Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »



Bismillâhirrahmânirrahim

إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
Resim---İze’s- semâun fetaret: Gök, çatlayıp yarıldığı zaman,” (İnfitâr 82/1)

“İn” eğer ise vs. gibi bir harfi cerdir. Arapçada “in” geldi mi “in illâ” dedi mi “eğer bu olursa” bir şart eki dir.. İnşâe ALLAH diyoruz ALLAH izin verirse.. ALLAH niye izin vermesin kardeşim ALLAH hakkı ve hayrı emretmiştir, bâtılı ve şerri yasaklamıştır.. Sen ne diyorsun İnşâe ALLAH demekle yâni ALLAH izin veriyor zâten sen verme desen de.. “ALLAH izin verirse adamı öldüreceğim” dediğin anda, ALLAH “bir insÂNı öldüren bütün insÂNı öldürmüş” buyurur kardeşim..:

مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
Resim---Min ecli zâlik (zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fî’l- ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa (cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahye’n- nâse cemîa (cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bi’l- beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fî’l- ardı le musrifûn (musrifûne).: Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.” (Mâide 5/32)

Yâni şerre izin demek değildir İnşâe ALLAH.. İnşâe ALLAH, Şe’Ne iştirak edersem demektir.. “Şu andaki Şe’ÂNuLLAHa iştirak edersem” demektir bu çok önemlidir.. bu çok önemlidir işte bunu anladığı anda ne kibir kalır ne haset kalır ne fesat kalır ne pis kalır ne pas kalır.. “ALLAH” diyen AbduLLAH oluverir.. o öyle bir MuhaMMedîdir muhteşemlik ve ihtişamdır ki öyle bir Huluku’l- Azim ki, azamet ve muazzamlıktır ki öyle bir mükerremlikdir ki, insÂN bu kerem üzere yaratılmıştır bu ikrâm üzere yaratılmıştır..

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fî’l- berri ve’l- bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).: Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

Bu öyle bir mukaddestir ki, doğrudan doğruya kudsî makama sokar, akdese sokar yâni yâni can cereyânını bağlayıverir İnşâe ALLAH.. ben yüreğimdeki Şe’ÂNı, fiilen yaratış sıfatını, yâni kendi özüne senin özüne yerleştirilendir RaBB.. ALLAHta olan değildir hâşâ.. sendekinin adıdır o.. senin öbürucuyun adıdır, oluş adıdır, oluş oluş oluş..
Mikroskopta göremiyorlar Ahmedi, babasının beline gittiğinde göremiyorlar mikroskopta.. O oluşun adıdır Rububiyet Sıfatı.. Onun için İnşâe ALLAH sen orayla burayı bir bağlasan, bağlasam ben.. yâni ben Şe’ÂN NÛrunu ordan bir alsam ben: Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard.. Allah, göklerin ve yerin nuru’dur..
O zaman var ya, ekmek gibi yerim, su gibi içerim.. “Oh be kurtuldum şu Firavunluktan, İblisten” derim..

Onun için de inşirah demek demin okuduk fiilen şerh ediş.. inşikak ikiye yarılma.. inşikak çatlama.. infitâr açılma ..insÂN nura sahiblik, nura senlik nura sinlik.. eğer bunu kaldırabilirsen o zaman isyan kalkar isyan kalkar insÂNoğlu için insÂNlık başlar..
Kur’ÂN tâbirleri muazzamdır şu anda Arabistan da konuşan adamın infitâr la inşirahla bir işi yok.. kelimelerin çoğu Arapçada Kur'ÂN-ı Kerîm anlamında kullanılmaz.. yâni kendi işlerine uygun olanı kullanırlar bunları kullansalar da bu anlamda değildir.. evet infitâr nerden aklımıza düştüyse düştü bir zamanlar böyle..

Bismillâhirrahmânirrahim


إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
Resim---İze’s- semâun fetaret: Gök, çatlayıp yarıldığı zaman,” (İnfitâr 82/1)

İz, ..dığında. izâ, izin olduğunda ve bu sahiblik, bu işin oluşu ortaya çıktığında.. yâni fiilen zuhura geldiğinde.. es semâi, semâlar gökyüzü olsun.. ben de esmâlar dedim ne var.. aynı kelime yâni infetera çatladığında fatara olduğunda.. yâni insÂNın içindeki Rububiyet tarafı akıl tarafı yâni açıldığında, esmâ açılımı gibi açıldığında, yâni esmâlar esmâları katkattır.. Beden bir esmâdır, nefis de bir esmâdır, kalb de bir esmâ tabakasıdır, ruh da öyledir.. sır, hafi, ahva, akdes de öyledir.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de bir tabakadır.. Rasûl bir tabakadır ALLAHa karşı tabakadan kastım böyledir bu.. ne yapacaktık, ne gerek var 114 elemente, hepsi hidrojen mi olsun diyecektik.. yok öyle değildir.. işte bu ne diye böyle uğraştırıyorsun bizi 18 sene çocuk büyüteceğiz diye bir okus pokus yapsaydık ya.. yok öyle bir hayat yok..
İze’s- semâun fetaret
Gökler yarıldığında, semâ yarıldığında.. gök, iç âlemi esmâ âlemi, bâtın âlemi.. çünkü eşyâ zâhirdir, esmâ bâtındır.. sıfat, sıfattır âhirdir ama “zât” derler öyle diyelim hadi.. yâni öyle diyelim ama olan ise ortada “Rasûlullah”tır.. Rasûl ve ALLAH arasında işler olmaktadır orda olmaktadır işler.. bunu anlamak şu anda biraz zor ama anlarız bir gün.. evet gökler parçalandığında açıldığında çatlayıp yarıldığında;

وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انتَثَرَتْ
Resim---Ve ize’l- kevâkibunteseret.: Yıldızlar, dağılıp yayıldığı zaman,” (İnfitâr 82/2)

Bu kevâkibler, kesere olduklarında.. kesere, tesbihin ipinin kopmasıdır o koptu mu toplayabilirsen topla.. işte hocam eğer tesbihler demirden olsaydı ben de yürek mıknatısımı tutuverirdim, bunların arkasından “gelin çocuklar!” derdim.. “fırrııııııt!”. deyip uçuverirlerdi oğlum-kızım.. bilmiyorum amma bu kevkebleri kevâibleri.. “Kevâib nedir?” diyorsun.. tüm bakın bütün tefsirlere hepsinde efendim yıldızlar döküldüğünde, gezegenler yapıldığında ay güneş indiğinde..

Ve ize’l- kevâkibunteseret
Yıldızların düzeni bozulup tesbih gibi kırıldığında, efendim gökden bir düzüne maytap atıldığında, ya da KÂBE’nin setri kaldırıldığında.. “Beyt-uLLAH”ın, beyt buzu eridiğinde.. “Beyt” Buzu eridiğinde “ALLAH” kalır değil mi canım.. Onun için;

لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ
Resim---Li îlâfi kureyş (kureyşin).: (Hiç değilse kendilerini) Kureyş'i “bir araya getirip anlaştırdığı-ülfet ettirdiği,” (Kureyş 106/1)

إِيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاء وَالصَّيْفِ
Resim---Îlâfihim rıhlete’ş- şitâi ve’s- sayf (sayfi).: Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için,” (Kureyş 106/2)

فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ
Resim---Fel ya’budû rabbe hâze’l- beyt (beyti).: Artık bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kul olsunlar.” (Kureyş 106/3)

الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ
Resim---Ellezî at’amehum min cûın ve âmenehum min havf (havfin).: O ki, onları açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.” (Kureyş 106/4)

Şu Beytin RaBBine.. Kâbe’nin RaBBine diye tefsirler edilmiştir..
ALLAH celle celâlihu “Kâbe’nin RaBBine” buyurmuyor, “şu beytin RaBBine” buyuruyor.. şu, haze’l- beyt ..hiçdeğilse doğru ANLAmak için “haze’l- beyt” dediğinde, elini kafana bir vur beyti gör!. Orada Kâbe, ALLAHın Beyti yerinde duruyor.. haze’l- beyti bir vurkafaya bakayım bir.. kim miş beyt Beytullahın sendeki adı, “Beytu’r- RaBB” kimmiş?.
Ben bu KALB KÂBEmin setrini nasıl kaldıracağım, şu Beden Çöplüğümü, Nefis Çölümü nasıl geçeceğim ALLAH aşkına!.

Resim---Ve ize’l- kevâkibunteseret
Olacak Kur’ÂNı okumak için bir tek şart vardır tektir ve abdestli olacaksın.. gusüllü-guslletmiş olacaksın.. gusl gusül.. abdest lafı benim en anlamsız bulduğum kelimelerdendir çünkü Farsçadır, “su almak”tır.. oturtamazsın Çince konuşuyor gibi olur..
Ama, cenâb dediğin zaman, Cenâbı ALLAH.. Cenâbet dediğin zaman Şeytanın cenâbetliğini anlarsın..
Şeytanın cenâbetliği ile ALLAHın Cenâblığının, nasıl AYNı şeyin İKİ yüzü olduğunu görürsün.. Gusl dediğin zaman senin varlığınının maddeten ilk başında-çiftleşmelerinde, anne ile babayın yaptığı güsl ile, senin öldüğünde kafana dökülen vücûduna dökülen gasıl gusülü var ya, hâni son yıkanış aynı şeydir!.

işte Kur’ÂN guslü gerektiyor.. gusül nedir?. Sall Galibiyetidir.. SALLın galibiyetidir.. Sana dünyadaki bütün insÂNlar diyorlar ki: “bu parmak Tarığın değil keseceğiz!”.. Tarık da diyor ki: “Yüz milyar insÂNda olsa bu parmak benim.. benim SALLım bu.. bu akıl bende olduğu sûrece benim parmağım benim değil diye kesemezsiniz!.”
Ve o kadar emin ki, o kadar Mü’min ki, o kadar doğru ki, o kadar gusl içinde ki.. gasl içindeki ÖLü gibi asla dönmez!.
Kur’ÂN okumanın tek şartı budur, SALL galibiyetidir, gâniliğidir..
Benliği senliği bırakıp “Nefsini ANLAyan RaBBiniANLAr!”
Nefsine ve RABBına ÂRİF olan ne olur?. BİZ olur.. kim olur BİZ?. Abd ile RaBBı olur.. NAHNu.. Abd ve RABB..Nere gitti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem?. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir tarafa gitmedi ben gittim RaBBım gitti kalan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem NÛRunda “BİZ BİR-İZ”liktir.. ortada Nur-u Mim kaldı yâni onun için zor işler..

وَإِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ
Resim---Ve ize’l- bihâru fucciret.: Denizler, fışkırtılıp taşırıldığı zaman,” (İnfitâr 82/3)

Evet ve bihar, bahr deniz.. bihar denizler.. ne olmuşlar fucciret olmuşlar ne demek bu fucci, fırkışmak kaynamak.. kahve taşar gibi felân denizler böyle kabarıp taştığında.. evet akılsız bir akıl için bir fırtına gibi anlatılan bu şey, bende sende bizde nasıl oluyor bir damladan yaratılan damlanın işleri.. bihar nedir?. “harra bileliği” nedir?. Harra succeden nedir?. Hep söylüyor Münir Hoca.. İşte burada “Kur’ÂNda bir âyet vardır farz-ı ayındır okunursa derhal secdeye kapanman farzdır” diyor..

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
Resim---İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne).: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.” (Secde 32/15)

Bir adım atamazsın buyuruyor.. yâni olduğun yerde secde yapmak zorundasın “harrû succeden” dir.. çünkü “bihâru”, bi-hâru “harra” ne ki “bi” yi anladım “BİLE”likte, Harra Bileliği ne dir?. Haramda burdan gelir MuhaMMedî Harra demektir.. MuhaRremde burdan gelir.. Harra ne ki insÂNın şah damarından yakın olan RaBBısıyla Rububiyet işlemlerine iştirak hakikatına, MuhaMMedî Hakikatına Sahiblik Bileliğidir.. Bi harra.. ve “fucciret” ne olduğunu çocuk bile bilir.. “fecr”dir bildiğimiz fecrdir.. o da böyledir ışığın fışkırıp taşmasıdır.. ampul fucciret olduğunda, feciret değilde fucciret olduğunda ne olur?. bilen bilir ki Uluhiyetten gelir.. “Hicret” olsaydı Rasûliyetten gelirdi.. “Hecret” olsaydı “ben”den gelirdi..
Ben zevk ediyorum.. ben meâl vermiyorum.. benim meal verecek bir hâlim yok.. çünkü ben bir Kur’ÂN profesörü değilim piyasyla da zerre kadar âlâkam yok.. bilmem o işleri ben.. benim bildiğim şey başka şey.. onlar yanlış, sapık şu bu vs. gibi karışmak hâşâ hâşâ yok öyle şey!.o yol bize kapalıdır o kapılar..
Çünkü biz Halis Muhlis Sıddık ve Adil Muhammedîyiz çok şükür!.
Bizim ALLAH’a şükür hiçbir bir emelimizi koymamıştır, ne övülmek ne sövülmek hiç umurumuzda olmaz ALLAHın izni ve inayetiyle!.
Bütün kâinât bir tarafa gelse boşa gelir!. Biz gasl edilmişiz gasl!. Biz doğarken ölmüş ve yıkanmışız çok şükürler olsun!. Çünkü MuhaMMedîyiz!. İşte “Ve ize’l- bihâru fucciret”
O bir damla ferce kalkıverdi mi var ya!.
Ferc: Ud yeri. Dişi tenâsül âleti.
Bir damla kâinâtı fucire yapar…

Aziz kardeşlerim!
Bu “harra” ve “cerre” fiillerini çok basitçe görüyoruz!.
Aslında bizim şu yaptığımız sohbet bir Kur’ÂN sohbeti değil zevk etmekteyiz kendi maSALLımızı..
Bunlar düzgün bir şekilde yazılmalı çizilmeli, belli sistemler içine oturtulmalı.. Ama biz burda avuç insÂNız birbirimize karşı gönül muhaBBetimiz var, MuhaMMedî MuhaBBetimiz var, zevk ediyoruz!.
Zevk ediyoruz.. daha çekip gidersek arkada nefesimiz kalmazsa sesimiz kalsın diye!.
“Bu böyle olmuş!.” diyor hep..
Onun için diyor Münir Derman kaddesallahu sırrahu: “Ben, bir kişi için yaşadım ve yazdım tek bir kişiiçin!.”
Niye bir kişi?. Çünkü bir kişi yeter, yokluktan ve çokluktan tek kişinin tekliği bin kere evlâdır!. Yeter ki, okuşsunlar.. “Kur’ân-ı Kerimle, o Kur’ân-ı Kerimi okumuş, Kur’ân-ı Kerim onu okumuş!” demiyorum. “SEVsin-SEVilsin- Okusun-Okunsun-Okuşsunlar! BİZ BİR_İZ Olsunlar!”
İşte Hasbî Hizmet buna olur, ona öyle olursa ona denir “Ahmed cÂN” diye.. yoksa çık BUrsaya elli tana Ahmed var dışarda.. öyle konulmuş “Ahmed” ismi.. Hırsız Ahmed var, İpsiz Ahmed var, şu Ahmed var, bu Ahmed var İşinden dolayı sıfatlanmaktalar hepsi de..
İyi de bir de, Ahmed Çakır var kardeşim!. Dur bakalım Çakır mı nedir gözü?. Bunu ben değil, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem görecek!.
İşte burada;
MuhaMMedî Gayyret
MuhaMMedî Merhamet
MuhaMMedî Muhabbet
MuhaMMedî Hakikat
İmtihanından geçer Ahmed Çakır cÂNımız..

Bunlar olurken nasıl olur?. İşte böyle olur.. İçi patlar çatlar damlası denize döner, harrını cerr eder.. “Ve ize’l- bihâru fucciret” İçerdeki harareti Keban Bağlantısı ampulden fecreder. yer gök “ALLAH celle celâlihu!.” Keser.. Böyle hadisler vardır onlar geçerken evler ağaçlar dağlar taşlar secde eder onlara diye.. “onlar yemin etseler ki yarın ALLAH güneşi bu taraftan doğuracak vALLAHi ALLAH onları yalancı çıkarmaz “hadisleri vardır ki;
Aziz Hocam MuhaMMed Sıddık Hekim kaddesallahu sırrahu “Fırka-yı Nâciyye”sinde uzun uzadıya zikretmiştir:

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: رب اشعث ذى طمرين تنبوعنه أعين الناس لواقسم على الله عز وجل لأبرى
Hadis meali: Allahü Zülcelâl'in öyle kulları vardır ki; bu kimseler o kimseler ki; üzerlerine aba gibi basit bir şeyi bürünmüş, doğru dürüst bir elbiseleri bile yoktur. Kendi hallerinde toz toprak içinde kalender bir halde olabilirler. İnsanların onları görmeyede hiç hevesleri yoktur. Ve hiçte ilgilenmezler. Belki de icabında eğlenirlerde. Ama bunlar öyle şahsiyetlerdir ki, eğer yemin etselerde “yarın güneş şuradan doğacak” deseler Allahü Zülcelâl yeminlerini berât ettirir. Yâni, diledikleri mutlaka yapılır ve reddedilmez. Yemin etseler Allahü Zülcelâl yeminlerinden beri eder ve yerine getirir... İşte mübarekler böylesine geçerli ve kıymetlidirler. Seyhü't Tüsterî'ye gelmişler de bir gün; “Efendim, bu mezalimlikler tahammül edilemez hale geldi, Allah aşkına bu Basra'da elbette Allahü Zülcelâl'in velileri vardır. Bize bir malumat verde, yalvaralımda bu zalimlikler bir son bulsun, çok cefâlar çekiyoruz.” diyorlar da; mübarek Tüsterî şöyle buyuruyor: “Vallahi şu Basra'da öyle kimseler biliyorum ki, yarın güneş şuradan doğacak deseler Allahü Zülcelâl iki etmez de güneş dediği yerden doğar. Fakat Allahü Zülcelâl'in hükmü ve kararı karşısında elleri bağlı teslim olmuşlardır. Böyle şeylere girişmezler. Allahü Zülcelâl'in işine karışmaya, karıştırmaya girmezler.” diyor. Şeyhü't Tüsterî fevkalâde bir şahsiyet olup belki kendisi de o kimselerden birisi idi...

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: خيار امتى فى كل قرن حمسمأة والابدال اربعون فلا الخمسمأة ينقصون ولاالاربون كلمامات رجل ابدل الله عز وجل من الخمسمأة مكانه وادخل من الاربعين مكانهم قالوا يارسول الله دلنا على اعمالهم قال يعفون عمن ظلمهم ويحسنون الى من اساء اليهم ويتواسون فيما اتاهم الله عز وجل

Hadis meali: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her batında (asır, kuşak) ümmetimin hayırlıları 500 lerdir. 7 si ebdâllerdır. Ne 500 ler ne de 7 ler noksanlaşmazlar. Ebdâllerden 1 kişi öldü mü, 40 lar dan birisi kendi makamından Onun makamına geçer.” Sahabe-i kiram: “Ya Rasulullah, onların âmelleri nelerdir bize yol göster” dediler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kendilerine kötülük yapanlara daima iyilik yaparlar. Ve Allah'ın kendilerine verdiği ni'metler hususunda ise genişlik içindedirler ve dağıtırlar.”

عن عبد الله ابن عباس رضى الله عنهما: قال ر سول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: ما خلت الارض من بعد نوح من سبعة يدفح الله بهم البلاء عن اهل الارض
)رواه امام احمد(

Hadis meali: Abdullah ibn-i Abbas (ra)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Yeryüzü Nuh'dan sonra 7 kişiden hali (boş) kalmadı. Allah onlar ile (onların sayesinde) ehl-i arzdan beliyyeleri def eder.”
Ravisi, İmam-ı Ahmed.

عن ابن عمر رضى الله عنهما قال: قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم; خيار امتى فى كل قرن خمس مأة والابدال اربعون فلا الخمسمأة ينقصون ولاالاربعون كلمامات رجل ابدل الله من الخمسمأة مكانه وادخل من الاربعين مكانه فقالوا يا رسول الله دلنا على اعمالهم قال يعفون عمن ظلمهم ويجسنون الى من اساء اليهم ويتواسون فيما اتاهم الله
)رواه ابو نعيم وابن عساكر وعبدالله ابن هارون(

Hadis meali: İbn-i Ömer'den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her batın (nesil, soy, kuşak, asır) da ümmetimin hayırlıları 500 kişidir. Ebdallar 40 kişidir. 500 kişide, bu 40 kişi de noksanlaşmış olamaz. Her ne zaman ki bu 40 kişiden 1 tanesi vefat ederse 500 lerden birisi yerine geçer.” Dediler ki: “Ya Rasulullah onların âmelleri hakkında yol göster.” Buyurdu ki: “Kendilerine zülm edenleri umumen genellikle affederler. Kendilerine kötülük yapanlara ve zarar verenlere de karşılık vermezler, iyilik yaparlar. Allahü Zülcelâl'in verdiğinden de halka vasiyet ederler ve nasihat ederler.”
Ravisi Ebu Naim, İbn-i Esâkirve Abdullah ibn-i Harun'dur.

عن ابى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: ان ابدال امتى لم يدخلوا الجنة باالاعمال ولكن انما دخلوها برحمة الله وسخاوة الانفس وسلامة الصدور والرحمة لجميع المسلمين
(رواه ابيهقى والدرانى)

Hadis meali: Ebu Said el Hudri (ra)'den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Ümmetimin ebdâli cennete âmeli ile girmez. Velâkin muhakkak olan şey şu ki; Cennete, Allah'ın rahmeti, nefislerinin sehaveti (cömertliği), sadrlarının selametliği ve cemi'i'l Müslimine rahmetleri (rahmet nazarıyla bakmaları) sebebiyle girerler...” Ravisi Beyhakî ve Ed Daramî.

عن ابى هريرة رضى الله عته قال: قال رسول الله صلى الله تعال عليه وسلم؛ لن تحلوالارض من ثلاثين مثل ابراهيم خليل الرحمن بهم ثغاثون وبهم ترزقون وبهم
تمطرون (رواه ابن حبان)

Hadis meali: Ebu Hureyre (ra)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Yeryüzü 30 kimseden asla hali (boş) kalmaz ki, Onlar adetâ İbrahim Halilurrahman misilli ve onun huyunda Halilî durumundadırlar. Taleb ettiklerimizin kabuliyeti esasen onların sayesindedir. Ve rızkınız da bunların yoluyla gelmektedir. Yağmurunuzda yine bunların yoluyladır.” Hatta; “Ya Rasulullah, Allahü Zülcelâl El Rezzak'tır, bunlar mı bize rızık verecek?” dediklerinde “hayır, hayır... Yağmurunuz onların sayesinde yaparda rızkınızı elde etmiş olursunuz. İhtiyacınızı temin etmiş olursunuz.” buyurdu. Ravisi İbn-i Hibban'dır.

عن ابن الدرداء رض الله عنه قال; قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: ان الانبياء كانوا اوتادالارض فلما انقطعت النبوة ابدل الله مكانهم قوماً من هذه الامة يقال لهم الابدال لم يفضلوا الناس بكثرة صوم ولاصلاة ولاتسبيح ولكن بحسن الخلق وبصدق الورع وحسن النية وسلامة قلوبهم لجميع المسلمين والنصيحة لله
تعال (رواه الترمذى)

Hadis meali: Ebu'd Derda (ra)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: Şüphesiz benden evvel nebiler vardı ve yeryüzünün evtadları idiler. Vakta ki nübüvvet inkita'ya uğradı ve benden sonra Allah, nebilerin yerine şu ümmetimden bir kavmi tebdil etti (onlara bedel yaptı) Nebilerin yerine aynı kıymet ve değeri verdi. Onlara EBDÂL denir. İnsanların en faziletlisi değillerdir, herkesten fazlada oruç tutmazlar, sürekli namaz kılıp teşbihte çekmezler. Velâkin; Müslümanların cümlesi için selametü'l kalb sahibleri olup kimseye karşı kin vs. leh yoktur. Husn-ü hulûk (güzel ahlâk) sahibidirler. Ahlâkları güzeldir. Bu ise mizanda en ağır gelen şeydir. Sıdk-ü verâ' sahibleri olup sadıktırlar. Ve haram şöyle dursun şüphelilerden bile sakınırlar. Böyle olunca da duaları geçerlidir ve hüsnü niyetlidirler, kimseye karşı nahoş halde değillerdir. Ve nasihatları ise sadece Allahü Teâlâ'nın rızası içindir. Başka bir şeyler düşünmezler.
Ravisi Tirmizî'dir.

عن الخسن رحمه الله قال: ان رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم قال: ان بدلاء امتى لم يدخل الجنة بكثرة صلاتهم ولا صيامهم ولكن دخلوها سلامة الصدور وسخاوة انفسهم والرحمة لجميع المسلمين
(رواه الترمذى والبيهقى وابن ابى الدنيا) توادر الاصول

Hadis meali: Hasan-ı Basri (ra)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Kesinlikle büdelâ (ebdallar) ümmetimdir. Onlar namazlarının ve oruçlarının çokluğu ile cennete girmezler. Velâkin selâmetül sadr (sinelerinin selimliği) sehavetü'l nüfûs (nefislerinin cömertliği) cemii'l müslim için rahmetleri (merhametli oluşları) sebebiyle cennete girerler.”
Ravisi; Tirmizî, Beyhakî'dir. İbn ebudünya nevâdiru’l-Usul..

Kimler bu mübârek zâtlar?. “Ve ize’l- bihâru fucciret” olanlardır.. nedir bihâr.. ne olacak bir damla su!. Barbaros’un aslı astarı bir damla bile değil.. onu da “sen atmadın ben attım!.” buyuruyor ki fiilin Fâili mutlak anlamda El FÂİL olan ALLAH celle celâlihu..
“Ve ize’l- bihâru fucciret”
Böyle bir insÂN, temelinde, teşkilinde teşekkül eden, yaratıldığı bir damla suyun fucreti, akıl âlemi, anlayış âlemi, manevî âlem, iç âlem dediğimiz o..
Hâni esmâ anlayışımızı.. aklın fetara, tarra oluşumuz.. içindeki tarralık Rububiyet tarafı mı dersin, tayfı mı dersin, tavafı mı dersin ne dersen de!.
O döndürüyor bütün atomu matomu.. Şunu bunu etrafında tavaf ettiren kim?. Merkezindeki bizim Kâbe nere gitti?.

İşte onun için buyuruyor ALLAH celle celâlihu:
İze’s- semâun fetaret.. Ve ize’l- kevâkibunteseret.. Ve ize’l- bihâru fucciret..

Ve ize’l- kevâkibunteseret ..
Onun Kâbesi ne olurmuş?. “sen”liğinde serre olurmuş.. serre, tarra, cerre, harra değil “serre” olurmuş..
Bu bizim bu sohbetlerimiz çok yanlış anlaşılır belki de yanlış anlaşılamaz.. daha doğrusu, amma gerçekten bir zaman çalışmaya başlamıştım böyle çıkarıyorduk fiilleri.. bunlar yerine oturduğu zaman çözülmeyecek bir şey kalmaz çünkü..
İşte O’nun Esmâları, Rububiyet tarafı, tavafı, tayfına geçerse..
Esmâ ne idi?. Eşyânın anası babası idi.. yâni Akıl Âlemi idi, Nefis Âlemi idi.. İşte bu vatandaş fatara olursa, özünden dönmeye başlarsa onu kim durduracak bunu ALLAH aşkına!.
Hangi teknik yaratılışından beri dönüp devreden atomları artık durdurup döndürmeyecekmiş!.
Artık ne tekniği kardeşim, adamın kendisinde milyarlarca hücreler atomlar dönüyor şu anda!. Çünkü onun infatarat fıtrasında vardır, bu bu özellik yaratılışında böyledir.. kendisi ZÂTen ALLAHın nurudur.. Tüm esmâsını İNSÂNa yükleyende O’dur.. O, ÖZündeki Rububiyett sıfatULLAHıdır..
Onun için setr, setere, setretmek, resete, retese tüm bu üçlüler yer değiştirseler bile kendi familyasını kurar.. Fecr de öyledir ve aynı şeydir ki; Efendim “cifr” dersin “fecr” dersin “ferc” dersin.. Ana rahmidir “ferç” aynı şeydir.. Fecir de öyledir.. Anam.. Anamın rahminden 7 çocuk fışkırmış çıkmıştır.. AYNı şeydir güneşin doğuşu fecr de, bizim doğşumuz fecr değil mi, cerre ediş değil mi?. Burdaki fark bizim içimizdeki cerre, cerr dir ve’s- SeLÂmm..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ
“Ve ize’l- kubûru bu’siret.: Ve kabirlerin içi “deşilip dışa atıldığı- çevrildiği, alt üst edildiği” zaman;” (İnfitâr 82/4)

Buyurun kabirlerin altı üstüne gelince.. yâni hâşâ ALLAHu zü’l- CeLâL işte herkesin kaşı gözü toprakta kaybolmasın.. sonra onları tekrar yerine koyalım.. sen neden bahsediyorsun?. neden bahsediyorsun?.
Seksen senelik hayatımızda Brezilya’dan gelen ithal elmaları yiyoruz Brezilya taşı toprağı, şunu bunu.. Ne bileyim Yemen’den gelen kahve içiyoruz.. şuradan şu buradan.. bunlar akıl pazarının oyunlarıdır aklın ALLAHu zü’l- CeLâL’in kabire mabire ihtiyacı yoktur!.
ALLAHu zü’l- CeLâL, üç zaman kullanmaz iki zaman kullanmaz!. Geçmiş-Gelecek-Şu ÂN, insanın ham aklı için.. ALLAH celle celâlihu, zaman kullanmaktan münezzeh.. ALLAH ÂN’da halk eder..
“Ve ize’l- kubûru bu’siret”.. kabirleri bu’siret.. yine serre fiili ne ise fiili serre yâni ayniyet bileliği.. serre ayniyet bileliği ne ise.. efendim işte kabirlerin altını üstüne çevirmek.. kabir nedir?. Mezardır!. Öyle midir acaba?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!: “Mutu kable en temutu: ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!” buyurdu.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Siz ÖLmeden ÖNce ÖLün!.
Bakın Kâbe’yi yerle bir ettik.. "Benlik Kâbe"mizden bahsediyorum.. Beden ve Nefis Kâbe’sinden bahsediyorum..
Hâni diyor ya: “Bana Barbaros Sert derler!.”
Barbaros, sert olsa ne olacak yumuşak olsa ne olacak ki?.
Yok oldu ki.. daha var ne var?. Rububiyet Bileliğinin Kudretine ulaşmak var!.
Onun için buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Güneş burdan doğacak!.” Deseler.. “Ordan doğar!.”

قال رسول الله صلى الله تعالى عليه وسلم: رب اشعث ذى طمرين تنبوعنه أعين الناس لواقسم على الله عز وجل لأبرى
Hadis meali: Allahü Zülcelâl'in öyle kulları vardır ki; bu kimseler o kimseler ki; üzerlerine aba gibi basit bir şeyi bürünmüş, doğru dürüst bir elbiseleri bile yoktur. Kendi hallerinde toz toprak içinde kalender bir halde olabilirler. İnsanların onları görmeyede hiç hevesleri yoktur. Ve hiçte ilgilenmezler. Belki de icabında eğlenirlerde. Ama bunlar öyle şahsiyetlerdir ki, eğer yemin etselerde “yarın güneş şuradan doğacak” deseler Allahü Zülcelâl yeminlerini berât ettirir. Yâni, diledikleri mutlaka yapılır ve reddedilmez. Yemin etseler Allahü Zülcelâl yeminlerinden beri eder ve yerine getirir...
(Muhammed Sıddık Hekim, Âhir Zaman Fitneleri)

Biz buralara tekrar döneriz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Bakın dört şey gördük burada.. Bırakacağım zâten ne gördük kardeşim?. Bizim es semâmız içimizde FARRA oldu.. ikincisi, bizim kebâimiz, kabımız , küpümüz, şunumuz bunumuz setr içinde idi, bizim senlik setrimiz SERRE oldu, bitti.. toz toprak oldu.. bizim bir damla harrımızı, harramızı yapan varlığımızın tümünü..
Rububîyyet Hakikatı, bir damla SUdan yaratıldı.. bu ne olmuş?. CERRE olmuş..
Dördüncüsü, o zaman biz öldük galib’a!. O zaman kabirlerimizde ne olmuş yine SERRE olmuş, Ölmeden Önce Ölünce barboros uyanalım İnşâe ALLAH!.
AYNen SERRE olmuş.. UYNen serri olmuş “cennatin ->UYuN” olmuş..
Güzel bu dört aşama.. Beşincisi?.

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
“Âlimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.: (Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip öğrenmiştir.” (İnfitâr 82/5)

'Âlimet nefsun ma kaddemet ve ahharet.
VALLAHi “Âlimet” öyle bir âlim oldu ki, öyle bir ilim sahibi oldu ki, öyle bir öğretildi ki, öyle bir yaşadı gitti ki..
“mâ kaddemet” bu aşamada, her bir nefis.. bu dört aşamayı geçiren her “Âlimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet”
Bilmiş?. Neyi bilmiş?. Takdim ettiğini bilmiş ve âhirini bilmiş, âhirete gönderdiğini ve geride bıraktığını bilmiş!.
Hımmmmm!.. Bakın nefsin kendini bilmesi nasıl oluyor?.
OLsun!. ve OLmasın!.
Gitsin ve Kalsın!.. İşte Dünya ve âhiret efendim!. Cennet ve Cehennem efendim!. Şu, bu.. Hayatın Tümünün nasıl;
“MuhaMMedî Seviyede -> OLsun!. ve OLmasın!. -> OL-ÂN!.”da takdim edileni ve tehir edileni, şu ÂNda ki Şe’ÂNuLLAHta, nasıl biliyor nefis?.
Nasıl biliyor?. Nasıl bilecek, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYar ve de UYar:
“Kendini TANIyan Nefis ->RaBBini TANIr” SıRRına SALLet-ULAŞş!.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini TANıyan ->RABBini TANır! ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343)

BİLirse -> TANır ->BULur ->OLur ve de ->Şâhidi OLarak YAŞAr!.
KERNDiNEFSini BİLip -> TANırsa ->RaBBını BULur!.
Evet sonra kendinde OLan nefis ->RaBB'ında OLur..
Evet kendinde kendini YAŞAyan yâni nefsin bir defâ kendi içindeki sENlik-sÎnlik, sÎn sırrının nurudur bu nereye gitti?..
RaBBısı, Şahdamarından da AKRABA OLarak, kendinde yaşayan ->RaBBında YAŞAr!.
Ya da kendinde yaşayan ->RaBBıyla yaşar..
Bunlar YAŞAnmadan boş laflardır.. felân feşmekan..
Lambanın ışığı var.. Lamba mı yaşıyor, Keban mı yaşıyor?. Keban kim?. Ampul kim kardeşim?. Ben ışıktan anlıyorum!. Yâni işimiz gücümüz yok buradan Keban'a kadar direk mi sayacağız yâni!.
Şimdi Ahmed Çakır diyecek ki: “Hocam benim bir milyar altıyüz dört tane dedem mi var.. mışşş?” diyecek!..
Ya da: “Hocam benim, benden sonra gelecek ALLAH'ın izniyle kıyamete kadar, iki milyar Ahmed oğlum-torunlarım mı gelecek benim?.” Diyecek!. Nefsim olarak bunlar neyimize lâzım?. Hiçbir şeye lâzım değil!. Mesele ANLAmaktır!.

“mâ kaddemet ve ahharet”
ANLAmak, BİZe Lâzım!. ama şu ÂN ki, Ahmed’e lâzım olan: “Âlimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet”

İşte böyle olursa, nefis bunu bilir.. Akıl semâsı şey oluyor.. efendim bir damla suyu şey oluyor.. kabı varya bizim Nuriyenin Kab Kâbe’si o öyle oluyor..
Ve kabirleri “bu’siret” oluyor.. şimdi biz ne yapacağız?.
Havası gitti Suyu gitti, efendim Ateşi gitti!.
Kabiri gitti heee.. Kabının toprağını da yok ettik!.
Aldık mı elinden “DÖRT UNSUR”unu..
Nuriye de diyor ki: “Teşekkür ederim!.”
Neden?.
“Benim nefsin daha yeni bildi.. “Âlimet nefsun”u!.”
nefis bildi ve diyor ki: “Ulan ben, geçmişe ne gönderdim?. geleceğe ne bıraktım?.” Dedi..
Haaah, ne takdim ettim!. ve ne yapacağımı daha umut ediyorum?.
Tüm bunlar “OLsun!. ve OLmasın!.”ı -> sıkıştırıverdi..
Ve 6.cı âyet ne ilginç bakın..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »


يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
“Yâ eyyuhe’l- insânu mâ garreke bi Rabbike’l- kerîm (kerîmi).: Ey insan, “el Kerîm/üstün kerem sahibi” olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir?” (İnfitâr 82/6)

Ya eyyuhel'insÂNu.. ey insÂN oğlu insÂN.. insÂN sıfatında, tüm-kullühum esmâ bahşedilmiş, lütfedilmiş ey insÂN!. “mâ garreke bi Rabbike’l- kerîm”
Efendim garur, gurur kandırmak.. “garra” buyuruyor.. buyuruyor ve doğrudur.. ama benim içimden geçiyor ki garra; zâhir ve bâtın Rububiyet Galibiyetine ulaşımdır.. Bu negatif olursa Firavun gibi:
“RaBBuke ala ben sizin yüce RaBBınızım!” der..

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
---“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ. Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziât 79/24)

“Ena rabbikum âlâ” diyen nefistir.
“Ben sizin yüce rabbınızım” diyen Firavunun nefsidir. Halbuki şeytan bile korkmaktadır:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
---“Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne): Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana "İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.” (Haşr 59/16)

Pozitif olursa pozitif olursa RaBBâni insÂN olur..
yâni insÂN olur.. insÂNî insÂN olur.. EhL-i Beyt aleyhumusselâm elinde eli olanlar SultÂN insÂN olur.. EhL-i Beyt aleyhumusselâm yüreğinde Rahmânî insÂN olur.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yüreğinde RaBBânî insÂN olur..
Onun cereyânı Kebandan dostdoğru gelir, sırat-ı müstakim üzere gelir ve o odur.. odur abd ve RaBB.. anlatamıyorum..

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
---“Vedhulî cennetî: Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30)

“Fedhuliy fiy 'ibâdiy”.. bütün ibâdler-kullar bir tek noktaya toplanıverdi.. bir araya, bir damlaya yâni.. gerçekte böyledir fiziken de böyledir.. mânen madden böyledir.. işte garra oldular.. “mâ garreke bi Rabbike’l- kerîm” kerim olan RaBBinden seni ne kandırdı, ne aldattı..
ey insÂN, anladın mı sen?. Seni, kerim olan RaBBına ne gark etti.. diyorum, ne diyeceksin.. ne diyeceksin tamam garreke oldum, nefsime gark oldum.. dedim ki RaBBukum a’lâ ben..“Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.. yüce RaBBım dedimde oldum mu?. sadece şeytana cahilce uyuşve Hizbuşşeytanlık..
hayır öyle değil de ben RaBBıma gark oldum oldum mu, “Hizbullah” olurum hamd olsun oldum var mıydı başka iş ya Hizbullah.. ya Hizbullah ya da şeytandan başka hizib varmıydı yoktu Hizbuşşeytan..
Bu nerde vardı?. Akıl şeytanlığında vardı..Peki ya Müslüman olursa?. VALLAHi o zamanda iyiliği emreder.. evet bu gün yediyi de okuyalım yedinci âyette kalmış olalalım..

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
“Ellezî halâkake fe sevvâke fe adelek (adeleke).: Ki O, seni yarattı, “sana bir düzen içinde biçim verdi” ve seni bir i’tidal üzere kıldı.” (İnfitâr 82/7)

Ellezi.. o kerim olan RaBBin ki seni halk etti.. fesevvake ve seviyeledi ve addeleke ve addele- i’tidal üzere kıldı seni.. böyle bir RaBBa nasıl gark olunmaz da terk olunur.. o ALLAH celle celâlihu buyurdu ki.. şu anda seni addele kıldı, i’tidal üzere kıldı.. başlarken onu dedim bu âlemde seviyesizlik yoktur.. sivrisineğin midesi ile benim midem arasında fark yoktur.. ona lâzım ve lâyık olan her şey yapılmıştır, seviyelenecek bir şey yoktur.. keçilik de, koyunluk da, kuşluk da, taşlık da, insÂNlık da, Aklın da SEVİYELenecek vardır i’tidal üzeredir.. Kâinât ALLAHın Nurudur.. çünkü insÂNdaki sorun ise.. “adale” deriz, adale, kas mas felân, hep bu adale.. i’tidal üzere kılınmıştır, ahsen-i takvim üzerine kılınmıştır.. İfrat ve Tefrit üzere kılınmamıştır bunlar.. insÂNa verilmemiştir..
Tırnağını kestiği gibi kalbiyle oynayamaz ..yüz bin sene çalışsın yüz bin sene tık tık tık çalışır şekilde yaratılmıştır.. sistem muhteşemdir, adil bir sistemdir i’tidal üzeredir.. Lütfullah dâimiyetini aynen vermiştir..
Geçicidir, iğretidir, izâfîdir ve sonu vardır.. vardır da, sen bu arayı hallet bakalım da.. doğum ile ölümün arasında bir insÂN ol da “sevvâke fe adelek” beden âlemindeki bu i’tidal akıl âlemindeki seviyesizlik esmâ seviyesizliği de kullehum.. ama seviyelenmesi bazı şeylere ki, tercihe bırakılmıştır..
Onun için garrake hem Firavunlaştırılar garreke, hemen RaBBânileştiriyor ..
Akıl ve yâni nefisle seviyelense ne olur, halâka olur.. Halâka olur Kudretullah lütfu uluhiyetine geçer.. Huluku’l- azîm olan MuhaMMed aleyhisselâm ahlâkında oluş başlar.. huluku başlar.. uluhiyet başlar.. çünkü El Halik ALLAH celle celâlihu.. dahası yok.. kim bu ellezi işte onun sahibi lütuflarının sahibi kendisidir.. dördüncüsü kimmiş o.. o kim kardeşim o?. kim olacak biraz önceki âyetteki vardı ya o: “RaBBuke’l- Kerim.. senin kerim olan RaBBin”.. yâni sana ikrâm eden RaBBin.. bana ne ikrâm etti, hangi kargoyla gönderildi?.
Kargoyla göndermedi, kabloyla gönderdi Keban gibi gönderdi ALLAH celle celâlihu..
Nurunu ->Nur-u MiM ->Nur-u EhL-i Beyt ->Nur-u Veliyullah ->Nur-u AbduLLah..
Benimle, Seninle, Onunla.. BİZimle gönderdi ve gönderiyor hâlâ.. Nefeslerimizi gönderdiği gibi.. her şeyimizi yeniden yarattığı gibi.. ikrâm ettiği gibi.. RaBBuke’l- ikrâm.. RaBBuke buyuruyor “ALLAHu’l- kerim” demiyor niye?.
Bunu hep vurguluyorum MERKEZiyyet ve MUHİTiyyeti çok iyi anlamak lâzım.. Rububiyet ve Uluhiyeti ki aradaki Abdiyeti anlayalım.. işte o RaBBuke’l- kerim ne yapmış, yapmakta her an.. vallahi her an halk etmekte.. her an da seviyelemekte.. her anda i’tidal üzere yaratmakta ki ahseni takvim üzere mükemmel kılmıştır.. çünkü bu ikrâmı RaBBuke’l- Kerim mükerrem kılmıştır.. Bu ikrâmı aldığını anlayacak tarzda kılmıştır Sünnetullahta tavırda tarzda stilde kılmıştır insÂNoğlunu İnşâe ALLAH.. Onun için Kur’ân-ı Kerim neşemiz, neşvemiz, nüvemiz MuhaMMed aleyhisselâmın İnşâe ALLAH yüreğinde olsun..
Bizim sözlerimiz bize aittir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e çağrıdan ibârettir İnşâe ALLAH.. evet çok geç oldu sizler için biz infitâr sûresini iki dakika okuruz tak tak tak geçeriz.. bir rüzgar geçse bile bir serinlik getirir de, bizimki hiç fayda sağlamaz, boş olur..
Oysa kendi içimizdeki olgunlaşmalar, hamîle kalan bir kadın gibidir.. kendisi bile bilemez başlangıçta.. yok kurbağa testi, yok şu testi bu testi yaptırır hanımına.. bildiği zaman ise, sonra herkes bilir.. karnı burnunda bir kadın gördüm Uzun Çarşıda.. ha bu gün yarın doğuracak şekilde.. herkes bakıyordu.. çünkü görmemek mümkün değildi..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

KULun KemâLâtı böyle yavaş, böyle emin, böyle dostdoğru gider.. ne zaman?.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsinin TANIyan RABBini TANIr”” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

“Kendini TANIyan RaBBini TANIyan”ların..
O RaBBu’l- Kerîm-leri hılkıyetinde, “halake”lerinde, “sevâke”lerinde “adeleke”lerinde fiilen işin başındadır.. Şe’Ndedir-Şe’Ândadır, şu ÂNdadır.. Şâhidi olmak ise, ağzıyla değil, orası burasıyla değil.. Kullühum esmâ, kullühum tüm eşyâdan ibârettir, akıldan ibârettir..
İnsÂN OğLu, “Akıl” denilen ÖZü TANIdığı-ANLAdığı ÂNda işte artık konuşmaz.. Söz, Sohbet, Zevk, Hazz biterSüKÛT BAŞlar ve Bitmez EBEDen..BİZ BİR-İZ…
Kim konuşur?. RaBBuke’l- Kerîm konuşur.. Mü’min dei, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in SESinden duyar.. Neyle duyar?. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in kulağıyla duyar evet.. evet görür.. görür mü?. görür Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in gözüyle “RaBBini RaBBiyle görür!.” bana göre..

Resim

RaBBımı genç bir insan şeklinde gördüm:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dün gece rüyâmda RABBİMİ GENÇ BİR DELİKANLI SÛRETİNDE gördüm. Altından yapılmış bir koltuk üzerinde oturuyordu. Başında altından bir tâc, iki ayağında altından nalinler vardı. İki elini sırtıma koydu. Göklerde ve yerde, ya da doğu ile batı arasında bulunanların ilmini bildim.” Buyurdu.
(Tirmîzî, Tefsîr, Sad -38; İbn Hanbel, Müsned, V, 367; Dârimî, Sünen, Rüyâ, 12.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH BENİMLE GÖRÜŞTÜ VE EL SIKIŞTI. Elini iki omuzum arasına koydu; öyle ki PARMAKLARININ SOĞUKLUĞUNU İKİ GÖĞSÜM ARASINDA HİSSETTİM.”
(İ. Ahmed İbn Hanbel, Sünen, 5/243)

Resim---Cabir bin Abdullah, Peygamber Efendimiz’in, Necm Suresi’nin “Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l Münteha'nın yanında.” mealindeki 13 ve 14. âyet-i kerimeleri üzerine: “Elbette RaBBimi gördüm, Ben Sidretü’l-Münteha’da RaBBimi gördüm. Öyle ki, ilahi vechinin nuru, benim için zahir oldu.” buyurduğunu bildirmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme soruldu: "Ey Allah'ın Resulü! RaBBimiz'i görecek miyiz?"

"Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde Dolunay'ı görmek için itişip kakışır mısınız?"

"Hayır."

"Bulutsuz bir günde Güneş'i görmek için birbirinizi itip kakarak birbirinize zahmet verir misiniz?"

"Hayır."

"İşte RaBBinizi de öyle zahmetsiz ve sıkıntısız, apaçık göreceksiniz.”

(Buhari, Müslim, Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Adn Cenneti'nde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın vechindeki (yüzündeki) rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur. ''
(Buhari, Müslim, Tirmizi), Cennet 3, 2530)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “RaBBimi en güzel surette gördüm.”(Tirmizî, tefsir, 39).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "RaBBimi, RaBBimle anladım".
(Sırrül Esrar. S.75, Seyyid Abdülkadir Geylani)

Ben bir gizli hazine idim görünmek istedim. Kâinatı halk ettim:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim de, kâinâtı yarattım!” buyurdu.
(Hadis-i Kudsî; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II:133)

Kâinata sığmam kalblere sığarım:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: “Yere ve göğe sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım.” buyurdu.
(Hadis-i Kudsî; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)

Hâlâ Ham Aklıyla daha: “Hayırgöremez!.” diyen kâfirdir zâten.. kendine kâfirdir.. kendindeki kıymet ve değeri örttüğü için kâfirdir, ALLAH a karşı kâfir değildir bana göre.. ALLAH celle celâlihu örtüyorsa… ne kâfir olacak yâni akla anlatılanlardır bunlar.. o, kendine kâfirdir.. ey nefislerine zülmedenler …

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
“İnnellezîne teveffâhumu’-l melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fî’l- ard (ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem (cehennemu) ve sâet masîrâ (masîran).: Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz nerede (ne işte) idiniz?" dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse oraya hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.” (Nisâ 4/97)

Şu meşhur “zülm” nedir?. “zıLL”dır.. zıLL, karanlığın cifirisidir, yok ediştir, mahv ediştir, yazık ediştir..
“Gaflet ->Cehâlet ->Dalâlet ->İhânet”-e ->vardı mı.. daha bunda sonra yapacak bir şey yoKk!.
yâni ALLAH celle celâlihu, kimseye vermesin, bir şizofrenik hasta işte!. Antalya’da suçsuz yere üç polisi öldürmüş.. Babası, Burdur’daymış.. adama haber vermişler.. adam diyor ki: “o, böyle şeyleri yapmaz!.” Diyor.. “tavşan avına giderdik tüfeğin tetiğini kaldırmazdı!.” Diyor.. “şey olurdu, kıyammazdı, onun mezarına gitmeyeceğim!.” Diyor.. “insÂNları öldürdü suç suz yere!.” Diyor.. “akıl hastasıydı ama, öldürdü!.” Diyor..
Şu işe ve şuna bir bakar mısınız?. şuna bakar mısınız?. sahib çıkmadığı oğlu değil ki işlediği kötülüğü.. ALLAH celle celâlihu kimseye vermesin!.
İşte bu, insÂN nefsinin ÖZündeki MuhaMMedî Merhamete, Muhabbete ve Hakikata BAĞlılığı kesmemelielden geldiğincenediyelimzor İŞş..
Kendi eli bile olsa tokat vuran, öbür eli bileğinden tutmalı ve “vuramazsın!.” demeli!. Neden?. Çünkü, sen âdil yaratıldın, i’tidal üzere yaratıldın;
Sen, “MuhamMedî SEVİYE”-lendin ve bu hılkıyet üzere halk edildin!.
Sen, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem imanına, i’tidal etmek zorundasın.. çünkü “fe addeleke”-de-sÎn..
“Ellezî halâkake fe sevvâke fe adelek”-sin..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in imanına ve ameline iştirak etmek zorundasın!. Çünkü,
Sen, “fe sevvâke” sin Barbaros, “MuhamMedî SEVİYE”-lendin bu şekilde; ahlâkına, hılkıyetine, halk ediliş ki, her ÂN halk edilişine UY!.mak zorundasın.. çünkü,
Sen, “halâkake”-de- sin.. ellezi.. “nasıl yapıyım?.” deme kendine.. bunları, KENDİni bildiğin zaman.. bildiğin kimdir?. OLduğun ve YAŞAdığın RaBBuke'l- Kerîmdir.. Elhamdulillâhirrabil âlemin..

Dert edecek bir şey yok!. âletler çok güzel dizayn edilmiştir.. cereyânı BULduğu zaman, buzdolabı başlar dondurmaya, fırın başlar yandırmaya, lamba başlar yanmaya-IŞItmaya!.
Keyfin tıkır olup, heç sana yapacak bir şey kalmaz!.
Şükür ki, teşekkür.. Etsen ne, etmesen ne?.
ALLAH celle celâlihu gülmez hâşâ.. ALLAH celle celâlihu, gülen gözlerde güler!.
ALLAH celle celâlihu ağlamaz hâşâ.. ALLAH celle celâlihu ağlayan mâsumlarda ağlar!.
Öyle hadisler vardır ki.. “ey kulum ben aç kaldım beni doyurmadın.. hasta oldun gelmedin..”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuracak.. DİNLe DUYy!.
Meşhur bir kudsî hadis vardır: Yüce Allah hasta ziyaretinde bulunmak, muhtac durumda olanlara yiyecek ve su vermek gibi insanî ve ahlâkî davranışları teşvik eder. Çarpıcı bir üslüp içinde, yapılan ziyâretin, verilen su ve yiyeceğin doğrudan doğruya Allah'a ulaşacağı beyan buyrulur
(Bkz, Müslim, Birr, 43; İbn Arabî, Nurlar Hazinesi (101 Kudsî Hadis); İz Yayıncılık, çev. Mehmet Demirci, 164, İstanbul 1990.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Allah'dan naklen anlatıyor: "ALLAH celle celâlihu şöyle buyurdu: '”Ey Âdemoğlu hasta oldum, ziyaretime gelmedin.” Ademoğlu sordu: “Yâ RaBBî sen âlemlerin RaBBisin... Seni nasıl ziyâret edeyim?'” ALLAH celle celâlihu buyurdu: “Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu... Ama sen onu ziyâret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın'” ALLAH celle celâlihu devamla buyurdu: '”Ey Âdemoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın'”. Âdemoğlu sordu: “Yâ RaBBî seni yemekle nasıl doyurayım? Sen âlemlerin RaBBisin”. ALLAH celle celâlihu buyurdu: “Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin Beni yanında bulacaktın”. ALLAH celle celâlihu devamla buyurdu: “Ey Âdemoğlu, senden su istedim, ama vermedin”. Âdemoğlu sordu: “Yâ RaBBî sana nasıl su vereyim? Sen âlemlerin RBBisin”. ALLAH celle celâlihu buyurdu: “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?"
(Şâmil İslam Ansiklopedisi ; Sadreddin-i Konevî'nin Hadis-i Erbain'i)

Kul ki: “yâ RaBBim, ben seni bulamadım nerde bulaydım da, yapaydım!.” diyor..
Eee.. “BEN seninle her ÂN, aynı belde, aynı köyde aynı apartmanda; kimsesiz, yalnız, ıssız, sessiz bir GARİBtim.. hasta oldum, GEL!.medin ya!. aç kaldım, BİL!.medin ya..!?..” DUyuYORr!..
Şu oldu ya.. bu oldu ya..
BAKar mısınız, nasıl da bize, en büyük hizmetçi ALLAH celle celâlihu..
Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem en büyük hizmetçi..
Sonra EhL-i Beyt aleyhumusselâm en büyük hizmetçi..
Sonra ALLAH Dostları kaddesallahu sırrahum en büyük hizmetçi..

Ve ben nasıl bir “HAYy-DUT”um ki..
Ve nasıl bir Resim “Gaflet ->Cehâlet ->Dalâlet ->İhânet” İÇİndeyim ki.. ona ŞAŞıYORUm ve de Resim HaYYretLe RABBım TeÂLÂ'ma KOŞuYORum Resim cÂNDostLarım!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

O zaman sözün özü-hası kişi önce kendini Bilmeli.. Onun için ben diyorum ki: “Kendini BİLene babasının kanı helâl olsun!. kendini BİLmeyene anasından emdiği süt haram olsun!.”
Bu âlemde zâten böyle olacak.. evet bir söyleyecek bir şeyin var mı Hümeyra?.

Hümeyra:
Çok teşekkür ederim Hocam ALLAH razı olsun, en baştaki Kur’ân-ı Kerîm için anlattığınız ifâdelerden aklıma geleni kısaca ifâde etmek istiyorum.
İhlas sûresi Kur’ân-ı Kerîmin üçte biri mânâsı demiştiniz buradan şöyle anlayabilir miyim İhlâs sûresi de Kur’ân-ı Kerîmde “KUL” ile başlayan 4 sûrelerden bir tanesi.. “Lâ ilâhe illâLLAH” derken ilk başta tanrılar yoktur mânâsında bir olumsuz yokluk anlıyorum.. İhlas sûresinin içine de baktığımızda “doğmamıştır doğurmamıştır” Ne olmadığı anlatılmakta 3 kere bunu okuduğunuzda ve Fâtiha Sûresini okuduğumuzda orada da Cenâb-ı ALLAHın ne olduğu, Errahmânirrahimdir.. işte o şekilde ifâde edilmekte.. yâni bu iki sûre kelime-i tevhid gibi birbirini tamamlamakta diye anladım.. 3 kere İhlası Şerifeyi okuyup ardından Fâtihayı şerifeyi okuduğumuz zaman özde Kur’ân-ı Kerîmi hatmetmiş olmak ve daha da özünde kelime-yi tevhidi bâtınımızda ilan etmiş olmak gibi bir şey anladım..
Çok teşekkür ediyorum ALLAH razı olsun hocam!.

kulihvÂNi:
Evet söylediğin gibi biz çok İhlas Sûresindeki “ledde”leri, ceddeleri tam çözmüş değiliz.. Arabistana giderseniz Cidde Şehri vardır.. Cidde, nine demektir nine.. Hava Vâlidemizin kabri şerifi ordadır, Cidde’dedir.. “cedde” dede demektir.. cüdde de vardır.. Bunlar uydurma şeyler değildir.. Zâhir ve Bâtın cedde.. Dâimiyet cemiyetinin insÂNı çekişi, Rahmâniyete çekişi.. “Cedde”, Rahîmiyyete çekişi “Cidde”.. Uluhiyete çekişi “Cüdde” vücûd diyoruz.. Vücud.. Vâcibu’l- Vücud olanınmutlak hâlidir.. Kâinât “MevCÛD”luktur.. bizim ki vücud değil ki göge-izafî-ölümlü.. onun için kimle konuşuyorduk, Muhiddin Arabînin “vahdeti’l- vücud”unu.. “hepimiz ALLAH’tayız”!. ALLAH ALLAH.. insÂNı ilâhlaştırma anlaşılıyor!. halbuki söylediği şey “vahdet-i vücud” olan “vâcibü’l- vücud”dur.. bahsedilen ise “vahdet-i Mevcud”dan bahsediliyor.. bizler daha kesretin vahdetini bulamadık daha.. elli kalem yüz kalem sayıyor Barbaros.. bir milyar varlık sayıyor.. oysa ALLAHu zü’l- CeLâL “küllî şey”in buyuruveriyor “tek kalem”e indiriveriyor.. “küllî şey”in buyuruyor.. uğraşmıyor “küllî şey”in tek kalem olunca bindiriveriyor bir noktaya.. “KÛN feyeKÛN”a..
Dediğin doğru evet.. yâni ihlâsın içindeki o tam girmemize rağmen o üç âyet ama Kur’ÂN-ı kerîm, hadisi şerifte öyle buyuruyor “ihlâs Kur’ân-ı Kerîmin üçte biridir” okuyun anlamında..

Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu) bildirmiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “Hayatım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, İhlâs Sûresini okumak Kur’ân’ın üçte birine denktir.” buyurdu.
(Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân,1770; İbn Mâce, edeb 52; Ebu Davûd, vitr 18; Tirmizî, Sevâbul- Kurân 1011; Nesâ'i Iftitah 69; Muvatta Kur'ân 17, 19)

İşte bunlar hep mânâ bakımındandır İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
“kul” diye başlayan dört sûre, son sûrelerdir ve yine dördü birbirini tümleyendir.. Ne bakımlardan tümlerler?. Dediğiniz gibi İhlâs Sûresinde ALLAHu zü’l- CeLâLin; el Ahad celle celâlihu olduğu es Samed celle celâlihu celle celâlihu olduğu…ve ne olmadığı anlatılırken, Fâtiha Sûresinde Ahadiyet ve Samediyetten hiç bahsedilmeden; Uluhiyet, Rububiyet, Rahmâniyet, Rahîmiyyet ve Mâlikiyet.. Beşi birden dökülür ve arkasından “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” .. biz yalnız SANA kuluz, abdiz.. ve sadece SENden iâne ederiz.. iâne ödünç almaktır değil mi?. yâni “iâne veriyoruz” derler, deriz.. yâni geri almamak üzere ya da borçlu çıkarmamak üzere alınan yardıma “iâne” denir.. istiâne diyoruz.. nerden edeceksin söyle bakalım biz abdiz isteyeceğiz.. nerden istiyoruz?. nerden mi isteyeceğiz?. nerden isteyeyim ben?. eğer benim ampul Kebandan ışık getirmiyorsa, ben onu çöpe atarım ve iş gözüksün diye taşımam yâni.. haaah işte onu söylüyorum istiâne budur.. ve zâten “şimdi”ye dir.. şimdiyedir düne yarına değildir.. şimdiye, şu ÂNa ki, Şe’ÂNa şâhidsin sen.. mezardakiler şâhid değildir, neyin şâhidi olacak?. Doğmamışlar da şâhid değildir.. neyin şâhidi olacaklar ki, imtihan salonuna girmeyen, imtihanda mıdır?. Değiller..

İnşâe ALLAH bu günde böyle geçti .. evet günler, hayal içinde geçti.. diyoruz.. ama işte bu hayalleri hakikata çevirmenin yolu da İnşâe ALLAH birbirimize gıyabî, maddî, manevî, dünyamızı, âhiretimizi, dinimizi.. ALLAH celle celâlihu, dünyamızı islah etsin, âhiretimiz iflat etsin!. Dünyamızı ve âhiretimizi seviyelesin!. Dinimizi de i’tidal üzerinde kılsın!. Bizi dünya ve âhiret dertlerinden kurtarsın İnşâe ALLAH!.
Bunu demekte bir âlemdir.. dünya cehennemi ve âhiret cenneti.. ve benim tercihim, ben cennete girmek istersem RaBBu’l- Âlemimde “buyur” derse ve seçme hakkı verirse, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yüreğinde cennete girmeyi tercih ederim.. ve benim inancıma göre zâten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in yüreğidir kevseri, keremi, cenneti uyumu tümü böyledir.. bu kara sevdanın temeli bir “Hacer-i Esved” bağıdır.. O gündür bü gündür, maddeten ve manen kıyamete kadar ALLAHu zü’l- CeLÂL bu bağımızı “HaKk”ta ve “HaYR”da Kılsın!.
Rızasında salih nesiller olarak, MuhaMMedî Hasbî Hizmette kullansın!. “ben”lik Başlarımızı MuhaMMedî mahviyette mahvetsin!.
Bizi korusun, gözetsin, ifrat ve tefritten i’tidal üzere kılsın!.
Kalblerimize İlâhi İlhamları MuhaMMedî Aşk ve Meşki versin!.
Ve geride bıraktığımız “İZ”ler bizim değil de, dilimizle elimizle her şeyimizle tertemiz edeceğimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in “Şeriat-ı Garrâ İZ”leri olsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Bu özellik ve güzelliklerimizle, geçmişimizi ALLAH celle celâlihu bağışlasın, hatalarımız oldu, noksanlarımız oldu/oluyor/olacak ve olur da zâten ki, kusurumuza bakmasın demek istiyorum!.
GEÇmişe Tevbe istiğfarımızı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in tevbe istiğfarında “BİZ BİR-İZ” etsin
GELeceğe dualarımızı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in dualarında ayniyet ve gayniyetin kılsın İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Şu ÂNmıda, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in razı olduğu işleri yapmamız da, kalblerimize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in o meşhur Rıza Rüşdüne Erdirsin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Rızasına.. rıza, “dad”la yazılır.. “ze” ile değil, o “dad”dır.. ordaki “dad” zayi ve ziyâ olur.. her şey ikilidir.. bu âlemde her şey ikilidir.. basit bir şeydir ama ikilidir..

Aynı ana üç çocuk doğuruyor.. Ebu Lehebin ismi “ebu leheb” değildir.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin amcasıdır. Gerçek adı Abdüluzza b. Abdulmuttalib’dir. Abdu’l Uzza,“Uzza’nın kulu” mânâsına gelmektedir. Abdülmuttalib, ona güzelliğinden dolayı parladığı ve öfkelendiğinde yanakları kızardığı için ona Ebû Leheb künyesini takmıştır.
(İbn Sa’d, I, 74; Belâzürî, IV, 413; Kelbî, s. 28.)
Oğlu Utbe’den dolayı Ebû Utbe lakabı da vardı.
Ama Hamza radiyallahu anhun ismi “Hamza”dır.. Nesebi, Hamza bin Abdülmuttalib..
İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ninesi çocuklar doğuruyor.. birisinin adı “ebu leheb” kalıyor.. birisinın adı Abdullah.. birisinin adı da Hamza..
Abdullah aleyhisselâm gerçekten Abdullah.. Abdullahtan, Abdullah doğmuş.. bir göbek bağı var sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile babası arasındaki bağ.. yoksa aynı ana rahminde aynı damarda, canda kanda buluşuverecekler.. yâni arada göbek farkı yok demek istiyorum.. bakar mısın şu işe ki, birisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi inkar ediyor Ebu Leheb oluyor.. ötekisi de kabul ediyorve ALLAH celle celâlihuYOLunda “şehid” oluyor..
Ne kadar yakın değil mi bedenen.. ve ne kadar uzak RUHen!.

ALLAHu zü’l- CeLâL;
Son nefeslerimizde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hidâyetine şuhûd nasib etsin!.
Hedâsına yâni dâimiyet hüviyetine bizi de iştirak nasib etsin!. Ki, biz zâten öyleyiz şu anda.. biz zâten RaBBımızlayız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemleyiz.. esmâlarlayız-NURlarıyız biz zâten.. ALLAHu zü’l- CeLâLin hılk ettiği gibi.. sev’ ettiği gibi.. adl ettiği gibiyiz..
Buna ayıkırsanız, hepinizin ayaklarının altını öperim ki, beni de uyandırırsanız.. beni, uykuda söylediğim ve uykuda başıma gelen, boş ilâhi okumalar ya da yellenmelerden kurtarmış olursunuz.. ben uyanırsam bütün kâinât uyanır.. benim şeytanımı Müslüman ederseniz, bütün kâinâta iyiliği emreden olur.. kâinât, cennet keser.. kâinât, Kevser keser..
O zaman Beytullah, BeyturRaBB, BeyturResûl ve Ehl-i Beyt kim imiş anlarım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Es Selâmü aleyküm ve rahmetullah demeden önce, bir hadis-i şerifi unutmayalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yanında ben zikrolunduğum zaman üzerime salât etmiyen kişinin burnu yere sürtülsün.” buyurmuştur.
(Tirmizî, daavat, 100; İ. Ahmed, Musned, 2, 254)

Es Salâtü ve’s- SeLÂM yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!.

'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebîyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi... ''

Allâhumme salli ve sellim.. ALLAHım ben “sall” etmeyi tercih ediyorum.. “dall” etmeyeceğim.. şunu yapmayacağım, bunu yapmayacağım demiyorum.. yapmayacağım da demiyorum.. ben diyorum ki.. ben önce, şu kendimle işimi bir çözeyim.. “sall” etmek istiyorum.. sall bu..

RABBımız TeÂLÂ’ya Rücû..
Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü İrci'iy ila RaBBiki radiyeten merdiyyeten.
ALLAHu zü’l- CeLÂL’e FıRrlamak..
Ancakbunlardan önce, şu NEFSini bir “hall”et de öyle o sall et!.
ALLAHümme salli nedir?. “ALLAHa sall”in sebebi.. alâ seyyidinâ MuhaMMedîn.. ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem e sall ile demek olan salâvâtla mümkün.. karışmasın diye SallALLAHu SallRasûlullah demiyoruz da, salâvât diyoruz.. salât, salâvât diyoruz o da aynı “saLL” kökünden.. saLL, aynı saLL.. İslâm Dininde, Rasûlsuz ALLAH yok hâşâ!. saLL nerden olacak..
Alâ MuhaMMedîn Abdike.. bana “abd” olarak, ben de “abdike” olarak teslim olmak istiyorum.. ne güzel ve.. ve “abdike” demeden “Nebîyyike” demiyorum ve demiyor da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.. Neden?.
“abdike”nin kendi içinde zâten.. şimdi eli ehli beytin elinde olmayanın eli kimin elindedir acaba.. bize Kur’ÂN ve Ehl-i Beytinin elini bıraktı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..
Başka el ve yer arayanlar düş görüyorlar düş, hayal.. abdike ve nebîyyike.. ve “nebîyyike”nin içinde kim var?. nebîyike nerde hitam buldu.. nebîlik velâyete derc oldu.. işte ehl-i beyt velâyetin içine derc oldu.. ehl-i beyt kablosunun içinde velâyet cereyânı gelmekte şu ÂNda bize.. kanıyla canıyla imânıyla.. Şe’Ânıyla, şu Ânıyla İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike ve Nebîyyike, ve Rasûlike ve Nebîyyi’l-Ummiyyi ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
ÂL-i MuhaMMMed aleyhumusselâm.. tüm Kâinât Rahmetenli’l- ÂLeMîn âilesidir.. El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn.. Esselâmu aleyküm ve rahmetullah..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

İNFİTARımıza kısaca bir daha göz atalım inşâe ALLAHu TeÂLÂ.

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ
“Fî eyyi sûretin mâ şâe rakkebek(rekkebeke).: Dilediği bir surette seni terkib-tertib etti.” (İnfitâr 82/ 8)

“Fî eyyi suretin”
Fî; içinde, hususunda.. eyyi suretin, hangi surette.. mâşaeALLAH değil mâ şâe.. RaBB.. şâe.. Şe’N diyoruz.. nurun şey’e gelişidir Şe’ÂN-Yeniden her ÂN Yaratış.. ALLAH için şehâdete gelişidir.. İnşâe ALLAH diyorsun.. İnşâe ALLAH, ALLAH izin verirse.. ALLAH niye izin vermesin?. ama şunu söyleyemiyor ki, küllî şey’i yaratan-yapan ALLAHtır.. Şe’ÂN, her ÂNda sürekli OLUŞtur..bir sâniye bile süre biçemezsin.. ALLAH celle celâlihu sonsuz, yâni yeniden yaratandır.. rakkebek.. hiç kimsenin plan proje hesap kitap işletme vs. olmadan terkib-tertib ediştir.. dünya işine benzemeyen bir şekilde ALLAH celle celâlihu, aklın bütün esmâlarının tümünün sıfat ve ZÂT sahibidir..
Adam yerinden kalkıyor, Barbaros sen oturup sayacaksın ki, kafası kalktı kulağı kalktı, gövde kalktı, adam kalktı gidiyor.. kardeşim “rakkebek” böyle bir tertib ve düzendir.. bu seni seviyeledi ve sûret verdi zâhiri sûretin ve bâtıni seviyen.. sîret seviye, sûret RaBBın sana sahib kıldığı şeye denir, kaştır-gözdür, şudur-budur.. seviye ise, ruhun senliğidir.. bu öyle garib bir şeydir ki, şahdamarından yakın-AKraba RaBB’ın vardır.. ve ALLAH celle celâlihu mıhittir.. “vekânalALLAHu biküllî şeyin muhittir”
İnsÂN aklına sorsan, “merkezde ALLAH” diye hükmeder.. o zaman sen sorarsın ona ki: “Merkez içerde mi? dışarda mı?”
Onun için sen mi, akıl mı sanal?. yoksa kâinât mı sanal?. daha belirsiz!. gerçekten var mı dışardakiler?. yoksa akıl mı sanal?.
Bunları çözmek kolay değil..” elestrübiRaBBukum?.” “kâlû belâ!” “Lâ ilâhe illâLLAH” bitti..
RaBB ÖZünden de yakÎn.. hiç kimsenin haberi bile yok..
Bir yere geldik “a” dan “z” ye soruyorsun: “Eşhedu en lâ ilâhe illâLLAH ve eşhedu enne MuhaMMeden Rasûlullah” demezsen yandın!” diyorsun..
“Fî eyyi sûretin mâ şâe rakkebek”
hangi sûrette mâ, o şey ki, şâe diledi, yarattı yâni.. Şe’ÂN yaptı “rakkebek” terküb etti, tertib etti.. ve sen, zâhir ve bâtın olarak onu kullanmaktasın.. diyorsun ki: “ben bu gün hocam, şöyle yaptım şöyle yaptım ellerimle, ayaklarımla yürüdüm, ayakkabımı çıkardım, şunu şöyle yaptım bunu yaptım.. “ALLAHuekber!.” Dedim deyip, bütün zâhir ve bâtınını anlatıyorsun.. rakkabek.. sana ait ne demek rakkabek.. “ke” sensin zâten onu at.. “rakkeb” nedir?. bir insÂNın kendisine ait parmağı vardır.. parmağını prize sokarsa, parmağının ucu değer ki, bu be böyle bir bileliktir.. “Nebîy” deki bilelik de böyledir.. “bisimi”deki bilelikte böyledir.. “belâ”daki bilelikte böyledir.. “elestü bi RaBBukum”daki “bî” de böyle bir BİLELiktir..
İşte bunun çift, zâhir ve bâtın kevniyetine geliş rüşdüne denir rakkeb.. bunu ancak o anlar.. o zaman “şâe”yi anlar.. İşte İnşâe ALLAH elbette İnşâe ALLAH bu izin ne izin burda izin nerde?. dilemek nerde?. burda dilemek şâe de.. oysa arapçada dilemek diye fiiller var.. arapça çook güzel.. ama başka tercüme edemezsin ki.. her an Şe’ÂN dedir yazarsın.. her ÂN bir iştedir.. geç bir daha bir kelime söyleme hiç!.
Bu değil Şeâ!. Şeâ odur ki, küllü şey’in “vekanALLAHu bi küllü şeyin muhit” “ALLAHunuru’s- semâvâtı ve’l- ard” âyetlerimiz vardı ya.. buna şâhid oluşa “Şeâ” denir..
İyi hocam da, gül mü deyim gübre mi deyim?
Güzel kardeşim gül ise gül de gübreyse gübre de!. Ama, unutma ki bunu buyuruyor yâni mesele bu.. sen yaratıcı mısın, ben yaratıcı mıyım?..

كَلَّا بَلْ تُكَذِّبُونَ بِالدِّينِ
“Kellâ bel tukezzibûne bi’d- dîn (dîni).: Asla, hayır; siz dini yalanlıyorsunuz;” (İnfitâr 82/ 9)

Kellâ; asla, kesinlikle.. bel, biâkis tam tersi yâni “tukezzibûne bi’d- dîn” yalanlıyorsunuz.. ne zaman?. kıyama kalkmayanlar, kendinde kâim olamayanlar, dâim olamayanlar, kendi dâimiyetlerini ebedî dâimiyetlerini ezelî kâimiyetlerine bağlayamayanlar.. bağlanmazsa ara kesitte “be” BİLEliğini bulamaz.. ve işte geçici olarak öyle bir varlık bile yok.. ses bile havada kaybolamaz, hiçbir şey kaybolamaz..
“vekânALLAHu bi küllî şeyin muhit”tir çünkü..
“ALLAHunurussemâvâtı vel ard”dırçünkü..

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
“Yâ ma'şere’l- cinni ve’l- insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti ve’l- ardı fenfuz (fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân (sultânin).: Ey insan ve cin topluluğu! Semâların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).” (Rahmân55/33)

Sen semâların altlarını delip çıkamazsın.. mümkün mü neyle delip çıkacaksın.. boş laflardır onlar, uzay büyüyormuş da şişiyormuş da nereye şişiyor?. uzayın arkasında bir boşluk mu varmış!. hangi boşluk öyle bir şey yok!. tekniken yok!. akıl dolu da onun için yok sonsuz bir târiftir o.. varılamayan yerdir.. öyle şey mi olur yâni .. ALLAH celle celâlihu bir toplum içinde mi, kürenin içinde mi?. onun dışında boşluk var haa!. öyle şey mi olur!. sen bırak onu.. akıl akıl akıl istediği kadar NaSa olsun uzaya gitsin, beriye gitsin, öteye gitsin!.
Bunlar Kur’ân-ı Kerîm içinde bir harf bile değil bir harf!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Ve inne.. şüphesiz.. bak bak.. ve inne şüphesiz ki, aleyküm sizin üzerinize le, muhakkak hafiziyne bir muhafız var.. işte bunu söylüyorum öyle bir şey yok varsa ona anarşi derler, kanser derler.. yâni sistemi bozan, bir sorun olan odur zâten.. nedir kanserin temeli?. biliyorsunuz tek hücreden meydana gelen-üreyen hücreler, belli proğram dahilinde ürerken bazı hücreler üremeyip bekliyorlar.. öyle bir zaman geliyor ki bunlar, kural dışı üremeye başlıyorlar.. bu bir ur meydana getiriyor.. mikrop değil, virüs değil, şu değil, bu değil, kendi kendi içinden kendi üremeye başlıyor ve vüCÛD, bunun zararını faydasını sistem tanıyamıyor.. çünkü bunların kendi karaciğerinden hiçbir farkı yok, diyor.. halbu ki, karaciğeri yok eden bu ur.. işte sistemin kendi içinde muhafızı var.. efendim muhafızı melekleri mi?. ula kardeşim ne meleği, ne şunu, ne bunu BİZ BİR-İZ diyorsun, parça parça bölüyorsun.. benim vücuduma yüzbin tane isim takıyorsun.. sonra diyorsun ki: “işte yüzbin tane Barbaros var!.” yav kardeşim Barbaros bir tane kardeşim, neresine iğne batırırsan canı oradadır.. “ığhh!.” diye çöker..

كِرَامًا كَاتِبِينَ
“Kirâmen kâtibin (kâtibîne).: Değerli yazıcılar var,” (İnfitâr 82/ 11)

Bunlar her ÂN, kitaplarını yazan muhafızlar var.. “aleyküm-üzerinizde” derken, sanki masanın üzerinde şey varmış gibi konuşuluyor, bardak var gibi.. “ALLAHümme salli alâ MuhaMMedîn” dediğindeki alâ ile, burdaki alâ aynıdır.. aynı kelimedir.. aleyküm, sizin üzerinize.. alâ onun üzerine.. aleyha, aleyhu, aleyhi aynı.. aynı ne demek?. burdaki üzerineyi, üzerineyi Türkçede nasıl anlarsın kimse anlayamıyor.. onun için “üzerine” dedin mi işte şaşıp kalıyor.. “üzerine” diyor.. “üzerine” diye bir kelime yok.. öyle bahsederek üzerine öyle bir üzerine ki, “Kebanın elektriği alâ ampule” desem ne anlıyorsan, onu anla.. öyle bir üzerine yaaa.. işte içinin içine yâni üzerine ise, eğer içini anlatamadığı için bir kelime koymak zorunda kalıyor.. işte bunun adı neyimiş “ketebe”.. kitap nedir "BİLElik SENliği"nin kevniyete geçişidir.. yâni çok basitçe, ampulün yanmasıdır.. kerem de budur zâten.. aksi takdirde Kebandan bana ne, ampulden bana ne.. ben karanlıktayım, umurunda mı?. insÂNların insÂNlar kendi şartlandırdıkları RaBB'larına taptıkları için.. “aaah bu gün oruç tuttum ya RaBBi memnun oldun mu?.”.. “oldum..” gibi.. şöyle yaptım, böyle çattım!. yapmasa bir şey olacak mış gibi.. “ALLAHuekber” dedim.. “ALLAH küçüktür” dese ne yazar?!. mesele o değildir ki.. çok basit bir şey vardır MuhaMMedîyette Hakikat-ı MuhaMMedîye yanıyor mu?. onu söyle!. cereyân var mı, yok mu?. ne yaptığını sonra konuşacağız “kirâmen kâtibiyn” budur.. nasıl anlatılır akıla, başka nasıl anlatılırdı.. bizim anlamaya çalıştığımız şekilde nasıl anlatacaksın?. bu gün Muhuddin Arabî’nin, ona dikkat ettim.. bak şimdi biz estiriyoruz, kestiriyoruz, umurumuzda değil.. öyle yolumuzda İZ bizim değildir, YOL da bizim değildir.. amma zaman zaman şöyle diyoruz, böyle diyoruz.. nedir bunlar, çok güzel sözler bırakmak değildir.. kitaplar dolusu şeyleri basit bir cümleyle iki cümleyle insÂNların kafalarındaki yolları bulmalarına hizmet etmektir.. gece karanlıktaki sokak lambaları gibidir.. bu, bir sistemâtik işidir.. bakın Muhiddiyn Arabî’nin eserlerini ben not çıkararak üç kere okudum, sonra bıraktım.. “Kur’ân-ı Kerîmi çözünce hallederim bunu İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.” Dedim.. Neden?. çünkü sistemâtik yok..Ama bakma sen, görüyorum ben şimdi.. daha Muhiddin Arabî’nin “Mim”ini bile bilmeyen insÂNlar ordan bir iki kelime alıp aktarıyorlar.. çünkü oyuncak haline gelmiştir .. “bütün insÂNlar kâfirdir” diyor, hadi buyur bakalım!. evet “bütün insÂNlar kâfirdir” diyor.. çık işin içinden, Kur’ÂNsız bakıyım.. o zaman bende diyorum ki, Hizbullah’ın örtüsü Hizbuşşeytan'dır.. ben: “bir damla, damlanın da merkezindeki “RaBB”ımı bir avuç leşle örtüyorum” diyorum ne olacak?. sistemâtik lâzım.. onu demek istiyorum sistemâtik bulmadığımız takdirde hiçbir yere varamayız.. ancak boşuna konuşan, öyle olmuş, böyle olmuş diyen insÂNlar.. yoksa kardeşim Âdem aleyhisselâmın Kabil’i Habil’ini katletmiştir.. kıyamete kadar, Deccâl'e kadar sürecek bir mesele bu.. bunlar felân değildir.. bunlar sinemâda seyredilen olaylar gibidir.. herkes kendi dizisini seyreder, geçer gider.. oynar, izler, kayda alınır ve geçer gider.. mesele onların dışındadır.. akıl bakımından söylemek istiyorum.. ölmeyen akıllar, ebedîyet bulan akıllar, MuhaMMed aleyhisselâm da buluşan akıllar.. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in beden beden kapıcılığından çıktığı takdirde mutlak anlamda “Lâ ilâhe ilillâLLAH MuhaMMeden Rasûlullah”ın içinde olur.. “Lâ ilâhe illâLLAH” diyen cennete girer buyuruyor adamda diyor ki tamam la ilâhe illâLLAH dedim gireceğim ula kardeşim la ilâhi illâLLAH diyenler MuhaMMeden Rasûlullah cennetine girer buyuruyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İhlâs ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü” diyen Cennete girer.” buyurdu.
(Taberanî, Deylemî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resulullah” diyene Cehennem ateşi haramdır.” buyurdu.
(Müslim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resûlü olduğuna, kezâ Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, Allahü teâlâ onu Cennetine koyar.” buyurdu.
(Buharî, Müslim, Tirmizî)

ALLAHını seversen bakarmısın şaşkın adamlara ki, Rasûlsuz ALLAH arıyor.. Onun için kirâmen kâtibiyn; şerefli yazıcılar, üstün yazıcılar.. kirâmen, ikrâm var ya.. Zü’l- Celâli ve’l- İkrâm.. bir şeydiyeceksin ama MuhaMMedî Hakikatın, MuhaMMedî Hakikat olan Rusûliyetin kevniyete gelişi arakesitte RaBBla burun buruna getirir.. insÂN; “Kendini bilen-tanıyan, RaBBini bilir-tanır” derken, Arapça ve Türkçe yaz onu bakayım nereye gider!. RaBB orda sen burda.. RaBBini bilen kendini bilen.. bilen bilenin üzerine bindiği ÂNda, o bilinen MuhaMMed aleyhisselâm resuldür.. yâni ara kesitteki nötrdür.. onu demek istiyorum.. bir ben varım ya, RaBBim bir de Sen varsın.. Ya RaBBi nerde buluşuruz?.. buluşamazsın hemence ara kesite koş!. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme es selâm olsun..

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ
“Ya’lemûne mâ tef’alûn (tef’alûne).: Her yapmakta olduğunuzu bilirler.” (İnfitâr 82/12)

Bu şerefli yazıcılar, kirâmen kâtibinler, o kitabın harfleri.. ikrâm edilen kitabın harfleri; eller, ayaklar, gözler, akıllar, fikirler, vicdanlar, güller, gübreler.. yâni “ALLAHu nuru’s- semâvâtı ve’l- ârd” cümlesi bilirler “mâ tef’alûn” fiilleri de bilirler.. nedir fiil, ya ne olacak?. tiyatroya çıkardık: “Barbaros, yarım saat rol yapacaksın” dedik. O da: Ben Bizans İmparatoruyum ya da, Muhteşem yüzyıldaki Süleymanım!.” dedi çıktı.. kostüm giymekle yaptığı da bu zâten.. bunun doğru olmadığını eli de biliyor, ayağıda biliyor, kalbi de, kafası da, aklı da, fikri de, vicdanı da biliyor.. ama bunu yapıyor, bilinen bu..
Onun için buyuruyor Kur’ân-ı Kerîmde YâSîn Sûresinde;

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
"El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).: Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını (yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır, ayakları şahitlik eder.” (YâSîn 36/65)

فَلاَ يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
“Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn (yu’linûne)..: Artık onların sözleri seni mahzun etmesin. Muhakkak ki Biz, sakladıklarını da açıkladıklarını da biliriz..” (YâSîn 36/76)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
" Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Sizin elleriniz konuşur.. ayaklarınız şâhidlik yapar.. kirâmen kâtibiyn etrafında, elinde kalemle melek arayanlar, çok melekesiz kalacaklar ve çok yazık olacak.. yâni burdaki mesele, “tuvesvisu” buradaki “sen”lik “seviyeleme”sini de görmek lâzım.. hâşâ “bu işi sen beceremiyorsun RaBBım ben bir yapayımda seyret” gibi değil.. tüm mesele buradan geliyor zâten.. yoksa haa, bunu kim yapmıyor?. kontak yapmayanlar, arızalı olmayanlar ki TAM İhlasla bağlı olanlar.. bu ampullerden çıt çıkmıyor hiç!. bunlar gök yüzündeki güneş gibi, RaBB'larının “Keban'ının ışığını yakıyorum yakmıyorum” bile demiyorlar.. Ne Kebanı kardeşim ne Kebanı?. Ne ampulü kör müsün diyor.. Ötekisi ise, çat diyor çıt diyor patlıyor.. ya da karanlık.. yalan gibi bir karanlık..

Barbaros: Evet Hocam, beş yüz mumluk ne bileyim ben philips ampullerimiz var, öyle avizelerimiz var da, elektrik ışık yok.. ışık yok neden?.
Neden olacak ampullerin şahdamarından yakın olan RaBB'ları yok!. varsa da anahtar kapalı ya da, bir yerde kopukluk var.. bir şey var yâni..

“nahnu akrebu ileyhi min habli’l- veridi”
Burdaki “ileyhi” yine aynen deminki “aleyhi” gibidir.. onun üzerine yâni ona, onunla, öyle içli dışlıyız ki.. o kim?. insÂN ve nefsi.. “habli’l- verîd”de.. hem öyle yakınız ki yâni onun gideceği bir yer var değil mi?.. “Çek çek çek çek Barbaros!.” Nereye kadar çekersin, nereye kadar “alâka” ya kadar çekersin daha da götürürsen “zigot”a kadar.. daha da götürürsen bas ortadan ikiye ayır, yarısını annesine ver yarısını da,babasına ver ve “erkek tohumu ana tohumu” de çık İŞin içinden gitsin.. ne yapacaksın yâni gideceği bir yer var, oraya kadar.. Alak Sûresi budur zâten.. oraya kadar Barbaros nerde?. Barbaros döllenmiş bir yumurtadır ilk defâ.. yoksa yarısı ordadır Rahîmiyyette, yarısı da Rahmâniyettedir.. “Habli’l- verid” tıpkı böyledir.. İlk nokta gibidir.. ondan önce bir “BİR”lik noktası yoktur, “kürre”si yoktur.. yâni “nüve”si yoktur.. çekirdeği yoktur.. nüvesi yoktur, ilki yoktur.. işte böyle içerden, bu kadar yakın olan MERKEZde bir “RaBBu’l- Âlemin” ve dışardan yutan MuHitte bir ALLAH celle celâlihu, nasıl böyle kirâlık melekler tutacak kağıt kalem verip de, yazdıracak.. yâni Keban’ın bir gözcüye ihtiyacı mı var ampul için.. BİZ BİR-İZ.. Kirâmen kâtibini, mahkeme kâtibi zannedenler.. mahkemeden habersizler.. onun için sistemâtik sürekli.. istediğimiz kadar Kur’ân-ı Kerîm sohbeti yapalım, sistemâtiği çözmediğimiz ve ortaya koymadığımız takdirde, hep öncekilerin söylediklerini biz de tekrar etmiş olacağız.. esas iş o değil.. esas o değil.. Kur’ân-ı Kerîm, bütün meyvelerin ve sebzelerin yetiştiği muhteşem bir bahçe, cennet bahçemİZ.. ama biz açlığımızdan ölürüz.. tıpkı kavanozun içindeki bal gibi.. her birimiz saldırıyoruz dişlerimizle.. ancak karşılaştığımız bir cam kavanoz.. gördüğümüzü asla yiyemiyoruz!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »



إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
“İnne’l- ebrâre lefî naîm (naîmin).: Şüphesiz ebrâr olanlar, elbette nimetler(le donatılmış cennetler) içindedirler.” (İnfitâr 82/ 13)

İnanıp Amel eden İnsanın iç dış kıyama kalkışlar, patlamalar, çatlamalar öyle olanlar olmayanlar.. 13.üncü âyete gelince ne buyuruyor:

“İnne’l- ebrâre lefî naîm”
Onlar ni’metler içindedirler..
Ebdâllar, bedel olan kendiadlarına bedelsizler..
Ebrârlar,eniyiler Birr-ü-Takvâya Erenler, Birre ulaşanlar.
Ehyârlar kıyazsızlar hayırı seçenler, en haıyrlılar. Ve,
Ehrârlar ise, en hür olanlar, sebebsiz yaratılanlar, sebebsiz yaşayanlar sebeb tanımayanlar ki, mutlak hürler.. hurr-i ayn sahibidirler onlar.. harrû succeden yapanlar onlardır.:

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
"İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne). (secde âyeti): Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.” (Secde 32/15)

Ebrârlar.. Ebrâr nedir?. Ne olacak “elif-be-re” dir.. yâni kim ki akıl içinde, enfüsu akıl içidir, en içteki şah damarından da yakın daha içte AKREB-AKRABa olan RaBBını BİLir, Habli’l- verîd gibi olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi görür BULur da, “BİLE”liğe bağlarsa, bu nefs, ALLAHu zül’- CeLÂL’inın şâhidi olur.. “Elif”in şâhidi olur.. basit bir çözümdür bu.. Ebrâr budur BiRRe Ulaşımm..

El Berru :
Resim

Çokdikkat edip ham akılla düşünmemeliyiz.. NÛruLLah NAKLine RÜŞd edip Eren Mü’min Akılla düşünmeliyiz!.
İçerde RaBBu’l âlemin Yaratıcı SıfatuLLah var.. Hâşâ içerde Ahmed, Mehmed gibi birisi var ve dışarda da ALLAH celle celâlihu var ve O da, başka birisi zannetmemeliyiz.. ALLAHu zül’- CeLÂL, El Ahadu’l- Vâhid celle celâlihu TERK-BİRdir..

Onun için diyorum ki: “SUyun testisi BUZdandır”.. ama anlatamazsın ham akla.. anlatamazsın Kur’ân-ı Kerîme göre anlatsan anlamaz, anlatamazsın.. Çünkü Buz Dağı gibi olan ham akıl, çözülmediği için buzluktan ne yapsın ki..
Eğer bir Rahmet bir Güneş BULur da erir, çözülürse EBRÂRdır.. Zâten içindeki Rububiyyet Kudsiyetini BİLirse, Rusûliyyet Habli’l- Verîd-liğini ki o, habl de, belânın hakikatı demektir.. Habi’l- Verîd, vurûd olan demektir.. varid oluş, ilk vücuda geliştir.. onun için bazı şeyler varki, Münir Hocamın diyor ya “söyleyemezler”.. Hakikatı MuhaMMedî ile belânın hakikatını uğraş ANLA.. artık adamın belâ dediği kötülük, haram dediği sadece yasak, ayıp, haram ise..
Eee “Mescidi Haram” diyorlar.. Mescidi Haram; yasak, ayıp Mescid mi yâni?!. Nerde Haram görse hemen oturtuyor oraya “yasak ve ayıbı” kaldırtamazsın.. artık o, ayıbından, yasağından, şunundan bunundan sökemezsin onu.. Bizim Anka'nın dedesi rahmetli Rasim Abi vardı, amcamın oğlu.. o da meşayihdi, şeydi yâni tasavvuf ehli insÂNdı.. çok değerliydi vefât etti sonra.. kırk elli yıllık tasavvuf ehli insÂNdı.. bizim Siirti Hocama da bağlanmıştı.. bizim de en yakın insÂNımızdı Rasim Abi.. Rasim Abi diyor ki: “Ali Emmi varıdı” diyor. Ali Emmi çok iyi bir insÂNdı.. Câmi cemâatıydı. Ben de çok geç öğrendim amma, emekli olduktan sonra..
Rasim Abinin fâkir dervişlere gizli yardımı vardı, takip edermiş.. Nerde kış günü, odun kömür alamayan varsa.. Aksaray soğuk yer çâresiz kalan insÂN varsa onları tâbi takip ediyor.. Çoğu köy kökenli.. onlara gidiyor oraya bir torba kömür yıkıyor, odun yıkıyor, ekmek veriyor, şunu yapıyor bunu yapıyor.. başka kimse görmüyor ve kimse bilmiyor yardım ettiğini.. böyle bir şey bu.. bir kişi göçmenmiş, muhacir gelmiş, nerden gelmişse gelmiş ama, çok fâkir bir insÂN, dar geçimli bir insÂNsa elden gelebildiği kadarıyla her şeyi yapıyor..
Ali Emmi bir müddet câmiye gelmiyor.. ne oldu?.. “Ali Emmi çok hasta!.” Demişler.. Rasim Abi de: “Bir şeyler aldım gittim” diyor.. “Koca bir tek göz dam ev, odun kömür de göndermiştim ona” diyor.. “Ben varınca: “Ooo buyur Mehmed Hocamın oğlu!.” Dedi. Hoca Amcamın zamanından o odam, eski..
“Eee işte nasılsın Ali Emmi?.”
“İyiyim”.. işte, şöyle böyle.. “Ama hastayım!.” şuyum buyum..
“Namazları kılabiliyon mu Ali Emmi?” dediğimde: “Hacı Rasim Efendi namazları kılamıyom amma Şıhımız Hazretlerini söylediği iki rekat tesbih namazını kılıyorum!.” demiş..

“Namazları kılamıyorum ama şıhımızın söylediği iki rekat tesbih namazını kılıyorum hepten!. Demiş..

Şimdi iyi düşünün ki, hiçbir şeybilmeyen bir kişi o devirde sadece bağlandığı mürşidine tabi oluyor.. İşte bu şekilde anlar adamcağız.. Tariakat dersi tesbihini çekmeden önce iki rekat namaz kılınıyordu.. onu kılıyorum ama, “farz namazlarını kılamıyorum” diyor işte farz nafile anlaşılmazsa böyle olur.. işin aslı anlaşılırsa farz namaz; hasta olsa, teyemmüm eder, sırt üstü yatarken gözleriyle, yürekleriyle namaz kılar.. ayaklarından asarsan yine kılar.. namazdan çıkmaz ki, kılsın zâten.. bu bir hakikattir hakikattir efendim.. işte şuramı yıkadım buramı yıkadım eee abdest aldım kafanın için ne olacak, ağzının içi ne olacak,yalan söylüyorsan!.. kafanın içi ne olacak, şeytanlık düşünüyorsan?.
yoook onlardan bir şey olmaz doğru söylüyorsun.. gerçekten doğru söylüyorsun.. ben bir şey demiyorum, buğday tanesi kadar idrar çıksın abdesti bozar.. içerde bir litre sidik var ama, dışarı damlası çıkmadıkça bir şey yapmaz..
İyi de biz hiç anlamayacak mıyız bunu yâni?.
Şimdi biz, Kur’ân-ı Kerîmin İnfitâr Sûresinin 13. âyetinde:
“İnne’l- ebrâre lefî naîm” in ebrârlar nâim cennetindedir..

Kur’ân-ı Kerîmin İnfitâr Sûresinin 14. âyetinde:
“Ve inne’l- fuccâre le fî cahîm”
Fâcirler ki, fâcir (kötü) olanlar.. Onlarda nâimde değil, cahîmdedirler.. Füccâr olanlar da, kötüler muhakkak ateştedirler ..
Fuccâr kötü müdür?. Kardeşim Arapçada fuccâr kötü müdür?. “Fe-c”-re” kötü müdür?. fecr kötü müdür?.. Hamîm, kızgın ateş demektir cahîm gibidir.. ama, hamîm aynı zamanda dosd demektir.. açın bakın Nur Sûresinin 60. âyetinde hamîm dostlarınız diye hamîm kelimesiyle söyleyecektir..

إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
"İleyhi merciukum cemîâ(cemîan), va'dallâhi hakkâ(hakkan), innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıstı, vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).: Hepinizin dönüşü O’nadır (dönüş yeriniz O’dur). Allah’ın vaadi haktır (gerçektir). Muhakkak ki O, ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar. Ve sonra âmenû olanlar ve salih (nefs tezkiye edici) amel yapanlar, adaletle mükâfatını vermek için O’na iade olunur (döndürülür). Ve kâfir olanlar için inkâr etmiş olduklarından dolayı hamîmden (kaynar sudan) bir içecek ve elîm azap vardır.” (Yûnus 10/4)

Bir başka yerde hamîm kaynar su diye târif edecektir aynı Kur’ân-ı Kerîmin içinde..:

هَذَا فَلْيَذُوقُوهُ حَمِيمٌ وَغَسَّاقٌ
"Hâzâ felyezûkûhu hamîmun ve gassâk(gassâkun).: (Cehennemdekilerin durumu) bu, böylece artık hamîmi (kaynar su) ve gassak’ı (irini) tatsınlar.” (Sâd 10/57)

“Muhamî” diyorsun avukat-himâye eden demektir.. Hamî, himaye edici, himaye edendir. Koruyucu, koruyan. Koruma yapan demektir hamî..

Şunu demek istiyorum ebrâr ne ise, fuccâr da içi, kendine çekendir “cerr” edendir dışarı “cerr” edendir.. yani ham klıyla RaBBlığa kalkışandır.. İşte bu MuhaMMedî Hakikatı kendinde nefsi hesabına ham aklınca cem’ edendir, Firavundur.. Yaratandan felân bahsetmesine gerek yok, boş konuşuyor.. neden, neden boş konuşuyor?. Çünkü Keban, Bursa’ya bin kilometre iken, “ben kendi başıma kendi imkanlarımla cereyân getirecem!.” diyor.. Kebanda cereyân var mı?. soruyor bana.. var!. “Ampul sağlam mı?.” eee getiririm!. Getiremezsin, bin kilometre kablo lâzım bin bin bin tane dağ gölde beldeler aşacaksın.. öyle kolay değil o iş.. o iRSaL ,senin benim keyfimle değil!.

İşte bu böyle fecreder.. kendi kendine fuccâr olur demek istiyorum.. ALLAH celle celâlihu, hiçbir zaman hâşâ kendi yarattıklarıyla eğlence yapmaz, alay etmez, hakir görmez, kötü görmez hâşâ hâşâ!. O’na hiç yakışır mı böyle şey!. Yok, yok insÂN kendine yapar ne yapmışsa ve yapmaktaysa ve yapacaksa!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi İnfitâr Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

Yâni şimdi biz Kur’ân-ı Kerîmin İnfitâr Sûresinin 13. Âyetinden devam edelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
“İnne’l- ebrâre lefî naîm (naîmin).: Şüphesiz ebrâr olanlar, elbette nimetler(le donatılmış cennetler) içindedirler.” (İnfitâr 82/ 13)

Ve de;

وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ
“Ve inne’l- fuccâre le fî cahîm (cahîmın).: Ve şüphesiz facir (kötü) olanlar da, elbette çılgınca yanan ateşin içindedirler.” (İnfitâr 82/ 14)

Onlar devâmlı cehennem içinde olanlar, şu anda öyleler zâten

يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدِّينِ
“Yaslevnehâ yevme’d- dîn (dîni).: Din günü ona yaslanacaklardır” (İnfitâr 82/ 15)

“Yaslevnehâ yevme’d- dîn”
Onlar nereye sall etmişler, yaslanmışlar, akmışlar sıla etmişler ?.
“yevme’d- dîn”e.. “Yaslevne-hâ”.. ona, “hâ” ya yâni o “cahîm” e sıla edeceklermiş.. “yevme’d- dîn” din gününde din gününde.. din günü neydi?. Âhiret!.. iyi de, bu gün ne günü?. din günü değil mi?. “mâliki yevmi’d- dîn”.. âhiretin sahibi.. iyi de, bu günün sahibi kim?.

Haa işte bu âhiretten, geçmişten ve gelecekten ne zaman kurtaracağız da şu ÂNa, Şe’ÂNuLLAHa ki Şehâdet Âlemine insÂNları bilemiyorum!.
Hayalî Cennet umudundan ve Cehennem Korkusundan ne zaman kurtaracağız da, “mâliki yevmi’d- dîn” gününde, şu din gününde bu mülkün sahibi kim ALLAH Aşkına!.
“ALLAHuekber!.” demek istiyorum!” diye ne zaman diyeceğiz!.

İşte bu “sıLa” burdaki “saLL” yine bildiğimiz “salât”ın “sal”ıdır.. bu “Yaslevnehâ” daki “saLL” bildiğimiz “saLL”dır.. yaslanırlar maslanırlar demekteyim.. ne yaslanması kardeşim!. atılmak çatılmak yok!. “SaLL” etmek var!. Ampul, ceryÂN için “Keban”a “SaLL” ediyor..
“SaLL” budur!. ne getiriyor ve ne götürüyor görmüyor musun, ne getirip ne götürdüğünü?. ham aklınca tarnsit naklıye mi yapıyor ?.
Benim canım benden bir şey mi alıp götürüyor.. zâten bu âlemde varlığım O’nunla.. O’nun VARlığı, Akıl Bâzârında benimle, TAMMlanmış TÜMMlenmiş bir şeyler OLmuş/Olmakta..
Zâhir ve Bâtın LütfuLLaha fiilen sahibim ben.. şakadan değil ,benim şah damarımdan yakın olan “RaBBu’l- âlemin” Merkezimde.. “vekânALLAHu biküllî şeyin muhit “olan ALLAHu Zü’l- CeLÂL Muhitimyutmuş..

cÂNda cÂNÂN.. Şahdamadan da AKRABa.. İÇ İÇE BİZ BİR-İZLik.. Her ŞEyy O’nun NÛRu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
---“ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

NÛRuLLAK tek Hakikattir ve SALL da, NÛRUndan ZÂTI’nadır..

وَمَا هُمْ عَنْهَا بِغَائِبِينَ
“Ve mâ hum anhâ bi gâibîn (gâibîne).: Ve onlar, ondan (alevli ateşten) gaib olacak (kaybolacak, yanıp bitecek) değillerdir.” (İnfitâr 82/ 16)

Bakın asla; “onlar, O’ndan gayb olamazlar.. yâni ayrılamazlar.. "Kayıb olup ayrılamazlar” diye nasıl tercüme edersin.. ya da şöyle desen ya “onların kendileri cehennemdirler kendilerinde olan cehennemi göremiyorlar olanı göremiyorlar”
Çünkü gayb nedir?. “Olduğu halde görülemeyendir”.. onlar o cehennemliğin içinde olduğunu anlayamıyorlar.. yâni sen istediğin kadar “buz” de buzdan bahset.. Sana da buz diyecek ki: “sen kimsin?. ne suyu kardeşim? diyecek ASLını inkâr edip “yaşasın buzzz!” diyecek”tir..

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
“Ve mâ edrâke mâ yevmu’d- dîn (dîni).: Din gününü sana bildiren şey nedir?” (İnfitâr 82/ 17)

“Ve mâ edrâke mâ yevmu’d- dîn”
Soruyor ALLAHu Zü’l- CeLÂL ZÂTî NÛRu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selle’ e : “Sen idrak edebildin mi din günü nedir?.”
Din günü nedir, din gününü sen idrak ettin mi?.

ثُمَّ مَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
“Summe mâ edrâke mâ yevmu’d- dîn (dîni).: Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir?” (İnfitâr 82/ 18)

Sonra bir daha soruyor: “İdrak edebildin mi din gününü ki ne bildirid sana?.”

Bir daha sorsun.. yine sorsun..
“Aklın iki ucu var.. iki ucundaki zâhir ve bâtınındaki din gününü söyle?.” Buyuruyor..

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
“Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’â (şey’en), ve’l- emru yevmeizin lillâh (lillâhi).: Hiçbir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.” (İnfitâr 82/ 19)

“Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’â”
O din günü var ya o din günü.. O öyle bir gündür ki, kimse mülk edinemez, hiçbir nefis, o din gününde mülk sahibi olamaz.. bir nefis için asla böyle şey yoktur.. “şey’ân” bir şey olarak, böyle bir şey yoktur..

ALLAH ALLAH!. Din gününe biz ulaşsak; elimiz, ayağımız, aklımız, fikrimiz vicdanımız diye bir şey olmayacakmış!.

“ve’l- emru yevmeizin lillâh”
Orada ancak ve ancak geçerli olan “ALLAHın Emri vardır”..
O yevmiddine varanlar, bulanlar ne yaparlarmış?.
Emir, ALLAHındır.. güzel.. ne zaman bu?.
Hep âhirette olacakmış?!.

Ula kardeşim, bu gün ne olacak?.
KÛN feyeKÛN Olmaktayız!.
Her ÂN, Şe’ÂNuLLAHta.. “seBBaha”da.. yENiden Yaratılış HÂLindeyizken kâinât ki, bütün Sistem..
Şimdi ne oluyor emir?.
Bu gün değil de hangi günden bahsediyorsun?.
Esas sorun orda değil!.
“yevmi’d- din” ile “yevmeizin”i anlayamayışımızda..
İkisi de “yevm” birisi “izin” birisi “din”..
İşte o “din”i “izin” haline getirebilmek KULLuk şehâdeti..
Ne farkı var “izin” ile “Şe’ÂN”ın?.
Ne olacak birisinde kendi dâimiyetini görür, birisinde ise, eli ayağının boşa çıktığını anlar ve rahatlar.. yâni çırpınmaktan vazgeçer.. Hâlâ cennetlerde bile kendi geçici “benliği”ni aramaz artık İnşâeALLAHu TeÂLÂ!.

İşte burdaki “temlik” mülk edinme, mülk kazandırma, sahib kılma, sahib çıkma-çıkarma vs.
Temlik dediğimiz kullanma hakkını bile elinden alıyor..
Onun için İmam Ali kerremallahu vechehu Ne buyuruyor: “Bütün perdeler kaldırılsaydı dahi yakînim artmazdı!.” Buyuruyor..
“Tüm engeller kalksaydı yakînim artmazdı!.” Buyuruyor..

Bende diyorum ki, belki de artardı.. kılçık soru yâni.. artâbilirdi!..
PÎRim-Babamız da bana diyor ki: “Ula oğlum zâten perde yoktur ki! nerden çıkardın perdeyi?. perde olsaydı ampul yanarmıydı?. perde aklında!.” Buyuruyor..

Yâni “perde kaldırılsaydı yakinim artmazdı” demek..
“görmediğime tapmam” demek de budur..

Putçular ancak derler ki: “Nerede bulmuş RaBBısını?.” diye i’tirazını-İnkârı basar hemence..
Nisyan, isyan, İnsÂN.. şikak, inşikak.. fatara, in fatara..
İnsÂN da, aynı “in”den gelir.. yine ASLında “sÎn”dir aslı “insÎn”dir.. şikaktır, inşikaktır.. şerehadır, inşirahtır.. fataradı,r infitârdır.. kebirdir ekberdir-TEKBİRdir.. tüm türevler..

Kur’ân-ı Kerîme baktığımızda insÂN Sûresi, İnşikak Sûresi, İnşirah Sûresi, İnfitâr sûresi, TekVir Sûresi, Zilzâl Sûresi gelir de gelir..

Barbaros ,senin göğsün patlar da, içindeki dışına çıkar.. yaptığın toz zerresi kadar hayır ve şerri görürsün.. evet “infitâr”ı bitirelim diye çok söylüyorduk..
çok ilginçtir akıllarımızda şöyle bir tohumlama olarak kalsın diye söylüyorum.. ve tâbi ki hepimizde çok iyi biliyoruz ki hepimizin aklı yaşadığımız sûrece böyle olacaktır.. akıllarımız çocuk gibidir.. nasıl küçük çocuğa bir şey anlatırsın çok hoşuna gider “biliyorum” der.. sevinir.. ortaokul anlatırsın ilkokul çocuğuna.. anlattım diye ortaokulu biraz değişik şekilde anlatırsın, daha değişik.. daha da büyüdükçe yeni şeyler öğreniyor.. halbuki söylediği şey aynı şeyy.. sen öğretmezsin o biliyor.. çünkü ilkokulda söyledin, ortaokulda, lise de, üniversite de söyledin.. yoksa hep aynı şeyi söyledin.. ama kendi hazmı kadar söylediysen doğru söyledin ve anladı..

Bizler de böyleyiz, Akıllarımız Tekemmülü Kâbınndan ibârettir.. Zâten TEVHİD de bundan ibârettir..
Onun için ölüm denilen mefhum-da kimse bir şey götüremiyor, hiçbir zerre dahi hiç.. Çünkü bütün mesele Aklın ve Vicdanın tekemmülünden ibârettir..
“Şunu yaptın bunu yaptım!.”
Geç oraları, işte ee ALLAHın takdiri ne ise onu yaparsın.. hiç kafanı yorma her ne olmuşsa olacaktır.. kimseye zarar vermeden, kötülük yapmadan bir yanlışlık yapmadan, kasıt yapmadan, ALLAHın ni’metlerinin tümünden en güzel şekilde yararlanarak, faydalanarak ve en güzel şekilde yaşayarak, teşekkür ederek şükrederek güle oynaya..
Ve fakat, aklı, fikri ve vicdanı eğiterek, şâhidi olarak cehennemini, cennetin tümünü buraya toplayıp arakesitinde MuhaMMedî Ârif olmayı cümlemize nasib etsin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Evet benim söyleyeceklerim bunlardı..
Bir şeyler sormak isteyen varsa sorsun..
Yoksa bu gün bu kadar..

Nurye: Hocam hatim dualarımız vardı onları yapsak
Kulihvâni: Önümüzdeki hafta yapalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke velhamdulillâhi RaBBu’l- âlemin

'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebîyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi... ''

Bîrahmedike ya erhamerrahimîn..
Bîrahmedike ya erhamerrahimîn..
Bîrahmedike ya erhamerrahimîn..
Erhamna yarabbi. RaBBi yasîr velâ tuasîr. RaBBi temmim bi'l- hayr!.
ALLAHı Zü’L- CeLâL’in salât selâmeti selâmi kelâmi ve melâmı cümlemizin hakk ve hayr üzerimize olsun!.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullah..
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön