Kul İhvÂNi KALEM Sûresi Sohbeti-I

Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi KALEM Sûresi Sohbeti-I

Mesaj gönderen Hakan »

Resim MOR KALeM..


وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
Resim--- "Ve umlî lehum, inne keydî metîn (metînun).: Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir.” ”(Kalem 68/45)

Ve umlî lehum, inne keydî metîn..
BEN onlara mühlett veriyorum.. onlar ise emeli tercih ediyorlar onun için de mühlet veriyorum.. Onların iplerini uzun tutuyorum anlamında.. 50 m. daire çizeceklerine 500 m. daire çiziyorlar.. haa belki 100 m. daha uzatıyoruz 600 m. Çiziyorlar.. Daire çiziyorlar, bağlı duracak değiller ya!.
Umlî.. Bakmak, memnun etmek.. Emel de bundan gelmektedir.. Uzunca olduğu için “emel” denir..
Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem “emel”i anlata bilmek için buyuruyor ki;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir gün eline iki çakıl taşı aldı ve bunlardan birisini yakına, diğerini uzağa attı ve: “Bu neyi temsil ediyor, biliyor musunuz?” buyurdu. Sahabe-yi Güzzin: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu uzağa düşen EMEL, şu yakına düşen de ECELdir” buyurdu.
(Tirmizî, Emsâl, 7)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir gün yere çubukla kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra ortasından bir hat çekti. Onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasındaki hatta istinaden birçok küçük hatlar çekti. Sonra Peygamberimiz;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bunu şöyle açıkladı: “Şu ortadaki çizgi İNSANdır. Şu onu kuşatan şey ise ECELidir. Şu dışarıdaki uzanan çizgiler ise o insanın EMELidir. Bu çizgiyi kesen şu küçük çizgiler ise insanın başına gelecek olan MUSİBETlerdir. Bu musibetlerden birinden kurtulsa diğerine değer, ondan da kurtulsa eceli onu bırakmaz!.” buyurdu.
(Buharî, Rikak, 4; Tirmizî, Kıyamet, 22; Zühs, 25; İbn-i Mâce, Zühd, 27)

Resim---İnsanın EMEL ile ECEL arasında takip edeceği yolu da Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle açıklamıştır.: “Dünyada garip bir yolcu gibi ol. Akşama erdin mi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı iken hastalığın için, hayatta iken ölümün için hazırlık yap!. Kendini kabir ehlinden say, namazını da son kılacağın namaz gibi kıl!.” buyurdu.
(Buharî, Rikak, 2; Müslim, Zühd, 25)

İnsan hayatı boyunca pek çok farklı durumlarla karşılaşır, başına her nevi hayır ve sıkıntı gelebilir, pek çok şerli ve hayırlı insanlarla konuşur. Ölümlere ve dirilmelere şâhid olur. Bütn bunlar onun aklını başına getirir ve ibret almasına, uyanmasına, gerçekleri görmesine sebep olur. Nitekim Peygamberimiz;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Allah bir insanın ECELini altmış yaşına kdar uzatmış ise ondan her çeşit özrü ve bahâneyi kaldırmıştır!.” buyurdu.
(Buharî, Rikak, 4; Tirmizî, Daavat, 113; Zühd, 23; İbn-i Mâce, Zühd, 27)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, getirilen iki tane taşlardan birini var gücüyle atıyor. işte emelleriniz nereye düştüyse.. Birini de ayaklarının ucuna koyuyor ki bu da eceliniz!.
İşte hayat budur buyurun ayağınızın ucundaki eceliniz gözünüzün erdiği yerdeki emelleriniz..
Ecellerle emellerimizi seviyelememiz lâzım.. İkisi de lâzım emellerde bizimdir ecelde.. Emelleri olmayan insanlar ölülerdir.. Emelleri olacak ki insan seviyeli olacak.. Ecelden bakınca emeli göreceğiz!. Yoksa dışarı çıkarsa bizi yutar, izini unutturur!.
umlî lehum.. Onlar için bir mühlet veriyoruz, onlara süre tanıyoruz. Onlara bir imkan zaman tanırız onlar için..


inne keydî metîn..
Muhakkak ki Benim KULLuk Tuzağım, çok kuvvetlidir.. Şüphesiz ki benim keydim emelimdir.. İntikam alıştır tuzak.. Bu tuzak hile ile kurulmuş tuzak değil.. târif edilmiş..
“aduvvun mübin” çok iyi anlatılmış beyân edilmiş bir düşmandır şeytan buyuruyor Yâsîn Sûresinde..
“Bilmiyorum!.” diyene.. Yok bal gibi biliyorsun, bu tuzak düşmeyin diye kurulmuş bir tuzaktır, düşün diye değil..
Metîn.. neden metîn.. yâni metînde acabası yoktur.. çünkü kim basarsa düşer.. kurtkapanı gibi.. Elbette ALLAH celle celâlihu tuzağı daha beterdir.. Kullar istediği tuzağı kurabilirler, istediği şeyleri tasarlarlar söylerler neden böyle yapıyorlar?.


أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ
Resim--- "Em tes’eluhum ecran fe hum min magramin muskalûn (muskalûne).: Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Böylece onlar ağır bir borç altındalar mı?” ”(Kalem 68/46)

Em tes’eluhum ecran fe hum min magramin muskalûn..
Em.. yoksa sen onlardan soruyor musun, istiyor musun.. istemekte aynı zamanda seele fiilidir..
Em tes’eluhum ecran.. sen bir şey mi istiyorsun ecren.. sen bir ücret mi istiyorsun.
fe hum min magramin muskalûn..
Sakele, ağır demektir biliyorsunuz.. mağreme.. gram da ordan gelir ağırlıktır.. altından kalkılamayan bir borç içinde mi kalıyor onlar.. onlar için böyle bir şey mi var..
Sen onlara “ALLAHu zü’L- CeLÂL’e gelin!.” demekte bir ücret istiyorsun da, bunlar böyle ağır bir borcun altında mı kalıp da böyle yapıyorlar..


أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
Resim--- "Em inde humu’l- gaybu fe hum yektubûn (yektubûne).: Veya gayb (bilinmeyen âlemler), onların yanında da, artık onlar mı yazıyorlar?” ”(Kalem 68/47)

Em inde humu’l- gaybu fe hum yektubûn..
Em inde humu’l- gaybu.. Yoksa kendilerine verilmiş orda onların bir Gaybı Âlemi mi var.. Kendilerinin yanında bir gayb mi var, olduğu halde gözükmeyen..
fe hum yektubûn.. Yoksa onlar mı yazıyor.. onların yanında bir gayb var da yâni, başkaları göremiyor de sadece onlar mı görüyor.. bir gayb âleminde kudret kalemi gelmiş de kaderleri mi yazıyorlar.. Gözükemeyen şeyler onların sîneleri yanlarında da, ordan mı alıp istedikleri gibi yazıyorlar.. Bakın nasıl çevire çevire kalemle ilgili Kudretullah kudret kalemiyle ilgili şeyler hep dönüyor Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.. Sen ALLAH celle celâlihu’nun Rasûlullahı sallallahu aleyhi ve sellemi olarak buyuruluyor.. ve tekrar diyor ki “ücret mi istiyorsun?”. Hayır öyle bir şeyde yok.. Peki bunların yanlarında kalemleri kitapları var ordan mı yazıyorlar kâinâtın kaderini kendilerinin kaderi için hayır. o zaman;


فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ
Resim--- "Fasbir li hukmi RABBike ve lâ tekun ke sâhıbi’l- hût (hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm (mekzûmun).: Artık RABBinin hükmüne sabret. Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı olarak (RABBine) nidâ etmişti.” ”(Kalem 68/48)

Fasbir li hukmi RABBike ve lâ tekun ke sâhıbi’l- hût (hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm..
Fe.. mütakiben.. yâni bunlardan sonra yâni şimdi sabret!.
li hukmi RABBike.. RABBiyin hükmüne sabret!.
ve lâ tekun ke sâhıbi’l- hût .. Sakın sakın balık sahibi Yûnus aleyhisselâm gibi olma!. RABBiyin hükmünü bekle, sabırla sabret!.
Senden önce de geçmişti Rasûllerimiz.. her peygamber bir yönüyle insan olarak diğer bir yönüyle peygamber olarak yaşadılar ve denendiler.. insan olarak aynı imtihândan geçip tercihler yapmışlardı..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de; Abdullah aleyhisselâm olarak ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem olarak dünya ve âhiret işlerini Sünnetullah gereğince yaşadı-yaptı ve emretti;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, aşılama yapan bir topluluğa uğradı. Onlara: “Siz bunu yapmamış olsanız da (hurma) olur!.” buyurdu. (O sene) hurmalar koruk çıkardılar (iyi bir verim alınamadı). Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, (neden sonra) onlara (tekrar) uğradı ve: “Hurmalarınız ne durumdadır?.” diye sordu. Onlar da: “Şöyle şöyle buyurmuştunuz, (biz de öyle yaptık ve sonuç böyle oldu)” dediler. (Bunun üzerine) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!.” buyurdu.
(Müslim, Fedail, 141)

Resim---Talha b. Ubeydullah radiyallahu anhu anlatıyor: “Resulullah ile birlikte hurmalıklarının başında bulunan bir topluluğa uğradım. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, (orada bulunanlara bahçelerinde çalışanlarla ilgili olarak): “Bunlar böyle ne yapıyorlar?.” buyurdu. Onlar da “çiçeğin erkeğini dişininkine aktarmak suretiyle aşılama yaptıklarını” söylediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bunun bir fayda sağlayacağını zannetmiyorum.” buyurdu. (Aşılamayla uğraşan kişiler) Resûlüllah’ın bu haberini alınca yapmakta oldukları işi terkettiler. Sonra (onların aşılamayı) terkettikleri haberi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ulaştırılınca: “Bu, onlara bir fayda temin ediyorsa, bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi) ifade ettim, beni zannımdan dolayı muaheze etmeyin. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız/tutunuz, zira ben O’na asla yalan isnad etmem!.” buyurdu.
(Müslim, Fedail,139; İbn Hanbel, 1/162; İbn Mâce, Ruhûn, 15)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “...Allah’ın kulları! Tedavinizi görün, zira yaşlılık hariç Allah’ın verdiği hiçbir hastalık yoktur ki, onun için bir deva yaratmamış olsun.” buyurdu.
(İbn Mâce, Tıbb, 1)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir yerde vebâ olduğunu işitirseniz oraya girmeyiniz; bulunduğunuz yerde vebâ meydana gelirse oradan da çıkmayınız!” buyurdu.
(İbn Hanbel, Müsned, 1:192)

Resim---Devesini kastederek: “Bazen bağlar tevekkül ederim veyahut serbest bırakıp tevekkül ederim.” diyen kişiye, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Onu bağla, sonra tevekkül et!.” buyurdu.
(Tirmizî, Kıyame, 60)

ve lâ tekun ke sâhıbi’l- hût.. Hut Sahibi Yûnus aleyhisselâm gibi olma!.
iz nâdâ ve huve mekzûm.. O, nidâ etmişti niyaz etmişti ve o mekzum/kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı idi.

İnsan yutkunuyor ama boğazıdan geçmiyor.. meselâ ahlat, ayva yersiniz de, bir anda boğazına kitlenir, mosmor eder hani.. su içersiniz bir de zor geçer yâni su boğazındayken bastırırsınız böyle geçmemeye çalışır felân.. bır sıkıntı geçirir yâni insan bende de olmuştu olur.. zaman zaman ALLAH ALLAH yahu bir şey oturmuş gibi böyle bir bıkkınlık yâni boğulmak üzere oluş işte böyle bir sıkıntı içinde nidâ etmişti Balık Sahibi Zinnun aleyhisselâm balığa sâhib olan burda “sâhıbi’l- hût” diyor başka yerde “Zinnun” geçecek.. Zin sahibi nun zenun sahibi nun balık sahibi nunun sahibi geçecek İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
RABBinin hükmüne sabret Balık Sahibi gibi olma!. O kizm haldeydi kezm haldeydi boğuluyordu çok kederliydi dertli ve mosmor kesilmiş bir haldeydi.


Resim Yâ HAYYu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihu!.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi KALEM Sûresi Sohbeti-I

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

لَوْلَا أَن تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِّن رَّبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاء وَهُوَ مَذْمُومٌ
Resim--- "Levlâ en tedârakehu ni’metun min RABBihî le nubize bi’l- arâi ve huve mezmûm (mezmûmun).: Eğer O’nun RABBinden kendisine bir ni’met yetişmese idi, mutlaka O, zemmolunmuş (kınanmış) olarak boş araziye atılmış olacaktı” (Kalem 68/49)

levlâ.. eğer ki, şayet, olmasaydı..
en tedâreketu.. bir idrak olmasaydı türkçesi onun idrakine bir CereyÂN gelmeseydi..
ni’metun min RABBihi.. RABBisinden bir ni’met olarak. burdaki tedârik kelimesini biliyorum türkçeye geçmiştir tedârik.. tedârik etmek, temin etmek bir yerden temin etmek.. tedârik, denkleştirmek yâni bulduk imdadımıza yetişti, iyiki bulduk anlamında..
Levlâ en tedârakehu ni’metun min RABBihî le nubize bi’l- arâi ve huve mezmûm.. şâyet tedârik edemeseydi. RABBisinden bir ni’met yetişmemiş olsaydı tedârik edememiş olsaydı kesinlikle o zemmedilmişlerden kınanmışlardan olacaktı.. ondaki mezmun zemmedilenlerden bu kadar ni’metle bu kadar yere mi kırılırmış bu kadar kıymetli bir şey bu kadar boşa mı harcanırmış yazık olmuş.. hem ni’metei hem ona, hem de zamana.. hem geri gelmeyecek bir şey kaybolmuş gibi.. diz dövmek.. zemm.. fırlatıp atıverecek.. nereye?. ıssız dağ başına.. yok olmak, kaybolmak, yapayalnız kalmak, ben kalmak ben.. eğer RABBinden ona bir ni’met tedârik edilmemiş olsaydı kınanmış birisi olarak, zemmedilmiş birisi olarak MuhaMMedî Nuru kendisinin zannedip de elinden kaçırmış olmanın zemmidir burdaki zemm.. neden kaçırıyor?. BİZ olmayız diyor ya!. ben olacağım diyor.. o zaman nereye çık?. Arasata!. yâni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin dışına çıkış.. araziye çıkış boşluk hâli.. arazide kalış, çırılçıplak kalış yapayalnız kalış.. Benlik Nursuzluğunda kalış.. o şekilde “ben” devamlı vardır.. “ben” dediğimde BİZim dediğimiz ben çünkü nurum bedeni mi de istemiyorum bu değil benim bedenimde benimdir. hepsi benimdir..


إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
Resim---“İNNENî ENAllâhu lâ ilâhe illâ ENÂ fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî: Muhakkak ki BEN, yalnızca BEN ALLAH'ım. BENden başka ilâh yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl.” (TâHâ 20/14)

ALLAHu zü’L- CeLÂL buyururken, bir nefs ilâhlık yapıp “ben” dediği için ordaki ben şeytan ben’idir..

Yoksa ALLAHu zü’L- CeLÂL, nefse hitap ederken muhakkak şüphesiz ki ona hitap ediyor ben demese de ortada birisi var yâni o ben ordaki iki bene dikkat etmek birisi kendini bilen ben, birisi de kendini bilmeyen ben..


Resim---Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Kim ki NEFSini BİLdi/TANIdı, kesinlikle RABBını da BİLdi/TANIdı!.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ II/343 (2532)

Kim ki kendini bilirse, nefsini.. nefis kimdir?. o kişinin benliğidir.. kendini bilince ne olur?. fekad arefe RABBehu RABBisini bilir.. o zaman ne olur?. o zaman tevhid olur kardeşim.. şah damarından yakın olanla BİZ olur.. en azından insaf eder..

فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---"Fectebâhu RABBuhu fe cealehu mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Fakat O’nun RABBi, kendisini seçti, böylece O’nu sâlihlerden kıldı.” (Kalem 68/50)

Fectebâhu RABBuhu fe cealehu mine’s- sâlihîn.. RABBisi ictibâ etti, tufa tufa cem’i bileliğin direk hayata getirip ikram eder gibi böyle ictibâ etti.. çok ilginçtir yâni siz bir tarlaya tohum atıyorsunuz,ya da üzüm bağı dikiyorsunuz o bağ ictibâ ediyor; havadan, sudan, topraktan size bir tas pekmez sunuyor ki hayretler içinde kalıyorsunuz.. “nerden aldın bağ kardeş?” diyorsunuz. o da diyor ki: “senin için ictibâ ettim gübrelerden şunlardan bunlardan bu balları getirdim.”
İctibâ etmek çok harika bir kelimedir yâni.. haa “cebe”dir aslı cebe.. Bilelik Cem’idir.. size ait olmasından dolayı ictibâ.. RABBi onu seçti de onu Sâlihlerden kıldı, ictibâ etti.. yâni iş çıkardı da onu Sâlihlerden kıldı.. Sâlih kimdi?. Sâlih, içerdeki nurun, Uluhiyet Nurunun hakk olduğu lütfunun sahibi olan kişidir kardeşim.. kafanı yorma, bu elektrik denilen şey Keban’dan geliyor. Benim prizde olduğuna sen bakma, senin pirizindekine de bakma, herkesin hakkını herkese verelim dediği zaman sâlihtir..
“ne Keban’ı ben kendim kebanım?!.” dedi mi, içerdekini çarpıyı çeker kendisi de zâten çarpıyı yemiştir.. basit düşünüyor gibi anlatıyorum.. çünkü ben böyle anlıyorum.. ama dâima en emin en kestirme dosdoğru gitmek zorundayız.. çünkü bizim derdimiz birine bir şey anlatmak değil ..elli tane kitap yazar iki ay içinde piyasayı doldururuz.. ya da iki televizyona çıkar bağırır çağırır herkes gibi bir şov yaparız.. mesele o değil, mesele çok açık..
biz anlayış seviyelerimizi nasıl bir araya getirip seviyeleyebiliriz.. bir avuç gibi gözüken yâni bir avuç Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin seviyeli dostu olmasın mı!. hiç değilse bir avuç da mı olmasın!. ben yok demiyorum.. ben kendim için de söylüyorum.. istiyorum ki bende olmak isterim diye söylüyorum.. benim de hakkım diye söylüyorum.. senin de hakkın diye söylüyorum.. yâni bu hakkımız bizim böyle olmayışa yazıklar olsun!. böyle olduğumuz bize bir üstünlük getirmeyeceği gibi böyle olmayışa yazıklar olsun! çünkü onda ihânet vardır.. insan olarak yaratılmanın ve yaşatılmanın şerefi, haysiyeti ve onuru ayaklar altına alınmıştır, ihânet vardır.. bunun için halk olmamıştır.. bunun için “sizin şah damarınızdan yakınım” buyurmamıştır ALLAHu zü’L- CeLÂL.. “istediğinizi yapın” dememiştir, “yanlışınızda bende yanınızdayım” buyurmamıştır.
Öyle şey mi olur!. Onun için hayal dervişliği boş, hiçbir şeye dönüşmemiş sadece kağıt üzerinde “sana canımı fedâ ederim!.” Demekte..
Hakikata geliyorsunuz saçının telini bile verdiği yok!.
Bu nasıl bir ihanettir, nasıl bir yalandır ALLAH korusun! dosdoğru “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!.” ne demek!.

“Lâ ilâhe illâllah MuhaMMeder rasûlullah” diyor ne olacak vallahi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi ona ne ederlerse bize de onu ederler.. ne edelim sâdık mıyız, samimi miyiz, sabır da mıyız buna bakacaklar.. başka ne yapacaklar, hangisini beğendireceğimi hangisini beğendiremiyeceğimi bilmiyorum.. gayret ediyorum yâni sadakat gösteriyoruz samimi davranıyorsun ve sabrediyorsun ve selâmeti diliyorsun.. başka ne yapacaksın, başka bir şey yok!. yapmadın da ne olacak!. yapmayanlar ne oldu?.

Onun için zâten İlimde İradede İdrakta ve İştirakte BİZ oluruz..
Zikir Fikirde Şükürde Sabırda BİZ oluruz..
Onun için zâten İlimi Edebi İrfânı ve ErkÂNı halı dokur gibi arka arkaya itiyoruz.. buna birimizin gücü yetmez birimiz yalnızlıktan ölürüz bu çölde, biz bir bütün olarak yok oluruz.. bu gün Barbaros çok güçlüdür ayağımız olur, ne bileyim ben bir başkası gözümüz olur, yarın bir başkası olur öbürü olur bir vücud gibi herkes yolunu alır, yerler gönüller hep birdir.. yâni can birdir.. iyi olan şah damarımızdan yakın olan RABB’ımızdır

Şu ikilik lere bir bakar mısın yâni şimdi Enderde bir RABB var hâşâ şah damarından yakın.. Burak ta bir, Güllalede bir RABB, Hâlim de bir RABB, Ben de de var!.. oh beş tane hâşâ!.. Böyle bir şey yoki RABBulâlemin TEK-BİRdir.. Neden BİZ diyoruz, niye biz neden biz diyoruz.. ALLAHu zü’L- CeLÂL bizi ortak yaptığından değil, biz ayrı değiliz ki ortak olalım.. ama ben bunu derken bu mecnun gibi havalarda “fenafillâh” şarkısı felân söylemiyorum.. yâni bir gerçeği söylüyorum, inândığım bir gerçeği ve doğru olan bir gerçeği söylüyorum..


Eşyâ => Esmâ Cünbüşüdür..
Esmâdan kasdım bütün esmâlar öğretilmiştir. Neden Esmâ?
Çünkü, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Zâtı kendine mahsustur. AHADî Bilinemezliktedir. Nasıldır, nicedir, ne olmuştur filan yoktur. O, O dur. Sıfatları O’na çok yakındır. Sanki güneş diyelim ki güneş var, güneş en yakın sıfatları. Güneşi olan Isı, Işık vs. geldiği için onları görüyoruz ama neler geliyor ALLAH celle celâlihu bilir. Ultra geliyor başka şeyler. Bir sürü daha bilinmeyen şeyler geliyor. Bu Sıfatlar aşama geçirip Esmâ ve Eşyâ halinde yoğuşmaya başlar..
Bu esmâlar tecellî içerisinde takdir içerisinde maddeye dönüştüğünde, madde olarak gözüktüğünde “EŞY” ismini alır. Bu tıpkı bir integral ile türev gibidir.
Eşyâ =>Esmâdan, Esmâ =>Sıfattan, Sıfat =>ZÂT’tan yaratılmıştır.
Bu doğru mudur?. Doğrudur!. “EŞY” dediğimiz Zâhir ÂLeM ki, yerler ve göklerdir. Ve böyle âyet vardır.
Allahu nuru’s- semâvati ve’l- ard..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Allâhu nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ MISBÂHun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle li’n- nâsi, vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).:: Allah, göklerin ve yerin nuru’dur. O’nun nuru, içinde MİSBAH (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidâyet eder (ulaştırır). Ve Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir..” (Nur 24/35)

ALLAH celle celâlihu, Semâların ve Yerin Nurudur..: Allahu nuru’s semâvati vel ard..
ALLAH celle celâlihu, Göklerde ve Yerde ne görüyorsanız tümü bunların tümü ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Nurudur.. ALLAH celle celâlihudur bunların Nuru..
ALLAHu zü’L- CelÂL, Yaratmakta olduğu bütün halk edilenleri yutmuştur. İhate etmiştir.
İşte Bu NÛRun, gözükür/EŞyâ KILınışı HÂLi ise Misbahu’l- MuhaMMeddir.. aleyhisselâm..

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim ---“Ve lillahi ma fi’s- semâvati ve ma fi’l- ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz..” (Nisâ 4/126)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, her şeye muhittir yani kapsar.
Yutmuştur. Çünkü bütün resimler, RESSAM’ın her bakımından kontrolundadır.
Böyle bir ALLAHu zü’L- CeLÂL, SubhÂNî Sistemin Merkezindede böyledir.
Yani Şah damarınızdan yakınım/AKREB OLanımdır..


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim--- “Ve le kad halakne’l- insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min habli’l- verîd: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız!.” (Kaf 50/16)

Bakınız, “Yakınım-Akrabım-Akrabayım” buyuruyor.
Ama “oradayım” buyurmuyor.
Çünkü “ordayım” buyursa, Eşyâlaşır, putlaşır ve uzanımı olur..
“Yakinim” buyuruyor.. Habli’l- Verîd. Tek İpiniz k,i her KULun ÖZündeki Hakikat-ı MuhaMMedîyye BAĞIdır..
“Habl”, İp demektir. “Verid”, Tek demektir ki: “Tek İpinizden de size YAKîNim!.” buyuruyor.
“İnsÂNı =>“İNSÂN” YAPan Tek İp nedir?.” diye mesela düşünüyoruz.
“Şah Damarı” diye tercüme edilmiştir.
Ama Arapça’da “Şahdamarı” yok!..
Bir Arap Doktor “Habli’l- Verîd” demez ona.. Onun adı vardır.
Ama “Habli’l- Verîd”i özellikle bizim İslam Türk Tefsircileri düşünmüşler ki, insanın en kıymetli yeri neresidir?.
Şah damarıdır!. O zaman buna “şah damarı” diyelim diye tercüme etmişlerdir.
Habl, ip demektir.. Verid de “varid” ise, Toplar damar dense de “varidat/OLuş. OLan, OLay demektir..
Her şeyin olduğu İP YARım NefesLik HAYyat TUTanagımız. Şah damarımız..
Ben de esskiden “AKIL” diyorum meselâ. Bu şah damarı “AKIL” diyorum..
Çünkü AKILı çektiğiniz zaman hiçbir şey kalmıyor ortada. Ne Yaratan ne de Yaratılan kalıyor. AKIL sıfırlanıVERiYORr!. Şah damarı/Toplar damarımız hâlâ yerinde durduğu halde..


وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ
Resim--- “Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semiû’z- zikra ve yekûlûne innehu le mecnun (mecnûnun).: Ve inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.” (Kalem 68/51)

Kalemin yazdığı, kendisi de kalem olan hükümlerini şu anda da gökyüzüne yazan, yüreklerimize yazan, kaderlerimize yazan hükümleri Muradullaha açık seyren..
Ve in yekâdullezîne.. Az kalsın, az kaldı ki, yekadu o kadar yakındı ki onlar küfredenler,
le yuzlikûneke.. zaleka, çocuk düşürmektir aslında. ama anne çocuğunu düşürmek ister mi, düşük yapmak aslında zalaka.. onun için ben onu incelemiştim.. “seni deviriverecekler” buyuruyor.. bir bakışta tak deviriverecekler.. neyi devireverecek?. yedi sekiz ay taşıdığı çocuğunu bir harekette, tak çouğunu düşürdü.. yâni böyle can kaybına sebeb.. az kaldı ki o kafirler seni devirivereceklerdi, yerle bir ediverecekler, düşürüverecekler, indiriverecekler, her şeyi mahvediverecekler.. kaydıracak ayaklarını.. yâni çok genşi bir anlamı olan şeydir..
bi ebsârihim lemmâ semiû’z- zikra ve yekûlûne innehu le mecnun.. bakışlarıyla ne zaman?. o zaman ki, o halde ki, semi'u.. zikrullahı işitiklerinde.. ALLAH celle celâlihu zikrini senden, Rasûlullahından ALLAHın zikrini işitiklerinde mübarek ağızlarından senin sesinle ALLAHın sözlerini duyduklarında öyle bir baktılar ki yerin dibine geçirdik.. kin hasedlerinden “şüphesiz şüphesiz muhakkak bu bir delidir mecnundur, delidir.” diyorlar..


وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
Resim--- "Ve mâ huve illâ zikrun li’l- âlemin (âlemîne).: Ve O (Kur’ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.” (Kalem 68/52)

Hayır kesinlikle öyle değil.. oysa gerçekte halbuki hakikat bu değil amma nedir hakikat, o ancak âlemler için bir zikirdir.. Ne kadar uyuşuyor bakın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“rahmeten li’l- âlemin” ve,
Kur'ÂN-ı Kerîm: “zikrun li’l- âlemin”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin getirdiği zikrun li’l- âlemin.: âlemlerin zikri Kur’ÂN-ı Kerîm.. Birisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir.. birisi Kelâmullahtır.. İkisine de tâbi olmak budur..
Nedir zikir?. üç harftir başta “ra” ortasında “kef” arkasında “ze”dır..
re =>rüyettir. ortaya çıkıştır görüştür,
kef =>Rububîyyet Sırrının tecellîsidir benim anladığım kadarıyla KÛN fe yeKÛN olandır..
ze de =>O’nun kevnine sâhib çıkmaktır yâni kendisine değil de zevkine sâhib çıkmaktır, farkına varmaktır ki, gerçekten varalım!.

Yâni ben anladıktan sonra daha neyi araştıracak mışım, neyi arıyacak mışım, neyi düşünecek mişimi ne derdim varmış ki benim!.
Anladım mı yüz bin kere daha baksam ne olacak bu cümleyi okudum ve anladım bir milyon kere söyleseler de söylemeseler de..
Ama burada bir şey var bir şey söylüyor “kef” e dikkat etmek lâzım KÛN feye KÛN-dur.. “yağmur değil mi canım her gün yağar!.” Derlerse..doğru her gün yağar ama her gün aynı yağmur yağmaz!. her ÂN; bir yerde, bir zamanda, bir halde yağar.. kendi yağmurları yağar.. bu yaşta da yağar, mezarımın üzerine de yağmurlar yağar!.
yağmur deyip geçme KÛN feye KÛN deyip geçme, zikir budur.. hep diyoruz: Lâ İlâhe illâllah!.” anlatmıştım Hacı Osman Efendi rahmetlim, huda-i nabit, ALLAHın dağlarda yetiştirdiği hiç kimsenin yozlaştıramadığı hakk dostlarından.. onlar baş eğmeyen insanlar Kalaycı Yahyalar, Derbentli deliler veliler bunlar.. hiç dünyanın pislikleri onları çevirememiştir.. yâni demek istiyorum yoldan alamamıştı, girememişti, boyunlarını eğdirememişti saltanatlar öteler böteler.. çünkü hiçbir şey hiç ve çoğu zaman konuşurken söylerlerdi: “yaşamaktan bıktık mecburuz devam ettiriyoruz” gibi.. onları ilgilendirmiyor insanların can verdiği uğruna mallar mülkler sevdâlar.. böyle makamlar insanın birbirini yüceltmenin mantığını bulamıyor onlar başka işleri vardı, ne idi?. her ÂN yeni bir zikirde idiler.. çünkü yâni ders çekiliyor böyle.. “evlatlarım, yavrularım, kuzularım!.” öyle konuşurdu.. “kuzularım sakın ha sakın RABB’ınızdan şey kalmayın, haa ağah olun, haa uyumayın haa!.
Ben de, bazen ona dürtüyordum.. evet aramızda çok yaşça çok fark olmasına rağmen iki arkadaş gibi kolkola gezerdik yollarda, ellerimizi kenetleriz.. bazı arkadaşlara gösterdim resimlerini, alnı mühürlü böyle avuç içi kadar alnında mühür vardı.. çok muazzam bir insandı ve görürsün felân böyle hoş bir insandı.. sevecen herkese karşı “kuzum” diye konuşurdu hiç kendisine kötülük edenlere dahi öyle söylerdi edenler olmuştu.. böyle hoştu…

Birgün ben: “Bu zikrinizden bıktım!.” dedim ALLAH beni affetsin. “sizin bu tevhit çektirmenizden bıktım, çek çek çek niye çektik. bişey yok hergün aynı şeyi söyleyip duruyoruz!.”
Ama ben bunu itiraz anlamında söylemiyorum, çok cidid söylüyorum.. çünkü ondan çok büyük bir cevap bekliyorum..
Birden nasıl kalktı böyle fırladı kızdığı zaman felân “evlat!.” derdi daha çok. “evlaaat!. Evlaaaat!.” Dedi.. “Haydi sen, ALLAH aşkına tek atışta on ikiden vur, sesini Aksaray’dan duyup geleyim, ayağının altını öpmezsem ve bir daha da sen bu kelimeyi kullanma hadi bize bu zevkii hazzı yaşat!” dedi.

İşte bu demin dediğim “Lâ ilâhe illâllah” deminin “Lâ ilâhe illâlah”ıydı.. Şimdi kim var bunu demek bana lâzım!! Ve de lâyık!.

Bu gerçeği bilsem yahutta o imkanları çözebilsem o zaman başka bir dünyanın olduğunu anlarım.. ama bu böyle bir piyasa işi olsaydı, bir yazı tura atalım da çocuğumuz olsun!. olmadı bir de kızımz olsun!. yazı mı tura mı gelseydi!.. ooohh bir tane çocuk doğuran kadın bulamazdın herşey küle dönerdi çünkü.. öylemi oluyor bu Sünnetullah hayatında.. nasıl hazırlanıyorlar bunu; eşlerimiz, analarımız, kızlarımız, bacılarımız, gelinlerimiz çok iyi bilir.. biz de biliriz nasıl doğar çocuk nerelerden geçer süt nerelerden geçer gelir.. kolaymış mış?.
Kolaymıymış, neymiş çile çile dediğin bir bir üzüntü müymüş, dertmişmiş!. Hayır!.. dertlerini dert edenler dertten geberdiler afedersiniz, dertlerini zevk edenler zevkten dirildiler ve bir daha ölmediler..
Ne derdi dert düşmana olur dosda olmaz.. düşman verir derdi dost vermez!.
Çile başka şeydir.. Çilesini zevke çevirenler, zevk edenlerdir.. Ne yazar o kalem “Lâ ilâhe illâllah MuhaMMederrasulullah” yazar..
Derde çevirenler şikâyet yazar, itiraz yazar.. şikâyet, şükürsüzlük getirir şikâyet yazar.. itiraz, rızasıklık getirir ki, bunlardan ALLAH celle celâlihu korusun, bağışlasın İnşâe ALLAHu TeÂLÂurRahmÂN!.

Evet benim öyle şeylerim vardır.. bu günde böyle geçti kara gözlü sevgilim.. böyle estik ALLAH celle celâlihu kolalık versin.. fazlalarımızın kusuruna bakmasın, azımıza dua ederiz.. hiç değilse kastımıza versin.. yâni niyetimiz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ Sâdık mısınız?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efedimizin huzurunda lâyık mısınız?. Lâzım demiyorum yâni lâyıktır da kendim için diyemem bunu tevazuen söylemiyorum..
ÜMMeti OLarak Bizim yolumuz da tevazu’, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin olduğu kadar..


Resim---Ömer radiyallahu anhu anlatıyor: “Bir gün Resûlullah’ın odasına girdim. Örtüsüne sarılmış halde bir hasırın üzerinde uzanmış yatıyordu. Altında hasırdan başka bir şey yoktu. Yanına oturdum. Kalktı. Bir de ne göreyim, vücudu hasırın izleriyle doluydu. Merak içinde odayı incelemeye başladım. Bir köşede bir kap içinde yemek için saklanan bir avuç arpa, bir başka köşede de kiraz yaprağı ve bir de duvara asılmış tam tabaklanmamış bir deri vardı. Odada başka bir şey görülmüyordu; ne bir yiyecek ne de bir giysi vardı. Duygulandım, dayanamadım, gözlerim yaşardı. Ve ağlamaya başladım. Yüzüme baktı. “Ömer, neden ağlıyorsun?” dedi. Düşüncemi saklamadan söyleme ihtiyacı hissettim. “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! Neden ağlamayayım? Baksana, hasır her tarafına iz yapmış. Üzerinde elbise, altında örtü olarak şu gördüğüm kumaştan başkası yok. Odada ise yiyecek olarak sadece şu gördüklerim var. Kayser ve Kisra zenginlikler içinde yaşarlarken, sen Allah’ın Resûlü ve sevgilisi olmana rağmen senin evin işte bu!” dedim. “Üzülme Ömer! Onlar kral, ben ise peygamberim; kölenin yediği gibi yerim, kölenin oturduğu gibi otururum; çünkü ben kuldan başka bir şey değilim” buyurdu.
(Buharî, Müslim, İbn Hanbel)

Ancak bu tevazu’ Bilinçlidir.. Yoksa bazı kendini bilmezlerin Halkı esir etmesi değildir..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kim insanların kendisi için ayağa kalkıp saygı göstermelerini isterse, ateşteki yerini hazırlasın.'' buyurmuştur.
(Ebu Davud, İbn Hanbel ve Tirmizi de rivayet etmiştir. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 11/50)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, şahsı için asla tevazu’ diye ayağa kalkılmasını istemezdi..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Acemlerin birbirine karşı ayağa kalktıkları gibi (önümden) ayağa kalkmayın.” buyurmuştur.
(İbn Hacer, Fethu’l-Bari)

Tevazu’ başka şey saygı başka şeydir. Eklemek başka şeydir yakmak başka şey bunlar tüm.. bizde de öyledir yâni, şahsımıza ait şeyleri vermek almak felân düşüncelerinden kurtulmamız lâzım, bunları unutmamız lâzım, emredildiği gibi dosdoğru olmak lâzım..
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ, ALLAHu zü’L- CeLÂL bizi, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme yakından yakın kılar yâni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in CÂNında, CÂNından eder ..yâni bunu bizim bunda hakkımız var. biz buna vârisiz payımız var, yerimiz var, hatırımız var.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hatırı var.. Bu imanlarımızı amele dönüştürmemiz lâzım.. çok hızlı bunları idrake dönüştürmemiz lâzım. bunları hallerimize dönüştürmemiz lâzım. bu güzellikleri özellikleri diri tutmamız lâzım. buluşan uyuşan organlarımızı oğuşturmamız lâzım. kan vermemiz lâzım CÂN vermemiz lâzım.

Çünkü her bakımından ben ne yapayım bende eğer eksik ahlâklar varsa, yaramaz ahlâklar varsa bunun çâresi nedir?. Gerçekten bu teşhisler doğruysa ne bileyim Ender doktordur sorarız çâresini buluruz. Beraber buluruz. BİZlik içerisinde buluruz.. Bu temel hep muhabbetle olur.. nedir?. moraldır şudur budur isim koydular şeyin adına, kolektif bağdır..
Onun için söylüyoruz ve doğru söylüyoruz yâni şimdi ne bileyim ben Garibanın Shela’sı vardı.. Gariban canın biliyorsunuz. Türkçe bilmiyor sınırlı bir şey içerisinde sıkıştırmamak için ya da çeşitli nedenlerle her şey yüklenmiyor.. yâni doğrusu bu ama ALLAHu zü’L- CeLÂL biliyor ki biz ne yapıyorsak bir ne yapıyorsak nasıl benim elim gözümün okuduğuna kulağımda aynıysa ortak demiyorum aynıysa, o da öyledir ve aynısıdır.. Hepimiz böyleyiz.. ne gerek bilinçli ve şuurlu.. sadakatli bilinçli ve şuurlu olarak samimiyet.. bunun adı nedir bunun adı “ben”lerin “BİZ”e teslimiyetidir.. BİZ kimdir?. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizdir..
Bu var ise, ve bunda sabır varsa desen ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemda olan BİZim hakikat öyledir.. İyilik ve hayrlar cem’i O’ndadır.. Yanlışların, noksanlıkların, kusurun cemi’de bendedir.. Bunu silmek için paklamak için de birbirimizin yardımcısıyız,, tevbe istiğfarlarımızı birlikte yaparız: “yâ RABBi bizi affet İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.” bunlar hep bizde buluşur bu güzelliklerimiz olur.. aksı takdirde bizde kaybedenlerden oluruz.. neyi?. her şeyi.. hayatta ihânet içinde kalırız ALLAH korusun cümlemizi ALLAH bizi bağışlasın İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Evet bu gün böyle oldu ama Kalem Sûremiz sonunda tamamlandı İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.. Evet gerçekten âlemler için bir zikir Kur’ÂN-ı Kerîmdir. Şu ÂNda içinizdeki keramet sâhibliğidir, ikram sâhibliğidir, kerre sâhibliği bizatihi içimizde OLuşudur ki bu da haktır. Çünkü şahdamarımızdan yakın olan RABBu’L- ÂLeMîndir.
Hamd olsun Varlığını hissediyoruz, gerçekten hissediyoruz ..yâni bu iyi bir şeydir etmemek kötü bir şeydir. etmemek, ihânettir çünkü inkardır, hatadır ve bunlardan RABB’ımıza sığınırız!.
Bir sorusu olan varsa cevaplandırmak istiyorum.. yoksa Esselâmu aleykum ve rahmetullah İnşâe ALLAHu TeÂLÂ yine nâsib olduğunda görürüşürüzz sohbet ederiz…


Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu..

Resim

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke..


Esselâtü vesselâmı aleyke Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem istecartü

Resim'' ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMediyyeti) ve
NeBîyyike (MahMudiyyeti) , ve
RaSûLike (AhMediyyeti) ve
NeBiYyi’L- ÜMMîyyi (HaBîBiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ÜMMetihi..''



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi KALEM Sûresi Sohbeti-I

Mesaj gönderen Hakan »

Es-Selâmu aleykum ve Rahmetullâhi ve Berekâtuhu..

EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke..


Esselâtü vesselâmı aleyke Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem istecartü

Resim'' ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike (MuhaMMediyyeti) ve
NeBîyyike (MahMudiyyeti) , ve
RaSûLike (AhMediyyeti) ve
NeBiYyi’L- ÜMMîyyi (HaBîBiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ÜMMetihi..''



Resim

Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebîyyi'l- Ummîyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ÜMMetihi...



Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Âli, bana nisbetle, Musa'ya Harun menzilesindedir; ancak benden sonra Peygamber yok", "Âli, mü’minlerin emiridir; malsa münafıkların hakimi" buyurdu.
(Câmiu’s- Sağîr, c. 2, s. 55.)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hadis-i şerifleriyle kadri, makamı, derecesi, ümmete bildirilen zâttır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Ben hikmetîn eviyim, Âli onun kapısı." buyurdu..
(Câmiu’s- Sağîr, c. 1, s. 90.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Ben ilmin şehriyim, Âli onun kapısı; ilmi dileyen, kapıya gelsin" buyurdu.
(Câmiü’s- sağir, c. 1, s, 90. KünuzAül-Hakaaik; c. 1, s. 111.)


Hadis-i şerifleriyle Peygamberlerin hateminin ve hatımının hikmetîne, ilmine kapıdır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Âli, dünya ve âhirette kardeşimdir", "Âli, bilgimin hurcudur", "Âli bedenimdir, ben Âli'denim; benim edâ edeceğim şeyi ancak ben edâ ederim, Âli edâ eder." buyurdu.
(Câmiu’s- Sağîr, c. 2, s. 55.)


Kardeşlik kurulmuş ama Âli kerremâllahu vechehu Efendimize kardeş yok.. o zaman diyor ki: “Yâ Rasûlullah herkese kardeş tayin ettiniz bana yok!.” “Yâ Âli sen benim kardeşimsin, ben senin kardeşinim öyle ki, kardeş olan Musa’ya Harun ne ise sende benim için öylesin ancak, nübüvvet hitam bulmuştur, peygamberlik hitam bulmuştur..
Velâyet devam eder. Nübüvvet, velâyete derc olmuştur.. derc olmuştur, içine girmiştir, içindedir elbette.. yâni Nurullah =>Nur-u Mim =>Nur-u Ehl-i Beyt aleyhisselâm =>Nur-u Velâyet içerisinde kıyamete kadar akıp gitmektedir.. “Bu akan su kimin suyu?” demek ahmaklarındır.. İllâ bir Kral Suyu arıyor.. Yaratan getiren götüren kıyamete kadar akıtan değil..
Yâni akillâr buradan geçmesi lâzım.. böyle boş işlerle uğraşmasın bıraksın..

İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbe’l- cenneti.. hani cennet sahibi olanlar vardı ya biz onları bir belâya tabi tutmuştuk ya bunları da öyle belâya tabi tutacağız böyle bir belâ verdik onlara yâni bir deneme içinde onlar böyle ağır bir deneme.. ashabe’l- cenneh, cenneti bahçe olarak tercüme etmişlerdir.. hadi bahçe olsun.. muhteşem bir güzellik, nun cem’i Nurullah cem’inin içerisinde her türlü ni’metîn bulunduğu yere sâhib olanlar, böyle bahçeleri olanlar..

İz aksemû le yasrimunnehâ musbihîn.. kasem etmişlerdir, kasem ettiklerinde ne demişlerdi gecenin altında yemin ediyorlardı.. musbihîn.. sabah olurken muhakkak sırım gibi yapacağız yâni bahçede ne kadar elma meyve şu bu varsa hepisiniz çırpacağız, sırım gibi yapacağız böyle devrişeceğiz ki, oraya giden var ya kokusunu bile duyamayacak değil bir tane yemek bir tane faydalanmak.. buralarda şeylere çok dikkat var.. Cennet bahçesi gibi İlim ve İrfana sâhib olup, Edebe, ErkÂNa, Nurullaha, Nur-u MuhaMMed sallallahu aleyhi ve selleme sâhib olup, kendi mallığına sâhiblık çıkmak bu benim gibi felân şeylerden ALLAH celle celâlihuu korusun çok tehlikeli şeyler ki, buralarda açıkça anlatılmaktadır. Dikkat etmek lâzım hiç kimse sâhib çıkmamalı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin malinâ istediği kadar kullanabilir yiyebiliri içebilir dağıtabilir fakat sâhib çıkmamalı..


وَلَا يَسْتَثْنُونَ
Resim--- "Ve lâ yestesnûn (yestesnûne).: Ve bir istisnâ yapmıyorlar.” (Kalem 68/18)

Ve lâ yestesnûn.. İstisna da yapmıyorlar “bunu yapacağız” diyorlar da canımız sağ olunca yapacağız ALLAHu zü’L- CeLÂL izin verirse yapacağız diye istisnâ da koymuyorlar. “Biz yarın sabah gideriz” diyorlar o bahçeyi öyle bir sıyırırız ki kimse zerre alamaz oradan artık hiç bir şey bırakmayacağız neyi varsa bizim olsun!.”

فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ
Resim--- "Fe tâfe aleyhâ tâifun min RABBike ve hum nâimûn (nâimûne).: Fakat onlar uyuyorken, RABBin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı.” (Kalem 68/19)

Fe tâfe aleyhâ.. gecenin altında.. Fe tâfe, tavaf etmektir, dolaşmak dolanmaktır.. aleyhâ.. etrafında dolaşıverdi.. tâifun.. bir dolaşan dolaştı etrafında bahçenin bir tur attı.. bir şey yıldırım dolaşır gibi, ateş dolaşır gibi..
Hani ucu ateşli çubuğu elimize alır hızla çevirir de daire cizdiririz ya, öyle bir şey dolaşıverdi.. min RABBike.. RABBinden.. ve hum nâimûn.. onlar uyurken, gerçek uyuyorlardı. bu gaflet uykusu mudur, cehâlet uykusumudur, dalâlet midir, hiyanet midir onu göreceğiz. Ne uykusuydu bu cennet bahçelerinin kendilerinin sanışları, her şey kendilerininmiş gibi almaları ve “biz buradan bir şey vermeyiz zâten bizim burası”.. vs.. ama bir şey dolaşıverdi bir gece içinde.. ve sabah böyle kararlaştırdılar ama;


فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ
Resim--- "Fe asbahat ke’s- sarîm (sarîmi).: Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu).” (Kalem 68/20)

fe asbehât.. sabah oldu.. ke’s- sarîm.. o bağ, sırıma dönüverdi.. bağ-bahçe sırım gibi oldu yâni bir yeşil zerre kalmadı..
Sırım nedir?. Sırım, eskiden biliyorsunuz manda derisinden kalın derilerden çarık dikilirdi köylerde.. O çarığın dikilmesi içinde kendisinden kalın şeritler çıkarıldı ip yerine onlar kullanılırdı uçları uzatılır ayak oraya girer arkadan bağlanır sonra topuğun üzerinde döndürülür düğüm atılır bizlerde giydik yâni.. Bunu Hacı Mahmut felân çok giydi. Hakan’ın babası..

Doğru Ender can.. Bunu çok iyi bilir ve de işi zâten öyle ayakkabıcılıkta.. evet ya da ama ben giydim meselâ hatırlıyorum benim bizim zamanımızda vardı.. Biz ilk okulda okurken çocukların belki yüzde sekseninde vardı.. Hatta babam gardiyandı eğitmenlikten sonra gardiyanlık yapmıştı, o cizletti gâliba bir lastik çıkmıştı dışı çok parlak içi cingene pembesi kadife kaplı ilk defâ o getirmişti.. Babam bana getirmişti.. İlk okul kaçta 2 de mi 3 miydik hayran kalmıştık yâni çok güzeldi ve ben okula giyip gittim o gün herkes bütün arkadaşlar çocuklar bana bakıyorlardı.. "Gözüala" lakablı benim bir arkadaşım vardı.. Rasim ismi de Gözüala derdik lakab takmışlardı çünkü gözü elâ renkliydi, sonra trafik kazasında öldü çok değerli bir insandı. Gözüala, bir ağa oluydu yâni Kör Hasan diye bir ağanın oğluydu ama, adam çok kaba bir adamdı görgüsüzdü, çoluğuna çocuğuna bakmazdı. Yâni sadece davar üretirdi koyunları çoktu perişan yaşarlardı.. Öğle tenefüsünde beni iknâ etti bana dedi ki: “Emmi oğlu dedi bu senin ayakkabıyı ben giyeyim.”
Öğle tatilinde yemek yiyip tekrar döneceğiz ya insanlara gösteririm yâni öğle tatilinde yemek yiyeceğiz geleceğiz ve ayakkabımızı tekrar değişeceğiz olur dedim ben daha o gün giymişim halbuki..
Onun eski neyi varsa giydim ben öğleyin eve yemek yemeye gittik tabii ki, anam bir baktı böyle nerde senin ayakkabın dedi ki o zamanlar anamın estiği zamanlar yâni bende doğrucu olduğum için “Gözüala’ya verdim” dedim ama o sırada kapıyı tuttu yâni ben içerdeyim “nasıl” dedi işte “Gözüala giydi kız kardeşlerine felân gösterecekmiş” dedim göstersin ben şimdi gidince alırım dedim çok masumca fakat anam oradan pişirgeci/sopayı nasıl kaptıysa pişirgeci bir tane attı omuzuma felân vurdu yâni kuvvetlice vurdu ben kapıdan çıkıncaya kadar üç beş kere yedim ondan hiç akıllanmayacaksınız felân diye anam bağırıp çağırarak ve o gün yemek yemeden gittim okula..
Neyse Gözüala çok teşekkür etti çok memnun oldu yâni çok sevindi ayakkabıları tekrar değiştik..
Sırım hayvan deresinden yapılan ölü ama deridir onun için yollarda çok sırımlar görürsünüz robot bile değildir..
Fe asbehât.. ne zaman ki sabah oldu sabah olunca yâni mutekiben sabah olacak kessariym “ke” gibi demektir Arapçada öndeki kelimeyi gibiye çeviriyor kessariîm, sırım gibi oldu yâni simsiyah kesiliverdi bahçe gümledi yâni yok oldu..
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön