KUL İHVANÎ A'LÂ SÛRESİ SOHBETİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

KUL İHVANÎ A'LÂ SÛRESİ SOHBETİ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ A'LÂ SÛRESİ SOHBETİ

(12 Nisan 2009 Sohbeti)

Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bismillâhirrahmânirrahîm!


Şefâat Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!

Allahümme salli âlâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve resûlüke ve nebîyyü’l-ümmîyyi ve âlâ âlihi ve ehl-i beytihi ve ashabihi!
Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
İrhamnâ!

Subhâneke Allahümme ve bi hamdike eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke!
Estağfirruke veetevbileyke!

El hamdü lillahi rabbilâlemîn!


Ey Yüce SULTAN RABBımız!
Gelecek zaman içerisindeki
Günah, noksanlık ve yaramazlıklarımıza Tevbe istiğfarlarımız Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Tevbe istiğfarlarına kat BİZi BİR eyle!

Yâ RABBımız!
Hayrı ve şerri bilen sensin!
Gelecek zaman içerisinde ise DUAlarımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın DUAlarına kat BİZi BİR eyle! Hakk ve Hayr olan nasip eyle!

Yâ RABBımız!
Yaşadığımız sürece senin RAZI olacağın işleri kalblerimize ilham et!
Senden RAZI olmayı bize nasip eyle.
Bizden razı ol ve rızalarımızı da Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in RIZAsına kat BİZi BİR eyle!

Bu Muhteşem Muahmmedî DUAmızı toparlarsak:

Yâ RABBımız!

GEÇENDE TEVBE BİRLİĞİMİZ
ŞU ANDA RIZA BİRLİĞİMİZ
GELENDE DUA BİRLİĞİMİZ
SON NEFESTE ŞEHÂDET BİRLİĞİMİZİ DİRLİĞİMİZİ İHSAN ET!

Yâ Er Rahmânü Er Rahîmin!
Yaşadığımız sürece hayatımızı sıhatimizi ve zamanımızı Hakk ve Hayrda Hasbî Hizmete bağışla!

Hakkın ve Hayrın Habibî Hizmetçisi olmayı Şeriat-ı Garra’nın hasbî hizmetçisi olmayı bizlere nasip ve müyesser eyle!

Yâ RABBımız!
Geçenlerimize rahmet eyle!
Bize rahmet eyle!
Gelenlerimize rahmet eyle!
Sâdık ve sâlih nesiller nasib et! Hakk ve hayırla andır!
Bizi dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde nimetlendir, rızıklandır, ihsanlandır!

Sen her Küll-i Şey’e kadir olan RABB’ımızsın inşaallahhurrahmân!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)imizin DUASına BİZi SALL ettir!


Allah’ım!
Kalbimde bir nûr kıl!
Dilimde bir nûr kıl!
Kulağımda bir nûr kıl!
Gözümde bir nûr kıl!
Arkamda bir nûr kıl!
Önümde bir nûr kıl!
Üstümde bir nûr kıl!
Altımda bir nûr kıl!
Allah’ım! Bana bir nûr ver!..

(Müslim, 765/191)

ÂMİN!

YÂ LATÎF! YÂ KERÎM!
YÂ RAHÎM! YÂ RAHMÂN!
YÂ HANNÂN! YÂ MENNÂN,!
YÂ DEYYÂN! YÂ FURKÂN!
YÂ SULTAN! YÂ ALLAH! CC!..




A’L SÛRESİ

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem: “Yâ Ali Musa’ya Harun ne ise Sen de bana öylesin, ancak benden sonra Nebî yoktur.” Buyurur
Harun as. Musa as.’ın kardeşidir.. Sende bana öylesin. Kardeşimsin yani. Ben Hatemen Nebîyyim Kur’ân âyetiyle.
Bu şundandır nübüvvet ilahî akımın, ilahî akımın bize her an elektrik gibi mutlaka taze olarak gelmesi lâzım.
Tazeleyerek gelmezi lâzım biliyorsunuz elektrik depo edilemez.
Anında kullanılır ya da toprağa verilir, bekletilemez.
Her an ŞE’EN gibidir kullanılır.
Mekik teorisidir zâten. Ötelemedir yani.
Akım, Keban’dan çıkan bi su geliyor buraya değildir. Akarak geliyor değildir.
Bu ŞE’EN yok ediş, var ediş teorisidir aslında.
Ama teknik bunu tam çözmüş değildir bence.
AÇ-KAPA yani. İKİLİK SİSTEMİ…

Nübüvvet, nübüvvet velâyete derc edilmiştir. Velâyete derc edilmiştir.
Emdirilmiştir, içine eritilmiştir etkisi..
Velâyetin içinde bir Nebî olmadan akım gelmektedir velâyetde.
Bu bakımdan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem:


Yezid İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün"
(Tirmizî, Menâkıb: 77, (3790)

Hadisin Müslim'de gelen bir vechi şöyledir:

"Ey insanlar, bilesiniz ki: Ben bir beşerim. Rabbim'in elçisinin (Azrail aleyhisselam) gelmesi ve davetine icabet etmem zamanı yakındır. Ben size iki kıymetli şey bırakıyorum: Birincisi Kitabullah'tır, içerisi nur ve hidâyet doludur. Allah'ın Kitabı'nı alın ve ona dört elle sarılın." -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân-ı Kerîm'e birçok teşviklerde bulunduktan sonra devamla dedi ki: "Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum..."

Ve benzeri hadisler vardır.
Buradan ilim şehrinin kapısı, “Ben ilim şehriyim. Kapısı Ali’dir” gibi o kadar çok hadisler vardır ki.
Ve Hz. Ali Efendimizin kendisinden gelen hadisler vardır.
Velâyet bu nur akımını sürekli aktaran, kanlar, canlar ve bütün özellikleri taşıyan direklerdir.
Diriden diriyedir.
Tıpkı El Hayy Esmâsının babadan oğula, babadan oğula durmadan diriden diriye aktarıldığı gibi İlahi Nur da diriden diriye aktarılır.
Buna sahiblenmek bunun çeşitli şekillerde gördüğümüz gibi tarikatlar, cemaatlar vs. şekilde el konulması sadece bir korkunç bir vebaldir, hatadır.
Amma bundan münezzeh insanlarda olmuştur.
Nice Yunus Emreler geçmiştir. Münir Dermanlar geçmiştir. Bu vartaya girmemişlerdir.
Dinliyorsunuz Münir Hocayı ne diyor.
Camideki adama münafık diyor. Ve onlarda çıkıp gidiyor zâten.
“Şuradan inmeyeyim ki diyor. Ben görüyor da söylüyorum.” Diyor.
Şimdi onların hayatlarına baktığımızda, onlar bu dünyaya baş eğmemişler hiç.
Kendi ellerine geçenleri hep yerlerine sarf etmişler.
Kendileri çok basit bir hayat yaşamışlar.
Asla makam, mevkii vs. gibi bu dünyanın çeldirici takargalarına takılmadan geçmişler.
Neticede bir Hanecioğlu Otelinde bir odasında geçip gitmiştir.
Fakat geriye bıraktığı sese ve ize baktığımızda muhteşem güzellikler bırakmıştır.
Ve bu gün pek çok insan bundan faydalanmakta ve ondan yararlanarak yol bulmaktadır.
Kalb nefsin, eğer nefis beden tarafına yönelirse aşağıya doğru kaçar. Çünkü Müslüman olmadığı sürece yukarı geçemeyeceği için ne olur? Mücrim olur, yani cürüm işler. Müfsid olur Fesad yapar. Kötülük yapar.
İnkar eden münkir olur. Küfreder. Neticede kafir olur Ya da gider münafık olur. En kötü hale düşer.
Aşağıya doğru yine yedi kademe alır yani. Yerin altına doğru gibi.
Ama yukarı çıktığı zaman Müslim olur, Mü’min olur, Veliyullah olur, Elhullah olur çıkar. Halifetullah olur yani.
Bu nefis emare nefis emri yapan nefistir.
Şerre döndü mü şeytanın emrine girer o emri yapar.
Hakka döndü mü Hakkın emrine girer Hakkın emrini yapar.
Uygulayıcıdır çünkü.
Nefsi emmare dediğimiz sadece aşağıya gittiği için kötü görünmüştür.
Ama yukarıya dönerek emirleri yapacak olan da yine kendisidir.
Çünkü ana kişiliğimizin adıdır o. Benliğimizin adıdır.
İşte bu nefis kendi aklını başına almaya başladı mı levvame nefis, yaptıklarını beğenmemeye başlayan anlamında levvame olur.
Ve Kalb esintilerini almaya başladığı zaman Er Rahîm ve Er Rahman kapılarını kokular ve ışıklar, zevkler almağa başladığı zaman ilham alan Mülhime nefis olur.
Kendisine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin vahiy semâsından ilham yağmurları, rahmedleri yağmağa başlar çünkü.
Ve bu nefis ruhla, ruhî nefis olduğu zaman, hakikat rızasına erdiği zaman, Hakk rızasına erdiği zaman, Haktan razı olduğu zaman mutmainne nefis olur.
Ruhî nefis olur bir anlamda. Ruh gibi nefis olur.
Çok arzu edilen, murad edilen, muradullah ve emrullah doğrultusunda yürüten anlamda bir nefis olur.
İşte mutmainne nefis olduğu zaman;


“Yâ eyyetühennefsülmutmeinnetü. İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten. Fedhuliy fiy 'ibadiy. Vedhuliy cennetiy.” (FECR Sûresi 27-30 âyet)

Mazhar olur. Rabbına yönelir. Rücu’ eder döner geldiği yere.
Şah damarından yakın olan Rabbına döner.
Razıyeten ondan razı olarak.
Merziyeten razı olunmuş olarak Fedhuliy fiy 'ibadiy.
Kim Fedhuliy fiy 'ibadiy?
İşte bu Fedhuliy fiy 'ibadiy âhirette kulluk yoktur.
Deneme yoktur zâten. Kulluk imtihanı kapanmıştır. Hesap kapanmıştır.
O bakımdan Fedhuliy fiy 'ibadiy yaşayan Allah Dostlarıdır.
Allah’ın bu mutmainne, tatmin olmuş, ikmal olmuş, tamamlanmış imana sahib kişiler her bakımdan, her bakımdan bunu yaşayanlar, yaşatanlar. Vedhuliy cennetiy, Gidecekleri yer neticede Dâru’s Selâmdır.
Selâmün kavlen mir Rabbü’l- Rahîme gideceklerdir.
İşte Kalb böyle bir yerdedir. Tıpkı bir namazın secdesi gibidir.
Er Rahîm kapısı maddeye açılan bir kapıdır.
Er Rahman kapısı da mânâya açılan bir kapıdır.
Berzahtır. Geçittir Kalb çünkü. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin makamıdır.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin Allahu Zülcelale dönük yüzü Rasûlullah, insanlara dönük yüzü Abdullahdır aleyhisselâmdır.
Biz Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin Abdullah Aleyhisselâm olarak taklid ederiz.
Nasıl namaz kılmış. Nasıl yapmış? Sünnetleri tüm ordan alırız.
Rasûlullah olarak Rahmedenlil âlemindir. Âlemlerin rahmed kaynağıdır. “Allaha ve Rasûlune itaat ediniz” âyetine mazhardır.
Yani “Teslim olunuz. İman ediniz. Tabi olunuz, İtaat ediniz!” e mazhardır.
De ki: “Eğer Allahı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin” mazhardır.
Huluki’l- Azîm en Azîm ahlak sahibidir.
Urvetü’l- vuskadır tek tutunacak iptir.
Ama Abdullah Aleyhi’s Selâm öyle mi.
Etmediklerini koymamışlardır yani.
O da her insan gibi hepimiz gibi yalvarmıştır Allahu Zülcelal’e.
İnsan kaderi yaşamıştır demek istiyorum beşer olarak.
Halbuki bütün kâinâtın yaradılışında kendi nuru vardır Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem olarak.
Ama bir insan olarak da bütün özellikleri ile yaşamıştır çilelerin tümünü. İftiralara uğramıştır.
Aişe Vâlidemiz için Nur Sûresi inmiştir.
Zina iftirası ile Allah korusun.
Dokuz hanımını birden yerlerine göndermiştir. Bir ay.
Çok şeyler olmuştur. Neler olmamıştır.
İnsan olarak, beşer olarak, Abduhu olarak yaşamıştır.

Kısacası bu Kalb, bu Kalb bu vücutta yumruk gibi et parçası vardır.
Bu sağlamsa felah bulursunuz yoksa bütün vücudu ifsad eder, bozar.


Pegamberimiz (sav) buyurdular: “Şüphesiz helal bellidir, haram bellidir. Her ikisinin arasında şüpheli olanlar vardır ki insanların çoğu bunu bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve şerefini olur. Kim de şüpheli şeylere değer vermezse harama düşer. Tıpkı yasak bölgenin etrafında koyunlarını otlatan çobanın koyunlarının yasak bölgeye girmesi gibi. Allah’ın yasak bölgesi de haramlarıdır. Şunu da bilin ki insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün vücut düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. O et parçası kalbdir.”
(Buhari, İman, 39)

Bu Kalbtir, hadisleri biliyorsunuz vardır.
Bakınız salavatımıza;


Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin tıbbil kulubi ve devâihâ
Ve âfiyetil ebdâni ve şifâihâ
Ve nuril ebsâri ve diyâiha
Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim
Yâ selâmü sellim!


İşte bu Kalblerin tabibidir. Ve devaiha, bu Kalblerin devâsıdır, ilacıdır.
Ve afiyetil ebdan, bedenlerin afiyetidir. Ve şifaiha, bedenlerin, insan bedenlerin afiyette olabilmesi için şifasıdır aynı zamanda Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Ve nuru’l- ebsarihi ve ziyaiha, gözlerin nuru ve ziyasıdır.
Ve ala âlihi, kendisine de, o yüce ailesine de.
Ve sahbihi, sahabelerine de. Vessellim, selâm olsun.
Yâ selâmü’s selâm kendisi selâm olan Allahım.
Es Selâm esmâsı Allahu Zülcelâlin kendi esmâsıdır.
Çok önemlidir. Esmâ olarak.
Çünkü bütün insanlığın insanların varacağı yer Dâru’s Selâmdır.
İnsan olarak halk edileceklerin netice yerleri Dâru’s Selâmdır.
Es Selâm esmâsı fiil köklü esmâdır.
Kökü masdarı, fiil olan tek esmâdır.
Kendisi sadrdır yani temeldir.
Diğer esmâlar masdar değildir yani fiil kökü değildir.
Burada seleme kökü, bir işten kurtulmak beri olmak anlamındaki seleme köküdür.
Eslemedir teslim olmak, Müslüman olmak, itaat etmek.
Selleme, tam teslim olmaktır, selâmlamadır.
İslam, silm bulmuş aklın durak yeridir. İslam dinidir yani.
Es Selâm silm, selâm, selâmet esenlik sahibi.
Bâki olan fâni değil, gelip geçici olmayan, ayıptan, afetten, zevaldan bir sürü bu şeylerden tamamen beri olan ve bunların hepsini yaratma gücü olan.
Daha doğrusu her selâmetin menbağı ve yaratıcısı olan, selâmete erdiren mutlak anlamda, sonsuz anlamda Cemâl sahibi sulh ve teslim kaynağı olan Allahu Zülcelaldir.
Bu salavat güzel bir salavattır:


Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin tıbbil kulubi ve devâihâ
Ve âfiyetil ebdâni ve şifâihâ
Ve nuril ebsâri ve diyâiha
Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim
Yâ selâmü sellim!


Burada Yâ selâm es Selâm gibi kullanılıyor ama harf-i târif gelse daha iyiymiş ama gelmemiş bilemiyorum. Öyle yazılmış o zaman.

Evet bizim izlediğimiz yol Kur’ân-ı Kerim’in iniş sırasına göre incelemeye devam ediyorduk.
Sûre-i A’lâ’ya gelmiştik iniş sırasına göre.
Alak Sûresini, Kâlem Sûresini, Müzemmil, Müddesir, Fâtiha, Tebbet, Tekvir Sûresini geçen sefer inceledik.
Ve Sûre-i A’lâya geldik.
Bu sekizinci sûre iniş sırasına göre.
Kur’ân-ı Kerimin kendi geliş sırasına göre.
Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerimde iniş sırası çok önemli aslında.
Bu resmî yerleşme de çok güzel tabi.
Çünkü Allahu Zülcelal, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesselleme tanzim buyururken imanla ilgili Bakara sûresi gibi uzun sûreler hep öndedir.
Fakat hakikat sûreleri çok kısa kısa El Hakka, El Hakka birer kelimeyle birer şeylerle çok büyük şeyler anlatan Hunnestir, Kunnestir benzeri şeyler kısa fakat muazam hakikatlar anlatan âyetlerdir.
Ne ki o zaman yaşamış olsaydık, şimdi sekizinci sûre inmiş olacaktı.
Ve henüz de Fâtiha inmiş değildi daha.
Çünkü fâtiha İnmiş mi? Fâtiha İnmişti evet.
Yani Pek çok süre inmemişti daha onu demek istiyorum.
Yasaklar Kur’ân-ı Kerime göre yasak başlamamıştı.
Emirler de başlamamıştı.
Mesela Namaz kılın diye bir âyet henüz gelmedi yani.
Şunu yapın, bunu yapın âyetleri bakın daha geliş sırasına göre gözükmüyor. O bakımdan söylüyorum.
Sûre-i A’lâ Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin çok sevdiği bir sûredir. Bununla ilgili çok hadisler vardır.
Allahu Zülcelal bu kâinâtın esrarını, oluşunu işleyişini gerçekten mükemmel bir şekilde gözümüzün önüne sermektedir Sûre-i A’lâ’da.


Sûre-i A’lâ İmamı Ali Keremullahi Veche den gelen hadis şerifte Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem bu sûreyi çok severdi.
“Sebbihisme rabbikel'a’lâ yı çok severdi” buyuruyor.


Ebu Temim rivâyetinde: “Allahı tesbihi anlatan sûrelerin en faziletlisi Eftalü müsebbihat tesbihatın en eftalini anlatan” buyurmuştur Sebbihisme rabbikel'a’lâ için.

Cumada bazen onu, bazen onu. Ama bayrama denk geldiyse, diyelim ki Cuma’ya denk gelirse ikisini de okumuştu.
Ayrıca yassı namazlarında çok okumuştu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin Abdullah bin Haristen gelen hadisi şerifte Tebaranî de son namaz akşam namazıdır Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin kıldığı.
Birinci rekatında Sebbihisme rabbikel'a’lâyı okumuştur, A’lâ Sûresini.
İkinci rekatında da Kafirunu okumuştur.

A’lâ, uluv, a’lâ, yükseklik, yücelik, şan, şeref, kuvvet, kudret sahibi olmak anlamındadır.
Yani Uluv kökünden bir sıfat isimdir, buradan türüyenler El Aliyy ismi, Kur’ân-ı Kerimde Aliyyü’l- Azîm, Aliyy’ül- Hakim olarak ikişer âyette 4 âyette geçer.
4 âyette ise Aliyyü’l- Kebîr olarak geçmektedir.
Ayrıca birinci isim olarak buradan türeyen El A’lâ, en üstün, en kudretli ismi de Kur’ân-ı Kerimde doğrudan ve dolaylı olarak Rabb ismiyle geçer ki birisi budur.
Sebbihisme rabbikel'a’lâdır.
Birisi de Leyl sûresinin 20. âyetinde geçer. İki yerde geçer.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin Efendimiz duaya başlarken “Subhanel aliyyü’l alel vehhab!” Alel vehhab diye başlardı.
Subhane, Sen Subhansın, Tesbihi Sen yapmaktasın, yaptırmaktasın.
Bütün bu olanlar, “kün fe yekün” hâlindeki oluşların tüm temeli ASLı, astarı, yapanı yaptıranı Sensin.
Başka şeylerden münezzehsin.
Başka sözlerden, düşüncelerden vs.lerden akıl için söylenmekte.
Rabbiye’l- Rabbsın. Rabbsın, Yani yaratığı yaratıp kaderini fiilen icra ettirensin.
Rububiyet Sahibisin. Uluhîyetten sonra Rububiyet gelir çünkü.
Rububiyet olması için bir varlık olması lâzımdır, ki onu terbiye ede.
Onun için Rububiyet.
Elhamdulillahi Rabbil âlemin.
Elhamdulillahi, Allah’tan sonra Rabbilâlemin Âlemlerin Rabbi hemen yapışır.
Çünkü Âlem Rabb ister. Rabbiye’l- aliyyü, o Aliyy’dü.
Biz anlatamıyoruz Aliyy. Yüksektir, yücedir, şan şeref sahibidir gibi kelimeler kullanmak zorunda kalıyoruz.
El A’lâ en âlâsıdır.
Kimin?
Vehhabın. Hibe edenlerin. Karşılıksız olarak verenlerin. Hibesi bol olanların.
Böyle başlar Subhane’l- Aliyyü’l a’le’l- Vehhab.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin Kul Yâ Rabbi, Yâ Rabbi, Yâ Rabbi dediği zaman bir kul.
Allahu zülcelal Lebbeyke Abdi saltuta.
Kulum ne istiyorsun söyle.
İste, tuta, sana verilecektir buyrulmuştur.
Bir kul yüreği tertemiz olarak : “Yâ Rabbi, Yâ Rabbi, Yâ Rabbi!” dese Allahu Zülcelal: “Lebbeyk!”
Ne demektir Lebbeyk “emret” demektir aslında.
Abdihi kulum, saltuta kesin verilecektir buyurmuştur.
Burda da muazzam bir güzellik vardır.

El Aliyy; mutlak şerefli, kadri yüce, yüksek olan zât, sıfat mahiyetinde aklın algılamayacağı yüceliğe sahib olan, hükümranlıkta kendisine eşit ve daha üstün varlık olamayan, her hususta mutlak yüce olan Allahu Zülcelal yücelik, yükseklik, şereflilikte tek olan aşkın taşkın olan demektir.
El A’lâ daha tek, en yüksek, dahası yok.
En üstü Zülcelal olan Allah Zülcelaldir El A’lâ ismi.
Kur’ân-i Kerimde bu kökten gelen üçüncü bir isimde daha vardır.
Bizim şeyimizde daha doğrusu El Müteâli de böyledir.
Mutlak A’li olan yüce olan, bu âliyet sıfatına sahib olan, yücelten, mahlukatının sıfatlarından beri, münezzeh, izzetli, şerefli yüce ve a’li olan Müteâli olan Allahu Zülcelaldır.
Fark, a’li yüksek olandır. A’lâ en yüksek olandır. Şerefte yani.
Şeref, içerdeki rızanın şuhuda çıkışıdır. Yüceliğin görünürlüğe çıkışı. Buradan gelen İlliyin de vardır. A’lâ’dan gelen en yüksek makam, derece sahibi olandır.
Esfelinden illiyine kadar diye de biliyoruz ki söylenir. Bu kökten gelir.

Bu bilgileri sadece şey için söylüyorum, bilinsin diye söylüyorum.



SÛRE-İ A’LÂ

19 âyettir.
Değil mi 19 biliyorum. Bakalım 19 âyettir.
İlginçtir bu. Besmele 19 harftir.
Besmele Kur’ân-ı Kerim’in girip kapısıdır.
Fâtiha besmele ile yani birinci âyettir Kur’ânın ve cehennem bekçileri de 19 dur Kur’ân-ı Kerimde.
19 la ilgili pek çok şey vardır. Menfi müsbet anlamda.
Onun içinde Kur’ân-ı Kerimdeki besmeledeki 19 harfin her birine hükmüne sahib olabilmek bir cehennem kapısı kapatır çünkü.
Ve bir kurtuluştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

1- سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
2--الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
3--وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
4-وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى
5-فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى
6-سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى
7-إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى
8-وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى
9--فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ الذِّكْرَى
10-سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَى
11-وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى
12-الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى
13-ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى
14-قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
15-وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
16-بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
17-وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى
18-إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى
19- صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى


87 - A'LÂ SÛRESİ

Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan ve Allah Teâlâ’yı niteleyen “el-A’l┠kelimesinden almıştır. A’lâ, en yüce demektir.

Bismillahirrahmânirrahîm

1.Yüce Rabbinin adını tespih et.
2.O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.
3.O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.
4,5.O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çörçöpe çevirendir.
6.Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.
7.Ancak Allah’ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.
8.Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz.
9.O halde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver.
10.Allah’a karşı derin saygı duyarak ondan korkan öğüt alacaktır.
11,12.En büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimse (kâfir) ise, öğüt almaktan kaçınır.
13.Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.
14,15.Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.
16.Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
17.Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.
18,19.Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır.


Sadekallahul aliyyul azim




Has kardeşim HAKAN, ellerine, gönlüne sonsuz bereketi ve Hizmetlerinde kolaylıklar dileriz...

MUHAMMEDİ MuHABBetlerimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Allah razı olsun. Bizlik içerisinde hizmet ediyoruz inşallah. Hepimiz kabımız kadar anlaycağımız için Kur'an-ı Kerim surelerinin zevklerinden kendi kalp aleminde süzerek hıfz eden insanların daha hızlı yol alabilmesi için Kulihvani Canımızın bu güzel çalışmasına önemle devam etmekteyiz inşallah. Gaye ve gayretimiz Rasulullah sav. e layık ümmet olma Allah cc nun razı olduğu kullarından olabilme çabasıdır.
Ben her zaman şunu düşünüyorum. Benim kabım dar ise, anlamam, hıfz etmem dar ise kabı daha geniş olan canlar daha hızlı yol alabilir ve bundan da zevk duyarım. O yüzden her zaman bu zevkleri hızlı bir şekilde yazıya dökmeye azmediyorum...

Tüm bu hizmetleri ben olarak değil BİZ olarak yapıyoruz inşallah

Muhammedi muhabbetlerimizle...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ A’L SÛRESİ SOHBETİ

(12 Nisan 2009 Sohbeti Devamı)

Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bismillâhirrahmânirrahîm!


SÛRE-İ A’LÂ

19 âyettir.
Değil mi 19 biliyorum. Bakalım 19 âyettir.
İlginçtir bu. Besmele 19 harftir.
Besmele Kur’ân-ı Kerim’in girip kapısıdır.
Fâtiha besmele ile yani birinci âyettir Kur’ânın ve cehennem bekçileri de 19 dur Kur’ân-ı Kerimde.
19 la ilgili pek çok şey vardır. Menfi müsbet anlamda.
Onun içinde Kur’ân-ı Kerimdeki besmeledeki 19 harfin her birine hükmüne sahib olabilmek bir cehennem kapısı kapatır çünkü.
Ve bir kurtuluştur.



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

BismillâhirrahmânirRahîm

Rahmân (ve) Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.


سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى

Sebbihisme rabbikel'a’lâ. Tesbih et rabının a'lâ ismine (A’lâ 87/1)

Sebbih, tesbih et ve takdis et, sebbah et, hıfz et.
Tesbih, Sebbeha Arapçada yüzmektir.
Bir kimseye dayanmadan yüzmektir yalnız. Tek yüzmektir.
Bu gün teknikte hepimiz bilmekteyiz ki kâinâtta atom dahil tek mükemmel şekil vardır, bir hacim vardır küredir.
Doğru yoktur. Bütün doğruların teknikte mühendislikte biliriz ki, matematikte de biliriz ki doğru, en az doğru olan eğrinin adıdır.
Gerçekte.
Bu âlemde doğru olamaz çünkü. Mümkün değildir.
Bizim doğru çizdiğimiz şey büyütüldüğünde doğru değildir.
Çünkü doğru bir düzlem yoktur kâinâtta. Olamaz zâten.
Tümü küreseldir demek istiyorum yaratılanların.
Bu atomda da böyledir bütün kâinâtta da böyledir. Küre sistemi.
Çünkü DEVRAN vardır.
Atomda dönmek zorundadır var olup yok olabilmesi için bütün sistemde böyledir.
Ve asla mesnedlenemezler. Bir atom bir atoma mesnedlenemediği gibi bir küre de bir küreye mesnedlenerek gibi bir cisim olarak yürüyemezler.
Hepsinin yörüngeleri takdir edilmiştir.
Bir milim oynatsalar bir müddet sonra gökten parçaları dökülmeye başlar. Düzen bozulur demek istiyorum.

Sebbiha durmadan tesbih etmektir.
Benim acizâne anladığım kadarıyla bu atomun çekirdeği etrafındaki elektronların korkunç döngüsü, geçenlerde Tekvir Sûresinde görmüştük.
Muazzam bir iç çekim vardır.
Her kürenin merkezinde, çekirdeğinde.
Yer küresi de öyledir mesela bütün her türlü var olanı içine çeker.
Neden yapışmaz?
Çünkü merkezin dışındaki elektronlar yapışmaya çalışır.
Ancak bir CERYAN vardır. Bir savurma vardır.
Bütün mesele de burdadır zâten.
Tekniğin henüz çözemediği bir soruda bu âlemde dönerken muazzam, 1600 km hızla döndürüyorsunuz dünyayı, enerjiyi nerden alıyor diyorsunuz cevap yok.
İçine mazot doldursanız kaç gün gider diyorsunuz cevap yok.
Atom dönüyor korkunç bir hızla enerjiyi nerden alıyor.
İşin târiflere göre çünkü enerjinin dışında bir şey var orda “kün fe yekün” var. Yok oluş var oluş var.
Bunu izleyebilmediği için insan oğlu henüz izleyemediği için, ANında “YOK OLUŞ VAR OL” uşların ne demek olduğunu.

Sebbaha kökenli 7 âyet vardır Kur’ânımızda.

EL HADİD (Demir-Hududu çizen) sûresinde:


“Göklerde ve yerde bulunan herşey ALLAH’ı tesbih etmektedir. O öyle güçlüdür, öyle hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü onundur. Hem diriltir, hem öldürür. Hem O, herşeye gücü yetendir. O, ilk (EL EVVEL) ve sondur (EL ÂHİR); görünen (EL ZÂHİR) ve görünmeyen (EL BÂTIN) dir. Ve O her şeyi bilendir.” (Hadid 57/1-3)

Subhâne (masdar olarak):
(İsrâ 17/1)


Sebbaha (geçmiş zaman kipi olarak):
(Hadid 57/1; Haşr 59/1; Saf 61/1)


Yu Sebbihu (şimdiki zaman olarak):
(Cuma 62/1; Tegâbûn 64/1; Haşr 59/24)


7 yerde ve tüm zaman dilimlerini kapsayan bir tesbih etme...

Sebehâ: yüzmek, Subhânallah demek.
Sebbaha (mübalağa ile) ALLAH’u Teâlâyı tenzih ve takdis etmek. Zerrenin (atomun) ve kürrenin (kâinâtın) bir saniye durmaksızın takdir edilen yörüngede ve şartlarda kimseye dayanmadan (mesnedsiz) parmak izleri gibi tek başlarına (RABB’larıyla başbaşa), sonsuz felekler içinde yüzüp durmaları...
Her hücrenin hayy haykırışı...
Doğuştan-ölüme bir kere bile susmadan tevhid tıklayan kalbler...
Herşey; her zaman, her yerde ve her hâlde herkesle beraber sistemin sahibi AZÎZܒR RAHÎMܒl-SUBHÂN ALLAH Teâlâ yı maddî (somut) ve mânevî (soyut) noksanlık, benzetme ve zıddı var sanmalardan uzak kılıyorlar. Canlı şâhidleriyiz diyorlar...
“Zâtında, sıfatında, esmâsında, fiilinde ve hükümlerinde münezzehtir...” müezzinleri!..


Bu yedi âyet neler anlatmakta 7 Nefse…

Yusebbihu lehu ma fiyssemâvati vel'ardi. (Haşr Sûresi 24. âyet)
Yusebbihu lillahi ma fiyssemâvati ve ma fiyl'ardi (Teğabün Sûresi 1. âyet) Sebbeha lillahi (HADÎD sûresi 1. âyet)
Sebbeha lillahi ma fiyssemâvati velardi ve huvel'aziyzulhakiymu. (HAŞR sûresi 1. âyet)
Sebbeha lillahi ma fiyssemâvati ve ma fiyl'arardi ve huvel'aziyzulhakiymu. (SAFF sûresi 1. âyet)


Sebbeha lillahi ma fiyssemâvati ve ma fiyl'ardi ve huvel'aziyzulhakiymu. gibi âyetlerin şimdi şuanda semâdaki ve yerdeki kullî şey Allah’ı tesbih etmektedir.
Her şey her şeyce tesbih etmektedir.
Atom da atomca tesbih etmektedir.
Hücre hücrece. Güneş güneşce. Ay Ayca.
Her şeyler sonsuz zaman diliminde dahi durmaksızın yok edilip var edildiği için her an şe’ende olduğu için ve şu anda olduğu için bunlar.
Bizim için de öyledir. Bizim için tek AN vardır şu ANdır.
Bir sonraki AN yoktur. Bir önceki AN da yoktur.
Biz sadece bir çok dar bir yerde AN yaşarız ve bu ANlar mekik gibi şey gibi ilmek atar gibi, halı dokur gibi ya da bir sinemanın ne bileyim ben yirmi beş resminden bir resim gibi yavaş yavaş geçse eğer göreceğiz ki biz sürekli değiliz.
Ama hızlı geçtiği için bütün sistemi dizayn olarak görüyoruz ki her şey hareket hâlinde yerinde duruyor mükemmel bütün algılamalarımız değişik oluyor.
Ama sebbaha da baktığımız zaman Yüsebbihu da şu anda bütün sistemdeki her zerre özündeki Rabbısının, Şah Damarından yakın olan Rabbısının kudretiyle tesbih etmektedir.
“Yusebbihu lehu ma fiyssemâvati vel'ard.”
Yusebbihu, tesbih ediyor. Lehu, onu, kim yarattıysa onu.
Ma, o şeyler ki, Semâvati, semâların içinde. Vel’ard ve yerin içindekiler.
Cuma Sûresinin birinci âyeti.
Ve yeryüzünde kim ki ne varsa, göklerde ve yerde her ne var ise tümü O’nu tesbih ediyor.
Burada da Sebbih emrediyor Allahu Zülcelal.
“Sebbih tesbih et!”
Kime emrediyor?
İnsanda akla emrediyor. Kediye niye emretmiyor?
Çünkü kedinin ana kartına kediliği işledi.
Ömrü boyunca o kediliği mükemmel bir şekilde yapacak o.
Ki atomun dönmesi gibi âdeta.
Dünyanın kendi başına dönmesi gibi mecburen.
Her şeyin kendisinde ana programı uygulamak üzere geliyor.
Bir tek aklı olduğu için insanoğlu imtihana tabi oluyor.
Bütün imkanlar ona veriliyor.
Bütün esmâ öğretiliyor kartında. Bütün esmâlar öğretiliyor.
Esmâdan kasıt. Zât, Sıfat, Esmâ ve Eşya dönüşümüdür oluş.
Türev ve İntegral gibi girip-çıktığımızda Esmâ Eşyanın olmayan, bir adım atsa “OL!” duğu haldir.
Bütün sistemdeki eşya esmâ yansımasıdır.
Çünkü Allahu Zülcelâl kendi nurundan halk etmektedir.
Ama “al nurumu” şeklinde değildir işte bu.
“Allahu nuru’s semâvati vel’ard.” Nur Sûresi.
Allah Allahu, Allahtır Nuru’s semâvati, nuru semâların, vel’ard, yerin nuru. Semâların ve yerin nuru Allahtır.
Bunu neyle açıklayacaksın, açıklayacağız.
Semâların ve yerin nuru Allah’tır.
Allah nurundan halk etmiştir. Birinden ödünç almamıştır.
Allah var iken Yokluk-Varlık söz konusu değildir.
Onun için insan aklına, akılda Allahın yarattığı bir şeydir.
Her şey maddî ve manevî yaratılmıştır.
İlk yaratılan Nur-u Mim’in hareketinden madde, harekesinden mânâ doğmuştur.

“Sebbih, hadi tesbih et!”
“Noksan sıfatlardan beri tut Rabbını!”
Senin her şey akılla diyen aklın kendi başına kurgular yapmasın! İyi baksın bakayım!
Sebbih ismi Rabbike, ismi ile Rabbının ismi ile el A’lâ ismiyle hadi tesbih et!
Bu çok hârika bir şey.
Yine “Fesebbih bismi Rabbike’l Azîm” Vakıa Sûresinin biliyorsunuz 74, 96. âyetleri.
Bu geldiği zaman. “Fesebbih bismi Rabbike’l Azîm” geldiği zaman Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdu ki rukularınızda bunu yapacaksınız.
“Fesebbih bismi Rabbike’l Azîm” gelince Vakıa’nın âyetleri gelince rükuda “Subbane rabiyye’l Azîm! Subhâne rabbiye’l Azîm!” diyoruz.
Bu nedenle diyoruz.
Subhâne, ben tesbih ediyorum. Sebbehanın sahibini biliyorum.
Bu kâinâtta şu anda bütün zerre zikrediyor Rabbısını.
Zâhir oluşuna şahidlik yapıyor bende katılıyorum.
Fesebbih. “Subhâne rabbiye’l Azîm Subhâne rabbiye’l Azîm! Subhâne rabbiye’l Azîm!” diyoruz.
Sonra Sûre-i A’lâ de ne buyuruyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem. Efendimiz: “Secdelerinizde bunu yapın!” buyuruyor.
Sebbih ismi rabbike’l A’l┠deyiniz.
Yani “Subhâne rabbiye’l A’lâ! Subhâne rabbiye’l A’lâ!Subhâne rabbiye’l Azim!” diyoruz.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Sebbihisme rabbikel'a’lâyı okuduğu zaman: “Subhâne rabbiye’l Alâ!” buyuruyor kendisi.
Emrediyor ya. Secde et der gibi çünkü. Şimdi yap diyor çünkü.
“Sebbih hemen yap. Rabbinin a’lâ ismiyle tesbih et!” diyor.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz de hemen cevap veriyor: “Sunhâne rabbiye’l A’lâ!”.
Bunu okudu anda hemen diyor ki Subhâne rabbiye’l- A’lâ.
Ben şimdi Rabbimin A’lâ ismiyle subhan olduğunu kabul ediyorum.
Yani noksanlıklardan tenzih ederim. Anladığımı, anlamadığımı.

İsim, sahibinin kendisiyle tanındığı şeydir.
Öyle isim budur. Kâlem dediğiniz zaman kâlemi onunla tanırsınız.
Herkes onunla tanır demek istiyorum. Tanıttığı şeyle ilgilidir.
Rabbü’l nedir Rabb?
Allahu Zülcelâl Uluhîyet, küllî şeyin İlahı, Allahı olduğu makamı, târifsiz ama kendisi târif olan harf-i tarifsiz olan tek esmâdır ALLAH celle celâlihu. El takısı almaz. Bir tek o almaz. Çünkü Zâtullahdır. Zât ismidir.
Bütün esmâların torbası gibidir. İçinde yutucudur.
Rabb ise halk edilen edildiği ANda Rububiyet çıkmıştır.
O sıfatın yaratıcı gücü vardır. Eğitir, öğretir, kader çizer, yaşatır.
Tüm onunla ilgili işlemler Rububiyetin işidir.
Her şeyden önce yaratma fiil ile başlar.
Yaratıcı olma sıfatını taşır ve devamında da yürütür.
Elbette ki ressam resim değildir hâşâ.
Bunda aklın söyleyecek bir sözü yoktur…


الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى

Elleziy haleka fesevva. O rabbın ki yarattı da düzenine koydu (A’lâ 87/2)

Ellezi, o a’lâ olan, ne bir başka anlamda a’lâ’yı nasıl düşünebiliriz. Lütfullahın ayan-ı sabiteye getiren demektir. Allahu Zülcelâl bütün nimetlerini candır, bedendir, hayattır.
Bir insanın yaşadığı bu güzelliklerin tümünü bu lütfullahı ayan-ı sabite olarak bize yükleyendir El A’lâ ismi.
Kelâm ediyoruz. Ki kulluk ediyoruz. Bütün çok şeyler biliyoruz.
Bize harika şeyler nimetler vermiştir.
Bir koyun gibi değiliz.
Bu bu ayan-ı sabitemize bizim ana kartımıza yani benlik kartımıza bu lütfu getiren anlamında buyrulmuştur burada tabi.
El A’lâ esmâsından yansıma budur çünkü.
Lütfullah, Allah’ın lütfu. Ne demek lütfu?
Öyle ince bir sırla gelir ki biz kendimiz yapıyoruz zannederiz.
Yani böyle bir şeffaf bir gelişi vardır.
Sanki hiç sahibi yokmuş gibi kendimiz buluvermişiz gibi gelir, her şey.
Ellezi, o ki. Haleka, halk etti. Yani Rububiyeti açıyor şimdi. Halk etti.
Fesevva, ve tesviye etti, seviyeledi.
Fesevva bize görüş sahibliği verdi, tesviye etti, düzene soktu.
İç denge dış düzen kurdu.
Yarattıklarının çeşitli şekillerde tasvir etti.
Ve onlara lâzım ve lâyık olan âleti edavati kendine göre yerleştirdi, seviyeledi yani.
Hiç ayağı olmayan hayvanlardan eli ayağı olmayan hayvanlardan tutun, iki ayaklı, dört ayaklı, uçan kaçan her şey kendine nasıl lâzımsa ve lâyıksa o şekilde tesviye edilmiştir.
Fesevva seviyeledi. Bu seviye çok önemli bir kelimedir. Ne garip ki bizim tefsirlerimizde:


الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
"Errahmânü alel arşisteva: O rahmâni Arş üzerine istivâ buyurdu”(Tâ-Hâ 20/5)

Errahmânü alel arşisteva: Allah arşı istiva etti buyurur.
Bakarsınız Allah Arşa oturdu diye tercüme eder.
Allah Arşı seviyeledi diye yani bir doğru dürüst cevap vermekten kaçarlar. Ve Arşın ne olduğunu da bir türlü öğrenemeyiz.
Netice olarak en büyük yaratık odur. En üsteki yaratılandır.
Gibi kelimelere kaçar, kaçılır.
Errahmânü alel arşisteva Allah değil Er Rahmân esmâsıyla arşisteva.
Er Rahmân esmâsının oralara geldiğimizde göreceğiz başka şeyleri vardır. Âdemi topraktan yarattık Er Rahmân nefhası üfürdük, Er Rahmândır yine. Rahmâniyetin bir özelliğini söylemek için söylüyorum, tesviyede, seviyelemede.
Allahu Zülcelâl yaratıpta, bir hamur gibi ortaya ham bir şey atmamış. Tesviye ediyor çünkü.
Ve bu yaratılış kesintisiz sürekli devam ediyor.
Seviyeleme, küçücük bir çocuk iki üç kilo doğmuş, bebek.
Bir de bakıyorsunuz doksan yaşında başka bir bebek var karşınızda, harap olmuş bir bebek var.
Durmadan yaradılıştan sonraki seviyelenmeler sürekli gidiyor.
Seviye seviye, seviye seviye, seviye seviye gidiyor.
Fesevva, bu bir düzen içindedir.
Çünkü bu Rabb isminin Rububiyetin gerekliliği bir hükümdür.
Rububiyetin gereği olan bir hükümdür bu.
Onun içinde Allahu Zülcelal’in ismi Rabbü’l- Adl’dir.
Adâlet Rabb. Adil Rabbdır. Ne demek Adil?
İ’tidal. İ’tidal ne demektir?
İfrat ve tefriti olmayan demektir.
Maksimum, minumumu yok optimum yürüyen demektir. Optimumu ortaya seren demektir.
Allahu Zülcelâl ne bir melek ne de bir şeytan yaratmıştır insanı.
İnsan yaratmıştır. İnsan oluyorsa kendi olur.
İfrat ve tefrite girerse emredilen insan olmaktır.
Hâlifetullah o dur. Onun için diyorum Rabb, Adldir diye. Rabbi’l- Adildir. İ’tidâli emreder. Elleziy haleka fesevva.



وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Velleziy kaddere feheda. O rabbın ki takdir etti de hidayet buyurdu (A’lâ 87/3)

Kaddera, kader etti. Takdir etti. Kader çizdi.
Aya da, güneşe de, atoma da, insana da, her zerreye de her varlığının tümünde takdir etti.
Kudretini sergiledi. Azamete çıkardı.
Bakın görüyormusunuz dedi ve eşya olarak da elimize verdi, takdir ettiklerini.
Feheda, ve hidâyet buyurdu. Yürüyün dedi yani.
Bu çok yerlerde gelecektir.
Hidâyeti bizim toplumumuz sadece cezâ gibi tek yönlü alır.
Arapçada cezâ çift yönlüdür.
Cezâ da öyledir. Bunun cezâsı cennettir âyeti vardır.
Bunun cezâsı cehennemdir âyeti vardır.
Ama Türkçede görseniz hepsini hapishâneye gönderir, çünkü öyle alışılmıştır.
Haram da öyledir. Arapçada hürmet edilen anlamındadır.
Bizde ise yasak olandır. Kâbe’ye haram denir. Kadına haram denir.
Bizdeki uygulamasına bakarsak yanılırız demek istiyorum.
Hidâyette öyledir. Sıratı müstakim üzere hidâyet eyle.


اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
" İhdinas siratal müstekiym: Hidayet eyle bizi doğru yola” (FÂTİHA 1/6)

İhdinas siratal müstekiym.
İhdina bakın. İhdina. bizi hidâyet et.
Sırate’l- müstakim, Sırate’l- müstakime hidâyet et.
Bizim hidamızı oraya ver.
Çünkü dalâlete verir. O da hidâyet.
Ve göreceğiz ileride iki yol gösterdik size diye.
İsteyen oraya isteyen oraya tercihen diye.

Kaddere feheda.
Allah her şeye bir kader verdi.
Allahu Zülcelâl ilim ve iradesiyle dilemesiyle kaza ve kader etti.
Kaza; Allahu Zülcelal’in Muradullahıdır.
Kader; Muradullahın Emrullahta işleniş tarzına göre kulun tercihine göre ortaya çıkandır.
Çünkü Allahu Zülcelâl kendisi yazıp, kendisi yaşatıp da “git adam öldür!” diyecek değil hâşâ yani.
Adamı öldürmeyi ve öldürmemeyi bildirmektedir, emretmektedir. “Öldürme!” “Şimdi öldür!” Şartlar, şartlar.
Tercihin nerde kullanılacağı için Emrullah getirmiştir.
Kur’ân-ı Kerim gelmiştir. Sünnetullah doğmuştur. Sünnet-i Rasûllah vardır.
Tercihlerden dolayı demek istiyorum.
Bütün bunlar hangi cins olursa olsun, hangi varlık olursa olsun, hangi atom olursa olsun tümünün bir hepsinin kendi zâtlarında sıfatlarında, fiillerinde ecellerinde her şeylerinde kader; yürüdükleri yörüngenin adı, maddî manevî yörüngenin adı kaderdir.
Takdirdir, tecellîdir. Cella’ya gelmiştir.
Yani Lütuf ve lânet olarak şu anda cem’e gelmiştir, tecellî etmiştir.
Bakalım ne olacak diye. Hangi kararı verirse Allahu Zülcelâl onu yaratacaktır.
Yaratır yani. Çünkü böyle yaparsan yapma şöyle yaparım.
Yap seni Dâru’s- selâma sokarım gibi açık net âyetler vardır.
Ve Zerre miktarı olsa hayrınızı göreceksiniz. Zilzal Sûresinde.
Zerre miktarı da olsa şerrinizi muhakkak yerahu onu görürsünüz. Göreceksiniz yani.
Çünkü neden takdirle, kaza ayrı şeydir.
Kaza; ben şimdi bardağı kıracağım, Allahu Zülcelal’in kazası bu.
Mutlaka ben kıracağım değişmiyor yani.
Kader;
Kaza da ya muallaktır. Değişebilecektir. Mesela sadaka ömrü uzatır.
Ya da mübremdir asla değişmez.
Bu bardağı kırmamız böyle ise eğer benim kazamda varsa bu kaderimde tecellî edecektir.
Ben alır da karşı duvara vurursam suçlu olurum.
Kalkarken hiç farkında olmadan ayağım başka bir şeye takıldı, gitti bardak kırıldı.
Yine ben kırdım fakat benim böyle bir nefsimin, özümün bir karar verişliği yok.
Ben buna bir kasıt yapmış değilim yani.
Ben kırdım doğru ama işte kazaen diyorlar insanlar arasında kazaen oldu. Bu anlamda söylüyorlar, yani kendi tercihi değil diye.
Onun başka sebepleri vardır.
Evet. Takdir etti ve yollarını gösterdi.
Takdir etti, çekirdeğe dedi ki senin şah damarından yakın sabit olan benim.
İnsana da böyle dedi.
Ey insan dairesi senin merkezinin, merkezinin merkezinin daha ötesinde en yakın sonsuz da gitsen ulaşamayacağın bu huninin ucunda farz etki orada Rabbin vardır.
Ve Rububiyetini şu an fiilen yapmaktadır.
Diri olarak Hayy Esmâsını üfürmektedir orada.
Ordan almaktadır. Tıpkı cereyan alırcasına. Her yaşayan, her dönen.
Biz sadece insan olarak can olarak görmekteyiz.
Fakat atom olarak düşündüğümüzde de yok ediş - var edişte Allahu Zülcelâl fiilen işinin başındadır.


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
" Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin.: Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân 55/29)

Her an şe’endedir âyeti vardır. Her an şe’endedir.
Ve ne yaptı. feheda herkesin yörüngesini tayin etti. Düzenledi.
Ne bileyim bir atomda birinci yörüngede iki tane olacak elektron, oldu.
Ondan sonrakinin dolması için sekiz tane olacak, oldu.
Eksik olanlar birbirinden alacak, aldı.
Ama herkes yine kendi yerinde dönüyor yalınız.
Ve herkesin yörüngesindeki hidâyetinin çizgisi de bellidir.
Bu seyirler, yörüngedeki seyirler. Hareketler.
Tek yalın şeylerden bakıyoruz ki çok bileşik cisimlere doğru her türlü bitki, hayvan bütün bunlar incelendiğinde insan aklına hayret veren, dehşete düşüren ancak aklın nakille buluştuğunda eşleştiğinde çözebileceği muazzam sırlar ilim, bilim yüklüdür.
Bunların tümü Kudretullah ve Azametullah.
Kudretullah, potansiyeldir çünkü. Uluhîyettedir.
Biz onu bilemeyiz. Nelere gücü yeter acaba diyemeyiz.
Ama Azametullahı görürüz. Gök gürlemesi gibidir.
Atomun dönmesi gibidir. Bütün kâinâtın var oluşu gibidir.
Azametullah ortadadır.
Ama bütün bunlar hidâyet tecellîleridir yalınız.
Hepisinin tümünün oluş sebebi Allahu Zülcelâlin takdir ettiği şeylere küllüsüne bir yol gösterişi ve uygulatışıdır. Tecellîsidir.

İnsanda böyledir. İşte dışta, iç dengesinde, dış düzeninde bu tür hidâyet çizgileri içinde yürür.
Özellikle akıl, özellikle akıl ilahî çizgide yürümesi tasavvuf tümüyle budur.
Çünkü akıl ana tahtadır.
Yaratan da yaratılanda akıl üzerine yazılır İslam Dininde.
Akıl, Allahu Zülcelal’in aynasıdır.
İnsan ancak aklında görür her şeyi.
Aklı çekersek yaratan ve yaratılan kalmaz.
Aklı olmayanın dini yoktur budur.
Bütün bu kâinâttaki böyle takdirsiz bir yaratık bulunmayışı, illa takdir edilecek, kaderi olacak ve fehedası olacak bir çizgizi yörüngesi bir yolu olacak mutlaka ama.
Mutlaka olacak. Ama bunlar miktarsız değildir.
Bu kaderin içinde miktarda vardır. Sınırsız da değildir.
Hepsi izafi, eğreti, geçici sanki sanal gibi bir hakikattir.
Kullandıkları bütün hayvanlardaki içgüdü, cansız zannettiğimiz cisimlerdeki doğa kanunu denilen, hangi doğaysa o dedikleri fakat ilahî kanunun tecellîsi küllî kudretin, küllî iradenin ona verilen özel bir bilgisayar programı gibi yürüttüğü şeyler tümü sınırlı sorumludur.
İşte bütün bu yolları takdir eden ve yollara koyan yollara düşüren öyle bir Rabb Celle Celâlihunun şanı şerefidir.
Bu ilahî kudret ve ilim mutlaka hidâyete muhtaç olan yani bir yörüngeye, bir yola bir yürünmesi gereken bir kadere muhaç olan, memur olan, mahkum olan bir insan aklı düşünün, bunu görmek zorunda demek istiyorum.
İnsan aklı bunu görmek zorunda ve bütün bunlar birbirine çok bağlıdır.
Ne bileyim ben güneşi çekersek bütün besin kaynaklarının tümünü çekmiş oluruz.
Dirilir, dirilik veren besin kalmaz kâinâtta.
Elektrik enerjisi, atom enerjisi vs. enerjisi değil bu dediğimiz bizzât güneşten alan yeşil enerji diyor.
Yeşil Ateş diyor daha doğrusu Kur’ân-ı Kerimde Yâ Sîn Sûresinde.
Bu yeşil ateşe henüz insanlık bilimi ulaşamamıştır.
Çünkü mc2 değildir en az mc7 dir. Bence Mc üzeri yedidir yani.
Bu enerjinin çok üzerindedir. Özel bir şeydir.
Ambalajla geldiği için bitkiler fotosentez yapıyor. Ambalaj bunu sarıyor. Hayvanlar yiyiyor. Ot yiyenler yiyor. Ot yiyenleri et yiyenler yiyor.
Bizde etten ottan yiyip duruyoruz.
Fakat bir insana eğer güneş enerjisinden elde edilmemiş besin verilmesin diriliği sürdüremeyecektir.
Bunu açıklayan âyetler de vardır. Her şeye hilkatini verdi.
Sonra da dosdoğruya giden yolu gösterdi, demin dediğim gibi.
Tâ-Hâ mesela 50 âyeti bu şekildedir.
Bunun açıklaması anlamındadır.
Biz bunları çok çeşitli şeylerde teknikte biliyoruz.
Bir, dünyanın eksenin şu kadar derece eğik oluvermesi mevsimleri doğurur.
Birisi birisinin yörüngesinde döndüğünde nüfuzunun gelişi gidişi bir sürü şeyleri bunları biliyoruz ki bildiğimiz şeylerdir.
Başka suyun sıkışmaması, gazın müthiş genişleme ve büzülme özellikleri oluşu.
Ama suyun asla sıkışmaması.
Ne bileyim ben suyun +4 derecede en ağır oluşundan dolayı buz dağlarının altında sera gibi bütün denizin en büyük balık üretim yeri buzdağlarının altıdır.
Çünkü +4 derecede su en ağırda aşağıya gidiyor.
Donsaydı da yerin dibine batsaydı.
Bütün aşağısı Buz, buzla denizi olacaktı böyle bir şey olmuyor.
Bunlar tüm bir hikmettir. Neden +4 derecedir. Çünkü +4 derece i’’tidaldir, adâlettir.
İfrat ve tefrit değildir ve muhteşemdir.
Ve bunları takdiri anlatmak için arz ediyorum.
Takdir etti ve herkese ne işi yapacağını da hidâyeti de gösterdi yani. İnsanlarda da böyledir.
Bu böyle bir gül fidanı yaptı. Her şey güzel güzel geldi.
Evet Velleziy kaddere feheda.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ A’L SÛRESİ SOHBETİ

(12 Nisan 2009 Sohbeti Devamı)

Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bismillâhirrahmânirrahîm!


SÛRE-İ A’LÂ


وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى

Velleziy ahrecelmer'a: rabbın ki o İbni mer'ayı çıkardı (A’lâ 87/4)

Velleziy ahrecelmer'a.
O ki, o Allah o Rabbül âlemin ki ahrece çıkardı.
Elmer’a meradan çıkardı. Fece'alehu ğusaen ahva.
Şimdi mer’a nedir?
Mer’a, bizim bildiğimiz mer’a açık seçik ekilmemiş yerdir mer’a.
Mer’a ne demek?
Hep aynıdır. Mer’a görüntüye çıkaran yerdir. ra görmektir.
Me, me de işte onun, bu işi yapandır yani.
Saçı kesmektir makas kesen gibi yani.
İdaredir, Müdür dediğin zaman o işi yapandır.
Arapça kolay bir dildir. Onu demek istiyorum.
İlla bir yere çakılı kalmak zorunda değiliz.
Mer’a mesela şimdi yanımda Hacı Mahmut var o da diyor ki mer’a otun çöpün çıktığı yere denir yani.
Peki tavuğun yumurtası da mer’a değil mi?
Bekar, bâkir doğum yapmamış bir kızımız da mer’a değil mi?
Velleziy ahrecelmer'a değil mi?
Tümüne ama. Her diriyi bir diriden bir mer’a dan çıplak rece çıkardı.



فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى

Fece'alehu ğusaen ahva: Sonra da onu karamsı bir sel kusuğuna çevirdi (A’lâ 87/5)

Fece'alehu sonra ne yaptı onları ğusaen ahva her şeyler oldu.
Yani hayatın bütün neşelerini güllerini, gülistanlarını gördü sonra onu kapkara bir sel köpüğüne çeviriverdi.
Bir gübre hâline getiriverdi.
Kömür hâline getiriverdi. Turp hâline getiriverdi. Yerle bir etti yani.
İnsan olsun, varlık olsun. Bir sel kusmuğu hâline getirdi. Ğusa, kusmaktır.
Tıpkı sel sularıda dağlarda çok görürüz Hasandağında felan.
Sel gelir orda, oraya böyle sümükler gibi şeyler bırakır.
Köpük artıkları bırakır. Üzerinde çer çöp olur.
Yani işe yaramayan bir yığın hâline gelir.
Orda yaprak şu bu felan sel kusmuğu, sel kusuğu, sel kusmuğu.
Bu işe yaramayan karışımlardan da meydana gelmiş anlamında, işi yapamamış anlamında.
İsli karamsı, esmer olan renkte ğusaen ahva simsiyah karamsı bir kusmuğa dönüştürür.
Biz bunu çok şeylerde görüyoruz teknikte.
Bütün şu andaki şeylerin petrol enerjilerinin temelinde yatan şey bitkidir.
İster kömür olsun, ister petrol olsun.
İsterse yer altı gazı olsun.
Tümünün temelinde yatan şey bu kusmuğun çıkardığı zaman içindeki çıkardığı şeydir.
Taş kömürü de böyledir. Diğerleri de böyledir. Bunu biliyor bunları.
Tamamen bu yığılmanın katmanlaşmanın sonunda gelişim içindeki bir hizmettir.
Sonu şudur denizler gibi petrollar, Petrolu kullanılmaktadır şimdi burada.
Tüm dünyada. Bir zamanların ter taze böyle taze taze çiçekleri gibi çiçekli ağaçların hepside sonuç olarak bu hale geldiler yani.
Siyah kömürler hâline geldiler. İnsanlarda öyledir.
Herkes neticede yerle bir olur yarım nefes kesildiğinde.



سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى

Senukriüke fela tensa. Bundan böyle sana Kur'an okutacağız da unutmayacaksın (A’lâ 87/6)

Senukriüke fela tensa. Senukriuke, se yapacağız, senu, biz yapacağız. Ikrake, sana okutacağız. Fela tensa, unutmayacaksın. Sana bir okutacağız. Karae okutmaktır.
Sana biz okutacağız ve unutmayacaksın.



إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى

İlla ma şaallahü innehu ya'lemülcehre ve ma yahfa: Yalnız Allahın dilediği başka çünkü o açığı da bilir gizliyi (A’lâ 87/7)

Ancak Allah’ın dilediği hariç.
Çünkü hiçbir şey unutmayacaksın değil.
Allah’ın dilediği hariç.
Çünkü uluhîyetin şartları nedir?
Kaza ve kader tayin edecek, kendi iradesiyle yapacak ve dilediğini yapacak.
Allah kaza, kader irade ve meşiyetiyle yaratır.
Dilemesiyle yaratır çünkü.
Bir başkasının karar verme, engellemesi olamaz.
Burda Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesselleme buraya kadar anlatılan şeylerde bunları biz sana anlatacağız.
Kâinât Kur’ânında anlatılıyor, beden Kur’ân’ında anlatılıyor.
İnsan bedeni Kur’ânında anlatılıyor.
Elimizdeki Kur’ân-ı Kerimde anlatılıyor.

Yine Şu’ara Sûresinin 52. Âyetinde de “Sana böyle işte emrimizden bir ruh vahyettik. Oysa sen kitab nedir bilmezdin.” Buyuruluyor.
Bu ruh her aklı olan insanda vardır.
Hepimizde ve bu üfürülen ruh bizdedir şuanda.
Hakikatı Rabb, Rububiyetin hakikatıdır bizdeki.
Uzantısı gibidir yani.
Ve hepimizdeki ruh bir tek ruhtur.
Ve hepimizin şah damarından yakin olan bir tek Rabbdır.
Çok ilginç bir bağdır bu yalınız.
Normalde insanlar zannederler ki her kesin şah damarından kendine mahsus bir Rabbı varmış gibi halbuki Rabbu’l- Âlemin bir tanedir.
Bunu anladığımız zaman hani şu vahdetçiler vardır ya.
Bu anlaşılmış olsa o târiflere sığmayacağını anlar.
Herkes kendi vicdanında.
Onun için Rasûlullah Sallalahu Aleyhi Vesselleme buyuruyor ki:
“Sana böyle işte emrimizden bir ruh vahyettik. Oysa sen kitab nedir bilmezdin.”
Burada ne buyuruluyor “Senukriüke fela tensa”
Biz sana bunu bir okutacağız hiç unutmayacaksın.
Kitab nedir, okuma nedir bu şeylerin hükmü bilmezken Ruhul Emin, Ruhul Kudüs Cebrail vasıt Aleyhisselâm.
Kimdir Cebrail a.s? Melek nedir? Meleke nedir?
Bunları Kur’ân-ı Kerimin diğer sûreleri geldikçe hep göreceğiz.
Gökyüzündeki bu kadar melekler, bizdeki melekler.
Bunlar melekeler, yetenekler, şunlar bunlar nedir.
Niye ne denmektedir inşâallah göreceğiz.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimize bakın A’lâ Sûresinde buyuruluyor bu.
Daha ilk defa söyleniyor. Sana öğreteceğiz diye.
Ben okuma bilmem demişti daha önce.
Senukriüke fela tensa asla unutmayacaksın.
Bu muazzam bir kaderi insana gösteren, anlatan bu muhteşem âyeti celile ancak Allah dilerse başka, Allah’ın dilediği hariç.
Çünkü Allahu Zülcelâl bir kader takdir tayin ediyor, takdir ediyor.
Ve bu kader içerisinde sistemi yürütüyor.
Burda nesredilen âyetler vardır.
Biz herhangi bir âyeti nesreder kaldırırsak ve unutturursak ondan daha hayırlısını mislini getiririz âyeti kerime vardır.
Onun içinde Allahu Zülcelâl ancak Allah dilerse başka. Bunları unutursun.


وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى

Ve nüyessirüke lilyüsra : Ve seni en kolay yola muvaffak kılacağız (A’lâ 87/8)

Ve nüyessirüke seni müyesser kılarız.
Lilyüsra, Yüsr olana, en kolay olana seni muaffak kılacağız.
Ve nüyessirüke lilyüsra muhakkak ki en kolaya seni müyesser kılacağız, muaffak kılacağız.
Burda Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimize insanların akıllarına naklin nasıl anlatılacağı, kendisine nasıl verileceği ve kendisinin de nasıl insanlara bunu aktaracağı açıkça hâlim bulunmakta, tebliğ edilmekte, bildirilmekte ve öğretilmekte.
Bunun için de bütün kolaylıkların kendisine muvaffak kılınacağı bildiriliyor.


فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ الذِّكْرَى

Fezekkir in nefe'atizzikra : Onun için öğüd ver: öğüd fâide verirse (A’lâ 87/9)

Fezekkir, sen zikret, an, söyle.
Neyi?
Sana kolay kılınanı. Başka aklın anlaması mümkün olmayanı.
Çünkü tek akılla yürüdüğü için sen ilahî nakli Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem olarak Allah’ın görevli Rasûlü olarak nakli aklın yanına koş. Başka başaramaz çünkü.
Başarmak mümkün değil zâten.
Bu kişinin bileşiğinden biz oluşur.
Biz olduğu zaman şehadet olur. Doğru olur.
Akıl tek başına kaldığı sürece aynen elektrik gibi Keban’dan gelen hat iki tanedir.
Birisi toprak hattıdır diyorsun.
Elektrik yok gözüküyor kesersen elektriği kesiyorsun çünkü birlikte gelebiliyor.
Toprak hattı akıl gibi, nakil gerçek kontrol kâlemine cevap veren gibi fakat birlikte oldukları zaman iş yapılabiliyor.
İ’tidal, aynen tevhid gibi Lâ İlâhe İllallah gibi şahadete dönüşüyor.
Her türlü zıtların gübre ili gülün buluşması gibi.
Gübre ile gül tohumunun birleşmesi gibi netice böyle.
Bir incir çekirdeği ile gübrenin buluşması gibi netice efendim seleler dolusu bal baklava hâlinde incir.
Ama aşağıya baktığımızda gübre ile tohumu görüyoruz.
Fezekkir zikret, an. Unutma, unutursan hatırlamaya çalış.
Fezekkir in nefe'atizzikra, bu Kur’ân-ı Kerim’in içindeki anlatılanların tümünü oku, an, unutma, unutturma zikret çünkü.
Fezekkir in nefe'atizzikra eğer zikir fayda verirse, menfaat verirse.
Nefea, menfaatte buradan gelir.
Nefe'atizzikra eğer öğüt fayda verirse öğüt ver.
Fezekkir in nefe'atizzikra, eğer ki nefati, menfaat verecekse Ezzikr, zikir menfaat verecekse, verirse.
İn çünkü bir şüphe haticer yani şüpheye çeker. Zariyat Sûresinin 55. (ZÂRİYÂT sûresi 55. âyet)
Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu'minin
Âyeti kerimesinde Allahu Zülcelâl öğüt ver çünkü öğüt mü’minlere fayda verir. in nefe'atizzikra eğer onlar mü’minse gibi. Zariyata göre.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem mutlak olarak öğüt vermekle memur ve görevlidir.
Kendi görevi budur. Peygamberlik budur. Rasûlluk, Rasûlullah’lık budur.
Allah’a ulaştırıcı, irsal edici, götürücü, sal ettirici oluşundan dolayı zâten bu ana görevidir.
Bu kadar etkili ve yetkili olan bir Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem’in çok açık ve seçik öğüdü muhakkak ki muhataplarına fayda vermesi lâzım.
Eğer vermiyorsa istemiyorlarsa bu gerçekten bir kahır sözü gibi yani eğer büyük bir fayda verirse.
Demek ki vermeyeceklerde çıkacak yani.
Öğüt ver öğüt, çünkü öğüdün bir faydası olduğu muhakkaktır der gibi ama olmazsa da ne buyuruyor Allahu Zülcelâl:
“Rabbinin hükmüne sabret.” Rabbinin emrine sabret. Sen söyle. Bekle. Neden?
Çünkü sen Tevbe Sûresinin biliyorsunuz sonunda gerçekten izzetli bir elçisin.
Mü’minlerin zorlanması ona ağır geliyor.
Onun için Raufur Rahîmdir. Üstümüze titriyor. Merhametli ve şefkatlidir âyet bunlar.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin mü’minler üzerindeki ne kadar kıymetli olduğunu.
Ama in nefe'atizzikra eğer vermeyecek menfaat vermeyecekse üzülme. Şuara Sûresi 3. âyet (ŞUARA sûresi 3. âyet)
Lealleke baniun nefseke ella yekunu mü'minin)
İman etmezler diye belki arkalarından esef edip kendini üzeceksin.
Bu da âyet. İman etmediler diye üzüleceksin.
Arkalarından, anlatacaksın anlatacaksın, zikredeceksin, zikredeceksin ama almayacaklar.
Sonra Bizim zikrimizden yüz çevirenden sende yüz çevir o zaman. (ŞUARA sûresi 3. âyet)
Lealleke baniun nefseke ella yekunu mü'minin).
Öğüt ver eğer öğüt bir fayda verecekse. Emrediliyor. Öğüt ver emri var.
Arkadan da deniliyor ki bundan alanlarda olacak, almayanlarda olacak.


سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَى

eyezzekkerü men yahşa : Saygısı olan öğüd alacaktır (A’lâ 87/10)

Şimdi açıklıyor kimler öğüt alacak.
Seyezzekkerü kesinlikle zikredecekler men o kimseler ki.
Yahşa. haşyet duyuyorlar.
Haşyet nedir?. Huş oluştur, hoş oluştur.
Bu nedir? Korku mudur? Daha var korkuyu da alır içine.
Sevgi midir? İçine alır. Saygı mıdır? İçine alır.
Bu hayran kalıştır bir anlamda haşyet.
Onun için namazda huşu ve huz’u denir.
İç huz’usu, huzurda hazır oluş.
Şah damarından yakın olan Rabbısıyla namaz kılış.
Allahuekber dediğinde Onun kendi özünden de içeride olduğunu biliş.
Vallahî bi kullî şeyin muhît hava gibi dışta da yutmuş olduğunun şuuruna vardığı zaman içeride huz’u olur huz’u. Hazır olur çünkü.
Sanki namazı Rabbısı kılıyor kendisi de çay bardaklığı yapıyor gibi.
Gerçek Kâbe, diri Kâbe hâline dönüşü verir çünkü.
İçerde huz’u, dışarıda muazzam bir haşyet doğar.
Atomda da var. Galaksilerde de var.
Çünkü Yusebbuhu lehu mafi’s semâvati ve’l- ard.
Şimdi şu anda zâten üzerimizde trilyonlarca atom korkunç hızla dönmekteler.
Ve birbirlerine dokunmadan dönmekteler.
Muazzam bir sistemin içinde tesbihat var zâten.
Fezekkir yani zikretmektedirler.
Her şey her şeyce zikretmektedirler.
Bir tek insan aklı imtihanda olduğu için bir türlü zikre oturamamaktadır.
Sebep şu bu fark etmez.
Ve sebeplerin başında geleni de nursuzluktur.
Nursuzluğun sebebi şuursuzluktur.
Yani kişi Muhammedî bir gayret taşıyacak, bu akıl diyecek ki bana bir nakil lâzım.
Ben nakille eşleşirsem şehadeti doğururum diyecek.
Bu nakli hep dışarıda arayacak normal olarak.
Neden sonra anlayacak ki şah damarı denilen meğer Nur-u Mim miş.
Şah damarından yakin olan da Nurullah kendisiymiş.
Bunu anladığı zaman, kendi özünde bunu duyduğu zaman içinden yanan bir ampül gibi gölgesini kaybedecek.
Kendisi nur hâline gelecek. Nur’un a’lâ nur olacak.
Bu bunu dikkat edelim diye söylüyorum.
Seyezzekkerü men yahşa işte böyle oldu mu men yahşa bu kişiler haşyet duyan kişilerdir.
Artık yanan bir ampül gibidir dışları.
Huş’u içindedir. Hiç tereddüt şüphe, şu bu hiçbir şey kalmamıştır.
Fiilen şu anda diri olarak, Hayy olarak zâhir olarak Rabblarının iş başında olduğuyla biledirler.
Kendilerinin bu nedenle yaşadığını ve bu tesbihata fiilen katıldıklarını anlarlar.
İster namaz kılsın, ister yemek yesin, isterse başka bir şey yapsın.
Hiç değişmez bu çünkü. Bu değişmez. Kalbin çalışması gibidir.
Atomun dönmesi gibidir. Fiilen olan iştir bu.
Doğrudan doğruya olmakta olan iştir.
Haşyet içindedir bu. Hayrandır yani. Diyecek bir şey bulamaz.

Bizim Antalya’da Sabah vardır meczup.
Öyle dedi bana.
Gökleri göstererek: “Hacı abi Hacı abi Maşallah ne güzel yapmış.” Görünürde meczup sanıyoruz ama Allahu Zülcelâl diyor ki Maşallah Maşallah ne güzel yapmış. Her şey yerli yerinde.
Seyezzekkerü men yahşa.
Sen ancak Seyezzekkerü zikredecek men yahşa haşyet duyanlar.
Haşyet Allahu Zülcelal’in muazzamlığına Azametullah ve Kudretullaha bakarak.
Bu korku yılandan korkmak gibi değildir. Bu korku şudur.
Doksan yaşındaki dedesi bastonunu kaldırıyor.
Torununun kafasına patlatıyor. O elini kaldıramıyor.
Korkuyor dedesinden. Dedesini üfürse yere düşürecek ama bu korku ne korkusu.
Bu korku geçmişin, geleceğin.
Bütün dedesinin kanının, canının tümünün saygısını, sevgisini vs. sini taşıyan bir korku.
Haşyet böyle bir korkudur. Havf gibi değildir.
Yılandan korkar gibi korkmak değildir.
Büyüklüğü karşısındaki Azameti ve Kudreti karşısındaki nefsin baş eğiş korkusudur.
Böyle bir haşyet böyle bir algılama olduğu zaman aşıkların namazında haşyet ve huz’u yoksa bu olmaz. Seneler önceydi.
Korkuteli’nde bir öğle namazı kılarken sol tarafıma bir çarpkın geldi.
Aşk vurgunu adam geldi.
Çünkü o geldiği zaman oranın havası değişti.
Kara kuru bir adam. Böcek gibi bir şey yani.
Adam da öyle kelli felli değil.
Kafamı karıştırdı, içimi karıştırdı. Oturdu.
On on beş dakika var ya da biraz vakit var.
Ve gözünden yaş dökmeye başladı. Benim aklıma gelen şey şuydu.
Hadisi Şerif vardı bir tane.
İki kişinin gözünün yaşı hazır bekler.
Bir münafık bi de aşık diye. Bunların gözyaşı hazır durur.
Ufacık bir şey oldu mu indirirler bunlar. Bu hadis aklıma gelir gelmez dönüverdi bana.
Dedi ki: “Erenler, Allah için değilse bin rekat namaz kıldırırım Allah hakkı için burda.” dedi.
Bin rekat namaz kıldırırım ben ona eğer Allah için değilse diyor.
Ben düşünüyorum sadece. Konuşmuyorum adamla.
Sadece bu hadis aklıma geldi o kadar.
Ama direk bana döndü dedi ki eğer bu Allah için değilse göz yaşı bin rekat namaz kıldırırım buradan kıpırdamadan diyor.
Bu bir haşyettir çünkü.
Bu iyi bir insan olmak, kötü bir insan olmak ne bileyim ben suçlu suçsuz, günahkar günahsız bunlar değil bu.
Onlar aynı şeyler. Bu benim dediğim işin aslını anlamak.

Seyezzekkerü men yahşa.
Sen ancak haşyet sahibi olanların, onlar kim ki haşyet duyuyorsa zikredecekler.
Haşyet duymayan niye etsin.
Muhammedî şuuru bilmeyen nerden bulacak Muhammedî nuru. Muhammedî Nuru bulmayan Muhammedî Sururun neresinde olacakmış. Lafınan mı olacakmış.
İşte hocamın okuyun bakın.
Namaz kılanlara ne biçim konuşmakta, ne kadar ağır konuşmakta ve doğru konuşmakta.
Öküz yapar onu diyor öküz yapar diyor.
Akşam oldu mu senin yaptığını camiye geldiğin gibi o da eve gider diyor.
En ağır kelimeleri kullanıyor.
Niçin yapıyor?
Ben bunu söylemek zorundayım diyor.
Niye söylemedin denecek bu bana diyor.
Haşyet yok diyor. Nerde haşyet nerde?
Allahuekber ne Allahuekber nerde Rabbul âlemin nerde?
Kâbe’de mi? Şah damarından yakın mı?
Canından da yakın mı?
Can ne ki can ne ki. Nefasıdır Rahmânın. Üfürdüğü şeydir.
Esmâsıdır sıfatı, zâtı.
Ama kendisi ne buyuruyor Şah damaranızdan yakınım buyuruyor.
Kendisi, kendisi. Rabbül Âlemin böyle buyuruyor.
Dışarıda ellerinizin üzerinde elim var diyor.
Hangimizin elinin üzerinde eli var. Neden yok?
Allahu Zülcelâl doğru buyuruyor.

Sadakallahulâzım. Allah, Azîm olan Allah gerçek buyurur:
“Yâ Muhammed sav. Kim ki sana biat ediyorsa ellerinizin üzerinde yediullah var.”
Biat nedir? Tabi oluştur. Ne bakımdan tabi oluştur?
Yürek bakımından tabi oluştur.
Şah damarının içindeki bakımından tabi oluştur.
Hepimizin içindeki bir olan Rabbi buluş bakımındandır.
Peki bu pisler, paslar bu engelleler neler bunlar neden var.
Şu leş dünyası için var. Çöplük için var hep.
Biz bu leşten, bu pis kokulardan, bu yalıtımlıklardan iletkenliğimizi durduran bizim nurumuzu engelleyen bu şeylerden nasıl çıkacağız. Nasıl? Nasılı bu dışardan alacağımız şeyler İlim, Edep, İrfan, Erkandır.
Bunları içerde kullanmak zorundayız.
Çünkü biz Nurullah’ı ve Nur-u Mim i şah damarımızdan yakın noktadan alırız.
Dışardan alıp ithal edilen bir şey değildir.
Onun için Muhammedî Melâmette özellikle, özellikle bizim izlediğimiz izde. Biz Muhammedî Melâmet yolu izleriz.
Yani Allahu Zülcelal, Kur’ân-ı Kerim, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem, Ali Keremullahî veche ve bu tarafa gelenkiler tüm Muhammedî Melâmilerdir halk taşa tutar onları.
Ama onlar Allah’ın izni ve inâyetiyle daima halkı bir tarafa, afedersin çöplük hayvanları gibi eliyle iter kendi yoluna devam eder.
Kendi yolu nere?
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin izidir.
Hiçbir zaman ölmeyecek kadar ordan alır, saldırmadan, hücum etmeden. Yaşayacağı kadar alır.
Geri kalanı sizin olsun der.
Seyezzekkerü men yahşa.
Ancak haşyet duyanları, ancak haşyet duyanlar zikredecek.
En son Hakan tarafından 12 May 2009, 12:23 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى

Ve yetecennebühel'eşka: Pek bedbaht olan da ondan kaçınacaktır (A’lâ 87/11)

Ve yetecennebühel'eşka.
Eşkiyalar ne yapacak?
Eşka, şaki olan demektir.
Eşkiyadır, evliya değildir yani.
Bunlar içtinap edecek, kaçınacak, çekinecek, sebep bulacak, itiraz edecek.
Rıza bulamayacak.
Şikâyet edecek, şükür bulamayacak bunlar.
Çünkü bunlar şaki tabiatlı oraya tercih etmiş insanlardır.
İnadı vardır, kini vardır, kibiri vardır, alacağı vereceği durmadan tam tamına bir çöplük hayvanıdır yani.
Bunu çöle çekmek çok zordur. Bu eşkiyayı.
Hele bir bu da evliya elbisesi giyerse.
Kuzu postu giyerse kurt gibi.
Yandı bizim Müslüman sürüsü yani. Yandı.
Böyle hadisler de vardır.
Onlar o gün kuzu postu giymiş kurtlar gibi saldırırlar Müslümanların sürülerine.
Seni Allah’a götüreceğiz, şuna götüreceğiz, buna getireceğiz Takar takar ipi çeker.
Allah korusun. Çünkü eşkiyadır, şakidir.
Ve yetecennebühel'eşka Kim bunlar?



الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى

Elleziy yaslennarelkübra: O ki en büyük ateşe yaslanacaktır (A’lâ 87/12)

Bu şaki olan kim Elleziy o ki yaslennarel sall bakın sallı görüyorsunuz. Sall ederler.
Nereye?
Ateşe.
Hangi ateşe?
Elleziy yaslennarelkübra.
En büyük ateşe. Sonsuz ateşe yani. Sall ederler.
Ellezi yasla, sıla ederler.
Onların sılası neticede varacakları yer dinde, dünyada âhirette acıdır.
Nura sahib çıkarlar onlar.
Nura sahib çıktıkları için nar olurlar.
Kendi cehennemlerini kendileri doğurur zâten.
Kendileri doğurur zâten. Burada doğurur onlar.
Çünkü onların için zâten ateştir.
Bunlar vardır kendilerinde zâten.
Onun için Nur-u Muhammedî sav. i alamazlar. Paslıdırlar.
Fiş de bulsanız, priz de bulsanız alamazlar.
İçinde de yaşasa alamazlar. Alamamıştır.
Nuh as. Karısı peygamberler doğurmuştur. 1050 sene yaşamıştır. Alamamıştır.
Gabirun olmuştur. Gebermiştir yani. Geri dönmüştür.
Oğlu da öyle olmuştur Allah korusun.
Âhirlanmıştır Allahu Zülcelale.
Hani benim ehli beytimi koruyacaktın.
Oğlum bak ben dağa sığınırım dedi.
Benlik dağına sığınacakmış. Dalga vurdu. Cahillik etme.
O senin ehli beytin değildir âyettir.
Ve istiğfar etmektedir hemen cahil olmaktan sana sığınırım diye Nuh as.
Bu böyle bir dindir, böyle bir kitabtır.
Bakın her kişi kendi şah damarından yakın olan ve bir tane olan Rabbımıza bağlı iken özümüzün özünde o var iken ve hepimizin elimizin üzerinde peygamber efendimizin eli var iken dışarıda Vallahî bi küllî şeyin mühit iken nasıl parça parça yüreklerimizdeki bu kopukluklar, bu paslar, bu pisler nasıl bütün dinimizi, dünyamızı, âhiretimizi darmadağın ediveriyor. Kim bunun sebebi tüm? İnsan aklıdır.
Elleziy yaslennarelkübra bu eşkiyalar sıla olarak en büyük ateşi seçmişler ve akmaktadırlar.
Burdaki yasla, akarak gitmek, sıla etmek isal etmek.
Netice ben sall olarak burayı seçtim.
Hiçbir zamanda bunlar. Niye sall kullanılmaktadır.
Deseniz ki yanlış gidiyorsunuz.
Derler ki hayır biz doğru gidiyoruz.
Yani illa ateşi görmeden durduramazsınız yani.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى

Sümme la yemütü fiyha ve la yahya: Sonra ne ölecek onda ne hayat bulacaktır (A’lâ 87/13)

Peki ne olur orda bunların akıbeti.
Sümme, sonra yani biraz sonra ama.
Arapçada ve vardır, te vardır. Ve biraz sonra, te mütebiken.
Sümme, daha sonra yani bir müddet sonra.
Sümme la yemütü o büyük ateşe.
Ne demek büyük ateş?
Asla ölemezler. Fiyha onun içinde ve la yahya dirilemezlerde.
Ne yaparlar? Can çekişirler.
Sümme la yemütü fiyha ve la yahya. Ne ölebilirler, ne de yaşayabilirler.
İşte Seyezzekkerü men yahşa, saygısı olanlar zikredecektir Rabbül Âleminin Ve ma kaderullahe kaderuhu.
Allah’ın kadir ve kıymetini takdir edemediler diye birkaç yerde dört beş yerde âyet vardır.
(ZÜMER sûresi 67. âyet, (HAC sûresi 74. âyet) (EN'ÂM sûresi 91. âyet) (MÜ'MİNÛN sûresi 18. âyet) (ZUHRUF sûresi 11. âyet)
Allahu Zülcelâlin bu kadar hizmetini gördüler, nimetlerini gördüler ve kaderini yani takdir edemediler kadrini kıymetini.
Kim eder?
Saygısı olanlar zikredecektir, dinleyecektir, öğüt alacaktır, öğüt verecektir.
Düşünecektir, düşündürecektir.
Yaşayacaktır, yaşatacaktır.
Onlar büyük harfle İNSAN dırlar insan.
Münir Derman Hocamın büyük harfle İNSANıdırlar onlar.
Onların yaşadıkları gün ne mutlu gündür, öldükleri gün de ne mutludur.
Cennetleri de mutludur daima demek istiyorum.
Ve yetecennebühel'eşka.
En bedbaht olanlar. Bedbahtlığı neden eşkiyanın kötülüğü nedir?
Kendi sapık olduğu gibi başkasını da saptırır.

Ve yetecennebühel'eşka. Eşkiyadır yani.
İşi gücü başkalarına vurgun vurmaktır.
Bunlar kaçınacaklardır. İscinap edeceklerdir. Çekineceklerdir.
Bu bedbaht ki, bu bahtı kara ihsan ki Elleziy yaslennarelkübra en büyük ateşe ebedi olan ateşe yani rahmedsizliğe, yani ikiliğe, tevhidsizliğe, şehadetsizliğe, akla ihâneti azaben muhîna.
Aklına ihânet ettiği için en büyük azaba buradayken girecektir.
Ordayken zâten girecektir.
Elleziy yaslennarelkübra bu ateşin içinde tıpkı hayattaki gibi ne ölebilecekler, ne dirilebilecekler.
Bir can çekişme içerisinde bir imtihan sahasında durmadan, salonda bir çırpınma içinde hayatları geçecektir.
Bir yol bulamadan. Bir katiyen.
Bu böyle bir yok oluştur ki sanki gül bahçemiz taş kömüre dönüşmüş gibi. Yak yakabildiğin kadar kızıl ateş çıkarıyor.
Halbuki bu muhteşem bir şeydi.
Bu hale getirilmiş bir hal gibi yapacağı şey.
İşte cehennemde ölmeyiş ama dirilemeyiş sürekli can çekişte maalesef mü’minlere değil Kafirlere ve münafıklaradır.
Bu çok zor bir iştir.
Onun için Mü’min Sûresi 11. âyet
(MÜ'MİN sûresi 11. âyet) Kalu rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terafna bi zünubina fe hel ila hurucim min sebil

Ey Rabbımız!
Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin âyeti var buradaki bizim bu âyetimizde bu azabın ebedi olacağını sürekli devam edeceğini buyurmaktadır.



ثُقَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى

"Kad efleha men tezekka:Doğrusu felah bulmuştur temizlenen," (A’lâ 87/14)

Yemin olsun ki. Efleha, islah oldu, olur, erer, felak bulur kurtuluşa erer. Hakikat lütfunu içinde bulur. İflah olmak.
Hakikatı Muhammedîye’yi, hakikatı hakkı, Hakikat-ı Muhammedîye’yi kendi vicdanında bulur.
Biliyorsunuz Münir Hocam hep söyler.
Ey Müslümanlar, ey insanlar.
Hakikatı Muhammedîyenize sahib çıkın.
Bu sizde var diye. Eflah, iflah olmak. F, L, H dır. Felah.
Kendi içimizdeki hakk hakikatının, hakk oluş hakikatının lütfuna, keremine, ikramına kendimiz sahib çıktığımız zaman, bizde olduğunu anladığımız zaman iflah olmuşuz demektir.

Kad efleha men tezekka.
Kim ki tertemiz olduysa kurtuluşa ermiştlir.
Tezekka, izeka, temizlenmektir. Tertemiz olmaktır. Tertemiz olmaktır.
Nasıl temiz olacak?
Anlattı ya yukarıda. Bu öğüdü kim dinler, zikri kim dinler.
Kim bilir, kim bulur, kim olur, kim yaşar. Hep anlatılanlar.
Sen asla unutmayacaksın bu zikri.
Seni duyanlar ve uyanlarda asla unutmayacaklar Yâ Muhammed sav. Yukarıda.
Bunlar Ve kalu semiğna ve ateğna diyenler de iyyakenabudu ve iyyakenestain diyenlerde.
Dediklerinde sadakat samimiyet sabır ve selâmet arzusu olanlarda bunlar temizlenecek, temizlenecekler zâten.
Bunların bedenleri Uluhîyet sıfatıyla terbiye edilecek.
Çünkü onlar kendilerini bilecekler, şah damarından yakın olan Rabblarını bulacaklar ki terbiye olabilsinler.
Hiç. Bakır ben çocukken filan olurdu.
Kalaycıları izlerdik, izlerdim bende.
Kızgın ateşin üzerine bakırı getirir, onu kıpkırmızı kızarttıktan sonra nişadırı atar pası bidefa indirirdi.
Pas bırakmaz. Ondan sonra kalayı atar ki oturur kalay yerine.
Aksi takdirde kalay tutmaz.
Alttaki pas olduğu sürece ve zehirler insanı o bakır kalaysız kalınca. Antioksit zehirleyicidir.
Ama bakır iyi bir iletkendir.
Ateşi kısa sürede suya verdiği içinde çabuk ısıtır.
Bu bakından da bakır tercih edilir.
İşte burada böyle bir beden terbiyesi gerekir.
Bedenin terbiyesi, Nefsin tezkiyesi gerekir.
Esas tezkiye edilecek nefistir.
Tezkiye nedir memurlukta?
Memurun tezkiyesi verilir. Gizli nottur.
Onun gizli değerlendirilmesidir yani.
Bu adam işi yarar, yaramaz.
Bundan idareci olur olmaz. Her şey yazılır oraya.
Onun temizliğini, karakteri işlenir oraya. Tezkiyesi verilir.
Bir nefiste böyledir.
Nefis, en büyük yalan kandırılarak söylenen yalandır.
Hele bunu bir de nefis kendi kendini kandırarak yapıyorsa bu korkunç bir hatadır.
Çünkü o nefis tezkiye olmaz. Temizlenemez.
Sanki kendi pas üretiyor gibi. Kendi pas gibi yani aslı bakırı bulamıyorsun ki hepsi pas.
Böyle bir yanlışa düşer.

Kad efleha men tezekka.
Nefsin tezkiyesi gerekir.
Kalb, yaratıldığı gibi bırakılmamıştır.
Dışardan girenler olmuştur. Kendisi üretmiştir. buradan girmiştir.
Onun kalbin bir tasfiyesi gerekir, arıtılması.
Hatta ruh emr âlemindendir. Rabbdandır direk.
Pislik kabul edemez. Cam gibidir çünkü içeri giremez.
Fakat yüzünü ne yapar is gibi ya da dıştan bir sürülen herhangi bir is gibi gider yapışır.
Bunun da cilalanması gerekir. Tecliyesi.
Tasavvufta bu dördünden ibarettir.
Bunu yapmak hüneridir zâten.
Bu bakımından Allah Dostları insanlara hizmet etmektedirler.
Rasûlullah sav. Allahu Zülcelâl hep durmadan hizmet etmektedirler.
Bu Muhammedî Melâmet yolunda bu esastır.
Kad efleha men tezekka.
Yemin olsun ki ancak temizlenenler iflah olur, oldu, olmuştur yani.



قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى

Ve zekeresme rabbihi fesalla. Doğrusu felâh buldu tezekkî eden (A’lâ 87/15)

Ve zekkir, hadi zikret o zaman.
Kad efleha men tezekka gerçekten tertemiz oldu, olunur, olmuşsa. Oldu.

Ve zekeresme rabbike hemen zikret artık, temizlendiysen, iflah olmuşsan. Ve zekkir, zikret.
İsmi Rabbihi fesalla, şimdi Rabbiyin ismini anabilirsin artık.
Kad efleha men tezekka. Ve zekeresme rabbihi fesalla.
Artık o kişi Rabbinin adını anıp namaz kılandır.
Bu kişidir işte bu. Bu neye hakkı var bunun?
İki şeye hakkı var. Bir Rabbinin ismini anabilir artık.
Fesalla şimdi sall eder. Kime?
Kendini bildi bu adam. Rabbini bildi. Kime lâzımsa ona eder.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesselleme de eder.
Allahu Zülcelale de eder.
Salla bizim tefsirciler, bizim büyüklerimiz tabi haklı olarak gördüler mi namaz veya dua diye tercüme ederler.
Ama Sall ulaşımdır. Her bakımdan ulaşımdır.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesselleme sall etmek Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellemin inancını, imanı kabul etmektir.
İbadet amellerini kabul etmektir. Ahlâkını kabul etmektir.
Hallerini kabul etmektir. Tümünü kabul etmektir.
Aynısı olmaktır. Onun içinde olmaktır.
Denize dökülen bir bardak su gibi onda yok oluştur.
Muhammedî Mahviyette mahvoluştur.
Bizim anladığımız Muhammedî Şuur budur.
Böyle olduğu için zâten Muhammedî Nuru aramaz bulur.
Sormaz, söylenir. İstemez zâten verilir demeğe gerek yok zâten ordadır demek istiyorum.
Bütün bunlar Kad efleha men tezekka kesinlikle ancak, tezâkka olanlar iflah olur.
Kim tezâkka edecek kardeşim. Kim tezâkka edecek?
İşte burda, cevap!
Allahu Zülcelâl inâyet ve hidâyet edecek inşâallah.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem şifâ ve şefâat edecek.
Evet. Allah Dostları himmet ve hayır dua edecek.
Evet. Ben ne yapacağım?
Bende Muhammedî bir gayret göstereceğim artık.
Başka çare mi var. Akıl başka çare var mı?
İflah olmak istemiyor muydun?
Hakikatı Muhammedîye lütfuyla içindekiyle buluşmak istemiyor muydun başka bir yol yok!
Kad efleha men tezekka.
İşte bunu bulduğu anda Ve zekeresme rabbihi fesalla.
Şimdi Rabbinin şah daramırdan yakın olan Rabbisinden cereyan almış gibidir artık bu.
Bu kad. Şunu da kesin söylemek bence doğrudur.
Men tezekka nın tek cevabı vardır Muhammed Aleyhisselâm.
Kim bunu temizlerin tek cevabı tek Muhammed Aleyhisselâmdır, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellemdir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem adına, hesabına ve şerefine iş yapmayanların tümü de sahtekârdır.
Kendi adına, kendi hesabına, kendi kaydına makam, mevkii, kişi, isim cisim ne diyorsa desin!
Kendine aldığı anda haindir!
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in güzelliklerinin hepsini dağıtabilir helaldir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin adına Ak Denizi dağıtabilir.
Ancak kendi adına bir damlasına sahib çıkamaz!
Muhammedî Melâmette hasbî ve habibî hizmetçilik budur.
İsterse bütün insanları hizmet etsin değişmez.
Bir kişi etsin yine değişmez.
Fakat kural kuraldır. Çöl kuralıdır. Çöplük kuralı değildir!
Çöplükte çölcüler demiyorum çöplükte çölcü kılığında insan bulabilirsiniz.
Ama çölde çöplük kılıklı çöpün bir ismini bulamazsınız.
Değil çöpcü çöplük kılıfında bir adam çöpcü kılıfında bir adam bulamazsınız orda.
Çünkü orda herkes Akdenizin damlasıdır.
Başka bir şey bulamazsınız orda.
Orda köpek balığı, melek balığı olmaz. Orda Allah Balığı olur.
Onlar çöplükte konulan isimlerdir.
İnsanlar söylüyor köpek balığı, melek balığı diye.
Orda tek bir şey söylenir. Allah’ın balığı vardır o kadar.
Farkı söylemek için söylüyorum.
Ve bunlar çok önemlidir yalnız.

Ve zekeresme rabbihi fesalla. Rabbinin, o Rabbisinin ismini andı.
Fesalla, namaz kıldı. Sall etti. Ulaştı, Kavuştu.
Sıla’i Rahîm etti. Göbek bağlarından dolaşıverdi.
Baba oğul, baba oğul, baba oğul baba oğul baba Âdem Aleyhisselâma vardı.
Toprak bir kovan oldu. İçine Rabbisi üfürüverdi. Taaa o üfürüğü buldu.
Kendi şah damarından yakın olan Rabbısına Es Selâmün Aleyke-Aleyke Es Selâm dedi.
Fesalla, sall etti değil mi. Rabbisinin ismiyle sall etti değil mi?
Bunu çok rahat anlayabiliyoruz yani.
Andı Rabbinin ismini. Anmak Ve zekkir nedir?
Rıza kevniyetine sahib olmaktır.
Şu anda rıza dağıtılıyor sende gidiyorsun payımı istiyorum diyorsun.
“Buyurun!” diyor. Anahtarları veriyor.
İsmi Rabbihi, kendisini biliyor. Rabbini biliyor.
Bilince fesalla, sall etti vardı. Göbek bağıyla. Sıla-i Rahîmle yani.
İlk yaratılış noktasına. Kim doğurduysa oraya vardı. Fesalla.
Anlayalım diye söylüyorum. Rahat anlayalım niye anlamayalım?
Yoksa Tefsir burada var okuruz.
Tercüme de var. Her şey var yani ama anlamamız da lâzım yalınız.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

KUL İHVANÎ A’L SÛRESİ SOHBETİ

(12 Nisan 2009 Sohbeti Devamı)

Euzübillahimineşşeytânirracîm!

Bismillâhirrahmânirrahîm!


SÛRE-İ A’LÂ


وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى

Bel tü'sirunelhayateddünya. Ve rabbının ismini anıp da namaz kılan
(A’lâ 87/16)

Bel, peki böylemi bu iş. Bilakis öyle mi?
Tü'sirunelhayateddünya fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Evet bu yukarıdaki ben buna hep takılmışımdır.
Yıllardır yani Kad efleha men tezekka. Ve zekeresme rabbihi fesalla’ya.
Bu iki âyet ne zaman okusam içimi yakar yani.
Çünkü kördüğümdür bu kördüğüm. İnsanların kördüğümüdür.
Buraya kadar gelirler. Buradan iğneden geçmezler. Takılırlar yani.
Kad efleha men tezekka da kalırlar.
Çünkü isterler ki men tezâkka olmadan iflah olalım derler. Temizlenmeden girelim!
Mümkün değil Kad var başında. Yemin olsun ki var.
Muhakkak muhakkak yemin olsun ki ancak temizlenenler iflah buldular.
Ve ancak bunlar zikredebilirler var.
Rabblerinin isimlerini zikredebilirler.
Ve ancak bunlar Allah’a sıla edebilirler. Salat edebilirler. Sall edebilirler.
Adam diyor namaz kıldım. Ne namazı kıldın?
Şu namazı kıldım. Ne demek namaz kılmak.
Heee ne yaptın bir söyle. Allah’a ne yaptın namaz kılmakla. Ne yaptın?
İş mi yaptın. Yaptığın iş ne? Bir iş yaptın mı?
Evet!
Ne yaptın?
Cevap. Sall ettim sall.!
Şah damarımdan yakın olan Rabbımla buluştum. Biliştim, buluştum, oluştum ve yaşadım kardeşim.
Paçavra gibi buyurmaktadır Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem. Yüzünüze çarpılacak namazlarınız vardır.
Eğer Rabbinizi bilmez, bulmaz, olmaz ve yaşamazsanız.
Neden?
Çünkü beden inancın gereği gibi kullanılmıyorsa, Nefis inancın gereği emirleri için emir verip yaptırmıyorsa bedene.
Kalb ahlâkı şeytan ahlâkındaysa.


وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ

"Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin.: Ve her halde sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin” (Kalem 68/4)

Huluku’l- Azîm olan Muhammed Aleyhisselâm’ın ahlâkında değilse Kad efleha men tezekka yok.
Burada tezâkka, zekat olarak da düşünülmüştür. O da temizlenmektir.
Kad efleha men tezekka.
Bununla ilgili çeşitli hadislerde var. Ama şimdi bu birkaç yerde daha geçecek onları da o zaman inşâallah bakarız.
Burada zikir ve salat bahsedilmekte.
Zikir, bizzât insanın nefis ve bedenen yapması bir şeydir.
Sall ise kalben ve ruhen yapılan bir şeydir.
Kalb Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellemindir. Şah damarı gibidir.


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً

" Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila: Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbımın emrindendir ve size ılimden ancak az bir şey verilmiştir” (İsrâ 17/85)

Ruh Allahdandır zâten. Rabbül Âlemin gibidir yani.
Onun için şah damarınızdan yakınım yakın olan Rabbımızdan bizim anladığımız bir bakıma da Nur-u Mim ve Nurullahdır.
Nur’un ala Nur da budur. Nur sûresindeki.
Nur üzerinde Nur da Allah’ın nuru ve Rasûlullah’ın nurudur.
Onun için bunları tahmini söylemiyoruz hâşâ.
Onun için Allahu Zülcelâl buyuruyor ki;
Allah’a ve Peygamberine teslim olunuz. Nur’un ala Nur’a teslim olunuz. Doğrudan Allah’a teslim olun değil. Allah ve Rasûluna!
Allah’a iman edin değil. Allah ve Rasûluna iman edin.
Ben şaşıyorum bazen bu insanların, şu profosörlere felan.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemi devre dışı bırakmak isteyenler bunlar hain olabilir ancak diyorum.
Bunu bilmemeleri mümkün değil. Kendi tefsirlerinde var çünkü.
Açın bakın Yaşar Nuri’nin tefsirine tümünde var.
Söyledikleriyle bir karşılaştırın dehşete düşersiniz.
Kendi kulaklarımla duydum onun. 69 yılından beri tanırım.
Kendi kulağımla duydum yani. Hadislerin tümü uydurmadır diye.
Halbuki Kur’ân-ı Kerim hadisle gelmiştir bize.
Hadisi söyleyenler yazmıştır Kur’ân-ı Kerimi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem oturtup yazdırmamıştır Kur’ân-ı Kerimi.
Bunların maksadı nedir bilemiyorum ben yani.
Onun için de bugün bir şiir koymuştum Bozuldu diye.
İblis uşağı dediğimde onlardır. Söylerim tabi.
Yani söylerim kendilerine de söyledim zâten.
İşte Antalya’da geldiğinde kadın erkek eşittir dedi.
Üniversiteli lions kadınları getirdi.
“Nerden çıkarıyorlar dedi erkek üstündür. Bunu nerden çıkarıyorlar!”
Verdi veriştirdi. Çıktığımızda. Ara verdik verildi.
Çıktığımızda bir kamyon kitab oturup imzalıyor durmadan.
Ayşe yaz, Ahmed yaz, sevgiyle, saygıyla hep hep durmadan ancak imzalıyor.
Başkası yazıyor onları o da imzalıyor.
Bizde sigorta bozulduğu için girdik.
İşte Nimet abi, Alper bey felan bir grup hâlinde çıkmıştık.
Biz üst katta oturuyorduk. Ben doğrudan doğruya dedim ki:
“Burdaki birkaç tane kadın için neden allah’ın âyetini inkar ettin ki, küfrettin ki? Erkekleri kadınlardan bir derece faziletli kıldık âyetini ne ettin?”


وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُوا إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ

"Vel mütallekatü yeterabbasne bi enfüsihinne selasete kuru', ve la yehillü lehünne ey yektmne ma halekallahü fi erhamihinne in künne yü'minne billahî vel yevmil ahir, ve büuletühünne ehakku bi raddihinne fi zalike in eradu islaha, ve lehünne mislüllezi aleyhinne bil ma7rufi ve lir ricali aleyhinne deraceh, vallahü azizün hakim: Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.” (Bakara 2/228)

Birden irkildi. Böyle bir baktı. Çünkü yıllardır beni görmüyor.
Saç sakal yıkanmış şey yapmış alev almış. Tanıdı “öyle demedi!” dedi. “Öyle dediniz!” dedim ama kadınlar saldırıverdi hemen bana.
“Nasıl söylersin!”
Bizde yukarı çıktık. Gitmek için, kalkmak için. O da bıraktı imzayı.
“Bazı dostlar yanlış anladı. Ben böyle bir şey söylemedim!”
Ve başka bir insan aşağıdan üzerine saldırdı.
“Dedin kafir dedin!” diye. “Aynen böyle söyledin!” dedin.
Ben böyle demedim. İşte Allah’ın arapcasını okudu âyeti vardır.
Erkekler kadınlardan bir derece faziletli kılınmıştır.
Demek istiyorum ki bu neydi bu. Onu kötü diye söylemiyorum.
Ben onu çok iyi tanıyorum. Kendisine de zâten söylenenleri söyledim.
Burda işte tüm hep bunundur. İnsanlar meşhur edebilirler.
Ona bir paye verebilirler. Ona bir değer veriyormuş gibi olur.
O da coşabilir, taşabilir fakat Muhammedî İnsan hiç değişmez.
İlahî ölçü asla değişmez. Yerle bir eder. Etmiştir de nitekim!

Bel tü'sirunelhayateddünya. Bilakis öyle olmadı.
Tü'sirunelhayateddünya siz dünya hayatına eserler verdiniz.
Ey insanlar siz böyle yapmadınız.
Siz tü'sirune tercihiniz bu âlemdeki eserlerle ilgili oldunuz.
Siz her şeyi bu dünyanın bütün yükleyeceği imtihan sorularının tümünü, temizlenmeye yükleyecek iflah olmaya çalışacak iken tam tersine döndünüz.
Kir üstüne kir atmaya, pas üstüne pas atmaya pis üstüne pis atmaya devam ettiniz.
Bel tü'sirunelhayateddünya.


Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem:
“Dünya bir leştir. Onu elde etmek isteyenler de köpeklerdir.”

(Sağânî, el-Mevzûât, sh., 96, thk., M. Abdulkadir Ahmed, Mektebetü’n-Nahdiyyeti’l- Mısriyye, Kahire, 1991. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs Ammâ İştehera mine’l-Ehâdisî alâ elsineti’n-Nâs I, 409.)

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem: “Dünya bir leştir. Tâlibun kullabün.”
Bunun tâlibi sizin gördüğünüz köpeklerdir. Bu sahih bir hadistir.
Dünya bir leştir sahib çıkanlar köpeklerdir.
Bildiğimiz köpekleri anlatmak değil, köpek ne kadar leşe harisse bunlarda bu kadar buna haristir.
Gerçek mü’min ancak meşru daire içerisinde karnını doyuracak kadar yiyebilir. Başka yok.
Neden Kad efleha men tezekka.
Ve zekeresme rabbihi fesalla.
Bel tü'sirunelhayateddünya.
Bütün bu dünyanın her türlü meşgalesini öne aldınız.
Ne iflah olmaya ne de temizlenmeye fırsat bulabildiniz.
Âhiret esenliğine düşünemediniz.
Hayatın burda bitmeyeceğini sandınız sanki burda başlamış gibi.
İnancı, ameli, ahlâkı ve halleri bir tarafa atıverdiniz.
Hatta dini bile dünya zevklerine kullanmaya kalkışılmaktadır. Öyle sanılmaktadır.
Halbuki Allahu Zülcelâl Yûnus Sûresi 7-8. âyetlerinde; bize kavuşmayı ummayanlar dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar ve bizim âyetlerimizden gafil olanlar işte bunların kazandıkları sebebiyle varacakları yer cehennemdir buyurmaktadır.


إَنَّ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا وَرَضُوا بِالْحَياةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ
أُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمُ النُّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

"İnnellezine la yercune likaena ve radu bil hayatid dünya vatmeennu biha vellezine hüm an ayatina ğafilun. Ülaike me'vahümün naru bima kanu yeksibun : Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus 10/7-8)

Dünya hayatına razı olanlar. Ey Rabbımız! Bize dünyada ver. Bakara 200. âyet


فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ

" Fe iza kadaytüm menasikeküm fezkürullahe ke zikriküm abeküm ev eşedde zikra, fe minen nasi mey yekulü rabbena atina fid dünya ve malehu fil ahirati min halak. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.” (Bakara 2/200)

Kim bunlar? Onun âhirette hiçbir nasibi yoktur. Yine 200. âyet. Böyle diyenlerin. Halbuki 201. âyet Bakara.
Ey Rabbımız! Bize hem dünyada hem de âhirette de iyilik ver!


وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

" Ve minhüm mey yekulü rabbena atine fid dünya hasenetev ve fil ahirati hasenetev ve kina azaben nar: Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.” (Bakara 2/201)

أُولَـئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُوا وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ

" Ülaike lehüm nasiybüm mimma kesebu, vallahü seriul hisab: İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah'ın hesabı çok süratlidir.” (Bakara 2/202)

İkisini de birlikte tercih etmiştir. Üçüncü âyet 202

İşte onlar için kazandıklarından bir nasip vardır. Bel tü'sirunelhayateddünya. Sizin işiniz gücünüz bu dünyaya eser bırakmak. Öbür tarafa bir şey göndermeye gerek görmüyorsunuz.



بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا

Vel'âhiretü hayrün ve ebka. Fakat siz Dünya hayatı tercih ediyorsunuz
(A’lâ 87/17)


Halbuki âhiret hayırlıdır ve bâkidir.
Hayır nedir? Hayr, şah damarımızdan yakın olan Rabbul Âleminin rızasını hayata çekmektir.
Neye razıysa onu hayata çekmektir.
Ve ebka ve bâkidir.
Kudretullahla bileliktir bâkilik çünkü.
Geçici olan, iğreti olan, belli bir sebepten, belli bir iş gereği, belli bir imtihan gereği var olan bu dünya hayatını ebedi sanıp gerçekten kabir kapısı kapanmadığına göre ve zaman durdurulamadığına göre, kimse Allahu Zülcelâlin elinden kurtulamadağına göre bâki olan hayat buraya hapsedildiği yok edildiği zaman olacak budur.
Bunun sebebinde bunun temelinde yatan şey bellidir. Âhiret inancının olmayışıdır.



وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى

İnne haza lefissuhufel'ula. Halbuki âhıret daha hayırlı ve daha bakâlıdır
(A’lâ 87/18)

Bu İnne haza lefissuhufel'ula.
İnne, şüphesiz olan şey şu ki. Hazâ, bu. Lefi, muhakkak içinde vardır. suhufel'ula, ilk sahifelerde vardır.
Evvel ki suhuflarda saifelerde vardır. Bildirilmiştir. Burda.



صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى

Suhufi ibrahiyme ve musa. İbrahîm ve Musânın suhuflarında (A’lâ 87/19)

19. âyette ayrıca isim olarak zikredilmiştir. İbrahîm’in Aleyhisselâmın ve Musa Aleyhisselâmın sahifelerinde de kitablarında da bunlar vardır.
Ne vardır?
İlk önceki kitablarda, ilk sabitlerde şimdikilerde vardır.
Bu öğüt, zikir, sall, iflah oluş, temizlenme tümü bu sistem bütün nebilerin, Rasûllerin kitablarında vardır.
Hepsinde aynı şekilde ilk baştan beri gelmektedir.
Suhufel'ula en baştaki Nur-u Muhammed gibi Sallallahu Aleyhi Vessellem gibi.
Sistemin tümünde oluş gibi.
Kendi var oluş kitablarımızdaki gibi.
Bize gelen kitablardaki gibi.
İnsanın şeriat âlemini, beden âlemini anlatan İbrahîm Aleyhisselâmın kitabları gibi, toprak gibi.
Ateş gibi Musa Aleyhisselâmın nefsi anlatan, nefsi daha çok anlatan kitabındaki bununla ilgili önümüzdeki âyetlerde sûrelerde çoook harikalıklar gelecektir, göreceğiz yani.
Musa alehisselâmın İbrahîm Aleyhisselâmın ne kadar bu hususlarda benzetdiğini.
Yani şeriatın temsilcisi, öğretmeni gibi İbrahîm Aleyhisselâmın nasıl tevhidi Kâbe’yi nasıl bina edeceğini, zemzemi nasıl kaynatacağını Hacer Vâlidemizin ve şehadeti nasıl getireceğini, Hacc-ı Ekberi nasıl kuracağını ve bütün insanları buraya çağır diyeceğini ve Makam-ı İbrahîm Aleyhisselâmın orada musalla ittihaz edeceğimizi.
Ne demek musalla?
Sall noktası demek. Priz demek priz. Kimin prizi bu?
Muhammed Aleyhisselâmın prizi.
İbrahîm Ebu Rahîmdir. R-AHMED-in babasıdır, Rahmetin babasıdır.
Haktır bu. Rahmedenlilâlemin olan Muhammed Aleyhisselâmdır çünkü.
Onun için Ebu Rahîmdir.
Onun için şeriatı garranın yüreğidir. Hanif dininin bânisidir yani. Tevhid dininin bânisidir.
Onun için İsmail kurbandır.
Onun için Hacer’in hicreti bir çöledir. Bir çöledir.
Yani insanların da olmadığı bir çöldür.
Bomboş bir çöldür. Hiçbir şeyin olmadığı bir çöldür.
Kim var?
Yürüyemeyen bir bebek var debelenen, su yok, bitmiş çünkü.
Azık, bir dağırcıkta bir iki avuç kut. Yani yağda kavrulmuş un.
Ne diyor Hacer Vâlidemize İbrahîm Aleyhisselâm: “Siz burda kalacaksınız. Allaha ısmarladık gidiyorum.”
Hacer Vâlidemiz: “Yâ İbrahîm sana bizi buraya, bu dağın başına bırakıp gitmeni Rabbın Allah mı söyledi?”
“Evet!”
“Hasbînallah ve nimel vekil. O zaman Allah bize kefildir, vekildir! Buyurunuz!”
Hanı, hani İslamiyet TESLİMİYET diniydi yaaa!
Bakınız Çölde Hacar Ana TESLİMİYETine!
Onun için hacca gidenler şimdi Hicr-i İsmail denilen Kâbe’nin dışında olan yay gibi olan yerin içinde namaz kılamazlar.
Çünkü orası Kâbe’ye dahildir. Namaz kılmak haramdır orda.
Altında, oturulan yerin altında İsmail Aleyhisselâm ve Hacer Aleyhasselâmın kabri vardır.
Üzerinde insanlar oturur. Ancak dua edilebilir orda.
Ve o yüzden göğsünü Kâbe’ye dayayanlar kesinlikle titreşim sesi duyacaklardır.
Buna kendim şahidim hamdolsun.
Kafasını dayasın, kalbini dayasın titrediğini görecektir.
Titreşim var yani bir vibratör varcasına.

Hacer, hicret demek, hücre demek, hicr demek fakat ne Hacer ki,
Öyle bir Hacer ki Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin Ninesidir.
Ehl-i Beyt kanı, canı taşımıştır.
Temel anadır TEMEL ANA. Ana anadır yani.
O İbrahîm’in İbrahîmin sahifelerini de açarız inşâallah.
Açacağız. Çünkü Kur’ân-ı Kerimde çook sahifeleri vardır onun.
Orda Safa ve Merve tepeleri vardır. Tepelerin başında aramıştır.
Rahmân ve Rahîm memeleri gibidir suyu.
Ama Hacer Kuyusunda bulmuştur Zemzemi.
Zemzemi bulan Hacer’in oğlunun akdemidir, topuklarıdır.
Onun için Sıla-yı Rahîm kudsaldır.
Onun için Hacerler daima kudsaldır.
Sârâ Vâlidemizde dünya güzeli hanımdır. Annemizdir.
Ne çare ki kıskançlık, ona olmayası işler ettirmemiştir.
Yani ettirmemiştir dediğim kendi rızasıyla Hacer Aleyhisselâmı almıştır.
Hacer Aleyhasselâm Mısır yerlilerinin kızıdır.
Yani belli bir aile değildir, bir şey değildir yani böyle bir köle gibidir yani.
Câriye gibidir.
Ama ne zaman ki çocuk doğurdu o zaman İbrahîm Aleyhisselâmın hatırını kaldırıverdi.
Bende bir oğlun olsun diye yapmıştım amma ben bunu istemiyorum. Ne yapayım? Bunu götür.
Nereye?
Söylediği şey çok ilginç.
İn cin olmayan bir yere götür. Çok uzaklara götür.
Götür ki hiç bir insan gelemesin ordan.
Sanki elinden gelse yerine götür diyecek!
Fakat nereye gidiyor. Kâbe’ye gidiyor, Beytullaha gidiyor.
Allah’ın evine gönderiyor. Ne harika!
Bu da İbrahîm Aleyhisselâmın sahifeleridir. Sârâ vâlidemizden.
Sârâ Vâlidemizde sonradan çok sonradan çocuk doğurmuştur.
Çok sonra ama, İshak Aleyhisselâmı doğurmuştur.
Ne ilginçtir. Kişilerle ilgisi yoktur şüphesiz kader Kaderullahtır.
Ama İshak Aleyhisselâmdan Yahudi milleti gelmiştir.
İsmail Aleyhisselâmdan da işte Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessallemin milleti gelmiştir.
Ben benim aklım böyle yani düşünme değil de acaba ordaki analardaki bu şeyin tersliğin yani milletlere yansımamıdır diye düşündüğüm olmuştur yani.
Sütten derler ya, şundan bundan der ya.
Bir şeylerden geçiyor, geçer yani. Bu bu da İbrahîm Aleyhisselâmın sahifelerindendir.
Bu söylediğimiz şeyler Kur’ân-ı Kerim’de de göreceğiz.
Bunlarla ilgili âyetler de göreceğiz.
Soruyorlar: “Bu kadın kimdir?” Sârâ Vâlidemiz için,ilk geldiğinde. Harran’dan hicret etti İbrahîm Aleyhisselâm Kudüs’e.
Hicret etmek zorunda kaldı daha doğrusu. Hicret hep vardır.
Dese ki: “Benim eşimdir!” kesin elinden alacaklar.
Çünkü o kanun öyle. Tek çare “kardeşimdir” diyecek.
Çünkü Kudüs Krallığının hükmü kimsenin kardeşini elinden alamıyor.
Ama karısını alabiliyor.
İşte İbrahîm Aleyhisselâmın söylediği meşru yalanlardan birisi de budur. Çar-ı naçar kardeşimdir dedim. Bir de şöyle dedim, bir de böyle dedim diye üç dört tane şey anlatır. Mecbur kaldım söyledim.
Yani bunlar o âyetlerde göreceğiz.
Özellikle Fahreddin Razı Efendimiz tek tek saymıştır bunları.
Evet. Bunlar gelen kitablar işte Zebur, İncil, Tevrat, Kur’ân-ı Kerim esas başta olmak üzere 104 kitab.


Ebu Zerr Radiyallahuahhum dan gelen hadisi şerifte buyuruluyor ki:
“Ey Allahın Rasûlü! Yüce Allah kaç kitab indirdi?” Buyurdu ki:
“104 kitab indirdi. 50 sayfa Şit’e, 30 sayfa İdris’e, 10 sayfa İbrahîm’e, 10 sayfa da tevrattan evvel Musa’ya indirdi. Tevratı, Zeburu, İncili ve Furkanı da indirdi. Sayfa olarak değil kitab olarak indirdi.” Dedim ki:
“Yâ Resûllah!, İbrahîm’in sayfaları ne idi? Şöyle buyurdular:
“Hepsi kıssa ve öğüt idi. Ey o kötülüklere düşkün sırnaşık ve mağrur melik ben seni dünya malını üst üste yığasın diye göndermedim. Fakat benim yerine mazlumun duasını yerine getiresin diye gönderdim. Çünkü ben mazlumun duasını kafirde yapsa kabul ederim!”
Bunlardan örnekler verilmiş. Açalım isterseniz.
Çünkü ben, hadis çünkü. Sağlam bir hadis.
İbni Asakir meşhur hadis hafızının şeyi.
“Çünkü Ben mazlumun duasını kafirde yapsa kabul ederim.
Mazlum olunca.
Aklına karşı mağlup olmadıkça akıllıya gerektir ki. Üç saati ola:
Bir saatinde Rabbına yalvara.
Bir saat nefsini hesaba çeke. Ne yaptını düşüne.
Bir saatinde de helâlinden ihtiyaç için tenha kala.
Çünkü bu saatte öbür saatler için bir yardım ve zihin toplama, diğer işlerden kurtuluş vardır. Dinlenme.
Akıllı olanının zamanın görmesi kendi işine ve durumuna yönelmesi, dinini koruması gerekir.
Çünkü kelâmını amelinden sayan kimse az söyler.
Ancak kendini ilgilendiren konularda olursa başka.
Akıllının üç şeye tâlip olması gerekir:
Geçimini düzeltmek, varacağı yer için hazırlık. Ve haramda olmayarak lezzet almak.
Dedim ki: “Yâ Resûllah! Musa’nın sahifeleri ne idi?” Buyurdu ki: “Hepisi ibret idi. İbretti hep diyor.
Şaşarım öleceğini yakinen bildiği halde sevinene.
Ateşin olduğunu kesin olarak bilipte gülene.
Dünyayı ve onun üzerinde bulunan kimselerin durmadan değiştiğini görüpte dünyaya gönül bağlayana.
Kadere yakinen inanıp da öfkelenene.
Hesaba inanıp da amel etmeyene!” Dedim ki:
“Yâ Resûllah!. İbrahîm ve Musa’nın sahifelerinden sana bir şey indirildi mi?” “Evet Ey Ebu Zerr!” buyurdu.


Ebu Zerr sırdaşı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin.
Bununla beraber evet ey Ebu Zerr demiştir.
Bunun üzerine o ki en büyük ateşe yaslanacaktır.
Sonra da orada ne ölecek ne hayat bulacaktır kaidesine göre âhirette ateşe yaslanacak bedbahtlarla kurtuluşa erecek mutlu kişilerin hallerini genişçe anlatılarak öğüt vermeye devam edilmek üzere Ğaşiye Sûresi geliyor bunun arkasında.
Ğaşiye Sûresi değil mi? Ğaşiye Sûresi bunun arkasından gelmiyor ama Ğaşiye sûresini okumuştur Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Yani Sûre A’lâ’dan sonra genellikle Ğaşiye’yi okumuştur.
Ğaşiye daha aşağılarda belki. Bundan sonraki sûre Leyl.
Ondan sonra Fecr. Ondan sonra Duha ve İnşirah. Evet.
İşte Sûre-i A’lâ da böyle muazzam bir sûre. A’lâ bir sûre çok güzeldir.
Bunlar hep harikadır sahifeleri.

İbrahîm Aleyhisselâmda epey gömlek değiştirmiştir.
Çok gömlek değiştirmiştir yani. Bayağı gömlek çıkarmıştır.
Nemrut’un ateşinde değiştirmiştir.
Sârâ Vâlidemizin ateşinde değiştirmiştir.
Hacer Vâlidemizde de değiştirmiştir.
İsmail Aleyhisselâmda da değiştirmiştir. Bıçağı çekmiştir. Boğazına dayamıştır.

Biliyorsunuz Yusuf Aleyhisselâm’ın da gömlek hikayeleri meşhurdur Yakup Aleyhisselâmla.
Bitirmek üzereyim de şunu da söyleyelim de.
“Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sürün görecek bir hale gelir. Ve bütün ailenizle beraber bana geliniz!”
Halbuki bu gömlekten önce bir gömlek daha vardı.
Demişlerdi ki: “Baba bu gömlek var ya evet. Bak gördüğün gibi onu kurt parçaladı. İşte de kanı!” dediklerinde on (aşare) oğlu birlikte!
“Gömlek Yusufumun, fakat kurt çok akıllı bir kurtmuş ki, gömleği parçalamamış! Kan onun değil!” demişti Yakup Aleyhisselâm.
Kuyuya Yusuf Aleyhisselâm , bilirsiniz çıplak girip çıplak çıkmıştı!
Mısır’da Sultan olduktan sonra gömleğini çıkarıp babasına göndermişti. Müjdeci gelince: Yusuf Sûresi 96. âyet (YÛSUF sûresi 96. âyet) Fe lemma en cael beşiru elkahü ala vechihi fertedde besiyra kale elem ekul leküm inni a'lemü minellahî ma la ta'lemun


فَلَمَّا أَن جَاء الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَى وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

" Fe lemma en cael beşiru elkahü ala vechihi fertedde besiyra kale elem ekul leküm inni a'lemü minellahi ma la ta'lemun: Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: «Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim» demedim mi! dedi.” (Yûsuf 12/96)

Müjdeci gelince gömleği onun yüzüne koyar koymaz Yakup Aleyhisselâm gördü. Zâten ondan önce âyet vardır.
Bana kokusu geliyor Yusuf’un dediğinde etrafındakiler diyorlarki yine eski deliliklerin depreşti senin.
Şimdi cevap veriyor onlara. “Ben size Allah tarafından sizin bilmeceğiniz şeyleri bilirim dememiş miydim.” Demedim miydi ben size diyor. Onlara.
Şaşkınlık yapıyorsun diyenlere, kokusu geliyor duydum diyenlere.
Hülasa. Bir hasret gömleği çıkarmıştır.
O zaman Züleyha Mâbedinde bir şehvet gömleği çıkarmıştır.
Sonra Melik olduğunda orda yetkili olduğunda muhabbet gömleği çıkarmıştır.
Tümünün yerine vahdet gömleği giymiştir.
Ve bunları Yusuf Aleyhisselâmın sahifelerinde göreceğiz.
Bunların ne anlama geldiğini göreceğiz.
Aynen Hacer Vâlidemizde olduğu gibi;
Nasıl bir iştir ki, nasıl oluyor da Mısır pazarlarında satılıyorsunuz, Câriye olarak.
Nasıl oluyor da getiriliyorsunuz Kudüs’te Sârâ Vâlidemiz sizi beğeniyor elleriyle getiriyor.
Diyor ki: “Yâ İbrahîm! Zürriyetsiz kalmana gönlüm razı olmadı. Ben sana bu câriyeyi buldum. Oğlan versin diye!”
Teşekkür ediyor İbrahîm Aleyhisselâm.
Ama Sârâ Vâlidemiz, Hacer Vâlidemiz çocuk doğrunca onları birlikte kıskançlık çölüne salıyor. Çöle salıyor.
Ve Hacer Vâlidemizin saff TESLİMİYYETi Kıskançlık Çölünü, İSTİKAMET KIBLE ÇÖLÜ yapmıştır.
Bu çöl şimdi hepimizin kıblesi!..
Bu da bir sahifedir, İbrahîm Aleyhisselâmın sahifelerinden sahifedir.
Hülasa Kur’ân-ı Kerim gerçekten çok harika bir kitabtır.
Okudukça insanın okuyacağı gelir.
Ve girdikçe gireceği gelir.
Sevdikçe seveceği gelir.
Muhteşem güzellikleri vardır.
Hayatla tıpa tıp uyuşur. Ve kullanımı yaşamayı kolaylaştırır.
Allah cc izni ve inâyetiyle inşâallah.
Evet. Sûre-i A’lâmızda bu minvâl üzeredir...
Bana bir şey sormak isteyen varsa cevaplarım.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hacer
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 505
Kayıt: 03 Nis 2007, 02:00

Mesaj gönderen Hacer »

Resim


Diyor ki: “Yâ İbrahîm! Zürriyetsiz kalmana gönlüm razı olmadı. Ben sana bu câriyeyi buldum. Oğlan versin diye!”
Teşekkür ediyor İbrahîm Aleyhisselâm.
Ama Sârâ Vâlidemiz, Hacer Vâlidemiz çocuk doğrunca onları birlikte kıskançlık çölüne salıyor. Çöle salıyor.
Ve Hacer Vâlidemizin saff TESLİMİYYETi Kıskançlık Çölünü, İSTİKAMET KIBLE ÇÖLÜ yapmıştır.
Bu çöl şimdi hepimizin kıblesi!..
Bu da bir sahifedir, İbrahîm Aleyhisselâmın sahifelerinden sahifedir.
Hülasa Kur’ân-ı Kerim gerçekten çok harika bir kitabtır.
Okudukça insanın okuyacağı gelir.
Ve girdikçe gireceği gelir.
Sevdikçe seveceği gelir.
Muhteşem güzellikleri vardır.
Hayatla tıpa tıp uyuşur. Ve kullanımı yaşamayı kolaylaştırır.
Allah cc izni ve inâyetiyle inşâallah.
Evet. Sûre-i A’lâmızda bu minvâl üzeredir...
Bana bir şey sormak isteyen varsa cevaplarım.

Abiciğim her zamanki gibi harika bir sohbet ne sorabiliriz ki Allah razı olsun!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

sevgili Gurbet Kuşu Kardeşim Ha-CERRimiz,
Bak sorulmuş:


Zü’l- Celâli Ve’l- İkram (celle celâlihu)

Zül, sahibi demektir. Arapçada sahib oluştur.
Zü’l- Celâl, Celâl sahibi olandır. Celâle sahib olandır.
Ve’l- İkram, ikrama da sahib olandır.
Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu Celâlinden ikram eder daima.
Gübreden gülü çıkarır.
Bir kadın kıyamet koparır bir daha doğurursam diye ,
Ama çocuğunu kucağına aldığı zaman Cemâl olur.
Her şey zıddıyla tesviye edildiğinde ancak TEVHİD olur.
Lâ ilâhe inkardır. İllallah ikrardır. İkisi beraber ŞEHADETtir.
Birini çıkarırsanız şehadet değildir o.
İkisini seviyeliyeceğiz. Muhammedî Seviyeye getireceğiz.
Birini öldürmeyeceğiz. Birini kaldırmayacağız. Seviyeleyeceğiz o kadar...

Körü körüne Ateşe gerek yok demeyeceksiniz, ATEŞ lâzım.
Ateş 37 derecede Cennettir.
40 derece de Cahim Cehennemidir- Yandırıcı Cehennem Kur’ânımızdaki.
30 derecede sıtma hastalığıdır. bu da Zemharira Cehenemidir –Dondurucu Cehennem Kur’ânımızdaki.
Oysa ateş-Isı, 37 derecede Naim Cennetidir Kur’ânımızdaki.
Hepimizin vücud ısısına bir bakın lütfen.


Muhammedî Seviye, tesviye daima esastır.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram buradaki El Kerîm, ikramdan El Kerîm Esmâsı var.
Aşağıda ise Celâl, Celîl ve Celâl esmâları var.
Zü’l- Celâli, Celâl Celîldendir çünkü. Onlara bir bakın.
Celîl , Celâlette, muhkemlikte, metanette, selâmette oluştur.
Yani mevcud ve potansiyel gücünde mertebesi kimseye ihtiyaç olmayandır. Daha doğrusu lânet ve lütuf cem’i yapabilendir.
Yaptığı zaman Lâm’ın biriyle lânet yapabilir.
Diğer Lâm’la halife de yapabilir. Bu imkanı var yani.
Bunu cana ve cihana, cana ve cisme CEM’ edebilir .
Bu gücü olan demektir Celîl onun içinde çift Lâm taşıdığı için benim anladığımı söylüyorum, Ateşlidir .
Tehlikedir Celâl İsmi. El Celâl ismi Tehlikeden kastım dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Neden?
Kime ne dediyse yaptırır.
Onun için hiçbir varlık, insan dışında varlığının kendi programının dışına çıkamaz katiyen.
Öldürseniz de bir köpeğe koyunluk yaptıramazsınız.
Sistemde değişiklik yaptıramazsınız.
Tek insan hariç o da imtihan olduğu için.
Celâl, Zülcelâl, Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu kahrının, azametinin tecellîsini tüm varlık üzerine tecellî. Tecellî diyoruz bak.
Tecellî de bu anlamdadır zâten.
Menfi müsbet her ne yapıyorsa mutlaka yapar anlamındadır.
Tecellî de CELÂL kökündendir demek istiyorum.
Celâl tecellîsi ile ikram edendir Zü’l- Celâli Ve’l- İkram .
Bunun kuralı Emrullah’a uyuştur.
Aksi Celâl hemen lânet olarak tecellî eder.
Bizim elimizde bir kablo var ucu açık.
Emrullah diyor ki fiş tak ve kullan. İkram edecek sana.
Ham akılda diyor ki ne gerek fişe var.
Ben alırım elime! Aldığında ne oluyor?
Sanki lânet gibi müthiş bir yok ediş olur. Oysa lütuftu o işe yarayacaktı!.

Şunu demek istiyorum, Celâldeki lütuf kurallara bağlıdır.
Tersi ise negatifi ise kuralsızlıktan dolayıdır. İkramı da böyledir çünkü.
Ateşi normal kullandığınızda ısınırsınız aksi takdirde evi yakarsınız.
Celâl tecellîsidir bunlar bütün. Onu anlatmaya çalışıyorum.
Ateş ocakta aşı pişirir ama tersi olduğunda insanı yakar.
İnkar edene Celâl tecellîsi, ikrar edene ordaki Lâm Muhammedîyet kazanır Cemâl’e dönüşür.
Lütuf kabul edene, kurala uyana derhal aynen elektrik gibi bakmışsınız ışık olmuş, alet çalıştırıyor.
Muhammedî lütufa dönüş, Muhammedîyete dönüşür .
Ordaki lânet tecellîsi kalkar yerine Muhammedî BİZim işimize yarayacak fiilen hayatta kullanabileceğimiz hale getirir bunu. Cemâle getirir.
Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu Celâlet sahibi oluşu, Azim mertebesi anlaşılamaz oluşuna Celâl denir.
Bir yanda Celâl bir yanda ikram. Celâl lütuf ve ihsanla tecellî edişidir, Cenâb-ı Hakkın.
Kahren de gelir lânet olarak, Lütfen de gelir lütuf olarak.
Bunun ikisi de Celâlle gelir.
Lâzım ve lâyık olana yalınız. Kime lâyıksa, kime lâzımsa o onu bulur.
Tıpkı bu NAR-NUR Tecellîsi gibidir.
Terse NAR haline dönüşür. Normal ise NUR-İkram haline dönüşür.
Bizim Muhammedî tasavvuf âlemimizde terhib-tergib dediğimiz korku ve rağbet tenzir-tebşir, Havf u Recâ ile ancak bu Celâl Tecellîsinden korunulur.
Recâ ile Cemâl Tecellîsine rıza ve ihsanullah aranır.
Bunun için zâten celâlin ters geleninden lânetinden havf eder, recâ eder ki CEMÂL doğsun. Havf-u Recâ bu demektir. Ve önemli bir şeydir.
Aşk u Cezbe, Sıdk u Huşû. Havf u Recâ, Zühd ü Takvâ
Bunlar Kâbenin dört yüzü gibidir tasavvufta . Ve havf u Recâ da çok önemlidir.
Böyle havf edecek. MELÂMETte böyledir çünkü mesela.
“Bir kişi af olmayacak desen o benim!” der. KORKar.
“Bir kişi affedilecekmiş desen o benim!” diye bu kadar da UMar .
İşte Celâl Tecellîsi böyle bir, Celâl Esmâsı böyle bir esmâdır ki araya canı sokarsın iki Lâm ın arasına, bu da olabilir, bu da olabilir. Şaşar kalır .
Bir yüzünde Firavun, bir yüzünde Musa (as) var gibi araya girer çünkü Celâl Tecellîsi zor tecellîdir. Onu demek istiyorum.
Onun için Celle Celâlihu deriz Allah’a.
Çünkü Allah cc. Allah’ta da çift Lâm vardır. Esmâdır demek istiyorum.
Celle Celâlihu getirir, Allah Celle Celâlihu.

Celâl Tecellîsi korkulan bir tecellîdir.
Bize çok bağlıdır bizde ayarımız tam olmadığı için korkmamız gereken bir tecellîdir.
Zül ikram, Allahu Zülcelâl insanoğlunu mükerrem kılmıştır.


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
" Ve le kad kerramna beni ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesirim mimmen halakna tefdiyla: “Şanım hakkı için biz benî ademi tekrîm ettik karada ve denizde binidlere yükledik ve hoş hoş ni'metlerden besledik, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik” (İsrâ 17/70)

“And olsun ki insanoğlunumükerrem kıldı!”
Kerem sahibi. Halbuki El Kerîm olan kendisidir Allahu Zülcelâl’in .
Ama insana bu sıfattan da yüklemiştir.
Maddî manevî bütün nimetleri İmkan Âleminde insana verir.
Ama imtihan eder. Tahkikî Tevhidi, bilip, anlayıp, yaşayıp, şâhid olup öyle hesaba gelmeyi emreder.
İmkanla imtihan ederken ikram ettiği bütün maddî manevî tüm nimetleri karşılığında hesaba çeker.
Ve karşılıksız vermiştir bunları zâten.
Ve sonsuz bu nimetleri, sayılamayacak bu nimetlerinin tümünün ikram sahibi, kerem sahibi El Kerîm olan kendisidir.

Zü’l- Celâli Ve’l- İkram Esmâsı Kur’ân-ı Kerimimizde Rahmân Sûresinde iki kere geçmektedir:

وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
"Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel'ikrami. : Bakı o Rabbının yüzü o zülcelâli vel'ikramAncak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.” (Rahmân 55/27)


تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
"Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Yüce çok yüce rabbının adı onun o celâl, onun o ikram” (Rahmân 55/78)

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
" Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.: Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/28)

Zü’l- Celâli Ve’l- İkram olarak geçer zâten orda da siz bu nimetlerden hangilerini yalanlıyorsunuz?
Niye iki tane? Maddî manevî, Zâhir- Bâtın verilenler.
İnsana verilenler. Ya da AKIL ve NAKİL. Bunlar da insana nimettir.
Aklımızın oluşu da bir nimettir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem’in nakli getirişi de bir nimettir.
Akıl kendini bilip, Rabbini bilecekti.
Kendini bilecekti. Nakli bulacaktı.
Birlikte olacaktı. Şehadet edecekti ve yaşayacaktı.
Şu ANda El Hayy olan Allahu Zülcelâlin Hayy olan şahidi olacaktı.
Bu bakımdan da Zü’l- Celâli Ve’l- İkram i düşünmemiz gerekir.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram kendisi de öyledir. Onu demek istiyorum.
Lâ ilâhe İllallah gibidir. Celâl Lâ ilâhe gibi temizleyendir.
İllallah ikramdır zâten. Tevhid gibidir bu esmâ.
Yani mânâ bakımından söylüyorum.
El Celîl mutlak kendi güç, kuvvetinde lânet ediş ve lütuf verişte en büyük olan yüce Allah Celle Celâlihudur.
Celâl de Celîl gibidir. Kayıdsız, kuyudsuz Azamet ve Celâliyet çok kadir kıymeti ve mertebesi olan anlamındadır.
Sonsuz kereminden ikramından kullarına hadsiz hesapsız şükreden kullarına lütuf olarak, küfredene ise lânet olarak tecellî eden, celâliyet gösteren bu.
Çok dikkat etmek lâzım!
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram, şükredene lütuf etmekte, küfredene lânet etmek hakkının sahibi olan demektir.
Çünkü Celâliyette böyle bir şey vardır. Neden?
İkramı, “ikrama nankörlük yapan, hainlik yapana cehennem yapacağım!” buyuruyor. Âyetler çok çünkü var.
Öbürüne ne diyor “Daru’s Selâm yapacağım!”
Yaaa buna çok dikkat etmemiz gerekiyor diye söylüyorum.
Bu aslında bizim üzerinde çalıştığımız esmâ idi yani bir zamanlar bunun üzerinde bayağı çalışılmıştır.
Burda insan kendisi tercih ve cüz’i irade kullanıyor imtihanda.
Aklı olduğu için duyduğu için tebliği, gördüğü için Kâinâtı kendisinin bir tercih yapması gerekiyor.
Ve cüz’i irade kullanıyor. Yani İLMen bildiği şeyi irade edebiliyor.
Karar veriyor İDRAK edip doruğa çekiyor tepeye ve İŞTİRAKe geçiyor fiilen işleyerek imtihanı içinde yaşıyor.
Diğer varlıklarda böyle bir şey yoktur. Herkes kendi ana görevi ne ise aksesuardır.
İmtihan kağıdı gibi, kâlem gibi herkes bir yerde kullanılmaktadır. İnsan için kullanılmaktadır.
Hür türlü varlık bir sebebi vardır, hikmeti vardır ve de hakikaten onlar o işte kullanılırlar.

Burda İCLÂL kökü, Celâlin de Cemâlin de Celîl inde temelinde olan iclal kökü kullanılmıştır. Bu da çok önemlidir.
Yani bütün Allahu Zülcelâl Esmaları inasana hizmetteyken çok az esmâ bildiğim kadarıyla şiddet esmâlarıdır. İntikam alıcıdır, kahredicidir, kahhardır, manidir meneder.
ED- DÂRRU, EL- KÂBIZU, EL- KAHHÂRU, EL-KÂHİRU, EL- MÜMÎTÜ,
EL- MÂNİ'U. EL- MÜNTAKİM܅

Ed dardır zarar verir, dalal, saptırır.
Bu esmâlarda tercihlere göre kullanır. Kendi esmâlarıdır Allahu Zülcelâlin ve ağır şekilde söyler.
Allah intikam alıcıdır diye. Tüm bunlar celâl tecellîsidir.
Yani celâli ciddiye almamak durumunda Allahu Zülcelâl bunu hiç affetmez.
Çünkü kendisine karşı şey yapılmıştır.
Ama benim bu hususta size söyleyeceğim şey Kemâl da bununla ilgilidir. Cemâlle ilgilidir çünkü.
Bu olgunluğa erdiği zaman çok cemâl kemâle dönüyor. Sizin olur artık.
Meyve vermiş bir ağaca dönersiniz, sizden artık cemâl fışkırır. Celâl susar.
Cemâlullah, Muradullahı Emrullahta işleyenler Cemâlullaha giderler.
Bir de Cemâlde bir şey vardır, Muhammed Aleyhisselâmın güzellîği vardır.
Onun için hizmet ile desti kemâl, himmet ile seyri cemâl.
Nedir himmet?
Himmet çift Mimlidir. Zâhir ve Bâtın Muhammedî lütfa ermektir.
Hakk olmasıdır. Ne demek?
Verenin de alanında Muhammedî olması lâzım.
Fişinde Pirizinde, alanında vereninde. Ellerin ellerin...


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
" İnnellezine yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydihim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü'tihi ecran aziyma: Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)

“Sana biat edenlerin, ellerini ellerine verenlerin ellerinin üzerinde Allah’ın elleri var!.”
Bu senin elinden Allahu Zülcelâlin eline kadar Muhammedî ellerdir bunlar.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram gerçekten muhteşemdir.
Daha fazla bilgi için ana sayfadaki esmâlar var.
Orda esmâlarda Tirmizi’nin listesinde de vardır.
Hepisinde de vardır da. Orda üç tane liste vardır orda çünkü esmâlara basarsanız.
Tirmizi, İbn-i Mace, İbn-i Hacer. İbn-i Hacer Kur’an-ı Kerîmdekileri tespit etmiştir.
İbn-i Mace ve Tirmizi’de kendileri Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin hadisinden esmâlar getirmişlerdir.
Ama bunların tümü hadisle gelen birbirinden çıkardığımız zaman 140 esmâ vardır.
Bir zaman bu esmâlar üzerinde çalışmıştık bunların orda detaylı bilgisi vardır.
Size bunu söyleyen arkadaşımız neden söyledi 100 tane çekmeyi bilemiyorum ama.
Esmâdır harikadır hepsi güzeldir. Bütün esmâlar harikadır zâten.
Herkesin kendi bir sırrı vardır.
Ama sabah namazından sonra Zü’l- Celâli Ve’l- İkram , celâlinden ikram eden, zülcelâl ü velikram, celâlinden ne ikram eder onu biz bilemeyiz.
Bir sahabe çok sevilen bir sahabe gelmiyor.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem soruyor diyor ki “nerede?”
“Çok hasta oldu . Sekarete düştü.”
Allah Allah. Bir günde nasıl oldu ki hemen olmuş. Bir bakalım ziyaret edelim. Yanına girince Rasûlullah Salllahu Aleyhi Vesellem diyor ki:
“Sen zararlı bir ot mu yedin? Bir şey mi yedin?” diyor.
O sahebede diyor ki: “Ya Rasûlullah ben dün dedim ki Ya Rabbi öbür tarafta çekeceklerim varsa birazını burada çekeyim!” demiştim.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem cevap veriyor:
“Fesubhanallah. Burada çekeceğine beni affet deseydin ya!”

Modern Tarikatçı geçinen Meşhur bir vatandaşın şu anda Antalya’da olan bir avukat arkadaşa Hacı Osman Efendinin sağlığında anlattığı ve çektiği bir zikir var.
Birlikte hacca gitmişlerdi Hacı Osman Efendiyle.
Ed Dalâl esmâsını çektirdiğini duydum.
Ed Dalâl, sapıklık esmâsını çektirdiğini duydum.
“Fesubhanallah" dedi Hacı Osman Efendi. "Ne işi var bu çocuğun Ed Dalâl esmâsıyla, sapıklık esmâsıyla, bu ne demek bu?” dedi.

Yani esmâları çekerken de, çekende de, çektirende de bir düzen olsa iyi olur derim. Sizin için demiyorum ama.
Bu Zü’l- Celâli Ve’l- İkram güzel bir esmâdır.
Çekilir, hepimiz çekeriz ama. Neden çektiriyorlar, nasıl çektiriyorlar. Kim diyor bilemiyorum.
Ama Zülcelâl Velikram olduğu için söylüyorum çekilmez demiyorum fakat ben bilmiyorum diyorum.
Ama birisi dese ki Ed Darr çekeceğim. Zarar veren, yani zarara sokan esmâyı çekeceğim dese ki derim:
“Yavv niye Ed Darr’ı çekiyorsun. Ed Darrı çekeceğine ne bileyim ben Er Rezzak’ı çek. Zültikam, intikam esmâsını çekeceğine Er Rauf’u çek!” gibi ne bileyim ben.
Esmâları çekenin, çektirenin bir sebebi bir bilenin olması uygun olur.



Subhaneke Allahumme ve bihamdike eşhedu en Lâ ilâhe ille ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve utubi ileyh.

Bu biliyorsunuz antivirüs gibi bir şeydir.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizin hadisi şerifidir.
Abdestlerden sonra ve sohbetlerden sonra 3 defa okunması istenmiştir.


Elhamdulillahi Rabbül âlemin.

Allahümme salli ala seydina muhammedîn abdike ve nebiyyike ve rasûlike nebiyyil ümmiyyil ve ala alihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi. Ya Rabbül âlemin. Selâmün aleyküm.

Allah gecelerimizi gündüz eylesin Hakkta ve hayr da buluştursun!
Bizi Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizin;
TEVBE BİZ-BİRliğini
DUA BİZ-BİRliğini
RIZABİZ-BİRliğini
ŞEHÂDET BİZ-BİRliğini
BİLİp, BULup, OLup da YAŞAyANlardan KILsın!..
İnşâallah…
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

kulihvani yazdı: Allahümme salli ala seydina muhammedîn abdike ve nebiyyike ve rasûlike nebiyyil ümmiyyil ve ala alihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi. Ya Rabbül âlemin. Selâmün aleyküm.

Allah gecelerimizi gündüz eylesin Hakkta ve hayr da buluştursun!
Bizi Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizin;
TEVBE BİZ-BİRliğini
DUA BİZ-BİRliğini
RIZABİZ-BİRliğini
ŞEHÂDET BİZ-BİRliğini
BİLİp, BULup, OLup da YAŞAyANlardan KILsın!..
İnşâallah…
Aminnnnn
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.2.7.3. El A'LÂ Sûresi Zevki
http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1026

"Tesbih et RABB'inin A'lâ ismini" (El A'lâ 87/1)

A'lâ : (ülûvv den) yücelik, tanımlayanın tanımından da yüksek olan yücelik, kudret açısından yücelik, (mekan açısından değil). Kudret gücü ise; insan aklının gördüğü, duyduğu ve tasarlayabileceği bir güç değildir. RABB'imin o yüce adını takdis ve tenzih ederim.

Yeri gelmişken; Namazda : iftitah tekbirini alıp zâhir-bâtın kulaklarımızın zillerine (kulak memelerine) dokunup dünya elinin (sol el) üstüne âhiret elini kilitliyoruz. (kulluk kilidi). Subhâneke ile giriş duamızı yapıyoruz. Fâtiha ile Ulûhiyyet (ALLAH), Rübûbiyyet (Rabbü'l-âlemin) Merhametiyyet (zâhirinde Rahmâniyyet, bâtınında Rahîmmiyyet) ve Mâlikiyyet (dün,bugün,yarın,din gününün Mâliki) ine hamdimizi arzediyoruz. Kulluğunu kabul ettiğimizi ve ne istersek sahibimizden isteyeceğimizi kabul ve ilân ediyoruz... Devâm edip zammı sûre sonunda Kulluk kıyamından, Rıza Rükû'una baş eğiyoruz. "Subhâne Rabbiye'l-Azîm (ve bi hamdihi) : Ey RABB'im senin gözüken ve aklımın alabildiği azametin, muazzamlığın tüm zerrelerimi hüşûya soktu. El AZÎM sin seni aklımın yakıştıracağı noksanlıklardan ve anlayışsızlığından tenzih ederim, uzaksın bilirim! (Hamd ile birlikte)" deriz. "Semi' Allahu li'men hamîdeh : ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL hamdedenin hamdini duydu." Nereye döndük? tâ başa... demek ki Fâtiha yerini bulmuş... o hâlde;

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu gibi "Rabbenâ ve leke'l-hamd! Hamden kesiren tayyiben fihi : Ey RABB'im hamdimiz senin içindir. Öylesine bir hamd ki çokluklar ve ayıplardan arınmışlıklarla dopdolu!" Bedenen kıyamda, nefsen rükû' da duran Muhammedî, kalben secdeye (harreder : kızarmış saç üzerindeki su damlası gibi) kapanır. Kalbin, nefs ve Ruh arasında berzahî durumu vardır. iki secde sırrı! "Subhâne Rabbiye'l-A'LÂ (ve bi hamdihi)..." RABB'imi El A'LÂ (celle celâluhu) ismiyle de tesbih ederim (hamd ile birlikte)... Ey RABB'im kul aklına ve hayaline gelmeyen kahhar kudretin (sonsuz potonsiyel gücün) karşısında hûzû' ile bilebildiğimden de sonsuzdaki yüceliğini tenzih ediyorum, kudsîyetine inanıyorum... (hamd ile birlikte)" deriz....´

"Yaratıp düzene koyan (RABB'inin)" (El A'lâ 87/2)

Tesviye : düzenleyip neticeye bağlama, her zerre ve hücreyi lâzım ve lâyık yerinde ediş. Şunu iyice anlayınız ki insanoğlunda; tüm canlıların isti'dâd, kabiliyet, âlet ve edâvâtları cem olmuştur. Bu muhteşem, muazzam ve mükemmel yaratılış ve tesviyenin sebebi sırayla gelecek.

"Ve O ki; takdir edip yol gösterdi" (El A'lâ 87/3)

Kaddera : takdir etti. Ezelde olmasını dilediği şeyleri kaza,kader,irade ve meşiyeti (dilemesi) ile eşyânın kaderini çizdi. Soyut, somut özellik ve güzellikler verdi. Cüsse ile kişilik (zâtîyet), renk, koku, tad v.s. sıfatlar verdi. Takdiri içinde her şeyi var etti. Herkese işini en iyisinden fıtrî olarak öğretti ve her varlığa yolunu gösterdi. İnsana insanlığı... Kurda kurtluğu, koyuna koyunluğu, ateşe ateşliği, suya suluğu... Her birini kendilerine göre kılan RABB'im... Esfelinden İlliyyîne kadar ibret ve hikmet sahnelerini mahlûkatı ile doldurdu. Herkese (fehedâ...) yolunu, her işini öğretti. O gündür bu gündür, herşey, herşeyce, heşeyliğini yaparak bu takdire uyup gidiyor... İnsanoğlu ise aklından dolayı başrolde oynuyor. Rolü çok hârika, ancak; çok zor... Çünkü yol çatallaşıyor saâdet ve şekâvet diye... Âcizâne ben tefsirci filân değilim, zevk ediyoruz...

"O ki; mer'âyı çıkardı." (El A'lâ 87/4)

Ra'a fiili : bir şey bereketlenip artmak, fazlalaşmaktır.

El Reyû : mahsül, her şeyin evveli. Mer'a : Yeşil otluk arazi, köy mer'âsı gibi... Öylesine bir RABB'im Tealâ ki her canlıyı bir mer'âdan çıkarır. Tohumu topraktan, civcivi yumurtadan, kuzuya koyundan... Sebebler âleminde bir şeyi, bir şeyin içinden... Hay zinciri kıyâmete kadar sürüklenecek ve sürecek...

Azîz kardeşim,doğrusu söylenecekler var ancak, Molla Kasım'lara dikkat etmemiz de gerekiyor... Biz, size anladığımızı ve inandığımızı söylüyoruz. Noksan ise, düzeltmek boynunun borcudur... Devâm edelim işimize : Karıncalar, kabiliyet ve isti'dâdları kadarınca ve kaderince yüce varlıklardır. Arılar da öyle. İkisinin deKur'ân-ı Kerîm' de sûreleri var... İşte bu karıncalar kış azığı diye depoladıkları buğdayların çeşitli sebeblerle çimlenmeye başladığını anlayıp da çimlenmenin başlangıcında önüne geçemezler ise derhal tüm buğday tanelerini ikiye bölüyorlar... Haliyle çimlenme olduğu gibi kalıyor... Mer'âsı bozulan buğday diriliği, sûküt ve sükûna gömülüyor....

"Sonra da onu karamsı, bir sel kusuğuna (artığına) çevirdi." (El A'lâ 87/5)

Tarlalar dolusu yemyeşil ekinleri, civan gibi delikanlıları, ceylan gözlü ceylan yavrularını bir gün gelir ki selin gelip geçtikten sonra bıraktığı kararmış köpük kalıntıları gibi yapar. Yemyeşil ekinler çer çöpe döner. Yüzüne bakılamaz güzellikte güzeller, yüzüne bakılamaz çirkinlikte yaşlanır.

"(Bundan böyle, habibim!) seni okutacağız da, ALLAH'ın dilediği müstesnâ, asla unutmayacaksın. Çünkü O, âşikârı da bilir, gizliyi de" (El A'lâ 87/6-7)

Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Merkez ve Muhitte tüm insanlar için takdir edilen ilimlere câmi' oluşu... Cehrî ve hâfî...Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kevserî Firdevs'i... Tüm mahlûkatın Ravza-yı Rıdvân Adn'i oluşu...

"Seni, en kolay olana muvaffak kılacağız..." (El A'lâ 87/8)

Seni yusraya (kolaya) müyesser edeceğiz. Şerîatı garraya müyesser kılacağız. En kolay olana kolaylaştıracağız. Sistemin sahibi Subhanallah (celle celâluhu) Habibi (sallallahu aleyhi ve sellem)'ine özün özünden okutuyor ve unutturmuyor...Kelâmullah'ın kâinâta ebedî çıkış kapısı olan kerem ve rahmet Rasülûne İlâhî ihsân...

"O hâlde eğer ögüt fayda verirse (durma) öğüt ver!" (El A'lâ 87/9)

Bu muazzam sistemi sadece ve sadece insanoğlunun kemâl bulup RABB'i Tealâ'nın azamet ve kudretini seyredip, Ulûhiyyet ve Rübûbiyyetini ikrâr etsinler diye halk eden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL; din, dünya ve âhiretini kolaylaştırıp Murşid-i Mutlak, Rehber-i Mutlak ve İmâm-ı Mutlak kıldığı Habibi, Edibi, Ekremi olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e : Kullarını kemâle, ALLAH Tealâ'nın ahlâkıyla ahlâklanmaya ve merhameten ve muhabbeten öğüt vermeye (hatırlatmaya,uyarmaya) emir buyuruyor. En mükemmel insan olarak; câhilleri kemâle, noksanları mükemmele sevk et buyuruyor.

"İnsan sûretinde ve akıl ni'metiyle parmak izleri gibi şahsa münhasır halkedilen insanlara, Kur'ân ile öğüt ver, hakkı ve hayrı tercih etmelerinin sonuç ve faydalarını iyice izâh et". Akılları kadar anlarlar ve zâten o kadarından sorumlu olurlar... Tüm buna rağmen bâtılı ve şerri seçenek yaparlarsa, akla ve emânete hiyânet ile bunca ni'mete zulüm ederlerse :

"Sen onlar üzerindebir zorba değilsin... Binâenâleyh sen, benim tehdidimden korkanlara, Kur'ânla öğüt ver..." (Kaf 50/45)

Tasavvuf burada devreye girer... Tıpkı prize takılan elektrik fişi gibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Muhammedî ulaşım (salâvât) hattı bağlanınca ögüt veren verir, alan alır...

"ALLAH' tan korkacak (saygısı ve haşyeti) olan öğüt alacaktır. Pek bedbaht olan ise, ondan kaçınacaktır. O ki, en büyük ateşe yaslanacaktır." (El A'lâ 87/10-12)

Haşyet kalbîdir demiştik. ALLAH Tealâ'nın azamet, kudret, ilim ve hikmetine kâmil mânâda ârif olan kişi; din, dünya ve âhiret işlerinde âlimdir. Haşyet duymaya ve öğüt almaya da müstehaktır. Ve saâdet ehli saîdlerdir. (Fatir 35/28 bkz.)
Bu öğüt vermenden, ictinab edecek olanlar (kaçınan, uzaklaşanlar) ise en şâki (bahtsız, fenâ hareketli, haylaz, habis) eşkiyâ (yol kesici haydut) lardır. İşte böylesi kimselerin (isâlleri, ulaşımları, akarak varacakları) yaslanacakları, anaları olan; gaflet, cehâlet, dalalet ve hiyânetin kucağıdır. İster insan olarak bâtılın ve şerrin lideri Firavin'un yanına, isterse ateşin en alt tabakasındaki Münâfıkların (Nisâ 4/145 bkz.) yanına ki aynı kapıya çıkar... Zirâ Firavun'da son anda inandım diyerek ikili oynamıştır...

"Sonra orada ölmeyecek de dirilmeyecek de!" (El A'lâ 87/13)


Korkunç ve sonsuz bir can çekişme! Tıpkı âhir zaman insanlarının çoğu gibi, ölü mü diri mi belirsiz... Birisi öldü mü "ölü, ölmüş filân köyde!"derlerdi bizim köyde eskiden... Ne de doğru sözmüş sonra anladım. Öyle ya, yiyip içip tepinen bir ölü idi... Yine daldırdık...

Kul ihvânim sır serilmez
Çilesiz sırra erilmez
Ölüler ölmüş dirilmez
Sağlar Hüseyin, Hüseyin...


"Muhakkak ki, iyi temizlenen iflâh olmuştur. (umduğuna ermiştir.)" (El A'lâ 87/14)

Felâh : kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluktur.

Tezkiye : kusurdan temiz etme, temize çıkarma, aklama, iyi hâli isbatlama. Tevhid ateşine, takvâ tavası içinde arzedilen nefs; dünya ve şehvet fitnesinden, altının topraktan ayrıldığı gibi erir akar ve ayrılır. Arınır, âşık olur. Fitne de fetene fiilindendir.
Fetene : toprakla karışık altın tozunu ateşte eriterek altını tozdan topraktan ayırmaktır. Fitnenin imtihan oluşu da; hakla hayrı, bâtılla şerden ayıran ateşten beter, kıtalden şiddetli belâ oluşundandır.

"Ve RABB'inin adını zikredip de namaz kılan kimse..." (El A'lâ 87/15)

Kendini bilen Abd; RABB'ini de bilmiş, tanımış ve anmış olarak salât kıldığında yâni ilâhî ulaşıma azmettiğinde... Tenezzül ve tevâzu' ile huşû' ve huzû' (hudû) içinde kendisini; hâzır ve nâzır Rabbü'l-âlemin'in huzurunda görürcesine kıyâmet ettiğinde; merkez-muhit mahşeri kurulursa, sûret-sîret sermayesi ve hesabı görülürse, azab-sevâb olunmadan tevbe-dua ile Rızaullah bulunursa, iftitah tekbirinden önce, RABB'inin "El RABB"(celle celâluhu) ismi, zikir ve fikirle bulunursa, o Salâta; sıla, selâm, selâmet, dâru's- selâm salâtı derim doğrusu...

"Bilakis, daha doğrusu siz, dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (üstün tutuyorsunuz)" (El A'lâ 87/16)

Nefsinizi ilm-ü-edeble öğretip eğitmediğinizden nefs de önündeki dünyanın şak şukasına kapıldı gitti. Şerrin şeytânı ise bir şeyler sokuşturdu, bir şeyler üfürdü ve poh pohladı... Kötü arkadaşlar da yoldaş olunca seyreyle gümbürtüyü... Dünya hayatı, dünyevî eserler vermekle geçti ve uhrevî âlem yok farzedildi...Ölünce uyanılacak korkunç bir uyku...Hayal ve fenâ âleminde hebâ olan bir ömür...

"Oysa âhiret daha hayırlı ve daha bâki (kalıcı, sürekli) dir. (El A'lâ 87/17)


Hâlbuki bu dünya hayatının sonundaki sonsuz hayat ise gerçekten daha hayırlı, ebedî ve kalıcı idi... Şu anda yaşadığı hayali hayatı hakikat sanıp; sular gibi her an akarak gittiği hakikati ise hayal sanan ve aklını isrâf eden ahmak insan...

"Şüphesiz ki bu evvelki (ilk) sahifelerde vardır." (El A'lâ 87/18)


Bahsedilenler Şerîatullah'ın değişmez esaslarıdır. Evvelinde de âhirinde (Kur'ân) de böyledir...

"İbrâhim ve Musa'nın sahifelerinde de..." (El A'lâ 87/19)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Zer (radiyallahu anhu)'nun ALLAH'ın ne kadar kitab indirdiği sorusuna cevâben : "Yüzdört... 10 sahife Âdem'e, 50 sahife Şit'e, 30 sahife İdris'e, 50 sahife İbrâhim'e; (Musa'ya) Tevrat, (İsa'ya) İncil, (Dâvud'a,) Zebur ve Furkân (Kur'ân)..." buyurmuştur.

İşte Havfullah, Haşyetullah, Takvâllah... Bu konuyu bağlarken : benim anam, elifi bilemez kalender bir köy kadını. İnancı kavî... Kendisine "Ana, sen ne diyorsun bu işlere?"dedim... Anam : "Ne deyim kadın anam, kork ALLAH'tan korkmayandan!"dedi. İşte meselenin aslı budur. Tevhid Tekemmülü ancak ve ancak takvâ toprağında yetişir... Altın tozlarının içinde can yetişmez... Altıncıların (paracıların, dünyacıların) varsa kulakları çınlasın!

Şuculara, buculara, altıncılara duyurulur! Herkes eteğindeki taşı döksün, bilye gibi çırılçıplak başsız ayaksız devrânda devrederek gelsin divâna... Aşk gemisi kuru yerde yürümez... Kuru lâfla peynir gemisi de yürümezmiş!

Allah muininiz olsun inşaallah.
Resim
Muhammede sevdalı
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 30 Oca 2017, 03:39

Re:

Mesaj gönderen Muhammede sevdalı »

Hakan yazdı:Allah razı olsun. Bizlik içerisinde hizmet ediyoruz inşallah. Hepimiz kabımız kadar anlaycağımız için Kur'an-ı Kerim surelerinin zevklerinden kendi kalp aleminde süzerek hıfz eden insanların daha hızlı yol alabilmesi için Kulihvani Canımızın bu güzel çalışmasına önemle devam etmekteyiz inşallah. Gaye ve gayretimiz Rasulullah sav. e layık ümmet olma Allah cc nun razı olduğu kullarından olabilme çabasıdır.
Ben her zaman şunu düşünüyorum. Benim kabım dar ise, anlamam, hıfz etmem dar ise kabı daha geniş olan canlar daha hızlı yol alabilir ve bundan da zevk duyarım. O yüzden her zaman bu zevkleri hızlı bir şekilde yazıya dökmeye azmediyorum...

Tüm bu hizmetleri ben olarak değil BİZ olarak yapıyoruz inşallah

Muhammedi muhabbetlerimizle...
aminamin amin
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KUL İHVANÎ A'LÂ SÛRESİ SOHBETİ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim EL A’LÂ Sûresi ZEVKi.:

Resim

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
Resim---“Sebbihısme rabbikel a’lâ.: RABBinin “A'L” ismini tesbih et!.” (El A’lâ 87/1)

BUYURunuz =>ZERRe-KÜRRe CEM'inde =>SEBBihu SALLına!.

A’lâ.: (ülûvv den) Yücelik, tanımlayanın tanımından da yüksek olan yücelik, mekan açısından değil kudret açısından yücelik. Kudret gücü ise; insan aklının gördüğü, duyduğu ve tasarlayabileceği bir güç değildir. RABB’imin o yüce adını takdis ve tenzih ederim.
A’lâ.: Daha iyi. Pek iyi. En yüksek. Ziyâde ve mürtefi olan.

YERi GELmişken, SALLâtta-Namazda;
İftitah Tekbirimizi
"ALLAHu EKBERr!."i ALıp =>Zâhir ve Bâtın Kulaklarımızın Zillerine/kulak memelerine dokunup Dünya Elinin/sol el üstüne =>Âhiret Elini KİLİTLiYORuz. KULLuk KİLİDi..
SUBHÂNeke ile GİRiş DUÂmızı yapıyoruz.
FÂTİHa ile ULÛHİYyet/ALLAH, RUBÛBİyyet/RABBu’l- ÂLEMîn Merhametiyyet ki;
ZÂHİRinde =>RAHMÂNİyyet,
BÂTINında =>RAHÎMÎyyet ve,
MÂLİKİyyette =>GEÇmiş-Dün, GELecek-Yarın, Bugün-Din Gününün MÂLİKi-ne HAMDimizi ARZ ediyoruz..
KULLuğunu kabul ettiğimizi ve ne istersek SÂHİBimizden isteyeceğimizi Kabul ve İlân ediyoruz..

Devâm edip Zammı Sûre sonunda KULLuk KIYAMIndan, Rıza Rükû’una BAŞ EĞ!.iyoruz..


“SUBHÂNe RABBiye’l-AZÎMu ve bî HAMDihi).: Ey SUBHÂN OLan ve ve her ÂN Küllî ŞEYyi SEBBehâ Seyrine seren RABB’im!. SENin Zâhirde GÖZüken ve AKLımın ALaBİLdiği AZAMetin, Muazzamlığın tüm zerrelerimi hüşû’ya SOKtu. El AZÎM celle celâlihusun.. SENi, AKLımın yakıştıracağı noksanlıklardan uzaksın ve anlayışsızlığından Hamdim ile birlikte tenzih ederim!.” DEriz!.

“Semi’ ALLAHu li’men Hamîdeh: ALLAHu zü’L-CELÂL, HAMD edenin HAMDini duydu.”
Nereye döndük?. tâa başa.. demek ki Fâtiha yerini bulmuş.. o hâlde;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi.:

“RABBenâ ve leke’l- Hamd!. Hamden kesiren tayyiben fîhî.: Ey RABB’im hamdimiz SENin içindir. Öylesine bir hamd ki çokluklar ve ayıplardan arınmışlıklarla dopdolu!.”

BEDENen ->Kıyamda,
NEFSen ->Rükû’da DURan MuhaMMedî KuL,
KALBen ->Secdeye KAPANır ki,
HARR EDER ->Kızarmış Sac üzerindeki SU DAMLAsı gibi..

KALBin, NEFS, ve RÛH ARAsında BERZAHî durumu vardır. İkİ Secde Sırrı!.:
“SUBHÂNe RABBiye’L-A’LÂ ve bî HAMDihi.: RABB’imi El A’LÂ celle celâluhu ismiyle ve hamd ile birlikte tesbih ederim.. Ey RABB’im Kul Aklına ve Hayaline gelmeyen KAHHÂR KUDRETin/ Sonsuz Potonsiyel Gücün karşısında Hûzû’ ile BİLeBİLdiğimden de sonsuzdaki YÜCELiğini tenzih ediyorum ve KUDSÎyyetine Hamdim ile birlikte inanıyorum!.” deriz..


الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
Resim---“Ellezî halaka fesevvâ.: O ki yarattı sonra sevvâ etti (dizayn etti, düzenledi).” (El A’lâ 87/2)

Sevvâ.: Seviyelendiren, düzelten. Doğruya götüren.
İstivâ.: Seviyeleniş. Müsâvi oluş. Temâsül. İ'tidal, istikamet ve karar. Kemalin sâbit olması. Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak. İstilâ eylemek..
Tesviye.: Seviyelendirme. Düzleme. Beraber etme. İki şeyi müsâvi etme. Bir neticeye bağlama. Düzenleyip neticeye bağlama, her zerre ve hücreyi Lâzım ve Lâyık yerinde ediş.

Şunu iyice anlamalıyız ki, İnsÂNoğlunda =>Tüm CÂNLıLarın İsti’dâd, Kabiliyet, Âlet ve Edâvâtları CEM’ OLmuştur.

İşte Bu Muhteşem, Muazzam ve Mükemmel YARATış- YARATıLış TESVİYEnin SeBeBi EN EL A’Lâ Sûremizde SIRAyLa GELecek İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Resim---“Vellezî kaddere fe hedâ.: Ve O ki, bir kader tâyin etti. Sonra da hidâyet etti/ yol gösterdi.” (El A’lâ 87/3)

Kaddera: Takdir etti. EzeLde, OLmasını dilediği ŞEYyLeri =>Kaza, Kader, İrade ve Meşiyyeti/Dilemesi iLe EŞYÂnın KADERini ÇİZdi. Soyut, Somut Özellik ve Güzellikler verdi. Cüsse ile Kişilik/Zâtîyet, renk, koku, tad v.s. Sıfatları VERdi..

TAKDİRi içinde her ŞEYyi var etti. Herkese işini en iyisinden fıtrî olarak öğretti ve her varlığa yolunu gösterdi. İnsÂNa =>İnsÂNlığı.. Kurda ->kurtluğu, koyuna ->koyunluğu, ateşe ->ateşliği, SUya ->SU-Luğu.. Her birini kendilerine göre kılan RABB’im TeÂLÂ..
ESFELinden =>İLLİYYÎNe kadar =>İbret ve Hikmet Sahnelerini mahlûkatı ile DOLdurdu.
Herkese Fehedâ.. YoLunu, her İŞini ÖĞretti.
O gündür bu gündür =>Herşey, Herşeyce, Herşeyliğini YAP!.arak bu TAKDİRe UYup GİdiYOR..
İnsÂNoğlu ise =>AKLından dOLAYı Baş Rolde OYNuYOR!. Rolü çok hârika ancak, çok ZOR!. Çünkü YOL çataLLaşıyor =>Saâdet ve Şekâvet diye..
ÂcizÂNe ben, tefsirci filân değilim, ZEVK EDiYORuz..


وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى
Resim---“Vellezî ahrece’l- mer’â.: Ve O ki, yerden mer’â (yeşillikler) çıkardı.” (El A’lâ 87/4)

Ra’a fiili.: Bir şey bereketlenip artmak, fazlalaşmaktır.
El Reyû.: Mahsül, her şeyin evveli.
Mer’a.: Yeşil otluk arazi, köy mer’âsı gibi..

Öylesine bir RABB’im TeÂLÂ ki =>Her CÂNLıyı bir MER’Âdan ÇIKarır. Tohumu ->Topraktan, Civcivi ->Yumurtadan, Kuzuya ->Koyundan.. Sebebler Âleminde bir ŞEYyi ->bir ŞEYyin İÇİnden..
EL HAYy ALLAH celle celâlihu’nun =>HAYy Zinciri =>Kıyâmete kadar SÜRükLenecek ve SÜRecek şu HAYyatta!.

Azîz kardeşlerim;
Doğrusu daha SÖYLENEcekler var ancak, hesaba çekecek kaba sofu MoLLa Kasım’Lara dikkat etmemiz de gerekiyor!.
Biz, size anladığımızı ve inandığımızı söylüyoruz.
Noksan ise, düzeltmek boynunuzun borcudur..

Devâm edelim İşimize..
KARINCALar, kabiliyet ve isti’dâdları kadarınca ve kaderince yüce varlıklardır. Kur’ÂN-ı Kerîm’de NemL-Karınca Sûresi vardır.
ARILar da öyledir ki Kur’ÂN-ı Kerîm’de NahL-Bal Arısı Sûresi vardır..
İşte bu karıncalar =>Kış Azığı diye depoladıkları BUĞDAYLarın-TohumLarın çeşitli sebeblerle nemlenerek çimlenmeye başladığını anlayıp da çimlenmenin başlangıcında önüne geçemezler ise, derhal tüm buğday tanelerini ikiye bölüyorlar.. Hâliyle çimlenme olmuyor-olamıyor..
HAYy-DİRİLik Zinciri KOPan =>Mer’âsı bozulan buğday DİRİLiği, Sûküt ve Sükûna GÖMüLüYOR!.


فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى
Resim---“Fe cealehu gusâen ahvâ.: Sonra da onu siyah atık/ sel kusuğu haline getirdi.” (El A’lâ 87/5)

Tarlalar dolusu ->Yemyeşil Ekinleri,
CivÂN gibi ->delikanlıları, Ceylan Gözlü ->Ceylan Yavrularını =>Bir gün gelir ki selin gelip geçtikten sonra geride bıraktığı kararmış köpük kusuğu kalıntıları gibi yapar.
Yemyeşil ekinler ->Çer çöpe döner.
Yüzüne bakılamaz güzellikte güzeller ->Yüzüne bakılamaz çirkinlikte yaşlanırlar!.


سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى
Resim---“Senukriuke fe lâ tensâ.: (Bundan böyle, Habîbim Kur'ân'ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.” (El A’lâ 87/6)

إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى
Resim---“İllâ mâ şâallâh (şâallâhu), innehu ya’lemu’l- cehre ve mâ yahfâ.: Ancak (bu) ALLAH'ın dilediği şeydir. Muhakkak ki O, açık ve gizli olanı bilir.” (El A’lâ 87/7)

MuhaMMed aleyhisselâm’ın =>Merkez ve Muhitte tüm İnsÂNlar için takdir edilen ilimlere CÂMİ’ oluşu.. Cehrî ve Hâfî.. Rahmetenlilâlemin olan RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in KEVSERî ->FİRDEVS’i.. Tüm Mahlûkatın RAVZA-yı RIDVÂN ADN’i OLUŞu..

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى
Resim---“Ve nuyessiruke li’l- yusrâ.: Ve kolay gelmesi için Biz (O'nu), sana kolaylaştıracağız.” (El A’lâ 87/8)

Seni yusraya-kolaya müyesser edeceğiz.
Şerîat-ı Garraya müyesser kılacağız.
En kOLAY OLana kOLAYLaştıracağız..

Sistemin Sâhibi SUBHÂNALLAH celle celâluhu =>Habîbi sallallahu aleyhi ve sellem’ine ÖZün ÖZÜnden OKU!.tuYOR ve unutturmuyor!.
KELÂMULLAH’ın ->Kâinâta Ebedî Çıkış Kapısı OLan KEREM ve RAHMEt RASÛLüne İLÂHÎ İHSÂNı..


فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ الذِّكْرَى
Resim---“Fe zekkir in nefeati’z- zikrâ.: O halde, eğer zikir fayda verecekse zikret (zikri öğret, öğüt ver).” (El A’lâ 87/9)

Bu muazzam sistemi sadece ve sadece İnsÂNoğlunun KULLuk KEMÂLi BULup ->RABB’i TeÂLÂ’nın Zâhirde Azamet ve Bâtında Kudretini SEYRedip =>ULÛHİYyet ve RUBÛBİYyetini İKRÂR ETsinler diye HALk eden ALLAHu zü’L-CELÂL;
Din, Dünya ve Âhiretini kolaylaştırıp =>Murşid-i MutLak, Rehber-i MutLak ve İmâm-ı MutLak KILdığı Habîbi, Edîbi ve Ekremi olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e;
=>Kullarını ->Kemâle,
=>ALLAH TeÂLÂ’nın AhLâkıyla AhLâklanmaya ve,
=>Merhameten ve MuhaBBeten öğüt vermeye-hatırlatmaya, uyarmaya Emir Buyuruyor..
En MükeMMeL İnsÂN olarak ->Gafilleri-Câhilleri ->Kemâle, Eksikleri-Noksanları ->MükeMMeLe SEVk Et!. Buyuruyor..

İnsan Sûretinde ve AKIL Ni’metiyle ->Parmak İzleri gibi Şahsa Münhasır halkedilen İnsÂNlara ->Kur’ÂN ile ÖĞÜT VER!.
Hakkı ve Hayrı TERCİH ET!.melerinin sonUÇ ve faydalarını iyice izâh et!.
AKIL Kapları kadar ANLArlar ve zâten o kadarından SORumlu OLurlar..
Tüm buna rağmen Bâtılı ve Şerri seçenek yaparlarsa, AKLa ve EMÂNete hiyânet ile bunca Nİ’METe ZuLüm ederLerse.:


نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ
Resim---“Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.: Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbâr/zorlayıcı zorba değilsin!. Öyleyse Benim vaadimden/vaadettiğim cezâdan, azâbdan korkanları Kur'ÂN ile ikâz et!.” (Kaf 50/45)

Tasavvuf burada devreye girer..
Tıpkı prize takılan elektrik fişi gibi ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iLe MuhaMMedî ULAŞım-SaLâvât Hattı BAĞLANınca ->ÖGüt VERen ->VERir!. ALan da ->ALır..


سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَى
Resim---“Seyezzekkeru men yahşâ.: ALLAH'a karşı huşû duyan/(saygısı ve haşyetiyle çekinen) kişi zikir yapacaktır (ve tezekkür edecektir).” (El A’lâ 87/10)

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى
Resim---“Ve yetecennebuhe’l- eşkâ.: Ve şâkî/mutsuz, bedbaht olan, ondan (zikirden) içtinâb edecek (kaçınıp zikretmeyecek).” (El A’lâ 87/11)

الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى
Resim---“Ellezî yaslen nâre’l- kubrâ.: Ki o (şâkî), büyük ateşe atılacak.” (El A’lâ 87/12)

Haşyet ->KALBîdir demiştik.
ALLAHu TeÂLÂ’nın ->Azamet, Kudret, İlim ve Hikmetine KÂMİL mânâda ÂRİF OLan kişi ->Din, Dünya ve Âhiret İşlerinde ÂLİMdir. Haşyet duymaya ve öğüt almaya da müstehaktır.
Ve işte bu kimseler MuhaMMedî Saâdet Ehli ->SAÎDLerdir..


وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim---“Ve minen nâsi ve’d- devâbbi ve’l- en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik (kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihi’l- ulemâu, innallâhe azîzun gafur (gafûrun).: Ve bunun gibi İnsÂNlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulemâ (âlimler), ALLAH'a karşı huşû’ duyar. Muhakkak ki ALLAH; AZÎZ'dir (üstün, yüce), GAFÛR'dur (mağfiret eden).” (Fâtır 35/28)

Bu öğüt vermenden, ictinâb edecek olanlar/kaçınıp uzaklaşanlar ise en ŞÂKİ/bahtsız, fenâ hareketli, haylaz, habis EŞKİYÂ/yol kesici haydutlardır.
İşte böylesi kimselerin isâlleri, ulaşımları, akarak varacakları, yaslanacakları, anaları olan ->Gaflet, Cehâlet, Dalâlet ve Hiyânetin Kucağıdır.
İster İnsÂN olarak Bâtılın ve Şerrin Lideri Firavûn’un yanına,
İsterse ateşin en alt tabakasındaki Münâfıkların yanına,
Ki aynı kapıya çıkar.. Zirâ, Firavûn da son ÂNda.: “İnandım!.” diyerek İKİLi OYNAmıştır..


وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
Resim---“Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ (halîlen).: Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini ALLAH'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve ALLAH, Hz. İbrâhîm'i DOST edindi.” (Nisâ 4/145)

ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى
Resim---“Summe lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.: Sonra onun içinde (ateşte) ölmez ve de hayat bulmaz.” (El A’lâ 87/13)

Korkunç ve sonsuz bir can çekişme!.
Tıpkı, Âhir Zaman İnsÂNlarının çoğu gibi, ölü mü, diri mi belirsiz!. Birisi öldümü.: “ölü, ölmüş filân köyde!”derler di bizim köyde eskiden..
Ne de doğru sözmüş sonradan iyice anladım. Öyle ya ->yiyip içip tepinen bir ölü idi.. Yine daldırdık..


Resim

KuL İHVÂNim SIRR SERİLmez!
=>ÇİLEsiz =>SIRRa ERİLmez!
ÖLüLer=>ÖLmüŞş->DİRİLmez!
=>SAĞLar=>HüSeYin HüSeYin!.

aleyhumusselâm..

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
Resim---“Kad efleha men tezekkâ.: Nefsini tezkiye eden kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir/(iflâh olmuş, umduğuna ermiştir.)” (El A’lâ 87/14)

FeLâh.: Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluktur.
FeLâh.: Selâmet. Saadet. Kurtuluş. Hayır ve ni'metlerde refah, rahatta dâim olmak. Fevz ve zafer. Necât ve bekâ..
İfLâh.: Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete çıkmak. Felâha kavuşmak. Nimette dâim ve kararlı olmak..
TeZKiye.: Kusurdan pâk ve temiz etme, temize çıkarma, aklama, iyi hâli isbatlama..

Tevhid Ateşine =>Takvâ Tavası içinde arzedilen NEFS =>Dünya ve Şehvet Fitnesinden =>Altının topraktan ayrıldığı gibi ERİr AKar ve AYRILır da =>ARINır => MuhaMMedî HAKk ÂŞIk OLur.
FİTNE =>Fetene FİİLindendir.
FETENe =>Toprakla karışık altın tozunu ateşte eriterek altını tozdan topraktan ayırmaktır.
FİTNEnin KuLLuk İmtihÂNı OLuşu da ->HakLa-Hayrı ->Bâtılla-Şerden AYIRan ->Ateşten beter ->Kıtalden Şiddetli BeLâ OLuşundandır..


وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum ve’l- fitnetu eşeddu mine’l- katli, ve lâ tukâtilûhum inde’l- mescidi’l- harâmi hattâ yukâtilûkum fîh (fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâu’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür). Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer (orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara 2/191)

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى
Resim---“Ve zekeresme rabbihî fe sallâ.: Ve (o nefsini tezkiye eden) RABBinin İsmi'ni zikretti ve de namaz kıldı.” (El A’lâ 87/15)

Kendini TANıyan/BİLen Abd/KuL =>RABB’ini de TANımış/BİLmiş ve ANmış OLarak SaLât KILdığında yâni İLÂHÎ ULAŞIMa AZMettiğinde..
Tenezzül ve Tevâzu’ iLe Huşû’ ve Huzû’ (hudû) İÇinde kendisini; Hâzır ve Nâzır RABBu’l- ÂLEMîn’in HUZURUnda GÖRürcesine KIYÂMet ettiğinde;
->Merkez-Muhit Mahşeri KURuLursa,
->Sûret-Sîret Sermâyesi ve Hesâbı GÖRülürse,
->Azâb-Sevâb OLunmadan Tevbe-Duâ iLe RIZAuLLAH bulunursa, ->İftitah Tekbirinden ÖNce ->Er RABB celle celâluhu ismi ->Zikir ve Fikirle BULunursa,
O SALÂta =>SıLâ, SeLâM, SeLâMet, DÂRu’s- SeLâM SALÂtı DERim DOĞRUsu..


بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Resim---“Bel tu’sırûne’l- hayâte’d- dunyâ.: Bilakis hayır, siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz (tercih ediyorsunuz).” (El A’lâ 87/16)

Nefsinizi, İlm-ü-Edeble öğretip eğitmediğinizden Nefsiniz de önündeki dünyanın şakşukasına kapıldı gitti..
Şerrin ŞeytÂNı ise, bir şeyler sokuşturdu, bir şeyler üfürdü ve poh pohladı!.
Kötü arkadaşlar da yoldaş olunca seyreyle gümbürtüyü!.
Dünya Hayatı, Dünyevî Eserler vermekle geçti ve Uhrevî Âlem yok farzedildi..
ÖLünce UYANılacak KORKunç bir ->UYku..
HayaL ve FENÂ ÂLeMinde HEBÂ OLan bir ÖMÜR!.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!" buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ 2/414; Sehavî, Makasıd: s.442; Gazzalî, İhya: 4/20)

وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى
Resim---“Ve’l- âhıretu hayrun ve ebkâ.: Ve ahiret hayatı daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).” (El A’lâ 87/17)

Hâlbuki bu dünya hayatının sonundaki sonsuz hayat ise gerçekten daha hayırlı, ebedî ve kalıcı idi..
Şu ÂNda yaşadığı Hayalî Hayatı ->Hakikat sanıp AKan SU-lar gibi her ÂN AKarak koskoca ÖMRÜnü isrâf eden AHMAK İnsÂN!.


إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى
Resim---“İnne hâzâ le fî’s- suhufî’l- ûlâ.: Muhakkak ki bu (anlatılanlar),, evvelki sahifelerde de elbette var.” (El A’lâ 87/18)

Bahsedilenler ŞERÎATuLLAH’ın değişmez ESASLarıdır.
EVVELinde de ÂHİRinde (Kur’ÂN) de böyledir..


صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
Resim---“Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.: İbrâhîm'in (aleyhisselâm) ve Musâ'nın (aleyhisselâm) sahifelerinde (var).” (El A’lâ 87/19)

Resim---Ebû Zer radiyallahu anhu.: “Ben Peygamber aleyhisselâm’a.: “Yâ Resûlallah!. ALLAH kaç kitab indirdi?” diye sordum. O da.: “104 kitab. Şit’e 50 sahife, İdris’e 30 sahife, İbrahîm’e 10 sahife, Musâ’ya da Tevrat’tan önce 10 sahife indirildi. Ve (ayrıca) Tevrat, İncil, Zebur ve Furkân (Hak ile Bâtılı birbirinden ayıran Kur’ÂN) indirildi.” buyurdu. (İmam Suyutî, Ed-Dürrü’l- Mensur, Darü’l- Fikr, Beyrut, 1993, c, 8, s, 489)

Bunlara ek olarak İmam Fahreddin Razî, tefsirinde Âdem aleyhisselâm’a da 10 suhuf verildiğini zikreder.. (Bkz, İmam Fahreddin Razî, Tefsir-i Kebir Tercümesi, Akçağ y, c, 23, s, 89.)

İşte HAVFuLLAH, HAŞYETuLLAH, TAKVÂLLAH..
Bu konuyu bağlarken; beni doğuran Emine Anam, “elif”i bilemez kalender bir köy kadınıdır. İnancı kavîdir..
Kendisine.: “Anam, sen ne diyorsun bu işlere?”dedim..
Anam.: “Ne deyim gadın anam, kork ALLAH’tan korkmayandan!.” dedi. İşte meselenin aslı budur..

TEVHİD TekeMMüLü, ancak ve ancak TAKVÂ Toprağında yetişir.. Altın tozlarının içinde CÂN yetişmez..
Altıncıların, Paracıların, Dünyacıların varsa kulakları çınlasın!.
Şuculara, buculara, altıncılara duyurulur!. Herkes eteğindeki taşı döksün!.
BİLye gibi; Çırılçıplak, Başsız-Ayaksız, DevrÂNda DEVRederek GELsin DİVÂNa..
AŞKk Gemisi, kuru yerde yürümez!. Kuru Lâfla Peynir Gemisi de yürümezmiş!.


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik aLâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
L- ÜMMîyyi ve alâ ÂLihi, EhL-i beytihi ve's-Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden HâL-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet ve İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet,
GÖNÜLLerimizi A'LÂ SIRRına ERiştir ve YAŞAt!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..

Âmin! Yâ Muîn! Yâ RABBenâ!..


ResimMuhaMMedî MuhabbetLerimİZLe...
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön