Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim


TÎN SÛRESİ SOHBETi

SoHBeti yapan: KulihvÂNi
SoHBeti yazan: Hakan
SoHBet tarihi: 26 Şubat 2010


EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmı aleyke Ya RasûlALLAH SallALLAHu Aleyhi vesellem istecartü
Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''

Resim

SaLL, ceLâLdan başlayan yüreğimize kadar inen bir ipin adıdır.. bağlantının adıdır.. anlatabilmek için söylüyorum ki, Keban’ı buraya bağlayan kablonun adıdır SaLL.. SaLL var ise İSaLe olur ve buraya cereyan gelir.. arızasız ise, tüm bağlantısı tamamsa, ara bağlantıları tamamsa, buradaki prizde bir sorun yoksa ve âlette sorun yoksa işte ozaman buradaki mü’min yüreğindeki elektrik yanar ve CÂN CERryÂNı Gelir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Bir SALLâvât yapalım.. Barbaros’un makinasında bir arıza var, biraz sonra girmeye çalışacak ama, girebildiği kadar girecek inşâe ALLAH..
Barbaros açtı şimdi.. evet biz bir salâvât yapalım 20.ci salâvât Ahmed İbni İdris kaddesallahu sırrahu.. meşhur bir zât Hızır aleyhisselâm’ın yetiştirdiklerinden birisi.. çok değerli bir insan.. büyük bir gönül ehli Ahmedî İdrisî Hazretleri.. onun kendisinin hazırladığı bir salâvâtı var “Hızır Salâvâtı” diye meşhur büyükler arasında.. Hızır aleyhisselâm’ın öğrettiği söylenir, söylenmiştir.. kendisi de öyle söylemiştir.. salâvâta bakalım ondan sonra Tîn Sûremize birlikte bakarız inşâe ALLAH..

Resim

20. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : Ahmed bin İdris Hazretlerine ait bir salâvâttır.
Büyüklerden olan Veliyyullah, Hızır Aleyhisselâmdan ögrenmiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümme inni eselüke binuri vechillahil azîmillezi melee erkâne arşillahil azim Resim Ve kâmet bihi avâlimullahil azim En tusalliye alâ Mevlânâ Muhammedin zil kadril azim Resim Ve alâ âl-i nebbiyillahil azim Resim Bi kaderi azameti zâtillahil azim Resim Fi külli lemhatin ve nefesin adede mâ fi ilmillahil azim Salâten kâmileten dâimeten bi devâmillahil azim Resim Tazimen lihakkike ya Mevlânâ yâ Muhammedu yâ Zel hulukil azim Resim Ve sellim aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi misle zâlike Allâhümmecma beyni ve beynehu Resim Kemâ cemate beynerruhi vennefesi zâhiren ve batinen yakazaten ve menâmen Resim Vecalhu ya rabbi ruhan lizâti min cemil vecuhi fiddünya kablel ahreti yâ azimu yâ ALLAH.

MÂNÂSI : Rabbimiz! Senden arşın direklerini dolduran; âlemlere varlık veren, Yüce ALLAH'ın nûrunun, Efendimiz, yüce mertebelerin sahibi Muhammed (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'e, Yüce ALLAH'ın nebisinin ailesine, Yüce ALLAH'ın zatının azameti miktarınca, Yüce ALLAH'ın ilminde bulunan, gözlerin tüm bakışları ve nefesler adedince, Yüce ALLAH'ın ebediyetiyle sürecek kâmil bir salâtla salât etmesini, Efendimiz ey Muhammed (salALLAHu aleyhi ve sellem), yüce ahlâk sahibi, seni hakkıyla yüceltmesini diliyorum. Ona onun ailesine ve ashabına bunun gibi selâm olsun!. Ey Rabbim ruhla nefesi yakınlaştırdığın gibi, zâhirde, bâtında, uyanıklıkta, uykuda beni ona yakınlaştır!. Ey Rabbim, ey yüce olan, ey ALLAH'ım, onu, âhiret gelmezden evvel dünyada her cihetle zâtımın ruhu kılıver!


Resim

ALLAHümme.: ALLAHım!. İnnî, şüphesiz ki ben.. es’elüke, senden isterim istiyorum.. bi, ile.. ne ile?. binuri vechullahil azîm, El Azîm olan ALLAH’ın vechinin nuruyle.. vech, cihet.. içerdeki “c” yâni hüviyet cem’i ciheti.. zât deniyor ya cihet, yön gibi gözüküyor.. fakat, yön nedir?. insanın için, dışının-bedeninin önünün döndüğü tarafa denir, arkasına yön denmez.. yâni, yöneldiği yöne “yön” denir demek istiyorum.. vech ise, bir kişi de “o zât”tır.. içerdeki “he” hüviyettir, “ce” hüviyetin cem’idir.. yâni “Zâhir-Bâtın-Evvel-Âhir”dir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL için vech..
Herhangi bir insanda ise, Evvel ve Âhir uzaktır, Zâhir ve Bâtını ise, önümüzdekidir.. Evvelini ve Âhirini kendisi de bilemez, biz de bilemeyiz.. Ancak YARATAN ALLAH celle celâlihu’da dördü bir arada olur demek istiyorum Halim Can.. İşte veçhi, böyle bir kelimedir..


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---
"Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Ve doğu da Allah’ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah’ın Vechi (Zat’ı) işte oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi’dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).” (Bakara 2/115)

Vechullah, ALLAHın vechi ki zâtı.. vechullahi’l- azîm.. El Azîm olan ALLAH’ın vechi ile, nuru ile istiyorum.. Allâhümme inni es’elüke binuri vechullahi’l azîmillezi mele’e erkâne arşillahi’l- azîm.. o El Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂL ki, mele'e erkâne.. erkân doldurdu arşillahi’l- azîm.. ARZından ARŞına kadar bu SubhÂNî Sistemini EZeL-EbeD Erkânı/ Rükünleri-Esasları-Temelleri üzerine kudu/kurmaktadır ki, bu yüce AZAMetin mutlak Sahibi olan El Azîm celle celâlihudur ve buna gücü mutlak yeten El Azîz celle celâlihudur..

El Azîmü :
Resim

El Azîz :

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Şimdi “erkÂN direk demek ne bileyim bir kaç kelime daha söylenebilir “erkÂN”a..
Ama biz de diyoruz ki, İLİM-EDEB-İRFAN-ERKÂN diyoruz..
Bu mübârek zâtın salâvâtını ilk defa doğru dürüst mânâsına bakarak okuyorum bakın “vechillahi’l- azîmillezi mele’e erkÂNe arşillahi’l- azîm” diyor.
El Azîm olan ALLAHın Arşının rükunlerini dolduran, ALLAH Arşının rükunlerini dolduran ALLAH celle celâlihu.
Şimdi bu “arş” ne ki, azîm olan ALLAHın celle celâlihunun arşı ne ki


الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Resim---“Er rahmânu ale’l arşistevâ: Rahmân arşın üzerine istiva etti.”
(TâHâ 20/5)

Er Rahmân, arşi istivâ yapıyor, seviyeliyor arşı erRahmân esmâsıyla ALLAHcelle celâlihu.. er Rahmân esmâsıyla seviyeliyor..

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَنَ أَيًّا مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
Resim---"Kulid’ûllâhe evid’ûr rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).: De ki: “Allah diye çağırın veya Rahmân diye çağırın. Nasıl çağırırsanız hepsi O’nun Esmâül Hüsnası’dır (Allah’ın en güzel isimleridir).” Namazında (sesini) yükseltme ve onu (sesini) alçaltma. Bu ikisi arasında bir yol tut.”
(İsrâ 17/110)

İster ALLAH deyin ister Rahmân deyin esmâlar onundur..
Şimdi arşa baktığımızda arş ->şın-ra-ayn içerden dışarıya yâni “şın”ın ana özelliği güzelliği şehâdettir, şuhûddur.. şuhûd ise, şehâdet ise, en son-Uçtur.. son nefesin “son-ucu”dur.. bütün yaratıklar için sonuçtur yâni.. bütün bir ömrünün sonucudur, böyle bir sonuç arş işte..
bu şehâdetin; görünüşe, rüşde, imtihana, rızaya, akıllar için raziyeten merdiyeten olup olmamaya ayn oluşudur.. yâni diyelim ki “hemzelif” mânâ olsun “ayn” da maadde olsun.. hemzelif’ten ->maddeye geçiştir..
“ARŞ” öyle bir ara-kesittir ki, bütün resimlerle Ressamın ara kesitidir ki târifi çok zordur ham akla..

“mele’e erkÂNe arşillahi’l- azîm”


El Azîmü :
Resim

“erkÂN”.. erkÂNa bakalım bu arşı erkÂNla doldurmuş ALLAH celle celâlihu.. içindeki “rükn”u görüyorsunuz..
Rükn: Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli.
ErkÂN, rükun demektir çoğul yapar.. içerdekine bir bakalım “kâne” olan demektir kâne.. “kûn” olsaydı “ol!” emiriydi..
Kâne, oldu olan.. yâni “kâinât” diyoruz meselâ.. kâinât, olanlardır.. erkÂN; rükunlar, ana direkler.. erkÂN, ana direkler.. ana yâni içindeki olmazsa olmaz olanları “mele'e” doldurdu erkÂNe.. arşı erkÂNla doldurdu.. arş demek ki arş, bir kap.. onun içine erkÂN doldurulmuş sanki… arş bir Nur-u Mim Noktası içinde neler yok!.
ErkÂN hepsi.. hepsi erkÂN.. Firavun’un tırnağı da erkÂN, Musa aleyhisselâmın tırnağı da erkÂN efendim!.
Atlas Okyanusu da erkÂN bir damla göz yaşımız da erkÂN!.
Ne ve kim erkÂN değil ki!.
Atom da erkÂN, Kâinâtta.. Zerre de Kürre de erkÂN..
herkes kendi içinde kendi bir ALLAHa zülcelale karşı teke tek.. herşey ve herkes teke tek..
ben “mele’e erkâne arşillahi’l- azîm” i böyle anlıyorum..
yâni erkÂNla doldurdu.. başka bir şey daha var..
Bir de “kürsîyy”i var.. “kürsîyy”i, “arş”ın içerisinde olan bir şeydir..
Kürsîyi, “kef-re-s-i” dir.. ordaki kursiyyi; sır KÛN feyeKÛNun, “kevn”e gelişidir.. akıllardaki fikirlerdeki sanki arş..
ben öyle demiyorum sadece düşünüyoruz.. Nur-u Mimden halk olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem in MuhMMedî Nurundan halk olan madde mekanizması..
Kürsî ise, kafalarımızın içerisindeki akıl gibi manevî oluşumların soyut oluşumların mekanizması gibi.. çünkü “Arş”ta “kâne” kullanıyor kâinât kânesi kullanıyor ALLAHu zü’L- CeLÂL ve el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂL.. Kudretten ziyâde fiilen gözüküyor Azameti.. yâni “mele’e erkâne arşillahi’l- azîm”

Bir başka şey daha var, namazın on iki şartının altısı şarttır, diğer altısı da rükundur.. olmazsa olmaz onlar; Kıyam-Kıraat-Rüku-Sücud-Teşehhüd miktarı oturmak, erkândır ve, birinin terkinde namaz olmaz!.
Evet işte öyle bir ALLAHu zü’L- CeLÂL, el Azîm olan ALLAH’ın arşını erkÂNlal rükunlarla dolduran.. rükün, olanı rüşde çıkarandır, rüyete çıkarandır, rızaya çıkarandır..
Önce çekirdeği çıkarır, arkadan incir ağacını çıkarır ki, orda Rububiyet var.. Rabbu’l- ÂLemîn, Rububiyetini, terbiye sırrını gösterir..
İki kilo doğan çocuk.. işte İbrahim, kaç kilo şimdi?. elli atmış kilo yetmiş kilo halbuki doğduğunda iki kilo üç kiloydu yâni..
işte bunu rüşde erdirir, erkân, rükun, "kÛN"nu rüşde erdirir, erecek bir şeydir ve ÖZünde yaratılış fıtratından vardır bu o’nun..

İşte esas rükun budur.. dağlar büyüyüp küçülüyor değil yâni..
Eğer, KULLuk Bazarından insan aklını çekerseniz kâinâtın mânâsı kalmaz.. İnsanı çekin ve abkın, kıyamete kadar hayvanlar birbirini yerler, sular akarlar hiç kimse hiç kimseyi bilmez.. mutlaka Akıl Bazarının kurulması lâzım..
Evet işte böyle bir “arş”ını dolduran el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bizzât kendisinin nuruyla istiyorum” diyor..

“Ve kâmet bihi avâlimullahi’l- azîm. En tusalliye alâ Mevlânâ MuhaMMedin zi’l- kadril azîm”

“Ve kâmet bihi avâlimullahi’l- azîm”
O’nu NÛru olarak onunla kâmet, kâim etti, ayakta tutuyor avâlim âlemleri.. El Azîm olan ALLAH’ın âlemlerini ayakta tutuyorsun.. bi nuri ile, nurullah ile “ALLAHu Nurussemâvati ve’l- ard”..
neden Kâim/Ayakta duran. Mevcut. Bâki imiş meğer?.
Kâimlik ne demek?. MuhaMMedî yansımanın kudreti demektir..
Kâim olan, Nur-u MuhaMMed’den yaratılan sallallahu aleyhi ve sellem Nurundan yaratılan her şeyin, ALLAHu zü’L- CeLÂLin Nurunun var oluş yeri, mazharı, mastarı, südur yeri, oluş yeri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir..
Bizim dışarda gördüğümüz “ALLAHuNurissemâvati ve’l- ard”
Evet ama dışarda gördüğümüz her şey, ALLAHu zü’L- CeLÂLin nurudur.. Nasıl nurudur?. İşte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem in nuru olarak gözükmektedir dışarda gördüklerimiz şu anda..
ALLAHu zü’L- CeLÂL: “Kendi nurumdan yarattım” buyurmaktadır..


Resim

GÖKLer-YERLer >ZÂT ÖRTÜsü
->İNsÂN AKLı.. ->ZÂT’ın SÜSü.:


“KüLLî ŞEYyi ->ALLAH’ın NÛRu!.
->OLduğu”na --->İNANmaktıR!.:


ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

ŞÂHdamarda ->“AKRABA”sı..:
RaBBu’L- ÂLEMîn’im ki ->AKREBÂm-YakÎnim (MERKEZde):


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’im ->“EnÂLLAH!. (MUHİTte)”:

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim--- “İnnenî ENÂLLAHu Lâ iLâhe illâ ENÂ fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, YALNIZCA BEN ALLAH'ım. BENden başka EL İLÂH yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl!.”
(TâHâ 20/14)

El Ahadu :
Resim

El Vâhidu :

Resim

Burada dikkatedilecek husus, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem in Nuru ALLAHın Nuru gibi iki ayrı nur yoktur!.. ALLAH ALLAHtır!. İki yok!..
Hepsi “ALLAHunurussemâvatı vel ard”
“semâlarda ve yerde ne görüyorsanız ALLAHın nurudur” burda daha bir şey var mı, şu mu, bu mu demenin yararı yok, bir faydası yok demek istiyorum!.

“Ve kâmet bihi avâlimullahi’l- azîm”

Bakınız el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂL.. bakın dâima Azametten bahsediyor.. Âlemleri onunla kıyamdadır, kâimdedir.. El Hayyu’l- Kayyum olan ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kıyamındadırlar ve varlık gösterebilmektedirler..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

Kısacası nasıl varlık gösteriyor Halim can,
Rahmetenli’l- âlemin kabı içinde, o nurun içinde, bUZun içindeki SU gibi..

“ALLAHu nuru’s- semâvatı ve’l- ard” ..
VAR olan ->ZÂTuLLAH (Vacibu'l- VüCÛDen) ve ->NÛRudur (şU ÂNda >gölge MevCÛDen)..
Gözüken bütün eşyanın içinde ne var?.
Dört kat buz var. yâni dört kat var, ÖZe varıncaya kadar ki, ÖZ çok uzakta.. ÖZ, sonsuza kaçıyor.. bunun gibi yâni..
Ne var?. Eşya var, Esmâ var, Sıfat var, ZÂT var..
Ama Zât nerede?.
Bildiğimiz “Size sizden de AKREB-AKRABA-Yakînim” buyuruyor.
Yâni gittikçe yaklaşamıyorsun, yakîn çünkü.. hiç bir zaman yanında olamıyorsun..

Yakin, yakin nedir?. “KÛN feyeKÛN”u yaşayıştır..
Buyur haydi yaşa da göreyim!. Mümkün mü?. Bir nefes duramayız!.
Ne buyuruyor Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem “tek bir ÂN ki, şimşek çaktığı kadar” yâni bir saniye iki saniye.. çünkü insan bu dizaynda yapılmamıştır.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin bu güzelliklerini, felsefeciler gibi ya da medyumlar gibi nefeslemek için değil yaratılış ve yaşayış..
Zâten bunu, keçi de yapmakta.. Bu işi, her varlık yapmakta.. Ağaçlar da yapmakta ve can taşıyan her varlık yapmakta..
“Ve kâmet bihi avâlimullahi’l- azîm”

Niçin istiyor?. innî eseluke.. ben istiyorum..
“En tuSaLLiye alâ Mevlânâ MuhaMMedîn zi'l- kadri'l- azîm”
TuSaLLiye, SaLL et beni.. SaLL, zâhir bâtın Lütufullaha ULAŞımm..
Lütfullaha ama, başka bir şeyle de SaLL, içerdeki lâm a Lütfullah desek bize gelişi nasıl olacak?. Rahmetenli’l- âlemin eliyle olacak değil mi?. Başka nasıl olacak?. Biz; hâşâ, ALLAHın Rasûlullahı değiliz ki!.
İşte içerdeki Lütfullahsa, ikinci lâm da Lütf-u Rasûlullahtır..
“Sad” sahibliğin en katısıdır.. Yâni bize ki, eşyaya en dönüşmüş gibi demek istiyorum.. Akıl gibi zâten Samedîdir ve es Samed olan ALLAH celle celâlihu, hiç kimseyi bu hususta kimseye muhtaç bırakılmamıştır. Herkes kendi şah damarından yakın olana SALL-SILA etme hürriyeti imkanlarıyla yaratılmıştır. Elbette ve eğer başkaları tarafından kısıtlanmıyorsa!.

“tuSaLLiye” SaLL et sılamızı.. çünkü burda bir incelik var ki, “ircii” ile “RaBBike”yi unutmamak lâzım.. insan aklına hitabda.. bu bütün akıllara hitaptır.. Demek ki dönmemiz gerekiyor.. O zaman bir SILAmız-Ana YUrdumuz var.. Mutlaka dönmemiz gereken bir yerimiz var.. Açıkca var..
İşte SALL.. neden namaz kılmaktayız?. Biz salât ederiz ki, RABBımıza SILA edelim diye.. Nerde RaBBımız?. Nerdesi de ne demek?. Mekandan münezzeh ancak ADres açık,


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

Daha başka adres mi var?. YOLu Açık ve Sırat-ı Mustakîm ve Kur'ÂN-ı Kerîm..
“ALLAH’a ve Rasûlüne ->TESLİM Olunuz-> İMAN Ediniz ->TÂBİ’ OLunuz ve ->İTÂAT Ediniz .

Açık Adres ve açık YOL..
O zaman “tuSaLLi” beni SaLL et!. Nereye?.

“alâ Mevlânâ MuhaMMedîn zi'l- kadri'l- azîm”
Kimlik, kişiliğimi ki, BENi yâni, Ayân-ı sabitemi, o LÜTFe yönlendir ki, o “lâm”a yönlendir ki, “Mevlânâ” Efendimize ki, “MuhaMMedîn zi'l- kadri'l- azîm” ki o, azîm bir kadir kıymet sahibi MuhaMMed aleyhisselâmdır.. Neden?.
Çünkü, “rahmetenli’l- âlemin”dir, âlemlerin OLuş sebebidir. Huluku’l- azîmdir, Hılkıyyette muazzam ahlâh menba’ğı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir..
Kendisine ALLAHu zü’L- CeLÂL’e teslim olabilmemiz için, teslim olmamamız,
Kendisine ALLAHu zü’L- CeLÂL’e iman edebilmemiz için, iman etmemiz,
Kendisine ALLAHu zü’L- CeLÂL’e tâbi olabilmemiz için, tâbi olmamamız,
Kendisine ALLAHu zü’L- CeLÂL’e itâat edebilmemiz için, itâat etmemiz,
Kur'ÂN-ı Kerîmde açıkça ve çokça âyet-i Kerime ile EMRedilmiştir Biz KULLarına..

Elbette Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin değeri, kadiri ve kıymeti ALLAHu zü’L- CeLÂL katında azîmdir yücedir. MuhaMMeden Rasûlullahtır aleyhisselâm..


مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---Muhammedun resûlullâh (resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fî’t- tevrât (tevrâti), ve meseluhum fî’l- incîl (incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimu’l- kuffâr (kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ: Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.
(Fetih 48/29)

Bunu iyi bilmemiz lâzım.. “zi’l- kadr” diyor bakın.. Kudret vardır burda Kudretullah var, kadirlik var.. Yâni mânâ var.. Rasûlullah mânâdır biliyorsunuz.. ezel ve ebeddir.. islam dinin ezeli ve ebedidir.. kâinâtın ezeli ve ebedidir.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in değil, iyi bilmek lâzım.. ezel ve ebed, o şey halk edildiği gün başlar..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in başlangıcı var mı ki ezel olsun, doğrusu ALLAHu zü’L- CeLÂL, AKLın Ezel alğısını da yaratandır.. yâni oradaki evvelî yaratan anlamındadır demek istiyorum..
Ki böyle bir kader ve kadar sahibidir Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem azîmdir..
Azîm nedir?. İnsan aklının MuhaMMedî sahiblikte en üst sınırına denir azîm.. anlayabileceği kapasitenin en yükseğine denir.. “say bakalım!.” Diyorsun.. “1” dersin de birden nereye kadar sayarsın.. eee milyonu bilmiyorsa binde kalıyor.. eee trilyonu biliyor.. katrilyonu biliyor.. “biraz daha say bakalım”.. tıkanıp kalıyor AKıL.. bilmiyor ondan sonrasını.. azmi bukadar işte.. bir matemâtikçiye soruyorsunuz bir şekilde söylüyor size yâni azîm aklın sınırı kadar anlayabiliyor kaderi ve kadarı kadar..

MuhaMMed aleyhisselâmı vesselâmın kendisine..
“Ve alâ âl-i nebbiyillahi’l- azim” ve yine El Azîm ALLAH’ın Nebîsi’nin ailesine âline.. Âli nedir?. O’nun lütuf yolunu ALLAH için izleyenlerdir.. Âl-i İmrân, âl-i İbrahim, âl-i MuhaMMed saLLallahu aleyhi vesellem.. âile budur lütuf cem’i olandır.. ve alâ âlihi ehl-i beyt aleyhisselâmdır ve duyup uyanlardır.. “ve alâ âlihi nebiyillahi’l- azîm Bi kaderi azameti zâtillahi’l- azim”.. azîm olan ALLAHın zâtının azametinin kadarı kadar.. kadarı ile ne kadar bakın ne ilginç yâni el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂLinin zâtının azameti bir akıl ne kadar anlıyorsa onu, o kadarı kaderince kadar..

“Fi küllî lemhatin ve nefesin adede mâ fi ilmillahi’l- azim salâten kâmileten dâimeten bi devâmillahi’l- azim”
yâni “fî” içinde yâni dahilinde ki, “küllî lemhatin” göz açıp kapamaların ve nefesin, nefes alış verişlerin “adede” adedleri kadar.. Bunlar bu hayatta çok olur tabi..
“ma fi ilmillahi’l- azîm” el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂLin ilmillahi içinde ne kadar var ise; geçmiş, şu ÂNda ve gelecekteki göz açıpkamalar ve nefes alıp vermeler..
Evet “lemha” nedir?. Lemha göz açı kapayıp bakıyorsun ya, bir göz açıp kapamadaki bakışın adıdır lemha.. ve nefesin.. nefes nedir?. Nefsin, en limit halidir.. alamazsanız nefes çıkar vev hâliyle nefiste çıkar.. nefis, “Sîn” içinizdeki Sîne Sırrının Nurudur..
“Sîn”in kendi nedir?. “Sîn”in kendi, kendi içindeki nur sahibliğidir.. yâni Türkçesi, şah damarından yakın olan Kebandır.. açıkca RaBBu’l- âlemindir ve İnsan Sırrı budur.. “YâSîn” de budur ve böyle zevk edilebilir.. lemhatin ve nefesin adede ma fi ilmillahil azîm

“Fi küllî lemhatin ve nefesin adede mâ fi ilmillahi’l- azim”
Ben böyle bir SaLL istiyorm SILAya SaLLi istiyorum, ulaşım istiyorum maddi manevî her yönden istiyorum..

“salâten kâmileten dâimeten bi devâmillahi’l- azim”
Bunu salâten istiyorum .. salât nedir?. SaLLar demektir.. Arapça da sondaki “at” çoğul yapar.. hayvan dersin, hayvanat hayvanlar.. nebat nebatat bitkiler.. salât SaLLar demektir.. SaLL yolları.. Oruç da bir SaLL yoludur.. Namaz da bir SaLL yoludur.. Bir fakire fukaraya el uzatmak da, SaLL yoludur.. Her bir şey güzelliklerin tümü, hayr olanların tümü SaLLdir.. Namaza da SaLLdır, salâttır, duadır diyoruz değil mi?. Dua nedir?. O zaman salât sadece dua diyorsan, dua kelimesi ne olacak?.
İşte bunu diyorum ve bütün şeylerde Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem e dua gibi gözüküyor salâtlar.. Elbette Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem e her zaman dua ederiz de, ediyoruz da zâten.. Ama esas duayı kendimize ediyoruz.. Rahmetenli’l- âlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme “şunu ver şunu ver” mi diyoruz..
Biz O’na; teslim olduk iman ettik, tâbi olduk ve itaat ediyoruz. Rahmetenli’l- âleminden bize lütuf mu ver diyoruz.. bunları iyi anlamamız lâzım..

“salâten kâmileten dâimeten bi devâmillahi’l- azim”
“salâten” öyle bir salâtle ki, sılayla ki, SaLLa ki, kâmileten en olgunundan, kamilinden.. Nedir kemâl?. Lütfullahın MuhaMMedî Kevne gelişidir.. nasıl gelir?. nasıl gelecek, işte iğne ucu kadar bir sperm içindeki Lütfullahın üzerine Mâsivâ MuhaMMedî Nurunu sara sara ki, bunun adına ALLAHu zü’L- CeLÂL: “ALLAH’ın Nuru” buyuruyor ki, OLUŞa-Kevne gelir ve feyeKÛN OLur..
İğne ucu kadar yokken yüz kilo olur sana.. Kemâl bulur, olgunlaşır.. Toplu iğnenin ucu kadar incir çekirdeğinden çuvallarla incir toplarsın, bitiremezsin kemâl bulur..

“dâimeten bi devâmillahi’l- azim”
Dâim olarak ,en sağlam SALLinden, en güzel kemâlinden, en dâim olanından El Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂLin sonsuz devamı kadar olsun.. Ancak anlattıklarımız Akıl için bütün bunlar.. Herkes kendi aklını çocuk gibi yetiştirmeye çalışıyor.. Çünkü akılın buna ihtiyacı vardır.. Eğer kolayca anlasa idi, okuyuverirdi anlardı.. Öyle değil!.

“Ta’zimen lihakkike ya Mevlânâ yâ Muhammedu yâ Zel huluki’l- azim”
Tazîmen, onun büyüklüğünü anlayarak tazîm ederek öğerek onun büyüklüğünü kabul ederek.. “li hakike” SENin hakkını azametini kabul ederek, hakk olan azametinin hakkını vererek-ANLAyarak.. tanzimen Yâ Mevlânâ! Yâ MuhaMMed!.

El Veliyyü:
Resim
El Vâlî:
Resim
El Mevlâ:
Resim

Ey bizi, el Velî Esmasına mazhar-AYNA olan ALLAHu zü’L- CeLÂLin velâyetine sokan, velâyet ocağından geçmemize sebeb olan Yâ MuhaMMed saLLallahu aleyhi vesellem!. Ben bu SALLı, senin hakkın olarak, hakkını tazîm ederek, o yüce kadir kıymetinin hakkını yerine getirerek ki bu, senin benim üzerimdeki hakkındır.. Yâni sen, benim Rahmetenli’l- âlemin olanımsın.. Yâni zâhir ve bâtın bütün oluşumun temelinde sen varsın!. TüMM Azametullahın yansımasısın.. Bundan dolayı senin hakkını tazîm ediyorum!.
“Yâ Ze’l- huluki’l- azim”
Ey azîm ahlâk sahibi, huluki’l- azîm olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..


وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---“Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.”
(Kalem /4)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur.
(İmam Mâlik, Muvatta, Kitabu Husni’l-Huluk (8) C. 2, s. 904; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 38.)

Huluk nedir?. Ahlâktır.. Başka?. Halk ediştir, Hılkıyyettir.. Başka?. Kudretullah Lutfunun hayra çıkışıdır.. Huluk budur.. Onun için ahlâk denmektedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

“Yâ Ze’l- huluki’l- azîm”

El Azîmu :
Resim

el Azîm olan ALLAHu zü’L- CeLÂLin el Azîm isminin Hılkıyyet yansıma Mazharı-AYNAsı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..
Demin söylemiştim Azîm, MuhaMMedî SıRr Sahibliğinin akla yüklenişidir, a’yân-ı sabite gelişidir.. Azîm böyle sınır ki, çok büyüklükte sınır en büyük hulkiyet sahibidir, ANAsıdır, ÜMMÎdir Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.. Huluku’l- Azîmdir Rasûlullah saLLalluha aleyhi ve sellem..

Soruluyor Aişe radiyallahu anha Validemize: “Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem in ahlâkı nasıldır?."


Resim---Ayşe radiyallâhü anha’ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ahlâkından soruldu, dedi ki: “O’nun ahlâkı Kur’ân-ı Kerim’di” buyurmuştur.
(Ebu Dâvûd, Sünen, et-Tatavvu 26, nu: 1342, c. 2, s. 87-88)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hulukullah ki, ALLAH ahlâkındaydı.. Huluku’l- Kur'ÂN-ı Kerîmdi ki, Hulukullah budur..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Eddebeni Rabbi fe ahsene fe’dîbî = Rabbim beni edeblendirdi ne güzel terbiye etti” buyurmuştur.
(Kenzu’l- Ummal, 11/406)
Böyle bir Rasûlullah saLLallahu aleyhi veselleme ve sellim-imizvar..

“Ve sellim aleyhi” kendisine teslim olmamızı selâm etmemizi..
Selâm nedir?. “silm” MuhaMMedî Lütuf Sahibliğidir.. Dâru’s- Selâmdır, cennettir..
Dâru’s- Selâm nedir?. Dâr yurttur.. Selâm Yurdudur..
Selâm ise, zâten “MuhaMMedî Lütuf SÎN”liğidir ki, önemli olan senin ceNNet olman, önemli olan SÎNin SÎNE’nin ceNNet olmasıdır.. Önemli olan eğer SÎNE ceNNet olmazsa, şah damarından yakın-AKREB olan RaBBu’l- âlemîn’i nereye koyacaksın ki?. Nerde olduğunu sanıyorsun?.
“ve sellim” teslim ol!. Teslim olmak nedir ki?.
DIŞardanİÇeri “sen”likten lütfen “mim”liğe girersin.. SÎN-likten MîM-liğe girersin.. Bunlar nedir efendim, sindir sundur nurdur sindur tindir?. Efendim göreceğiz biraz sonra..
“ve’t TÎNi ve’z- zeytun” “Tûr-i SÎNin”..
Bunlar öyle uydur kaydır şeyler değildir.. SÎNEdir, SÎNE!..
SÎNE DAĞı.. Çölün içindeki dağ, Sinâ Dağını anladım da, bir de bizim İÇ ÇÖLümüzde SÎNEmizde, SÎNE DAğımız var.. SÎNElerimizdeki bir dağ var..

“Ve sellim aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi misle zâlike Allâhümmec’ma beyni ve beynehu”
Kendisine, ehl-i beytine ve sahabesine ki, kendisine sahib çıkan ve sahib çıktığı sahiblenenlere, haBBeye sahib çıkanlara, Hizbullahın temeline.. “misle zâlike” bu söylenenlerin bir misli kadar, böylece bir misli kadar.. yâni onlara da istiyoruz.. kime?.
“Allâhümmec’ma” ALLAhım, cemiyyeti cemâat et, birleştir. “beyni ve beynehu” benim ile onun arasını öyle birleştir ki, kim o?.
Benimle Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem in arasını öyle birleştir ki;

“Kemâ cema’te beynerruhi vennefesi zâhiren ve batinen yakazaten ve menâmen”
“kemâ” ne gibi.. cemâte sen birleştirdin ya.. cem’ ettin ya..
“beyne’r-ruhi ve’n- nefesi” Bizim nefisle ruhu nasıl birleştiriyorsun ya öyle.. bakın, beyne arasını er ruh, ruh ile ve’n- nefs.. burdaki “ruh” rastgele değil harf-i târif alıyor ve bilinen ilk ruhtan ve ilk nefisten bahsediyor..
Nasıl bunları bir araya getirdysen..
Ruh nerden?. Emr âleminden..


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes’elûneke anir rûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir."
(İsrâ 17/85)

“Nefs” ise, benimkisi seninkisi..
İşte bir başka anlamda ruh, Keban’dan-ANAMERKEZden çıkan, ana kablonun adı.. Nefs ise, herkesin evine giren kablonun adı gibi.. Birleşmesi böyle olur..
Bakın nasıl güzel değil mi.. nefs, zâhiren gözükür ama ruh gözükemez..
Ruhu soruyordu bugün sitede birisi.. “ruh, reyha, koku nedir?” diye..
Beden dâima temâsla anlar ki, temâs etmesi lâzım soğuktur, sıcaktır, yaştır kurudur vs.. Nefis illâ görmesi lâzım.. Kalb duyması lâzım..
Onun için Kur'ÂN-ı Kerîmde, Es Semi’ ismi, El Basîr celle celâlihuden önce gelir dâima.
Çünkü kalbin DUYması UYmaya sebebdir.. göz bakar, nelere bakar da görmeden tırıs geçer gider..
Yâni ruh, koku kendisi reyhadır zâten.. aynı kökten gelirler koku ile ruh rehyadır.. çünkü koku görmek ve duymanın çok ötesindedir.. onun için MuhaMMedî MeLÂMîler av kıtmîridirler..
Koku almak ötekilerin çok ötesinde-içerdedir ki, ruhîdir yâni.. Reyha da aynı buradan gelir, reyha kökünden gelir..

Yâ RABBım!. Sen ruh ile nefsi nasıl birleştiriyorsan, Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem le benim aramı da öyle birleştir.

“zâhiren ve bâtinen yakazaten ve menâmen”
Zâhiren bâtınen.. yakazâten ve menâmen.. yakaza halinde de olabilir fiilen uyanıkken yâni açık şeçik de olabilir.. ve menâmen uyurken de olabilir.. yâni zâhiren yakazen bâtınen menamen uykuda olsun bari, rüyamda göreyim demek istiyor..

“Vec’alhu ya RaBBi ruhan lizâti min cemil vecuhi fi’d- dünya kable’l- ahreti yâ azimu yâ ALLAH”
Yâ RaBBî!. Sen kı,l yap, yarat Yâ RaBBî.. “ruhan” evet bakın ne kadar güzel değil mi.. “Vec’alhu” onu kıl, O’nu yap.. Kimi?.
Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem’i Yâ RaBBî!. O’nu bana ruhan bir ruh kıl, O’nun ruhunu benim ruhum kıl!. yâni li-zâti benim zâtım için, kendim için..
Yâni bir ruhum O olsun “min cemil vecuhi” her yönden yalınız..
Bakınız SaLLı nasıl güzel târif ediyor.. SaLL sılamız Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem ne diyor vechinin tüm yönlerinin cem’i, hepsi kadar.. çepe çevre neyi varsa.. “fi’d- dünya” dünyada.. “kable’l- ahreti”
âhiretten önce, bu dünyada ki, ben burada istiyorum diyor..
“Yâ Azîmu yâ ALLAH” Ey El azîm olan, ey ALLAH celle celâlihu..
Evet bu dünyadan gitmeden önce, âhiret gelmeden önce ki, bu Şehâdet Âleminde yaşarken, her cihetle zâtımın ruhu kılıver ve Resûlullah saLLallahu aleyhi vesellem ile Bizi BİLiştir BULuştur OLuştur ve BİZ BİR-İZ ŞEHÂDetini YAŞAt inşâe ALLAHu’r- Rahmân..

Ahmed bin İdris kaddesallahu sırrahu Hazretlerine ait bu salâvât muhteşemdir.
Böyle güzel bir insan, böyle güzel bir salât salâvât.. Buna Hızır aleyhisselâm Salâvâtı da denir. Güzeldir.. İdris Babanın salâvâtıdır..
Siirtli MuhaMMed Sıddık Hocam ALLAH rAhmet etsin hoşdu güzeldi ve sıkça okurdu..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Evet Hâlim buyur can..

Hâlim can: evet hocam şimdi hakka ermek için dua salâvât da, duadır diyoruz ya dua ederken yâni bilen insanın duasıyla bilmeyen insanın duası ne kadar farklı şu anda onu düşünüyorum da şimdi.. şeyleri bilen bir insan anca onları kendinde duaya dökebilir.. onları bilmeden işte “ALLAHım valla billa seni çok seviyorum” diyerek bizim şeyimizi düşünüyorum da, ALLAH inşâe ALLAH bize de nasip eylesin hocam.. yâni o kelimeler nerden seçiliyor nasıl şey yapılıyor isabetli yerlerine koyuyor hangi kelimenin ne anlama geldiğini nasıl biliyor da bu salâvât ortaya çıkıyor diye içten içe kendi adıma düşünüyorum açıkça..
bu geçen şeyde Büruc Sûresini işlerken “zalike” hakkında bir şey demiştiniz İmamı Azam zalike kelimesine bakarak cennetin elân yaratılmış olduğunu söylemiş olduğunu demiştiniz.
Bakara Sûresinin baktığımda da zalike kelimesi var “Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh” diyerek hani biz diyoruz ya, Kur’ÂN her an yeniden yaratılmakta diridir, canlıdır o zâlike Kur’ÂNın bu yönüne işaret ediyor diye düşündüm Hocam. Bir yandan siz konuşurken onu araştırıyordum aslında bir çok yerde var da ama cennet için elân yaratılıyor oluşu elân yeniden yeniye yaratılıyor oluşu çok ilginç çünkü Kur’ÂNın şeyi mânâsı anlamı kıyamete kadar devam edeceği için öyle olması da zâten bizim inancımızın gereği onu orda görmüş olmaktan mutlu oldum Hocam..


Kulihvani: Evet doğru hâlim can bu zâlike orda söylenen yâni gerek Fahreddin Razi efendimiz gerek Elmalılı Hamdi Hocam.. bu Arapça işaret zamiri şimdiki zaman için kullanılan bir şey.. yâni ortada olan bir şey için.. Meselâ;


لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ
Resim---"Li îlâfi kureyş (kureyşin).: (Allah’ın) Kureyş üzerindeki (hiç olmazsa) sürekli emniyet ve iç uzlaşma nimeti hakkı için”
(Kureyş 106/1)

إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاء وَالصَّيْفِ
Resim---"Îlâfihim rıhlete’ş- şitâi ve’s- sayf (sayfi).: Onları, yaz ve kış yolculuklarında (göçlerinde) ülfet ettirdiği (emin ve rahat olmalarını sağladığı için).”
(Kureyş 106/2)

فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ
Resim---"Felya’budû rabbe hâzâ’l- beyt (beyti).: Artık bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kul olsunlar.”
(Kureyş 106/3)

الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ
Resim---"Ellezî at’amehum min cûın ve âmenehum min havf (havfin).: O ki, onları açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.”
(Kureyş 106/4)

“hâzâ’l- beyt”
Yâni “hâzâ” dediğinizde, nerdeyse eliniz değecek gibi olması lâzım.. beyt, Kâbe’yi anladım da, benim vücudumda, Şahdamarımdan da AKRABA RABBımın EVi Gönlüm.. Şu beytin Sahibi desem.. şahdamarımdan yakın olan.. desem doğru söylerim.. onu diyorum.. “hâzâ”, bu.. elini kafana vursan “hâzâ” dersin.. “haulâi” uzaktaki değil..
“hâzâ” işaret zamiri buraya rastgele konmamış.. “haulaii beytihi” demiyor.. oradaki Mekke’deki Beyti de, o da aynı.. Onun yanını varsak o da öyledir.. ama bu, şu, o.. sizin yanınızdakine “o” der misiniz?. “bu” dersiniz.. biraz ilerdekine “şu”.. daha ilerdekine “o” dersiniz.. bu böyle bir tâbir bakımından buyurulmuştur ve doğrudur da..
Yâni dediğiniz gibi evet ve bu, burada bir bizim hepimizin İdris Babayla Ahmedi İdrisle ya da diğerleriyle SEVİYElenmemiz söz konusu..
Her gün İlim-Edeb-İrfan-Erkân ne niçin yapılıyor.. fazlalık kazanmak için değil, eksiklik tamamlamak için yapılıyor.. bizde fazla var da onu mu indireceğiz.. onlarda fazla var da, bizi SEVİYEliyorlar demek istiyorum..

Dikkat einiz ki, hepimiz geçen senekiler değiliz, olmamalıyız da zâten.. öyle sanırsak çok yazıktır dediğim bu.. bildiğim kadarıyla gerçekten ALLAHa sığınırım.. ama, “SaLL hep, salât duadır namazdır” denir.. bu kadar yâni.. bu kadar mı yâni?.
Demek istiyorum ki, bir bütünlük yok “Kur’ÂNı Kerim’in bir bütünlüğü gerekir” demek istiyorum.. bir temeli olması lâzım.. Çünkü kösteği olması lâzım SALLın.. var zâten.. SıLa-yi Rahîm var.. Ana RAHMi var.. tüm insanları göbek BAĞLarından geriye çekiver bakıyım.. çocukları getir anasına, getir babasına, getir dedesine.. getir de bak, nereye gidiyor.. bir bak bakayım.. hem de göz açıp kapayana kadar, ne çabuk gidiyor CÜMMLe İnsanlık HaVVa ANA'mızın RAHMine ki ÂDEM aleyhisselâmın ZAHRına..
SALL, SıLa, SıLa-yi Rahîm değil miymiş?. KüLLî ŞEYy, nerden çıktıysa ora RücÛ’ edip girmiyor mu?.


ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.”
(Fecr 89/28)

Nasıl dediğinde mi diyor, “râdiyeten mardiyyeten, Fedhuli fiy 'ibâdi, Vedhulî cennetî”
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---"Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---"Vedhulî cennetî: Cennetime gir.”
(Fecr 89/30)

Ticaret amalını başka şehire gönderirken “irsale” sini kestik” diyorsun.. nedir irsaliye?.. efendim “İSaLe Hattı” diyoruz meselâ büyük su kanallarına devlet su işlerinde.. nedir İSaLe hattı?. ana dağıtıcılardır onlar.. çünkü ötekiler ondan ayrılır SaLL edicidir onlar, getiricidir.. onlara İSaLe Hatları denir.. büyük ve ANA elektrik hatlarına da İSaLe Hatları..
Ne bileyim ben “Akdeniz İSaLe Hattı” dedin mi, ana hattı gösterir.. ordan; ora ayrılır, bura ayrılır..
Demek istiyorum ki “SaLL” kökünü BİLmeden BULamaz BULmadan OLamaz olmadan da YAŞAyamaz .. bunu BİLmek bir üstünlük getirmez ama, bilmemek alçaklık getirir.. alçaklıktan kastım BİLgisizlik getirir..

Dediğiniz gibi “bilenlerle bilmeyenler bir midir” âyetler var, hadisler var bir sürü..


أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---"Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırate ve yercû rahmete rabbihî, kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, ahiretten çekinen (korkan) ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak ulûl’elbab (daimî zikir sahipleri) tezekkür eder."
(Zümer 39/9)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Bir saatlik tefekkür altmış senelik (nâfile) ibâdetten daha hayırlıdır." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I/370)

Hâlim: Peygamber aleyhisselâm Efendimizin ismi geçtiğinde sallallahu aleyhi vesellem diyoruz ya Hocam.. yâni “sallallahu” denildiğinde insanlar onu acaba nasıl yorumluyor.. ALLAHın namaz kıldırıcı olarak mı şey yapıyorlar, düşünüyorlar.. çünkü salâvât çekmesi gerektiğini biliyorlar adı geçince söylüyor herkes “sallallahu aleyhi vesellem” diyor amma üstünde düşünen insanları görmek ve şâhid olmak inşâe ALLAH görürüz ama zannetmiyorum çoğu şeyini anlamını sadece düşünüyor olsun..

Kulihvani: Evet zâten salâvât getirirken bir maksadı yok o kelimeyi söylüyor.. Fatihayı okurken de öyle net ki.. kırk yıldır okuyor, elli yıldır okuyor ama, hiç ne dediğinde mânâsında değil.. sadece kupkuru o kelimeyi tekrar ediyor.. zâten bu ya iş sıkıntı burada İslam Âleminin sıkıntısı burada.. bu çok büyük bir hataydı.. eski medrese sistemi halkı sömürmek için kilitledi dini.. içeriye bir tek tevhid okumak için altı yıl uğraşman lâzım.. halbuki Arabistan’da basılan tecvidli Kur’ÂNı oku, bir haftada işte bizim Emre okuyor, mükemmel okuyor çünkü kendi tecvidli kitap yâni anladım yedi ahenkte okuyor yedi makamda okuyor.. “ElhamdulillâhirRaBBulâlemin”in mânâsını bilmiyor.. bu ne kadar yanlış maalesef.. bu tefekkür bu gün aramıştım da buldum hadisi bakın tefekkür o kadar önemli ki İslamda.. Firavun’un sihirbazları Musa aleyhisselâmın mu’cizelerini görünce bir saat düşünüyorlar ve iman ediyorlar..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ne buyuruyor abdullah ibni abbastan “günün başında sihirbaz idiler sonunda şehit oldular” buyurmuştur.. İmamı Suyutî, ed durru’r- mansur, üçüncü ciltte 315. Hadis..
Kuşluk vakti sihirbaz idiler ikindinden sonra şehit oldular!.
Neden çünkü bir saat düşündüler dediler ki: “Bu Musa aleyhisselâmın yaptığı iş bizimkiler gibi değil.. biz Musa’nın ve Harun’un RaBBine inandık..” dediler..


فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى
Resim---"Fe ulkıye’s seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.: Bunun üzerine sihirbazlar secde ederek yere kapandılar. Biz: “Harun ve Musa’nın Rabbine îmân ettik.” dediler.”
(TâHâ 20/70)

Bir saat düşünce ne kadar önemliymiş işte ârifin bir saat uykusu câhilin atmış yıllık nafile ibâdetinden..
Ona ben nafileyi de ekledim ki insanlar karışmasın diye üstündür bakın “İmamı Aclunî’nin Keşfu’l- Hâfâ'sındaki birinci cilt üç yetmişinci” hadise bakın “bir saatlik uyku atmış senelik ibâdetten daha hayırlıdır” buyurmuştur.. hangi ibâdetten tefekkürsüz ibâdetten bunlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yâni ZİKİR-FİKİR-ŞÜKÜR-SÂBİR..
Zikir, Fikire götürmeli..
Fikir, Şükre götürmeli,
Şükür Sabra götürmeli,
Sabır SeLÂMete götürmeli sonUÇta..

Bu dörtlü de bir işlem ve iştir.. yâni zevke gelince bu da böyledir..
İnsan; Bedenen Zikreder, Nefsen Fikreder, Kalben Şükreder, Ruhen Sabreder..
Sabır nedir?. BiRr sahibliğidir, BiRri Takvâ yardımlaşması emredilmektedir.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şeâirallâhi ve lâş şehra’l- harâme ve lâl hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ âmmîne’l- beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alâ’l- birri ve’t- takva ve lâ teâvenû alâ’l- ismi vel udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler, Allah'ın şiarlarına, haram olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”
(Mâide 5/2)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû iza tenâceytum fe lâ tetenâcev bil ismi ve’l- udvâni ve ma’siyeti’r- resûli ve tenâcev bi’l- birri ve’t- takvâ, vettekûllâhellezî ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve Peygamber'e isyanı fısıldaşıp konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.”
(Mücâdele 58/9)

"Sizin Allah katında üstünlüğünüz takva iledir"

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---"Yâ eyyuhân nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârafû, inne ekramekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”
(Hucürat 49/13)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vedâ hutbesinde: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslam'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah'a sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arab'ın, Arap olmayana, bir başkasının Arab'a, bir siyahın bir kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur.”
(Vesaik, 362; Müsned-i Ahmed, 9/127;Yakubî 2/110.)

Birri takvâ.. sizin üstünlüğünüz takvâ ile.. kavi/ sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü oluşunuzla gerçek olur.. ozaman oraya varırsınız.. orda ne var?. Birr, var Birri Takvânın Birri, Sabırda ve Ruhîdir.. Sâbır, Rububiyet Bileliği Sahibliğidir ve Rububiyet Bileliğine götürür..
İnsan RaBBını bilir ki, gerçek sâbır odur..
Birinin yaptığı bir eziyete tahammül etmektir..
Tahammül de değerlidir ve Meryem aleyhisselâm Sırrıdır tahammül ve beden ve nefisle tahammül etmiştir.. Kalben ve Ruhen sabretmiştir.. Neye sabretmiştir?. İftiralara..
Kimi insanlar “İfrat”a gidip, beşikteki İsâ aleyhisselâma “ALLAHın oğlu!.” Diyor..
Kimi insanlar “Tefrit”te kalıp: “Babası belirsiz!.” Gibi iftiralar ediyorlar..
Meryem aleyhisselâm cevap bile vermiyor “ben konuşamıyorum, susma orucundayım!.” Diyor vebebğini işâret ediyor İ’TiDÂLde çocuk İsâ aleyhisselâm konuşuyor..
Mehdi, beşikteki demektir.. mehdi beşikte.. câhil insanlar “sen bizimle dalga mı geçiyorsun, beşikteki çocuk konuşur mu ?” diyorlar.
Bebek İsâ aleyhisselâm: “Ben Rasûlullahım ALLAHın Rasûluyüm, şunları şunları bilirim evinizde sakladıklarınızı bilirim yâni yaratılmış rızıklarınızı dahi bilirim yâni daha gelmemişler yolda geliyorlar ya, onları da bilirim.. ben çamurdan bir kuş yaparım "üüffft" derim ki kalkar uçar..


وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِئُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum mine’t- tîni ke heyeti’t- tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh (iznillâhi), ve ubriu’l- ekmehe ve’l- ebrasa ve uhyî’l- mevtâ bi iznillâh (iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve onu (Meryem oğlu Îsâ Mesih'i ), "Benî İsrâîl'e (İsrailoğulları’na)" resûl olarak gönderecek. (Onlara şöyle diyecek): “Muhakkak ki ben size Rabbiniz'den âyet (mucizeler) getirdim. Ben gerçekten size nemli topraktan kuş heykeli yaparım, sonra onun içine üflerim. O zaman o, Allah'ın izniyle kuş olur. Doğuştan kör olanı ve abraş hastalığını iyileştiririm. Ve Allah’ın izniyle ölüyü diriltirim. Yediğiniz şeyleri ve evlerinizde biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer siz mü’minler iseniz muhakkak ki bunlarda sizin için elbette âyetler (deliller) vardır.”
(ÂL-i İmrân 3/49)

İsa aleyhisselâm Peygamberimiz evet işte bu..
ANLAyış, bütün insanların ayık olmasına bağlıdır..
Ne çare ki hepimiz böyle bir hayatın içindeyiz durmadan çalkanır dururuz durulmayan bir deniz gibidir.. biz on sekiz sene kalmıştık Antalya'nın Lara Sahilinde deniz kenarında üç buçuk ay felân.. on metre felân yoktu denize.. yâni gider gezerdim geçler boyu tümü Lara Sahillerinde yazılmıştır o şiirlerin zevklerin altında saatleri bile vardır..

Deniz en büyük canlı gibidir ki, ben öyle derim: “Kâinâtın en büyük canlısı deniz!.” Derim.. bir saniye bile sabit tutamazsın.. kıpırdar durur.. muazzam bir şeydir..
Çünkü her AN yeniden YARATIŞ YÜZüşü-ndedir KüLlî Şeyyle Denizler de..


“YuSEBBihu!. SEMÂ’Sı”-nda:
SeBBeHa.. TeSBih!. feSEBBih!.:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.
(Cumâ 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..

Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar vede Kürreler-Galaksiler,
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılan ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz
inşae ALLAH..
İşte her ZeRReye bahşedilen bu Rüşd Raksı, Yeniden Yartış Hareketi Merkezin DENGE için ÇEKimine karşı Merkezkaç DÜZEN Kuvvetini doğurup VARlığı oluşturmaktadır her ÂN ŞeÂNullahta…

DENiz TEK CANLı gibidir.. Yeryüzünün ¾ deki tek zikredeni gibidir sanki..
“Hışır hışır hışır!.” hep kendine mahsus bir hoşluğu vardır geceler boyunca deli gönlüm gibi inler dururdu..
Hiç bir şey denizin yerini dolduramaz.. güzellik, ses ritmi.. devamlı vurur durur sahillere.. hele ki, eğer sahilde yatıyorsanız ve denize yakınsanız, sizi önce rahatsız eder gibi olur.. ama sonra alışırsınız.. hep aynı sesi verir çünkü.. ve bir “esmâ”ya döner sesi genellikle HUu!.. HAYy!.” Demeye döner.. Yâni denizin vuruşuna göre esmâlaşırdı akıl-fikir dünyamla..
sistem sebbahada.. atom dönmesine devam ediyor, dünya dönüyor dönmeyen ne var değil mi?.

Ne diyor Hüsameddin Çelebiye, zamanın meşhur zâhir âlimi Irakî, mevlevîlere: “Ney üfleyip de, Köçekler gibi ne dönüp duruyorsunuz?!.” Diyor.. Çünkü anlamıyor döneni döndüreni.. Ona göre dönmüyor dünya, ona göre dönmüyor atom, ona göre gözükmüyor..
Ona göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yok ortada!. Hani nerede?.
Oysa dünya 1600 km/saat hızla dönüyor her ÂN ezelden ebede..
Hani Yer kÜRResi karpuz gibiydi.. biz altında mıyız üstünde miyiz?. Alttaysak niye dökülmüyor sular ve hep yukarda gözüküyoruz iyice düşün Halimcan!. yâni dünyamız bir top gibi.. biz ise, neresindeyiz bunun?.
Her neresinde olursak olsak dâima yukardayız!.
Nasıl iş bu?!. MuhaMmedî Tasavvuf Hakkı ve Hayrı KeLÂMuLLah ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Tâlim ve Terbiyesiyle İlim-İrade-İdrak-İştirak Meslek ve Mezhebidir. Ve’s- SeLÂMmm..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Hâlim: Dünya o kadar hızla dönerken Hocam normalde merkez kaç kuvveti etkisiyle her şeyi savurması lâzımken, tam tersine yer çekimi dolayısıyla yere doğru çekiyor.. yâni şimdi insanlar yer çekimi vardır diyor çıkıyor yer çekiminin ne olduğunun üstünde çok düşünen yok.. bir de siz şeyden İsâ aleyhisselâm’dan bahsederken bizim Efendimize kadar hep şey var insanlara tebliğ ederken duyularına yönelik mu’cizeleri var.. açık açık mu’cizeler gösteriyor peygamberler; ölüleri diriltiyor, kuş yapıyor uçuruyor, hastalıkları iyileştiriyor felân.. şimdi âhir zamanda bizim peygamberimizden sonra bizim böyle bir şansımız yok.. demin sizin buyurduğunuz hadiste tefekkürün önemine dâir olan hadiste.. yâni bizim sanki şeyi gibi artık mu’cizelerden, o türlü mu’cizelerden bizim imana davet edilmemiz söz konusu olmadığı için, zâten iş tefekküre kalmış gibi.. âhir zaman insanının inanması ve imanı bulması bu anlamda da tefekkür, tüm o mu’cizelirin yerine geçiyor bizim dönemimizde yâni..

Siz “tefekkür”ü bir açsanız.. her halde baştaki “te” ->sen diye.. “fekkür”de, zâhir ve bâtındaki oluşların içteki ruyeti diye ben öyle kendi kendime şey yaptım.. ama, siz açarsınız inşâe ALLAH.. yâni içimizde görüp olarak tüm o mu’cizeleri olsun diğer ALLAHın nasib ettikleri kadarı ile olsun bilgimiz dahilinde bulabileceğiz bu anlamda bizim tefekkür o hadistekinden bizim için çok daha önemli yâni nasıl anlatayım şeyin yapılan tebliğin direk yerini almış durumda bizim için..


Kulihvani: Doğru söylüyorsunuz kerâmet vardı eskiden biliyorsunuz.. yâni senin dediğin büyüklerimiz, çok kerâmet gösterirlerdi.. ben şahsen çok görmüşümdür türlü türlü, fiilen hayretler içinde kalarak, yüzlerce insanın önünde.. yâni sadece benimle değil.. hep anlatmışımdır zaman zaman yâni öyle kerâmetler göstermişlerdir ki hayretler içinde kalırsınız..

Yüz kadar köpeği katmış önüne götürüyor meselâ çıt çıkarmıyorlar.. halbuki onun beş on tanesi beni duman etmişti.. bu devir ilim ve teknik devri ve ilerledikçe artık kerâmetler maddî olmaktan mânâya kaydı, fikri sahaya kaydı..
Tefekkürde bakınız, ZİKİR için ilim gerekir ki, bilmezse yapamaz.. aynı dörtlü sisteme vur.. BİLmesi lâzım ilmi bulabilmek için FİKİR için BULması gerekir.. fikri bilmek yetmez edeb gerekir eğer öyle olmasa idi, edeb olmasa idi, şimdi felsefeciler en fikirli insanlar olurlardı.. onun için edeb yoludur fikir yoludur.. efendim ŞÜKÜRde olabilmesi için mutlaka Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de OLması lâzım SABIRda olması için ALLAHu zü’L- CeLÂLi YAŞAması lâzım.. RaBBu’l- âlemin’i DUYup UYması lâzım ki, gerçek SÂBIR odur, birri sahibliğidir.. berrr var ya, birr berr yâni zâhir bâtın Rububiyet Sırlarıyla BİLEliktir.. BiRR BİLElik ne demek?.. RaSuLî RaBBÂNî BİLElik..

El Berru:
Resim

İnsan zâhir ve bâtınıyla vardır bu BİLElik kurulmuşsa bu, BiRR Sahibidir.. BiRR-ü-Takv EHLidir..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şeâirallâhi ve lâş şehra’l- harâme ve lâ’l- hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ âmmîne’l- beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani’l- mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alâ’l- birri ve’t- takva ve lâ teâvenû alâ’l- ismi ve’l- udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay’a, (hediye olarak Kâbe’ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb’lerinden bir fazl ve (O’nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram’a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin. Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram’dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.”
(Mâide 5/2)

Öyle olunca kargalar gibi iki tane kanat mı takar gök yüzünde uçar?!. Ya da bir eli yağda bir eli balda mı olur?. onun ayağına taş değmez mi başına iş gelmez mi?.
Gelir gelir öyle gelir ki, şaşa kalırsın!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Aişe vâlidemiz’e iftirada, o kadar bilgin sahebenin ayağı kaymıştır ki, dehşete düşmüştür.. ve biliyorsunuz otuz gün çıkmamıştır dışarıya.. kim?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdullah aleyhisselâm olarak..

Bundan şunu demek istiyorum, biz kendi akıllarımıza kıyasla konuşuruz.. Oysa kıyas alçaklık yükseklik demektir kıyas.. hiç SEVİYEsizce baktığımız zaman ve onu hüküm aldığımız zaman ne olur.. o fikir değildir başka şeydir, patır kütür bir şeydir yâni fikir felân değil.. onun için zâten fikir, tefekkür fikir etmektir.. “te” yı bırak, o sendeyse öyle olur.. fikir sana geçti mi tefekkür olur, değilse zâten o fikir boşa gider.. birisi bir şey söylüyor anlamamışsan onu bellememişsen boşunadır..
“te” senliktir.. sana değilse fikir boşa gider, su gibi akar gider o fikir.. “fi” içindekidir.. “kir” kerem köküdür, Rububiyet Kevniyetidir.. yâni Rububiyet Sırrının “kevn”e gelişidir..
Demek ki içerden DUYarsak UYarız.. Dışardan mı görürüz?. Hayır dışarı bakar içerden görürüz.. bakmak nedir?. gözümüze ışık mı gelir gözümüzden ışık mı gider?!. Gerçek bizden giden ışık tekrar bize gelirse mi görürüz?.. son dediğim doğru..
Ben fizikçi değilim.. lambadan ışık bize geliyor değil, bizden lambaya gider.. ışık bize dönerse görürüz.. bütün eşyalarda böyledir.. ÖZümüzün görmediğini göremeyiz..
Kısacası birisi özümüzü görüp de özümüz onu görmesin işte bütün bunlar “kir”in içerdeki “re” nin kevne gelişidir, KÛN OLuşumudur yâni.. onu demek istiyorum..
Çok iyi anlıyorsunuz ki, ŞÜKÜR nedir, içimizdeydi ya.. FİKİRde ŞUHUDa geldi mi bu nedir?. O, demin söylediğim “ker”e yâni “kerre” şuhuda geldi mi ŞÜKÜR olur.. fikir şuhuda geldi mi şükür olur ve bizim “teşekkür ederim” dediğimiz gibi..

Ama bir de bunun özünü söylüyorum kim şuhuda getirir bunu?. Eş Şehîdin şâhidi kim ise o getirir.. bizim için eş Şâhid ALLAHu zü’L- CeLÂLdir.. Onun için gerçekte “Ben SANA şâhidim!.” diyen bir tek RASÛLULLAHı vardır sallallahu aleyhi vesellem..
İşte bizim için O, getirir.. Onun için diyorum şükür üçüncü kademede Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme götürür diye.. uydurmak kaydırmak değil dosdoğru..

Sâbır nedir?. sâbırda o, birre sahib olandır.. Mutlak sahib olan Samedî sahib olan.. O da ALLAH celle celâlihu kardeşim!.
Zikir başta niye demedik.. zikir o içerdeki yâni o kerâmetin, kerâmın, ikramın temeline ALLAH adına sahib olmaktır.. zikir ya Halifethullah ki, insana ALLAH akıl vermiş fikir vermiş bir şey yap bunu diyor..işte buna sahib oluştur, zikir budur.. ağız vermiş konuşuyor, dil vermiş konuşuyor yâni zikrediyor..
Oysa külli şey zikrediyor!. kim zikretmiyor ki, herkes sahib kendi benliğine.. atom dönüyor “sebbeha” budur zâten, “içerdeki hüviyetin zâhir bâtın bileliğine sahiblik”tir sebbaha.. subhanALLAH değil mi canım, öyledir.. boşa mı döner bunlar durmadan, duramadan.. neden iki tane “be” var.. dönen var döndüren var.. ondan var Hâlim can.. neden iki tane, hep iki tane.. eee var tâbi biri dönüyor biri de döndürüyor da onun için değil mi?. Öyle.. radiyeten merdiyeten bir razı olan var bi de olunan var.. bunlar hep böyledir.. ee bütün bu, bu olanlar, oluşumlar hep ALLAHu zü’L- CeLÂLin “Lâ iLâhe iLLALLAH”ından ibârettir.. “ALLAH” ruh gibi içerde, “illâ” kalb gibi, “ilâhe” nefis gibi, “lâ” da beden gibi.. döner dururlar atomlar gibi..

İnsanda öyledir, ruhunun etrafında, bir portakal gibi düşünün, en dışta bedeni, içinde bir zar tabası nefsi, bir tabaka kalbi, bir takaba ruhu.. içeri girsen; sırrı, hâfisi, ahfası, efendim habli’l- veridi ve akdesi.. kudsî, kudsî kudsînin dışında bir de kursi var.. yâni onu diyorum bu öyle bir güzellik ki bir küre düşün ki, kürenin yarı çapından içeriye giriyorsun katiyyen Merkezine ulaşamıyorsun bu mümkün değil ve garib bir şey bu.. güzelliktir teknik tasavufun MuhaMMedî melâmetin anlaşılması bakımından söylüyoruz bunları.. böyle şeyler var demiyoruz, olup olmaması derdimiz değil.. ama anlamamız lâzım ve sistemleri kurarken yüzlerce sistem kurabiliriz.. hepimiz kurarız zâten.. yâni kuruyoruz derken her konu şeyleri yeter ki biz doğru olanları yapalım.. yâni eksikse sonra düzeltiriz ve düzeltiyoruz zâten.. meselâ fakriyet.. ben hep “Fakriyet-Acziyet-Zillet-İllet” diye almışım.. seneler sonra böyle olmadığını anladım.. çünkü fakriyet, acziyetten önce geliyor.. fakriyet, bedeni bir şeydir.. acziyet isenefsidir.. zillet, kalbîdir.. illet ruhîdir, yâni sebebe dayalı, sebebe kalır ruhtur ve sebebe dayalı olmayan ALLAHtandır..
Çünkü sebebsiz sebebdir ve kendi sebebdir, tevhid gibi şartsız şart gibidir..
Yâni olmazsa olmazdır.. evet bu tür birlikte böyle zevk etmelerimizde bize ALLAHın izni ve inânetiyle Kur’ÂNı sistemimizin Kur’ÂNı kerimimizin kendi sistemini biz icad etmiyoruz ve sadece anlamaya çalışıyoruz.. bunu bulmamız lâzım.. yoksa gır gır gır..
BismillâhirRahmânirRahîm ve bir sûre oku..
sadakALLAHulazîm bitti.. bir dakika sürmedi.. namazda okuyoruz işte.. iki dakika.. iki dakika ne oldu ne oldu bakalım hadi evet Hâlim can bir şey diyecek misiniz?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Hâlim: Hocam güzel oldu ALLAH razı olsun şey gibi bitkileri düşünüyorum hani ölseler susuzluktan iki adım ötedeki suya ulaşmaları mümkün değil illaki su onlara gelecek ulaşım de ya kökünden çıkması lâzım çalıya dönmesi lâzım savrula savrula gitmesi lâzım ya da, yerinde yeşermeyi beklemesi lâzım her halde onların ki en güzeli de onların ki olsa gerek . çünkü ALLAH da buyuruyor ki “şah damarından daha yakınız”
işte arıyoruz arıyoruz bulamıyoruz ama o kadar yakın bekliyoruz rahmetiyle yeşerelim diye hocam ALLAH razı olsun..

Kulihvani: İnşâe ALLAH inşâe ALLAH.. ALLAHın izniyle şüphesiz yâni bu gerçekten eğer koyunlar bilseydi ki Isparta’da ot var, burda tutamazdınız onları. çam ağacı bilseydi ki bir metre aşağıda derede su var onu orda tutamazdık. demek istiyorum ki inerlerdi, düzen bozulurdu. ve kipriklerimiz de uzamaya kalkışsaydı sakal gibi.. ne yapacaktık?. işte RaBBb celle celâlihu, Rububiyyet bu işte, terbiye edicilik.. terbiye edicilik bu.. ve ALLAHın izni ve inâyetiyle inşâe ALLAH..
Zât nedir, sıfat nedir, esmâ nedir?. bunların hepsi ALLAHu zü’L- CeLÂLe aittir.. ama hepsinin yeri vardır.. eşyası da ALLAHu zü’L- CeLÂLe aittir ve NÛRuLLAHtır.. Eşya başkasının mı ki, eksik ola, kötü ola, gereksiz ola, işe yaramaz ola.. mümkün mü eşya NÛRuLLAHtır..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kullî şey’in alîm: Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yâni zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”
(Nûr 24/35)

Onun için diyoruz insanların hiç biri kötü değildir ve ancak işleri kötüdür, kendi işleri kötüdür.. yoksa kişiler neden kötü olsun.. yâni bedenleri varlıkları kötü olamaz.. bu nedenle kötü olamaz..
Evet Tîn Sûresine geldik.. Tîn Sûresi Kur’ÂN-ı kerimin güzelliklerinden bir güzelliktir.. gerçekten muhteşem bir sûredir, küçük sûredir ama büyük sûredir.. kesret ve vahdet sûresidir.. kesrette vahdeti, vahdette kesreti zevk etmek için.. vettini vezzeytuni.. çekmek gerekir şahsen benimde çok sevdiğim yâni haz duyduğum hepsinden duyarımda bunun kendi içindeki taşıdığı mânâlar bakamından güzellikler ve özellikleri bakamından hayran olduğum koklayıcı kısaca özcü anlatımından demek istiyorum biz harfçi değiliz hurufatçı değiliz ancak bizim kitabımızda her noktanın yeri vardır eğer noktayı kaldırırsanız ze ra olur koyar sanız ne bileyim ben bir sürü harfler biliyorsunuz oluşur ya da oluşmaz her şey düzgün bir şeydir yerli yerincedir harflerin dili vardır noktalın dili vardır dilini biliyorsanız konuşursunuz bilemezsiniz konuşamazsınız anlaşamıyorsnuz bilişip buluşup oluşup yaşayamıyorsunuz onun için zâten biz Kur’ÂNı kerimi ALLAHın izni ve inâyetiyle birlikte götürmeye çalışıyoruz..


وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
Resim---"Ve’t- tîni ve’z- zeytuni.: İncire ve zeytine andolsun.”
(Tîn 95/1)

Burada bazı özellikler var.. tîn.. onlara bir şöyle bakalım diye.. ve tur tinin sin tin tur tum tur sin haze’l- beledel emin burda min bir tane gelecek beş olması lâzım badu biddin beş bu işte bu Hâlim can bu tin tun ne fark ediyor hepsi bunlar te nun te nun birisi i çeker birisi u çeker evet vettiyn ve zeytun tin incir zeytun da zeytin ve yemin görülsün diye söylüyorum açıkça söylüyorum yâni ortaya çıksın yemin and olsun .bize and olsun dediğin zaman nedir tehdiddir buradaki andolsun ve yle lillahi de yemindir ALLAHi de yemindir. net anlaşılsın ki bu hususta garanti veriyor ALLAHu zü’L- CeLÂL vettiyni vezzeytuni incire yemin olsun zeytine yemin olsun vemâ halekal zekara vel ünsa bunun benzeri bir âyet..

وَطُورِ سِينِينَ
Resim---" Ve tûri sînîn (sînîne).: Sina Dağı'na andolsun.”
(Tîn 95/2)

Sîne Dağına yemin olsun diye geçiyor.. Sinâ Dağı denmiştir.. sinine ama sine sina dağı, turi sinin işte sina dağı diyorlar ona..

وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
Resim---"Ve hâzâl beledil emîn(emîni).: Ve bu emin beldeye (Mekke Şehri’ne) (andolsun).”
(Tîn 95/3)

Bakın yine işte şu var ya şu belede’l- emindir.. o varya Kızıl Denizin kenarında Tur Dağı değil bu.. haulaii değil, belede’l- emin olan “hâze’l- belede’l- emin” işte şu, şu “hâze’l- belede’l- emin” evet..


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---"Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).: Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte-kıvamda) yarattık.”
(Tîn 95/4)

Lekad, kesinlikle.. le, muhakkak.. kad, kesinlikle.. muhakkak kesinlikle kesin kesin.. haleknâ halk ettik.. el insane insanı.. fî, ne içinde.. ahseni takvim.. ahsen bir kıvamda, akışkanlıkta, gelişmede, yaşamda her şeyde böyle akışkanlığı kıvamı nasıl olacak?. Ahsen, güzel en güzel biçimde.. biçim değil kıvamdadır.. burdaki kavim de kıvamdır bildiğimiz kıvamdır.. neden kıvam kelimesinden korkuyorlar ben anlamıyorum.. biçim şeklini şemâlini takvim yâni takvim deyince şimdi biçim mi anlıyoruz o zaman kıvamını bildirdiği için akışını bildirdiği için takvim denmiştir takvim kıvamda..

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Resim---" Summe radednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).: Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).”
(Tîn 95/5)

Sümme redednahü.. sonra onu reddettik, attık kaktık indirdik, esfele indirik.. nasıl?. Safiliyne, beter beterine indirdik, yâni en aşağısına esfelin esfeline indirdik, aşağıya kaktık.. halbuki ahseni takvim üzere yaratılmıştır..

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
Resim---"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin).: Ancak iman edib salih ameller işliyenler başka; onlar için kesilib tükenmez bir mükâfat vardır.”
(Tîn 95/6)

ancak oraya gitti de.. kim ki orada amenu iman etti.. kime?. ALLAH ve rasûlune.. ve amillus salihati.. salih amel işledi sulh içinde amel işledi.. kim gibi?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem gibi.. ehl-i beyt aleyhisselâm gibi.. ALLAH dostları gibi.. felehum, işte onlar için ecir vardır, cerr vardır, nasıl?. gayri memnun, minnetsiz bir ecir vardır.. cerr kendi içindedir.. kimse el uzatamaz oraya yâni ecr bu.. nerde verilecek nerde nerde o ayrı bir şey ben onu bilmem..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
Resim---"Fe mâ yukezzibuke ba’du bi’d- dîn (dîni).: (Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?”
(Tîn 95/7)

Dini yalanlatacak bir şey mi var.. yükezzibuke.. sana hitab Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e hitab.. aynı zamanda sana bana hitab.. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme; teslim oldum, iman ettim, tâbi oldum ve itaat ettim.. hitab kime?. bana sana değil mi?. Öyle.. böyle ise dini yalanlatacak kizb ettirecek bir şey yok artık..
Din, tûr sîn yine geldi bunu diyorum.. beden, nefis, kalb, ruh nere gitti?. “Akdes”e fırlayıverdi.. din nedir?. Nurullahın dâimiyetidir.. eğer nefsini bilir RaBBini bilirse, din nur dâimiyetine kavuşur.. yâni cereyanı kesilmez.. Somuncu Babam kaddesallahu sırrahu gibi:


Diriyiz dâim ölmeyiz!
Çürüyüp toprak olmayız
Karanlıkta da kalmayız
Bize leyl-ü-nehar olmaz!.


Der çünkü MuhaMMedî Nûr Güneşleri asla batmaz batamaz!.

أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
Resim---"E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn (hâkimîne).: Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?”
(Tîn 95/8)

“e leyse.. değil mi?. ALLAHu celle celâlihu bi ahkemi’l- hâkimîn hakimlerin en hakk hükmedeni değil mi?.”
Âmennâ!. evet daha başka birisi mi var hükmedecek.. ALLAHu zü’L- CeLÂL böyle hükmetmiş ve uygulamaktayken..

İşte bu şekilde Tîn sûre kaç âyetti?.. sekiz âyet.. evet şimdi biraz daha şöyle genişçe girelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
Resim---"Ve’t- tîni ve’z- zeytuni.: İncire ve zeytine andolsun.”
(Tîn 95/1)

et tîn, incirdir.. incir, kesretin işâretidir.. aslında torbasında tek gözükür ama içinde binlerce tohum taşır.. yâni çokluk taşır, ama tek gözükür.. fakat içindeki her tohum tek başına tektir.. bin tohumun binini bin yere götürür bin tane ağaç elde edesiniz ve hepsi birbirinden farklıdır.. bunu demek istiyorum.. KESRETte VAHDET böyledir.. çok gözüken TEKe TEKtir.. Zâten bu ÂLemde, hiç bir kordinatta iki şey-NOKTa aynı anda BİR YERde olamaz.. bir zeRRe dahi olsa TEKe TEKtir.. ALLAH celle celâlihu TEKtir TEK yaratır ve ASla İKİ yoktur.. AKLın farazi İKİliği-İKİ ŞEYliği ŞEY-t-ÂN-lığıdır..
İki, senin çuvala doldurduğun iki tane ve farklı “BİR”lerdir.. sen konuşurken: “Bu odada İKİ adam var” diyorsun.. onun adına iki adam diyorsun.. iki adam ne demek?. Sen, “iki adam” demekle,” Barbaros ile Hâlim var” diyorsun.. “kim var?.” Diyorum.. “iki kişi var” diyorsun ki “iki kişi” derken “BİR kişi BİR kişi daha var” diyorsun..

et tîn.. TÎN.. bildiğimiz kadarıyla “te” dâima “sen”liktir, sendeki zâhirdeki senin kullandığın nurdur.. et tîn.. “ALLAHu nuru’s- semâvatı ve’l- ard” buyurulan; elim, ayağım, şuram,, buram dediğin şey neticede olarak ALLAHın nurudur.. ALLAHtır, yerin göğün nuru.. başkasının değil.. bu, mal EŞYÂ da olsa O’nun, ESMÂ da olsa O’nun, SIFAT da olsa O’nun, ZÂT ise ZÂTuLLAHtır..
TEK-BİR ALLAHu zü’L- CeLÂL var bir başkası asla gerçekte yok.. mesele o değil çünkü, bize VAHDET yanlış anlatılıyor TEVHİD yanlış anlatılıyor.. insanlar başka başka bir şeyin peşine koşturuyulor.. aynen dünyadaki gibi olsun isteniyor.. halbuki sistem çalışıyor şu ÂNda..
et tîn.. daha ilerde bu “tin tun ten” lerin ne anlama geldikleri daha kendiliğinden çıkacak ortaya.. ancak “et tîn”de siz tıpkı bir Hâlim Can, incir gibisiniz.. Hâlim özelliklerini bir yazıyorsun ki, bin beşyüz tane on bin tane.. uuuuff hepsini dolduruyorsun torbanın içine.. üzerine de “işte bu Hâlim Kök” yazıyorsun.. işte “et tîn” budur.. sen eğer ALLAHu zü’L- CeLÂL “et tîn”i bilirsen ve sana seni bildiren ve sendekini bildirendi.. sen seni bildin ya.. “Ve’t- tîni ve’z- zeytuni” de BİLdin.. eğer sendekini sana bildirmek için, MuhaMMedî bir Edebci ve ErkÂNcı olursa, anan baban gibi demek istiyorum.. o zaman, sendeki “zeytun”u bulduk işte.. onu demek istiyorum.. bakın içerde bir “tun” var, “tin” gibi aynen.. ancak içerdeki nuru vavla gösterir Hâlim Can..
“RaBBımı RaBBımla gördüm” buyuruyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:” RABBımı RABBımla tanıdım. Eğer RABBımın yardımı olmasaydı Onu tanıyamazdım! (bulamazdım.)'' buyurmuştur.
(Gürüzânfer, Ehadis-i Mesnevi shf. 2)

İçerdeki “tun”a dikkat et.. ve hemen yanındaki “ye” onu, yaşayışa çekiyorsa ve eğer sen de buna şâhid olduysan anlarsın ki, TEVHİD ayân beyanmış ki, zeytun çekirdeği gibi çıkıverir ortaya.. yâni “men arefe nefsehu fekat arefe RaBBehu”yu buluverirsin..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Men arefe nefsehû fe kad ‘arefe rabbehû: Nefsini tanıyan RABBini tanır” buyurdu.

(Nevevî, Riyâzu’s-sâlihîn; Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Ve’t- tîni” çokluğa yemin olsun.. “ve’z- zeytuni” tekliğe yemin olsun.. İncire yemin olsun zeytine yemin olsun.. ÇOKa ve TEKe yemin olsun.. “yok” nerde?. “yokluk” yok ki zâten.. kim diyor “yok” diye.. yok diye bir şey yok!. “yokluk” diye bir şey yok zâten!. nerde “yokluk” var sadece ham akıllarda farazî..

Efendim zeytinin ve incirin kendilerine “mahsus”lukları var biliyorsunuz.. çok ilginçtir.. ağaç yapıları ilginçtir, yaşama yerler ilginçtir.. meselâ incirin sadece kendine hass döllenme özelliği vardır.. çiçek açmaz hemen meyveler doğrudan çıkar, hemen meyveye dönüşür çiçek açmadan.. çiçek açmadığı için de arlıar tarafından ya da, diğer sinekler tarafından çâzib-çekici değildir.. ancak “incir sineği” diye bir sinek vardır.. incir sineği, yaşayabilmek için hem dişil hem eril incir çağlalarının belli bir yerindeki “leke”lerinden yemek zorundadır.. yaşayabilmesi için, kendinin ürüyebilmesi için onu yiyip öbürünü yerkenbde dölleme yapar..

Ve bu nedenle de, seneler önce okumuştum belki yirmi sene önce sanıyorum..
Asırla önce Avrupa’dan Amerika’ya getirip dikiyorlar.. görünürde her şey normalbinlerce ağaç ve incir bahçeleri var.. uzun süreler geçiyor birtek meyve alamıyorlar.. sonunda tekrar Avrupada inceliyorlar ve görüyorlar ki, bu döllenme işini yapan bir sinek var.. o sinek aylar süren gemi yolculuklarıyla gelirken kapalı gemi odalarında ölmüşler..
Dolayısıyla Amerikaya döllneme aracı sinek gidememiş.. incir ağaçları yetiştirdiği halde.. hem erkek ağaç var hem dişi ağaç.. ama katiyyen döl tutmuyor.. İncir sineğini getirdikten sonra üretmişlerdir.. zâten incirin böyle güzellikleri vardır ve daha araştıralım bulabiliriz ki, iyi de olur hatta..

“zeytun”un da böyledir.. zeytini Nuriye daha iyi bilir.. şimdi o da düşünsün bakalım zeytinin meselâ ne gibi özellikleri ve güzellikleri vardır diye.. Biliyorsunuz âyetler vardır zeytinle ilgili berekettir..



اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“ALLÂHU NÛRU’s- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun): ALLAH, GÖKLERİN ve YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”
(Nûr 24/35)

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---"Yunbitu lekum bihiz zer’a ve’z- zeytûne ven nahîle ve’l- a’nâbe ve min kulli’s- semerâti, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Onunla sizin için; ekinler, zeytinler, hurmalıklar ve bağlar ve bütün ürünlerden (ürünleri, meyveleri) yetiştirir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyet (delil) vardır.”
(Nahl 16/11)

Gerek “tin” gerek “tun” yâni “zeytun” peygamber aleyhumusselâmların yiyecekleri olmuştur.. özellikle İbRahîm aleyhisselâmın, İsâ aleyhisselâmın Zekeriyâ aleyhisselâmın Yahya aleyhisselâmın Kudüs civârında yaşayanların.. Daha çok da İsâ aleyhisselâmın zeytin dâima dağlardaki yiyeceği olmuştur.. yalın ayak başı kabak gezmiştir ve onları yemiştir.. diğerleri de benzeridir..
Bazı ağaçlar özeldir.. cevizde öyledir.. Yunus EMrem Babamın BİLmeye yürek ister BİLmecesinde:


Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu..

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü..

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini..

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini..

Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahı çekmedi şöyle kaldı kazını..

Bir sinek bir kartalı salladı urdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu..

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Anı da basamadım göğündürdü özümü..

Kaf Dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öğlelik yola düştü üzeyazdı yüzümü..

Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü..

Yunus bir söz söyledi hiçbir söze benzemez
Erenler meclisinde bürür mana yüzünü..


Yunus EMrem kaddesallahu sırrahu..


İşte İncir Dağı, Zeytin Dağı.. Lübnan yöresinde çeşitli şeyler.. ne diyor Tin Kalesi diyor bu yine Lübnan tarafında bulunan yerlerden birisi.. ama tin, incir olarak hep geçmiştir bunu demek istiyorum..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


Hâlim: Bir de Hocam insanın fıtratına “tinet” derler.. bi de burda şey var Hocam lâm harfleri var.. “el” takısı olarak mı hareke almamış ama zeytunun ve incirin başında lâm harfleri var..

Kulihvani: evet belirlilik ön takısı olan “el” bura da şemsi harften dolayı “et” ve “ez” harf-i târifleriyle gelmiş ve rastgeledeğil demek istenmiştir.. herkesçe bilinen demektir..

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
Resim---"Ve’t- tîni ve’z- zeytuni.: İncire ve zeytine andolsun.”
(Tîn 95/1)

İşte onu söylüyorum bu harf bu “tîn” bu öyle bir incir ve zeytun ki harf-i târifle veriyor ben onu diyorum “bilinen bir incir bilinen bir zeytin”den bahsediliyor bence.. demin dediğin Hâlim can işte gözüken bir incirdir ama içinde zeytin çekirdeği var dediğim burda el takısından dolayı söylüyorum yâni rastgele bir şey değil bu.. ve’t- tiyni.. et harf-, t’arifi duruyor orda.. Sen “Latif” desen.. ne var derim sana.. ama El Latîf desen “celle celâlihu” derim “el” dediğin anda, herkesin bildiği meşhur târifi kendisinde olana gider ALLAHu zü’L- CeLÂL’e gider.. ben sana Hâlim Hâlim derim.. El Hâlim de bakiyim.. selâm, selâm.. es Selâm ise ALLAHınkidir.. selâm selâmün aleyküm.. “mün” de “el” yerine geçiyor deniliyor ama, bence “es Selâm” en doğrusudur..

Ve dediğin gibi tîynette tîn.. ben bu bunların bu tin kökünü tam onu bulmam lâzım ama şu anda sözlük burda değil bulamıyorum ama bulacağım inşâe ALLAH fakat şu kadarını biliyoruz ki bir defa temeli “nun”dur bu ne biçim “nun”dur ki bunun “nun”u ne biçimdir.. hani NOKTA vardı ya.. nokta.. Noktanın düzgün hareketinden DOĞru, DOĞrunun düzgün hareketinden DÜZLem, DÜZLemin düzgün hareketinden ise HACIM doğar..

İLK NOKTA-ŞEY’in hareketinden EŞYA doğmuştu.. eşya doğsun.. bir damla düşsün, bir damla düşsün, dört damla üst üste düşsün “ELİF” doğsun.. Elif dik durursa eliftir.. kendisinden sonrakiyle birleşmez hiç, tek başına durur şöyledir böyledir.. operasyon işleri yapar; el harf-i târif olarak gelir, fiillerde çekim gelir “e” okunan ince harflerin önüne gelirse “a” okutur “me” yazarsın önüne bir elif koyarsın “mâ” olur, yoksa katiyyen melemekten kurtulumaz elif olmazsa vesaire..
İşte bu elif şöyle bir yatıverirse yere altına bir nokta alırsa “be” alır üstüne bir nokta olırsa “nun” olur şöyle hafif kollarını kavislemesi yeter üste noktalandı mı “nun” olur bir numaralı önemli harftir.. altına nokta alıverdi mi “be” olur iki numaralı önemli harftir.. bizim elif bu işi yapar..
Nur nedir Rububiyet Nurudur.. “nun” nedir ışık nedir diye sor işte haaaah hızıpçilere ışık nedir ışık ışıktır çünkü ona bir isim vermek zorundasın onu daha içeriye alamıyorsun çekirdeğe gelmişsin durmuşsun daha içeriye giremiyorsun gibi..
“Ve’t- tîni ve’z- zeytuni”

Ben bu nunlardan bahsediyorum.. ama, burada “kesrete yemin olsun vahdete yemin olsun” “çokluğa ve tekliğe yemin olsun” “nefse ve RaBBe yemin olsun” “nefsini bilen RaBBini bilir” gibi tüm işaretleri burda görmemiz mümkündür..
Daha Beden, Nefsin, Kalb ve Ruhun içindekiler var tabi değil mi zeytin çekirdeği varda çekirdeğin içinde çekirdeği yokmu yâni vardır gide gide nere varır zeytin çekirdeğinin içine.. onun içinde de, bir RaBB vardır ve oradan dirilmektedir..
Bu yumurta gibidir.. yâni yumurtanın içinde bir üreme vardır ordan o üremeyi öldürürsen ne olur?. diriliği sökersin istediğin kadar sarısına beyazına kabuğuna dokunma zarına şununa bununa içerdekini öldürdün mü gitti dirilik mekanizması.. döl burada da var.. zeytin için efendim zeytin koymasak da incir çekirdeğinin birisini koysaydık o da olurda da öyle bir isim yok incir çekirdeğii diye zeytun da ayrıca şeylik vardır içerdeki tîndir yine zeytin çekirdeği de incir çekirdeği gibidir.. ama tundur tun nuru gösteriyor içindeki nuru gösteriyor bu incir göstermiyor içinde ne var diyorum.. bilmiyorum çok çekirdek var diyor zeytin benim içinde bir tane var bak diyor al ağzına çatır çatır gördün mü?. gördüm huuuh sen “tin” değil “tun”sun yaşadın mı?. yaşadım buna sahib misin sahibim.. bir daha zeytin yerken hamur yer gibi yer misin?. yemezsin dişini kırarsın gibi.. kuvvetlice ısırıp dişimi kırmam der gibi yâniçç yaşamaktan kastım işte bu.. “İncir kesretine ve Zeytin vahdetine yemin olsun!.”

Belki bu sûreye biraz bir daha dönülür.. biz zevk edelim gidelim bakalım..


وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
Resim---" Ve mâ halâka’z- zekera ve’l- unsâ.: Ve erkeği ve dişiyi yaratana (andolsun).”
(Leyl 92/3)

Erkeği ve kadını, ünsayı nisayı yaratana hamd olsun.. bununla ne ilgisi var?. bununla şu ilgisi var, zekara ve ünsa benzer.. ünsa, bir tane kadın olsun beş yüz tane erkek olsun, kadın bir tane doğurur.. tersi on tane kadın olsun bir tane erkek olsun on tane çocuk doğar.. bunu şunun için diyorum kesret ve vahdeti zeker ve ünsa da görürsünüz.. kadın ve erkek aynı şey hayvanlar için de.. ve kim ürüyorsa onlar için de.. düşünün bunlar hep birbirlerini tamamlayan şeylerdir.. onunun için kadın Tekvin Sıfatına mazhardır, yaratıcı yaratmanın mazhar yeridir.. erkek hizmetçidir zekara taşıyıdır.. evet çeşitli şeyler söylenmiştir tefsirlerde İmam Efendilerimiz, bir çok şeyler anlatmışlardı bunlar doğrudur hepsine bir şey dediğimiz yoktur yâni ve vardır da zâten bunlar mübârek ağaçlardır zâten bildiğimiz şeylerdir..


وَطُورِ سِينِينَ
Resim---" Ve tûri sînîn (sînîne).: Sina Dağı'na andolsun.”
(Tîn 95/2)

ve “tûri sînîn”.. zeytine.. incire.. zeytine ve Tur-i Sînîne, Sîne Dağına.. Sina Dağına.. efendim çöldeki Sina Dağına Musa aleyhisselâmın Sina Dağına olur.. ama bunu, Sîne Dağı olarak da görebilir miyiz?. tabi görebiliriz.. sinemizin dağı da mı var?. herkeste var kalb” diye bir dağ vardır sinelerin dağıdır.. bu tektir genellikle sol taraftadır.. belki de iki kapılıdır ikiye bölünür Rahmân ve Rahîm gibidir.. kalb tamdır fiziki olarak gözükür aslında mânâ bakamından kalb ordaki et parçası değildir, ama yer olarak öyledir..
Zâten kafamızın içindeki beyni çıkarsak akıl bunun içinde diyemeyiz bu sistemdedir.. akıl fişi çekerseniz beyin durur, âlet durur.. bardak elinizde durur ama su dökülmüştür..

“tûri sînîn”..
Sîn, insan diyorum ben.. insan kalb ve insandır büyük harflerle İNSAN beden ve nefis insanı tam İNSANdır.. nefsini dahi bilmiyen insan “belhum e dallun” hayvandan da aşağı olacaktır..
“tûri sînîn”.. bir sin dünüşünki içindeki nunundan haberdar iki tane nun sahibi olursa insan sinindir yâni insanın sînesi içindeki nurdan kendi nurunu ki, “ALLAHunuru’s- semâvatı ve’-l ard”dır zâten bunlar BİLişip BULuşup OLuşup YAŞAsalar.. aaa BULUT, merhaba BUHAR kardeş, merhaba SU nasılsın BUZ kardeş..
“BİZ BİR-İZ ve biz hepimiz H2O yuz biliyor musunuz?.” deseler bizde kurtuluruz ama, demezler; buz buzluğunu yapar, su suluğunu, buhar buharlığını, bulut bulutluğunu yapar.. biz de, aralarda dolaşır dururuz “Lâ İlâhe İLLâ ALLAH” deriz değil mi.. tek işimizde buydu halbuki burda “tur” bu “te, tı” yâni tavaf döngüsü tayf, tavaf.. tayf teyle taraf “tı”yle hep.. bu nasıl bir “tı” dır ki bunları yaptırır.. yâni tı zor harflerden birisi diye hep söylüyorum.. yâni kendi zaman içinde açılacak harflerden burda “tavaf” dediğimiz zaman içteki görüntünün sizin tarafınıza oluşudur tavaf.. Kâbe sizin etrafınızda dönmez siz Kâbe’nin etrafında dönerseniz tavaf olur, Kâbe içte kalır dâima.. içte kalması gekekir..

Tayf da öyledir, beyaz ışık gelir merhaba der prizmaya bir bakmışsın ki içinden yedi tane renk çıkar.. tayftır içinin yaşantısının size taraf oluşudur, tayf oluşudur.. içinizdeki Rububiyetin size taraf oluşudur.. aslında içerden gelendir ki, dışardan uykuda olan birisi anlatmıyor size.. siz onu görürseniz yaşarsanız anlarsınız uyurken görebilirmisiniz onu.. otobüste uyuyarak gidiyorsunuz, kırk tane şehir geçtik haberin var mı?. Yok.. size anlatsak anlar mısın?. bizim anlattığımızı anlarsın, sen görmedin gibi.. burdaki “tur” öyle bir şeydir ki, Rububiyet görüntüsünü tarafa çeker.. ne gibi?. Musa aleyhisselâm nasıl hani o dağa çıkmıştı ya “TÛR”a Hâlimcan..
“Bana bir gözük!.” “lemterani-göremezsin!.” “etme yok göreceğim!.” “buyur bak bakiyim şu karşıdaki şecereye..”
ağaç sadece secere değil ki ama orda secere aynen Yunus aleyhisselâmdaki “hut”un balık olduğu gibi.. halbuki “semek” balık burda da secere YâSîn Sûresinde de zürriyet diyor gemiye bindirirken yolcular demiyor zürriyet diyor.. tesadüf değil işte burdaki TÛR Dağındaki ateş alan ağaç ne ağacı.. işte bu Rububiyet görüntüsü..
“ena RaBBukum ALLAH” buyuruyor..
İşte böyle bir dağ var bizde nerde “sîne”lerin içinde bir Nun Dağı var bir nun var nun Keban Merkezi gibi merkez var “Kendini bilen RaBBini bilir”de içerde “tin” de kendini bilen, içerdeki “nun”da RaBBini bilecektir..
Bu nerdeymiş hani şu bizim dağ var ya dağın içinden geliyor muş gibi turi siyniyn tur ve sinin burda işte bu sinin bu turi sinin Hasan Dağı değil hâşâ, özelliği var neden?. nedeni biliyoruz ki bu Akabede Turi Sinâ.. Mısır civarında Filistinin arkasında bir yer..
Buraya şeyler gönderiyorlar turlar gönderiyorlar Sina Dağı deniliyor değil mi.. Sineler Dağı bence nasıldı o..


فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’l- vâdi’l- eymeni fî’l- buk’ati’l- mubâraketi mine’ş- şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbu’l- âlemin (âlemîne).: Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağaçtan nida edildi: "Ey Musa! Muhakkak ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ım."”
(Kasas 28/30)

Ne zaman ki bir nida geldi.. “etâhâ” ona geldi Musa aleyhisselâma “nûdiye” bir nidâ geldi, seslendi ya.. vadinin sağ yanından diyelim hadi sağ yemin ama, şâtıı’l- vâdi’l- eymeni bu vadi nere..
Mübârek biryERdeki ağaçtan bir nidâ geliyor ne diyor?. Yâ Musa diye sesleniyor inni enALLAHu RaBBu’l- âlemin ben var ya ben innî, ben var ya ena ben ALLAHım ve RaBBu’l- âleminim.. nerden geliyor bir ağaçtan geliyor ses.. ağaç da ALLAHın nuruydu.. zâten ayrı değildi.. evet işte tur böyle bir tur o turda işte orda bir vâdi var dağın başında onun sağ tarafından böyle bir ses duyuyor öyle bir Turi Sinin o.. “sîne” diye boşuna denmemiş arapça da insanların sinesi, bağrı bağrı.. kalbini taşiyan bağrı evet işte bu Turi Sinin Sina Dağı ilginçtir.. hani o aile efradıyla giderken “siz şurda oturunda ben karşıda bir ışık görüyorum odağa çıkıyım Sine Dağına da, size ordan bir avuç kabes belki ordan bir şey getiririm ısınmak için yakıt için..” yâni enerji.. size bir şey getiririm yâni o ışıkta bir şey var bir haber getiririm bir şey getiririm kurtulmak için bu Turi Sinin nasıl bir dağmış ya da nasıl bir yer miş burası…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim
KaLB KüRRemİZz..


وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
Resim---"Ve hâzâ’l- beledi’-l emîn(emîni).: Ve bu emîn beldeye (Mekke Şehri’ne) (andolsun).”
(Tîn 95/3)

(TÎN sûresi 3. âyet) (Resmi:95/İniş:28/Alfabetik:105)

وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
"Ve hâzâ’l- beledi’l- emîn”


Bu öyle bir beleddir ki emîndir. yâni beledi belde şehir.. öyle bir beldedir ki emîndir.. ben şimdi, beledde, veledde, ledde.. ledde, ledde desem bir sürü fiil çıkar çünkü “ledde”nin başına “ve” getirdin mi “veled” olur. “veled”, çocuk olur. çünkü “ledde”nin görüntüye çıkmasıdır. dâimiyet lütfunun görüntüye çıkmasıdır. Çocuk, daha önce babasının belinde idi, anasıyla oldu da bu oldu ki, dâimiyet lütfudur. bu gün doğan çocuk yarının dedesidir. dâimiyet lütfunun halkalarındandır. Haza’l- beled de öyledir. Beled, “ledd”le zâhi-bâtın Dâimiyyet BİLEliği, Dâimiyet Lütfuyla BİLElik, onu söylüyorum. işte emîn olan yâni, İman Dâimiyeti Lütfunun Bileliği getiren bir yer nere?. Kalbtir.. nedir bu iman, ne ki?. İman, “nun”un MuhaMMedî Hakikatıdır. yâni Nurullahın MuhaMMedî Hakikatıdır. yâni aslında iman ettiğimiz ALLAHu zü’L- CeLÂLdir ama, bizim ham aklımıza uzaktır, naklen yakındır. ama uzaktır.. bizim için ancak “MuhaMMed alayhisselâtı vesselâma iman ederek ALLAHu zü’L- CeLÂLe iman edebiliriz” böyle emredilmiştir. onun için “emîn”de “mim” ve “nun” vardır. emînde bir başka şey daha vardır Nurullah ki ancak, MuhaMMed aleyhisselâmla yaşanır aradaki “ye”yi başka yaşayanlar hayal yaşarlar hayal.. bin yıl yaşasalar hayal yaşarlar.. o ceryan Keban’ın değildir de, bir korsan firmanındır.. santralmıdır, akümüdür pil midir yoksa hiç mi var yoktur bilemem.. ama Nurullah ancak MuhaMMed aleyhisselâmdan ki, Rahmetenli’l- âlemînden geçer.. ikisinin de hâşâ ne ortağı vardır ne de karışanı görüşeni vardır.. ALLAHu zü’L- CeLÂL, ALLAHu zü’L- CeLÂLdir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de O’nun ALLAHu zü’L- CeLÂLin ALLAH olduğu gibi Rasûlullâhıdır eksiksiz fazlasız emîndir ve haza’l- beledel emîn, emîn olan kalbdir kalbdir.. Rahîm ve Rahmândır.. Rahîm olan kimdir?. MuhaMMed aleyhisselâmdır.. Er Raufu’r- Rahîmu’r- Rahmân olan ancak ALLAH celle celâlihudur. Rahmân ismi insanlara isim olarak konamaz ama, koyuyorlar..

İşte imanın içinde vardır bu.. zâten iman demek “mim”e ve “nun”a imandır MuhaMMed aleyhisselâma ve ALLAH celle celâlihunun Nuruna imandır.. MuhaMMed aleyhisselâm, ALLAHın nurudur.. zâten nun, Nurullahtır içerdeki mim, Nu-ru Mimdir ki, bunu demek istiyorum.. haza’l belede’l- emîn, burası emîn ve güvenilir bir beldedir.. Kâbe gibidir, Beden Ülkesinin Kâbesi gibidir, kalb, kalb.. kalbin bu kapısından girip öbür kapısından çıkıp tesbih dizdiğimiz gibi değildir.. yok orada ayrı işler vardır, Kalbin içinde Fuad vardır.. Fuadın içinde Sır vardır.. Sır.. Ahfa.. Akdes.. hepsi iç içe geçer tesbih gibi dizilip yanyana gelmez.. ÖZün ÖZünde “Lübbü’l Lübb” vardır değil mi?. Sır vardır Lübbü’l Lübb vardır.. Hafi ve Ahfaya Lübbü’l Lübb diyor Muhiddin Arabî Hazretleri ki, doğru söylüyor “Lübbü’l Lübb” diye de bir eseri vardır. Lübbü’l Lübb, ÖZün ÖZü neden “lüb”?. “lebbe” fiilinden geldiği için BiLelik Lutfudur da onun için.. orada artık iyice ortaya çıkar ve “Mekke göründü” demeye başlarsın ki, "Ve hâzâ’l- beledi’l- emîn”
böyle bir emîn beldedir..

Evet bu tâbir biliyorsunuz Kur’ÂNı Kerimde çok geçer..
Ne buyuruyordu İbRahîm aleyhisselâmda ALLAHu zü’L- CeLÂL;


وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---"Ve iz cealnâ’l- beyte mesâbeten li’n- nâsi ve emnâ (emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye li’t- tâifîne ve’l- âkifîne ve’r- rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Ve Biz beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm’in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)’a ve İsmâil (a.s)’a: “Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim’i temiz tutsunlar.” diye ahdettik.”
(Bakara 2/125)

İnsanlar için emniyetli iman edilme yeri.. orada İbRahîm makamını muSaLLa yaptık.. Musalla, SaLL edilecek yer yaptık İbRahîm makamını.. Makam ne idi?. kıyam edilecek yer kâim olunan yer, Hayyu’l- Kayyum ALLAH celle celâlihuyu DUYup UYulan YERdi.. ki, Ebu Rahîm Noktasında SaLLa ediliyordu, Sıla Noktasıydı orası.. gideriz orada bir kafes vardır kafesin arkasında namaz kılarsın, muSaLLa edersin.. ben de çok kıldım orada.. amma, SaLL ettin mi SaLL etmedin mi o ayrı iş!. Makam-ı İbRahîmde muSaLLi oldun mu olmadın mı onu bilemeyiz..

“ve ahidnâ ilâ ibrâhîme..”
âhidleştik, anlaşma verdik yâni ila İbRahîme ve İsmâile ne diye âhid verdik?.
“en tahhirâ beytiye”
İbRahîm ve İsmâil’e evimi tâhir kıl.. zürriyet tarafı kıl.. harr tarafı.. bakın Rububiyet Hüviyetine taraf kıl.. yâni Beyti Rububiyet Hüviyetine taraf nasıl kılarsın sen?
Nerde Hüviyet?. Şah damarından yakın AKRABA olan bir Hüviyeti içine nasıl taraf kıl.. Kıbleyi nasıl târif ediyor sana.. târif de, bu anlamdadır târif de taraftan gelir bana göre.. zâten “raf” ın tümü refea yükselmekten gelir, yukarı çıkıştan gelir.. Ârif, mârif hep budur.. yukardan kastımız gökler değildir, tam tersine “ÖZ”üne gidiştir..
İşte bu “Tâhir Beyti, Benim Evimi,KALBini de temizle!” buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL.. Niçin temizleyeeyim?.

“li’t- tâifîne ve’l- âkifîne ve’r- rukkai’s- sucûd”
Bakın “tâif”, şimdi tavaf edenler için.. burada Kâbe anlatılırken Kalb de anlatılmaktar.. İbRahîm ve İsmâil Makamlarında nasıl temizleneceği anlatılmakta.. Kalb İbRahîm.. Beden makamı İsmâil.. “Hicr-i İsmâil” zâten altın oluğun altındadır, tam göbeğindedir Nefsin.. yâni Beden ve Nefse nasıl emrediliyor ki en tâhir beyti burdaki Kalbi doğrudandoğruya târif ediliyor, niçin?.
“li’t- tâifîne” tavaf etsinler.. kim edecek?. İbRahîmler İsmâiller bütün Beden ve azaları.. Ki, bunların ÖZüne-RABBına dönmesi lâzım.. ÖZünün etrafındakiler, elektron gibi düşünülmüşler..
Başka ne yaparlar?. “ve’l- âkifîne” bunların hem içerdeki “fî”nin “kevn”e gelişi, Ayan-ı Sabite oluşu vs.. İ’tikâfa çekilen, oturup düşünenler, fikredenler için..
“ve’r- rukkai’s- sucûd” rukû’ edenler için ve de sucud edenler için secde edenler için.. burdaki dört tane şeyde, başka mânâlara da gelir.. ne demek tavaf, ne demek akif, ne demek rukû’, ne demek sucudi ne demek insan?. ne zaman tavaf eder?. yâni benim; bedenim tavaf ediyor, nefsin fikr ediyor, aklım hıfzediyor, kalbin rukû’ ediyor.. Ve Ayan Kevniyetine “RÜŞD”e eriyor.. ayan kevniyeti kendi kendi ben oluşu ki nefsini BİLişi.. sonra nasıl secde ediyor.. sucud, sucud nedir? “cüd” cömertlik.. CÛD Sahibi oluştur yâni zâhir ve bâtın varlık vücud sahibi oluştur.. Mânâ kalbte Rahmân ve Rahîmiyet kazanmaktır..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsinin Bilen-tanıyan RABBini BİLir” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ II/343 (2532)

Kendini-NEFSini bilen nefsini de bilir.. amma, kendini bilen Bedeninini de bilir, Nefsini de bilir, Kalbini de bilir, Ruhunu da bilir, RaBBini de bilir..
O anlamdadır..


جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"Cealallâhu’l- ka’bete’l- beyte’l- harâme kıyâmen li’n- nâsi ve’ş- şehra’l- harâme ve’l- hedye ve’l- kalâid (kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fî’s- semâvâti ve ma fî’l- ardı ve ennellâhe bikulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, Beyt-i Haram olan Kâbe’yi, Haram ayını, hac kurbanını ve gerdanlıklı (boynuna kurban nişanesi asılı) kurbanlıkları, insanların yaşamlarını ayakta tutmak için yaptı (sebep kıldı). İşte bu, “Allah’ın, göklerde ve yerlerde olanı bildiğini ve Allah’ın herşeyi en iyi bilen olduğunu” bilmeniz içindir.”
(Mâide 5/97)

ALLAH celle celâlihu; Kâbeyi, Beyti’l- Haram olarak, insanların kıyamı için kıldı.. buralar hâlâ bakın Makam-ı MuSaLLada kıyama durun burayı kıyam için yaptı.. ayaklanma için ayağa kalkış için, kıyam duruş için.. bunlara bakmamız gerekiyor.. namazda, kıyamın dışında katiyyen Kur’ÂN okunamaz, Kur’ÂN okumak RaBBu’l- âlemînle doğrudandoğruya konuşmak gibidir ve en tazesidir bu.. ALLAHu zü’L- CeLÂL buyuruyor.. ALLAH Kâbesini BİLElik AYNının KEVNe GELişidir..
Kâbe hakikaten inşâe ALLAH gider veya gitmeyenler gider.. tavaf dönerken Kâbe’yi bir taş yığını olarak görmezsiniz de, bir çekirdeğin etrafındaki elektronlar gibi binlerce insanın nasıl haşyetle döndüğünü görür hayrette kalırsınız.. durmadan gece gündüz bir saniye bir zerre boşalmadan.. hele Ramazanda felân ne döngüdür o.. döner başınız döner yâni yukardan baksanız aaa bir anafor gibi döner.. işte böyle bir çekirdek var içerde, Kâbe gibi bu Beyti’l- Haramdır.. “beyt”, SENliğini yaşadığın BİLElik yuvandır..
Hâlim Kök’ün kimliği var ya, onun BİLE OLduğu yerdir ve dâima orada olur, evidir çünkü.. bir gün gider de bir gün gelir de.. o haram belli bir şeydir MuhaMMedî Rüşde ERişin Hakikatıdır..
Evet başka bir sürü buna benzer âyetler vardır Mekkenin Haram Bölge oluşu, güvenilir emîn oluşundan dolayıdır.. bunları okuduk biliyorsunuz..


أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ
"E ve lem yerav ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bi’l- bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn (yekfurûne).: Onun etrafındaki insanlar (zorla) kapılıp götürülürken (esir alınıp) malları alınırken, onu (Mekke’yi) haram (hürmet edilen, kargaşadan yasaklanan) ve emin bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın ni’metini inkâr mı ediyor?”
(Ankebût 29/67)

Görmediler mi onlar.. “ennâ”, biz var ya biz, şüphesiz biz..
“cealnâ haramen âminen” Kıldık, yaptık.. haramen, haram olarak.. âminen, emniyetli yer olarak haram ve güvenilir bir yer olarak kıldık..

Yâni tüMM âlemde ne var?. Mekke var Kâbe var..
Ademde ne var?. Beden var Tûr-i Sinâ Dağı var, Kalb var..

"Ve hâzâ’l- beledi’l- emîn”
AYNen orada da ve burdada AYNısı var.. Kâbe emîn burda ve KALB emîn bölgedir.. çünkü Rahîm ve Rahmân Kapıları vardır ama, bu kapılar kapanmamıştır, aralıklıdır ki, içeriye bir şeyler girer.. onun için zâten imtihan olur insanlar.. onun için Kalbin Rafinesi-Tasfiyesi-Saflaştırılması gerekir..Onu nefis anlayamaz ve o, okadar ince bir iştir ki, o işin tek ustası vardır o da, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dir..

Daha önce de söylemiştik dört bardak su var her bakımdan pırıl pırıl gözüküyor.. sadece dilinizi dokunursanız anlıyorsunuz tadlarını.. Acı Ekşi Tatlı Tuzlu diyor DİLiniz.. Siz başka hiç bir organınızla anlayamıyorsunuz da,diliniz anlıyor tadından.. İşte onun rafinesi gerekiyor, damıtılması, pistan pastan ARIndırılması gerekiyor onu demek istiyorum.. o ise, o rafine nerde?. “Ra-Fi-Ne” nerde?. O rafine, içinizdeki NURun MuhaMMedî RÜŞDe ERme Merkezi KİM?.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem neden ALLAHın Rasûlu?. TEK-Bir tane.. yok başka SaLL Yolu yok..

ALLAH ve Rasûlune Teslim Olun!
ALLAH ve Rasûlune İman EDin!
ALLAH ve Rasûlune Tâbi OLun!
ALLAH ve Rasûlune İtâat EDin!.

SiLM Akıl Sahibi MuhaMMedî Mü’min için başka bir yol yok!.
Bo YOLu tercih etmeyen ötekiler için istediği yol var!. 360 derecelik KuLLuk DÂİREsininTEK-BİRi KIBLe.. 359 yön ve yol var kıblesizler için.. demek istiyorum.. ya da MuhaMMedî Kıbleyi beğenmeyenler için..

Evet bir zevk attı oraya Nuriye..
“Vahdette Zeytin” zevkimizi.. “Kesrette Nâr”.. Kendi nar tanemi.. nar da aynı şey gibidir benim için incir gibidir.. Nur Kafın Nu-ru Mimi, Nur-u Cimdeki nur tanem.. “KaF” ->KÛN feyeKÛNdaki Kaf’ın “NûN”u, Nur-u Kaf ki, zâten bundan doğan Nu-ru Mimdir.. “Nur-u Cim”de Nu-ru MiM’in can ve cisim giyişidir.. yâni cisim giyen CÂNın adıdır ve maddeleşme budur zâten..
İşte bu da nur tanemdir ALLAHunurussemâvattır.. Bu ÂLEM ALLAH celle celâlihu NÛRudur.. Kâinât küçük âlemi kâinât dediğin ne ki canım?.. Âlem-i Kübrâ, en Büyük Âlem var ya, “ÂDEM”dir, akıldır.. Karagülüm, mor sümbülüm.. tende nurumuz bir tane.. tende nurumuz birdir Keban’dandır.. RaBB bir tanedir celle celâlihu iki tane değildir.. senin şah damarından yakın, benim şah damarından yakın AKRABA.. Seninki senin, benimki benim değil.. âletler bizim amma, elektrik kimin?. Elbette Yaratanın, Keban’ın.. bunlar basit miSaLLar gibi gözükür ama aklın diyecek bir lafı kalmaz, kalamaz ki.. onu demek istiyorum..

Çünkü biz anlamamız lâzım.. anlamazsak o zaman iş iyice karışır.. onun için daha işin başındayken biz “Lâ İlâhe İLLâ ALLAH” derken, herkesin RaBBı var deriz.. işi karıştırırız.. onun için diyorum evet bu Emîn Belde ALLAH celle celâlihuya şükür herkeste vardır, hepimizde vardır.. SÎNe-SiNÂ DAĞImız vardır bizim..
Şiirlerde felân da çok çok geçer..
"Ve hâzâ’l- beledi’l- emîn”
Şu emîn beldi var ya.. evet buraya kadar ne güzel geldik değil mi yâni geldik “EMÎN BELDE’ye” buyuruyor ALLAHu zü’L- CeLÂL..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---"Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).: Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte-kıvamda) yarattık.”
(Tîn 95/4)

"Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvim” kesinlikle kad muhakkak ki şeddeli “te” ile en doğrusunu söyleyim mi ya da en güzeli şudur ki “lekad halaknel insane” biz insanı halk ettik “fî ahseni takviym” ne içinde yâni nasıl bir hal içinde yaratmışız.. ahseni takviym.. ahsen.. kim en güzel, en iyi, en doğru, en hayır güzelliklerin tümünü saysan “hüsn” köküdür, “hasene” köküdür.. hüseyin güzelcik demektir, hasan güzelliğe sahib olan demektir, hüsniye öyledir, hüsni öyledir, ihsan da bundan gelendir, ahsen bundan gelir.. yâni bir sürü güzellikler doğar ama, bir şey vardır ki içerde “sin” vardır dışarda “ha” vardır “sin” hakikatıdır, güzelilkleridir.. çünkü ALLAH celle celâlihu, akla esmâyı yüklemiş hep hüsnü de yüklemiştir.. hâşâ hile yapmamıştır, ya da tuzak kurmamıştır.. dışarda öyledir O, ne buyuruyor bakın; “ahseni takviym” en iyi kıvamda olan demektir.. en en güzel biçimde, en güzel kıvamda.. kavm nedir?.. MuhaMMedî yaşayışın vücuda gelişinde birliktelik olduğu zaman bu güç ve kudret olduğu zaman bu kavimdir.. yâni aynı düşüncede aynı inançta insanlar topluluğudur onlar kavim oluşmuştur.. kargalar beraber uçuyorlarsa anla ki o kıvamdadır.. onlar leş yerler, şunu yaparlar bunu yaparlar, leylekler işte göçerler möçerler, onlar kurbağa ararlar, bir şey ararlar.. kavim, kıvamda oluşlarındandır.. avcılar, av yerinde ne bileyim ben herkes kendi meşrebine uygun yerlere gider.. kıvamından dolayı bunlar kendi başlarına küçük kavimlerdir, milletler de öyledir çeşitli sebeblerle bir araya gelmiş ve birlikte olanlardır kıvamları, akışkanlıkları halleri yapıları buna uygundur en güzel şekildedir. Firavun da, şah damarından yakın olan RaBBına akacak şekilde Musa aleyhisselâm da verilmiştir.. ama, bir yer vardır ki usturanın ağzı gibi hepiniz cehenneme uğrarsınız âyeti var ya işte oraya geldi mi can hulkuma çıktı mı diyor bizden başka kimse kalmaz karşısında hiç işte bunlar hep kıvam sınırlarıdır

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---''Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.”
(Meryem 19/71)

ahseni takvim.. en güzel kıvamda yarattık, insanın muhteşem bir kıvamı vardır, harikadır, Halifetullah.. ALLAHın halifesi olmaya.. olmaya değil öyle halk edilmiştir.. Birisi dese ki hâşâ “Firavun öyle yapmamış!” küfreder.. el Adl esmâsını yok eder.. ALLAHu zü’L-CeLÂLi adaletsizlikle suçlar.. öyle değidir. Firavun, o günkü firavundur.. Benim bu günkü Firavundan ne haber Musa aleyhisselâm o günkü Musa aleyhisselâm senin bu günkü Musa aleyhisselâmauyuştaan yâni nefsini terbiye eden bir musevî oldu mu Musa aleyhisselâm okulundan geçtin mi, şehrini gördün mü, o hali yaşadın mı ve ne gariptir ki peygamber aleyhisselâmlar daha baştan geçmiştir hepsi.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Eyub aleyhisselâm kendisindendir zâten, bütün bunlar Eyub aleyhisselâm O’nun nurundan almıştır demek istiyorum.. ama pazara çıktığı zaman Eyubîdir.. ne buyuruyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, son zaman “yedi kuyudan yedi kırba su getirin dökün başıma” ateşli humma gördün mü Eyubî Sabırı işte buralar hep var.. evet başka bir sürü var yâni hepsini kıvam olarak yaşıyor ve yaşamak içinde bize de bırakıyor.. takvim kıvam üzere oluştur.. takvimde kıvamda ne vardır akışkanlıkta kıvamda mekan ve zaman gelişimi vardır, su gibidir doğdu beşiğini SaLLıyor annesi salı götürüyorlar dede gitti kıvamdır bu.. akışkanlık çünkü, burdaki KÛN feyeKÛN oluşlar vardır zaman içinde, kıvamda olmasa zâten akamaz donar kalır taşlar gibi bir kevniyet gösteremez, her an oluşa diri olarak iştirak edemez bizim gibi.. taşlar da hep duruyorlar.. hep durmuyorlar onlar tiyatroda öyle malzemelerdir kullanılmaktadır tıpkı hayvanların hayvan olarak kullanıldığı gibi ağaçların ağaç olarak kullanıldığı gibi bunlar çok ilginçtir yağmur ormanlarında binlerce papağan harika konserler verir hiç dinleyeni yoktur ama bir sebebi vardır bütün bu insan aklının kendine göre yargılamasının bir sebebidir böyle kıvam üzere yaratıldıktan sonra ne olduğudur..

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Resim---"Summe radednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).: Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).”
(Tîn 95/5)

sümme, sonra.. ve bununla beraber hemen demiyor, mütakiben demiyor ya sümme sonra redednahü reddettik, bu onu insanı esfele safiliyne esfele safiline indirdik.. buyur kardeşim dedik.. ne olacak? hani yukarıda “elestü bi RaBBikum?” byurduk sizde “kâlû belâ!” vardı.. evet Halifetullahlık yüklenmişti.. sana akıl verilmişti, esmâ yüklenmişti bi taneydin..
Evet nasil ahseni kıvamdın, güzel şimdi Hizbullahtın Halifetullahtın şimdi evet şimdi nereye geldik “elestü bi RaBBikum?”değil de “elestü billahi” ya da “ilâhi” diyeyim ben… ya da şöyle söyleyeyim “Sizin ilâhınız kim?” sorusu hayatta.. RaBB değil ilâh, neden El İlâh?. daha büyüktür RaBBtan.. Uluhiyyet çünkü büyük mutlak imkanlar vardır orada hiç bir imkan yok değil şey yok orada.. orada bir söz veriyorsun.. burada ise her türlü imkanı kendi lehine kullanma imkanı var.. isterse Firavun gibi Rablığını ilan ediyor yâni fuzuli yere insan öldürtüyor..
Çok ilah.. iki ilah .. yok ilah hepsi küfürdür.. Rabbulâleminlik iseTEKliktir..

İnsanın aslıastarı olan AKLı iseİKİLİK üzeredrir.. çünkü akıl, ikiliktir, zıt iki uçluluk üzeredir, kendi mıknatıs gibidir ufalasan daher parçası mıknatıs gibidir, kurtaramazsın.. ayna gibidir, kırdıkça yine aynadır her parçası. ancak sırrını silmen lâzım “illa” diyecek biri lâzım o ise, nakildir e ne diyor “illâ” dedi tek diyecek ya Vâhidu’l- Kahhar ALLAH diyor.. işte bu kadar nerden geldik esfeli safilin nereydi safilin “tin” di kesret sahasıydı çok şey vardı orada bir tane şeytan tonlarca şeyun vardı şeyun vardı, çok şeyler vardı iki tane değil o kadar çok şey vardı ki geldik geldik ondan olmaz bundan olmaz akıl her şeyi eledi eledi kendine gelince ne olacak, benden “Rab” olur dedi ikiliğe düştü.. halbuki onu yaratan vardı o bakımdan ikiliğe düştü “sümme redednahü esfele safiliyne” öyle bir yere geldik ki sefillerin sefilini oynuyoruz sefillerin sefili yâni mutfakla tuvaletin arasına bir boru gibi yerleştirilmiş insanı düşünün dünyanın en muazzam makinası pislik üreten bir makina düşün bir de aynı kişiyi ALLAHu zü’L- CeLÂLin halifesi kabul et.. âyet bu nerden oluyor burda oluyor evet kim emîn olur.. kendi içindeki Lütfullaha sahib çıkan yok yok içimdeki Akraba RaBB olduğundan.. ALLAHu zü’L- CeLÂL hâşâ öyle buyuruyor ama ben kendim yapıyorum bu işi dediği anda ne olur?. sefil olur.. işte ona bir de sahib çıkarsa “safilin” oldu mu gitti yâni onun verdiği güç ve kudreti imkanları her türlü şeyi Nurullaha kendisine verilen bu lütufların tümünü kendi özünden alıp dışarıya vurdu mu, sahib çıkarak senliğinde sahib çıkarak, senliğinde sinliğinde insanlığında yâni o zaman “es safilin” olur yâni şeydir ki bir yerde farzı mahal içki içiyorlar orası esfeldir sen ne zaman safilin olursun bir ufak da sen içersen safilin olursun onu demek istiyorum geldik mi bu çöplüğe?. Geldik.. başka çare de yok.. daldık mı?. Daldık.. olduk “safilin” nasıl kurtulacağız?.
“sümme redednahü esfele safiliyne” şunun onunu reddettik redden kasıt nedir? zâhir ve bâtın dâimiyet rüşdüne soktuk.. buyur bakalım dedik Hâlim can dışarda.. Zâhir Hâlim bebeği içerde de, Bâtın Hâlim bebeği var hadi bakalım görelim seni dedik ne zamana kadar diyorsun “yakîn” gelinceye kadar yakin ne ise ölümmüş.. ölüm gelinceye kadar mış.. yakin ölüm gelirken mi yakin olacakmışız yâni ölüm gelmeden nefsimiz ve RaBBimizi bilebiliriz yakin gelebilir yâni meselâ diye söylüyorum


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!: “Mutü kable en temutü: ÖLmeden önce ÖLünüz!” buyurmuştur.
( Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Bu da var evet düzel o zaman ancak herkesi oraya sevkettik de indirdik..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ
Resim---"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin).: Ancak iman edib salih ameller işliyenler başka; onlar için kesilib tükenmez bir mükâfat vardır.”
(Tîn 95/6)

O iman edenler hariç.. kime ?. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme ve ALLAHu zü’L- CeLÂLe iman edenler hariç.. ve amillus salihati, amelleri islah olmuş olanlar, salih olmuş olanlar.. salih nedir?. el HaKk lütfuna sahip oluştur, hakkı duyup hayrı işlemek anlamındadır.. amelleri Lütfullahı MuhaMMedî Lutfullahı, ayan-ı sabitede kullanmak hakk ve hayr amelidir.. zâten salih amelden kastımız budur.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem e ALLAHu zü’L- CeLÂLe inanan insanın işleri böyle.. içerdeki imanını yâni ruhî ve kalbî imanını nefsî ve bedenî olarak amele çevirdiği zaman onlar hariç..
"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti”
onlara ne var peki?.
“fe lehum ecrun gayru memnun”
Feluhum, onlar için vardır ki; ecrun, cerr-çekiş vardır.. nereye?. ahseni takvime, esfeli sefilinden çöplükten çöle, bedenden RaBBu’l- âlemîne kadar, eşyadan Zât’a kadar..

yâni iyi o zaman gayru memnun, memnun olmamak mümkün değil, minnetsiz.. işte burdaki memnun Menne fiili var Mennan var.. memnunun içinde Mennan var.. Mennan nedir Hâlim Can?. “mim nun nun nun”dur hani “mim mim mim nun”du ya MuhaMMed aleyhisselâmdaki Dâimiyet Hakikatı üç mimin içerisine sarıldıydı ya, mennan o zaman “nun nun nun” dışarda da “nun”..
“ALLAHunurussemâvati ve’l- ard”
şimdi benim elimdeki bardak ALLAHın Nuru mu?. İşte bu, burda MuhaMMedî Buzun içindedir.. “MuhaMMedî mim buzu”nun içindedir.. Nurullah.. memnun, mennanda bu vardır, minnetsizdir.. bunu hiç bir yaratık hiç bir şeyin içine konmamıştır.. ALLAH celle celâlihu, herkesin kaderince kadarınca bu kapıyı açmıştır ve “gayru memnun”dur minnetsizdir..
"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti. fe lehum ecrun gayru memnun”
minnetsiz olarak bir “cerr” vardır.. ücret vardır.. ücret deyince herkes döviz zannediyor para zannediyor değil mi?. biz ne diyoruz “cerr” vardır, çekiş çekiş elektronun atomu çekişi gibi.. demin dediğiniz gibi yer çekimi ne demekmiş?. Yer kürresi karpuz gibi altı üstü her tarafı aynı neyi çekiyor muş, içerde bir şey mi varmış.. yâni “cerr”dir bu.. sonsuz atomların çekirdeklerini çekiyor.. sistem bütün kâinât, kendi içinde çekişlerde.. Ayın çekişi var, Dünyanın çekişi var, Güneşin çekişi var.. ve de ayrıca birbirini çekimleri var.. bu nasıl “cerr”miş böyle!. işte böyle bir cerr.. nedir cerr?. zâhir ve bâtın Rububiyet Sırlarının cem’i değil midir.. Rububiyet nedir?. RaBB nedir.. “BİLE”lik zâhir ve bâtın bileliğinin rüşde çıkışı değil midir.. çıkaranı değil midir..

işte bütün bunlar, hep böyle birbirinin içine girmişlerdir.. işte bunlar hariç ALLAHu zü’L- CeLÂL ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem e iman etmişler.. iman içinde sulh üzere amel etmişler.. onlar için gerçekten hiç kimseye minneti olmayan el Mennan celle celâleluhunun onlara bir ücreti vardır.. ya da onları KENDİne çekişi vardır..


El Mennan:
Resim


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---“Yâ eyyetuhân nefsu'l- mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---“İrciî ilâ RABBiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!”
(Fecr 89/30)

Nefsi mutmainne kimdir?.
"İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti.” Yapandır.. “felehum ircii ile RaBBuke.. hadi RaBBine dön..”
nasıl döneyim?. radiyeten merdiyeten.. ecirr ki kullarının içine cennetine giriş.. işte burdaki bu.. uydurup yakıştırmıyorum.. ben öyle zevk ediyorum.. öyle zevk ediyorum çünkü, Kur’ÂNın kendisi öyledir.. Kur’ÂN-ı Kerime benim gibi Kur’ÂN hastaları için Kur’ÂN Âşıkları için.. Kur’ÂN-ı Kerim tiryakileri için.. Kur’ÂN-ı Kerim hizmetçileri için.. ALLAHu zü’L- CeLÂLin izniyle Kur’ÂN-ı Kerimin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yüreğinde Kur’ÂN-ı Kerim hizmetçileri için.. Kur’ÂN-ı Kerim içinden çıkılmak istenmeyen bir cennet bahçesidir.. onun bunun kitabı ve söylediği vız gelir tırıs gider böyle olunca..


فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
Resim---"Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn(dîni).: Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?”
(Tîn 95/7)

Femâ nedir ki.. var mı.. bir şey yok değil mi?. varmı söyle “yükezzibuke” sana yalanlatacak “ba'du” bundan sonra, şu olanlardan sonra.. “bid dîn” dini yalanlatacak ne var söyle bakayım!. hadi söyle, kim seni kirletecek!. nedir kezzab?. BİLElik SAHİBinin kevne çıkışıdır ki, bunu göremeyiştir kizb.. yalandır bu yalandır.. Şu önündeki elma, “ALLAHu zü’L- CeLÂLin Nuru değil” demek kizbdir.. bu kimin peki..
Ham sofu “ALLAH yoktan var etti” diyor.. ALLAHu zü’L- CeLÂLi yoktan var eder mi?. ALLAH varken bir de yokluk mu var?. ALLAHu zü’L- CeLÂL Nurundan var ettiğini buyuruyor kendisi..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---
“Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nuru'dur. O'nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübârek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidayet eder (ulaştırır). Ve Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.” (Nur 24/35)

Câhil adam diyor ki: “yok yoktan yarattı” diyor.. “kendi nurunu yokluktan aldı” diyor.. yâni akıl fikir yok, Kur’ÂN yok Kur’ÂN..

فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ
Resim---" Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn (dîni).: (Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?”
(Tîn 95/7)

أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
Resim---" E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn (hâkimîne).: Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?”
(Tîn 95/8)

Şimdi sana kim yalan atabilir artık, böyle geldiysen..

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ
Resim---"Vet tîni vez zeytuni.: İncire ve zeytine andolsun.”

âyetinden buraya kadar indiysen.. din ne idi?. ÖZdeki Nurullahın Yaşayış Dâimiyetiydi.. sendeki de öyle mi?. Öyleyse, Eleste gir nasılı gör.. Mahşerden çık, Nurun Dâimiyeti ne imiş görürsün.. başka çârende yok!. AALLAHu zü’L- CeLÂLin göklerini delip çıkamazsın âyette var Rahmân Sûresinde;

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Resim---"Yâ ma'şera’l- cinni ve’l- insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâri’s- semâvâti ve’l- ardı fenfuzû, lâ tenfuzûne illâ bi sultân (sultânin).: Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşamazsınız.”
(Rahmân 55/33)

Ham Akla gidecek yer yok.. ey ins ve cin ALLAHın kuturlarını delip geçemezsiniz.. nasiyelerinizden tutmuştur.. kimse ALLAHın elinden kurtulamaz.. hangi resim ressamın elinden kurtulmuş.. niye kurtulacakmış, dert nerde.. işte bu din..
daha başka şeyler var söylenecek şeyler var ama Münir Derman kaddesallahu sırrahu Hocamın dediği gibi..
Evet benim halam vardı ismi Medine Halamız babamın büyükleri bende tabi bilirim, çok iyi bilirim.. benim halalarım çok şey insanlarda böyle Osmanlı türü insanlardı.. yapıları öyle idi.. bu halamın kocası Tambıl Ali diye bir adam böyle iki metreya yakın kaba saba bir adamdı.. iyiydi ama kaba şey bir insandı.. gürültücü bir insandı.. Hasan Amcama gelmiş Medine Halam: “Ali bana şöyle yapıyor böyle yapıyor, iyi yapmıyor?” diye şikâyetlenirken Ali Emmi de çıkmış gelmiş.. Hasam Amcamla Ali Emmi beraber oturup tütün sarıyorlar ya.. o zaman ben bunu çok iyi hatırlıyorum çocukluğumuzda, ahır sekisinde, öyle yemyeşil tütünleri sarıp dumanı nasıl çekip bıraktıklarını şaşarak seyrederdim, küçüktüm yâni.. Ali Emmi: “Ne arıyorsun sen burda?” deyince, Hasan Amcam da demiş ki: “Ben de onu söylüyordum Ali.. Ali’ye itiraz etme!” diye..
Medine Halam demiş ki: “sus ağızım sus söyleme!” yâni öyle şeyler var ki Münir Hocamın da dediği gibi söyleme.. burda din, tin, tun, sin, dil.. bu beş şey.. söylenecek çok şey var amma..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ
"E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn(hâkimîne).: ALLAH, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?” (Tîn 95/8)

ALLAH hakimlerin hakimi değil mi, hükmedenlerin hükmedeni değil mi.. Nedir “hüküm”, MuhaMMedî Kevne geliş hakikatıdır, hüküm olandır. OLmuş, OLacak ki, OLANdır..
Şu ÂNdaki hüküm Hükmullahtır.. Hükm-ü HAKktır..

El Hakemu:
Resim

El Hakîmu:
Resim

El Hakemu, El Hakîmu esmâlarımız vardır.. el Hâkim ALLAH celle celâlihu dedinmi, hükme sahib olan. El Hakîm ALLAH celle celâlihu, hükme sahib aynı zamanda uygulayan demektir. Burdan “hikmet”te gelir hakeme de burdan gelir, o da bir hüküm.. Zâhir Hikmet, Bâtın Hüküm demektir. Hikmet Sahibi insanlar, Bâtın Hüküm sahibi insanlardır bakın hüküm sahibi olunca böyle eli her şeye uzanan gösteri yapan insan anlaşılmaz, kendi işine bakar ve halkın keyfince işler yapmaz.
İşte burada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz biz bu âyetin sonunda: “Neam evet enâ şâhidun: Evet ben de ona şâhidlerindenim!” buyuruyor ve ÜMMetine “siz de böyle deyin!” buyuruyor. “evet ben de ona şâhidlerdenim”..
Buraya gelince “ALLAHım sen noksan sıfatlardan uzaksın!” de. Yâni “SubhÂnALLAHi vebihamdike.: ALLAH celle celâlihu SubhÂNdır hamd ile söylüyorum”
Çünkü hükümün sahibi ALLAHtır ortağı yoktur Hakimler Hakimidir her bakımdan.. ALLAH celle celâlihu yerleri gökleri ve arasındaki bütün varlığı bâtıl olarak yaratmamıştır, hakk olarak yaratmıştır bâtıl diyenler bu kâfirlerin zannıdır, düşüdür..

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
"Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulû’-l elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahibleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (dâima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen SubhÂN'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân3/191)
Onlar o kimseler ki;

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi’l- kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ yehdî’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: İslâm’a (teslime) davet olunurken, Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.” (Saff 61/7)

Resim

Azîz Kardeşlerim,
ALLAHu zü’L- CeLÂL, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize sonsuz sınırsız ilmi kadar salât ve selâm eylesin ve BİZe de güzellikler versin inşâe ALLAHu’r- Rahmân ALLAHın izni ve inâyetiyle olsun!.

Evet tekrar “TîN”e girebiliriz ama, bu gün şöyle bir Kesret ve Vahdet yapalım. Kesret dışındaki vahdet benim.. Çok dışarda tek ben gözüküyorum ama.. ben incir gibi bir tekim.. girip içeriye bakıyorum ki.. neticede ÖZün ÖZüne doğru gidiyorum.. Bu hep böyledir, dâima böyledir.. Kişi kemâlat buldukça kendi ÖZüne doğru yürüyecektir.. Dıştaki olayları bilmeyen kişi sanır ki, dev dalgalar gelirken Ak Denizin içinde görür.. Dev dalgalar sahile kadar gelir sanır.. Dalgalar olduğu yerdeki SUda halbuki.. Sahile gelen SUlar kırk elli metre ilerinin Suyudur.. Hep uzaklardan geliyor sanırsın.. Garip bir şeydir amma o rüzgarın etkisiyle öyle bir ondöle yapar ki üç metre dört metre havalara kalkar, türbülans yapar, kendi içine kapanır, köpürür havalara sıçrar ve: “Dev bir dalga geliyor!” dersin.. Halbuki gelişi elli metre yüz metre.. Hareket eden SU, olduğu yerdedir.. Siz üç metre aşağı inseniz çıt çıkmaz..
Hayatta böyledir, dışardaki dalgalar içinde kalmışsanız Nuh Tufanınız kopar.. İçeriye daldıysanız, Yunusun Balığının karnındaysanız istirahat edersiniz.. Eğer Yûnus iseniz..
Yunus Balığı ve Yûnus aleyhisselâm..
Dikkat edelim ki hepimizin AKLı, YÛNUSî Makamda bu Hayat Denizinde NAKiL BALığının karnını BİLİp BULup-OLup-YAŞAmalıyız..

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Ve inne yûnuse le mine’l- murselîn (murselîne).: Ve muhakkak ki Yunus (A.S), gerçekten gönderilmiş (resûl)lerdendir.” (Sâffât 37/139)

إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
“İz ebeka ilel fulki’l- meşhûn (meşhûni).: O (Yunus A.S) dolu bir gemiye (gemi ile) kaçmıştı.” (Sâffât 37/140)

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ
“Fe sâheme fe kâne mine’l- mudhadîn (mudhadîne).: Böylece kur’a çekti. Sonunda kaybedenlerden oldu.” (Sâffât 37/141)

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ
“Feltekamehul hûtu ve huve mulîm (mulîmun).: Onu (Yunus A.S’ı) hemen bir balık yuttu. O, levmedilen biriydi (kendi kendini kınıyordu).” (Sâffât 37/142)

فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ
“Fe lev lâ ennehu kâne mine’l- musebbihîn (musebbihîne).: Eğer o gerçekten tesbih edenlerden olmasaydı.” (Sâffât 37/143)

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn (yub’asûne).: Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.” (Sâffât 37/144)

İşte Yunusî iseniz, sizi de Yunus Balığı korumaya alıp selâmet Sahiline çırılçıplak çıkarıp bırakır..
Teknik Tasavvuf, MuhaMMedî Melâmetin Kur’ÂN-ı Kerim güzellikleridir..
Evet Barbaros buyur canım, ne zaman geldin bilmiyorum ama ne dersin?.

Barbaros: Ne diyeyim Hocam bir resimde bu gün bir timsah yavrusu şeyden çıkıyor yumurtasından çıkıyor altına birisi yazmış diyor ki bu diyor çıkar çıkmaz dişlerini biledi yâni hemen ava hazır.. yâni kamera öyle bir yakın çekmiş ki onu.. yâni hemen ısırmayı öğreniyor dercesine. Ben de aldım dedim ki sen dedim çıkınca annenin göğsüne sarılmadın mı yâni süt içmedin mi?. o da açıkmış ne yapsın yâni.. oradan şeye girdik Alak’aya girdik işte aşılanmış yumurta hususuna girdik.. oradan akla girdik anlattık.. böyle giderken hüsne girdik, işte efendin ahlâka girdik.. oradan felân filen onları açıkladık.. o dediklerimden bir tanesini siz söylediniz o hüsnâ ya bakarken, orada bir “a” var oradan sonra “se ne” var bir “sina” hususu var “sin” var onları da söylediniz Hocam..
Yine paralel bağlıyız hamd olsun TEKlikle ÇOKluk hususunu, bir tohum alıyorsunuz bakıyorsunuz tohuma, tohuma baktığınız zaman biraz sonra bu çiçek oluyor, fakat orada bir tomurcuk oluyor, gonca oluyor.. daha doğrusu bir TEKlik gibi, bir zeytin gibi.. bir gonca daha sonra açılıyor, ortasından göbeğinden yüzlerce yaprak çıkıyor yaprakların arasından göbeğinden binlerce tekrar açıyor üzerine kameraynan daha da fazla yaklaştığında o göbeğinin içindeki o taç kısmının, şeyin göbeğinin ÖZünün ortasındaki kısımların içerisinde de her bir küçük yaprağın minik yaprağın kendi içinde tekrar açılıp başkabir şey çıkardığını o halde görmek.. her şeyi bir TEKliğin içerisinden sürekli ÇOKluğa doğru açıpdurmada.. fakat bir ÂNda insan baktığı zaman bunlara, bunların her birini TEK TEK TEK olduğunu da görebilmekte ne ÇOK diyebilmekte ÇOK dediğine TEK demekte TEK dediğine ÇOK demekte böyle ikisi birbirinin içerisine girmiş bir şekilde.. iki şekilde de tahayyül edilebilir bir halde baktığınız açıdan değişik değişik görünen öyle bir güzellik kâinâtta, zâhir âlemde.. biz burda baktığımız zaman girdikçe girdikçe içeri TEKleşmekte çok böyle bir boşluk var.. siz böyle konuşurken bunlar benim aklımdan geçmekte idi Hocam yarın inşâe ALLAH İstanbul’a ineceğiz o tarafta oturan kardeşlerle görüşürüz inşâe ALLAH!.

Kulihvani: İnşâe ALLAH ALLAH!. Hayırlı yolculuklar versin nasib olsun görüşürsün inşâe ALLAH!. Ebruyla felân görüşürsün.. biz de görüşmüştük Ebruyla görüşebilirsiniz bir başka kim var Engin var onunla görüşememiştik, görüşülür.. bakarsın atlar gelirsiniz görüşürsünüz Alper var orada oğlum görüşülebilir inşâe ALLAH..

Evet sekiz köşe Kâbe gibi kendisi TEK gölgesiyle çift.. Üçlü de var.. Dört de.. Altı yüzü, sekiz köşesi, on iki ayrıtı vardı KÂBEmizin.. Sekiz köşe gibi sanki.. bu da bana o.. Yokluk, Beden Âlemedir.. Çokluk, Nefis Âlemidir.. İkilik, Kalb Âlemîne kadar gider.. TEKLİK, Ruh Âlemidir..
Hâlimce oldu amma, tam oldu..
Yokluk Çokluk İkilik ve Teklik.. Lâ, YOK yok.. İlâhe, ÇOK ilâh.. İllâ İKİ de değil.. ALLAHu zü’L- CeLÂL; TEKe TEK-BİR >EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH celle celâlihu..

Resim ->EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH.:

..Vahdet-i UHuD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i MevCÛD => Vahdet-i VüCÛD<= KaHHÂRRiyyet => Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD ->Vahdet-i ŞüHÛD->->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i UHuD..

(LÂ diyen HerŞey/kes)..-> İLÂhe -> İLLâ => ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH -> İLLÂ -> İLÂhe-> ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan Vâhidu'l- Kahhâr ALLAH)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır."
(Mü’min 40/16)

Resim “LÂ Huve ->İLLâ HUu! ->O’ndan bAŞKa O YOKtur”un >ASLı!.:


هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Huvallâhullezî LÂ İLÂHE İLLÂ HUVE, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’NDAN BAŞKA İLÂH YOKtur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).”
(Haşr 59/23)

MâSİVÂ denen Küllî Şey ALLAH celle celâlihu NÛRu ve O’nundur..
İşte o zaman MuRaDuLLaH her ne ise, EMRuLLAH SüNNetuLLAH üzere Şe’ÂNuLLAHta hasıl olmuştur..
Bizi ilgilendiren bu husus değildir, bizi işlerimiz, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar ilgilendirir.. ondan sonra İMAMa TESLİM OLuruz, rotayı bilen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem nereye götüreceğini bilmektedir, görevlidir çünkü..
Bizim işimiz o kadardır.. Başka meraklılar varsa, onlar gök yüzündeki taşlanan şeytanlar gibidir.. Hani Kur'ÂN-ı Kerîmde var ya âyetlerde, şeytanlar yukarılara çıkmak isterler de Allah onları taşla yıldız yağmurlarıyla taşlar diye..


وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِّلشَّيَاطِينِ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ
Resim---"Ve lekad zeyyennâ’s- semâe’-d dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen li’ş- şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbe’s- saîr (saîri).: Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, şeytanlar için (atılacak) taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.”
(Mülk 67/5)

Çünkü bu ifrattır, yasaktır, yazıktır, hayaldir ve çok son-UÇu acıdır..

Elbette tıpkı bu günümüz gibi Kur'ÂN-ı Kerîmde vâ’dettiği CeNNetlerini de İslam İnancında kavi-takvâ ehli kullarına yaşatacaktır İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi TÎN Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Şöyle bir aşağıdan yukarı çıksak..
"E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn”
Hükmedenlerin hükmedeni Zâhir ve Bâtın Hükmedici bizim için, insan için ALLAH celle celâlihu değil mi?. Amennâ ve sadeknâ..
ALLAHu zü’L- CeLÂL ne yapmış hükmüyle?.

Ve’t- tîni ve’z- zeytuni
Ve tûri sînîn
Ve hâzâ’l- beledi’-l emîn
Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvim
Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn..

Sakın sakın dini yalanlamaya kalkışma!. Nedir din?. Din; doğumla ölümün, mutfakla tuvaletin, mide ile kalbin, inkar ile ikrarın, gübre ile gülün, şununla bunun arasındaki BAĞdır AKIL BAĞIdır..
Neden öyle söylüyorsun Hocam?. Çünkü, bu bağın bir ucunda GÜL gibi gözüken iman edip salih amel işleyenler ki “Elleziyne âmenu ve amilu’s- salihati felehum ecrun gayru memnun”
El Mennan Gülünün sahibleri vardır doğum gibi, herkes kahkaha atar ve harikadır.. amma, öbür ucuna ne reddilmiştir?. “Sümme redednahü esfele safiliyne”..

Onun için diyorum mutfak-tuvalet diyorum vs. diye.. gül-gübre felân diye.. MuhaMMedî Melâmette her şey açıktır ve anlaşılması gerekir.. “tuu kaka” yoktur.. Bilgisizlik ve câhilliktir bunlar.. “tuu kaka” vardır da, Gaflette vardır, Cehâlette vardır, Dalalette ve Hiyânette vardır.. Müslüman olmakta, Mü’min olmakta, Evliyaullah ve Ehlullah olmakta yoktur.. Ellerimize alıp büyük bir zevk ve iştahla yediğimiz sebzelerin altındaki gübreyi görmemek sefilsizliktir.. “sümme redednahü esfele safiliyne” sefillerin sefiliğinden çıkıp gelmektedir bu güller, gübreliklerden bu da bir köşedir.. Kâbe kuracaktı ya “lekad halakne’l- insane fiy ahseni takviym: yemîn olsun ki andolsun ki biz insanı en güzel kıvamda yarattık.” Mükemmel bir kıvamı vardır.. Hizbuşşeytandan Hizbullaha çıkacak şekilde yaratmışız.. Şeytanın Halifesi değil, şeytanın bile reddettiği insanken ALLAHu zü’L- CeLÂLin Halifesi olur..
Ne diyor şeytan Kur'ÂN-ı Kerîmde;

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
"Ke meseli’ş- şeytâni iz kâle li’l- insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbe’l- âlemin (âlemîne).: (Münafıkların size vaadleri), şeytanın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).” demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” dedi.”(Haşr 59/16)

Bu İmtihan Âleminde kim ikiliğe düşürdüyse varlık içinde, isterse kendi aklı olsun, o bile bir ALLAH Nurudur, mesele KULun tercihidir bu Sanal Âlemde..
Akıl ve Nefis bu kadar ince bir imtihana tabi tutulmuştur..
"Lekad halaknâl insâne fî ahseni takvim.”
Mükemmel bir kıvamda yaratmışızdır biz insanı bu da bir köşedir.. sekiz köşenin birisidir.. Onun için diyorum burada Yokluk, Çokluk, İkilik ve TEKlik.. TAM TEKLİK.. En altta "E leysallâhu bi ahkemi’l- hâkimîn”de yerine oturuvermiştir detaylar.. Hep Dörtlü Sistemde ve "Ve hâzâ’l- beledi’-l emîn” İşte bu şu gördüğünüz Belede’l- Emîn, Emîn Belde.. bu Kalb başka.. Tûr-i SÎNin.. Sine Dağı, başka Tûr-i SÎNin.. Bir şey var biliyorsnuz; Sadr, Nefsin yeridir.. Beden beldedir.. Sadr, Nefsin yeridir. Kalb, Kalbdir. Ruh, Fuad ki Ruhun yeridir.. Lüb, Sırrın yeridir. Lübbü’l- Lüb, Hâfinin yeridir. Hafi, Habli’l- Verîd yeridirki, Nefs-i Kâmile, Safiye vs.. sonuç AKdess.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve seleleme ait bölüm AKDES bölümüdür.. Kudsîyet de oradan gelir.. ÖZün ÖZündeki RaBBu’l- Âlemîn ZâtuLLaHtır ki, kendi kendinedir.. İzâhı mümkün değildir.. yakîndir.. Zâten “orada” demek küfürdür..

Sadr, Sine Dağının başka şeyleri var, nefisle ilgisi var onu demek istiyorum.. Tur-i Sînin.. Sadr, Sine Dağı gibidir.. Kalble Nefsin ilişkisi vardır..
Bedenin Terbiyesi, Nefsiz Tezkiyesi şarttır.. Demin onun için dedim.. İçeriye sızma ihtimali vardır Kalbte.. Onun için Tasfiye-Rafineye ihtiyaç vardır.. Ama Ruhta yoktur.. Ruhta Tecliye vardır, cilalamak vardır. Çünkü Ruh, Emir Âlemîndendir.. Sanki bir ampül gibidir; dıştan sinekp isler, toz is gelir ampül ışık vermez olur ama içinde NÛR var.. Sen de cilalarsın, sildin mi geçer.. Çünkü içe işleyemez.. Ruh, cilalanabilir tecliye edilebilir ki, sen kirletmişsindir, sigara dumanı gibi..
Kalb öyle değildir.. Kalb, bir kazan suya bir şeker atarsın, onun adı artık Şekerli Sudur ve dilini değmedikçe anlayamazsın.. Oysa aynı sudur renksiz.. Acı atın aynı, Ekşi atın aynı, Tuz atın aynıdır.. Tasfiye rafinesi etmediğiniz sürece kurtaramazsınız..
İşte bu kiri, pisi-pası rafine yeri Kalbdir..
Kalb, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem e ait bölümdür.. Onun için diyorum “ben şeytanımı müslüman ettim” sözünü söyleyen kişi; Halis Muhlis Sıddık ve Adil gerekir ki, dosdoğru ola!.

Yâ RaBBimiz bizi, şeytanımızı müslüman etmekle de Rasûlullahsallallahu aleyhi vesellemle bizi BİZ BİR-İZ eyle!.
Amennâ ve sadaknâ!.
Peki kendi başına kim AYNAsının arkasını silmiş bu güne kadar?!. Ki, ne diyorum:
Akıl, ayna gibidir bin parçaya bölün, bin parça ayna elde edersiniz ve kırmakla aynalıktan kurtulamazsınız. Bir metrekare aynada koca bir Barbaros görürsün. Dörde böl, dördünde de seni görürsün ama biraz daha küçük.. Bine böl, bininde de görürsün ve bundan arkadakiSIRRı Silip CAM etmeden kurtulmazsın..
Kurtulmanın tek çâresi, aynanın arkasına geçme HÜRRiyeti olan, bu etkisi ve bu yetkisi olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dir.. O siler orayı.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Rafinecidir.. “ra fi ne” içindeki nurun rüşde çıkarıcısıdır, rusulî çıkarıcıdır.. selâh hadi gidesin artık demektir, sen aynalıktan geçtin, cam oldun ki, kâinâtı gösterirsin artık.. Ayna iken kendinden başkasını göremezdin ve kendin kendine AKLıyın; Gaflet-Cehâlet-Dalalet-İhâner Perdesiydin..
Bu muazzam bir şeydir.. Gece karanlığında tüm evlerin camları aynalık yapar, bütün evler böyledir.. Ne zaman ki Nur-u Mim Güneşi doğarsa,karanlığı koğarsa, gece gündüz olursa bir tek cam kalmaz ki aynalık yapabilsin.. Tümünde de dışarı gözükür, dışardan içeri gözükmez.. Böyle bir âlemidir bu âlem.. Bu da bir köşeydi..
Deminki en son köşemizde “Ve’t- tîni ve’z- zeytuni”
“ÇOKluk ve TEKlik”e yemîn olsun.. Kesret ve Vahdete yemîn olsun.. Lâ İlâhe ÇOKluğuna, illALLAH TEKliğine yemîn olsun!. ÇOKluk nereye gitti? “Ve’t- tîni” ne gitti.. ve TEKlik teklik nereye gitti?. “ve’z- zeytuni”ne gitti, TEKliğe gitti..
Kesrette Vahdet ve Vahdette Kesret ZEVkimizdir bunlarBİZimm..
Burada tüm mesele; bu Kesret ve Vahdet Sûresinde, Tîn Sûresinde zâhir ve bâtın sekiz tane bildiğim kadarıyla.. evet “min”, “emîn”de “min” vardır.. NûRuLLAHtan Nûr-u MuhaMMed..
Bunlar tesadüf değildir hep Kur’ÂN-ı Kerimizin güzelliklerindendir, biz zevk ediyoruz ve böyle hoşumuza gidiyor..
Yâni bu fiiller vardır “menne” fiili meselâ “Mennan, minnet” başka..
İşte en sonda vardı herhalde “din” de böyledir..

Tüm bunlar daha ilerdediğimiz sürece Kur’ÂN-ı Kerimde inşâe ALLAH göreeceğiz ki bütün birbirini tamamlarlar, hep Tevhid etrafında dönerler.. Merkezinde dâima TEVHİD vardır.. “e lestü bi RaBBukum” vardır.. bunlar esas insan için.. Çünkü yaratık “abd” dır yâni “ayn-be-de” dâimiyet BİLEliğinin Ayan-ı Sabiteye yükleninene “abd” denir..
RaBBu’l- âlemin, bu Ayan-ı Sabitedeki Zâhir ve Bâtın BİLEliği Rüşde çıkaran ve terbiye edendir..
Her zerreye her atoma ne yapacağıını öğretendir. Kâinâtın; her yerinde, her zaman ve her halinde ve her anında KÛN feyeKÛNla..

Ben onun için diyorum ki, trilyon sene önce yaratılan atomlar trilyon sene sonra da dönmeye devam edecekler ve hiç birisine bir saniye durma imkanı yoktur.. Bunun bu günkü teorilerle felân, enerjilerle şununla bununla ilgisi yokturve batı Maddeye KULdur..
Bu gün için böyledir hani bir zaman “dünya yuvarlak mı düz mü?” deniliyordu ya.. Şimdiki formüllerde bir gün öyle olacaktır ve bir gün insanlık “KÛN feyeKÛN”un ne olduğunu anlayacaktır.. şe’ÂN-ın ne olduğunu, şu ÂN neler olduğunu anlayacaktır..
Ama bu bile yetmeyecektir.. yâni İlmuLLaH karşısında o kadar bilgiler âciz kalacaktır..
Ama bunun ortaya çıkışında bizim hepimizin kendi çağımızın kendi zamanımızın Hakka ve HAYRa köprüleri olma mecburiyetimiz vardır..
Yoksa yanlış yaparız.. İslam Âlemi yanlış yapar, kör topar, yalnız kalır, ezilir kalır..
İslam Dini ortadadır.. Onu kim kaldırırsa onundur.. Emîn din olmaz.. ham akılca Din Bilgisi en çok İbliste vardır.. yâni şu anda İblis dediğimiz kandırıcılıkta vardır, İKİLİK ŞEY-tÂN-lığında vardır ve gözükür..İblis, edebsiz olduğu için işe yaramaz!. Edebli olduğu zaman Müslüman olur ve işe yarar, zarar vermez fayda verir insanlara..

Evet bizim diyebileceklerimiz ALLAHın izniyle bu kadar.. Bir soru sormak isteyen varsa cevaplayalım. Gelecek hafta da inşeâ ALLAH salı da belki de şey yaparız Kureyş yaparız.. Çünkü iniş sırasına göre yirmi dokuzuncu sûre Kureyş Sûresi..

DÜNYAmızda, DİNimizde ve ÂHİRetimizde HAK ve HAYR Duâlarımla..

Es SeLÂMu aleykumm..


Resim

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Resim Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ Resim ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Resim Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.

MÂNÂSI: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et! Ve Âdem (aleyhisselâm)’a ve Nûh (aleyhisselâm)’a ve İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Musa (aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de! ALLAHU Tealânın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”


Ve’l- HaMduliLLÂhiRaBBu’l-ÂleMîNN !.

ALLAH celle celâlihu, geçen zamanlarımızı bilerek bilmeyerek her ne ise, bizim geçenlerimizi korusun!. Biz, tevbe istiğfar ediyoruz bunu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin tevbe istiğfarında, İÇİnde BİZ BİR-İZ kılsın!. Gelecek zaman için DUÂ ediyoruz ama ne diyeceğimizi bilemiyoruz, en iyisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin DUÂ ları içinde BİZ BİR-İZ kılsın!. YAŞArken, KULLuk Tercihlerimizi kullanırken, Razı olacağımız İŞleri de, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin RIZÂsı içerisinde kılsın!. Ve bizim son nefeslerimizde şâhidimiz Şehâdetimizin şâhidi, şüphesiz ALLAHu zü’L- CeLâL dir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem dir ve BİZ BİR-İZ KILsın!.
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön