Meni-Spermin Ana rahmindeki İnfilakı olsun!
İsterseniz Nur-u MîM'in Şe’enullahtaki Her AN OL-AN ı Olsun!..


إِنَّ اللّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ذَلِكُمُ اللّهُ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ

" İnnellahe falikul habbi ven neva yuhricül hayye minel meyyiti ve muhricül meyyiti minel hayy zalikümüllahü fe enna tü'fekun : Allâh o dâneleri, çekirdekleri pörtleten, ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkaran, işte size söyliyorum Allâh o, şimdi söyleyin nereden çevriliyorsunuz?-- Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah budur. O halde nasıl yüz çevirirsiniz?” (En'âm, 6/95)

Felak, Yokluktan yaratılan değil de, Yok (Adem) iken Var (Âdem) OL-ANın OLUŞ OLAYIdır..

Bakınız doğru ANlamaya çalışalım BİZ BİRlikte…

Allahu zülcelâl, Yarattığı sonsuz şeyeri-EŞYÂyı Kur’ân-ı Kerim’inde “Küllî ŞeY” ifadesiyle tek kaleme indirmekte..
Kürrede ne var ise Zerrede de o var.
Âlemde ne var ise Âdemde de o var!..

İlk NOKTA-İlk ŞEY hâliyle İKİliktedir.
Madde-Mânâ Antipotu..
UNSURî-ESİRî Antipotu…
“ŞEY” in Unsûrî Özelliği maddesel olup Kur’ân-ı Kerim’inde Ana Toprak esas alınmıştır 4 unsur için..
Toprak-Su-Ateş-Hava…
UNSURî değer öyledirki, her AN da gelişme, değişme ve bozuşma zorundadır.
UNSURî varlıklar bilrisinizki;
1- Cansız dediğiz varlıklar: Üreme, hareket, iç güdü, akıl vs den yoksun tam analamıyla bir zulmet-karanlık içindedirler. Biraz sonra göreceğimiz Gassak Karanlığındaıdrlar mutlak anlamda imkanları asla yoktur. Bence ana görevleri ise bitkilerin Güneşteki 2 Hidrojenin 1 Helyum oluştururken kullanılabilir hale gelen ESİRi Fotosentez-Yeşil ATEŞ ile Hayvana geçişinde ambalajlık gibi görmekteyim…
2- Bitkiler ise: CANlılığın, diriliğin, Hayatta oluşun EL Hayy celle celâlihu’ya SILA-Ulaşım Elemanıdır..
3- Hayvanlar ise Kâinâtın yaratılmasına sebeb OL-AN İnsan için sayısız görevle yüklüdürler..
4- İnsan ise kendisine KULLUK Görevi için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ve Kur’ân-ı Kerim gönderilmiştir. Gereken ANaltılmıştır. Her AKLın kadarınca ve kaderince…

Esr: Esir etmek. Muhkem bağlamak. Takviye etmek.
İsr: İZ. Alâmet. Nişane. Yol. Meslek. Başlamak ve azimet etmek.
Anlamında..
Bendeniz teknik bir insanım, düşünüyorum da 4 unsuru en sağlamca bağlayan, Kuvvetini veren ve dirilten ne ise odur ESİR…
Biliyoruz ki bugün ilimde;
ESİR; Maddesel bir değeri olmadığı halde bütün evreni kaplayan, ağırlığı da olmayan, ısı ve ışığı ileten cevher gibi AKILca târif edilmektedir…

Gariban ve Halim can gibi meraklılarına,
Âdem aleyhisselam’ı TAM ve DİRİ Kılan 5 UNSURu düşünmelerini:


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ

“Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni haliküm beşeram min salsalim min hameim mesnun. Fe iza sevveytühu ve nefahtü fihi mir ruhiy fekau lehu sacidin. Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.» «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!» (Hicr 15/28-29)

Başaramazlarsa;


إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ

“İza cae nasrullahi velfeth: Gelip de Allahın nusreti ve feth- Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde,” (Nasr 110/1)

“ŞEY” in; UNSURî Hakikatı için Nasrullah ve ESİRÎ Hakikatı için Fethullah Dua edelim İnşâallah…


(Leyl Sûresi Sohbeti Devam edecek)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl Sûresi Sohbeti Devamı)

مِن شَرِّ مَا خَلَقَ

" Min şerri mâ halak: Şerrinden, Mâ halak'ın- yarattığın şeylerin şerrinden” (Felak 113/2)

Yarattığının şerrinden.
Şerr; Âfâkî-Dıştan gelen ve Enfusî-İçten çıkandır.

İnsanın kendisinin dışındaki yaratıklar kadar kendi kendisine ürettiği şerler vardır:


مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا

"Mâ esâbeke min hasenetin fe min allah ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik ve erselnâke lin nâsi rasûla ve kefâ billâhi şehîdâ: Sana güzellikten her ne ererse bil ki ALLAH'dandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir-Nefsindendir, biz seni insanlara bir Rasul olarak gönderdik, şâhid ise ALLAH yeter” (Nisâ 4/79)

"Senin en yaman düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir." Hadis-i Şerif


وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ

“Ve min şerri ğasikin iza vekab: Ve şerrinden bir Gâsıkın daldığı zaman- Karanlığı çöküp bastırdığında bir gecenin şerrinden,” (Felak 113/3)

Gâsık, lugatta şiddetli karanlık, soğukluk ve kokarlık mânâlarıyla ilgilidir.
Önlenemez güçle gelen gece karanlığı gibi kontrolsuz
ŞEHVET Gafletinden de..
Türkçemizdeki üreme organları bölgesine Kasık kelimesi kullanılması da Arapça Gâsık kelimesinden gelmedir.


"Karanlığı bastığı zaman bir gecenin şerrinden"
Vukub, çukura girmek demek olup burada çıkmaz çukura-mezar gibi düşmek ve karanlık içinde yok olmak vardır.
Böylesi bir kötü sonuçtan sığınma vardır!..


وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ

“Ve min şerrin-neffâsâti fil'ukad: Ve o, ukdelere üfleyen neffâsların şerrinden- o düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden” ( Felak 113/4)


Ve o düğümlere üfleyicilerin şerrinden.
Kötülük düğümleri bağlayan ve içlerindeki kini, nefreti hasedi üfürenlerin şerrinden!..


Neffâs: Sihir yapan, üfüren, üfürükçü, afsun yapan büyücü nefisler..
Neffâse: Büyücü kadın.
Nefes etmek: Nefes etmek, üflemektir..
Akd: Anlaşma. Sözleşme. Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.
Ukd: Düğüm. Yoğun. Gazap, hiddet
Ukde: Düğüm, bağ. Karışık ve müşkil iş. Zorluk, zor iş.
Ukad: Ukdenin çoğuludur


وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ

" Ve min şerri hâsidin izâ hased: Ve şerrinden bir hâdisin hased ettiği zaman- ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın şerrinden!»” ( Felak 113/5)

Hased: Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek.Kısacası karşısındakinin hakkı olan her türlü nimetin onda olmasını çekememezlik, kıskançlık.

Hasud- Çok hased eden kişi; hasedlendiğinde içindeki kin, öfke,nefret ve düşmanlık kasdıyla kötü nefsini birisine yönlendirdiği zaman lazer ışını gibi ki
, "Nazar etme-Göz değme" denilen olay bir anda oluverir.
Bunu yaparken kendinin iyiliğini değil de diğerinin kötülüğünü ister.
Eğer karşı kimse mânen güçsüzse onu çarpar indirir.
İşin garip tarafı Hasud bunu her zaman bilinçli yapmaz ve böylesi “sakar” denilen âileler vardır.

Ancak dert varsa devâsı da vardır İslâmda:

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem:
“Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar.” buyurdu. (İbn. Adiy)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem: “İnsanların yarısı nazardan ölür.” buyurdu. (Taberanî)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem: “Nazar haktır.” buyurdu. (Müslim)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem: “Sabah akşam, 3 defa “Bismillâhillezi lâ yedurru ma asmihi şey ün fi’l- Ardı ve lâ fi’s- semâi ve huvessemiu’l- alîm” okuyan, büyü ve nazardan korunur” buyurdu.
(İbn Mâce)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem, Felak ve Nas Sûrelerini okuyup buyurdu ki: “Bu iki sûre ile (belâlardan, nazardan) korunun! Hiç kimse, bu iki sûre ile korunduğu gibi, başka şeyle korunamaz.” buyurdu. (Ebu Davud)

Ve her zaman olduğu gibi;
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem:
“İlaçların en iyisi Kur’ân-ı kerimdir” buyururdu. (İbni Mâce)


فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ….

“….fellâhu hayrun hafizav-ve huve erhamur-Râhimîn:… en hayırlı hıfzedecek de ALLAH'dır ve o erhamur-rahîmdir-…En iyi koruyucu ALLAH'tır ve O, merhâmetlilerin merhâmetlisidir." (Yusuf 12/64)

Bakınız ki 4 şey tüm sığınmayı özetledi;
Tüm Yarattığının şerrinden,
Gâsıkın-Karanlık Gecede olanlardan,
Neffâsâttan-Üfürükçülerden,
Hâsud-Çok hased edenlerden…

Unutmamalıyız ki Kendi Nefsmiz de bunların içindedir!..

Ve’l-leyli izâ yağşâ..
Böylesi bir gece gaşşı..

Bastığı zaman çöküp de üzerine yok ettiği her şey gibi.
Çeşitli şekilde düşünün, zevk ediyoruz Kur’ân-ı Kerime göre zevk yâni.
Bizleri geceleri ölü gibi uyutan O'dur buyurduğu gibi.
Hepimizi her şeyi uykunun yuttuğu gibi.
Sanki ölüm gibi.


وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُّسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

"Ve huvellezi yeteveffâkum bil'leyli ve ya'lemu ma cerahtum bin nehâri summe yeb'asukum fîhi li yukda ecelum musemma summe ileyhi merciukum summe yunebbiukum bi mâ kuntum ta'melûn: Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.” (En’âm 6/60)

وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا

"Velleyli izâ yağşâha.: Ve geceye: Sararken onu” (Şems 91/4)

Bu uyku ve gafleti gözümüzü, gönlümüzü, şuurumuzu, nefislerimizi, varımızı-yoğumuzu nasıl da yutuyorsa Vel Leyl böyle anlatılmakta.

"Fenâ-i kull" tamâmen yokluk, kimliğini istila etmiş, fâni kılmış tam yokluk içine gömülüp gitme hâsıl olmuş bir geceden bahsediyoruz.

Ve’l- Leyl! Leyl, el- Leyl'dir belirli ismi Leyl'dir kısacası Leyl!.
İki Lâmlıdır bu. Sadece Lâm değil iki Lâmdır ve ilginçtir!.
Bu çift Lâmları biliyoruz.
Lutfullahın. Lutf-u Rasûlullah’a geçişi gibi!.
Aradaki Ye’nin hayâta geçişi gibi!.
Tıpkı bir kadın gibi!. Rahim gibi!.

Aynı yutuculuk ve karanlıkta ki “Üç karanlıktan geçeceksiniz!” hükmü vardı ya!.
Kıyâmete kadar gelecek tüm nesilleri yutan bir rahim gibi.
Velleyli izâ yağşa gaşş ettiğinde.
Gaşş ne demek?

Eşyâyı,
“ŞEY” “OL-AN” ların tümünü gâlibiyetle içinde tutan demektir. Bırakmayan anlamında.

Bu öyle ilginçtir ki toplu iğnenin başı kadar bir incir çekirdeğini alıp geleceğine baksanız ileride trilyonlarca dev İNCİR Ağaçlarının ŞU-AN
“OL!”duğunu görürsünüz!..
geleceğine baksanız
İLK İNCİR Ağacı size el SALL ar!..

Bu zerre kadar tohumun içindeki gaşş ki bir gâlibiyet vardır aslâ girip de Kader Düğümleri çözülemez!.
Ancak yaratan yazar, buzar, çözer ve yaratır!

Ve'l - Leyl, Leylâ da bu kelimedendir.
Leylâ da Leyl’in dişilidir. Yani dişil ismidir.
Erkeği yoktur zâten yoktur demek istiyorum!.
Bundan şunu söylemek istiyorum. Ümmîdir-ANAdır, yutucudur Leyl!.

Ne farkı vardır Gaşşa ile Garkın?


“Ben denize de bir şey atsam onu da yutar!.”

Haaa!. Gaşşa hiçbir şeye dokunmaz yutar, ama zarar vermez asla!.

Gece gibi gelir üstüne çöker fakat hiçbir şeyini değiştirmez bunun.
Ne iz bırakır, ne bir leke bırakır ne de bir işâret bırakır.
Sabahleyin çeker gider!.

Ama gark öyle değildir.
Gark, canına okur gark edilenin!.
Eritir, çürütür, kendine çevirir, içine girer, dışına çıkar.
Bir sürü şey yapar!.
Ben şimdi Hakan’ın BUZ Kütlesi Bedenini, Muhammedî Mahviyyet Denizine atsam ve Hakan’ı gark etse İnşâllah!
Hakan istediği kadar bağırıp-çağısın çırpına çırpına erir yok olur da “BeN” liği BİZlikte
“BEN” BİRliği bulur ki;
O
“BEN!” buyuranı DUYar ve Uyar Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in Yüce Yüreğinde İnşâallah :


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

"İnnenî enallâhu la ilahe illa ene fa'büdni ve ekimis salate li zikri: Hakıkaten BENim BEN ALLAH, BEN’den başka İLÂH yok!. Onun için BANA ibadet et ve zikrim için namaz kıl!” (Tâ-Hâ 20/14)

İşte burda bütün mesele iki “Lâm” ın önemini ve mânâsını anlâmaktır…

Bir de Gaşş da Gaflet kokusu vardır!
Gaflet gece gibi uyku gibi bastırdı mı Bedene gittin bil!
Bir ömür Hayvansal Hayatını yiyip, içip, üreyip, tepinerek geçiren GÂFİLleri ancak ÖLÜM uyandırmakta:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem:
“İnsanlar Uykudadırlar, Ölünce Uyanırlar!” buyurmakta. (Riyâzu's-Sâlihin)

Bir de şunu iyice düşünelim ki, ASLında Bu Âlemi canlı-cansız RESİMler gibi Yapan-Yaratan Eşsiz-Ahad-Vâdid ALLAH celle celâluhû El Zâhir Esmâsıyla Tecellî buyrumuştur, Nûrundan Var etmiştir Mevcûdâtı.

Bize KESRET gözükenleri basit bir gece olayı bile yutuvermektedir.
O halde Ressam TEKtir ve hiçbir hususta Resimlere benzemez!
Resimleri ile ASLa AYNı değildir.
Ancak Resimler O’ndandır ve GAYRı da değildir..
Kesrette Vahdeti, Vahdette Kesreti ZEVK, TEVHÎDi Anlamaktır..


“Lâ Huve İllâ Huve. O’ndan başka O Yok!”


كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ


“Kullu men 'aleyha fânin. Ve yebka vechu rabbike zulcelâli vel'ikrâmi.: Yer üzerinde bulunan her şey fânidir. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabb'inin yüzü (zâtı) bâki kalacaktır.” (Rahmân 55/26-27)

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

"Ve lâ ted'u meallâhi ilâhen âhar lâ ilâhe illâ huve kullu şey'in hâlikun illâ vecheh lehul hukmu ve ileyhi turceun: ALLAH ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 28/88)

Zâten, Güneşin ne ve OLup Olmadığını ANlayan için Gece-Gündüz yoktur da

“Güneş VAR veya YOKtur!”

sözü kalır…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl Sûresi Sohbeti Devamı)

وَالنَّهَارِ إِذَا تَجَلَّى

“Vennehâri izâ tecellâ: Ve açıldığı zaman o gündüze”
(Leyl 92/2)

Cellâ, biliyoruz ki tecellî temelidir.
Yani Lâm ların cem’e gelişidir. Cihâna gelişidir.
Cisme ve Cana gelişidir. Ortada gözüküşüdür.
“Başlayın!” demektir imtihan salonunda. “Lâm lardan birini seçin!” demektir.
Aynı zamanda cilâdır.
Hiçbir gizliliği kalmamasıdır.
Ortaya çıkış, açılıp net görünüştür..
Bakanın her şeyi olduğu gibi görmesidir.

Onun için Muhammedî Melâmette;

Bedeni Terbiye
Nefsi Tezkiye
Kalbi Tasfiye
Ruhu Tecliye

etmeliyiz diye konuşuruz.

Bedeni Terbiye etmek lâzım, edeblendirmek lâzım.

Nefsi Tezkiye etmek lâzım. Temizlemek lâzım.

Kalbi Tasfiye etmek lâzım, arıtmak lâzım.

Rûhu Tecliye etmek lâzım, cilâlamak lâzım.

Hani ampulün üzerindeki sinek pisliği gibi bir şey var ise onu silmek lâzım.
Zâten içeri giremez o.
Ruh Emr Âlemi’nden olduğu için.
Dıştan kirletirsin de bin mumluk lâmbayı kirlete, kirlete on muma düşürürsün sonra da kör kalabilirsin!.
Kendin kirlete kirlete, siyaha boyarsın gibi…

Vennehâri, ve açıldığı zaman, tecellî ettiği zaman, nehâra.
Leyl’in zıddı Nehâr'dır gündüz. Bu da erildir.
Ve'n-nehâri, rızâya, rızâ huviyetine çıkış nûrudur
Nehâr. Rüşd, rûyet, görüntü, erginlik.
Fiiliyatın tam oluşu, başlaması.
Bin tarla, bir paradır bir tohum yoksa.
Bir rahim kendi başına kalır.
Bir Rahmân
“Bismillâhirrahim” yaptırır, başlatır.

Biliyoruz ki biz
ALLAH’ın izni, RABB'imizin izni ve inâyetiyle yüce ikrâmı izzeti şerefi, hepimiz bir can olarak BİZ BİR olarak imkânlarımız nispetinde Kur’ân-ı Kerîmimizi BİLinir BULunur OLunur ve YAŞAnır ZEVKler hâline dökmekten ötede ANlamaya çalışıyoruz.
Bu çok önemli bir şey çünkü!.

Bu çağın tekniğini de kullanarak hepimizin katkısı olması lâzım ve olacaktır İnşâallah.

Olduğu zaman ileriki sürelere geldiğimizde bu arkadaki bilgilerimiz birlikteliğimizle doğacak şeyler neşeler göreceğiz ki
Kur’ân-ı Kerimi çok daha başka bir şekilde sevdirecek BİZi birbirimizle.

Kur’ân-ı Kerimde BİZi sevecek çünkü.
Birbirimizle konuşur hâle geleceğiz.
O zaman göreceğiz ki her şey bambaşkaymış meğer.


“Bir ayrı ülkeymiş Kur’ân-ı Kerim diyeceğiz İnşâallah.
Maksadımız asla tefsir değildir.
Meâl değildir onlar önümüzde var zâten.
İşte Fahreddin Râzi, İşte Elmalılı Hocamız…
Hepimiz açıp okuyabiliriz.
Biz sadece kendi imkânlarımız nispetinde zevk ediyoruz.
Zamânımızı buraya harcıyoruz
ANlama yolları arıyoruz, Akıl yoruyoruz NAKL içinde...

Hani gece gaşşetmişti ya.


“Benden başka kimse yok!” demişti ya.
Onun için sevilmişti ya, Geceler, Haramlar. Kâbe gibi, kadın gibi.
Ve nasıl oluverdi de, gündüz
Er Rahmân ı geliverdi de tecellî etti.
Bir sevmek kavgası başladı görmeyin gitsin.
Koca şehir, Koca Ankara çıt çıkmazken mahşer yerine dönüşüverdi.
Öyle bir tecellî başladı ki.
Kazâ takdire geçti ki gerçekten bu açılımı görmek lâzım..


وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى

“Ve mâ halekazzekere vel'ünsâ: Ve erkeği dişiyi yaratana”

(Leyl 92/3)

Yemin olsun ki “m┠onlar ki.
Burda niye
“men” buyrulmuyor kişi demiyor da “m┠buyruluyor.

“m┠taaaa hüviyetlerini kazanmadığı zamandan beri yazdığı için.
Çünkü Arapça da
“m┠eşyâlar için kullanılır kimliklerde “men” akıllılar için kullanılırken:

“Ve men halekazzekere vel'ünsâ.” buyuruyor burda.

“Ve mâ halekazzekere vel'ünsâ”
“Ve men halekazzekere vel'üns┠gibi buyurmakta ALLÂHU Zu’l- Celâl.
Onları ki halaka, halk etti.

“Ezzekera vel ünsâ”

Erkeği dişiyi yaratana yemin olsun!.
Bakın, nasıl el Leyl geldi oturuverdi.
Vel ünsâ, nisâların, kadınların yerine nasıl oturuyor.
Ve nehârın yerine de zekera erkek nasıl oturuyor.


“Erkeği ve dişiyi yaratana yemin olsun!.”


إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى

"İnne sa'yekum leşettâ: Ki sizin sa'yiniz dağınıktır-sizin çabanız dağınıktır” (Leyl 92/4)

“İnne sa'yekum leşett┠ki kadın olsun erkek olsun sizin sa’yiniz.

Sa’y: Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme.
Yani Ayniyet Sâhipliğiniz leşattâ çeşitlidir.
Gâyet tabi yani.
Hiç bir erkek, çocuk doğuramaz mesela.
Ne bileyim ben kadının yapamadığı şey vardır, erkek olamaz gibi.

Şettâ , şekitun kelimesinin çoğuludur.
Birbirinden farkı çeşitli anlâmlar taşır.
Farklılık ve mesafeleri, çok çeşitli şeylere
"şettâ" denilir.
Çünkü
"şetât" masdarı, birbirinden "uzaklaşma ve ayrılma" mânâsınadır.
Bundan dolayı zâten işlerin böyle çeşit çeşit oluşu, farklı farklı oluşu çok birbirinden ayrı uzaklaşmış oluşundan dolayı
ALLÂHU Zu’l- Celâl buyurur cehennemliklerle cennetlikler bir olamaz.

İmkânla Kulluk İmtihanında, elbette Kaderler çeşitli
DUYup-UYmalar çeşitli, Hayat, Hesab ve sonuçta çeşitlidir:


لَا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ

"Lâ yestevî ashâbunnâri ve ashâbulcenneti ashâbulcenneti humulfâizûne.: Eshâbı Nâr ile eshâbı Cennet müsâvi-eşit olmaz, eshâbı Cennettir ki hep murâda ermişlerdir”
(Haşr, 59/20)


أَفَمَن كَانَ مُؤْمِنًا كَمَن كَانَ فَاسِقًا لَّا يَسْتَوُونَ

"E femen kâne mu'minen ke men kâne fâsika lâ yestevun: Öyle ya, mü'min olan fasık olan gibi olur mu? Onlar müsâvi olmazlar”
(Secde, 32/18)


أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

"Em hasibellezîne'cterâhus'seyyiâti en nec'alehum kellezîne âmenu ve amilus sâlihâti sevâem mahyâhum ve memâtuhum sâe mâ yahkumûn: Yoksa o kötülükleri yapıp duran kimseler, kendilerini o îman edip sâlih ameller yapan kimseler gibi mi yapacağız? Hayat ve memâtlarını müsâvî kılacağız mı sandılar? Ne fenâ hukmediyorlar?- Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”
(Câsiye, 45/21)


وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ

"Ve lez'zillu ve lel'harur: Ne de zıll ile harûr / ne de gölge ile sıcaklık.”
(Fatır, 35/21)


Neden?
Sa’yleri farklıdır. Sa’y çalışmaktır.
Onun peşinden koşmaktır, sa’y etmektir.
Âyânını o yolda sarf etmektir.
Kendisine verilen bütün imkânları, beden, nefis, kalb ruh vs.nin tümünü oraya çevirir o yorulup da yıkılıncaya kadar gider.
Son nefesi verinceye kadar onu devâm ettirir.
Ne yapar, o zaman belli olur.
Mümin olan fasık olan gibi midir?.
Hayır, bunlar bir olamazlar.

Secde Sûresi 18. âyet.

Başka günah işleyenler, bizim kendilerini îman edip salih ameller işleyenler gibi sayacağımızı mı sanıyorlar?
Dirileri ve ölüleri bir mi tutacağız?
Fitnede geldikleri şey ne kadar fenâdır.
Câsiye Sûresi 21. âyet.

Hani insan aklı der ya akıl bu. Kendini ilah kabul ediverdi mi.

“Canım günah işliyorsak işliyoruz yani!.” diyenler
“Ve kâlu semi'nâ ve aseynâ dedik!” diyor.


… قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا …

“….kâlu semi'nâ ve asaynâ..: ….Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler…. “
(Bakara, 2/93)


… وَقَالُواْ سَمِعْنَا …

“….kâlu semi'nâ ve eta'nâ..: ….Onlar: İşittik ve itaat ettik…. “ (Bakara, 2/285)

Yâni duydum ama isyan ediyorum.
Et. Et de ve
“kâlu semi'nâ ve ata'n┠diyenler var.
Duyduk, aklın gereği olarak nakli duyduk ve uyduk diyenler var.

ALLÂHU Zu’l- Celâl'de buyuruyor ki biz bunları bir mi tutacağız?

Kendilerini îman edip, salih ameller işleyenleri, îmânını bir de fiiliyata dökenleri, tatbik etmeyenler gibi işlemeyenler gibi mi sayacağız sanırlar.
Yâni dirileri ve ölüleri bir mi tutacağız dünyâda.
Birileri, bir kısım insanlar kemâlatta diriliği seçiyor.
Bir kısmı da diyor ki:
“gerek yok biz cehâlette ölülüğü seçtik!.”
Ölüleri de bir mi tutacağız şimdi sağ-diri olanla?
Bir kısmı diri bir kısmı ölü buyuruyor
ALLÂHU Zu’l- Celâl.
Nasıl bir tutacak mışız?
Şeddâ'yı anlatıyor. Farklılıklarını sa’ylarımızın.
Gölge ile sıcaklık bir mi olacakmış?
Biri harr sıcakta yanarken. Biri serin gölgede otururken bir mi olacak.. ?


وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

"Va'tesumu bi hablillâhi cemiav-ve lâ teferraku, vezkuru ni'metallâhi aleykum iz kuntum a'dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni'metihi ihvâna, ve kuntum 'alâ şefâhufratim minen-nâri fe enkâzekum minhâ, kezâlike yubeyyinullahu lekum âyâtihi leallekum tehtedûn: topunuz bir ALLAH ipine sım sıkı tutunun, biribirinizden ayrılmayın ve ALLAH'ın üzerinizdeki ni'metini düşünün, sizler birbirinize düşmanlar iken o sizin kalblerinizin arasında ülfet husûle getirib yanaştırdı da ni'meti sâyesinde uyanıb kardeş oldunuz, hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da O tuttu sizi ondan kurtardı, şimdi böyle size âyetlerini beyan ediyor ki ALLAH'a doğru gidebilesiniz”
(Âl-i İmrân 3/103)

“Hepiniz ALLÂHU Zu’l- Celâl'in ipine sımsıkı sarılın!.” Parçalanıp ayrılmayın o zaman.
Bu ne demek bu şeddâyı...
Çünkü şeddâ şedîd kelimesinin çoğuludur.
Ayrı ayrı, dağınık, perakende, perîşan mânâsındadır.
İnsanların çoğu hükümleri değişik, birbirinden uzak.
Kimi îman itaat iyilik gibi hayır ve hidâyet yollarına.
Kimi küfür ve isyan, kötülük şer bâtıl ve sapıklık gibi çeşitli yollara gideceklerdir tercihlerinden dolayı.
Çünkü bunların gâye ve hükümleri farklıdır.
Çalışmaların netîcesinde ayrılık mutlaka dağınıklık olacaktır.
Elbette hayra koşan şerre koşandan ayrılacaktır.
O zaman mânâ ne olur.
Mü'min olan fâsık olan gibi olur mu bunlar eşit olmazlar.
Yoksa kötülükleri işleyip duranlar, şu anda fiilen işleyip duranlar kendilerini inanıp iyi amel işleyenler gibi mi yapacağımızı sanıyorlar.
Yani hâşâ
ALLÂHU Zu’l- Celâl'le dalga mı geçiyorlar!.
Hayat ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi?.
Âyet bu âyet
Câsiye Sûresi 21. âyet.
Hayat ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi?
Ne kötü hüküm veriyorlar bunlar.
İtilaf edip duruyorlar, duracaklar.
Durdular, dururlar ve duracaklar. Hep olacak!.
Ancak
RABBinin merhâmet ettikleri hâriç onun içindir ki ALLAH onları yarattı zâten.
İtilaf devâmlı olur.

Bunu sâdece Arabistan’da o çağda yaşayan bedevîlere veyâ ne bileyim burdaki câhil insanlara yükleyip de, müşrikler böyleymiş diye kurtulamayız.
Bu âyetler müşrikler zamanında gelmiş kaldıralım bunu mu yani!.
Öyle mi?
Yok. Oku oku. Bu gün bak bakaım ne müşrikler var onlara taş çıkartır.
O günkü müşrikler, gülerlerdi bu gün olsaydı.
Bu günkü câhilleri görselerdi: “Biz bunlardan daha medeniydik!” derlerdi.


حُنَفَاء لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاء فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ

" Hunefâe lillâhi ğayra muşrikîne bih ve mey yuşrik billâhi fe keennemâ harrâ mines-semâi fe tahtafuhut-tayru ev tehvi bihir-rihu fî mekânin sehîk: Kendisine ortak koşmaksızın ALLAH'ın hanifleri (O'nun birliğini tanıyan müminler olun). Kim ALLAH'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir.”
(Hac 22/31)

Kim ALLAH’a ortak koşarsa, onun durumu yüksekten düşüp de kendisini kuşun didiklediği veya rüzgârın uzak bir yere sürüklediği kimsenin durumu gibidir. Dikkat edin!.
Allah’a ortak koşarsa!
Ne demek bu, kim koşar?
Akıl koşar önce akıl akıl. Akıl kendisini
RABB îlan eder!.
Ve o kadar ki,
“ALLAH!” diye diye de yapar bunu.


يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

" Yâ eyyuhen-nâsu inne va'dellâhi hakkun fe lâ teğurrannekumul hayatud-dünyâ ve lâ yeğurrannekum billâhil ğarûr: Ey insanlar, hiç şüphesiz ALLAH'ın va'di haktır, öyleyse dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve aldatıcı(Şaytan) da, sizi ALLAH ile (ALLAH'ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır 35/5)

Dikkat edin ikilik, şeytan size “billâhil garûr” ALLAH ile kandırmasın. ALLAH diye diye kandırmasın!.
Bu en tehlikeli ve en kötü kandırış ve kanıştır
ALLAH celle celâluhû korusun!.
Ayıkması mümkün olmadığı için en kötüsü!.
Çünkü bunu ayıktıramazsınız da sokaktaki sarhoşu ayıktırırsınız.
Elindeki şişeyi alırsınız ayıktırırsınız.
Fakat bunun elindeki şişe kendi akıl şişesidir, hırs tamah, benlik şişesi!.
Eliniz ulaşmaz oraya. O da zâten vermez!.
Onun için
ALLAH korusun, ALLAH yardım etsin!.

Söylediğim şeyler dâima normal şartlardadır.
Tasavvuf Sisteminde böyle değildir.
Tasavvuf Sisteminde her derdin devâsı vardır kişi
AHMAK değilse.
İllel ahmak buyuruyor
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem:

“Her derdin devâsı vardır, ahmaklık hariç!” buyurduğunu derdi Hadisçi Siirtli Hocam..
Ahmaklık aklın, kendisini başka yere kirâlaması, satması kendi kötülüğüdür.

İşte bütün bunların çâresi nedir yukarıda anlattığımız
“leşett┠nın çâresi, “Urveti’l- Vusk┠dır.
Yani
Nûr-u Mim de birleşmektir.


لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“Lâ ikrâhe fid dîni kad tebeyyener ruşdu minel ğayy, fe mey-yekfur bit-tâğûti ve yu'mim billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuska lenfisâme lehâ, vallâhu semî'un 'alîm: Dinde ikrah yok, rüşd, dalâlden cidden ayrıldı, artık her kim Taguta küfredib ALLAH'a îman eylerse o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır, öyle ki onun için kopmak yok, ALLAH işidir, bilir - Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip ALLAH'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. ALLAH işitir ve bilir.” (Bakara 2/256)

Hepiniz toptan ALLAH’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın.
Nedir
ALLAH ’ın ipi, ip nedir Arapça’da?
Habli’l veridir, Hable’l veriddir.


Habl , ip demektir. Verid tektir. Hable’l verid, tek ip demektir.
Peki o ne? Peki
ALLAH’a ulaşan ne demek tek ip?

Rasûlullah , ALLAH’ın ipi Rasûlu'dur. Var mı başka?.
Kur’ân'cı, Kur’ân'ı, hâşâ bizim Kur’ân'ı çok fazla sevenler var ya hani Kur’ân'ciıar işi gücü Kur’ân ya!
“Kur’ânda var mı?” diyorlar!.
Kur’ân sanki posta ile gelmiş gibi hâşâ ona.
Kendisine indirilmiş gibi tövbe.


“Var mı Kur’ânda. Hani Kur’ânda?” diyor.
Bunlar acaba,
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemin mübârek ağzından buyurduğu Kur’ân-ı Kerim'den mi bahsediyorlar yoksa mensup oldukları sapık farksiyon oyunlarından mı?.

Nere gitmiş
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem?
Ölmüş haa, ölmüş!.
Onun ki öldü, bizimkisi değil. Onun ki öldü!.
O cübbeli prof. sütlü koyun gibi me'liyor amma, göz yaşı döküp çoluğu çocuğu kandırıyor amma,
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemi ve ALLÂHU Zu’l- Celâl'i kandıracağını sanmasın!.

ALLÂHU Zu’l- Celâl , El HAYYdır.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem Hayy'dır ve Nûrundan âlemler Halkedilen Rahmeten lil'âlemindir.
Hayy'dır ve fiiliyattadır şu anda..
Öleni, Beşerî Abdullah aleyhisselâmdır..
Bizden de Hayy. Bizler, gelip geçici Hayy'ız ebedî Hayy onlar.
Kur’ân-ı Kerim'in kendisi HaYYatta!.
Ehl-i Beyt aleyhisselâm Hayy!.


ALLAHın Şehidleri ve Şâhidleri Hayy!.
Hamdolsun
RABBilâlemine!..
“Va'tesumu bi hablillâhi cemîan”
Sığınınız. Sımsıkı. Bir kalenin içerisine girilmiş gibi.
Onun içinde hiçbir zararın gelmeyecek şekilde onun içinde oluştur o.
Ana karnındaki bebek gibi.
Anayı öldürmeniz lâzım.
Böyle sarılın, bir bebeğin göbek bağıyla anaya sarıldığı gibi sarılın!.
Bu iç sarılmadır.
Dışta değildir bu
Kur’ân-ı Kerime sarılmadır!

Benim önümdeki meâlde ne diyor
“Kur’ân-ı Kerim'e sarılın!” diyor.

Bende diyorum ki
Kur’ân-ı Kerimi Bize buyuran ve duyuran Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemdir.
Kur’ân-ı Kerim değildir ilk yaratılan, ALLAH’ın Nûrundan Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in Nûrudur.

Kur’ân-ı Kerim Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’den buyrulan Vahyullah'dır-Kelâmullah'tır.
Neden parantez içinde Kur’ân yazılıyor ve doğrudur.
Bendeniz de
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem de yazıyorum.
Çünkü
Kur’ân-ı Kerim Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’dir zâten ve hayydır.

Hablillahı gördünüz Habli’l- Verid, varid olan şu
ANda Tecellî Tahtasında oynanan oyunun yazı yazdığımız tahta olan İNSAN , Sen-Ben!.

“İşte Ben bundan da yakınım!” buyuruyordu ya!
Burada da buyuruyor ki

“Hablillah”.
“Va'tesumu bi hablillâhi cemîan: Hep berâber, ceman ALLAH celle celâluhû’ın İpine sarılın!”
“Velâ teferraku: “Sakın fırka fırka olmayın!.”
“Vezkuru ni'metallâhi: ALLAH'ın nimetlerini zikredin!
Aleykum: üzerinizdeki nimetlerini zikredin.


Bedeniniz, Nefsiniz, Kalbiniz, Rûhunuz, ötekiler ve her ne var ise hatırlayın yâni zikredin anın!.

Şu anda
ALLÂHU Zu’l- Celâl in rızâsı, murâdı kevniyette fiilen dökülüp durmakta, yağmur gibi yağmakta.

İz kuntum a'dâen fe ellefe beyne kulûbikum : Siz birbirinize düşmanlardınız da ALLAH sizleri birleştirdi.
Kalblerinizi birleştirdi adâiuhu feellefe, ülfet verdi yani birbirine bağlı kurdu.


Beyne kulûbukum : kalbleriniz arasında bağlar, kalb bağları kurdu ALLAH celle celâluhû’ya giden yolları. Yani kalb bağlarıyla BİZ bağlanırız.
Ellerle, eller dediğimiz
ALLÂHU Zu’l- Celâl’in de buyurduğu, bu el veya hakk gönül eli ne fark eder.

Netîcede el ele
ALLAH’a giden yol, “ HAKK a giden yol HAKK Dostlarının Kalbinden geçer!” dediğimiz şey budur.

Feellefa beynâ, aralarında kulûbuhum kalbleriniz arasında ulfeti Kur’âna.
O, sizin kalblerinizi birleştirmişti siz düşmanlardınız.

fe asbahtum bi ni'metihi ihvana : İşte onun bu nîmeti sâyesinde kardeşler oldunuz bakın!
Ve esbahtum: sabahladınız, sebbah oldunuz, tesbih ettiniz, oldunuz.
Âdeta dönen bir merkez Muhammed aleyhissalâtu vesselâmın Merkezinin etrâfında dönen Elektronlar gibi sebbahâya başladınız böyle kardeşler oldunuz!.
Bini'meti, onun nîmetiyle, ihvanen, ihvâni oldunuz. İhvan oldunuz.
Kardeş oldunuz. Ruh kardeşi oldunuz.
Nur ÖZünüzün hılkıyetine kavuştunuz!.


Ve kuntum alâ şefâhufratim minen nâri
Siz var ya siz bundan önce nasıldınız?
Bir çukurun, hafriyatın kufur öyle bir çukurun kenarındaydınız ki minennâr, ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız da

ve enkazakum min hâ.
fe enkazekum minhâ.

Burdaki harâbiyetinizi, enkazınızı o toparladı yâni, kurtardı.
kezâlike yubeyyinullahu le kum âyâtihi leallekum tehtedûn
İşte böyle ALLAH size âyetlerini apaçık anlatıyor ki beyan ediyor ki.
Leallekum tehdedun : Sırat-ı müstakim yoluna istikâmet edesiniz, gidesiniz! Hidâyete ulaşasınız!.
Hidâyeti,
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemi;
BİLmek,
BULmaktır,
OLmaktır onunla
ve Buyurup Uyguladıklarını fiilen
YAŞAmaktır.

Kendini bilmektir!.
ALLAH Dostunu bulmaktır. Bir hizmetçi bulmaktır.
Hep birbirimizin hizmetçileriyiz hamd olsun.
Ve Muhakkak
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in yüreğinde OLmaktır.
Nûrullahı yaşamaktır..
ALLÂHU Zu’l- Celâl , El HAYY'dır.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

"İnsanı İNSAN İnsan Eder!" Münir DERMAN (ks)

Peki. Ne Lâzım?...

Hakan yazdı:

Bedeni Terbiye etmek lâzım, edeblendirmek lâzım.

Nefsi Tezkiye etmek lâzım. Temizlemek lâzım.

Kalbi Tasfiye etmek lâzım, arıtmak lâzım.

Rûhu Tecliye etmek lâzım, cilâlamak lâzım.


Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Hayy Allah razı olsun Dost Muhammedi!


Muhammedi Muhabbetler...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

(Leyl Sûresi Sohbeti Devâmı)

Kulluk;

Kendini bilmektir!.
ALLAH Dostunu bulmaktır.
Bir hizmetçi bulmaktır.

Hep birbirimizin hizmetçileriyiz hamd olsun.
Ve muhakkak
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in yüreğinde OLmaktır.
Nûrullahı yaşamaktır..


ALLAHU Zu’l- Celâl, El HAYYdır.
Herkes Keban’ın elektiriğini kullanır gibi, çeşmenin suyunu kullanır gibi Müslümanların.


فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى

"verene ve sakınana gelince...

(Leyl 92/5)

Hz. Ali (radıyallâhu anhâ)'nin de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte bir cenâze için evden çıkmıştık. Derken Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) oturdu, biz de onun etrâfında oturduk. O,

"Nefes alıp veren hiç bir kimseniz yoktur ki, ALLAH onun cennetteki veya cehennemdeki yerini bilmiş olmasın"

dedi. Bunun üzerine biz,

"Ya
Rasûlullah, şimdi biz, (yaptıklarımıza) güvenmeyelim mi?" deyince, o,

"Çalışın. Çünkü herkes ne için yaratılmış ise, o kolay kılınmıştır.buyurdu ve şu âyeti okudu:
"Kim ALLAH için verir ve infak eder, o en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlarız" (Leyl, 5-7)
(Müslim, Kader, 6-8 (4/2039-2040); Buhari, Kader, 4.)

Bu hadis ile, sûrenin hükümlerinin ve mânâlarının genel olduğu ortaya çıkmıştır.

Feemma men a'ta vetteka.
Feemma , şu husus var ki, şuna gelince, bir şey daha var yalınız burda.
Dikkat edilecek bir şey var.
Herkesin dağınıktır işleri de.
Kim ki
men kim ki a’ta vetteka kim ki verirse, infak ederse vetteka ve kavi olmayı seçerse korunur.
Vetteka kim verirse korunur kısacası.
A’ta , ita amirleri vardı, veriş.
Mesela Biz müdürdük öyle denirdi: İta’ Amiri.
Veren yani o işi verme hakkı olan.
Kimler ki artık Olduğu halde gözükmeyen-
GAİB RABBi'l-'âlemîn’e İNANır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Ve mallarının hakkı olandan, hakkı olanlara verilir.



الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

"Ellezîne yu'minûne bil ğaybi ve yukîmûnes -salâte ve mimma razaknâhum yunfikûn: Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan ALLAH yolunda harcarlar.”

(Bakara 2/3)

Hani Beled Sûresinde vardı ya hayır yoluna çıkışta, sarp bir yokuş aşmak gerekiyordu ya hani onu aşmak için diyordu ki bir köle azât edin. Bu köle NEFS iniz olabilir.
Darlık gününde yoksula yemek yedirin,
RUH unuz olabilir.
Müslümanları düşmanlara karşı savunun, bu da bir şeydi
KALB i işgal ettirmemek öteye böteye, pise pasa. Desteklemek gibi.
Veya toprak döşenen (hiçbir varlığı olmayan) bir yoksula
BEDEN iniz olabilir…
Hülâsa Hayır Yollarına sarf edin diyordu ya;
İlmi, Edebi, İrfanı, Erkanı.
Takva Yolunu tutuş!.
Ve Muhammedî Şuura UYANanın, Muhammedî Hasbî Hizmette Uyandırma, Muhammedî Sabır ve Muhammedî Merhamette, Muhammedî Muhabbetle Vasiyetleşme!..


فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
فَكُّ رَقَبَةٍ
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ


"Felaktehamel'akabete. Ve mâ edrâke mel'akabetu. Fekku rekabetin. it'âmun fî yevmin zî mesğabetin. Yetîmen zâ makrebetin. Ev miskînen zâ metrabetin. Summe kâne minellezîne âmenu ve tevasav bissabrı ve tevasav bilmerhâmeti.: Fakat o göğüs veremedi o (akabeye) sarp yokuşa. Bildin mi o sarp yokuş ne? (Fekki rakabe) esîr bir boyun kurtarmak. Veya salgın bir açlık gününde yemek yedirmek. Yakınlığı olan bir yetîme. veya toprak döşenen (hiçbir varlığı olmayan) bir yoksula... Sonra îman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır.”

(Beled 90/11-17)

Bunlarla kavi olan, yoluna sağlâm olan, Sırat-i Mustakîm YOLunu tutmuştur. Vererek-Alarak değil.
ALLAH’tan korkarak, ALLAH celle celâluhû’ya ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesselleme Teslim olarak, İman Ederek, Tabi’ Olarak ve de İtaat Ederek EMRolunan dosdoğru YOLda YAŞAyarak!..

Kendini dağınıktan, fenâlıktan çeşitli yolların sapkınlıklarından kısacası
ALLAHU Zu’l- Celâl 'in kendi Uluhiyyeti üzerine ettiği yeminleri hiçe sayarak, canın istediğini yapıp arkasındanda ALLAH celle celâluhû’layım demek korkunç bir hatâdır!.

Onun için
ALLAHU Zu’l- Celâl ne buyuruyor Necm Sûresi 32 âyette:


الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

" Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhişe illel lemem inne rabbeke vâsiul mağfirah huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardi ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum fe la tuzekku enfusekum huve a'lemu bi menittekâ: Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki RABBin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.”

(Necm 53/32)

Ufak tefek kusurlar dışında büyük günahlardan, ve fuhşiyattan sakınanlar buyuruyor.
Ufak tefek kusurları olabilir buyruluyor, lemem bunlar lemem.
Lemem, Günaha yakın olmak. Küçük günahlar
Yani kınanan şeyler ağır değil.
Ama büyük günahlar ve fuhşiyattan şiddetle reddedilmiş.
Ne gibi zina gibi. Ne gibi adam öldürmek gibi. Zulm etmek gibi.
Çeşitli bildiğimiz bu suçtan sakınanları
ALLAHU Zu’l- Celâl affetmişti buyurmaktadır.
Muttaki olmuş
ALLAH’ın korumasına girmiş demektir başka.

Muttaki : Ehl-i takva. İttika eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini ALLAH'ın sevmediği fena şeylerdan koruyandır.
Onlar
ALLAH’ın nimetini aldığı gibi vererek korunuyorlar.
Kendilerinin değil bu.
Kendilerinin malı sandıkları şeyler kendilerine geçici iğreti olarak verilmiş şeylerdir.
Dosdoğru yani kendilerinin değildir.
Eğer böyle olursa, biliyoruz ki bir şey daha var burda.
Muttakîler için bir hidâyettir.


ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ

"Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lil muttekîn: O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2)

"Kur'ân'ı O RAHMAN öğretti. İnsanı O yarattı. Ona beyânı O öğretti"

(Rahman 55/ 1-4).

Muttakiîer için bir hidâyettir.
Muttakî olmayanlar için hidâyet değildir.
Takvâ sâhibi olmayan,
ALLAH’tan korkmayan için.
Kendini
ALLAH’a karşı korumayan için, ALLAH'ı bu kadar emin bulan için.

“Her neyi yaparsam yapayım, emirlerini hiçe sayıyım, sen beni muradımda seversin!” gibi bir saçmalığa düşenlerdir içindir.

ALLAHU Zu’l- Celâl bakın “muttakiler için bir hidâyettir” buyuruyor.

Muttakî, takvâ sahibi, takvâ sahibi ALLAH’tan korkandır.
Her bakımdan korkandır.


“Diriyle ölüyü bir mi tutacağız.”

Keyfi, kasıtlı, isteyerek yapıyor. Seçiyor, fiilen yapıyor.
Bu hiçbir zaman akıllı bir insanın işi değildir.
Kendisi yapabilir belki istediğini yapsın, ama doğru değildir.
Başka ne yaparsa yani.


فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى

"Feemma men a'ta vetteka: (Leyl 92/5)

Fakat ittikâ edenlere, korkanlara, verenlere ve korkanlara başka.


وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى

“Ve saddeka bilhusnâ: Ve husnâyı tasdîk eylerse - Ve en güzel olanı doğrularsa,”

(Leyl 92/6)

Husnâyı tasdîk ederse, ve saddaka doğrularsa, sadâkat gösterirse husnâya.
Neyimiş bu
Husnâ ve sadâkat.
Bizde diyoruz ya hep kardeşim biz îmandan önce, önce bir defa sadâkat lâzım diyoruz!.
Dört
“S” yi anlamazsa kişi diyoruz.

Sadâkat,

Samîmiyeti,

Sabrı ve

Selâmeti

anlamazsa, bunun;

Sözünden ne olacak,

Sohbetinden,

Zevkinden ve

Hazz ından ne olacak.

Burada değilse şurada atar bunu!.
Belli bir şey. Husnâ, en güzel olandır.

Husnâ en başta Kâinâtın Yartılma ve Kulluk İmtihanının temeli OL-AN
TEVHİDdir. İlâhe İllâ ALLAH CELLE CELÂLUHÛ..

Husnâ, Sadakadır, İnfaktır.
Bakın
ALLAHU Zu’l- Celâl ne infak ederseniz ALLAH onun yerini doldurur.


قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ

"Kul inne RABBi yebsutur-rızka li mey-yeşâu min 'ibâdihi ve yakdiru leh ve mâ enfaktum min şey'in fe huve yuhlifuh ve huve hayrur-râzıkîn: De ki: RABBim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, ALLAH onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

(Sebe 34/39)

Yine ALLAH yolunda mallarını harcayanların misâli yedi başak bitiren bir tâne, her başağında yüz tâne olan bir tâne gibidir.


مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

" Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin embetet seb'a senâbile fî kulli sumbuletim mietu habbeh, vallahu yudâifu li meyyeşa', vallâhu vâsiun 'alîm: Mallarını ALLAH yolunda infak edenlerin meseli bir tâne meseli gibidir ki yedi başak bitirmiş her başakta yüz tâne, ALLAH dilediğine daha da katlar, ALLAH vası'dır alîmdir” (Bakara 2/261)

“…Şüphesiz benim için Allah katında bir Hüsnâ var…”

(Fussılet 41/50


لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

"Lillezîne ahsenu'l-husna ve ziyâdeh ve lâ yerheku vucûhehum kateruv ve la zilleh ulâike ashâbu'l cenneh hum fîha hâlidûn: Hasenât yapanlara husnâ bir de ziyâde var, ve yüzlerine ne bir kara bulaşır ne zillet, onlar eshabı Cennet hep orada muhalledirler - İyi işler yapanlara daha güzeli; bir de fazlası var; yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de aşağılık. Onlar cennet ehli, hep orada ebedi kalacaklardır.”

(Yunus 10/26)

Hasenât , Güzellikler. İyi ameller. İyilikler..
İyi iş yapanlara da daha güzeli bir de daha fazlası vardır ayrıca.
Yüzlerine ne bir leke bulaşır ne bir zillet.
Cennet ehli işte bunlardır. Husnâ iş yapanlar.
Ameli hâlis muhlis Husnâ iş'te olanlar.
Bunun daha güzeli vardır bir de fazlası vardır.
Orada sonsuza kadar kalacaklardır.

Halidîne fîhâ muhalled, yani ebedî..

Yine Husnâ geçen âyetler:


ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ

" Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenu ve amilus sâlihât kul la es'elukum aleyhi ecran illel mevededdete fil kurbâ ve meyyakterif haseneten nezid lehu fîha husna innellâhe ğafûrun şekûr: İşte bu müjdedir ki ALLAH îman edip iyi iyi işler yapan kullarına tebşir buyuruyor, de ki buna karşı sizden yakınlıkta sevgiden başka bir ecir istemem ve her kim çalışır bir güzellik kazanırsa ona onda daha ziyâde bir güzellik veririz, çünkü ALLAH gafûrdur şekûrdur”

(Şûrâ 42/23)

Kim çalışır güzellik kazanırsa ona daha fazla bir güzellik veririz buyuruyor hüsnâyı veririz.
Güzellik edenleri daha güzeli ile mukâfatlandıracaktır:


وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى

“Ve lillâhi mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-ardi li yecziyellezîne esâu bimâ amilu ve yecziyellezîne ahsenu bil husnâ: Hem bütün Göklerdeki ve Yerdeki hep Allahındır akıbet kötülük yapanları yaptıklarıyle cezalandıracak, güzellik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandıracak” (Necm 53/31)

ALLAH güzel amel işleyenlerin ecrini zâyi etmez:


إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ ...

“….salih innellâhe la yudî'u ecral muhsinîn: … çünkü ALLAH muhsinlerin ecrini zayi' etmez- ALLAH iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”

(Tevbe 9/120)

İyilik edenlerin ecrini daha da arttıracağız:


وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ …

“….ve senezîdul muhsinîn: … zîra biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.”

(Bakara 2/58)

Elbette kendilerine yaptıklarının daha güzelini veririz:


وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ

" Vellezîne âmenû ve 'amilus sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezi kânu ya'melun: Îman edip iyi işler yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.”

(Ankebût 29/7)

Pek çok âyet vardır daha!.
Bu vaadler, bu beyanlar, ihsanlar ikramlar sadâkat ve samîmiyetle yapılan güzelliği yapanlara ne gibi güzelliğin verileceğini, güzelin güzellikle, husnâya Husnâ olduğunu bu kadar net açıklamakta.

Biliyoruz ki Husnâ kökü Ahsen sıfatının meennesidir.
Kendisi de sıfattır. Dişilidir.
Daha güzel, en güzel mânâsını taşır.
Hasen kökündendir, ihsan kökünden mânâsındadır.
Çeşitli kelimeler bundan doğar.
Meselâ
Haslet-i Husnâ , güzel hasletler, iman hasleti, ihsan hasleti gibi. Kelime-i Husnâ , en güzel kelimeler.
Esmau’l- Husnâ en güzel isimler ALLAHU Zu’l- Celâlin.
Kelime-i Husnâ, Kur’ân-ı Kerim, Kelime-i Tevhid gibi.
Başka
Ahsen-i kavil , en güzel söz, kelimeleri gibi çeşitli şekillerde kullanılan bir kelimedir.
İşte kim Ahsen işler.


وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

"Vellezîne tebevveuddâre ve'l-îmâne min kablihim yuhibbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimma utu ve yu'sirûne 'alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasasatun ve men yûka şuhha nefsihi feulâike humulmuflihûne: Daha önceden Medîne'yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden- hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr 59/9)

Kim nefsin hırsından, şuhhasından, şaha kalkışından korunursa işte felah bulanlar bu hünsayı işleyenlerdir.

Biz tekrar bir daha bakalım;


“Ve saddeka bilhusna” sadâkat gösteren.
Şimdi
Husnâ nedir? Husnâ , bir Nûrullah Sırrının hakîkata gelişidir ki buna sadâkat göstermek lâzım.
Bu nerde?
Bunun ucu sende. Bunun ucu sende. Priz sende!.
Çünkü seni
ALLAH celle celâluhû, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellemin bedeni gibi bir bedende yarattı.
Verdiği akıl kadar da soracağını buyurdu.
Hiç eksiği fazlası olmadan aynı seviyede.
Abdullah aleyhisselâmdan bahsediyorum.
Beşer olan insandan bahsediyorum.
Dövülen, kovulan sevilenden bahsediyorum.
Bedenen yaşayandan bahsediyorum.


Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemden değil de beşerî yönünden.

“Ve saddeka bilhusn┠en güzele sadık çıkan.

Kur’ân-ı Kerimdir, Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemdir, dir dir dir.
Ne kadar güzel biliyorsan tümünü say istersen!.
Bunlara sadakat gösteren, sadıklık gösteren, tasdik eden.
En güzeli doğrulayan.



“Ve kâlû semi'nâ ve ata'nâ”
diyen

“Biz DUYduk ve UYduk!” artık!.

“Biz Hâlis Muhlis Sıddık ve Âdil Muhammedîleriz!” diyen.

“Muhammedîyiz hamd olsun biz bunu anladık!” diyen!.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim



بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
اقْرَأْ
"Yaratan Rabbinin adıyla (ve Rabbin adına) OKU!"

{ Alak / 1 }



“Bütün kitaplar tek bir Kitap’ı daha iyi anlamak için okunur.”


Her türlü önyargılardan uzak, temiz, duru ve dingin bir kalp ile Kur'an-ı Kerim'i idrak ederek OKUyabilmeyi, ALLAHU ZÜ'L CELAL'imiz OKUduklarımız doğrultusunda YAŞAmayı BİZe nasip ve müyesser kılsın İNŞAALLAH.


BİZlere, dünya ve ahiretin güzelliklerini hayal dahi edemeyeceğimiz bir cömertlikle ihsan etmesini naz-niyaz ederiz....


Kıymetli Kul İhvanimİZ bizlere bu fırsat verdiğiniz için tekrar tekrar teşekür ederiz. Sesli sohbetleride yazma görevini üstlenen CAN kardeşim hakanı iki dünyada da aziz eylesin İNŞAALLAH!

MUHAMMEDi SEVGİ ve SAYgılarımla!...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Leyl Sûresi Sohbeti Devâmı

فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى

“Fe senuyessiruhu lil yusrâ.: Biz onu yusrâya (en kolayına) kolaylıyacağız”

(Leyl 92/7)

Fe senuyessiruhu lil yusrâ.
Biz onu yusrâya, en kolayına kolaylayacağız.


Esir hazırlamak hazır etmek mânâsındadır.
Yusra kolaya hazır edeceğiz.
Öyle ki çocuk gibi. Büyütürüz onu.
Hizmetçi göndeririz. Her türlü imkânı sağlarız.
O seçer seçmez ayrı şey.
Bu imkânların hepsi kolay bir hesap ile hesâba çekilir ve sevinerek ehline döner sonunda bunlar.
149 yine Beled Sûresinde biliyorsunuz gelecek ki.
]


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ

“Lekad halakne'l-insâne fî kebed(kebedin): Hakîkaten biz insanı bir meşakkat içinde yarattık”

(Beled 90/4)

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ


"Ve hedeynâhun-necdeyn (necdeyni) Fe laktehamel akabete: Ve ona iki sarp yol gösterdik. Fakat o göğüs veremedi o (akabeye) sarp yokuşa”

(Beled 90/10-11)


Çoğuna zor gelen aşılması zor olan bu yolda.
Yokuş yolda yâni Akabede sarp yokuşta o yol ona en kolay kılınacaktır.
Ne zaman?
Aklını Hakkta ve hayırda kullanırsa.
Şüphesiz ki bu o SALL yani SALL.
Huzur bulanlar hariç herkese zor gelir.
Dall kolay gelir. Çünkü sapıklıkta her şey serbesttir.
SALLda çizgi çok nettir. Tel cambazı gibi gitmek zorundadır.
Çölde kumdan başka bir şey bulunmaz.
Bir rüzgar eser bir de kum vardır.
Çöl kuşları ateş kuşları gibidir.
Çöplük gibi değildir orası.
Çöplükte her şey kokar, akar, çakar, vurur yılar her şey tam savaştır.
Canlar cengidir. Evet. Zor gelir.
Ondandır ki münâfıklar için o, münâfıklar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar buyuruyor.
Zor gelir çünkü..


"Şüphesiz o (namaz), (namazda) huzur bulanlar, hâriç, herkese zor gelir"


(Bakara, 2/45)

"O (münâfıklar), namaza kalkarlarkan, üşene üşene kalkarlar"

(Nisa, 4/142)

Hadi cihada,ALLAH yolunda savaşa çıkın denildiğinde size ne oluyor ki ALLAH yolunda savaşa çıkın denildiğinde yerinize çakılıp kalıyorsunuz.
Niye zor geliyor bu?


"Size de ne oluyor ki, "ALLAH yolunda savaşa çıkın!" denildiğinde, yerinize çakılıp kalıyorsunuz"

(Tevbe, 9/38)

İşte, veren ve korunanlara o kolayı en kolay yapacağız…

وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى

“Ve emmâ men bahıle vestağnâ.: Ve amma her kim bahıllık eder ve istiğna gösterir-Her kim de cimrilik eder, kendisini müstağni sayar”

(Leyl 92/8)

“Ve emm┠şuna gelince ikinci bir husus var ki. “Ve emmâ men bahıle vestağn┠ama kim diyorsa ki ben cimriyim, mustağniyim.
Eli dar, cimri tamahkar pinti... mustağniyim!
Ben kimseye muhtaç değilim.
Herkes bana minnet duysun ben kimseye duymam.
Elimdeki bana yeter. Kimseye muhtaç değilim herkes bana muhtaç olsun.
Azâmet ve kibir sâhibi oluş.


Ve emmâ böyle olursa.
“Ve emmâ men bahîle vestagnâ”
vermiyor kardeşim ALLAH’tan korkmuyor.
Diyor ki ben bahilim, bunu ben hak ettim lütfu diyor.
Bakın hâileyi görüyorsunuz.
Lütfu kendi halk etmiş gibi “benim malım” diyor yani “ben yaparım.”
Mustağna, mustağnîyim diyor yani hiç öyle kimse bana bir şey demesin. ben kimseden muhtaç olmam.
Öyle bir ben menfaat beklemem kimseden diyor.
İstemem. İstina ederim, ihtiyacım yok kimseye benim gönlüm tok başkasına bir şeyim yok.
Bana gerekmez kimsenin bir şeyi gibi mustağni kalıyor her konuda.
Bir de böyleleri var diyor.
Ve emmâ bunlara gelince


وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى

“Ve kezzebe bil husnâ.: Ve husnâyı tekzib eylerse-Ve en güzeli de yalanlarsa”

(Leyl 92/9)

Ve kezzebe bilhusnâ bak bak bak husnâyı yalanlayan ve kezzebe yalanlarsa açıkca bil Husnâyı, en güzeli yalanlarsa.
En güzeli neymiş?


Husnâ: (Ahsen'in müennesidir) İyi zan. En güzel. Amel-i sâlih. Pek güzel. Cennet. İyi amel ve haslet. Tevhiddir.

ALLAHU Zu’l- Celâl in lütfu keremi, Lütfu keremi ALLAHU Zu’l- Celâl in.
En güzeli yalanlarsa.
Demin ne diyordu en güzeli tasdik ederse şimdi ne yaptı cimri ve mustağni olan başkalarına muhtaç değilim zanneden.
Kimseye mudarası yok çünkü.
Kimseye bir boyun eğişi yok.

“Ve kezzebe bil husn┠Husnâyı yalanlayana bak sen!.
Ve onu ne yapacağız?..


فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى

“Fe senuyessiruhu lil usrâ.: Onu da usraya (en zoruna) kolaylıyacağız”

(Leyl 92/10)

Usr: Güçlük, zorluk. Zor iş. Sıkıntı. Darlık. Kıtlık.

Yusr: Kolaylık. Genişlik. Rahatlık. Zenginlik. Gınâ. Refah.
Biz onu zorluğa hazırlayacağız.
Usra, yusrâya değil usra.
Ne var bu yusrâda, usrâda.
Yusrâ ne olacak o rızâ sırrına.
Ye, yaşatır, ayın olduğunda âyân-ı sâbite de kitler kendinde.
“Ben yaptım der.”
Âyân-ı sâbitesini ilâh gibi kabul eder.
Aklını ilâh gibi kabul eder.
RABB kabul eder.
Kendi keyfine geleni kabul, gelmeyene red gibi bir şeye girer.
Bu gizli şirktir. Korkunç bir hatadır.
Bunu ancak bunu Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem siler aslında ya da
ALLAH Dostları Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem eliyle siler demek istiyorum.
Çünkü biliyoruz ki inanıyoruz ki;


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

" İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Herhalde sana biat edenler ancak ALLAH'a biat etmektedirler. ALLAH'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahde vefâ gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir.”

(Fetih 48/10)

ALLAHU Zu’l- Celâlin eli, Sana biat edenler yok mu Yâ Muhammed! Ellerinin üzerinde Yedullah vardır.
El eledirler. Ellerinin üzerine
ALLAH’ın eli vardır.

Burda neye kaldı iş.
Bu el sâhiblerinin
Sadakat, Samimiyet, Sabır ve Selâmetle Muhammedî oluşlarına kaldı.
Böyle ise mesele yok Öyle değilse zâten duman olmuş demektir.

ALLAH korusun. ALLAH bizi inâyet ve hidâyetinde kılsın!.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem Efendimizin şefaatında kılsın. Şifâsında kılsın!


ALLAH Dostlarının himmetlerini, hayır duâlarını bizimle bile etsin İnşâallah.
İşte usr, güçlüktür, zorluktur, zor iştir, sıkıntıdır, darlıktır, kıtlıktır.
Yusr, kolaylıktır, genişliktir, rahatlıktır, enginliktir.
Sıkıntı yoktur, gınâdır , refahdır, mutluluktur.
Burda nasıl güzel anlatılıyor görüyoruz.

Aziz canlar, kardeşlerim.
Yâni gerçekten insan hayret ediyor.
Bu kadar olur. Her şey hârika.
İki yolda ne güzel anlatılıyor


وَمَا يُغْنِي عَنْهُ مَالُهُ إِذَا تَرَدَّى

“Ve mâ yuğnî anhu mâluhû izâ tereddâ.: Ve yuvarlandığı zaman onu malı kurtaramayacak”

(Leyl 92/11)

Ve mâ yuğnî anhu mâluhû.
Ve mâ yuğnî
asla ganî kılamaz, anhu, onu.
mâluhû, malı, izâ tereddâ.
Tereddâ olduğunda malı onu kurtaramaz kısacası.
Fayda vermez . Ganî kılmaz kurtaramaz, bir fayda edemez onu .
Tereddâ nedir? yok olmak redâ kökünden gelir.
Yuvarlanmak, tereddüt de buradandır.
Tereddütte bu kelimeden doğar reddâ kökünden doğar, redâ kökünden doğar..
Yuvarlanmak, yâni duramayıştır, kararsızlıktır.
Tered, tereddede . Müreddiye, müteveddiye düşen anlamında kullanılan bir kelimedir:


“ve el mutereddiyetu: ve yüksek bir yerden düşerek ölmüş hayvan”

(Mâide, 5/3)

Müteveddiye olan hayvanlar, dağdan düşerek kendi başına ölen hayvanlarda murdardır.
Kesilmediği için murdarca ölen hayvan.
Aslında helak olmak anlâmında kullanılmakta o.
Şimdi bir daha bakalım.

“Ve mâ yuğnî anhu mâluhû izâ tereddâ”
Kardeşim bu adamcağız var ya şimdi yarım nefes alıp vermesine rağmen, ALLAHU Zu’l- Celâl in bütün nimetlerini kullanmasına rağmen diyor ki ben “ RABBım!” Hâşâ!


فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى

" Fe kâle ene rabbukumu'l-a’lâ: (Firavun): «Ben sizin en yüce RABBinizim!» dedi.”

(Nâziat 79/24)

“RABBukum a’lâ!” diyor Firavun gibi ama gizli söylüyor.
Bir taraftan
” ALLAH celle celâluhu!” diyerek de söyleyebilir.
Demeden de söyleyebilir.
Fiilen yaptığı nedir?
Fiilen yaptığı Hizbuşşeytandır.


Ve mâ yuğnî ’anhu mâluhu. Malı ona hiçbir fayda sağlamaz.
Kurtaramaz, bir ganîlik veremez.
Onun elinden alamaz tümünü verse de
“izâ teredd┠Bulunduğu yerden aşağıya yuvarlandığı zaman.
Yani nefesi hırladı mı. Seyret sen onu.
Nefesi hırladı mı dünyânın en büyük trilyoneri fakat hırladı.
O zaman görür mal ona ne veriyor.

Ve mâ yuğnî asla kani kılamaz.
Ne kadar yoksul olduğunu görüyor.
Yukarıda ne geçmişti.
Böyle cimri, böyle mustağni:
“ ALLAHU Zu’l- Celâl ihtiyacım yok, El Ganî benim!” diyordu


إِنَّ عَلَيْنَا لَلْهُدَى

“İnne aleynâ lel hudâ.: Her halde doğruyu göstermek bize-Doğru yolu göstermek muhakkak bize aittir.”

(Leyl 92/12)

İnne şüphesiz ki “İnne aleynâ lel hud┠şimdi hudâ hidâyeti sırâte'l-mustakim, hidâyeti SALL veya kul tercih ederse DALL
Tefsirlerde, doğru yolu göstermek bizim üzerimizedir.
“İnne aleyn┠bizim üzerimizedir şüphesiz ki böyledir el huda hidâyet bizim üzerimizedir.
Huda: Doğru yol göstermek. Doğruluk. Hidâyet. Kur'ân-ı Kerimin bir ismi.
Doğru yol olarak burda kullanılmaktadır.
Ama hudâ kelimesi doğru yol anlamında kullanılmakta bizde, onun için ben dâima “Sırate’l- Mustakîm üzere hidâyet et!.” derim.
İki yola da
ALLAH hidâyet eder. Yani hudâ eder, yol gösterir.
“Buyurunuz, buyurunuz!” Tercih mi ettiniz, tercih ettiniz.
“Adam mı öldüreceksiniz. Basın tetiğe gelin buraya cehenneme!.”
“Adam mı kurtaracaksınız. Buyurun tutun elinden buyurun cennete.”

tercih çok net. Çok net!

Çünkü
ALLAHU Zu’l- Celâl hem yaratıp, hem soru sorup hem de ona zulüm etmez.
ALLAHU Zu’l- Celâl açık seçiktir.
Bunu ilerdeki âyetlerde öyle göreceğiz ki çok net.
Diyecek ki
“hayır benden şerr senin nefsinden.”
ALLAH ’ın hayra rızâsı var.
Şerre rızâsı yoktur âyetlerini göreceğiz.


Zât-i Ulûhiyyetine mahsus kazâ, kader, irâde ve meşiyyeti (dilemesi) ile mahlûkatını var eden ALLAHU Zu’l-Celâl Emrullahı iîân edip Murâdullaha istikâmet için tüm insanları mecbur, me’mur ve mahkûm kılmıştır:


“.... Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz...”

(Enbiyâ 21/35)

Emr-i İlâhî; HAKKın hayra rızâsı var ve şerre rızâsı yoktur.

Murâd-ı İlâhî; kula hayriyyet ve şerriyet tercih hakkı tanırken:


“... De ki; ALLAH kötülüğü emretmez...”

(A’râf 7/28)

Emr, insanın aklınadır ve hayrı dilemesi şerden kaçması emir gereğidir.

Âyetlere inanmak ayrı bir şey.
İnanmıyorsa o zaman zâten inanmadıktan sonra kendisi de ben kediyim dese inandıramazsınız insanoğlunu .
Kendisine kalmış olur o iş demek istiyorum.
İşte insanların baştan beri geliyoruz ya sırayla...
Çalışmaları gayretleri, çabaları çeşitli çeşitli olduğu için farklı farklı olduğu için bunlar yusra da yaparlar. Usra da yaparlar.
İyi de yaparlar, Kötü de yaparlar.
Ama kötü amel yapanların nasıl zorlaştırılacağı, iyi yapanlara nasıl kolaylaştırılacağı belli oldu.
İyinin ve kötünün nasıl kolaylaştırılacağı.
Bakın burda ikisinin de şeyi sunmakta
ALLAHU Zu’l- Celâl “müyesser edeceğiz” buyuruyor ikisini de.
Kolayı isteyene kolayı müyesser edeceğiz ulaştıracağız, yaptıracağız.
Zoru isteyene zoru kolaylaştıracağız.
Yâni o tercihini kesinlikle yapacak yâni ona bir şey yok, terk etmek bakımından .
Yoksa
“şüphesiz bize âit olan hidâyettir.”

Tercihini yapacak o kişi, ALLAHU Zu’l- Celâl de onun tercihini yaratacaktır. Başka nasıl olacak?.
Birsini çekip vuracak da:
“ ALLAH mı vurdu!” diyecek.
Böyle bir şey yok.
Çünkü İbret ve Hikmet Sahneleri sürekli oynayıp durmaktadır
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

وَإِنَّ لَنَا لَلْآخِرَةَ وَالْأُولَى

“Ve inne lenâ le'l-âhırate ve'l-ûlâ.: Kuşkusuz âhiret de dünyâ da bizimdir.”

(Leyl 92/13)

“Ve inne lenâ le'l-âhırate ve'l-ûlâ.”

Çünkü ve her hâlde muhakkak ki şüphesiz ki bu işin ûlâsı da âhireti de bizimdir.
Yâni dünyâsı da âhireti de bizimdir. Bizimdir.
Mülkün sâhibi kendisidir.

Ûlâ, birinci demektir, ilk evvel demektir.
Âhir, sonuncu demektir. Son, en son demektir.
Başta da sonda da bizim, tasarruf hakkı bizim buyuruyor.
Çünkü tasarruf İlâhlığa gider.
Kendi ne bileyim ben uzvunu kendi yaratır hâlde olamaz. Olamaz.
Aksi takdirde Ulûhiyet kalkar ortadan onu demek istiyorum.

ALLÂHU Zu’l- Celâl'in irâdesi, hükmü aksine hareket etmek isteyen arzularınız dilekleriniz, hükümlerimiz hepsi sapıklıktır.

Bizim dilememize bıraktığı için gösterdiği Hidâyeti, Sırât-ı Mustakîm Yolunu kabul etmeyip, aksi yola gitmemiz, tercihimiz sonunda zarar edecek de Biziz, BİZliğimizi biliyorsun.

Şu ANda yaptığımız zararlar gibidir.
Bizim Ben dediğimiz "Nefs.."
Çünkü Beden dediğimiz öncesi yoktu zâten ve bu İmkân Âleminde nefse kılıf ve âlet oldu.
Herkes, yaşı kadar sene önce giydiği toprak testiyi çıkarken soyunacaktır.

Oysa Nefs kendisi yaratılalıdan beri vardır ve de kıyâmette, cennette-cehennemde de olacaktır.

Bu toprak testisi kırıldı gitti diye de kaybolmayacaktır.
Varlığı sadece bu toprak testi ile ilgili değildir.


فَأَنذَرْتُكُمْ نَارًا تَلَظَّى

“Fe enzertukum nâren telezzâ.: Ben size bir ateş haber verdim ki köpürdükçe köpürür”

(Leyl 92/14)

“Fe enzertukum nâren telezzâ.”
Bakın, “Ben var ya!” diyor ALLÂHU Zu’l- Celâl
Birinci şahsı kullanıyor Ben diye.
“Fe enzertukum” sizi inzar ettim.
Halbuki inzar görevi Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem'in.
Yâni İnzar etmek, Tenzir etmek, Tebşir etmek, Tebliğ etmek.
Biliyoruz ki tebşir etmek.
Fakat burda
ALLÂHU Zu’l- Celâl ne buyuruyor bakın.
“Fe enzertukum” Ben sizi uyardım!
Neziret, uyardım uyarıyorum, uyardım, uyarırım neyse.

“Nâran telezzâ.” telezzâ hâlinde bir nâr ile.
Telezzâ, talaz deriz talaz.
Ekmek pişirirken köylerde analarımız hep derdi talazlama.
Tandırı talazlama yâni alevleri çok fazla yapıp ekmeği birden yakıverir çünkü.

Öyle bir nâr ki ateş ki köpürdükçe köpürüyor, yandıkça yanıyor.
Cayır cayır yanan anlamında, alev alev yanan anlamında.
Bir nârdan bahsediliyor.

Telezzetun nâru'l-telezzâ .
Onun için cehenneme lezâ adı da verilmiştir.

Böyle ateşi kimin için hazırladığını şimdi
RABBimiz buyuracak, "onu şakîler için hazırladım" diyecek.
Eşkiyalar için, evliyâlar için değil!


ALLÂHU Zu’l- Celâl'in velâyetini, velîliğini kabul etmeyip şakî olanlar şirke düşenler, Şeytâniyette kalanlar.
Akılların
Şeytâniyet Bölümünü nakille Müslüman edemeyenler.

Bunu zevk ediyoruz biz.
Böyle bir şey var demiyoruz. Böyle görüyoruz.
Öyle bir ateşle sizi uyarıyorum.
Öyle bir ateş ki;


كَلَّا إِنَّهَا لَظَى
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَى


"Kellâ innehâ lezâ. Nezza'aten li'ş-şevâ.: Hayır, çünkü o salgın alevli bir ateştir. Derileri soyan ateştir.”

(Meâric 70/15-16)


لَا يَصْلَاهَا إِلَّا الْأَشْقَى

“Lâ yaslâhâ ille'l-eşkâ.: Ona ancak en şakî olan yaslanır-Ona ancak en bedbaht olan yaslanır.”

(Leyl 92/15)

“Lâ yaslâhâ ille'l-eşk┠oraya kim SALL eder yaslâha'yı görüyorsunuz.
Yaslanır diyorlar amma yaslanma maslanma yok bildiğimiz bal gibi
SALL.
“Lâ yaslâh┠oraya kim ancak SALL eder kim varır ulaşır, kavuşur.
Ana karnı gibi, göbek bağı gibi, kim yapışır oraya.
Kim giderde girer oraya. Orda yaşar.
“ille'l-eşkâ”

Eşkiyalar, azgınlar, yapma etme dinlemeyenler, şekâvetçiler, haydutlar, yol kesenler, haylazlar ne bileyim ben düpedüz eşkıya.
Bedbaht insanlar. Yâni çok yazık insanlar.


“Nâren telezzâ.”

başka şeyde vardı biliyorsunuz.
Telezzâ, çok menfî bir lezzettir.


إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا

"İnne'l-munâfikîne fî'd-derki'l-esfeli mine'n-nâr(nâri), ve len tecide lehum nasîrâ(nasîran).: Şüphe yok ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara aslâ bir yardımcı bulamazsın.”

(Nisa 4/145)

Münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadır.
Yedi kat cehennem oluğunu biliyoruz.
Cennet, çift nurun cemi ise demek ki cehennem de çift nursuzluk gibidir. Bu bugünde vardır yalnız.
Şu anda da öyledir.

Çünkü münâfık o neşeyi hiç yaşayamayacak . Hiç yaşamayacak.
Tıpkı bir sığır gibi, keçilik yapıyorsa keçi gibi geçip gidecek.
Ne bileyim ben başka bir mahluk gibi daha da aşağı bir hayat sürecek.
İnsan olma haysiyetini yaşamayacak. Evet.


الَّذِي كَذَّبَ وَتَوَلَّى

“Ellezî kezzebe ve tevellâ.: O, ki tekzib etmiş ve tersine gitmiştir-O ki, yalanlamış ve tersine gitmiştir.”

(Leyl 92/16)

Neden böyle oldu bu? “Ellezi kezzebe”
Bir defa yalanladı.
Kimi yalanladı?

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'i yalanladı.

Kur’ân-ı Kerîm'i yalanladı.

Şu anda şah damarından yakın olan
RABB ’ini yalanladı.

Tevellâ: (Tevelli) Birisini dost edinme. Bir işi üzerine alma. Dönme, yönelme, i'raz etme. Ehl-i Beyt'e tam sevgi. Akrabalık. Karâbet. Yakınlık beslemektir.
“Ve tevell┠nereye döndü? Kimi velî edindi.
Başkasını ...


SALL’a giderken yüz seksen derece döndü nefsini öteyi-böteyi bir şey buldu o tarafa gidiyor.
Kaldı mı bizim Kâbe ile Kıble bu tarafta. Çöl'de kaldı.

Çöplüğün göbeğine gitti.
“Gideceğim!” diyor.


“Eee gitsin!” buyuruyor ALLÂHU Zu’l- Celâl.
“Onlar gidiyor sen kendini üzecek misin, öldürecek misin?” âyetleri gelecek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e.
İsteseydik hepisini melek yapardık. Sen bırak.

Ne diyordu.

“Bekle ve beklesinler!”

Hâ mîm'lerde. Bekle ve beklesinler.


فَارْتَقِبْ إِنَّهُم مُّرْتَقِبُونَ

" Fertekib innehum murtekıbûn(murtekibûne).
: O halde gözet çünkü onlar gözetiyorlar- (Yine de inanmayanların başlarına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.”


(Duhân 44/59)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Bu konuları ölüm döşeğinde konuştuğumuz arkadaşlarımızdan ALLAH rahmet etsin öbür tarafa geçenler oldu.

Böyle bu konuları birlikte bu şekilde olur mu olmaz mı diye konuştuğumuz insanlardan geçenler oldu.


ALLAH affetsin. Kanser otuz yaşında yoktu sanıyorum.
ALLAH rahmet etsin. Rahmet diliyorum.
Ama örnek olduğu için anlatmak istiyorum.
Çok da iyi bir insandı fakat onu ziyârete gidilmişti ve son zamanlarıydı.


“Sessizce bir Yâsîn okuyalım. Diriyken okumak iyidir!” dendi.

Arkadaş hiç kendinden beklenmediği hâlde.

“Biz şöyleyiz!” dedi yâni medeniymiş. Ya da bir devrimden filan bahsetti.

İşte Yâsîn için:
“Öleceğimizi anlayınca Yâsîn okumayı düşünmeyiz!” dedi. Reddetti ama biraz sonra da öldü... Rahmet duâ ederiz, müslümandı…

Bu şu
“Ellezî kezzebe ve tevellâ.” yalanladı ve döndü kardeşim.

Tevellâ; başkasını dost edinme, birisini dost edinmedir.
Dönmedir, yönelmedir. İ’raz etmedir. İtiraz etmedir.

Başka Ehl-i Beyt’e olan tam sevgiye de özellikle Şiiler tevellâ derler. Neden?


“Biz ötekilerin tümünden ona döndük!.”

Ötekiler kim? Ötekiler kim?
Bu da bir saçmalık, bu da başka bir mantıksızlık!.

Ebu Bekir radiyallâhu anhu bizzât kayınpederi.
Ömer radiyallâhu anhu bizzât kayın pederi,
Osman radiyallâhu anhu iki kere dâmâdı,
Ali keremullâhi veche ise her şeyi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in, oğlu gibi, dâmâdı, amcaoğlu her AN Yanındaki, canındaki, kanındaki, dînindeki!..

Ayrı-gayrı sevgi mi olur!.
Sevgi, Kur’ân-ı Kerîm'in içinde olur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in Yolunda olur.
Ali keremullâhi vechenin sözünün içinde olur.
Böyle kendi kafasından uydurmayla mı olur?
Olmaz elbette!.
Bu kelimede orda geçer diye söylüyorum. Tevellâ.


وَسَيُجَنَّبُهَا الْأَتْقَى

“Ve seyucennebuhel etkâ.:

O en müttakî olan ise ondan uzaklaştıkca uzaklaşdırılacaktır-O en çok takvâ sahibi olan ise ondan çok uzaklaştırılacaktır!”


(Leyl 92/17)

Müttakî: Ehl-i takva. İttikâ eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini ALLAH'ın (cc) sevmediği fenâ şeylerdan koruyan. İctinab: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.

Amma ittikâ sâhibi olanlar, müttakî olanlar, en çok korunanlar, nefsini nefsinden ve
ALLAH’tan uzaklaştıracak, ALLAH’a yaklaştırmayacak her şeyden koruyanlar.
İttikâ sâhibleri olanlar ictinab ederler.

Müttakî ne demek?
Ehl-i takvâ demek.

İttika: Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmektir.
İttika eden, haramdan günahtan çekinen
ALLÂHU Zu’l- Celâl 'in sevmediği şeylerden kendini koruyan.
Sâlih amel sâhibleri demektir müttakîler kavî kişilerdir.
İctinab, çekinmek, sakınmak, uzak tutmaktır.

“Ve seyecennebuh┠onu uzaklaştıracak.
Kim?


ALLAH uzaklaştıracak.
Neden?
Tercihi öyle, müttakî gideceğim dese de göndermez oraya çünkü tercihi gitmek değil onun. Kastı yok, niyeti o değil.
Uzak bir yerinde tutacak, ona yaklaştırmayacak.
İctinab edecek. Çekindirecek, sakındıracak, uzak tutacak.


“Ben onu yaklaştırmadım ki, hep uzak tuttum!”
“O çok kıymetli benim için ateşe niye yaklaştırayım onu alev alır.”


Yâni çok ittikâ ediyor benzin gibi koruyor onu.


الَّذِي يُؤْتِي مَالَهُ يَتَزَكَّى

“Ellezî yu’tî mâlehu yetezekkâ.:

O, ki malını verir, tezekkî eder-O ki, malını verir, temizlenir.”


(Leyl 92/18)

Müfessirlerimiz bu âyetin Ali keremullâhi veche hakkında nâzil olduğunu ve delilinin ise şu âyet olduğunu bildirmişlerdir:


إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

" İnnemâ veliyyukumullâhu ve rasûluhu vellezîne âmenullezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum râkıûn(râkıûne).:

Sizin veliniz evvel ALLAH, sonra Rasûlu, sonra o îman etmiş olanlardır ki namaza devam ederler ve rükû' halinde zekât verirler”


(Mâide 5/55)

Tefsir İmamı Fahreddin Razî;

Atâ, îbn Abbas'dan, bu âyetin
(Mâide 5/55) Ali İbn Ebî Talip (r.a) hakkında nâzil olduğunu söylemiştir.

Rivâyet olunduğuna göre Abdullah İbn Selâm şöyle demiştir:
"Bu âyet nazil olunca:

"Yâ Rasûlallah, ben Ali'yi, rükûda iken, yüzüğünü bir fakire tasadduk ederken gördüm.. Onun için onu biz dost ediniriz.." dedim..


Ebu Zerr (r.a)'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
“Bir gün, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile berâber öğlen namazını kılıyordum. Derken bir dilenci, mescidde bir şeyler istedi. Ama ona hiç kimse bir şey vermedi. Bunun üzerine dilenci elini göğe doğru kaldırarak:

" ALLAH'ım şahid ol! Ben Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in mescidinde bir şeyler istedim de, hiç kimse bana bir şey vermedi.."

dedi. Hz. 'Ali de, rukû halindeydi.
Bunun üzerine o dilenciye, serçe parmağını gösterdi.
O parmağında bir yüzük vardı..
Bunun üzerine dilenci Hz. 'Ali'ye doğru yönelerek, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in gözü önünde yüzüğü aldı.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellemin:
" ALLAH'ım, kardeşim Mûsâ, senden dilekte bulunarak:

"RABB'im, benim göğsüme genişlik ver.. ... onu işimde ortak kıl.."

dedi" (Tâ-Hâ. 25-32) demişti; Sen de:

"Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet vereceğiz ki..."

(Kasas 35)

buyuran âyetini indirmiştin... ALLAH'ım Sen’in nebin ve seçkin kulun olan Muhammed, diyorum ki:

“Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Bana, ehlimden Ali'yi vezir yap.. Onunla sırtımı kuvvetlendir!.."


demiştir.
Ebû Zerr şöyle demektedir: “ ALLAH'ın Rasûlu, sözünü henüz tamamlamamıştı ki, Cibril inerek,

"Ey Muhammed, "Sizin dostunuz, ancak ALLAH'tır âyetini oku!." dedi.

Çiinkü onlar ezel Âli'sidirler..
Çünkü onlar, olanı verirler ki böyle değer kazanırlar.
Bahil değildirler yâni cimri değildirler.
Nasıldı bir daha bakalım.

ALLAH’tan korktuğu için veriyordu zâten.
Verdiği için
ALLAH’tan korkuyor hüsnâyı tasdik ediyordu.

İkinci grup ise, ters yola gidenler onlara da zoru kolaylaştırılıyordu.
Çünkü onlar da cimri ve müstağnidirler.
Cimri ve müstağni yani cimriydiler, müstağniydiler ayrıca da hüsnâyı yalanlıyorlardı.
Bunun için de zâten zorluk onlara kolaylaştırıverdi.
Zor işlerin önü açılıverdi
ALLAH korusun!.

Ama malı bir fayda vermedi o uçuruma yuvarlandığında vermeyecekte zâten.
Şüphesiz ki bu iki yolu da gösteren
ALLAHU Zu’l- Celâl'in kendisidir.
Bu bildiğimiz bir şeydir, bilinen bir şeydir.
Çünkü neden?
Bu Hayâtın önü de sonu da
ALLAH’ındır .

Doğumun da öyledir, ölümün de öyledir.
Şu ANında öyledir, biraz sonranın da öyledir.
Her şeyin başı ve sonu
ALLAH’tır.

Lâ Huve İllâ Huve: O’ndan başka O yoktur.

İnsanın sâhib çıktığı kendi aklının körlüğüdür, câhilliğidir, edebsizliğidir.
Bir şeyler bilince edebsiz olduğu için şeytanlığa kalkışır İblis oluverir.
İşte bunun için ben sizi bu ateşten uyarıyorum;

“Feenzertukum nâren telezzâ.”

Durmadan böyle büngüldeyip duran bir volkan büngüldemesi gibi durmadan her nefes alış verişinizde böyle kaynayan bir volkan gibi olan bu ateşten sizi koruyorum, uyarıyorum, inzar ediyorum.
Çünkü her an olmakta bu.
Her an hükmünün içerisinde bu ateş kaynayıp durmakta.

İki yol, o yanı da bu yanı da.
Devâmlı olarak ve yakîn gelene kadar, elinizde bir terâzi gibi dengeyi kurmanız, seviyelemeniz istenmektedir.


“Lâ ilâhe” bu tarafa “İllallah” bu tarafa.
“Düzgün tut diyorum!.” buyurur gibi..
Düzgün tutmak zordur.
Seviyeleyenler kim?
Evliyâlar,
ALLAH Dostları yâni.
Bu taraf kimdir bunlarda ittikâ sâhibleridir.

Onları
RABBl'arı ictinab ettirmektedir.

“Bizi koru Yâ RABB'i!” dedikleri için korumaktadır ALLAHU Zu’l- Celâl , Yardımcı yâni seçimimize göre.

Kim öteki kötü gidenler?
Bu tarafa ağdıranlar eşkiyalar!
Onlar yalanlayanlar, başka dost bulanlar. Başka yere gidenler.


Ellezî yu’tî mâlehu yetezekkâ.

O ki “yu’tî” îtâ eder, verir.
Mâlehu,
malını, yetezekkâ sonra da temizlenir.
Mâlehu , onda olan her şeyi verir.
ALLAH yolunda malını verir temizlenir.
Güzel, zâhirde böyledir.

Ali keremullâhi veche hakkında indiği bildirilen:


إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا

“İnnemâ nut’imukum li vechillâhi lâ nurîdu minkum cezâen ve lâ şukûrâ(şukûren).:

Size ancak «livechillâh» it'am ediyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür!- «Size sırf ALLAH rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.»


(İnsân 76/9)


إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا

" İnnâ nehâfu min RABBinâ yevmen abûsen kamtarîrâ(kamtarîren).:

Çünkü biz RABBımızdan korkarız, bir suratsız kara günden (derler)- «Biz, çetin ve belâlı bir günde RABBimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız» (derler).”


(İnsân 76/10)

İnsan Sûresindeki İNSAN , ancak ALLAH’ın rızâsı için yediriyor.

“Sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür istemiyoruz!”

“Çünkü biz, o suratsız, çetin günden korkarız”


derler.
Bu âyet İmâmı 'Ali kerremullâhi veche efendimiz için indi.
Ebû Bekir radıyallâhu anhu için de denmiştir.

Kimin hakkında inerse insin hepsi de Rasûl-u Ekremin yârıdır, canıdır, sahâbesidir, değerlidir.
Kendi değer numarasını farklılaştırılarak değil seviyeleyerek anlamalıyız!.
Herkes kendi yerinde.
Göz gibi, kulak gibi, dil gibi.
Herkesin ayrı değeri vardır ve güzeldir. Hepsi güzeldir.
Yarış diye bir tartıya sokmayız.
Ama öyle indiği de söylenmiştir.
Onu söylememiz de lâzım.

Demek ki
Ellezî yu’tî mâlehu yetezekkâ temizlenmek için malını vermek lâzımmış mâlehu onun maliyeti ne ise.
Malını verdi ne olacak? Bedenini vermiyor!.
Nasıl temizlenecekmiş o.
Bedenini şeytana teslim etmiş, şerre teslim etmiş.
Bâtıla teslim etmiş. Vermiyor Hakka ve Hayra.
Nefsini vermiyor.
Durmadan insanları üzüyor, yakıyor yıkıyor.
Hep hiçbir hayır çıkmıyor bu nefisten vermiyor.
Vermiyor kalbini.
RAHMAN ve RAHİM kapılarını kitlemiş!.
Şeytanlıktan başka bir şey çalışmaz hâle getirmiş istidrac gibi!.


“Ellezî yu’tî” onlar îtâ eder, îtâ eder.
Nasıl îtâ edecek.
Ne makâmıydı kalb?
İtaat Makâmıydı.
Çünkü Beden, Teslim Makâmıydı.
Nefis İman Makâmıydı.
Kalb İtaat Makâmıydı. Kalb Tâbi olma Makâmıydı.
Ruh İtaat Makâmıydı.

Burda
“yu’tî” tâbi olsun ki ancak verebilsin.
Muhammed aleyhissalâtu ve's-selâm’ a tâbi olsun ki verebilsin.
Veremez zâten. Bahil olur yukarda geçen buhul olur.

“Benim malım!” der çıkar.
Bil ki temizlenemez. Çünkü onun kiri budur zâten.


“Men arefe nefsehu fakat arefe RABBehu.”
Bunu bilmeye bilecek fakat arada “men arafehu nefsehu” var nefis perdeliyor bu işi .
Hakîkaten perdeliyor.


RABBımız âyan beyan ortada, akılsızlar giydirmeye çalışıyor.

“Meğer Mevlâm uryan imiş!” de vardır.

Millet
“giydireceğim-perdeleyeceğim!” diye yarışıyor .
Halbuki gözümüzün önündeki bir toplu iğnenin ucu kadar bir leke bütün kâinatı kör eder bize.
Koca kâinatı yok ettirir.

Nefis böyle bir başına kaldığı zaman, ilâhlığa meyilli yaratılmıştır ki imtihanı çok şiddetlidir. Çok şerre kullanır.
Muazzam bir silâhı en tehlikeli kullanır. Vuracağı da kendisidir.
En kıymetli en kötü yerde kullanabilir.
Ama en iyi yerde de kullanabilecek yine bu akıldır yalınız bu nefistir.
Kendisini bildiği anda
RABB'ısını bilir.
Demek ki kendisi ayna gibidir.
Arkasındakı sırrını siliverdiği anda
CAMa dönüşüverir.
Cama dönüşüverdiği anda bir bakmışısınız oh be bütün kâinat gözünüzün önüne gelivermiş.
Daha önce sizden başka kimse yoktu.
O iz düşümünüzdü, resiminizdi camda .
Ama şimdi gerçek olan var. Bu gerçekten çok güzeldir.
Bakın ne diyordu yukarda
“kim ki verirse ittik┠eder.

Burda ne diyor, kim malını verirse temizlenir.
İlla davar verecek, keçi verecek, koyun verecek verecek anladım da ötekileri ne yapacak ora mı götürecek?
Malını temizlemiş olur zekât verdiği zaman.
Zekât da aynı tezekkâ’dandır.
Malının hakkını vermiş olur.
Ondan bir de bir temizlenme daha var yalınız.
Nefsin temizlenmesi için niye mal, neye sâhib çıkıyorsa onları terk etmesi lâzımdır.
Biraz
RABBısına doğru, özüne doğru yer açması lâzım birazcık.
Sâhibine, malın sâhibine doğru!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُ مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَى

“Ve mâ li ehadin indehu min ni'metin tuczâ.:

Ve onda hiç kimsenin mükâfat edilecek bir ni'meti yoktur-O'nun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur.”


(Leyl 92/19)

Onda hiç kimsenin “ve mâ liehadin” hiç kimsenin, indehu O'nun katında, “min ni’metin tucz┠O'nun yanında başka bir kimse için karşılığı verilecek bir nimet yoktur.
Hiç kimseye borçlu ve minnet altında kalmış değildir ki verirken ona karşılık olarak borcunu versin!. Verdiğini sâdece inancı doğrultusunda gönüllü verir…


“Ve mâ li ehadin indehu min ni'metin tucz┠cezâsı karşılığı, bir nimet karşılığı olarak onda, birisi tarafından verilecek hiçbir nimet yoktur.
Yâni bütün nimetleri, yaratan var edendeni bilir ve başkasına minnet de duymaz.
Onun bunun malı diye bir şey yoktur.

Aslında Nimet
O’nundur. El Mennânı Hannân ALLAH celle celâluhu ’nun.
El Mennân; İhsânı bol, çok çok ihsan eden, en çok nîmet veren ALLAH’tır nîmetin tek yaratanıdır minnet ancak O’na duyulur.


إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى

“İllebtiğâe vechi RABBihi'l-a’lâ.:

Ancak RABBi a'lâ'sının rızâsını aramak için verir”


(Leyl 92/20)

Ancak şunlar hâriç, o kişi böyle bildi ya.
“Ve mâ li ehadin indehu min ni'metin tuczâ”
Dedi ki kardeşim bende olan nimetler ALLAH’ındır.
Kimsenin bana vereceği bir nimet olmamıştır.

Bende
ALLAH’tan alıp ALLAH’ın kullarına veriyorum gibi.
Yâni benim diye kimse bir değer veremez bana benim malım mülküm gibi düşünmez bu ne zaman
İllebtiğâe vedni RABBihi'l’a’lâ Ancak ve ancak A’lâ olan en güzel, mülkün sâhibi gerçek aynen sâhibi olan ALLAHU Zulcelâl'i.

A’lâ isminin sâhibi olan RABBisinin vechi için.
Vechi, hüviyet cemi.
Her ne hâlde düşünürsen düşün tüm düşünceleriyin tümündeki
ALLAHU Zulcelâlin ne düşünürsen bunun tümüdür.

Zâtı dersen zâtını bilemeyiz. Sıfat dersen sıfatı bilemeyiz.
Neye diyorsan sen
RABB diye bütün vechi için ki ibtiğa, bunu aramak için rızâsı değil de vechini aramak için.
Bakın çok ilginç bu ama Türkçe'ye geçilirken rızâsını aramak diyor burada rızâ değil vechtir.

Vech ise yüz demektir, cihet demektir, kendisi demektir.
Özü demektir ama
ALLAHU Zulcelâl olunca, RABBu’l- Âlemîn olunca buna vech çok zorlanmaktayız onu demek istiyorum vechiyette .

Ancak Yüce
RABBimin vechi için verir yâni bu veren kişi.
Livechillah, sâdece ALLAH celle celâluhu için…

O kimseler
RABBu’l-A'lâ’nın vechine gönül veren ve dileyenler olup sâdece O ’nun için infak ederler:


لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

“Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtiğâe vechillâh(vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(tuzlemûne):

Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak ALLAH dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca ALLAH rızâsını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.”


(Bakara 2/272)


وَلَسَوْفَ يَرْضَى

“Ve le sevfe yerdâ.:

Ve elbette o rızâya erecektir”


(Leyl 92/21)

“Ve lessevfe” kesinkes ilerde, “yerd┠rızâyı bulacak ve elbette rızâya erecek.
Çünkü bu kişi için, başka kişiye duyulan şükran karşılığında verilecek bir nîmet-infak vs. yoktur.

ALLAH katından gelmektedir çünkü hepsi.
Yüce
RABBımın rızâsını istemekten başka O ’nun nezdinde hiçbir kimseye bir başkasına şükranla karşılanacak bir nîmet yoktur.
Ve o buna kavuşarak alacaktır. Ne demek?

“Kardeşim bana bir nîmet gelecekse RABBımdan gelsin!” demektir.

Benim gönlümü hoş edecek nîmet ancak
RABB ımın vereceğidir.
Başka kimden gelirse gelsin muhakkak ki teşekkür bekleyecektir ve şükran borcum olacaktır!.” Der.
Böylesine özel ve güzel bir kişidir
RIZA ya erdirilen.
İşte böylesi kişiler elindekini verirken ancak Şah damarından da yakîn olan
RABB inin vechi-bizZÂT kendisi-Rızâsı için verir!

Değil verdiğinden bir şey beklemek, başa kakmak, düşünmek aklından geçirmek mümkün değil.
Üstelik bir de kabûl ettiği için teşekkür eder ve mutlaka gizli tutar verdiğini..

Rızânın çok fevkinde vechi.
Her yönden bütün duygularıyla yâni vechi olarak sonsuz sıfatı, ismi, sözü, hatırı, gönlü, korkusu, haşyeti tümünün
RABBu’l- Âlemîn deyince ne geliyorsa aklına.

“Ve le sevfe yerd┠, muhakkak kendisi de ileride râzı olunacak, yâni sevfe biraz sonra demektir çünkü.
İlerde hoşnut olacak, râzı olacaktır.
Nasıldı Ve’d- duhâ ?


Bismillahirrahmânirrahîm


وَالضُّحَى
وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى

مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَى
وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَّكَ مِنَ الْأُولَى
وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَى
وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَى
فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ
وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ


“Ved duhâ. Vel leyli izâ secâ. Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ. Ve lel âhıratu hayrun leke mine'l-ûlâ. Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ. E lem yecidke yetîmen fe âvâ. Ve vecedeke dâllen fe hedâ. Ve vecedeke âilen fe ağnâ. Fe emme'l-yetîme fe lâ takher. Ve emmes sâile fe lâ tenher. Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis. :

O duhâya-Andolsun kuşluk vaktine!. Ve dindiği zaman o geceye kasem olsun ki.. veda' etmedi RABB'ın sana ve darılmadı.. ve her halde sonu senin için önünden daha hayırlı.. ileride RABB'in sana verecek de hoşnut olacaksın!.. O seni bir yetim iken barındırmadı mı?.. ve seni yol bilmez iken yola koymadı mı?.. ve seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?.. Öyle ise (amma) yetîme kahretme.. ve (amma) sâili azarlama-El açıp isteyeni de azarlama!.. Fakat RABBının ni'metini anlat da anlat”


(Duhâ 93/1-11)

“Ve le sevfe yu’tîke RABBuke fe terdâ.”
RABBın sana verecek, sende râzı olacaksın.

Buradaki[/color] “Ve le sevfe yerd┠gibidir.
Mesele
ALLAH rızâsı için vermeye geldi…

Bunun için bakınız,


Bismillâhirrahmânirrahîm.

“Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).”
Ey tatmin olmuş nefis.
Yâni tam îman etmiş.
Îman neydi?

Nûrullah'ın Muhammedî akımı fiilen kullanımı.
Şu andaki kullandığı cereyan gibi, alıp verdiği nefes gibi.
Kalbindeki kan gibi kullanıyor
Nûrullah ve Nûr-u Mim'i.
Fiilen kullanıyor ve bunun farkında. Bu şuuru buluş.


BİLiş- BULuş ve bunun BİZ ve BİRliğiyle OLuş ve YAŞAyAN böyle bir kişi bu.
Mutmain bir kişi ki rûhu filiyat gösteriyor.
Ve bu şekilde olan insanlar birbirine doğrudan bağlıdırlar.
Çünkü
RUH bir tânedir.
Aynı elektriği kullanan âlet gibidir birini keserseniz öbürü de kesilir.
Bunlar birbirine bu kadar teslim olmuşlardır.
Hırsızlar zannederler ki birbirine teslim olmuşlar,
Bunlar derler ki birbirine teslim olmamışlar birbirine öyle hizmetçiler ki birbirine elektriği aktarıpta öbürü dâima el kıyamda duruyor.
Onun derdi değil.


“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).”
Bak bak hadi RABBine dön!.
RABBim nerdeydi?
Yer izâfe edilemezdi ama Şah damarından yakındı.

“Dön dön rücû et!.” diyor.
“Nasıl geldiysen buraya aynı yoldan geri dön!.”
Entegral-Türev gibi.
“Râdiyeten-Mardiyeten” çünkü sen O’ndan râzı oldun yâni RABBinden râzı oldun geri dönüşe.
Mardiyyeten, O'da senden râzı, gönül hoşnutluğuyla karşılayacağın râzı olarak, râzı olmuş olarak.

“Fedhulî fî ibâdî.”
“Hadi kullarımın arasına-içine gir!”

Kim bunlar, hangi kullar.
HAKK'a, HAKK Dostlarının kalbinden HAKK Yolu gidiyordu ya işte bu kullar.
Ne demek?
Kebana giden elektrik direkleri gibi hatlar gibi.
Sıralanmış Sırât-ı Mustakîm üzere
ALLAHU Zu'lcelâl, Kur’ân-ı Kerim , Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem ve ALLAH Dostlarının o muhteşem Sadâkatı, Samimiyeti, Sabrı ve Selâmet Yolu Oluşları, İZi oluşları, izi oluşları SÖZü oluşları.
Gerçekten muhteşem, muazzam ve enfes bir kervandır bu.
Ebedî, kıyâmete kadar gider.
Kim eşkiyâlık yapmaya kalkarsa zarar veremez zâten kendisine zarar verir.
Çarpılır demek istiyorum.
Kopan kendi kopar.
Bütün bu kişiyle ilgisi yoktur.
Ellerinin üzerinde
ALLAH'ın eli vardır.
Burada eli olanlar bunu bilirler. Elin var demeye
ALLAH’tan korkarlar.
Bu doğru değildir çünkü.
Her şey
ALLAH'ındır.


الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

“Allâhu lâ ilâhe illâ huve'l-hayyu'l-kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehû mâ fî's-semâvâti ve mâ fi'l-ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâşâe, vesia kursiyyuhu's-semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve'l-aliyyu'l-azîm(azîmu).:

ALLAH, O'ndan başka İlah yoktur; O, HAYYdır, KAYYUM'dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”


(Bakara 2/255)

“Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard”
Ne görüyorsanız gökte yerde “lehû m┠O’nundur hepsi.
O’nun olmayan ne var bu âlemde.

Çünkü kullar
ALLAH Subhânehu ve Teâlâ'yı en iyi bilenlerdir.

Salât, selâm bütün bunların kaynağı olan, aslı astarı anası olan
Muhammed Aleyhisselatu Vesselâm Efendimize olsun.
Onun hesâbına olsun. Sonsuz olsun!.

Burada
Tevbe 72.ci Âyete bakarsak,
ALLAH'ın rızâsı hepsinden büyüktür.
İşte asıl büyük kurtuluşta budur buyrulmaktadır.


وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkîne tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).:

ALLAH, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. ALLAH'ın rızâsı ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.”


(Tevbe 9/72)

Vadallâhu ALLAH vaad etti kardeşim.Vaadi var!.
“El mu’mine ve'l-mu’minât” erkek ve kadınlara.
“Cennâtin” cennetler, cennet değil cennetler.
Tecri, fecr âyeti gibi cereyan eder içinden
CERR, cerr eder çeker.
Tecrî cereyan eder cerr eder bir de cezb eder biliyorsunuz.


“Tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ”

Altından nehirlerin fışkırdığı, tecrettiği, fecrettiği şafak söker gibi söküp çıktığı cennetler.
“Hâlidîne fîh┠“ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn”
ALLAH cennette meskenleri verir ki ki teyyibi tayyibatun en güzel, ayıplardan arınmış meskenleri sekeneleri vardır.
Sekene ne demek?
Kün fe yeküne fiilen iştiraktir.
Onun bizzât, doktorun ilaç içmesi gibidir .
Biliyor ne olduğunu.
Cennetlerle berâber Adn cennetlerinde meskenler, sükûnet yuvaları verecektir.

“rıdvânun minallâhi ekber”
Ve birde ALLAH’ın Büyük Rızâsı vardır, Rıdvanı vardır.

ALLAH rızâsı, çeşitli rızâlar anlamında burda Rıdvan. Rızânın çok olanı.

ALLAH bir hususta değil pek çok hususta onlardan râzı oldu anlamı vardır. Bir de ALLAH’ın en büyük rızâsı vardır...
“rıdvânun minallâhi ekber” ALLAH’ın en büyük rızâsı ise neyimiş?
ALLAH’ın rızâsı en büyüktür.
“zâlike huvel fevzul azîm” İşte bu Büyük Başarı, Kurtuluş, Zafer, Necat, Muvaffakiyet ve Selâmettir..

Ne verdi
ALLAHU Zu’l- Celâl bir daha bakalım.
“Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin”
Mü’minlere vaadi şuymuş ki kadın erkek bir defa altından ırmaklar akan cennetler verecek.
Bunu biz bir inceleyeceğiz daha. Bu basit bir iş değildir öyle.
Çok geçecek. Altından ırmaklar akan cennetler.

Meryem Aleyhasselâma da aynı şeyi söyleyecek karnındaki bebeği. Altından diyecek bizzât.
Aynı kelimeleri kullanarak. gözün aydın diyecektir.
Ve göreceğiz ki altından dediği yerin, doğduğu karnı olduğunu, ana rahmi olduğunu demek istiyorum.

“tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ”
Nehirler kaynayan, cereyan eden fecr eden cennetler görecek.
“Hâlidine fih┠orda hâlledilmiş olarak ebediyen-muhalled kalacaklar.
Devâmlı, muhalled yâni hiç değişmeyecek, o sonsuz-ebedî düzen bir daha değişmeyecek artık
Muhalledun halledilmiş olan ebedî ve fesadı yok.
Ebedî cennetler. Ebedî olarak kalacaklar çünkü.

Ve başka bir şey var ve bir şey daha verecek.
Meskenler verecek
“tayyibeten fî cennâti adn”adn cennetleri içinde meskenler verecek.
Sükun yerleri, sâkin yerleri.
Başka ve bir de rızâsını verecek.


“ve rıdvânun minallâhi ekber”

ALLAH’tan en büyük rızâsını verecek.
ALLAH’ın rızâsı ise bütün bunlardan büyüktür. diyor

Ama ben öyle anlıyorum
Rıdvanum minallâhi ekberi, ALLAHU ekber rızâsını verecek en büyük rızâyı verecek.

“zâlike huvel fevzul azîm”

Bu böyle bir feyzdir ki bu azîm bir feyzdir. Şimdi başarıdır.
Feyz nedir Fevz nedir?

Feyz, bir insan gönlünün göklerin gürlemesi, şimşeklerin çakması, gök yüzünün yağmurlarla dolması gibidir.

Ama fevz, barajların dolması gibidir, havuzların dolması gibidir muazzam bir bereket, RABB u Birrûn bereketi feyzinin fevze -kullanılır selâmete geçişi vardır.
Feyezan deriz biz mühendislikte taşkın yağmurlarına, feyezan taşkın sel anlamında.

Fevz ise onu tutan onu yutan ve hakka hayra kullanıma sunan Ravza-Havza anlamındadır.

Onun içinde, yıllar önce İncesu’lu Hacı Kara Hasan Baba yüz küsür yaşında, bize demişti yeni evlenince:


“Er selse, kadın bögettir!”

Tutacak, tutmazsa sel o düzeni yıkacak.
Fevz, Feyzi felâkete götürmeden berekete çevirip tutmaktır.


“Ve le sevfe yerdâ”

Yakında, biraz sonra rızâsını verecek, rızâya erecektir o kişi.
Yerdâ rızâyı bulacaktır.
En büyük rızânın
ALLAH’ın olduğunu gördük.
İşte bakın
ALLAH buna rızâ verecektir.
Öyle yaparsa verecektir.
Bunun rızâsı normal da çok açıktır zâten.


“Velleyli izâ yağşa” neyi gaşyetmiş gece.
Ben başı sona bağlıyorum da diyorum ki gece rızâyı gaşyetmiş.
Nitekim de böyledir.

Tohumlar
ANlık tarlalara gömülür.
Öldü sanırız, çürüdü sanırız. Fecr olur Bahar Sabah gelir ve Rızâ fışkırır.
Ezilirse tohum, üzülürse, ezilirse o zaman eşkiyâ elinde düşmüş demektir.
Tarlaya da tohuma da yazık eşkiyânın elinde, ama evliyânın elinde ikisi de nimettir. Hemde ebedî nimettir.
O tohumlar kıyâmete kadar yedi başak verecek sümbüllerdir.
Bütün bunlar aslında
Muhammedî Melâmettir.
ALLAH Celle Celâluhu gecelerimizi, gündüzlerimizin anası kılmıştır.


تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

"Tûlicu'l-leyle fî'n-nehâri ve tûlicu'n-nehâra fî'l-leyl(leyli), ve tuhricu'l-hayya mine'l-meyyiti ve tuhricu'l-meyyite mine'l-hayy(hayyi), ve terzuku men teşâu bi ğayri hısâb(hısâbın):

geceyi gündüzün içinde sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın, ölüden diri çıkarırsın diriden ölü çıkarırsın, dilediğine de hesabsız rızk verirsin”


(Âl-i İmrân 3/27)

“Tûlicu'l-leyle fî'n-nehâri ve tûlicu'n-nehâra fî'l-leyl(leyli)”

Gündüz gece hep böyle arka arkaya izler.
ilâhe illâ ALLAH!
Gece ile Gündüz peş peşe..
Ne gübre ne gül. İkisi de güzel ve hoştur.
Onun için melâmette ayrılmak yoktur, kalmak yoktur.
Hep bir seviye vardır.
ALLAH’ın izni ve inâyeti ile. Evet

Bismillâhirrahmânirrahim.

Subhâneke Allahumme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke!

Estağfiruke ve etûbu ileyke!

Subhâneke Allahumme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerîke leke!

Estağfiruke ve etûbu ileyke!

Subhâneke Allahumme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke!

Estağfiruke ve etûbu ileyke!

El hamdu lillâhi RABBilâlemîn!

Allahumme SALLi ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Rasûlike ve Nebîyyi’l-ummiyyi ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...


ALLAHU Zu’l- Celâl RABBımız, RABBul Âlemîn'imiz Celle Celâluhu BİZden BİZe yakın, BİZden BİZe hâzır ve nâzır,
BİZden BİZe hayat ve BİZden BİZe her şey.
Küllî
ŞEY’i ŞE’ENe sunan Şu AN Eden RABBımız Celle Celâluhu BİZde BİZi,
BİZle BİZden BİZi imtihan ederken bedenlerimiz kalblerimizi, ruhlarımızı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin;
Îmânında, Amelinde, Ahlâkında ve Hâllerinde kılsın!.

BİZe hakkı ve hayrın seçiminde inâyet ve hidâyet eylesin!.
Kullanılması, yaşanılması ve tümünde İnâyet ve Hidâyet eylesin, Selâmet versin!.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bütün bu Şeen ullah ta BİZ im Şefaat ve Şifâ Kaynağımız her zaman olsun İnşâallah!.
ALLAH dostları Hayır Duâlarıyla BİZe HİMMet etsinler!.
BİZe ALLAHU Zu’l- Celâl Muhammedî bir gayret versin!.
Muhammedî Gayret BİLdirsin .
Muhammedî Merhâmeti BULdursun.
Muhammedî Muhabbetle OLdursun.
Ve
BİZe gerçekten Hasbi Hizmet içerisinde Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ ı YAŞAtsın İnşâallah İzni ve İnâyetiyle!.
Hayırlı gecelerimiz hayırlı sabahlarımıza Şâmil olsun İnşâallah ve gönüllerimizde doğacak
Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ ın Nûr-u Mim Güneşi hiç batmasın!.
Onun için gecelerimiz gündüz, gündüzlerimiz gecelerimizin
AYNı olsun!.
BİZ BİR OLalım Rasûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in yüreğinde İnşâallah!.
ALLAH celle celâluhu'ya Emânetiz!.
Es Selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

EL-LEYL [92/1]:
وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى
Velleyli iza yağşa.
Kasem olsun bürürken o geceye

El-LEYL [92/2]:
وَالنَّهَارِ إِذَا تَجَلَّى
Vennehari iza tecella.
Ve açıldığı zaman o gündüze.

Gağşa kelimesi icin Kur’anda arama yapıp aşağıda bazı ayetleri bu kelimeye ve kullanımına ilişkin bize bir ışık tutması için listeliyoruz:

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

Bakara 2/7: Hatemallahü ala kulubihim ve ala sem'ihim, ve ala ebsarihim ğaşaveh, ve lehüm azabün aziym: Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır.

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا أَبَتِ هَـذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بَي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاء إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Yusuf 12/100: Ve rafea ebeveyhi alel arşi ve harru lehu sücceda ve kale ya ebeti haza te'vilü rü'yaye min kablü kad cealeha rabbi hakka ve kad ahsene bi iz ahraceni mines sicni ve cae biküm minel bedvi mim ba'di en nezeğaş şeytanü beyni ve beyne ihveti inne rabbi latiyfül lima yeşa' innehu hüvel alimül hakim: Ve ebeveynini taht üzerine çıkardı, hepsi onun için secdeye kapandılar, ve ey babacığım, dedi: işte bundan evvelki ru'yamın te'vili bu, hakikatten rabbım, onu hak kıldı, hakikaten bana ihsan buyurdu çünkü beni zındandan çıkardı ve size badiyeden getirdi, Şeytan benimle biraderlerimin arasını dürtüşdürdükten sonra, hakikat rabbım meşiyyetinde lâtif, hakikat bu, o, öyle alîm, öyle hakîm.

أَفَأَمِنُواْ أَن تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِّنْ عَذَابِ اللّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ
Yusuf 12/107: E fe eminu en te'tiyehüm ğaşiyetüm min azabillahi ev te'tiyehümüs saatü bağtetev ve hüm la yeş'urun: ya artık Allahın azâbından umumunu saracak bir beliyye gelivermesinden veya şuurları yokken kendilerine ansızın saatin gelivermesinden emandamıdırlar?

فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ
Taha 78: Fe etbeahüm fir'avnü bi cünudihi fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm:
Derken Firavn ordulariyle onları ta'kıb etti, kendilerini de deryadan saran sarıverdi.

Lokman 32: Ve iza ğaşiyehüm mevcün kez zuleli deavüllahe muhlisiyne lehüd din felemma neccahüm ilel berri fe minhüm muktesid ve ma yechadü bi ayatina illa küllü hattarin kefur:
Ve kara bulutlar gibi dalga sardığı vakıt onları dini Allaha hâlis kılarak yalvarırlar, sonra karaya çıkarıldığı vakıt içlerinden doğru giden de bulunur ve bizim âyetlerimize ancak gaddar, nankör olanlar çıfıtlık eder

فَغَشَّاهَا مَا غَشَّى
Necm 54: Fe ğaşşaha ma ğaşşa: Sardırttı da onlara o sardırdığını

Ali Imran 154 ‘te “yağşa“ saran bir uyku dan bahsederken kullanilmis:
sonra o gamın arkasından üzerinize bir emniyyet indirdi: bir uyku ki içinizden bir taifeyi sarıyordu,……


وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Yunus 27: Vellezine kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha ve terhekuhüm zilleh ma lehüm minellahi min asim keennema uğşiyet vücuhühüm kitaam minel leyli muzlimen ülaike ashabün nar hüm fiha halidun: Seyyiat kazananlara gelince kötülüğün cezası misliledir, ve onları bir zillet kaplar, Allahdan kendilerini kurtaracak yoktur, sanki yüzleri gece parçalarından kaplanmış kapkaranlık, onlar, eshabı nar, hep orada muhalleddirler.

أَلا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُواْ مِنْهُ أَلا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Hud 5: E la innehüm yesnune sudurahüm li yestahfu minh e la hiyne yestağşune siyabehüm ya'lemü ma yüsirrune ve ma yu'linun innehu alimüm bi zatis sudur: Bak amma onlar ondan gizlenmek için göğüslerini büküyorlar, evet amma onlar ondan örtülerine bürünürlerken o onların neyi gizlediklerini ve neyi açığa vurduklarını bilir çünkü o, bütün sinelerin künhünü bilir.

أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُّجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ إِذَا أَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرَاهَا وَمَن لَّمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن نُّورٍ

Nur 40: Ev ke zulümatin fi bahril lücciyyiy yağşahü mevcüm min fevkihi mevcüm min fevkihi sehab zulümatüm ba'duha fevka ba'd iza ahrace yedehu lem yeked yeraha ve mel lem yec'alillahü lehu nuran fe malehu min nur: Yâhud derin bir denizdeki zulümât gibidir, onu bir dalga bürüyor, üstünden bir dalga, üstünden bir bulut, öyle zulümât ki birbiri üstüne, elini çıkardığı vakıt onu görmesi ihtimali yok, her kime de Allah, bir nûr yapmamışsa artık onun için hiç nûr yoktur.

يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Ankebut 55: Yevme yağşahümül azabü min fevkihim ve min tahti erculihim ve yekulü zuku ma küntüm ta'melun: O gün ki azâb onları hem üstlerinden hem ayakları altından saracak da tadın bakalım neler yapıyordunuz buyuracak.

إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى

Necm 16: İz yağşes sidrate ma yağşa: O dem ki o Sidreyi bürüyen bürüyordu.

Gağşa kelimesi yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, sarmak, kaplamak bürümek manalarında kullanılmış, ve zulmetin, uykunun, korkunun, azabın, karabulut gibi dalgaların, gecenin, zilletin sarışı, ve sadrların, gözlerin perdelenmesi örtülüp sarılması manalarında bir çok ayeti kerimelerde miSALLerde kullanılmış bir sözcüktür.

Göz kapağımızı örttüğümüzde gözümüz perdelenir bir uyku sarar bizi. Karanlığın perdesi ini verir birden. Göz bebeğimizin üzerini göz kapağımız sarı verir. Gağş kelimesinde yahut yağşa derken adeta şehadeti örten bir ağ var orda, bir perde var.

Arabca da “Ayn” harfi , ayan-ı sabite, akıl gibi algılana bileceği gibi ‘Yağşa’ derken burada “ğayn” harfi kullanılmakta ki bu da o ‘Ayn’ın tepesine konulan bir nokta ile ifade edilir. Ayn’ın gözünü tıkayan bir nokta bu ki, gözümüzün görmemesi için ortasındaki siyah beneğin üzerine bir benek gelmesi kafidir. Aklın gözüne gelen bu nokta ise, sadrı-sineyi nefsin sinini, içerden karanlıklara boğarken, insanı batında uyuturken ve Muhammedi edebten yoksun ederken, zahirden de beden nefsin isteğiyle hareket ettiğinden dolayı, bedenin Muhammedi terbiyeden çıkışına sebep verir. Bu öyle bir nokta ki, Sall-ı Dall yapar. Sall’daki “Sad” harfinin de üzerine bir nokta koysanız “Dad” olur ve Sall ediyorum diyeni bu benlik beni Dallin ediverir, sirat-ı mustakimden saptırır.


وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Yunus 27: Vellezine kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha ve terhekuhüm zilleh ma lehüm minellahi min asim keennema uğşiyet vücuhühüm kitaam minel leyli muslima ülaike ashabün nar hüm fiha halidun: Seyyiat kazananlara gelince kötülüğün cezası misliledir, ve onları bir zillet kaplar, Allahdan kendilerini kurtaracak yoktur, sanki yüzleri gece parçalarından kaplanmış kapkaranlık, onlar, eshabı nar, hep orada muhalleddirler

Aynanın üzerindeki toz gibidir bu kaplayış. Bir damla göz yaşı ile bu tozu yıkamak lazım. Gözün bebeği Nurumim noktasıyla aramıza giren bu akıl-nakil arasında yalıtkanlık yapan noktadan ancak ağlayıp Rabbımıza sığınarak kurtulabiliriz. Bunu anca göz yaşlarımız temizler. Çünkü göz yaşında acziyet var, sığınma var, acziyet ve Allah'a sığınmak benliğin aksine gitmektir. Göz yaşımız bizi batında Nuh(a.s)'in gemisinde emniyete alırken etrafındaki tüm zararlı noktalarıda boğup öldüren bir Sel felaketine döndürür ve nefsin basiret gözündeki tozu sili verir. Böyle olunca işte

لَقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ

Kaf 22: Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğitaeke fe besarukel yevme hadid: Celâlim hakkı için (denir) sen bundan bir gaflette idin: şimdi senden perdeni açtık, artık bu gün gözün keskindir.

Neden ? Çünkü şimdi “Vennehari iza tecella: Ve açıldığı zaman o gündüze”. Şimdi ferec geldi, göz aydınlık buldu. Göz perdesi inmiş iken göz sade aklın esir karanlığında idi ki bu gece (Leyl) gibidir. Leyl aynı zamanda tevhidin “La ilahe” kısmı gibidir. Çünkü bu karanlıkta kalmış akil için henüz Nur bulmadığı için benlik hakimdir. Akıl tek başına sanır kendini. Gündüz tecelli edince Nurumim doğunca o akla, o zaman aklın karanlığı artık aydınlığa dönü verir, Nurlanırda N-akil olur. O zaman işte "Vennehari iza tecella" olur.

Selam ve sevgiyle
GaribAN
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »



ZEVK 3897

ÇÖPlükten ÇÖLe GEÇ-Erken, Ağır Aksak ADım ADım!
Gündüzler Üzdü GÜzeLim! GÖNÜL GECEmi ArADım!
Açtı Kalb Kâbem, Örtüsün!.. Kur’ân, GÜL YÜZün Gösterdi!
LeYL Sûresi Sûretinde, LeYL⒠mın Zülfün TarADım!..


22.10.09 21:56

وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى
وَالنَّهَارِ إِذَا تَجَلَّى
وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى


"Velleyli iza yağşa. Vennehari iza tecella. Ve ma halekazzekere vel'ünsa. İnne sa'yeküm leşetta.: (Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman GECEye, açılıp ağardığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır.” (Leyl 92/1-4)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Leyl Suresi [92/6]:

وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى
Ve saddeka bilhüsna.
Ve hüsnâyı tasdîk eylerse

Bu nasıl bir hüsna ki kişi bunu sadakatı ile tasdik edecek? Kişi bu hüsnü kendi özünden bulmalı bu kendisinde yüklü olmalı ki bunu görsün tasdik edip buna sadık kalsın. Birlikte "aHlâk " kelimesine bir bakalım.

AHLÂK sözlük tanımı olarak şöyle verilmiş:

(Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim.

ALLAH c.c Kalem Süresi 4. âyetinde söyle buyuruyor :وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin.
Ve her halde sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin

Ahlâk kelimesi huluktan gelmekte. Bu Huy ve tabiat öyle bir tabiat ki , Hüsnü Hulk bu tabiat!...

Fakat bu kelimenin ALAK kelimesi ile ilişkisini incelersek Kuran-ı Kerim ALAK suresi 2. ayete gitmek en mantıklısı olacaktır :


خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
Halekal'insane min 'alak
İnsanı bir alaktan yarattı


Elmalili Hamdi Yazir bu 'ALAK' kelimesini tefsirinde şöyle izah etmekte:
"Tefsir bilginleri, yaratılışın maddi yönünü göz önünde bulundurarak meni (sperma)nin aşılamasından sonra medana gelen kan pıhtısının çoğulu olmasıyla yetinmişler ve bunu en alçaktan en yükseğe yükselmeyi göstermek için açıkça anlaşılan mânâ olarak görmüşlerdir. Fakat manevî yönü de kapsamak üzere mutlak bir alaka, bir ilişik mânâsına müfred olarak düşünülmesine hem alekanın yaratılmasına da başlangıç olan ve Rabbanî bir izafetten ibaret bulunan ruhî ilişiğe kadar insanın bütün yaratılışın başlangıçlarını kapsayan, hem de okunanın ruhî bir sevgi ve alaka ile takip edilmesi hususuna da açık faydalı bir uyarım olacağından dolayı daha ince, daha derin, daha beliğ olur. Bu şekilde meâle şöyle demeli: "O, insanı bir ilişikten yarattı. Bununla beraber iki takdirde de kısaca mânâsı şudur: "Bir alakadan, yahut sırf bir ilişikten bir insan yaratan ve mutlak surette yaratmak kendinin şanı olan Rabb'in hiç okumamış olan kimseyi de böyle bir emir ile elbette okutur. Onun için oku! "

O zaman diyebiliriz ki insanın akıl yumurtası alâk gibi ve "Ha" harfi ile aşılanmış bir yumurta bu ki içinden Hüsnü çıkaracak ALAK'ın içinden Hüsn çıkarsa demek A-H- LAK olur bu. Demek ki AHLÂK, Hüsnün ALAK tan zuhurudur. Böyle kişinin fitratında kendi aklında yüklü bir Hüsniyetin zuhuru söz konusu. Öyle bir Hüsn ile alakalandırılmış bu akıl. Nedir bu Hüsn peki?

Hadisi şerifler var :

"Tahalluku bi Ahlâkillahi: Allah ahlâkı ile ahlâklanınız"
"Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”


Allah ahlâki ne ki o zaman? Allahu Teala'nın Sıbgatullah'ına boyanmak olmasın ? O'nun Hüsnası olmasın bu Hüsn sakın? Kişi kendi alakalandırılmış aklında bu hüsnü bulacak ve ahlâk olarak onu tasdik edecek ve tüm fiilleriyle ona sadık amel ve hallerde olacaktır. Kişi onu özünden bilip bulup olup yaşayacaktır. Muhammedi Ahlâkla ahlâklanmış kişi hüsnayı da bu şekilde tasdik eder inşaallah.

Başka nedir ki bu AHLÂK'in "Ha" si? Ne dersek diyelim, Hasenat, Hilm, Halislik, Hak, Hayy, Hayr, islam ölçülerine ters düşmeyen ne kadar güzel özellik ve güzellik varsa " Ha" ile başlayan , onların hepsiyle alaka edebiliriz diye zevk etmekteyiz.

Allah en doğrusunu bilir...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kıyâmet gününde Kur'ân-ı Kerîm dünya hayatında onunla amel edenlerle birlikte huzura gelecektir. Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri önde yer alacak, kendilerini okuyan ve amel edenleri savunacaklardır." buyurmuştur. (Müslim, Sahih 1,1554)
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön