Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Resim

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Resim Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ Resim ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Resim Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.

MÂNÂSI: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et! Ve Âdem (aleyhisselâm)’a ve Nûh (aleyhisselâm)’a ve İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Musa (aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de! ALLAHU Tealânın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”


''Allahumme salli ve sellim ala seyyidina muhammedin.''
Dört numaralı salâvat salâvatların içinde.
''Allahumme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn. ''

''Allahümme'' Allahım,
''salli'' sall et, ulaştır.
''Ve sellim'' silim ver, selâmet ver..
ALLAHa ve Resûlüne teslim olmak nasib et.
''Alâ'' ona ki,
''Seyyidina Muhammedin '' Sallallahu Aleyhi Vesellem. Dinin getircisi, uygulayıcısı, sebebi, sahibi, Muhammed Aleyhissalatu Ve selleme sall ve teslimimizi sağla. Bu salâvat meşhurdur. Ve çok önemli bir salâvattır. Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem efendimize sall ve silm ile başlamıştır.

''Ve Âdeme ve Nûhin ve İbrâhîme ve Mûsâ ve İsâ Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin''- Ve bunların arasındaki nebîlere, murselinlere sall olsun ve sellim olsun.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle başlamasının salâvatımızın ana sebebi tüm kâinâtın Nurullahtan, NÛR-u MÎM den kâinâtın halk edilişi.
ilk nokta ilk öz, ilk ana ilk ÜMMü, ilk hasıl oluşundan.
Burda sistemin halk edilişi ALLAHu Zü'l-Celâlin, ''KÛN fe yeKÛN'' şe’en edişi, Şeenullah edilişi salâvatı şerifeye işlenmiş gibi.
Bu âlemde temelde Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem var. MuhaMMed Aleyhisselatı vesselâm var.
Ve arkasından bir insan olarak Efendimiz ABDlığını düşündüğümüz Efendimizi düşündüğümüz zaman “Ve Âdeme” Âdem var ilk yaratılan beden var toprak var.
Âdem, A başharfini çekmediğimiz takdirde “adem” okunur ki, yokluk demektir. Yokluktan kasıt ortada olmayış değildir. Akıl olmadığı zamanki aklın olmadığı zaman ki yokluktur.
Ve bir anlama Nurullah tan ve NÛR-u MÎMden halk edilen bir toprak testi. Âdemi topraktan yarattık içi boş. Bir boşluk içinde Âdem halinde boşluk halinde ruhumuzdan nefha ettik dendiği anda ve ''Nûhen'', Nuh akıl demektir Nuh aleyhi's-selâm ismi mânâsı Nuh akıl demektir.
Ne zaman ki âdem testisine akıl girdi âdem oldu artık. İnsan oldu. Mükellef oldu.

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne):Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.” (A’raf 7/172)

Ondan sonra başlayacak artık. Âdem'e bütün esmayı yükledik ana kart gibi. Bilgisayar kartı gibi bütün esmayı yükledik. Bu ona emaneti teklif ettik. “Elesti bi rabbukum?. kalu bela” derki “belâ: bilakis Rabbimizsin!” Dağların ve diğerlerinin diğer varlıkların yüklenmekten çekindiği bu emaneti insan yüklendi. zalûmen cehûlen, zalimce ve cahilce yaptı bu işi.

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen): Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.(Ahzâb 33/72)

''Ve Âdeme ve Nûhin âdeme ve Nuha.'' Beden aklı buldu.
''ve İbrâhîme'' bakın buraya kadar hiç dini bir kural, dini bir kural gelmedi. Dini bir kural gelmedi Kur'ân-ı Kerim seyrimizde.. Yani bir şeriat ahkamı gelmedi henüz Ne Âdem aleyhi’s-selâm Ne Nuh aleyhi’s-selâm Ne olduğunu bilmiyoruz.
Bilmiyoruzdan kastım bir dini kural gelmiş değil. Nakil gelmiş değil. Yani henüz dini bir nakil gelmiş değil.
''Ve İbrahime'', İbrahime de salat ü selâm olsun dediğimiz anda İbrahime suhuflar verdik. İbrahime ve Musa, suhuf sahifeler verdik yani. Nakil indirdik. Hüküm indirdik. Uyulması gereken kurallar indirdik. Şeriat kuralları indirdik.
“Ve âdeme ve nuhin ve ibrahime ve musa”
Âdem aleyhi’s-selâm Nuh aleyhi’s-selâm Ve İbrahim aleyhi’s-selâm ve Musa aleyhi’s-selâma da selâm olsun..
Dördüne baktığımız zaman Âdem aleyhi’s-selâm Beden olarak görüyoruz. Yani görebiliriz diye söylüyorum. Nuh Aleyhi’s-selâmı Bedene girmiş akıl olarak, İbrahim aleyhi’s-selâm Akla inmiş bir nakil olarak görürüz.
Ve Musa aleyhi’s-selâm Dediğimiz zaman nefis çıkar ortaya nefis insan nefsi çıkar.
Çünkü Musa aleyhi’s-selâm Tasavvuftaki yerine bakıyoruz hep nefis gibidir.
Kur'ân-ı Kerim'de Musa aleyhi's-selâm Tûr Dağında ağaçtan çıkan yangın ateş vs. ateş egemendir.
Peki Âdem aleyhi’s-selâm toprak gibi idi..
Musa aleyhi's-selâm ateş gibi.. ateş aranmıştır, ateş bulunmuştur. Ateş bulunmuştu. Ateş görülmüştür. Eğitim görmüştür yani birkaç kez.
Hızır aleyhi’s-selâmla konuşmaları, Şuayib aleyhi’s-selâm için Medyene Gitmiştir.
Anlatılanlar masal değil, Musa aleyhi’s-selâmın Şahsı değil bir insan nefsinin tasavvuftaki öğretim ve eğitim mertebeleri anlatılmıştır.

“Ve âdeme ve nuhin ve ibrahime ve musa ve İsa.”
İsa aleyhi’s-selâm, Meryem aleyhi’s-selâmın Oğlu İsa aleyhi’s-selâm Mârifet makamı anlaşılması gibi..

İbrahim aleyhi’s-selâm olarak görndüğümüz Şeriat Makamı, Beden Makamı..
Musa aleyhi’s-selâm Gördüğümüz Tarikat Makamı, Nefs Makamı..
İsa aleyhi’s-selâm Gördüğümüz Mârifet Makamı Kalb Makamı.
Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tümünü cem ettiği Hakikat Makamı...

''Ve mâ beynehum minennebîyyîne ve'l-mürselin''-
Ve bunların arasında Nebî olarak bize haber getirenler olarak ve irsal edilenler gönderilenler.
''Salâvâtullahi ve Selâmuhu Tealâ aleyhim ecmaîn.'' Hepsine salımız, ulaşımımız, kavuşumumuz olsun. Selâmımız olsun. Cümlesine ecmainine.

Bu bağlantılar bir insanın hayatında kurduğu, sistem oluşturduğunda, alması gereken “Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAH” ve varması gereken “Eşhedu en lâ ilâhe illâ ALLAH ve eşhedu enne Muhammede'r abduhu ve rasuluhu” noktası için gereklidir.
Böylesine güzel bir salâvat…

Kur'ân-ı Kerim'imizi iniş sırasına göre inceliyorduk.
Buna sebep bizde o devirde yaşasaydık önce Alak Sûresi gelecekti. Sonra Kalem Sûresi gelecekti. Sonra Müzemmil Sûresi, sonra Müddesir Sûresi sonra Fatiha, Tebbet, Tekvir, Alâ, Leyl, Fecr Sûreleri gelecekti. Evet.
Ama biz Salı sohbetlerinde Pazar sohbetleriyle Cuma sohbetleriyle çakışmasın diye farklı bir sûre seçtik.
Beled Sûresini seçtik. Geçen günkü sohbetlerde Beled Sûresinden biraz bahsetmiştik fakat bu gün daha geniş inceleyelim inşaallah…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Beled sûresi 20 âyet olup Mekke de inmiştir, Mekkîdir.
Beled belde demektir. Led kökü dâimiyet köküdür. Yani varlığın temeli, aslı astarı, aklın anlayışın, muhteşem ve her ÂN yeniden Yaratılan SİSTEMi tanıyışın temelidir.
Şu kâinâttan insan aklını çektiğiniz takdirde boşluk doğar.
Diğer hayvanların bitkilerin ve diğer varlıklar; OLuşundan, kendilerinden habersizdirler.
Bir ormanda binlerce hayvan da olsa, ağaç da olsa onların kendi açısından sadece kendilerine proğramlanmış iç güdüleri dahilinde yemeleri içmeleri üremeleri dışında bir şey beklenemez. Çoklukları yoklukları hep buna bağlıdır. Görevleri budur. Yaratılış sistemi içerisindeki Sünnetullah içerisindeki tavır, tarz ve sitil içerisindeki halleri budur.
Beled, Beled veled vadi valide aynı kökten gelir. Beled belde demektir. Bir yer demektir. Mekan demektir. Olayların olduğu zamanların geçtiği varlıkların yaşadığı akılların şeyler olaylar zamanlar ve zannları yaşadığı kabın adı mekanını adı oluşum yerinin adı beleddir. Beldedir.

Birinci âyette:

لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ
Resim---Lâ uksimu bi hâzel beled(beledi): Hayır, bu beldeye kasem ederim ki.(Beled 90/1)

Lâ uksimu: şuna yemin olsun ki yok yok lâ yani çok şey demeye gerek yok. Peşin peşin baştaki lâ. yook yoook hayır öyle değil, nedir uksimu bi hazal beled. Şu beldeye yemin ederim ki uksimu birinci şahıstır. Allahu Zülcelâl kendisi biz demiyor sıfatlarını kullanmadan direkt olarak Zâtullah uksimü bilhazelbeledi. Bu beldeye yemin ederim ki buyuruyor. Beled Haram’a yemin ederim. Haram, huremte lâyık olandır. Saygıya sevgiye ve bütün itibara lâzım ve lâyık olan yerdir. Mescid-i Haram Kâbe’yi içinde bulunduran secde sahasıdır. Mecidi Haram, haram bölgeleri Mekke de ve Medine de vardır. Şehirlerden çok dışarıda mikat mahali denilen sahalarda dağlar üzerinde bununla ilgili işâretler vardır. Müslüman olmayanlar oraya giremez ve Müslümanlarda elbiselerini çıkararak buraya mahsus elbiseler-İhramlarını giyerek girerler. Buradaki haram belde Mekke-yi Mukerremedir. Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem Efendimiz orada doğmuştur. İkramın karargâhıdır.
"Doğrusu insanlar için yapılan ilk ev elbetteki Mekke'de bulunan o çok mübarek ve bütün âlemlere hidâyet rehberi olan evdir. Onda apaçık âyetler var:

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
Resim---İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn(âlemîne): Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke'de (Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir.(Âl-i İmrân 3/96)

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---''Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganîyyun anil âlemîn(âlemîne): Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc'a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt'in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganîdir (hiçbir şeye muhtaç değildir).(Âl-i İmrân 3/97)

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.” İbadet yeri.
Orada açık ibareler vardır. Ayrıca İbrahim’in makamı vardır. Makam-ı İbrahim vardır.

Makamı ibrahim, bir âyetler ve açık seçik işâretler ve açık seçik beyanlar vardır. Ve Makam-ı İbrahimde. Neden?
Çünkü İbrahim aleyhi's-selâm, Makam-ı Tehvidin, Hanif Tevhidinin başlangıç noktasıdır. Şeriatın başlangıç noktasıdır. Lâ ilâhe illâllahın başlangıç noktasıdır. Onunla ilgili işâretler gözle görülecek işâretler ve kulakla duyulup anlaşılacak beyanatlar beyyinler ve hep Makam-ı İbrahimdedir o da Kâbenin içindedir.
ve men dahalehu kâne âmin: kim ki oraya hall olursa helâl olursa o harama helâl yani hürmet sahasındaki harama helâl olursa halledilmiş olursa dahil olursa kesinlikle emin olur emniyette olur.
ve lillâhi alen nâsi – insanlar üzerinde Allahın bir hakkıdır ki hiccül beyti – bu evi hac etmek ced olarak tanımak canı cisim cem’ini orada kılmak zâhir bâtını birleştirmek menistetâa– kimin gücü yetiyorsa ileyhi – ona yapmak menistetâa ileyhi sebîlâ… sebîlâ – yol bulmaya, ulaşmaya , bile olmaya gücü yetenler yol bulanlar, yol bulma imkanına sahip olanlar hac etmeleri gerekir. ve men kefera- kimbu hakikati örterse, böyle bir şey beden, nefsen, kalben ruhen yok derse kefere ederse üstünü örterse yok kabul ederse fe innellahe ğaniyyün alel âlemin – Allah âlemlerden ganîdir. Müstağnidir. Çünkü yaratıcısıdır. Onların gelmesi ve gitmesi hiçbir şey yapmayacaktır. Biliyoruz ki beled sûresinin ilk dört âyeti:

Resim---Lâ uksimu bi hâzel beled(beledi): Hayır, bu beldeye kasem ederim ki.(Beled 90/1)

Resim---Ve ente hıllun bi hâzel beled (beledi): Ve sen, bu beldede ikâmet ediyorsun.(Beled 90/2)

Resim---Lekad halaknel insâne fî kebed(kebedin): Andolsun ki Biz insanı, meşakkat içinde yarattık.” (Beled 90/3)

Resim---E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad(ehadun): (İnsan) ona hiç kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?(Beled 90/4)

Âyetleri ilk dört âyet. Birbütün halinde yürür. Çünkü o belde Mekke Allahuzülcelâlın kendisi haram kılmış emin kılmış her bakımdan emin kılmıştır.
Hakikaten yüzünün bakın Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem ne buyuruluyor Bakara 144 Kur’ân-ı Kerimı kerim.
Hakikaten yüzünün Semâda aranıp durduğunu görüyoruz, artık müsterih ol: seni hoşnud olacağın bir Kıbleye me’mur edeceğiz, haydi yüzünü Mescid-i Harama doğru çevir, siz de -ey mü'minler- nerede bulunsanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz; kendilerine kitab verilmiş olanlar da her halde bilirler ki o rablarından gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından ve yapacaklarından gafil değildir.

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn(ya’melûne).
Biz, senin (ilâhi emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı (hoşnut) olacağın kıbleye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.(Bakara 2/144)

Âyette bu böyle. Yine;

وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---''Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd(sucûdi): İbrâhîm'e Beyt'in mekânını (Kâbe'nin yerini) indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve Beytim'i (Evim'i) tavaf edenler, kaim olanlar (ayakta duranlar), rükû edenler ve secde edenler için temiz tut.” (dedik).(Hacc 22/26)

Ve o vakit beyti şerifi insanlar için dönüp varılacak bir sevabgâh ve bir darüleman kıldık -siz de makamı İbrahimden kendinize bir namazgâh edinin- ve İbrahim ve İsmaile şöyle âhd verdik: Beytimi hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem rükü ve sücude varanlar için tertemiz kıl.

Ve iz bevve'na li ibrahime.
tertemiz kıl, belirlemiştik beyan etmiştik, bildirmiştik. Li İbrahime – ibrahime. mekanel beyti- Beyt mekanına Beytullahın yerini. Biz hazır kılmıştık hazırlamıştık. Bir ev yeri gibi bevve’na bir ev olarak, kurulacak bir yer olarak hazırlamıştık yani ev yeri olarak kurmuştuk. Ne diye? enne şunun için ki yani şundan dolayı ki “el lâ tüşruki bi ey'ev– hiçbir şeyle Allah’a ortak koşma. Hiçbir hususta hiçbir şeyle Allaha şirk etme” diye bunun temeli olsun diye beytin yerini hazırlamıştık ibrahime. ve tahhir beytiye littaifine ve tahhir: tertemiz yap beyti evimi benim evimi, beytina bizim evimizi, beytike senin evimini, beyti benim evimi.. tertemiz tahhir yap. Taharet içinde kıl. Burdaki beyt, Kâbedir. Dışını suyla sil. Tozunu al yanında bu beyt Kâbe aynı zamanda kalbtir. Ve tahhir: tâhir kıl tertemiz kıl niçin? Littaifine: tavaf yapanlar için özlerindeki şah damarından yakın Rablarından nur alanların döngüleri için yani atomun etrafındaki eletronlar gibi dönenler için tavaf edenler için vel kaimine: ve kıyam duranlar için kaim duranlar için ver rukkeis: ruku’ edenler için başını eğen nefisler için kıyam durup Rabbini bilen ruku’ edip Rabbini bulan sücud edip Rabbiyle olan ve şehâdette Rabbiyle şehâdet edenler olabilmesi için bunlar hep ver rukkeis sücud: secde edenler için benim beytimi tertemiz kıl demiştik İbrahime. Onun için Kâbenin yerini hani biz İbrahim’i bana hiçbir şeyi ortak koşma evimi tavaf edenler, namaz kılanlar, ruku ve secde edenler için temizle diye belirtmiştik belirlemiştik.

وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ
Resim---''Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amîk(amîkın): Ve insanların arasında haccı ilân et ki, yaya olarak ve develer üzerinde uzak dağ yollarının hepsinden sana gelsinler. (Hacc 22/27)

Ve ezin: müezzinlik yap, ezin: çağır ilan et ki fin nasi: insanlar içinde insanlar arasında insanlar için bil hacci: haccı ilan et ki. Ye’tuke: sana gelsinler yâ İbrahim. Bakın ye’tuke: sana gelsinler. Ricalen: bir racil olarak, insan olarak yaya olarak ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amîk: ya da develer üzerinde yorgun develer üzerinde çok uzak yollardan gelsinler. Nasıl geliyorlar feccin amîk: derin vadiler aşarak yorgunluktan açlıktan incelmiş zamir olmuş harap olmuş binitler üzerinde ya da yaya olara hacca gelsinler bu beldeye gelsinler emin beldeye beytil harama gelsinler. Beyt, özündeki Rabbulâlemini buluş kıblesidir. Aklın kıblesidir. Eşyada Kâbedir. Nefiste, kalbte, ruhta, sırda hafide tümünde 7 Kâbe, 7 haram olduğu bilinir Beytü-l Ma’mur denilen bir gök yüzü gök âlemi, gönül âlemi, üst âlem, ruh âleminde Kâbenin olduğuyla ilgili Beytü-l Ma’mur la ilgili hadisler vardır. Denir ki 7 Kâbe üst üstedir tümü de eşya Kâbesinin dünya Kâbesinin üzerinde der büyüklerimiz.
Ma'mûr, bayındır, bakımlı ev. Kâbe'nin üst hizasında bulunan bir yerdir. Diğer bir adı da "Durâh"dır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sonra bana Beytü'l-Ma'mûr gösterildi. Orayı her gün yetmiş bin melek ziyarete gidiyor." Buyurdu.
(Buhârî, Bed'u'l-Halk, 6).
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ
Resim---Ve ente hıllun bi hâzel beled(beledi): Ve sen, bu beldede ikâmet ediyorsun.(Beled 90/2)

Sen bu beldede oturmakta iken “ve ente hillun” sen helâl iken halledilmiş iken Allahuzülcelâlin bütün lütfunu kullanma hakkını kullanma hakkın var iken.. hill.. hürmete lâyık bir helâllaktır herkesin saygı göstermek zorunda olduğu bir helâllıktır. Helâl oluşthur hak oluştur hayr oluştur. Allahuzülcelâl en ente hillün sen bu beldede helâlsın buyurmakla Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellemin ne kadar büyük bir yüce itibarını buyurmaktadır.
Çünkü muhattab Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellemdir. Sen burada yaratıldın, burada doğdun burada Şeriat-ı Garrayı bu Haram Beldede, Hürmet Beldesinde ortaya çıkaryorsun ve çıkaracaksın.
Biz bu beldeyi senden önce atan olan İbrahim aleyhi’s-selâm’a hazırladık ve ona biraz önceki okuduğumuz âyetlerdeki gibi sendon sanra gelecek pek çok insan sonsuz çok sayıda insanların, yani bütün insanların geleceği bir “Kıble Karargâhı kuracaksın” dedik “tertemiz yap!” dedik bunları okuyoruz.
Yine kasas 85 te. Ne buyuruyor. Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem Mekkeye ikinci haram bölgesi olan Nuru mim bölgesi olan çünkü Mekke Nurullah bölgesidir ana bölgesedir temeldir. Allahuzülcelâlın kendi beytidir. Beyti Rasûlullah Medinedir. Şah damarı gibidir. Beytullah Rabbulâleminin kendi şahsı kendi evi eşyâ içerisindeki işâret ettiği işte burasıdır. Herkes buraya dönsün rastgele dönmesin dediği tüm çember üzerindeki noktaların merkeze baktığı gibi yarı çapı sıfırladığınız da yok olduğu gibi onun içerisinde buyurmaktadır. Sonra hicretten sonra da geri döneceğini de müjdelemiştir Kasas 85 te.

إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاء بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Resim---İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin): Muhakkak ki Kur'ân'ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere döndürecek olandır. De ki: "Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir." (Kasas 28/85)

“Kuşkusuz sana Kur'an'ı farz kılan ALLAH celle celâluhu elbette seni dönülecek yere döndürecektir” buyurarak aradaki hicret hasretini hücre hasretini hecr hasretini akıl dolaşımını bitirecektir.
Ve bu bölge gerçekten haramdır. Orada bir insana eziyet etmek, kötülük etmek hatta kendi kendine dahi bir kılını koparsa insan kurban kesmek zlorunda ya da en az on gün oruç tutmak zorunda kalacaktır.
Çünkü hiçbir şeye zarar verilemeyen beldedir. Ve bu belde Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellemin Mekke fethinde sadece bir gündüzün sadece bir saatinde helâl kılınmıştır.
Nedir o?. Saldırı yapılıyordu. O sırada Kâbe nin içerisine de saldırsalardı insan öldürülebilecek şekilde bir saatlik izin verilmiştir. Onun dışındada hep haramlığını korumuştur. O anda da zâten çoğu teslim olmuştur ve bir şey çıkamamıştır. Ve buyrulmuştur ki o anda her ne yaparsan helâl olacak sorguya çekilmeyeceksin.
Ve ente hillün bi hâzel beled sen helâl oldun bu beldede buraya da yemin bu oluşa da yemin yani haram iken sana belli bir süre burada bir imkan sağlandı buyurulmuştur.

وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ
Resim---Ve vâlidin ve mâ velede.: Ve baba ile çocuğuna ki(Beled 90/3)

“Ve vâlidin ve mâ velede.: Ve baba ile çocuğuna da yemin olsun.
Veled çocuktur. Vâlid babadır. Vâlide anadır. Bunlar aynı kökten “ledde” kökünden doğarlar. Ledde, dâimiyet köküdür. Dâimiyetten kastım Allahuzülcelâlin dâimiyeti değil yarattıklarının dâimiyeti aklın sürekliliği, diriliğin sürekliliği canlılığın sürekliliği insanın insan zincirinin sürekliliği dâima ne gerektiyor bir belde gerektiyor bir yer mekan gerektiriyor.
Sonra bir vâlide gerektiyor anne gerektiriyor bir vâlid gerektiyor baba gerektiyor ki bundan doğacak veledler zinciri bütün kıyamete kadar gelecek bir insan nesli insan zürriyeti insan seceresi doğuruyor…

Allahuzülcelâl burada bir vâlidin, veledin, babaya da çocuğuna da yemin etmektedir. Neden bunlar bütün birinci âyete bağlıdır. Beldeye yemin ederim ve şuna yemin ederim. Ve ler tüm yeminle birlikte bağlamaktadır. “Ve vâlidin ve mâ velede vâlidin” babaya “ve mâ veled” onun soyudur. mâ o şey ki veled o şeyler ki onlar ki onun veledleri Âdemin çocukları vâlidin Âdem ve mâ veled bütün âdem oğlu değil der gibi ve mâ veled ordaki mâ çocuk olanlar ondan doğanlar anlamında gelmektedir.

Bakınız Bakara 29 âyette:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).: O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).(Bakara 2/29)

Hüvellezi haleka leküm mâ fil ardı.. O ki O hâliktır ki O halkeden dir ki sizin için yer yüzünde cemian ne varsa sizin için yarattı. O Halıktır yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.
“cemian sümmesteva iles semâi” sonra semâyı istiva etti.
Bakın sonra semâyı istiva etti SEVİYEledi. seb'a semâvat, yedi kat olarak ve hüve bi külli şey'in âlim o her birşeyi bilen Allahtır. Bilendir.
Âlim olandır ilmiyle bu işi ilmini fiilen icraat edendir. El Âlimdir.. Onun sahibi dir ama el ALÎM olunca Bilen ve bu ilmini de kullanandır.
Burada bakıyoruz ki maddî olarak baktığımızda bütün gök âleminde bir şey yok gibi gözüküyor halbuki gök âleminden ne geliyor güneş ışığı geliyor. Güneş ışığından kasıt ne fotosentez olarak kullanılan ve canlı diriliğini, canlı dirilğini sağlayan bilemediğimiz enerjinin de ötesinde bir dirilik operasyonu getiriyor.

Başka, bizim yaşamamızı sağlayan seviyeli bir ısı getiyor.
1000 C derecede ifratta-maximumda deği,l 00 C derece ifratta-minumumda değil dayayanabileceğimiz bir ısı getiyor ki optimumda-i’tidalde.

Başka görebilmemizi sağlayan bir ışık getiriyor. Gökler 7 kat gökler zâhiren söylüyorum.
Başka bunların kendi içerisindeki denizlerdeki milyarlarca tonluk suları bütün yer yüzüne dağıtacak bulutlar, buharlaşmalar bulutlar ve bunları sevk edecek rüzgar akımları doğrumaktadır ve bütün bunlar kendi sistemi içerisinde her AN olup durmaktadır.
Göklerden böyle rahmet yağmaktadır nasib ve rızk yağmaktadır.

Başka, kendi bedenimizi yer gibi kabul ettiğimiz zaman, ve akıl âlemimizi iç âlemimizi gökler gibi kabul ettiğimiz zaman 7 kat nefsimizi görüveririz hemen ve bunlar için âdeme esmâların nasıl öğretildiğini, yani akıllarımızın iç âlemimizin nasıl seviyelendiğini Âdem aleyhi’s-selâma öğretilen esmâların nerelerde nasıl kullanıldığını ve bu şartlarda meleklerin de ona secde emrettiğini görmekteyiz.
Bu âyet çok ilginç bir âyettir. Her şeyi Allah nizamına koyduğunu yeryüzünde ne varsa hepsini bizim için yarattığını eşyâ ne görüyorsak beden tümünü bunların insan için yarattığını ve üstüne bunların üstüne iç âlemimizi nasıl seviyelidiğini hangi şartlarda götürdüğünü görmekteyiz.

Sümme istiva seviyeledi ilel semâi..
Efendim burda biz sadece zevk ediyoruz bir âyete meal felan vermiyoruz tefsir etmiyoruz çünkü hep söylüyorum bunların meal ve tefsirleri elimizde var.
Bunların bu onlar değilde böyle anlama geldiğini söylemiyorum.
Biz ne anlamalıyıza bakıyoruz ne anlamalıyız bunu söyleyebilecek miyiz. Yani şunu söylüyebiliyoruz diyoruz ki hakikaten Semâ Âlemi gibidir insanın İç Âlemi mânâ âlemi gerçekten. Güneş gibidir..
Nuru MuhaMMed sallâllahu aleyhi ve sellem bütün hayat ondan gelir çünkü. Onu çektiğiniz zaman su kalmaz denizler buharlaşmaz karanlık çöker gaflet çöker hayat durur gıda olmaz sistem çöker Nur-u MuhaMMed öyle bir muhteşemlik, Muhteremlik Mübareklik Muazzamlıktır.
Elbette tüm insanlar Güneşin sırrını, ışının ısının sırrını daha ötesinde neler getirip neler getirmediğini çözmek zorunda değil ama her akıl kabı kadar alacaktır.
Bu anlamda zevk etmemizi doğru buluyorum yani çünkü gerçekten Allahuzülcelâl insanolğuna ikram etmiştir.
Bakınız İsrâ Sûresi 70. âyete.

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).: Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.(İsrâ 17/70)

Ve le kad kerramna beni âdeme.. andolsun ki biz keremli kıldık âdem oğlunu yani şanım hakkım için biz en iyi âdemi âdem oğlunu tekrim ettik, ikramlı kıldık, ikram ettik kindisine.. nerede?..
ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve hamelnahüm.. onları yükleki onları hamalettikyani üzerine yükledik fil berri karada bel bahri denizde ve hamelna onları bir şeye yükledik gemiye yükledik desen olmaz yükledik biz onları kara ve denizde yükledik bahrı diyor çünkü berri ve bahri denizde ve karada onları yükledik binitlere yükledik.
Bu burda bitiyor ama berr kara dediğimizde bedeni bedenen ve bel bahri dediğimizde fıtraten getirdiğimiz genetik kartlar gibi atalarımızdan aldığımız bedeni analarımızdan demin söylediği “vâlid-vâlide -ve veled” den aldığımız bu sistemin bedensel olarak anadan babadan çocuğa aktarılışı sırasında bahri iç âleminde neler aktarılmaktadır. Genetik kartlar soya çekimler şunlar bunlar bunların bahr ilgisi yok mudur ilimle denizle ilgisi yokmudur diye düşünebiliriz…

ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesirim mimmen halakna tefdiyla..
evet. Ve biz ve rezaknahüm onları öyle rızıklandırdık ki,
minet tayibati.. ayıplardan arınmış tertemizleriyle rızıklandırdık ve faddalnahüm onları faziletlı kıldık fazlâlıklı kıldık ne için?. alâ kesirim mimmen halakna tefdiyla.. fazilet yani yarattıklarımızın kıymetli yarattıklarımızın içerisinde çoğunun pek çoğunun üzerine çıkardık âdemoğlunu evet canlık gözüken bütün eşyânın bitkilerin hayvanların bütünün üzerine çıkardık onları öyle bir binitlere bindirdik ki ana baba diye Bedenen Nefsen Kalben Ruhen bir akış hâlinde akıp gitmektedirler.
Ve biz böyle ikram ettik. Kerîm olan kim idi El Kerîm kendisiyle ikram eden. Neydi Kerîm Allahuzülcelâlın El Mâlik olan Allahuzülcelâlin Mülkiyetinin Rububiyet olarak kevne çıkışıdır.
Kendi nurundan Zâtına mahsus nurundan mülk edinmesidir kendisinin mülk yaratmasıdır.
Rububiyet sırrı olarak KûN feteKûN etmesidir kerem ikram etmesidir yani her ÂN YENİden Yaratıp DURması ŞE’Enidir..
Her şey ikramdır nimettir.. En büyük kerem ise Rahmetenlil âlemin Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve selemdir ki, buna dikkat etmemiz gerekmektedir.
Bütün bunlar kim için böyle buyrulmakdadır?..
İkram edilen, nankör olmayanlar için nankörlük yapmayanlar içindir. Kendini bilen Rabbini bilenler içindir..

Resim---Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurduğu DUYurduğuna Uyarız inşae ALLAHu Teâlâ..
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Kendini bilmeyenler için ne vardır. Furkân Sûresi 44. Âyette:

أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
Resim---Em tahsebu enne ekserehum yesmeûne ev ya’kılûn(ya’kılûne), in hum illâ kel en’âmi bel hum edallu sebîlâ(sebîlen).: Yoksa onların çoğunun, işittiğini veya (böylece) akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir. Hayır, onlar sebîlden (yoldan) daha çok sapanlardır.(Furkân 25/44)

Em tahsebü: sen hesap mı ediyorsun.. enne ekserahüm: onların çoğunu.. yesmeune: işitiyorlar mı sanıyorsun öyle mi hesap ediyorsun, öylemi zannediyorsun ordaki hasebedir, tahsebu. Öyle mi sanırsın.
ev ya'kilun: bunlar işitirler ve akıl ederler mi zannediyorsun sen bunların ekserisinin bu insanların..
in hüm illa kel en'ami bel hüm edallü: onlar var ya onlar sırf hayvanlar gibi, hatta gittikçe daha sapkındırlar. Bunlar gittikçe inne: şüphesiz, hum onlar illâ kel enam: el enam gibidir yani ni’met olarak yaratılan.
Koyun niye yaratılmış?. süt versin yün versin diğer yaratıkları şunu yapsın bunu yapsın bütün birbirine bağlı bir zincirlemenin içerisinde hepsi bir ni’mettir.
Onun içi el en’am denmektedir Arapçada hayvana ni’met denmektedir bir anlamda.
Bunlar böyle yaratılan hayvanların da altına düşerler.
Belhum bilakis hayır hayır öyle değil.. ya nedir?.. belhuma e dalluh sebilâ: öyle bir yol tutarlar ki daha sapık bir yol tutarlar. Daha da gidişe gidiş yolu olarak SALLa gidecekleri yerde, Hakk’a ULAŞıma gidecekleri yerde sapıklığa giderler ve dallum daha da kötü bir yol-DALLi seçmiş olurlar. Neden?
çünkü onlar:

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
Resim---Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar dönemezler.(Bakara 2/18)

“Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn “ Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.. fehum la yerciun bunlar dönmezler!. nereye dönmezler?. mezara dönerler mecbur dönerler.. Hayatta yaşarken dönmedikleri yer ise:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---"Yâ eyyetuhe'n-nefsu'l-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Râzı olmuş ve kendisinden râzı olunmuş bir halde RABBine dön.
(Fecr 89/28)

Bismillâhirrahmanirrahim..
Ya nefsul mutmainne ircii rabbike.. ey tatmin olmuş nefis aklını başına almış nefis-akıl.. ircii rabbike.. rabbine dön..
vardı ya işte oraya dönemezler.. çünkü, sümmündurlar onlar. Bunların kalbleri mühürlüdür.
“kalu semiğna ve ateğna” diyemezler bükmundurlar, bunlar “lâ ilâhe illâllah” da diyemezler dilsizdirler.. umyun bırak onu bunu hiçbir şeyi göremezler a’mâ-kördürler câhildirler.
Lâ yerciun.. artık bunlar dönemezler, kendi kendilerinin gözlerini oymuşlar kalblerini çıkarmışlar ve dillerini kesmişler Allah korusun!.
Evet burda Babaya İbrahim aleyhi’s-selâm’a.. velede İsmâil aleyhi's-selâma ve İsmâil in oğlu MuhaMMed aleyhi’s-selâma ve onların ve onun oğulları Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâma gibi anlamlar verilebiliriz.
Vâlid İbrahim ve İsmâil aleyhi’s-selâmdır.. Veled, MuhaMMed aleyhi’s-selâmdır diyebiliriz.
Çünkü önce Mekke’ye yemin edilmiş olması “ente hıllün” buyrulması bu da mümkündür.
Çünkü İbrahim aleyhi’s-selâmın binâ ettiği ve oğlu İsmâilin gelişip büyüdüğü ve soyundan MuhaMMed aleyhi's-selâmın doğduğu yerdir Mekke.
Çünkü Bakara sûresinden hatırlıyoruz ki biliyoruz ki:

وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي قَالَ لاَ يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ
Resim---Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn(zâlimîne).: Ve İbrâhîm'i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet (imtihan) tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm a.s): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zâlimler nail olamaz.” buyurdu.(Bakara 2/124)

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).: Ve Biz beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)'a ve İsmail (a.s)'a: “Tavaf edenler, âkifler (ibâdet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim'i temiz tutsunlar.” Diye ahdettik.” (Bakara 2/125)

"Şunu da hatırlayın ki bir zaman Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan edip de o, bunları tamamen yerine getirince: "Ben seni bütün insanlara önder yapacağım." buyurdu.
Bu ne demek Şerriatın Garrasın temeli sensin demek.
Şartların kul oluş şartlarının temeli şeriatının şartlarının temeli seni yapacağım. İbrahim aleyhi's-selâm da buyuruyor du ki: “Zürriyetimden de bir kısmını önder yap." dedi.
ALLAH celle celâluhuda, "zâlimler benim ahdime nâil olamazlar" buyurdu. Bu ne demek? Seçeriz, imtihan ederiz. Hani biz Kâbe'yi vaktiyle insanlara bir sevab mahalli ve her türlü düşman taarruzundan emin bir sığınak yapmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim'den namaz kılacak bir yer edinin.
Bu da çok ilginçtir. Bir başka zaman ya da zamanı geldiğinde biz burayı da inceleriz İnşâallah.

Bakın Makam-ı İbrahim'den namaz kılacak SALL edecek bir yer arayın!. Burdaki namaz SALLdır.
Biz burayı Beled Sûresini meâlden 15 dakikaka geçeriz.
Bizim amacımıza düşündüğümüze yâr olmaz..
çünkü bizim istediğimiz şey biz neyi yapmak istiyoruz yani biz neyi anlamalıyız neyi anlarsak doğru yaparız bu noktadayız.
Evet Ve iz ceelnel beyte mesabeten lil nasi ve inna ve tahizu min makami ibrahime musalla.
Bunu demek istiyorum. Ve tahizu.. ihtihaz edin haz duyarak zevkle sözün sohbetin zevkin ötesinde ruhunuzla yani.
Min Makam-ı İbrahim’den ittihaz edin. Edinin..
ittihaz etmek kendinize göz gibi kulak gibi kalb gibi kendinize ait bir yer edinin MAKAM-ı İBRAHİM içinde olun-bulunun..
musalla, namaz yeri SALL edecek bir yer bulun. Makam-ı İbrahim de.. vahidna ilâ ibrahime ve ismâile ahdetmiştik, anlaşmıştık, emretmiştik diye tercüme edilmiş ama burdaki ahidna ahidleşmiştik. İlâ İbrahim ismâile en diye.. ne diye tahrir beytiye raifine tekrar bakın burda yine deminde başka âyette geçtiği gibi aynı şeyi buyurmakta benim beytimi tertemiz yap tavaf edenler için vel akifine burda akif geçti akif, toplanmaktır bir şeyin etrafında ibâdete kapananlar.
Bir şeyi hep birlikte ibâdet edenler akif olanlar onun başına bir ANAÇ ARI-nın başına bütün oğul aralarının kovan arılarının toplaştığı gibi toplanmak akiflik budur.
Akiflik içindeki Nurullahın kevne çıkışına Ayan-ı Sabitenin sabit çıkışıdır.
Bu bir anlamda şu demektedir atomun etrafındaki elektronların koparılmasının zorluğu gibi bir dönüştür akifiyne öyle bir çoklaşmaktır.

Tavafın getirdiği, dönüşün getirdiği, ceryanın getirdiği ASL ile fASLının arasındaki CEZB ve CERR güçlerinin MERKEZ ÇEKimi ve MERKEZ KAÇ dediğimiz sistemin tümünü burda anlatmakta AKİFyin kelimesiyle..
ve ruku’a ve ruku edenler için ne demek ruku?
Ruku şu demek çemberdeki nokta merkeze bakmak zorundadır çemberden kopup çıkamayacağına göre. Elektron yerinde durmak zorundadır çünkü ruku’sudur bu onun. Başını oraya eğişidir. Oraya bağlı oluşudur ordan kopamayışıtır ona bağını bildirmektedir.
Onun için de buyrulmaktadır ki: “nefsini bilen rabbini bilir!.

Resim---Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir.”” BUyurduğu DUYurduğuna Uyarız inşae ALLAHu Teâlâ..
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Men arefe nefsehu fekat arafe rabbehu.
Nefis kendini bildiği anda ne yapar merkeze yönelir. Şah damarımdan yakın olana kulluğa yönelir. Başka bir merkez aramaz. Çemberi parçalayıp çekip gitmez yani.
Verruka u sücud ve ruku vel akifine vel rukkau sücud..
ve secde edenler için evimi tertemiz tut. Bu harika bir âyeti Kerîmedir.
Ve ve iz kale ya ibrahime..
hani İbrahim "Ey Rabb'im! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. halkından Allaha ve âhiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır!” demişti.
ALLAH celle celâluhu da “inkar edeni bile az bir sûre yani geçişi kısa hayatta rızıklandırır sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım ne kötü varılacak yerdir orası. Belli bir süre burada yer içer fakat şartlara uymadığı için bunun karşığında ağır bir şey olur… “diye buyurmaktadır.
Ve Hani İbrahim İsmâilli birlikte evin yani Kâbenin temellerini yürseltiyor ve ey Rabbimiz bizden kabul buyur şüphesiz sen hakkıyla işitensin hakkıyla bilensin diyorlardı.

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هََذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---''Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mines semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir(âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr(nâri), ve bi’sel masîr(masîru).: Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından Allah'a ve yevmil âhire îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah) şöyle buyurdu: “Kâfir olan kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.(Bakara 2/126)

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---''Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm(alîmu).: İbrâhîm (a.s) ve İsmail (a.s), beyt'in (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin. (Bakara 2/127)

Hangi Kâbenin?.
Şeriatın Kâbesini kuruyorlar. Kâbe ne demektir. Kâbe, beyt demektir.
Beyt yaşayışın Allahça olmasıdır. Merkezinin. Ayınla ayanı sabite kendi nefisle kendi başına yaşarken kendini bildiği anda, Rabbini bildiği anda Rabbine yönelir. Rabbca yaşamaya başlar, Rabba yönelik yaşamaya başlar. Bunu buyurmaktadır Allahuzülcelâl..
Kim ki sırtını dönerse özüne şah damarından yakın olana, onu göremeyecek!.. neyi görecek?. dışarıyı görecek..” o bir süredir” buyruluyo,r sonsuz değildir..
İşte akıl, burada-bu NOKTAda imtihan olmaktadır.
Onun içinde zaman zaman söylüyoruz dönen “gabirun” dur diye bu ne anlamındadır?.
Hakka ve Hayra ters dönüş anlamındadır.
Lut aleyhi’s-selâmın karısı, Nuh aleyhi’s-selâmın karısı ve oğlu.. sık sık söylenen gabirunlardan gebermişlerdendirler örnek olarak..
Gabirundur toz kadar değeri bu kadar bile yok anlamındadır.
Gabirun toz demektir bir değeri yok anlamındadır.

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm(rahîmu).: Rabbimiz, bizim ikimizi sana teslim olanlardan kıl, zürriyetimizden de sana teslim olan bir ümmet (kıl) ve bize (hac) ibadetinin yerlerini (ve kurallarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki Sen, Sen, tövbeleri kabul edensin, rahmet edensin (rahmet nuru gönderensin).(Bakara 2/128)

Ey bizim rabbımız bizi sana teslim olmuş kimseler kıl soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl!.
Bize ibâdet yerlerini ve ilkelerini göster tevbelerimizi kabul et çünkü sen tevbeleri çok kabul edensin ve çok merhametlisin.
Rabbena ey Rabbimiz tümümüzü sana teslim olmuşlardan kıl!.
Ve min zürriyetinâ.. ümmeten müslütemen teslim olmuş bir ana çocukları gibi MuhaMMed aleyhi’s-selâm çocukları gibi nebî ümmiydir kendisi öyle zürriyetler ver bize.
Leka erina.. bize göster.. menasikena.. menasıklarımızı göster hangi yoldan gidelim Bedenen, Nefsen, Kalben, Ruhen biz hangi yoldan gidelim. Burdaki menasık nedir?
kÛn oluşunun sırrının MuhaMMedî bir nurla gelişidir insana.
Olanın HAKK’tan olduğunu aklın anlayış ve ona göre davranışı menasık bu dur.
Düştüğümüz zaman Kâbeye kadar götürecek hiçbir engeli ve problemi olmayan yol anlamındadır menasık.
Ve tube Aleyna bize tube dönmektir sana dönüş nasib et!.
Biz arada sıra da sırtımızı dönüveriritz hayat şartları şu bu çeşitli şeyler ama bizi tekrar merkeze-Şah Damarımıza-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize döndürmek nasib et!.
Tu’bu Aleyna.. Tevbede budur zâten.
İnneke entel tevvabur rahim gerçekten sen dönüşü sağlayan yaratansın ve erR ahimsin senin Rahimiyetine güveniyoruz.
Burdaki elif lam mim.. ha mim.. 7 tane ha mim..
başına re yı aldımı razıyı aldımı Rahîm olur.
MuhaMMedî Hakikatin rAHMET olarak gelişidir Rahîm...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

Hakîkat-ı MuhaMMedîye nedir?
Er-Rahim ALLAH celle celâluhu'dur.. sonra Rahim, Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem'dir. Raufu'r-Rahîm'dir tevbe süresinin sonunda.


لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

Lekad câekum rasûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi'l-mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Rasûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhâmetlidir.
(Tevbe 9/128)

Neden çünkü Nûrullah rahmettir Nûrullah. Nûr-u Mim de rahmettir. Mü’min de rahmettir. Tüm rahmet zinciridir bu anlamda söylüyorum.


رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ

Rabbenâ veb’as fîhim rasûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumu'l-kitâbe ve'l-hikmete ve yuzekkîhim inneke ente'l-azîzu'l-hakîm(hakîmu).: RABBimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitab'ı (Kuranı Kerîm'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir rasûl beas et (hayâta getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz'sin, Hakîm'sin.
(Bakara 2/129)

Rabbenâ veb’as fîhimonların içinden ba's et, gönder getir gönderrasûlenirsal ediciler.. ne demek irsal bize selâmetle ulaştırıcılar getir. Rasuller getir mi "hum" onlardanyetlû aleyhim âyâtikeinsanlara, onlara senin âyetlerini tilâvet etsinler, okusunlar, öğretsinler.
Tilâvet içerisinde öğretim ve eğitim vardır. Sâdece ikra değildi.

ve yuallimuhumu'l-kitâbe ve'l-hikmeteonlara kitabı ve hikmeti öğretsinler. Kendilerine âyetleri okusunlar duysun insanlar yâni, duysunlar da kendi içlerinde zâten kendi proglamlarında var olan esmâları harekete geçirsinler.
Kendi makinalarında olan programları indirsinler açsınlar.

ve yuallimuhumu'l-kitâbekendi içlerinde bu kitab zâten var!
Ne demek kitab insan içindeki bileliğin
byi görüyorsunuz değil mi en içtekibeyi te ikinci şahıstır.
Muhatab hâle geliştir
sendediğim zaman karşımdasın demektir. Sanaodesem uzaktasın demektir. BuBİLElik muhatab hâline gelipKÛN!oluyorsakendini bilmiş nefsini bilmiştir o kişi.
Nefsini bilmiş RABBini bilmiştir. Bilelik kitabını
KÛN fe yeKÛNunu okuyor demektir. Rasûllar öğretiyor bunu!.
Yok yok her akıl öğrenir.. ne gerek var, akıl dediğin ne ki!değil!
ve’l- hikmete bakın kitabı ve hikmeti hükmü ve zürriyeti evet kitabı ve hikmeti öğretsin başka veve yuzekkîhimonları tertemiz kılsın temizlesin! Temizleyecek bir peygamber gerek bunların olabilmesi için.
inneke ente'l-azîzu'l-hakîmgerçekten SEN hükmün hikmetin Azîz Sâhibisin!.
Hikmet nedir?. Hikmet insanın içindeki Hakîkat-ı MuhaMMedîyye'nin kevne çıkışı,
KÛN fe yeKÛNoluşunun hakîkatıdır.
Bu hakîkata insan erdiği anda kendi içindeki MuhaMMedî Şuuru, NûR olarak kendi içinden kendine akmaya başlar ve onun hakîkatına ulaşan kişi kullanmaya başlayan kişi MuhaMMedî Müslim-Mü’mindir..Nûru, sürûra getirmiş demektir. Sırrına ermiş demektir. Yaşıyor demektir. Hikmet sâhibi demektir. Artık câhil değildir, ibretlik değildir hikmetlik olmuştur inşâe ALLAH!.

inneke ente'l-azîzu'l-hakîmşüphesiz ki SEN Azîz'sin ve Hakîm'sin.
Yâni tüm sâhiblikler mahitlikler her şeyin gerçek yaratıcısısın, güçlüsün ve hikmet sâhibisin.. Her şeyi muhakkak ki yerli yerince yapan Zâtullah'sın!.

İşte bu âyetlerde bu okuduğumuz âyetlerde de bütün ne anlatıldı yine belde anlatıldı. O belde ve orada doğanlar orada olanlar burası bomboş bir arâzi iken insan, cin, geçmeyen vâdiler arasında bir yer iken Hacer Vâlide'mizin gidip de böyle Safâ, Merve, Mekke, Kâbe, Zemzem.. akıl fikir ermeyecek bir eşyâ merkezi oluşu ezelden oluşunun ortaya çıkışı.. sanki o beldede bir şehir doğmuş, çocuk gibi doğmuş gibi görmekteyiz.
Böyle anlatıldı belde. Gökler ne olacak o belde beden gibidir. O Kâbe kalb gibdir. Desek ki İbrâhim aleyhi's-selâm nefis gibi desek ki İsmâil aleyhi's-selâm şu... gibidir. MuhaMMed aleyhi’s-selâm Ruh gibidir.
Bunları böyle dediğimizi zaman ne olur problem çıkar, problem çıkar öyle çünkü onu BİZ zevk edeBİLiriz.
Bize ne kadar lâzım olduklarını anlatmak için söylüyorum. Nefsimizi İbrâhim aleyhi’s-selâm gibi ateşlere atmazsak çekinmeden atmazsak. İbrâhim aleyhi's-selâm gibi
hadi şu dört kuşu bir yaratta görelimdemezsek..
inanmıyor musun yoksa?
İnanıyorum da kalbim yatışsın diye istiyorum!

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyi'l-mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten mine't-tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm(hakîmun): Hani İbrâhim: "RABBim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (ALLAH ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz ALLAH, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sâhibidir."
(Bakara 2/260)

Vs vs. yaptığımız zamanpeki oğlunu kurban et!derse.Şu aklını yere yatır!derse.
Yatıracakmıyız yatar mı, der mi hakîkaten
babacığım sen emredileni yap inşallah beni sabredenlerden bulursun!mu diyecek..


فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ

Fe lemmâ beleğa meahu's-sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fî'l-menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mine's-sâbirîn(sâbirîne): Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrâhim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rü'yamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmâil) Dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İn şae ALLAH, beni sabredenlerden bulacaksın."
(Saffât 37/102)

Yoksa vekâlû semi'nâ ve ate'nâ!değilde vekâlû semi'nâ ve aseynâ!” “Duydum ama itiraz ediyorum isyan ediyorum!mu diyecek Nefsim!
Veliyyullah değil de
evliyâ değil eşkıyâ olacağım!derse ne olacak!.
O zamanda demin okuduk ya onlar bir müddet burda eşkiyâlık yaparlar fakat ebedî olarak mahvolurlar ALLAH korusun!.


وَالسَّمَاء وَمَا بَنَاهَا

Ve's-semâi ve mâ benâhâ.: Ve semâya ve onu bina edene.
(Şems 91/5)


"Ve's-semâi.." semâya andolsun ve mâ benâhâ… onu binâ edene de andolsun!
Evet göğe ve onu binâ edene yemin olsun!

Evet dördüncü âyetimiz Beled Sûresinde;


لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ

Lekad halakne'l-insâne fî kebed(kebedîn): Andolsun ki Biz insanı, meşakkat içinde yarattık.
(Beled 90/4)

İnsan andolsun ki bir kebed içinde halk edilmiştir.. bir sıkıntı içinde halk edilmiştir.
La râhate fi’d-dünyâ: dünyâda aslâ rahat bulamayacaksınız!Hadis-i şerifi...
Bu âyeti Kerîme dede bir kebed-meşakkat, zorluk içinde yaratıldı.. bir sıkıntı içinde yarattık buyurmaktadır. ALLAHu zu'l-Celâl evet.

Kebed kelimenin aslı bir insanın ciğerini yakmaktır, vurmaktır, şişirmek ve nefessiz bırakmaktadır.

Ben ortaokul ikinci sınıfta okur iken masaların üzerinde dalaşan iki arkadaştan Sebahattin Çakmak hiç unutmuyorum o çocuğun ismini. Bir çocuk diğer arkadaşa tekme atarken ben habersiz kalktığım için tekmesi benim karaciğerime geldi. Ve birkaç dakîkanın içinde komaya soktu.. Katiyyen nefes alamıyorsun birkaç dakîkada mosmor. Karaciğerin şişip bir anda genişlemesi ve bütün sistemi durdurması anlamında A'rabca bir kelimedir.

Kebede racilu, kebden, fehuva kebetun ciğeri şişti hani dalağı şişti de vardı koştuğu zaman dalağı şişti nefessiz kaldı bunun gibi kebed böyle bir zorluktur böyle bir zahmettir. Böyle bir sıkıntıdır.
Fakat bu
kebed bütün hayattır yalnız. Dehşetli şiddetli kuvvetli anlamında bir kelimedir. Geçilmezi zor kepentlerdir. Engellerdir çözülmesi ilim ve öğretim isteyen düğümlerdir.
Kebed teslîmiyyet ve istikâmet seviyelemesi için
BİLinmesi gereken BULunması gereken OLunması ve YAŞAnması gereken bir anlamdır.
Dört tâne kapı olsa;
BİLmek için, BULmak için, OLmak için ve YAŞAmak için..
Dördünün de anahtarı dört dişli bir anahtardır. Tek anahtar gibi gözükür. Birinci kapı öyle bir kapıdır ki bu anahtarın dişlerinden birisi diyelim ki bir numaralı dişin olması anahtarı tam soktuğunuzda o kapıyı açar.
İkinci öyle bir kapıdır ki ya da yapılmıştır ki birinci vardı, ikincisi varırsa yine açar.
Üçüncüsü üç diş varsa açar. Dördüncüsü dört diş varsa açar yoksa açamaz. Dördüncü diş boşa döner.


ilâhe illâ ALLAH
Allâhumme salli alâ MuhaMMed
Şeriat, Târikat, Ma'rifet, Hakîkat..
Beden, Nefis, Kalb, Ruh
İlim, İrâde, İdrak, İştirak
İlim Edeb İrfân Erkan..

Ne kadar dörtlümüzü biliyorsak tümünü görürüz.
Kebed bu yolun geçişidir. Bu yolun sıkıntılarıdır.
Sıkıntıdan kasıt ÇİLEsidir. Bu yolun kulluk imtihanıdır..
Çünkü
Lekad halakne'l-insâne fî kebed
Biz o insanı hepsi de şiddet ve meşakkatli olan bir takım merhâleler içinde yarattık. Babasının gelişi de öyledir. Anasının karnı da öyledir.
Bir bakarsın süt emme dönemi, bir bakarsın büluğ dönemi, bir bakarsın şudur bir bakarsın budur..
Zaman içinde bir bakıyorsun ki akıl fikir ermeyecek bir aşamalardan geçip gitmektedir..
Sonra binlerce insanın mezar taşında “falan oğlu felan” yazdığını görürüz kebep-mebed kalmamış gibi görünür.
Kebedin özetleri de yazılmıştır. Tüm bunlar bedler nerde nerde bitecek sonuç ya dâru's-selâm olan cennet ya da selâmetsizlik olan cehennemde son bulacaktır. Kebed sürer çünkü.
Onun için ALLAHu zu'l-Celâl hak ve hayr versin cümlemize!.
Burda
fî kebedbuyuruyorkebed içinde yarattıkyâni insanı hava gibi yutmuştur bu, zarf gibi yutmuştur bu kebed.. içindeki şeyi yâni mazruf zarfın onun içinde kalmıştır.
Ana karnında olduğumuz gibi şimdi de dünyâ ana karnındayız.
Bunun dışına çıkmamız mümkün değil çünkü
fî kebedbuyuruyor.
Bizim dışımızda değil biz ondan ayrılamayız onu yaşamak zorundayız kader bu OLuşum içerisindedir…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
Resim---E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad(ehadun).: (İnsan) ona hiç kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
(Beled 90/5)

Eyahsebu en len yakdire 'aleyhi ehadun.”
Yahsebu”, o hesap mı ediyor. “en” diye “len yakdire kudreti aleyhi ehad” hiç kimsenin kendisine bir şey yapacak kudreti yok mu sanıyor. Hiç kimsenin kendisine güç yetiremiyeceğini mi sanıyor insanoğlu . Öyle mi zannediyor. Evet öyle hesap mı ediyor?.
Neden dolayı bunu yapıyor. Çünkü, akıl, akıl kendisinin güçlü olduğuna inanır şekilde yaratılmıştır, benlik içinde yaratılmıştır. Kendisini RABB sanır. Kendisini Rab sanan insandır, insan çünkü.
Neden buyrulmuş:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “ Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir ”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532))

Men arefe nefsehu” adam kendini bildi, fakat “la arefe rabbehu” RABBısını tanımıyor ne oldu? Kendini RABB sanır:

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”
(Nâziât 79/24)

Peki ALLAHu zu'l-Celâl sanki soruyor gibi: “biz böyle ni’metler içinde bir hiçken onu yaratmışız, bir zavallı bebek iken onu bu hale getirmişiz şimdi zannediyor mu ki kendisine hiç kimsenin bir güç yetiremeyeceğini bu sistemi başına geçiriveremeyeceğimi mi sanmaktadır!”

يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا
Resim---Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ(lubeden).: O: “Pekçok mal tükettim.” der.”
(Beled 90/6)

Yekûlu ehlektu mâlen lubeden” diyor ki bu kişi ben neler helak ettim yani telef ettim. neyi telef etmiş “mâlen lubed” yığın yığın ben mal telef ettim. Aynı şekilde lubed dâimiyet bilelik lutfudur sanki ebedî olarak ona verilmiş gibi bütün beden, akıl, varlık, zaman, ömür, sıhhat vs. gibi bütün bunların kendisi nasıl mal ediyor kendisine. “ben bunları boşuna mı telef ettim!” diyor. “emek verdim şunu yaptım bunu yaptım!”yâni bir sürü şeyler söylemektedir.
Lubed kelimesi kelbid kökünden gelenbir kelime imiş fi’al vezninde kelbid ise üst üste yığılmış istif edilmiş çokça mal. Çokluk ifade eden bir tâbir. Lubbetün libedün gibi kelimelerdir.
Malul libed dediğiniz zaman Karun gibi zengin.
Bunun bir benzeri nerede geçmektedir:

وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا
Resim---Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).: Ve muhakkak ki O; ALLAH'ın Kulu (Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem), O'na (ALLAH'a) duâ etmeye (Kur'ân okumaya) kalktığı zaman, (O'nun etrâfında) neredeyse üstüste birikip toplanıyorlardı.
(Cin 72/19)

Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem Kur'ÂN-ı Kerîm okurken, duâ ederken cinler üzerine öyle geliyorlar ki keçeleşmiş gibi. “aleyhi libedâ” üst üste öyle istif oldular ki keçe yuğmuş gibi oldular, lubed oldular, yani bu kadar yığıntı anlamında..
Ama yukarıdaki âyetimizde söylenen şey “ben onun için kırk sene elli sene atmış sene ömrümün tümünde ne kazandıysam onun uğruna harcadım!” diyor.
Kim diyor. “Ben kazandım şunu yaptım. Ben kazandım iyilik yaptım!” vs. diye oysa Neyin uğruna harcadısya. O belirsiz daha..
Bütün bunları kimin adına harcadı.. Kendi adına mı “men arefe nefsehu.”
Nefsehu, akıldır zâten. “fekad arefe rabbehu” mu? değil mi?
Sonuç, hep oraya götürüyor insan aklını, çünkü!. Neden?.
Şunun için ki dinin, hayatın, yaratılışın temeli “ ilâhe illâ ALLAH” a bağlı.
Bu noktaya getirmeyen hiçbir görüş, hiçbir düşünce Kur'ân’i değildir, islamî değildir, MuhaMMedî ve Rabbanî değildir.

İbadetler, İtaatlar, İrfanlar, İkanlar ve ihsanların tümünün yapılmasına sebeb ŞEHÂDETE İŞTİRAKtir.
Ve bu sonuca getirmeyen fiillerin tümü reddedilir. İstediği kadar yapsın yapmasın bu bir anlamda şu demektir. Bir kişi dönüyor kıbleye: “Elif lâm mîm!” diyor namaz kılıyor ve kabul oluyor, çünkü hin-i hacatte-en imkansız halde oldu.. Başka bir kişiyse Kâbe’de iken, sırtını Kâbe’ye yönünü?.. Çünkü Kuzey Kutbuna dönüyor, güyâ akşama kadar hatim iniyor ama olmuyor! Neden?
Çünkü başka niyet yerde!. Mesele yapması değildir önemli olan; yerinde, zamanında, şartlarında-şeriatında yapmasıdır..

أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
Resim---E yahsebu en lem yerahû ehad(ehadun).: Onu hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
(Beled 90/7)

Yoksa bu aklına tapan AHhmak kişi her ne yaparsa yapsın kendisini gören kimse yok mu sanmakta.. Şah damarından da yakın-AKRABasını-Yaratanını unutmuş mu, inkâr mı etmekte?!..

أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
Resim---E lem nec’al lehu ayneyn(ayneyni).: Ona iki göz vermedik mi?
(Beled 90/8)

E lem nec’al” biz ceâle kılmadık mı, onu âli cem’inde yapmadık mı?. Lütfullah AYNiyetini cem’ etmedik mi kendisinde.. necal-biz kıldık-yaptık!..
Tam teçhiz etmedik mi, her türlü şeyini yerine getirmedik mi, kılmadık mı, etmedik mi?
lehu” onun için.. “ayneyni” iki tâne ayn-göz vermedik mi, biz ona iki göz vermedik mi ?. iki göz, ayneyn.. iki âyân-ı sâbite ki, zâhir ve bâtın âyân-ı sâbite ki, iki göz dediğimiz kafamızdaki iki göz müdür?
Kelle Gözümüzle Kalb Gözümüdür!..
Bütün bunlar aklımızdan gelip geçecek şeyler olarak düşünebiliriz.
Ama normalde ne diyeceğimiz zâten kafamızda..
Doğrusu da kafamızda iki göz vardır. “İki göz vermedik mi görsünler .” diye Kulak duyuyor, göz görüyor, beden temas ediyordu biliyorsunuz.
Elle dokunmadığını beden kabul etmez.
Nefis mutlaka görmesi lâzım görmezse inanmaz çünkü!.
Ve o kadar ki İmam Ali kerremullâhi veche: “Ben görmediğim RABBıma tapmam!” buyurduğu bildirilmiştir.
Nefis bu kadar net görmeye mecburdur. Kalb ise duymaya mecburdur. Duymazsa, merkezden duymazsa inanamaz zâten!
Ondan, bundan duymayla kalb:

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---Âmene'r-rasûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve'l-mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr(masîru).: Rasûl, RABBinden kendisine indirilene îmân etti ve mü'minler de, hepsi ALLAH'a, O'nun meleklerine, kitaplarına ve rasûllerine îmân etti. “Biz, O'nun rasûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve RABBimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana'dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.”
(Bakara 2/285)

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---İnnemâ kâne kavle'l-mu’minîne izâ duû ilallâhi ve rasûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humu'l-muflihûn(muflihûne).: Onların aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resûlüne davet edildikleri zaman mü'minlerin sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte onlar, onlar felâha erenlerdir.
(Nûr 24/51)

Diyemez ve kendini RABB zanneder de tersi bir şey der:

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ
Resim---Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(mu’minîne) :Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!"
(Bakara 2/93)

ALLAH korusun “ate'nâ!” diyeceği yerde “aseynâ!” der isyan eder. Dağıtır durur durmadan..

Onun için merkezden duyması önemlidir diye söylüyorum.
Ruh ise kokuyla, reyhâ ile, reyhâ ruh demektir.
Koku, koku eşyânın rûhudur. Salgıladığı enfesliktir.
Nefese benzemez. Gözün ışığına benzemez!
Çünkü koku en çok rûhun hissettiği bir özelliktir.
Sır ise, daha içerdeki ise ancak sözle olur. Sözü fiilen sâhibinden duyarsa uyar sır olur. O zaman zâten sır ise bir kişi bilirse sırlıktan çıkar.
Diyen bilmez bilen demez !” Noktasına gelir Hoca Molla Mehmed Babamızın buyurduğu!..
Ki o, bir haldir iştirak makâmıdır ve kimseye söyleyemez!
Bir bardak SUyu; yazmasından, çizmesinden, konuşmasından ziyâde gırtlağından geçirirse, bütün hücreleri hiç ses çıkarmadan o SUyun iştirakini YAŞAr.
Bu bir kedide de böyledir, bir çiçektede böyledir, bir insanda da böyledir. Neden?.. Çünkü drekt olarak can ile ilgilidir. Tümünde BİR OL-AN el HaYy esmâsıyla ilgilidir.

Biz ona iki göz vermedik mi?.
Bakın 8 ve 10 âyetlerde ne buyuracak “biz ona iki göz bir dil iki dudak vermedik mi biz ona iki de yol göstermedik mi?
Bu bunların anatomileri vardır kitablarda göz nedir, kulak nedir, neden o ikitanedir, neden dil bir tânedir de “diş ve dudak kapıları” yla kapanmıştır!. İki tâne kapıyla kapanmıştır!..
“Neden dil hem Bedenin, Nefsin, Kalbin ve Rûhun Cebrâilidir?” Buyurucusudur!. Duyurucusudur!. Neden iki tâne “necdeyn” gelecek şimdi iki tâne yol gösterilmiştir.
Hani her şeyi RABBımız yapıyordu?
Neden Hakk ve Hayr ile Bâtıl ve Şer olarak neden YOLumuz iki tâne olmuş?..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

İnsan Sûresi ikinci âyette yine,

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---İnnâ halakne'l-insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîren).: Muhakkak Biz, insanı (iki hücrenin) birleşimi olan bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten, gören (bir varlık) kıldık.”
(İnsân 76/2)

Emşâc: karışık, (iki hücrenin) karışımı, birleşimi..

Bu da dikkat edilmesi gereken bir şeydir.
Kendisi yapıp yapıp da insan ALLAH Celle Celâluhuya sebeb atmamalıdır.
Çünkü bunlar bildirilmiştir.
İnnâ halakne'l-insâne min nutfetin
Biz insanı bir nutfeden bir damladan yarattık.
emşac” katışık ana-baba karışımı de, ya da dört unsur de, emşac yani her türlü şeyden yarattık bir yaratık olarak yarattık.
Nebtelîhi” ibtila ettik, mübtela kıldık yani denemeye tâbi kıldık.
fe cealnâhu semîan basîrâ
Onu bir güzelce imtihan edelim diye.. nerede?..
Hayat sahnesinde imtihan edelim diye..

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Resim---İnnâ hedeynâhu’s- sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).: Muhakkak ki Biz, onu (ALLAH'a ulaştıran) yola hidâyet ettik. Fakat o, ya (ALLAH'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (ALLAH'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.”
(İnsân 76/3)

İnnâ hedeynâhu’s- sebîle
Biz ona biryol gösterdik.. “es-sebîle” bilinen harf-i târifli bir yola..
Bakın bizdeki hidâyet nasıl yanlış anlaşılıyor..
Hidâyet dediğin anda doğruya doğruya götürür kabul edilir..
Halbuki bakın âyet “İnnâ hedeynâhu” Biz onu hidâyet ettik, hidâ ettik, yolu gösterdik. “Es- sebîle” bilinen bir yola..
ve immâ”: ve ama, fakat, ya - ya da, veya..
Eğer ki şakiren-şükreden oısun!. “ve immâ” yok tercih etmezse “kefûren” küfreden-inkâr edendir.
İster şükredici olsun veya isterse nankör olsun, şüphesiz biz ona yolu gösterdik.

Neden hidâyeti hemence doğru yola tercüme ediyorlar?.
Diyorlar ki ALLAH iki yolu gösterdi ama bize otomatik olarak doğruyu gösterdiği için biz hidâyeti eğriye gitme anlamında anlıyoruz.
Bu seferde insanlarda zannediyorki adam eğriye gittiği zaman bütün fiili adam yapıyor.
Adam tercihini yapıyor Fiili ALLAH yaratıyor.
Akıl tercihini yapıyor akıl diyor ki “ben bu adamı öldüreceğim!”
İstediği kadar öldürme diye âyet olsun, bütün insanlar desin, adam tetiğe bastığı anda ne oluyor, fiili Allah yaratıyor.
Fakat suç işleyen o kişidir.

Bunları çok iyi anlamamız lâzım ki, fiilin fâili ALLAHtır. Fakat fiilin seçimi insan aklındadır.
İşte bakın “immâ şâkiren” ister şükredenlerden olur..
Nedir şükür, kerametin şuhuda çıkışıdır.
RuBûBiyet SıRRının kevn oluşunun şühuda şâhidliğe çıkışıdır.
İkramdır bu çünkü şakirdeki. Keremin insanın şehâdetine çıkışıdır.
Bu bir teşekküdür bir bakıma...
Kefere nedir?
RuBûBiyet SıRRını kendi içinde kapatırsa, “kendini bil! RABBini bil!” i bilmezse, RABBini örterse!..
Yani “RABB yok, ben varım!” derse ne olacak kâfir olur, Firavun olur!.
Hakîkatte olanı örttüğü için kefere olur, örtmüş olur, küfretmiş olur..
Bunu anlamamız için söylüyorum!

Bu kâfir ne diyor bu vatandaş ben şu kadar demin söylendiği gibi mal harcadım kim bundan dolayı kim beni hesabı çekebilir diyor.
Bana nasıl şey yapabilir diyor onun üzerine ALLAHu zu'l-Celâl de bu âyetleri şakırt hani öyle mi zannediyordiyor biz ona bak neler yaptık diyor.

وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
Resim---Ve lisânen ve şefeteyn(şefeteyni).: Ve bir dil ve iki dudak.”
(Beled 90/9)

Ve lisânen ve şefeteyn
bir lisan iki dudak.. şefeteyn, şefea çift demek bir lisan bir çifk dudak verdik.
Bunlar hayvanlarda da var biliyorsunuz. Gaga şeklinde de var.. diğer şekilde kullanılması akla bağlı özel yeteneklere bağlı onlardaki iç güdü gibi kendilerinin programlarına bağlı ana kartlarındaki programlarına bağlı çünkü.

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Resim---Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).: Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız.”
(Beled 90/10)

Ve hedeynâhun necdeyn
Ve onu iki yola, “hedeynâhu” onu hidâyet etmedik mi, doğru ve eğri yolu göstermedik mi?
Necde, necd aslında necd tepe gibi "necd", tepe gibi, etraf ve civârından yüksek olan tümsek yere denilir.
Necd-i hicaz, Necd-i Arız gibi dağlar ki oralardaki mıntıkayı tam gören yerlerdir.
Burda öyle buyrulması belli necad da bu kökten gelir..
necded, bahadırlık kahramanlık herkesin bildiği gördüğü göğüs kabartıcı şeylerde bu kelimeler kullanılmaktadır.
Burada ikiler ve tekler..
Kafadaki 7 delik; 2 göz 2 kulak 2 burun ve 1 ağız tüm bunların tercümanı dildir.
Bâtının dili olamayacağına göre hayâli bir dil olamayacağına göre onun da gene o dildir.

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kâleti'l-a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli'l-îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve rasûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Araplar: “Biz iman ettik.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz îman etmediniz. Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalblerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer ALLAH'a ve O'nun Rasûlu'ne itaat ederseniz (ALLAH'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki ALLAH, Gafur'dur, Rahîm'dir.
(Hucurât 49/14)

Onun için ne buyrulmaktadır “sen Müslüman oldum de de, mü’min oldum deme!”
Çünkü sen daha kafa ağzıyla konuşuyorsun Müslüman oldum diye..
İman ettim diye kalb diliyle konuşman lâzım. Kafa diliyde değil kalb diliyle konuşman lâzım..
Onu da bu söyler fakat içerden gelirse söyler burda “necdeyn” demin dediğim gibi göğüs anne kadın göğsü olarak da iki meme olarak da anlatılmıştır ama hiç fark etmez Safa Merve gibidir Hacer Anamızın aynı şekilde yani. Yine iki yoldur.
Bu deminde söylediğim gibi İnsan Sûresinden çok net gösterilmiştir.
İster “immâ şâkiren” ister şükretsin..
İster “immâ kefûren” ister küfretsin.. Biz iki yolu gösterdik!.

Çok nettir yâni bunda ne denirse densin; hayır yolu, şer yolu densin, memeler densin ne denirse densin hepsi aynı yere gelir.
Çünkü âyetler çok yolun gösterildiğine âit. Hadislerde çoktur bu işle ilgili.. Daha doğrusu Hizbullah ve Hizbu'ş-şeytan yoludur bunlar netice olarak.
Birinden ALLAH’a vahdete birliğe gidilir.. Diğerinden de şeytana gidilir ikilik batağında yok olunur. İflas ediliştir hüsranda kalıştır mahvoluştur yazık oluştur. Fâsıklıktır. Kötülüktür.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
Resim---Fe laktehamel akabete.: Fakat o akabeyi (sarp yokuşu) aşmadı.” (Beled 90/11)

Fe lâ.. asla.. “aktehamel akabeh” o akebeye göğüs veremedi insanoğlu.
O kendi varlığına, bedenin kendisinin bir şey olduğuna inanan insan ittiham, ittiham nedir ittiham? tahammül edebilmek kudretidir.
Onun için de bir şeye güçlüce sarılmaktır mesalâ yerden bir şey alıyorsanız belim ağrımasın diye güçlü bir şekilde yakalar ve kaldırırsınız yavaş yavaş hazırlıksız kaldırdığınızda problem çıkar.
Savaşta düşmana bir anda atlayıp vurmak gibidir ittiham.
Tüm tahammülü oraya yükleyerek vurmak yapmak anlamındadır.
Akabe, bir dağın en sarp yokuşlarıdır.
Akabe Körfezi vardır biliyorsunuz kızıldenizin girişinde orası öye çok sarp bır çıkış olduğu için yer olduğu için “akabe” denmiştir orda Osmanlılar çok şehit vermiştir İngiliz oyunlarında.
“Ve akteham” kelimesi yarım yapmak zorla ip atlamak mânâsıyla müşkül şeyleri göğüslemek, ittiham etmek, tahamülü yüksek tutmak anlamında kullanılmaktadır. Bizde de çokça kullanılan bir kelimedir.
Fakat o sarp yokuşa göğüs veremedi. Çetin bir iş olduğuna girişmesi gerekirken yapamadı bunu.
Tahammülü kullanamadı çünkü bu hayat dağındaki çok sert zor yol zor sarp yokuşu geçemedi.
İrkab da burdan gelir azar şiddetle karşılık vermek burdan gelir.
Bu yol kaygan bir yoldur. Bastığı zaman dengeyi bozacak şekilde halk edilmiştir.
Hatta öyledir ki akabe bütün insanlar hepiniz cehennemi göreceksiniz herkes-her can âyetinden dolayı cehennemin üzerindeki geçiş yolu denmiştir.

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).: Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem 19/71)

Ki cehennem bu hayatın içindeki yedi sorunun adıdır. Çözülmezse cehennem çözülürse cennettir çünkü. 7 nefistir bu 7 nefsin “kendini bilmesi rabbini bilmesi” anlamında da düşünebiliriz demek istiyorum.
Biraz sonra gelecek “o akabenin ne olduğunu sana ne bildirdi?” diye Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve selleme soracak Allahuzülcelâl.
İşte Allahın akabesi çetindir.
“Bu insanın nefsi hevası insan ve cin şeytanları gibi allah düşmanlarıyla mücadele etmesidir” demiştir Hasanı Basri Hazretleri.
Yani kulluk imtihanındaki tüm soruların adıdır.
Çünkü insan nereye çıkmak istiyor ve kendisinden Muradullah neyi istiyordu, Muradullah tekrar:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---''Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---'' İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---''Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---''Vedhulî cennetî: Gir cennetime!(Fecr 89/30)

Sen orda- o yalan Dünyada durma tekrar buraya gel!.
Nur-u Mim Nurullaha gidiş tekrar aslına rucu’ ediş öyledir zâten.
Çemberin üzerinde sürekli yürürseniz çıktığınız noktaya geleceksiniz.
Bu âlemde tek şekil tümü küredir, tek kesit dairedir, tek doğru dairedir. Başka doğru yoktur.
Çünkü devrÂN âlemidir seyrÂN cevlÂN hayrÂN Âlemidir.
İşte bu ilâhi nura ulaşım doruk noktasına çıkmak isteyen insan bu merkezdir. Bu bu yol iseçok çetindir.
Çemberden merkeze gidiş çapındaki yol gerçekten zordur akabe olarak bildirilmiştir.
Bununla ilgili;

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى
Resim---Fe lâ saddeka ve lâ sallâ.: Fakat o tasdik etmedi ve namaz kılmadı.” (Kıyâmet 75/31)

Fe lâ saddeka ve la salla.
“Fela saddeka” sadaka vermedi diye tercüme edilmiştir doğrudur.
Ve lâ salla ama bir buradaki saddekayı sadakat olarak görürüz zâten. Öyledir de.
Sadakat gösteremedi sözünde ve “sall” a ulaşamadı anlarız açıkça. Anlaşılır. Neden?
Çünkü Sadık Samimi Sabır ve Selâmet ehli bir kişi için;
Söz Sohbet Zevk ve Haz var idi.
“fela saddaka velâ salla”
Evet ne sadık oldu ne de ulaşımı sağlayabildi.
Başka bununla ilgili yine Furkan sûresi 67. Âyette benzeridir.

وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
Resim---Vellezîne izâ enfekû lem yusrifû ve lem yakturû ve kâne beyne zâlike kavâmâ(kavâmen).: Ve onlar, infâk ettikleri zaman israf etmezler ve kısmazlar (cimrilik etmezler). Ve bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.(Furkân 25/67)

Beled sûresi 12. Âyetimizde

وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
Resim---Ve mâ edrâke mel akabeh (akabetu).: Ve akabenin ne olduğunu sana bildiren nedir?(Beled 90/12)

“Sen bildin mi, idrak edebildin mi?”
Doruğa çırakabildin mi bu düşünceyi,yani İlimini İradeni İdrakine çıkarabildin mi?
Akabe ne imiş?. Yokuş!..
Ne bu sarp yokuş nedir?. Bildin mi bu göğüs verilemeyen sarp yokuşu!.
Keşke o malını zamanını bütün verilenlerin tümünü bu yokuşu çıkmak için harcasaydı ya bunun doğruluğunu bir anlasaydı!. Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi. bile bildin mi gerçekten ki iştirak edebileydin. Ve ma edrake melaakebetu. Neydi yolun çıkışı “fekru akabeh”
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi BELED Sûresi Sohbeti

Mesaj gönderen Hakan »

فَكُّ رَقَبَةٍ
Resim---Fekku rekabetin.: (Akabeyi aşmak) kölenin azadıdır.(Beled 90/13)

''Fekru rebaten'' boyun kurtarmak esir olan bir boyun kurtarmak.
Çıkışlardan bir tanesi yapılacak işlerden birisi onun boyunu kurtarmak başını kurtarmak bu kadar kısa bir âyet “fekku rekabeh” boyun kurtarmak bu boyun kurtarmak “fekku rekabeh'' köle azât etmek tâbir ediliyor.
Köle azât etmek iken köleleşmiş bir nefsin şeytana ve şeytanlaşmışlara hevâ ve heveslere şeytanlara bâtıla şerre şuna buna bağlanmış bir nefsin hür bırakılması Rabbisini bilmesi konusunda tarafsız bırakılması.
Bu burda değil mi aynı zamanda bir akıl ki tüm büyük ni’meti bu Nurullah'tan halk edilen aklı, Nurullah'ın aynası olan aklı en muazzam varlığımız olan aklı, biz esir mi yaptık başkalarının düşencelerine, başkalarının yanlışlarına ya da kendimizin yanlışlarına..
Aslını astarını aramakta “fekku rekabeh” köle azât etmek derken köle mi bulâlım azât edelim şimdi.. Köle nerde ki azad edelim.
Yoksa bizim kendi NEFSimizden kölemiz mi var?. Bunu düşünmemiz gerekiyor...

أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
Resim---Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesgabeh (mesgabetin).: Veya yorgun ve aç olduğu günde doyurmaktır.” (Beled 90/14)

Ev ıt’âmun” veya it’am etmek, taam ettirmek..
fi yevmin” öyle bir gün ki fî-içinde ne var?
mesgabeh var özellikle sıkıntı yorgunluk açlık hayatsızlık hâlinde taam ettirmektir ni’meti an!
Allah'ın verdiği ni’metleri kullanılır hale getirmektir.
Sıkıntı yorgunluk içinde açlık demektir hayatın sönücü demektir böyle bir anda taam ettirmek açlık günü ''mesgabeh'' insanın içindeki HAYY dirilğininin kesileceği Rabbiyle bağlantılarının kesileceği bir acı anda bir ikramda bulunmak bir yardım etmek bir elinden tutu vermek gibi.. diriliğe tekrar döndürebilmek gibi.. canlılığa yeneden döndürebilmek gibi bir şeydir… ''Mesgabe'' insanın sebbi kökü daha doğrusu insanın açlığı ve yıkılacak hale gelişi canını kaybedecek hale gelişidir.
''Mesgabeh'' bu hal içinde oluştur.
Yahut bir açlık gününde yemek yedirmek taam ettirmek bununla ilgili pek çok âyetler yine vardır kendileri açken yoksula yemek yedirirler.
Onu sevmelerine ona ihtayaçları olmasına rağmen yetime yemek seve seve yetime yemek yedirirler.

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا
Resim---Ve yut’imûnet taâme alâ hubbihî miskînen ve yetîmen ve esîrâ(esîren.): Ve sevdiği taamı (yemeği), miskinlere (fakir ve yoksullara), yetimlere ve esir olanlara yedirirler.” (İnsân 76/8)

''Ve yut'imunetta'ame 'ala hubbihi miskiynen ve yetiymen ve esiyren'':
Miskîne, yetîme, esire seve seve yemek yedirirler.
Bu biliyorsunuz İnsan Sûresi 8. Âyettir ve Ali kerremullahi veche Efendimizin tirit paça çorbası canı istemiştir, almıştır.
Fatma Vâlidemize vermiştir üçü de hepsi de oruçtur ama birinci gün bir miskin gelmiştir, yiyecek istemiştir hepsini yiyip gitmiştir.
Bir şeyle iftar etmişlerdir.
İkinci gün yetim gelmiştir yine olmamıştır bir şeyle yemişlerdir.
Üçüncü gün esir gelmiştir o da götürmüştür.
Arkasından Cerbâil aleyhi’s-selâm gelmiştir bu âyeti getirmiştir Rasûlullah SALLâllahu aleyhi ve SELLeme İnsan süresinde bununla ilgili hadisi şerifler vardır sağlamdır.

يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
Resim---Yetîmen zâ makrabeh(makrabetin).: Yakınlık sahibi (akraba) olan yetimi.” (Beled 90/15)

Akarabalığı çok yakın olan yetime. Yemek yedirmek bu yetim kalbiyle bedeniyle nefsiyle irtibâtını kesmiş bir ruh mudur bunları düşünmek lâzım. Kalbiyle irtibâtını keser bir nefis öksüz müdür?.
Ruhuyla irtibâtını kesen bir kalb yetim midir?.
Bunlar düşünülebilecek şeylerdir. Ama bizim bildiğimiz burdaki şey ise yakınlığı olan bir yetime yemek yedirmek bu sarp yokuşlardan birisidir. İkram etmek gerçekten muazzam bir şeydir.
Yetiymen za makrebetin” karibliği yakınlığı kesin olan birine bir yetime yemek yedirmek tiymen hem yetim hem öksüz olan Rasûlullah SALLâllahu aleyhi ve SELLem dir peygamberlerin içinde çocukken. Anneden öksüz babadan yetimdir. Onun için yetimlerin ve öksüzlerin babasıdır.

أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
Resim---Ev miskînen zâ metrabeh(metrabetin).: Veya çok fakir bir miskini (doyurmaktır).(Beled 90/16)

Veya “metrebah” turab olmuş toprak olmuş miskinlere. Böyle miskinlere yemek yediren yoksa bu hakktan ve hayrdan başka yerde kullanılmayan toz toprak olmuş bir beden midir bu miskin.
Yukardan böyle geldiğimiz zaman kendimize uyguladığımızda çeşitli şeyler görebileceğiz.
Toprak döşenmiş toprağa dönüşmüş metraba olmuş türab olmuş toprak döşenip taşa yaslanan olmuş artık böyle bir kişiye de yemek yediren bu zor geçidi geçibilir, bu yokuşu aşabilir diye düşünebiliriz.
''Ev miskiynen za metrebetin'' yahutta toprakta sürünür hale gelmiş bir yoksula birine yemek yediren son mesela ömrünün çok şeylerini geçirmiş artık ayağa kalkıp namaz kılamayan kişinin kendi bedeniyle son şehâdetini getirmesi de bu anlamda mıdır buna yemek yedirmek düşünülebilir.

ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
Resim---Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhame(merhameti).: Sonra âmenû olanlardan (Allah'a ulaşmayı dileyenlerden) ve sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır (akabeyi aşmak).(Beled 90/17)

sümme” Sonra “kane minelleziyne amenu ve tevâsav bissabrı ve tevâsav bil mehrame” nerde olmadı diyor “sümme kane” sonra oldu “minelleziyne amenu” iman edenlerden “ve tevâsav bi’s- sabrı” sabreden sabır sahiblerinden vasiyetleşenlerden oldu “ve tevâsav bil merhameh” olmalıdır burda ciddi bir sorun var birinde olmadı diye tercüme edilmiş çok yanlış olmadı değil aslı şu olmalıdır.
Sümme kane” bunları yaparsa olur oldusay yani “minelleziyne” onlardan “amenu” iman edenlerden “ve tevâsav bissabrı ve tevâsab merhameh” sabra vasiyetleşenlerden merhamete rahmete merhamete vasiyetleşenlerden merhamet ehli vasiyetleşenlerden olur bunlar şimdi. Böyle yapanlar buluştukları yer nere bu vasiyetlerde buluşurlar. Birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden, merhamet tavsiye edenlerden olmalıdırlar olurlar.
ve kane” oldu aslında fakat olmuş gibidir yani olurlar.
Gerçekten muhteşem bir şeydir. Çünkü sâbir iyi de güzelde doğruda HAKKta ve HAYRda olandır kötülüklere tahammül vardır. Sâbir dâima es Sâbir esmâsı ALLAHu Zü'l-Celâlın bereketine sahib çıkmaktır. Birliğe el BiRR takvaya sahib çıkmaktır. Sabrı tavsiye ederler merhameti tavsiye ederler birbirlerine.

أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Resim---Ulâike ashâbul meymeneh(meymeneti).: İşte onlar ashabı meymenedir (meymene sahibidir) (amel defteri (hayat filmi) sağından verilenlerdir)(Beled 90/18)

İşte bunlar bunlar varya “ashabu” sahibtirler neye? “el meymeneh” bunlar meymenet sahibi kimselerdir. Şimdi ''meymeneh'' yemin sağ taraf denmekle beraber biz yemini biliyoruz. Yemin Nurullah'ın NÛR-u MÎMin hayata geçişi demektir. İman ediştir aynen iman kökündendir imanın yaşanış hâlidir ''Meymeneh'' ise bunu her yer de her zaman her halde kullanmak gibidir. Kitabları sağdan verilenler gibi denmiştir, doğrudur onların da kitabları sağden verilin ışığı sağdan gelenler sağ gibi.
Bu ama bizim bildiğimiz imanı sağlam olan mü’minler yalnız.
Ulaike eshabul meymenah” sağ ehlidirler bunlar emin insanlardır. Kendileri de emindir inandıkları da emindir. Her şeyleri böyledir bunlar kesin böyledir.
Meymenetli insan diyoruz ya meymenetli insanlardır bunlar bunlardan hep iyilik gelir.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
Resim---Vellezîne keferû bi âyâtinâ hum ashâbul meş’emeh(meş’emeti).: Ve âyetlerimizi inkâr edenler, onlar ashabı meşemedir (amel defteri (hayat filmi) solundan verilenlerdir).(Beled 90/19)

Velleziyne keferu biayatina” bizim âyetlerimizi tüm hayatınızda görmeniz için işâret taşlarımızı, kâinât Kur'ânınızı, kendi Kur'ânınızı kalb Kur'ânınızı elinizdeki Kur'ânınızı bütün işâretin tümünü örtüp bunlar yok benim aklım var nefsim var..
Şeytan ve şeytanlaşmışlar var gibi yanlışa götürdüklerinde “keferu biayatine hüm ashabülmeş'emeti
Bunlar meşameh ehlidirler. Şeamet ehlidirler.
Şum diyorlar ya uğursuzlar şom ağızlı diyorlarla Türkçede bu kökten geliyor aslında şumdur aslı onun uğursuzluktur kötülüktür.
Yani hiç hoş olmayan şey çünkü bunlar meşamehtir şemah ehlidir.
Tüm şuhudu kendilerinde görürler. Kendilerinden başka kimseye şâhid olmazlar işte meymenah meşameh ehli oluşu..
Meymenah Hizbullah.. Meşameh hizbuşşeytana gider.
Evet bunları güney kuzey gibi göstermek sağ sol gibi göstermek uğurlu uğursuz gibi göstermek çeşitli şeylerde insanın hepimiz düşünebîliriz.
Mümkündür yani. Evet bunlar çeşitli âyetler çok güzel şekilde ifade edilmiştir. Gerçekten yani hangilerinin neler olduğu başka yerlerde de bol bol görülmektedir.

عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ
Resim---Aleyhim nârun mu’sadeh(mu’sadetun).: Onların üzerinde etrafı kapatılmış ateş vardır.(Beled 90/20)

Aleyhim onların üzerine narun öyle bir nar vardır ki ateş vardır “mü'sadeh” o ateşin kapıları kapanacaktır.
Üzerlerine atış bastırılıp kapıları kapanacak. Öyle bir ateş ki musedeh kapatılmış sım sıkı kilitlenmiştir.
Öyle bir ateş ki ateş kendi kendini kilitlemiştir yutmuştur denizin insanı yuttuğu gibi. Bu kadar şiddetli olacağı bildirilmiştir.
Bu hasettu kökünden türetilmiş bir kelime imiş bunun anlamı akıl kendi kendine kör düğüm atıyor demek bütün kapıları kendi kendine kapatıyor demektir.
Kendi kapılarını kendi kendine kapatıyor demektir.
''Aleyhim''; kendi üzerine kendisi kapatıyor. Cehennemi kendi hazırlıyor kapılarını kendisi içerden kapatıyor yani içten birisi kapatıp çıkıp gitmiyor. Evet Onları cehennemin duvarları kuşatmıştır.
Bu da Kehf Sûresinin 29. Âyetidir. Evet bu Beled Sûresi böyle bitmektedir. “Aleyhim narün mu sadeh” üzerlerine geçen ateş bunları yutmuştur kapatmıştır şeklinde bitmiştir.
İnşae ALLAH bu gün Belde sûresi bitmiş oldu.

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Sübhaneke allahümme ve bihamdike eşhedu enlâ ilâhe illa ente vahdeke la şerike leke estağfirike ve etuğbi ileyk ve hurahimür Vedud Celle Celâlihu.

ResimEs salamü aleyküm ve rahmetullah ALLAH celle celâluhu HAKK ve HAYRda kılsın cümlemizi…
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön