ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

80- El Kâimü celle celâluhu:

Resim

Resim

El Kâimü celle celâluhu : Varlığı başka bir varlığa bağlı ve muhtaç olmayan, mahlûkata varlık veren. Ezel-ebed var olup, zâtî varlığıyla duran ALLAHu zü’l- CELÂL’e .


81- El Kayyûmu celle celâluhu :

Resim

Resim

El Kayyûmu celle celâluhu : Başlangıç, nihâyet ve yeniden oluş gibi hâllerden beri' ve münezzeh olan. Ezelden ebede kâim (ayakta duran) ve dâim (devâmlı) ve hep var olan, bütün mahlûkat (varlık)'ın varlığı (kıyamı) kendisiyle kâim olan ve idâre eden. Mahlükâtını muradınca var edip, mevcûdiyyetlerini kendi sıfatları içinde kudretiyle tutan ve koruyan, zâtî varlığı âşikâr, ezelî, ebedî ve ortada olan ALLAHu zü’l- CELÂL’e …

Kayyim, kıyâm, kayyûm, kâim olan ve mahlükâtına geçici yaşamak kudretini lâzım ve lâyıkınca veren ve vermeye devam eden, varlığı bâkî olup fenâ erişemeyen ve dâim olan ALLAHu zü’l- CELÂL
Kıyâm (doğrulup ayakta durmak, devâm ve sebat etmek, bir işin idaresini üzerine almak, gözetip korumak) kökünden mübâlâğa sıfatıdır. Kıyamdan türeyen Kayyum sıfatı, Kur'ân-ı Kerîm'de 3 âyette ALLAHu zü’l- CELÂL'e ismen, 2 âyette Kayyumiyyet Makamı olarak nisbet edilmiştir.:

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (Bakara 2/255)

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu).: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir.” (Âl-i imrân 3/2)

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Resim---Ve aneti’l- vucûhu li’l- hayyi’l- kayyum (kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ (zulmen).: Hayy ve Kayyum olan (Allah)’a vechler (herkes), boyun eğdi. Ve zulüm yüklenenler heba (cehennemlik) oldular.” (Tâhâ 20/111)

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ
Resim---Ve le nuskinennekumu’l- arda min ba’dihim, zâlike li men hâfe makâmî ve hâfe vaîdi.: "Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrâhîm 14/14)

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ
Resim---Ve li men hâfe makâme rabbihî cennetân (cennetâni).: Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır.” (Rahmân 55/46)

Kâim Sıfatı ise, Kur'ân-ı Kerîm'de 52 âyette ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmiştir.:

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, ve’l- melâiketu ve ulûl ilmi KÂİMen bi’l- kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Âl-i İmrân 3/18)

أَفَمَنْ هُوَ قَآئِمٌ عَلَى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَجَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء قُلْ سَمُّوهُمْ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي الأَرْضِ أَم بِظَاهِرٍ مِّنَ الْقَوْلِ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ مَكْرُهُمْ وَصُدُّواْ عَنِ السَّبِيلِ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Resim---E fe men huve KÂİMun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi şurakâe, kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fî’l- ardı em bi zâhirin mine'l- kavl (kavli), be’l- zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû ani’s- sebîl (sebîli), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd (hâdin).: Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olan/kâim olana mı (baş kaldırılır?) Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Bunları adlandırın (bakalım). Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O'na haber mi veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına)mi (kanıyorsunuz)? Hayır, inkâr edenlere kendi hileli düzenleri, süslü çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir yol gösterici yoktur.” (Ra'd 13/33)


Kâimun: kâim olan, her yapılan işin başında bulunan, daima haberdar olan, herşeyi derecelendiren.

El Kayyûmu : Başlangıç, nihâyet ve yeniden oluş gibi hâllerden beri' ve münezzeh olan. Ezelden ebede kâim (ayakta duran) ve dâim (devâmlı) ve hep var olan, bütün mahlûkat (varlık)'ın varlığı (kıyamı) kendisiyle kâim olan ve idâre eden. Mahlükâtını muradınca var edip, mevcûdiyyetlerini kendi sıfatları içinde kudretiyle tutan ve koruyan, işlerini üstlenen, düzene koyan, üstüne alan, kefil olan, zâtî varlığı âşikâr, ezelî, ebedî ve ortada olan ALLAHu zü’l- CELÂL… Varlığı kendi kendine kâim olan, var olmak için başkasına muhtaç olmayan en güzel sıfatlara sahib olan ve kullarından müstağni olan ALLAHu zü’l- CELÂL

El Kâimu : Varlığı başka bir varlığa bağlı ve muhtaç olmayan, mahlûkata varlık veren. Ezel-ebed var olup, zâtî varlığıyla ayakta duran, Vâcibu’l- VüCÛD MevCÛD Dâim-Kâim Bâki ALLAHu zü’l- CELÂL.

ALLAHu zü’l- CELÂL Kayyumiyette,
Yarattığı bütün kâinâtın kendisiyle, zevâl bulmayan dâimliğiyle kâimliği, her şeyin varlıkların O'nun varlığına bağlılığı, her ÂN ŞeÂNuLLaHta yeniden yarattığı her şeyin yönetimini Sünnetullah İradesine uygun bir biçimde yürüttüğü, ve idaresini üstlendiği, kullarının velisi, dostu, yardımcısı olduğu, onlara yapılan düşmanlığı kendisine yapılmış gibi kabul edişi ve de kullarını ıslah ve iflah edişi, düzene sokuşu, kontrol edişi sonunucunda İmkÂNla KULLUK İmtihÂNı için bu Esfelin Âlemine İnen, İLLiyyine RüCû’ dileyen KULLarının TEVHİDini; tAMMLayış, ikmal ediş, TÜMMleyiş mükemmel ve MüKeRRem kılışta ALLAHu zü’l- CELÂLin El Kayyûmu celle celâluhu KudretuLLAHının Şe’ÂNuLLAHta AZAmetULLAH TeceLLîsi vardır..

El Kâimü ve El Kayyûmu isimleri, Kâinatı ilgilendiren, tabiatın yaratılışına, işleyişine temas eden ve âhiret hayatı ile bağlantı kurarak bu inancı yerleştiren isimlerdendir. Hâlık, Bâri, Bâis, Muhyî, Mukaddim, Muahhir, Cami', Mâliku'l-Mülk, Kayyûm, vb.


Kavmen, kavmeten, kıyamen, kâmeten:
Ayak üzerinde kalmak. Kalkmak. Dikilmek. Devamlı, zâhir ve sabit olmak. Düzeltmek.
Ekâme: İkâmet etmek.
Kâveme: Dayanmak. Mukavemet etmek. Karşı durmak.
İstekame: Bir şey düzelmek. Doğrulmak. İstikâmet bulmak.
Kıvâm: Kıvam. Nizâm.
Kavm: Kavim, ayni kıvamda insanlar topluluğu.
Kıymet: Kıymet, değer, fiyat.


Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem de, El Kâimu ve El Kayyûmu celle celâluhu ismini Hadis-i şerîflerinde buyurmuştur:

Resim---Hz. Enes şöyle demiştir: Peygamber (aleyhisselâm) ile beraberdim. Bir adam dua edip şöyle dedi: "Ey ALLAH'ım, hamdlerim sanadır, ni’metleri veren sensin, senden başka ilâh yoktur. Sen semavat ve arzın celâl ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyumsun (kâinâtı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"
(Bu duayı işiten) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sordu: "Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?"
Sahabeleri: "ALLAH ve Resûlü daha iyi bilir?" dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim ki, o ALLAH'a, İsm-i Azam'ı ile dua etti. O İsm-i Azam ki, onunla dua edilirse ALLAH icâbet eder, onunla istenirse verir." buyurdu.
(Enes radiyaallahu anhudan; Tirmizî, Da'avat 109 (3538); Ebu Davud, Salat 368, (1495); Nesaî, Sehv 57, (3, 52)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle dua ederdi: "Yâ Hayyu yâ Kayyum! Rahmetinle Sen’den yardım isterim. Bütün işlerimi düzelt ve yoluna koy. Ve beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma!.”
(Hakim/Müstedrek 1/545.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kızı Fatımatü’z- Zehrâ aleyhasselâm’a: “Sabahladığın ve akşamladığın zaman seni şu duayı okumaktan alıkoyan nedir?“Ey Hayy ve Kayyum olan ALLAH’ım! Senin Rahmetini diliyorum. Bütün işlerimi düzelt. Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni kendimle/nefsimle baş başa bırakma!.”
(Nesaî/Amelu‟l-Yevm ve‟l-Leyle 570)

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem: "ALLAH'ın İsm'i Azam'ı şu iki âyettedir:

وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve ilâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), lâ ilâhe illâ huve’r- rahmânu’r- rahîm (rahîmu).: Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O'ndan başka ilah yoktur; O, Rahman'dır, Rahim'dir (bağışlayan ve esirgeyendir).'' (Bakara 2/163).

الم
Resim---Elif lâm mîm.: Elif. Lâm. Mîm.” (Âl-i İmrân 3/1)

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu).: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir.” (Âl-i İmrân 3/2)

نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ
Resim---Nezzele aleyke’l- kitâbe bi’l- hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzele’t- tevrâte ve’l- incîl (incîle).: O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti.” (Âl-i İmrân 3/3)” buyurdu.
(Esmâ Bintu Yezid radiyaallahu anhudan; Ebu Davud, Salat 358, (1496); Tirmizî, Da'avat 65, (3472)

Resim---Enes radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir’e vardılar. Müşrikler de geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizden hiçbiriniz, ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın!” Sonra müşrikler yaklaştı; bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!”
buyurdu. Enes der ki:”Ensardan Umeyr İbn Hümâm radıyallahu anh:”Yâ Resûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?”diye sordu.
Peygamberimiz: “Evet” buyurdu.
Umeyr: “Ne iyi, ne âlâ!.” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr: “ALLAH’a yemin ederim ki, yâ Resûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok, dedi. Resûl-i Ekrem: “Şüphesiz sen cennetliksin” buyurdu.
Umeyr, bu söz üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra: “Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır, diyerek elindeki hurmaları attı, sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı.
(Müslim, İmâre 145. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 137)

Genişliği göklerle yer arası kadar olan CeNNete Koşun:

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ’s- semâvâtu ve’l- ardu, uiddet li’l- muttekîn (muttekîne).: Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!” (Âl-i imrân 3/133)

Rum kralı Herakl'in elçisi: "Sen genişliği yer ve gökler kadar olan bir cennete çağırıyorsun. O halde cehennem nerede?" diye Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e sorduğunda şöyle buyurmuşlar: "Sübhânellah!.. Gündüz olduğu zaman gece nerede olur?"

Bütün isimlerin çıkış yeri, bütün yaratma ve tecellîlerin kaynağı Hay ismi OLuşu bakımdan Hay ismi Kayyum ile birlikte ism-i azam sayılmıştır.

ALLAHu zü’l- CELÂL Hay’dır. Her canlının varlığı O’nun Hay isminin tecellîlerine bağlı olarak devam eder. Kendi zatına dinamik olan Hay ismi yaratıklara Kayyum ve Muhyî olarak yansır. Yani ALLAH kendi zatında Hay dır. Yaratıklarında da Kayyum dur.:

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (Bakara 2/255)

ALLAHu zü’l- CELÂL, öyle bir Hay’dır ki, O’ndan başka bütün hayat sahiblerinin hayatı değişkendir bu bakımdan da Arızî/Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden, muvakkat, geçicidir. O ezelî ve ebedî mutlak hayat sahibidir. O’ndan başka da mutlak hayat sahibi yoktur.:

الم
Resim---Elif lâm mîm.: Elif. Lâm. Mîm.” (Âl-i İmrân 3/1)

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu).: Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir.(Âl-i İmrân 3/2)

ALLAHu zü’l- CELÂL, öyle bir Hay’dır ki, bütün insanlar O’na boyun bükmüşlerdir.:

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Resim---Ve aneti’l- vucûhu li’l- hayyi’l- kayyum (kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ (zulmen).: Hayy ve Kayyum olan (Allah)’a vechler (herkes), boyun eğdi. Ve zulüm yüklenenler heba (cehennemlik) oldular.” (Tâhâ 20/111)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAHu zü’l- CELÂL’in KaYyûmiyet SıRRının teceLLîsi:

Kayyûm: Kendi zâtı ile var olan, varlığından başka bir şeye veya güce ihtiyacı olmayan ve bütün diğer varlıkların varlıkları kendine bağlı olan. Onları var ettiği gibi, varlıklarını koruyup devam ettiren, onları idâre eden. Başlangıç, nihâyet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kâim, dâim ve var olan ve ütün eşyanın ancak kendisi ile kâim olduğu Cenâb-ı HaKk ALLAHu zü’l- CeLÂL..

Kayyumiyet/ Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu, dâimî mevcudiyeti, bakiliğidir.
Kayyum: Biri ALLAH’ın Zâtı ile ilgili, diğeri ALLAH’ın yarattıklarına alâkası ile ilgili olmak üzere iki mânâ ifade eder.:

1– Birinci mânâya göre ALLAH kendi ZÂTı ile kâimdir. Varlığında hiçbir şeye muhtaç olmayan es SÂMED ALLAH celle celâlihudur. Varlığı başka bir varlığa veya güce bağlı değildir. Bunun böyle olduğunu naklen olduğu gibi aklen de doğrudur. Ama varlığının kendi zâtı ile kâim olmasının mâhiyetini anlamak, Sınırlı-Sorumlu AKLın Kavrama alanının dışında ve kapsayandır..

2– Her şeyin varlığı kendine bağlı olup, onların varlıklarını koruyup devam ettiren ve idâre eden mânâsına gelince; En küçük biriminden, en büyük sistemine varıncaya kadar, canlı cansız her şey önce aklen, yok iken sonradan naklen var olmuştur. Bu ilmen de doğrulanmıştır.. bu sanal-izafî-gölge-gelgeç görüntü bir gün yok olacaktır. Var ve yok, izafî-iğreti-gelgeç-gölge olan bir varlık sınırsız, sonsuz ve mutlak olamaz. Bu bakımdan bir var ediciye muhtaçtır. İşte O; icâd eden, var eden, varlığı sürdürüp devam ettiren, mutlak güç, mutlak irâde, mutlak ilim, mutlak vüCÛD, Hayy ve Kayyûm olan ALLAHu zü’l- CELÂL’dir. Eğer Yaratan ALLAHu zü’l- CELÂL olmasa idi, bu varlıkların olması mümkün değildi. Varlıkları O’na bağlıdır. Varlıklarını sürdürebilmeleri de O’na ve O’nun koyduğu kanun ve prensiplere bağlıdır, idâre edilmeleri de O’na aittir.

ALLAHu zü’l- CELÂLKÛN!” emri ile var ettiği her şeyin varlığını, bugün bütün ilimlerin konuları olan tabii, fiziki, biyolojik, fizyolojik, astronomik, kendilerine yüklenmiş olan kanunlara bağlamıştır. Bu prensipler, bu kanunlar hiç şaşmadan düzenli olarak işler, asla şaşmaz, asla sapmazlar. Çünkü onlarda el Kayyum celle celâlihu tecellî eder.
Mesela ALLAHu zü’l- CELÂL, yarattığı insanın neslini devam ettirmek için, onu önce erkek-ÂDEM ile Eşi HaVva-kadın olarak yaratmış, erkeğe çocuk doğurtacak, dişiye de çocuk doğuracak özellikler vermiştir. İkisi arasına sevgi, muhabbet hatta şehvet bağı koymuşturki, ŞEHVetten ŞeHÂDet Doğsun!
Yarattığı ilkah döllenme prensiplerinin şifrelerini yumurta ve spermaya programlamıştır. Döllenme kanunları ile oluşan CeNiN’in doğuncaya kadar ana RAHMinde geçireceği merhaleleri annenin iç organına projelendirmiştir.

Bu hususla ilgili şu âyetler:

ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
Resim ---Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn (mekînin).: Sonra onu, mekin (sağlam) bir yerde karar kılmış (yerleşmiş) bir nutfe/bir su damlası kıldık.” (Mü’minun 23/13)

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
Resim ---Summe halaknen nutfete alakaten fe halakne’l- alakate mudgaten fe halakne’l- mudgate ızâmen fe kesevne’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârekallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alâka/embriyo yarattık. Sonra alâkadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü’minun 23/14)

Doğuruncaya kadar ve doğurduktan sonra, yavrunun anneye vereceği tahammülü imkansız sıkıntıları, zorlukları, anneye sevimli hale getirmek üzere annelik motivini veya annelik dürtüsünü var etmiştir. Bu dürtüyü de sütlenmeyi sağlayan prolaktin hormonlarının salgılanmasına bağlamıştır.
Neslin devamını sağlayan, detayı uzmanlarınca ciltler dolusu kitaplarla açıklanabilen, döllenme, üreme sistem ve organları ve olaylarını izah etmek bizi çok aşar. Bizim bildiğimiz, herkesin gördüğü, bildiği, devamlı müşâhede ettiği bu aNNelik SEVgisinin insana verilmiş olması RahmÂN celle celâlihu tecellîsi iken, onun ALLAHu zü’l- CELÂL’in iradesine bağlı olarak nesiller boyu devam etmesi Kayyumiyet SıRRının ifâdesidir. Annelik dürtüsünü yok ettiğiniz an hiçbir kadın zorluklara tahammül edemeyeceği için çocuk doğurmayacak ve nesil devam etmeyecek.
Yine dünyayı, el Hakîm celle celâlihu isminin tecellîsi ile 23,5 derece eğik ekseni:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim ---Ve min âyâtihî enneke tere’l- arda hâşiaten fe izâ enzelnâ aleyhe’l- mâehtezzet ve rebet, innellezî ahyâhâ le muhyî’l- mevtâ, innehu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye güç yetirendir.” (Fussilet 41/39)

Basık kutupları:

وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاء لِّلسَّائِلِينَ
Resim ---Ve ceale fîhâ revâsiye min fevkıhâ ve bâreke fîhâ ve kaddere fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâm (eyyâmin), sevâen li’s- sâilîn (sâilîne).: Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. (Fussilet 41/10)

Ve bu HALiyle DÜnyâmızı, milyarlarca yıldan beri güneşin etrafında, elips şeklindeki yörüngesin de değişmeyen hızla, hiç çarpmadan hareket ettirmesi ALLAHu zü’l- CELÂL’in Kayyumiyet SıRRının teceLLîsindendir.
Aynı şekilde ay da, diğer gezegenler de, Samanyolu ve diğer galaksilerdeki, hasılı kâinâtta var olan düzenli, ölçülü, kararlı, sapmadan devam eden hareket ve oluşumlar Kayyum isminin teceLLîsindendir.
İşte Kayyum olan ALLAHu zü’l- CELÂL, bu örnekler gibi yüz binlerce kanun ve prensiplerle varlığı ve kâinâtı ayakta tutmaktadır. Kur’ÂN’da üç defa geçen, her üçü de el Hay celle celâlihu ismi ile birlikte kullanılan ve âlimlerin bir kısmınca her ikisi bir ism-i azam sayılan el Kayyum celle celâlihu ismini vird edinen, kendini ALLAHu zü’l- CELÂL’in idare ve tasarrufuna bırakmış olmanın ruhî sükuneti, kalbi huzuruna erişir..

Kayyumiyet, mutlak olarak ALLAHu zü’l- CELÂL'e mahsus bir sıfattır kullar için değildir:

أَفَمَنْ هُوَ قَآئِمٌ عَلَى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَجَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء قُلْ سَمُّوهُمْ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي الأَرْضِ أَم بِظَاهِرٍ مِّنَ الْقَوْلِ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ مَكْرُهُمْ وَصُدُّواْ عَنِ السَّبِيلِ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Resim---E fe men huve KÂİMun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi şurakâe, kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fî’l- ardı em bi zâhirin mine'l- kavl (kavli), be’l- zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû ani’s- sebîl (sebîli), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd (hâdin).: Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olan/kâim olana mı (baş kaldırılır?) Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Bunları adlandırın (bakalım). Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O'na haber mi veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına)mi (kanıyorsunuz)? Hayır, inkâr edenlere kendi hileli düzenleri, süslü çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir yol gösterici yoktur.” (Ra'd 13/33)

ALLAHu zü’l- CELÂL, Kur’ÂN'da namazı emrederken "İkametu's- salat/Namazı ikâme etmek)" fiilini kullanır. İkame Kayyum isminin aslıdır. Bunun anlamı namazı sadece kılmak değil, ikâme etmek, ayakta tutmak, hakkını vermek, ikmal etmek, mükemmel kılmak demektir.

ALLAHu zü’l- CELÂL, erkekleri kadınlar üzerine "kavvam/yönetici ve idareci" kılmıştır. ALLAH kadınların işlerini ve sorumluluklarını erkeklere havale etmiş ANNelik güzellik ve özelliğini Haram/hörmeti mecbur olan kılmıştır.:
.
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
Resim ---Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîran).: Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ 4/34)


Kavvâmûne: kâim olanlar, idareciler, koruyup gözetenler.

ALLAHu zü’l- CELÂL’in KULLarı olarak Kayyumiyet emrini DUYup/UYmalıyız ki;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim --- ''Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîran fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).: Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisâ 4/135)


Kavvamîne: himaye edenler, hakkıyla yerine getirenler.

ALLAHu zü’l- CELÂL, katında din olan İSLÂM, Kayyım DİNdir:

إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِي كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَات وَالأَرْضَ مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ
Resim --- İnne iddeteş şuhûri indallâhisnâ aşera şehren fî kitâbillâhi yevme halakas semâvâti vel arda minhâ erbeatun hurum (hurumun) zâliked dînul KAYYİMU fe lâ tazlimû fîhinne enfusekum ve kâtilûl muşrikîne kâffeten kemâ yukâtilûnekum kâffeh(kâffeten), va'lemû ennallâhe meal muttekîn(muttekîne).: Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşmayın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Tevbe 9/36)


.
***

Resim

EL HAYYU'L-KAYYÛMU celle celâluhu : Ezelî ebedî diri olan-Varlıkları ayakta tutan. (1 defa)
(Âl-i İmrân 3/2)


اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu) : Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur.(Âl-i İmrân 3/2)


El Hayy :
Resim

El Kayyûmü :
Resim


.
***

İbrâhim-i Dessûkî (kaddasallahu sırrehu)'nun salâvâtı:

Çok azîz bir Muhammedî âşık olup Evliyâullah: “ Bu salâvâtın faziletini ALLAH (cc) bilir.” demişlerdir.


Resim

TÜRKÇESİ:

"Allahumme salli ve sellim ale'z-zâtî'l-Muhammediyyeti'l-latîfeti'l-ehadiyyeti Resim Şemsi semâi'l-esrâri Resim Ve mazhâri'l-envâri Resim Ve merkezi medâri'l-celâlî ve kutbi feleki'l-cemâlî Resim Allahumme bi sırrıhi ledeyke Resim Ve bi seyrihi ileyke âmin havfî ve âkil asreti vezheb huznî ve hırsî Resim Ve kun lî ve hûznî ileyke minnî Resim Verzuknî'l-fenâe annî Resim Vellâ tec'alnî meftûnen bi nefsî Resim Mahcûben bi hissî Resim Vekşif lî an kullu sırrın mektûmin Yâ Hayyu Yâ Kayyûm!"

MÂNÂSI:

"ALLAH'ım! Sırlar Semasının güneşi, nûrların mazharı, Celâl Dâiresinin merkezi (dönüm noktası : akdes noktası), Cemâl Feleğinin (yörüngesinin) kutbu (devrânda devreden cismin cihân çarkının aksı) olan; Ahadiyyet (her hususta mutlak teklik) lâtifetinin (Ahadiyyetten Ahmedîyyete lütûf edilen incelik ve hakikatlerin) tecellîgâhı (ilk zuhûr yeri, çoğalma ocağı olan) Zât-ı Muhammedîyyete salât-ü-selâm eyle! ALLAH'ım! O'nun Senin yanındaki sırrı (teslimiyet) ve Sana olan (istikamet) seyrinin hakkı için; korkumu gider emin kıl (emniyette eyle), (imkanla imtihan seyr-ü-sülûkümde, teslimiyet ve istikamet tevhidinde) ayak kaymalarımı (yolda sürçmelerimi, takılıp düşmelerimi yoldan geri kalmalarımı) azalt, hüznümü (üzüntümü, kederimi) ve hırsımı (dünyaya tamahkarlığımı) gider (bertaraf et), benden yana (lehime) ol; beni, benden Kendine (Sana) al (çek), beni benden fenâ ile rızıklandır (benlik hastalığımdan kurtar, benliğimin yok olmasına izin, inâyet ve hidâyet eyle, nefs perestlikten âzâd et!). Beni nefsime meftun kılma (nefsimin fitnesine düşürme, nefsimin hevâ ve hevesiyle sihirletme, nefsime tüm gönlümü verip ona vurulan, düşkün ve âşık olan kılma!). Âfâkı (dış dünyayı) tanıdığım hislerimi (enfüsümü ve özümü tanıdığım duygularımı) bana (şühûdî tevhid tekemmülüme) hicâb (perde, engel, yol kesici, çeldirici) etme! Bana her türlü, tüm gizli (saklı) sırları aç (ifrat ve tefritten koru, i'tidal üzere ve hazımlı kıl, şaşırtma-taşırtma!) YÂ HAYYU YÂ KAYYÛM (celle celâluhu)!"
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

82- El Karîbu celle celâluhu:

Resim

El Karîbü:
Resim

El Karîbu : Çok yakın olan. Kullarına kendi şah damarından da yakın olan. Halkettiği mevcûdatın onlardan da yakın olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Kurb : Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak.
Kurbet : Kurbet, yakınlık. * Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih.
El-Karîb arabcada “kurb” kökünden türer.
Kurb; yakınlık, akrabalık, böğür mânâlarına gelir.
Akraba: Yakınlık olanlar. Yakınlar.
Akreb: En yakın. Daha yakın. Ziyâde yakın.
Kurbiyyet: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak.
Karib : Yakın olan.
İkrab : Daha yakın.
Karube : Yaklaşmak, yakın olmak.
Karrebe : Yaklaştırmak.
İkterabe : Yaklaşmak.
Tekarrebe : Yaklaşmaya çâre aramak.
Kurbâ : Akrabalık.
Kurbân : Kurban. Sohbet arkadaşı.


Bu İsm-i Şerîf, ALLAHu zü’l- CELÂL’in kullarına en yakın olduğunu bildirmektedir Kur'ÂN-ı Kerîm'imizde;

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.(Kaf 50/16)

Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler kendinen fen olur RABBına bekâ BULup ALLAHta fÂNi Olup kaybolur AKLen-nAKLen!.

Ve bu AKREB OLuş Firrî ve Geneldir ki her KULuna; Irkı, İnancı, fikri, görüşü her ne olursa olsun, ALLAHu zü’l- CELÂL’in kullarına en yakın olduğunu bildirir..

Burada bu GAYBÎ AKREBalığın esası; KULunun, KULLukk İMtihÂNında TERCih Hakkına müdahale etmeksizin, Kur'ÂN-ı Kerîminde hayra rızasın olduğunu ve Şerre rızasının olmadığını bildirerek inzar ve ikaz edip; tercih ve uygulama seçimini KULLarının anlayışına bırakmıştır.. SONuçta ise Mahşer ve hesap günü vardır âmennâ..

İnsÂNoğlunun En Merkezinden de, Özünün Özünde AKREBa Oluşu haber ve İkâzı, “BİZ BİR-İZ”Lik Müjdesini saygısıyla uyarı olup, HAKk’ı DUYup HAYRa UYmayı ikazdır..
Tevbe, duâ ve İbâdet Eden KULu ile Edilen RABBisi, en YAKIN AKRaBa ve İCÂBet İÇ İÇeliği ANLAyışındadır ki Kur'ÂN-ı Kerîmimizde;

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Resim---Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb (karîbun) ucîbu da’vete’d- dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).: Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara 2/186)

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
Resim---Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ (sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, huve enşeekum mine’l- ardı vesta'marakum fîhâ festagfirûhu summe tûbû ileyhi, inne rabbî karîbun mucîb (mucîbun).: Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hûd 11/61)

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
Resim---Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîb (karîbun).: De ki: "Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer hidâyeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır." (Sebe 34/50)

Bu Tebşir-Müjde âyetleri yanında şu âyet-i celîlede ise İnzâr ve İkâz buyurur:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
Resim---İz yetelakkâ’l- mutelakkîyâni ani’l- yemîni ve ani’ş- şimâli kaîdun.: O zaman, sağda ve solda oturan iki telâkki edici (tesbit edici melek), (amelleri) tespit ederler.” (Kaf 50/17)


Yetelakkâ: ikisi telâkki eder, kaydeder, tespit eder.
el mutelakkîyâni: iki telâkki edici, iki yazıcı, iki tespit edici.


Ve elbette RahmetuLLAH da çok Yakındır ve Kuşatmıştır HAKk’ı DUYup da HAYRa UYan KULunu:

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Ve lâ tufsidû fî’l- ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ (tamaan) inne rahmetallâhi KARÎBun mine’l- muhsinîn (muhsinîne).: Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (A’râf 7/56)

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhırati innâ hudnâ ileyke, kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’in, fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûne’z- zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, RAHMetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim âyetlerimize iman edenlere yazacağım." (A’râf 7/156)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen Gul »

ES SEMİ'U'L-KARÎBU celle celâluhu : İşiten-Çok yakın olan. (1 defa)
(Sebe' 34/50)


Resim

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
Resim---Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîb(karîbun) :De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır.
(Sebe' 34/50)


Resim

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

83- El Kavîyyu celle celâluhu:

Resim

El Kavîyyü:
Resim

El Kavîyyü : Sağlam, zorlu, kavî, kudreti ve kuvveti var olup, yok edilemeyen. Gücü yeten. İ'timad edilen mu'temed. Sahihliği sağlam olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


84- Zü'l-Kuvvetu celle celâluhu:

Resim

Zü'l-Kuvvetü:
Resim

Zü'l-Kuvvetü : Kuvvet sahibi olan Mutlak güclü kuvvetli olan, İzzet gücüyle zıtları birleştiren ALLAHu zü’l- CELÂL.

Kuvvet: Maddî ve mânevî (bedenî, nefsî, kalbî, ruhî fikrî, ahlâkî v.s.) etkide bulunma, başka etkilere tepki gösterip direnme gücü ve yeteneği. Kuvvet, dil bilgisinde işi yapabilmek ve işe gücü yetmek mânâsında masdar olup güc, kudret, tâkat, yetenek, meleke mânâlarında isimdir. Kuvvet, zaafın zıttıdır..

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
Resim---Allâhullezî halakakum min da’fin summe ceale min ba’di da’fin kuvveten summe ceale min ba’di kuvvetin da’fen ve şeybeh (şeybeten), yahluku mâ yeşâu, ve huvel alîmu’l- kadîr (kadîru): Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir.” (Rûm 30/54)


min da'fin: güçsüz, zayıf bir şeyden..

Her zerrenin ÖZüne, Lâzım ve Lâyık olan kuvvet İlâhî ve Fıtrî proğram gereği yüklenmiştir. Durmadan dirilik enerjisi neşreden güneşten tutun da atomun çekirdeği etrafında dönen elektronların dönmeleri için gerekli güce kadar sonsuz sırlar saklıdır bu İlâhî Sistemde...
Elbette kulluğun dört ana sıfatı ->Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllettir. Bunların tümü de kahredici ve mutlak kuvvet karşısında tek kelime ile zaafiyettir. Zâten kulluk da böyle olduğunu kâmilen bilip gereğini yapmaktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de 29 yerde kuvvet, 1 yerde kuvvetin çoğulu kuvâ ve 11 yerde ise kavî benzetme sıfatı olarak geçmektedir.

Kur'ÂN-ı Kerîmde 7 âyette El Azîz ismiyle beraber geçmekte ve ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmiştir:
Hûd 11/66; Hacc 22/40,74; Ahzâb 33/25; Şûrâ 42/19; Hadîd 57/25; Mücadele 58/21.

Kur'ÂN-ı Kerîmde 2 âyette Şedidü'l- İkab (şiddetli azar) terkibi ile beraber geçmektedir:

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz, Allah, en büyük kuvvet sahibidir, sonuçlandırması pek şiddetlidir.” (Enfâl 8/52)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ إِنَّهُ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---Zâlike bi ennehum kânet te’tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe keferû fe ehazehumullâh (ehazehumullâhu), innehu kaviyyun şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: Çünkü gerçekten onlar, Resulleri kendilerine apaçık belgeler getirirdi; fakat onlar inkâr ederlerdi. Bu yüzden Allah, onları (azabla) yakalayıverdi. Şüphesiz O, kuvvetli olandır, cezalandırması şiddetlidir.(Mü’min 40/22)

Kuvvet Kelimesi, İslâm Dininde çok geniş bir anlam etkisi alanı kapsar ki;
Emele muvaffak olmak için gösterilen azim, cehd kuvveti olan Kuvve-yi Azm gibi. Görme, dokunma kuvveti, belleme-hafıza kuvveti, hiss kuvveti, Kuvve-yi kudsiyye gibi.. İdrakımız olan Kuvve-yi Müdrike gibi.. Konuşma-natıka kuvveti gibi..


Maddî-Mânevî KUVVEt dediğimiz OLgunun Mutlak Yaratıcısı ve Sahibi ALLAHu zü'L CeLÂL’dir:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravne’l- azâbe, enne’l- kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdu’l- azâb (azâbi).: İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (Bakara 2/165)

El Kavîyyü ismi, kuvvet (güclü olup gücü yetmek, bir işi işlemek için imkân sahibi olmak) kökünden sıfattır. Kemiyyet ve Keyfiyetçe kudret sahibi, Kadîr ve Kavî olan ALLAHu zü’l- CELÂL;
Mahlükâtını etkileyen el Kadîr.
Mahlükâtından etkilenmeyen el Kavî.
Kullarına, tercih ve cüz'i iradeleri gereği lâzım ve lâyıkınca kuvvet veren el Mukvî celle celâlihudur..
El Kavî ismi, 2 yerde Şedidü'l- İkab (şiddetli azar) terkibi ile ve 7 yerde de Azîz ismiyle beraber olarak ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmiştir.
El Kavî İsminin; El Azîz, El Cebbâr, El Kadîr, El Kahhâr, El Metîn, El Muktedir isimleriyle mânâ tümlüğü vardır.

Zü'l-Kuvvetü : Kuvvet sahibi olan Mutlak güclü kuvvetli olan, İzzet gücüyle zıtları birleştiren ALLAHu zü’l- CELÂL.
El Kavîyyü : Sağlam, zorlu, kavî, kudreti ve kuvveti var olup, yok edilemeyen. Gücü yeten. İ'timad edilen mu'temed. Sahihliği sağlam olan ALLAHu zü’l- CELÂL..
Son derece güçlü, kuvvetli, asla yenilmeyen mağlub olmayan, mutlak tamm ve kâmil kudret sahibi el Kaviy ALLAHu zü'L CeLÂL..
ALLAHu zü'L CeLÂL, yorgunluk, gevşeklik, zorlanmak gibi yaratılanlara mahsus durumlardan münezzehtir. Kudret ve Kuvveti karşısında asla zorluk yoktur. Her şey O’na kolaydır ki, bu kelimeler de yaratıklarına aittir.. İnsan aklının algıladığı tüm fizikî ve metafizik güc ve kuvvetlerin kaynaklarını yaratandır.. Güneşin Evren Hayatındaki rolü bellidir ve yaratanı ALLAHu zü'L CeLÂLdir. Atom çekirdeğiyle elektronları arasındaki Merkezkaç ve Merkezçek kuvvetleri DENGEsi ve DÜZENi muhteşemdir ve tümm kâinâtı kapsar.. İnsan AKLının zorluk-kolaylık Algısı her yaratılan gibi KudretuLLAh Kuvveti karşısında;
Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkum oLuşundandır ve Yaratan ALLAHu zü'L CeLÂL küLLî ŞEY’den münezzehtir:

أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Resim---E ve lem yerev keyfe yubdiullâhu’l- halka, summe yuîduh (yuîduhu), inne zâlike alallâhi yesîr(yesîrun).: Onlar görmediler mi ki, Allah yaratmaya nasıl başlıyor, sonra onu iade ediyor? Şüphesiz, bu Allah'a göre kolaydır.(Ankebût 29/19)

مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh (vâhıdetin), innallâhe semîun basîr (basîrun).: Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz yalnızca tek bir kişi(yi yaratıp sonra diriltmek) gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.” (Lokmân 31/28)


Kaviye: Kavî, güclü, kuvvetli olmak.
Kaviye: Çok şiddetli acımak.
Takviye: Kuvvetlendirmek. Takviye etmek.
Kuvve:Kuvvet. Güç.*Salâhiyyet. İktidar.*Fikir. Niyet.*Hasse. His. Duygu. Meleke.*Kabiliyyet.(Za'fiyyetin zıddı)
Kuvvet:Güc, kuvvet, şiddet, zor. Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket ettikleri sükunete getirmeğe muktedir olan sebeb.(Kuvvet, te'sir ettiği cisimlerin hâricindedir.)
Kuvâ:(Kuvvet. C.)Güçler. Kuvvetler.*Hisler. Hasseler. Takatler.* Şeriatın birer hükmü.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kuvvet, kelâm ilminde tâkat (tâklar, gücler), istitâat (güc yeterlik), vüs' (güc kapasitesi) ve kudret kelimeleriyle anlâm tamamlayıcısıdır. Ancak kuvvet bir fiilin öncesinde ve işlenişinde olması gereken lâzım ve lâyıktır. Kul için kuvvetin etken ya da edilgen olması farketmez. Kendisine tedâvi için ilâç zerkeden doktorda ise iki hâl birliktedir ve doktor bu uygulayışın etken süjesi (etkileyen öznesi) ve ayni zamanda edilgen objesi (etkilenen nesnesi)dir..

Kuvvet; kuvvede gizli (potansiyel) havl iken, fiilde bizzâtihi ortaya çıkan kuvvetdir. Kudretullahda havl iken Azametullahda kuvvettir. "Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-alîyyü'l-Azîm" sırrı da budur.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem: "Ve Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l- Aliyyi'l- Azîm” buyurarak;
ALLAHu zü’l- CELÂL'in gözüken ve bilinen Azametullah Kuvveti ile henüz ortaya çıkmamış bilinememekle beraber akıllara sığmayan potansiyel Kudretullah Havlini mutlak sahibine teslim ederek meded dilemiştir..

Aklın kulluk imtihanında, tercih (hak-bâtıl ->inanma) ve cüz'i irade (hayr-şer ->işleme) uygulanışı, sınırlı sorumlu bir kuvvet imkânı ile mümkündür.
Kuvvet, nefsin imtihanında beden âletlerini kullanabilme gücü ve melekesidir.
Onun için MuhaMMedî ANLAyış, AKLın seLÂMet yönündeki tekemmülünün meyvesidir..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in gecenin bir kısmında teheccüd için kalktıklarında duası: "ALLAH'ım! Hamd Senin içindir. Sen, göklerin ve her yerin ve bunlardaki her şeyin dâimî müdebberisin (Sen kayyumsun). Yine her hamd Sen'in içindir, Sen göklerin ve her yerin ve bunlardaki her şeyin Nûrusun. Yine her hamd Sen'in içindir, Sen göklerin ve her yerin ve bunlarda bulunan her şeyin sahibisin (Melîkisin). Yine her hamd Sen'in içindir, Sen HAKKsın, Senin vaadin de haktır. Seni görmek de (âhirette) haktır. Sözün haktır. Cennetin de haktır. Cehennemin de haktır. Nebîlerinde haktır. Muhammad sallallahu aleyhi ve sellem haktır. Kıyamet günü de haktır. ALLAH'ım! Sana teslim oldum, ve Sana imân ettim. Seni vekîl edindim (güvendim) Ve Sana yöneldim. Yalnız Sana (bürhânlarına) dayanarak (düşmanlarla) mücâdele ettim. Aramızda yalnız Seni Hakem kıldım. İşlediğim, işleyebileceğim, gizli yaptığım ve aleni (açıkca) işlediğim bütün günahlarımı bağışla!. Mukaddim (önceden gönderen, takdim eden) Sensin. Muâhhir (te'hir eden, geciktiren) Sensin. Senden başka gerçek ilâh yoktur. Yalnız Sen varsın. Yahut Senden gayrı (başka) ibâdete lâyık ilâh yoktur. Hakîmâne tasarruf da, tam kuvvet de ALLAHu zü’l- CELÂL ile kâimdir." Buyurmak idi..
(Buhârî, Teheccüd, Dua, Tevhid; Müslim, Salât; İbni Mâce, Salât; Nesâî, Salât)

Vücûd, Vâcibü'l-VüCÛD olan ALLAHu zü’l- CELÂL'in Zâtının muktezasıdır-gereğidir. Mevcûdat, geçici ve izâfî vücûdlarını ve varlıklarını, ALLAHu zü’l- CELÂL'in Nûrundan Her ÂN YENiden Yaratılış ŞeÂNında iktisab-elde etmektedirler. Mutlak Nûr'un sınırlı ve sorumlu yansımaları (cisim, isim, resim) olan mahlükâtına, ALLAHu zü’l- CELÂL'in sonsuz ni’met ve lûtfüdür.

Hadis-i Şerîfin orjinalinde buyurulan, "ALLAHümme: ALLAHım!" İbâdette tek hak sahibi… Tevhid, ancak ve ancak ALLAH lafzı ile mümkündür. Diğer Esmâü'l- Hüsnâ ile tevhid olamaz ve olmazsa olmaz İlâhî kuralı: " iLâhe iLLâ ALLAH" dır… Akl-ı selimin kulluk hamdi, ezelen ve ebeden tüm kemâl sıfatlarıyla hamd ü senâ hakkının mutlak sahibi ve El Hamîd olan ALLAHu zü’l- CELÂL'edir. Kayyim, kıyâm, kayyûm, kâim olan ve mahlükâtına geçici yaşamak kudretini lâzım ve lâyıkınca veren ve vermeye devam eden O'dur. Varlığı bâkî olup fenâ erişemeyen kâim ve dâim olan O'dur…
İsm-i fâil sigasıyla buyurulan nûr, münevvir (nûrlandıran, tenvir eden) demektir. Külli Tecellîlerin, Zât'tan eşyâ'ya kadar zevkî izâhı bu noktada gizlidir. Ve bu sır, her zerrenin özündeki AKDES NOKTASI'ndaki özel ve güzel Sırr-ı Sıfırıdır…
Tümm ÂLeMLer ALLAHu zü’l- CELÂL’in NÛRudur ve KüLLî ŞEY’in ÖZünde HaYyat KuVVesi Yüklenmiştir Kaderiyle birlikte..
ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.(Nûr 24/35)

Bu âyet-i celîleyi alıcı gözle bir daha gözleyiniz, özleyiniz ve de izleyiniz ki kendi özünüzde gizli zannettiğiniz kara deliğiniz olan Nûr-u MiM kaynağınızdan rahmet fışkırsın ve ak deliğe dönüşsün İnşâe ALLAH..
Boşa kürek çekme, derya sende ve sen de bir damlasısın..
Bu muhteşem münevvir oluş, ârifler (ulü'l- elbâb) için, ALLAHu zü’l- CELÂL'in Mutlak Mûcîd oluşunun çok ince sırla buyuruluşudur..
Bilinemezlik karanlığından insan aklının bilinirlik sahasına çıkaran, onunla herşey anlaşılan ve onunla yaşanan Nûrullah…
Melîk-i mutlak; mülkünü sınırsız saltanatıyla idare eden ALLAHu zü’l- CELÂL… Melk, saltanattır. Melîk, melkten türeyendir. Mâlik-i Mutlak, mülkünün ortaksız sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL… Milk, mülk sahibi olup Mâlik de milkten türeyendir… HAKK, varlığı, vücûdu ve Ûlühiyyeti kayıdsız şartsız zâtına mahsus olan ALLAHu zü’l- CELÂLdir.. O'ndandır ki hakikât ve sahih olup, akl-ı selimin idrak edip varlığına inandığı her şey haktır..

Azîz kardeşlerim!
ALLAHu zü’l- CELÂL'in bildiği gibi tek arzumuz, her hususta yalnız bıraktığımız gençlerimize, MuhaMMedî Şuûru, Kur'ânî Sürûru ve İlâhî Nûru BİLiş, BULuş, OLuş ve YAŞAyışları için şart olanı elde edişte tüm gücümle Hasbî ve Habibî MuhaMMedî Hizmettir.
Bu ise katıksız, saf ve sadece Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in gönül hoşnutluğu ile ALLAHu zü’l- CELÂL'in rızasını kesin dileğimin çabasıdır..

Bunu şunun için arzettim ki, konuları her seviyedeki akla anlatım için tekrar, temsil ve tezekkür ediyoruz. Bakınız, bizim yaratılış sebebimiz olan kulluk (ibâdet) aslında tüm hayatımızı kapsamaktadır. Nefsimizin kendisi, inancı, düşünceleri, her türlü işlevi ve fiilleri ibâdettir. Zirâ yaşam proğramımız Emrullahla bildirilmiş ve Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem de tebliğ edip bizzât uygulamıştır. Bizi, fiillerimizi ve iki âyet-i celilede bildirildiği üzere düşüncelerimizi de yaratıp durmakta ve El Fâ'alün olan ALLAHu zü’l- CELÂL'in İlâhî İşlerini iyice ANLAya BİLelim diye esmâ tecllîlerini sesli düşünerek ve gerçek kardeşce inceliyoruz. İş denilince ve kulluk imthanı da sağlanan imkânlar içinde işler demek olunca, HAVL (potansiyel) ve KUVVET ilk gereken, Lâzım ve Lâyık olan olur. tüm esmâlara mazhar olsak bile kuuvvetimiz olsun ki uygulaya bilelim de imtihanı başaralım İnşâe ALLAH!. Onun için pek çok âyet ve hadîsten bazılarını anlayışınıza arz azmimizi hoş görmenizi dilerim.

Cüneyd (Kaddasallahu sırrehu): "Dildeki sözün, kalbdeki özünü aşmasın!.. Kâal (söz), hâli geçmesin!..." dediğinde kendisine: " Hâl nedir?" diye sorana ise Cüneyd (Kaddasallahu sırrıhu): "Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l aliyyü'l âzim. Hasbunallah ve ni'mel vekil!." buyuruyor.
Çünkü, hâli; HAKK celle celâluhu'nun Hazır ve Nazır olması, güç ve kuvvetin O'nda olduğu ve Vekîl edinilmesinin şart olduğu şeklinde idrak edip anlıyor ve yaşıyor.

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ
Resim---Ve huve’l- kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah (hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumu’l- mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn (yuferritûne).: O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihâyet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alır. Onlar vazifede kusur etmezler." (En'âm 6/61)

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l- Aliyyi'l- Azîm: Ulu ve yüce ALLAH Teâlâ'nın izni ve yardımı olmaksızın ne bir fayda elde etmeye ne de bir zararı uzaklaştırmaya (mahlûkat elinde) hiç bir potansiyel güç ve gözüken kuvvet yoktur demektir. Onun için:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Tevekkeltü alaLLaH: Ben ALLAH Teâlâyı vekil edindim" buyurdu.
(Ebu Dâvud, Edeb 103; Tirmizî, Dua 34; İbni Mâce, Dua,8)

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in buyurup açıkladığı gibi : Hakka inanıp, hayrı yapmak ve hasenâta (iyiliklere) kavuşmak hususunda gerekli gerçek havlin (henüz ortaya çıkmamış ama hazır bekleyen potansiyel gücün) ve hâlihazır var olan kuvvetin ancak ALLAH celle celâluhu da olduğuna inanıp, O'nu vekil kılıp O'na güveniyoruz ve diyoruz ki: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l- Âlîyyi'l- Azîm!..." Bâtıldan kaçınmak, şerri yapmamak ve seyyiâta (kötülüklere) düşmemek, hususunda korunabilmek için gerekli ve gerçek havl ve kuvvetin ancak külli şey'in RABB'ısı El Aliyyi'l-Azîm ALLAH celle celâluhu da olduğuna inançla O'na dayanıp, güvenip vekilimiz kılıyoruz!... Ve yine diyoruz ki : "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l Âliyyi'l Azîm!" Bunca mânevî lütûf, ikrâm ve ihsânı hibe edip hasbî bağışlayan ALLAH Teâlâyı salâtımızla ululuyoruz:
"Subhânallahi ve'l-hamdulillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l Âlîyyi'l Azîm": "ALLAH celle celâluhu Subhândır (noksanlıktan berî), ve hamd (aklî ve naklî övgü) ALLAH celle celâluhu içindir!. Ve ALLAH'dan başka el İlâh yoktur. Ve ALLAH Ekberdir (en yüce ve uludur, kibriya hakkıdır, birr ve bereketi hibe eden O'dur.) Ve bunları gerçek anlayıp gereğini yapabilecek havl (potansiyel güc) ve kuvvet ancak EL ÂLÎYYÜ'L-AZÎM olan ALLAH celle celâluhu’dadır. Veya bu söylediklerimi anlayabilip yerine getirebilme gücü ve kuvvetinin gerçek sahibi olan ALLAH'ımdan havl ve kuvvet diliyorum. O'nu vekil kılıp O'na sığınıyorum, O'na dayanıp ve O'na güveniyorum!" diyorum gibi düşüne biliriz!...

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Yeryüzünde herhangi bir kimse "Lâ ilâhe illâllahu Vallahu ekberu velâ havle velâ kuvvete illâ billahi" derse hataları deniz köpügü kadar olsa dahi örtülür." buyurdu.
(İbni Ömer (ra) dan; Sahih olarak; İmâmı Ahmed ve Tirmizî)

Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kalıcı sâlih amelleri çokça yapınız!" buyurdu. "Onlar nelerdir Yâ Rasûlullah!" denildi. "Tekbir (ALLAHUEKBER), Tehlil (Lâ ilâhe illâ ALLAH), Tesbih (Subhânallah), Velhamdülillah, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" sözleridir." buyurdu.
(Ebu Saîd el Hudri (ra) dan; İmâmı Ahmed, Ebu Yâ'lâ, Nesâî, İbn Hibban, Hâkim)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Subhânallahi, velhamdülillahi, ve lâ ilâhe illâllahu, vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahi" diye zikret çünkü bunlar kalıcı sâlih amellerdir. Ağacın yaprağını döktüğü gibi bunlar da günâhları (hataları) dökerler ve bunlar cennet hazinelerindendirler." buyurdu.
(Ebu'd Derda (ra) dan; Taberâni-Ömer (ra) dan ise İbni Mâce Muhtasar olarak)

Resim---Ebu Vakkas ibni Sâd (ra) dan: Bir bedevi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e geldi ve: "Bana okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resûlullah sallallahualeyhi vesellem de: "Lâ ilâhe İllâllahu vahdahu lâ şerike lehu, ALLAHUEKBER kebîran velhamdülillahi kesira. Ve Subhânallahi Rabbü'lâlemîn. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l- Azîzi'l- Hakîm." de" buyurdu. Bedevi: " Bu RABBim içindir. Benim için ne var?" dedi. Resûlullah sallallahualeyhi vesellem de: "Allahümmağfirli verhamni vehdini verzukni: ALLAH'ım beni bağışla, bana merhamet et, beni hidâyete erdir ve bana rızık ver!" de" buyurdu.
Ebu Mâlik el Eşâri rivâyetinde: "Bana afiyet ver!" ilâvesi vardır.
Bir rivâyette ilâve olarak: " Şüphesiz ki bunlar senin dünya ve âhiretine yararlı her türlü güzel şeyleri ihtivâ eder." buyurdu.
(Ebu Vakkas İbni Sâd (radiyallahu anhu) dan; Müslim)

Resim--- Bir kimse gelerek: "Yâ Rasûlullah (sav)! Benim Kur'ân'dan bir şeyler almaya gücüm yetmiyor. Bana kifâyet edecek bir şeyi öğret!" deyince Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Subhânallah, ve'lhamdülillah ve Lâ ilâhe illâllah, VALLAHUEKBER, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi" de. Buyurunca o kimse: "Yâ Rasûlullah! Bu (zikir) ALLAH (celle celâlihu) içindir. Benim için (dua olarak) ne söyleyim?"dedi. Rasûlullah (sav): "ALLAH'ım bana merhamet et, afiyet ver, hidâyet ver, rızık ver" buyurunca adam ellerini sıkıp göstererek: "Şöylece!(sımsıkı belledim) " dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "İşte bu adam iki elini de hayırla doldurdu!" buyurdu.
(İbni Ebi Evfa (ra) dan; Ebu Dâvud, Salât 139-832; Nesâî, İftitah 32-2,143)

Resim---Ömer İbni Hattab (Radiyallahu anhu)'dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Müezzin, "ALLAHuekber, ALLAHuekber!" deyince sizden kim (samimî olarak): " ALLAHuekber! ALLAHuekber!." derse; sonra muezzin:"Eşhedü ellâ ilâhe illallah" deyince: "Eşhedü ellâ ilâhe illallah" derse; sonra muezzin: "Eşhedü enne MuhaMMeden Rasûlullah" deyince: "Eşhedü enne MuhaMMeden Rasûlullah" derse; sonra muezzin: "Hayye ala's-salâh" deyince: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!" derse; sonra müezzin: ALLAHuekber, ALLAHuekber" deyince: "ALLAHuekber, ALLAHu ekber" derse sonra müezzin: "Lâ ilâhe illallah" deyince: "Lâ ilâhe illallah"ı kalbinden (samîmîyyet ve ciddîyetle) derse cennete girer." Buyurdu.
(Müslim, Sâlât 12 (385); Ebu Dâvûd, Salât 36 (527)

Resim---Aişe binti Sâd İbni Ebi Vakkas, babasından şöyle işittiğini: " Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber bir kadının yanına girdik. Kadın, önünde bulunan hurma çekirdeği veya kumla tesbih çekiyordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kadına: "Sana bundan daha kolayını veya daha fazîletlisini haber vereyim mi?" buyurdu ve:
"Subhânallahi adede mâ halâka fi's-semâi: göklerde yarattığı yarattıkları sayısınca ALLAH'ı tesbih ederim."
"Subhânallahi adede mâ halâka fi'l- arzî: yerde yarattığı, yarattıkları sayısınca ALLAH'ı tesbih ederim."
"Subhânallahi adede mâ beyne zâlike: gökle yer arasındaki yarattıkları sayısınca ALLAH'ı tesbih ederim."
"Subhânallahi adede mâ hüve halikun: ALLAH (cc)'ın yarattığı mahlûkat sayısınca ALLAH'ı tesbih ederim."
"VALLAHUEKBER misle zâlike: ALLAHUEKBER'i de böyle (yukardaki gibi) söylersin."
"Velhamdülillahi misle zâlike: Elhamdülillahi'yi de böyle (yukardaki gibi) söylersin."
"Velâ ilâhe illallahu misle zâlike: Lâ ilâhe illâ ALLAH'ı da böyle (yukardaki gibi) söylersin.
"Velâ havle velâ kuvvete billahi misle zâlike: Lâ havle velâ kuvvete'yi de böyle (yukardaki gibi) söylersin."
buyurdu.
(Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibban, Hâkim.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İsrâ Gecesi İbrâhim (aleyhisselâm) ile buluştum (karşılaştım) bana: "Yâ MuhaMMed ümmetine benden selâm söyle (oku) ve onlara: Cennetin toprağının güzel, suyunun tatlı, alanının düz, ağacının da "Subhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhi illâllahu VALLAHUEKBER" olduğunu haber ver." dedi" buyurdu.
(İbni Mesûd (radiyallahu anhu) dan; Tirmizî)
Bu Hadis-i Şerifi Tabârani de, Evsat ve Sagir'inde: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi: Kudret ve kuvvet ancak ALLAH'ındır." ilâvesiyle rivâyet etmiştir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kişi evinden çıktığında: " Bismillahi tevekkeltü alallahi lâ havle velâ kuvvete illâ billah: ALLAH adıyla, ALLAH'a güvendim. Güc ve kudret ancak ALLAH (celle celâlihu) dandır" derse kendisine: "Bu sana kâfidir. Doğru yola girdirildin, ihtiyacın giderildi. Zararlı şeylerden korundun." denilir ve şeytân ondan uzaklaşır." buyurdu.
(Enes (radiyallahu anhu) dan; Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban)

KuLLuğun haddini ve hududunu bilen kulları olarak; her zaman, her yer ve her hâlde -> ALLAH'ım!.
Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (el ân var olan) olmadan biz hiçbir hasenâtı (iyiliği, güzelliği, doğruyu, hakkı ve hayrı) işleyemeyiz. Onun için Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz'in diliyle: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- Aliyyü’l- Azîm!" diye dua edip İznullahı ve Avnillahı diliyoruz!.
ALLAH'ım! Senin havlin (potansiyel gücün) ve kuvvetin (el ân var olan) olmadan biz hiçbir seyyiâttan (kötülük, çirkinlik, eğrilik, bâtıl ve şerden) korunamayız. Onun için Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz'in diliyle: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyü'l-Azîm!" diye yalvarıp İsmetullaha sığınıyoruz!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

EL KAVÎYYÜ'L-AZÎZÜ celle celâluhu : Kuvvetli-Galib gelen (7 defa) Kaviyyü'l- Azîz

Resim

El Kavîyyü :
Resim

El Azîz :
Resim

فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ
Resim---“Fe lemmâ câe emrunâ necceynâ sâlihan vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve min hizyi yevmi iz(izin), inne rabbeke huvel kaviyyul azîz: Emrimiz gelince, Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) galip gelendir.” (Hûd 11/66)

الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Ellezîne uhricû min diyârihim bi gayri hakkın illâ en yekûlû rabbunallâh(rabbunallâhu), ve lev lâ def’ullâhin nâse ba’dahum bi ba’dın lehuddimet savâmıu ve biyaun ve salavâtun ve mesâcidu yuzkeru fîhesmullâhi kesîrâ(kesîran), ve le yansurennallâhu men yansuruh(yansuruhu), innallâhe le kaviyyun azîz: Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.” (Hacc 22/40)

مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Mâ kaderûllâhe hakka kadrih(kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz: Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hacc 22/74)

وَرَدَّ اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًا وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا
Resim---“Ve reddallâhullezîne keferû bi gayzıhim lem yenâlû hayrâ(hayran), ve kefallâhul mu’minînel kıtâl, ve kânallâhu kaviyyen azîzâ: Allah, inkâr edenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiçbir hayra varamadılar. Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü'minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.” (Ahzâb 33/25)

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
Resim---“Allâhu latîfun bi ibâdihî yerzuku men yeşâu, ve huvel kavîyyul azîz: Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.” (Şurâ 42/19)

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innellâhe kavîyyun azîz: Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.” (Hadid 57/25)

كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Keteballâhu le aglibenne ene ve rusulî, innallâhe kaviyyun azîz: Allah, yazmıştır: "Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.” (Mücâdele 58/21)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

85- El Kebîru celle celâluhu:

El Kebîrü: Kibriyâ ve celâlîyyet sahibi, saygın büyüklüğün tek sahibi olan
Celâl ve Şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan, kadri, kıymeti, önemi ve yüce olan büyük, âli ve yüce olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

El Kebîrü:

Resim

86- El Mütekebbiru celle celâluhu:

El Mütekebbiru: Büyüklenmeye, ululanmaya, kibriyâya tek ve ortaksız sahib olan, Kibriyâsı bozulmayan ve izhâr eden. Kibredene haddîni bildiren. Azamet sahibi... En büyük olmaya mutlak hakk sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Mütekebbir, küçültücü anlamdaki kibirden, büyüklenmekten değil de, azamet bildiren kibriyâdan ZÂTen büyük olmaktan türer..

Resim

El Mütekebbiru:
Resim

Zâtının, sıfatlarının, esmâlarının, fiillerinin ve eşyâlarının mâhiyyet ve sırları akılla bilinip anlaşılamaz olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Kebir ismi, "kebere-büyük, iri, ulu, yüce " kökünden türemiş olan bir sıfat isimdir.
el-Kebir ismi; büyüklenmek, büyük olmak anlamlarına gelmektedir. Kur'ÂN-ı Kerîmde en çok zikredilen kelimelerden biridir. Ekber/en büyük, tekbir/ ALLAHu zü’L CeLÂL’in her hususta en yüksek ve en büyük olduğunu ifâde etmek gibi, kelimeler sadece ALLAH celle celâlihu için kullanılır.
Kur'ÂN-ı Kerîmde; İstikbar/kibir, gurur, enaniyet, kendini büyük görme, mağrurlu olmak ve Tekebbür/kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek gibi kelimeleri de şeytanlar ve onların dostları için kullanılır.

Kebir; bütün övgülerin üstünde, bütün vasıfların fevkinde olandır.
Kebir; insanların vehim, zan, idrak ve vasıflamalarından uzaktır.
Kebir; bütün büyüklük ve azamet iddiasında olanların önünde küçüldüğü ve alçaldığı yegâne kibriya sahibidir.
Kebir; insanın his, idrak, akıl ve duyu organlarının kavramasından yücedir. Akıllar, “O”nun vasfı karşısında aciz kalır.
Kebir Sıafatı olan; hakimiyet, yetki, karar verme, helâl ve haram koyma yetkisi sadece kendisine ait olandır.
Kebir; insanların ibâdet ettikleri ve ortak koştukları ilahlardan yüce ve büyüktür.
Kebir; kulları kendisini görmedikleri halde onları yöneten ve idâre edendir.


Kebere : Diğerinden büyük olmak.
Kebure : Makam ve mevkide ulu olmak. Şerefli olmak.
Kebir: Büyük, âli, yüce.
Kebire : Yaşlılanmak, ihtiyarlamak.
Ekbere : daha, çok, pek, en büyük.
Tekebbere : Kibirlenmek, Kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek ve bilmek.
Kibr : Kibir, ululuk, şeref, şan. Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı.
Kibriyâ : Ululuk. Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü..


Kebir ismi, Kur'ÂN-ı Kerîmde çeşitli yönleriyle AKILLara NAKLediLir..
Kur'ân-ı Kerîm'de 51 âyette kebîr, 1 âyette mütekebbîr, 1 âyette kibriyâ, 5 âyette ekber ve 6 âyette kiber olarak geçmekte ve ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilerek sıfatlarından biri olarak kullanılmıştır.
Elbette mânevî yücelikten bahsedilmekte ve yaratan ile yaratılanları kıyaslamaktan ALLAHu zü’l- CELÂL'e sığınırız ve tenzih ederiz..
Mutlak azamet kemâli zâtına mahsus olan ALLAHu zü’l- CELÂL'e hamdolsun.
Maddî-Mânâvî Birrin ve Bereketin Mutlak Sahibi ve mâhlukatı için asıl ve ana kaynak olan SILAmızın SALL ANAhtarı “ALLAHÜEKBER!.” söylenişi çok ince sırlar saklamaktadır.

El Kebîrü isminin, Alî, Mütealî, Azîm ve Celîl isimleriyle anlam tamamlayıcılığı vardır.

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huvel bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O’ndan (Allah’tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız) şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)’dir, Kebir’dir (büyüktür).(Hacc 22/62)

وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---''Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh(lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlûl hakk(hakka), ve huvel aliyyul kebîr(kebîru).: Ve O’nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların kalplerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; Âli’dir (çok yüce), Kebir’dir (çok büyük).” (Sebe 34/23)

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ
Resim---Âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti’l- kebîru’l- muteâl (muteâli).: O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.” (Ra’d 13/9)

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ
Resim---Ve rabbeke fe kebbir.: Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O’nu) tekbir et (yücelt).” (Müddessir 74/3)

وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---Ve lehu’l- kibriyâu fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Câsiye 45/37)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHu zü’l- CELÂL: “Kibriyâ benim ridâm, Azamet ise benim ızârımdır. Bunlardan biri konusunda bana ters düşen kimseye azab ederim." buyurdu” buyurdu
(Müslim, Birr, 136; Ebû Dâvud, Libâs: 25; İbn-i Mâce, Zühd: 16; Müsned: 2/248, 376, 414, 427, 442, 4/416; Alâuddin el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl: 3/534)


Ridâ: belden yukarı giyilen elbise, bir anlamda gömlek, kaftan.
Izâr: belden aşağı giyilen elbise, gömlek.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ A L L A H c e l l e c e l â l u h u : “ Yere göğe sığmadım , ancak bir mü’minin gönlüne sığdım!.” buyurdu .
(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1985; Sadreddin Konyevi, 40 hadis, sy 82 vahdet Yayınl. İst)

EL-KEBÎR ALLAH celle celâlihu:
ALLAHu zü’L CeLÂL, Ezelî ve Ebedî ÜSTün oluşu ile Yücelikte ve Büyüklükte Mutlakiyyet Sahibidir. Sonradan olma ve yok olmağa mahkum, izâfî, iğreti, sonlu-ölümlü varlıkların, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, büyüklükleri hep ârızî/sonradan olan şey, bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan geçici-sanal vâki ve kâim olan. Vâcibu’l- VüCÛDdan MevCÛD el Kebirü’l-Azîm olan ALLAH celle celâlihu..

Kur'ÂN-ı Kerîm de, “Kebir” kelimesi biz insanlar ve varlıklar için zamanla ilgili bir mânâ ifade eder ve eskiliği, geniş zaman ve mekan içinde var oluşu bildiren bir büyüklüğü belirler. Yaşlı insanlardan bahsederken kebir kullanılır:

قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء
Resim---Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiye’l- kiberu vemraetî âkir (âkirun), kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ’ (yeşâu): Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar." (Âl-i İmrân 3/40)


el kiberu: ihtiyarlık, yaşlılık hâli.

قَالُواْ يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---''Kâlû yâ eyyuhâl azîzu inne lehû eben şeyhan kebîran fe huz ehadenâ mekânehu, innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).: Dediler ki: "Ey Vezir, gerçek şu ki, bunun yaşlı (ve) büyük bir babası var; onun yerine bizden birisini alıkoy. Doğrusu biz, seni iyilik yapanlardan görmekteyiz." (Yûsuf 12/78)

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء
Resim---El hamdulillâhillezî vehebe lî alâ kiberi ismâîle ve ishâk (ishâka), inne rabbî le semîud duâi.: Hamd, Allah'a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir." (İbrahîm 14/39)

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا
Resim---''Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ(kerîmen).: Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.” (isrâ 17/23)

وَلَمَّا وَرَدَ مَاء مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأتَيْنِ تَذُودَانِ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاء وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ
Resim---Ve lemmâ verede mâe medyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi yeskûnc(yeskûne), ve vecede min dûnihimumreeteyni tezûdânc(tezûdâni), kâle mâ hatbukumâ, kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâu ve ebûnâ şeyhun kebîrc(kebîrun).: Medyen suyuna vardığında orada (hayvanlarını) sulayan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (sürülerini suya gitmekten) alıkoyan iki kadın gördü. 'Sizin derdiniz nedir?' dedi. Dediler ki: 'Çobanlar çekilip gitmeden biz sulamayız. Babamız ise pek yaşlı bir ihtiyardır.” (Kasas 28/23)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Yine “Kebir” kelimesi, Kur'ÂN-ı Kerîmde, Mücerred/yalnız, tek, hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan, çıplak, soyulmuş anlamında ve manevî büyüklükleri ifâde etmek üzere kullanılmıştır ki: büyük günah, büyük mükafat, büyük fazl, büyük sapıklık, büyük hata, büyük azab, büyük lânet gibi..

El Kebîrü, Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L CeLÂL için kullanıldığında ise,
ALLAH celle celâlihu için düşünülmesi imkansız olan ancak Maddî Yaratıklar için söz konusu olan kütle, hacim, cüsse mânâsındaki büyüklüğü değil (ki bunlar Allah için söz konusu olamaz) müşahhas olmayan mücerred, maddî olmayan manevî büyüklüğünü ve kemâlâtını ifâde eder ki, Vâcibu’l- VüCÛD olup ZÂTı, Azameti, Kudreti ve sonsuz-sınırsız Sıfatları yönünden El Kebîru ve El Mütekebbiru celle celâluhudur.
Kibriyâ, ALLAHu zü’L CeLÂL’in Zât, Sıfat, Esmâ ve Eşyâsında Sonsuz ve Sınırsız Azamet ve Kudret SÂHİBLiği Büyüklüğüdür ve ŞeÂNuLLahtaki SüNNetuLLAH İŞLeri Hikmet dolu ve ZÂT’ına Mahsus Mutlaktır.

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّفَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
Resim---Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fe’s- sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun li’l- gaybi bi mâ hafizallâh (hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fî’l- medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ (sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ (kebîran).: Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ 4/34)

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ
Resim---Âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti’l- kebîru’l- muteâl (muteâli).: Görünen (şâhid olunan) ve görünmeyeni (gayb’ı) bilir. Büyüktür, Muteâli (herşeyden üstün, âlî olan, yüce) dir.” (Ra’d 13/9)

سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًا
Resim---Subhânehu ve teâlâ ammâ yekûlûne uluvven kebîrâ (kebîren).: O, onların dediklerinden münezzeh, yüce ve büyük bir yükseklikle yüksektir.” (İsrâ 17/43)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---Zâlike bi ennellâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihil bâtılu ve ennallâhe huvel aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, yücedir, büyüktür.” (Lokmân 31/30)

وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---Ve lâ tenfeu’ş- şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an kulûbihim kâlû mâzâ kâle rabbukum, kâlû’l- hakk (hakka), ve huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: O'nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz. En sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) "Rabbiniz ne buyurdu?" derler, "Hak olanı" derler. O, çok yücedir, çok büyüktür.” (Sebe 34/23)

ذَلِكُم بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ وَإِن يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ
Resim---Zâlikum bi ennehû izâ duiyallâhu vahdehu kefertum, ve in yuşrak bihî tu’minû, fel hukmu lillâhi’l- aliyyi’l- kebîr (kebîri).: "Sizin (durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah'a çağırıldığınız zaman inkar ettiniz. O'na ortak koşulduğunda inanıp onayladınız. Artık hüküm, yüce, büyük olan Allah'ındır." (Mü’min 40/12)

Azîm ismi de Kur'ÂN-ı Kerîmde büyüklük ifâde eder ancak Azîm isim kelimesi; Varlıklardaki mücerred ve manevî büyüklükleri, alanında, ifâde ederken hem de müşahhas büyüklüklere işâret eder:
Büyük Söz ->İsrâ 17/40,
Büyük Dağ ->26/63,
Büyük Taht ->Neml 27/23
Büyük Kurbân ->Sâffât 37/107,
Büyük Ahlâk ->Kalem 68/4, gibi örnekleyebiliriz..

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim---Ve inneke le alâ hulukın azîm (azîmin).: Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

AzametuLLAHta Azîm; manevî ve mücerred/hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan, çıplak, soyulmuş anlamı yanında bütün müşahhas/şahıslanmış, teşhis edilmiş anlamı ve maddî büyüklüklere de hakimiyet ve üstünlünlüğünü bildiren mutlak büyüklüğü ifâde eder.
ALLAHu zü’L CeLÂL Kendi NÛRu olan maddî varlık olmaktan münezzehtir ancak yarattığı maddî büyüklüklere de Hakîmdir..

ALLAHu zü’L CeLÂL, El Mütekebbiru celle celâluhudur..
ALLAHu zü’L CeLÂL; Zâtında, Sıfatlarında, Fiillerinde büyüklüğün, yüceliğin her çeşidi ve en mutlak olanı Kibriyâsını, El Kebîru sıfatını fiiliyata sokan El Mütekebbiru celle celâluhudur..

ALLAHu zü’L CeLÂL’in Kibriyâsı Kibri, AKLa NAKLen, her ÂN YENİden Yaratış Şe’ÂNı İÇİnde, RuBuBiyyet BİLEliği KEVNiyyet Sahibliğidir.. CemÂL ve CeLÂL sıfatlarını, teşhir meydânı olan ÂLEMlerde SERgileme eylemini AkıLLarımizâ-VicdÂNLarımiza ANLatımdır.. CemÂL ve CeLÂL sıfatlarını KULLarının AKILLarına NAKLen BİLdirip, BULdurup, OLdurup da HUDû ve Huşû İçinde yüce KaLBî ve RUHî DUYUM ve UYUmLarla YAŞAtarak,
Söz, Sohbet, Zevk ve HAZz Lütuf ve İHsÂNı Bahşetmesi ve Kibriyâsını İZhârıdır ve’s- SeLÂMm!.

Yoksa insanların kibri gibi, kendi nefsini beğenmişlik hadsizliği değildir hâşâ!.

Mütekebbir ismi, Kur'ÂN-ı Kerîmde sadece Haşr Sûresinde ALLAHu zü’L CeLÂL’e izâfe edilmiştir.

El Mütekebbir, Kur'ÂN-ı Kerîmde isim olarak, dördü çoğul, ikisi tekil olmak üzere altı yerde insanlar için kullanıldığında, boş yere büyüklük taslayan, kibirlenen ve gururlanan ahmak insan anlamlarına kullanılmıştır:

الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Resim---Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli kalbi mutekebbirin cebbâr (cebbârin).: "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, Allah bütün zorba mütekebbirlerin kalbinin üzerini işte böyle tabeder (açılmamak üzere mühürler)." (Mü’min 40/35)

AKLı Başında bir Kul için, Yaratanı ALLAHu zü’L CeLÂL’i unutarak HAKk’ın HaLKına büyüklük taslaması o kadar şiddetli bir hastalıktır ki;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kalbinde hardal tanesi ağırlığı kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir.” buyurmuştur.
(Müslim/imân 31; İbni Mâce/Kitabu’z- Zühd 1473.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim ALLAH celle celâlihu için bir derece alçak gönüllülük gösterirse buna karşılık ALLAH celle celâlihu onu bir derece yükseltir. Kim de ALLAH celle celâlihunun emrine karşı gelerek bir derece kibirlenirse ALLAH celle celâlihu onu bir derece alçaltır, sonunda onu aşağıların en aşağısında kılar.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Kitabu’z- Zühd 1476)

Bir âyet-i Celîlede ALLAHu zü’L CeLÂLin, El Mütekebbiru celle celâluhu İsmi olarak geçmiştir.

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbâr’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).(Haşr 59/23)

ALLAHu zü’L CeLÂL, ELeSt Bezminde KULLarını yüceltmiş Halifesi kılmıştır ve KULLarı Kibriyâda İZzet BULmuşladır..
EN İÇ-ÖZlerineden de MERKEZde, AKRABa, RaBBu’L- ÂLEMîni ve en DIŞLarında AKILLarının ULAŞamadığı MUHİti Kapsayan/YUTan ALLAHu zü’L CeLÂL’e MuhaMMedî Teslimiyyet, İmÂN EDiş, Tâbi OLuş ve İTâat Şefâatı Şerefine, ŞeÂNuLLahta şu ÂNda İştirak ŞÂHİDLeridirler El hamdu lillâhi rabbil âlemin!.

YAŞAmak Dediğimiz şu HAYatta Rehberimiz Kur'ÂN-ı Kerîmimizdir ki;

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---Şehru ramadânellezî unzile fîhi’l- kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ ve’l- furkân (furkâni), fe men şehide minkumu’ş- şehra fe’l- yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumu’l- yusra ve lâ yurîdu bikumu’l- usra, ve li tukmilû’l- iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara 2/185)

لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِن يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ
Resim---Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiri’l- muhsinîn (muhsinîne).: Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.(Hac 22/37)

Ne varki İmkÂNlar la İmtihÂN Olduğumuz şu yalan DÜNyâda, mütekebbirleri tercih hatasının bedeli cidden çok acısır ki Kur'ÂN-ı Kerîm bizi uayarır;

وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا
Resim---Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâ’s- sebîl(sebîlâ).: Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.(Ahzâb 33/67)

رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا
Resim---Rabbenâ âtihim dı’feyni mine’l- azâbi ve’l- anhum lâ’nen kebîrâ (kebîren).: Rabbimiz, onlara azabtan iki katını ver ve büyük bir lânet ile lânet et." (Ahzâb 33/68)

Oysa SEVgiLi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz Bizleri, yalan olan büyüklenmekten ve büyüklenenlere uymaktan uyarmıştı:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“ALLAH celle celâlihu şöyle buyurdu: “Büyüklük ve azamet bana ait sıfatlardır. Kim bu iki sıfattan birisinde benimle yarışmaya kalkarsa o kimseyi cehenneme atarım.”
(İbni Mâce, Kitabu’z- Zühd, 1474)

El Kebîru celle celâluhu ve El Mütekebbiru celle celâluhu İsm-i Şerîflerinin SıRRına EREN MuhaMMedî ÂŞIKLar için ALLAHu zü’L CeLÂL:

وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ
Resim---Ve rabbeke fe kebbir.: Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O’nu) tekbir et (yücelt).(Müddessir 74/3)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---Ve kuli’l- hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et.(İsrâ 17/111)

Bu yüce MuhaMMedî İnanç dışında, kendi cemâat ve tariakat adı altında câhil, gâfil ve bilgisizce Halkı kandıranlar ise Kur'ÂN-ı Kerîmde;

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
Resim---İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn (yestekbirûne).: Çünkü onlara: "Allah'tan başka ilâh yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı.(Sâffât 37/35)

وَقَالَ مُوسَى إِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ
Resim---Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yû’minu bi yevmi’l- hisâb (hisâbi).: Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesab gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.(Mü’min 40/27)

Kur'ÂN-ı Kerîmimizde en beter küfür olarak;

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim---Ve iz kulnâ li’l- melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblis (iblîse), ebâ vestekbere ve kâne mine’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ve meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.” (Bakara 2/34)

Ve yine Kur'ÂN-ı Kerîmimizde Nasuh nasihati olarak;

وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Resim---Ve lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fî’l- ardı merahâ (merahan) innellâhe lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr (fehûrin).: "İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokmân 31/18)

وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
Resim---Vaksid fî meşyike vagdud min savtik (savtike), inne enkere’l- asvâti le savtu’l- hamîr (hamîri).: "Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir." (Lokmân 31/19)

Netice olarak unutmamalıyız ki,

MuhaMMedî EDeb
MuhaMMedî İLim
MuhaMMedî İRfÂN
MuhaMMedî ERkÂN içinde,
HaKk’ı ve HaYRı BİLmek-BULmak-Olmak-YAŞAmak esastır.

Yoksa kibirlenen bilgi sahiblerini, ALLAHu zü’L CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L CeLÂL, Yahudilere ALLAH celle celâlihuya karşı kibirlendiklerinden ve kendilerine indirilen kitablarına gereken saygıyı göstermediklerinden dolayı: “Kitab yüklü eşşekler” buyurmaktadır..

مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meseli’l- hımâri yahmilu esfârâ (esfâren), bi’se meselu’l- kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh (âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.(Cuma 62/5)

Resim
EL MÜTEKEBBİRU celle celâluhu ZEVKİne eren gerçek MuhaMMedî Mü’min;
Kibriyâyı Zâtullah'a tahsis eder, sadece ALLAH celle celâluhu'yu Ekber (en büyük) ve bereketin sahibi bilir ve gayrisinin kibirlenme ve böbürlenmesine boyun eğip müsamâha göstermez. Ve şeytânın kibir tuzağına düşmemeye çalışıp takvâ/ALLAH korkusuna sarılır İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

87- El KEFÎLu celle celâluhu:

El Kefîlu: Yarattığı mahlükatının her hususta her ihtiyacına kefîl olan, bütün canlıların rızıklarını üstlenen, bu konuda kullarına yeten, nimet veren, kullarını görüp gözeten, Kuluna kefil olan, Kulları tarafından Kefil kılınan, Sorumluluk yüklenen ve sorumluluk yükleyen ALLAHu zü’l- CELÂL.

Resim

El Kefîlü :
Resim


Kefele : Birine kefil olmak. Beslemek. Bakmak.
Tekeffele : Kefil olmak.
Kifl : Nâsib. Kat. Misil. Kefâlet.
Kefîl : Kefil. Garantör.
Kefâlet : Kefâlet. Garanti.

El Kefîl ALLAH celle celâlihu: Kullarına kefil olan, Kulları tarafından kefil kılınan, Sorumluluk yüklenen ve sorumluluk yükleyen ALLAHu zü’L- CELÂL..

Bu çift taraflı mânâ Kefîlin, hem ism-i meful hem de ism-i fail oluşundan kaynaklanır.

El Kefîl celle celâlihu İsmi, Hadislerle bildirilen listede olmayıp Kur'ÂN-ı Kerîmimizde geçen isimlerdendir;

وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Resim---Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudû’l- eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ (kefîlen), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn (tef’alûne).: Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.(Nahl 16/91)

RaBBimiz TeÂLÂ, birini mükellef kılacaksa ona önce o sorumluluğu taşıyabilecek bir donanım verir. Akıl bunlardan biridir. Aklı olmayan mükellef değildir. O nedenle her akılda Kefil isminden bir tecellî vardır. ALLAH celle celâlihu, varoluşa kefildir.
SünnetuLLAH ki, her geceden sonra gündüz geldiği gibi, her kışın ardından yaz gelir. Bu, ALLAH celle celâlihu’nun yasasıdır. ALLAH celle celâlihu yasalarına kefildir. İnsanların dinî ve dünyevî ihtiyaçlarını karşılamayı üzerine alan ALLAHu zü’L- CELÂL ZÂTına; Muhtaç-Mecbur-Me’mur ve Mahkum yarattığı KULLarına gerçek kefildir ve hakkta ve hayrda işlenen amellerini-yaptığını boşa çıkarmaz hamdolsun:

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ فَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَأُخْرِجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُواْ فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ وَقُتِلُواْ لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ ثَوَابًا مِّن عِندِ اللّهِ وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
Resim---Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’d (ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâr(enhâru), sevâben min indillâh (indillâhi) vallâhu indehû husnu’s- sevâb (sevâbi).: Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O'nun katındadır.(Âl-i İmrân /195)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anhu rivâyet etti ki:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İsrâil oğullarından bir adamı zikretti ve şöyle buyurdu:
“O adam, İsrâil oğullarının bazısından borç olarak bin dinar vermesini istedi.
Borç vermek isteyen kişi: “Şâhidleri getir, onları şâhid yapacağım!” dedi.
Borç isteyen: “Allah şâhid olarak yeterlidir!” dedi.
Borç vermek isteyen kişi: “O halde bana kefil getir!” dedi.
Borç isteyen: “Allah kefil olarak yeterlidir!” dedi.
Borç vermek isteyen kişi: “Doğru söyledin dedi ve ona isimlendirilen bir vakte kadar bin dinarı verdi. Parayı alan peşinden denize ticaret için açıldı. İhtiyaçlarını giderdi sonra takdir edilen vakitte borcunu ödemek için kendisine ödünç veren kimseye gelmek üzere gemi aradı. Fakat bir gemi bulamadı.
Bunun üzerine bir odun parçası alıp onun içini oydu. İçine bin dinarı ve bir de borç aldığı kimseye yazdığı mektubu koydu. Sonra oyuk yeri iyice kapattı ve tesviye etti. Sonra odunu deniz kenarına getirdi ve şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Kuşkusuz Sen biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç istedim. O benden kefil istedi. Ben: “Kefil olarak Allah yeterlidir!” dedim. O senin kefilliğine razı oldu. O benden şâhid istedi. Ben: “Şâhid olarak Allah yeterlidir!” dedim. O SENin şâhidliğine razı oldu ve bana borç verdi. Ona borcu göndereyim diye gemi bulmaya çalıştım, fakat bulamadım. Artık ben, bin dinarı sana emanet ediyorum!.” dedi ve o odunu denize attı.
Odun denizin içine girdikten sonra, oradan kendisini beldesine götürecek bir gemi bulmak için geri döndü. Borç veren de onun dönmesini umarak deniz kenarına çıktı ve belki bir gemi parasını getirmiş olabilir diye gözetliyordu.
Bu sırada birden sahilde içinde para olan odunu gördü. Onu ailesine yakacak bir odun olarak aldı. Evde onu parçalayınca içinde ki paraları ve mektubu buldu.
Sonra borç alan kimse, kendisine borç veren kimseye geldi ve ona bin dinarı getirdi: “Allah’a yemin ederim ki, paranı sana getirmem için bir gemi aramaya devam ettim. Fakat sana geldiğim bu vakitten önce bir gemi bulamadım, dedi ve borcunu verdi.
Alacaklı kimse: “Sen bana bir şey gönderdin mi?” dedi.
Borçlu: “İçinde sana geldiğim şu günden önce bir gemi bulamadığımı sana haber veriyorum.”
Alacaklı kimse: “Kuşkusuz ki Allah, senin odun içinde gönderdiğin borcunu senin adına ödedi. Dolayısıyla getirdiğin bu bin dinarı raşid olarak götür dedi.”
(Buharî, 2118, 2119)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


88- El KeRîMu celle celâluhu:
Her hususta; iyilik, faydalılık, fazîlet ve kerem ile sıfatlanmış. İhsân ve inâyet sahibi. Şerefli ve izzetli, muhterem ikrâm edici, cömert, musamahakâr, muazzez, mükerrem olan. Mutlak Kerîm olan ALLAHu zü’l- CELÂL.

Resim

El Kerîmu:
Resim

89- El EKReMu celle celâluhu:
(Çok, pek, en) kerîm, çok şeref sahibi, pek cömert, kudret eli çok açık olan, İnsanı mükerrem kılan ALLAHu zü’l- CELÂL.

Resim

El EKREMü ALLAH celle celâlihu.:
Resim

Kereme.: Birine kerem sahibi olmakta üstün gelmek.

İbni Hacer'in Hadis Listesinde ve Kur'ÂN-ı Kerîmimizde 2 âyette geçmektedir.:

فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ
“Fe emmâ’l- insânu izâ mâbtelâhu rabbuhu fe ekramehu ve na’amehu fe yekûlu rabbî ekremeni.: Fakat insan, ne zaman RABBi onu imtihan edip, böylece ona ikram eder ve onu ni’metlendirirse, o zaman: “RABBim bana İKRÂM etti.” der.” (Fecr 89/15)

40- Zü'l-Celâli ve'l- İkrâmu celle celâluhu:
Sonsuz kereminden ikrâmını kullarından şükredene lütûf, küfredene ise lânet etme (celâliyyet) hakkının mutlak sahibi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL. Celâl ve ikrâm sahibi olan Gübreden GÜL veren Cenâb-ı HAKK celle celâluhu.

Resim


Resim

Kerem (kerâmet, lütûf ve ihsan sahibi cömert olmak. İyi, ahlâklı, asil ve değerli olmak) kökünden sıfat ismidir. Kur'ân-ı Kerîm'de okunuş farklılıklarıyla birlikte 10 âyette ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmiştir ve buyurulmuştur. İkrâm ve tekrim masdarlarından türeyen 4 fiilin fâili olarak da diğer âyetlerde kullanılmıştır. Kerîm, maddî lütûf ve ikrâm edilişin yanında mânevî bağış ve ihsan edişi de içerir.
Kerîm isminin; Alî, Kuddûs, Hamîd gibi zâtî isimlerle ve Afüvv, Gafûr, Halîm gibi fiilî isimlerle de anlam yakınlığı vardır.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem câmiye girerken: "İlâhî rahmetten kovulmuş bulunan şeytandan yüce ALLAH'a, O'nun Kerîm olan zâtına ve Kadîm olan hükümrânlığına sığınırım!" buyurmuştur.
(Ebu Dâvûd, Salât 18)

El Kerîmü : Her hususta; iyilik, faydalılık, fazîlet ve kerem ile sıfatlanmış. İhsân ve inâyet sahibi. Şerefli ve izzetli, muhterem ikrâm edici, cömert, musamahakâr, muazzez, mükerrem olan. Mutlak Kerîm olan ALLAHu zü’l- CELÂL.
El Ekremü : (Çok, pek, en) kerîm, çok şeref sahibi, pek cömert, kudret eli çok açık olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Kereme: Birine kerem sahibi olmakta üstün gelmek.
Kerüme: Bir şey azîz ve kıymetli olmak. Cömert olmak.
İkrame: İkram etmek, hürmet ve tâzim göstermek.
İkram: Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek. * İltifat olarak bir şeyler vermek. * Bağış. * Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât. * Allah'ın lütfu ve ihsanı.
Kerem: Kerem, cömertlik, izzet. Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemâl-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
Kerem etmek: Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.
Keremkâr: f. Kerem eden, ikrâm eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
Mükerrem: Mükerrem, hürmete değer kişi, şerefli, mübeccel. Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerîm olan..


El Kerîm ve el Ekrem isimleri, ALLAH celle celâlihunun lütuf ve yardımda bulunduğunu yansıtan isim-sıfatlardandır

El Kerîm, el Ekram ve zü’l- CeLâLi ve’L- İkram da; er Razzak, el Ğaniyy, zü'l- Fadl, el Vehhâb, Zi't- Tavl isimleri gibi, ALLAH celle celâlihu'nun, rızık ve ihsan ile ilgili isimlerindendir.

ALLAHu Zü’L- CeLÂL, Kerîmdir;
Büyüklük, yücelik, ululuk, azamet, yüce ve münezzeh olmak,
Kayıtsız ve şartsız azamet sahibi olmak,
Bütün sıfat, fiil, emir ve yasaklarında yüce ve tAMM olmak,
Bütün eksik sıfatlardan münezzeh olmak,
Dilediği kullarına yücelik ve azamet veren olmak,
Hiçbir karşılık beklemeksizin verip ve ihsanda buluna
olmak,
İnkâr ve nankörlüklerine karşılık kullarını cezâlandırmakta acele etmeyen olmak sıfatlarına sahib olan ALLAHu Zü’L- CeLÂLdir..

ALLAHu Zü’L- CeLÂL, Kerîmdir;
Hayrı ve bağışı bol olan, kullarına cömertçe ve karşılık beklemeden verendir.
Her türlü şerefi, izzeti, değeri, âsilliği ve bütün güzellikleri ve güzel huyları ZÂTında toplayandır.
Hoşgörülü, erdemli ve nâzik olandır.
Kullarını cezâlandırmakta acele etmeyendir. Kullarının günahlarını affeden ceLÂL ve CeMÂL SAHİBidir..

Kerîm; ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in fiilleri ile ilgili bir özelliktir.
Ekrem ise; Zü’L- CeLÂL’in ZÂTı ile ilgili bir özelliktir.

El Kerîm celle celâlihu ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu Zü’L- CeLÂL’e mahsus olmak üzere;

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Resim---''Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).: Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.(Neml 27/40)

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ
Resim---Yâ eyyuhe’l- insânu mâ garreke bi rabbike’.-l kerîm (kerîmi).: Ey insan, “üstün kerem sahibi” olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir?(İnfitâr 82/6)

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Resim---Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek (adeleke).: Ki O, seni yarattı, “sana bir düzen içinde biçim verdi-dizayn edip seviyeledi” ve seni bir i’tidal üzere kıldı.” (İnfitâr 82/7)

El Kerîm celle celâlihu ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde İKiL İsim olarak El GANİYYU celle celâlihu iLe Birlikte bir defa geçmektedir;

EL GANİYYU'L-KERÎMU celle celâluhu :
Ganî olan-İkram eden. (1 defa)

Resim

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Resim---Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun) : Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.'' (Neml 27/40)

Ekrem celle celâlihu ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde RABB İsmiyle birlikte olarak bir defa geçmektedir;

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
Resim---Ikra’ ve rabbuke’l- ekrem (ekremu).: Oku ve senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.” (Alak 96/3)


Zü'l-Celâli ve'l- İkrâmu celle celâlihu ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde RahmÂN Sûresinde 2 defa geçmektedir;


وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi): Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.(Rahmân 55/27)

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---Tebârekesmu rabbike zîl celâli vel ikrâm(ikrâmi): Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.” (Rahmân 55/78)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

90- El Kuddûsu celle celâluhu:


El Kuddûsu: Aklın bilebilceği veya bilemeyeceği her türlü kusur, noksan, ayıp ve benzetmelerden beri', lekesiz, ve temiz olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

El Kuddûsü :
Resim

Kuds (temizlik, paklık, arılık, kudsallık, mübâreklik) kökünden mübâlâga sıfatı ismidir. El Kuddûs; akla gelen veya gelmeyen nitelik ve nicelikten tertemiz, pak, kusurdan arınmış ve münezzeh olan ALLAHu zü’l- CELÂL.

Kur'ÂN-ı Kerîmde Kuddûs ismi:
Kuddûs ismi, Kur'ÂN-ı Kerîm’de iki âyette mârife (elif lâmlı) olarak ve Melik isminden sonra zikredilmektedir. Kuddûs ismi Kur’ÂN-ı Kerîm’de iki âyette geçmektedir:

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).(Haşr 59/23)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı’l- meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Göklerde ve yerde olanlar, Allah’ı tespih eder ki; (O) Mâlik’tir (mülkün sahibidir), Kuddüs’tür (mukaddestir), Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Cumâ 62/1)

Ve ilelebet meleklerin takdisi olarak da geçer:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d- dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

El Kuddûs celle celâlihu, Tirmizî'nin rivâyetinde bulunan isimlerdendir. El Kuddûs ismi El Aliyyü ismi ile ilişkilidir ve ALLAHu zü’l- CELÂL'in ULULuk bildiren isimlerindendir.
ALLAHu zü’l- CELÂL, Kuddûs özelliği ile yeryüzünün meliklerine benzemez. Her türlü eksiklik, âcizlik, kusur ve ayıptan uzaktır.
ALLAHu zü’l- CELÂL’in Kuddûs celle celâlihu ismi, O’nun her ÂN Yeniden Yaratmakta olduğu bu Âlemde KULLarına Resûl gönderme ve insan hayatına karışma yetkisinin-etkisinin olduğunu ve bu konuda her türlü haksızlık ve şaibeden uzak olduğunu gösterir.

El Kuddûsü: Aklın bilebilceği veya bilemeyeceği her türlü kusur noksan, ayıp ve benzetmelerden uzak ve temiz, beri', lekesiz olan ALLAHu zü’l- CELÂL..
KUds: Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
Kadüse: Temiz olmak.
Kaddese: Takdis etmek, temizlemek, bir şeyi mukaddes kılmak.
Kaddesallahu: ALLAH takdis etsin, mübârek kılsın. Erenler için söylenen söz.
Kuddüsî: Kuddûs İlâhî isminin tecellîsine mazhar olmuş kimse.
Kudsî: (Kuds. dan), Kudsal, Mukaddes, kudsal, muazzez. ALLAHu zü’l- CELÂL'e mesub, ilgili, İlâhî, lâhutî.
Kudsîyyet: Kudsilik, mukaddeslik, azizlik. * Temizlik, paklık.
Mukaddes: (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
Tekaddesallahu: ALLAHu zü’l- CELÂL, tüm noksan ve ayıplardan berî, pek pak ve münezzeh olmak.
Kadîsü: İnci, lüğlü', saf ve arı olan.


Kuddûs İsmi, “kds” kelimesinden “fu’ûl” kalıbında mübâlağa ifâde etmesi için türetilmiştir. Bu kalıpta Arap dilinde sadece “Sübbûh” ve “Kuddûs” isimleri kullanılmaktır. Bazen Sebbûh ve Keddûs şeklinde “ fe‟ûl” vezninde kullanılır.
(Zeccâcî, İştikâk esmâillah, s. 214.)

Kds kelimesi, kalıp olarak hangi kipe sokulursa sokulsun temiz, pak, mübarek, kutlu, saf, her türlü kusur, ayıp ve eksiklikten uzak ve son derece münezzeh anlamlarına gelir.
(Zeccâcî, İştikâk esmâillah, s. 214. Kurtubî, el-Câmi‟. c.1, s. 554.)

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in şu hadisinde de bu kelime aynı anlamda kullanılmaktadır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Zayıf kimsenin hakkının güçlülerden alınmadığı bir ümmet takdis olunmaz!” buyurmuştur. (olunmasın)”
(İbni Mâce, Sadâkât 17, Fiten 20.)

“Yani ALLAH, o ümmeti arındırmaz veya arındırmasın demektir.
Araplar, kendisinden abdest alınıp temizlenilen çukur, kova gibi şeylere “Kades” ismini verirler. Temizlik için su konan su dolabına da “Kâdus” derler.”
(Kurtubî, a.g.e. c. 1, s. 555.)

Hem, hata, gaflet, şaibe ve günah işlemekten uzak olduğu için hem de insanların manevi açıdan temizlenmesini sağlayan ilâhi vahyi getirmesinden dolayı Cebrâil aleyhisselâm’a “Rûhu’l- Kudus” denir... (Bakara 2/87,253; Mâide 5/110; Nahl 16/102)

İsâ aleyhisselâm’a kudsî destek;

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
Resim---Ve lekad âteynâ mûsâ’l- kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhi’l- kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).: Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.” (Bakara 2/87)

Musa aleyhisselâm’a Mukaddes Tûvâ;

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
Resim---''İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk(na’leyke), inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).: Muhakkak ki Ben, Ben senin Rabbinim. Şimdi pabuçlarını çıkar. Şüphesiz sen, mukaddes vadi Tuva’dasın.” (Tâhâ 20/12)

إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
Resim---''İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).: Rabbi ona kutsal vadi Tuva’da nida etmişti (seslenmişti).” (Nâziât 79/16)

Filistin topraklarına da temiz ve kudsal kılınmasından dolayı “el-Ardu’l- Mukaddese” denir:

يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ
Resim---Yâ kavmidhulû’l- arda’l- mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ edbârikum fe tenkalibû hâsirîn (hâsirîne).: Ey kavmim, Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrarsınız(Mâide 5/21)

Kudus-ü Şeriftekideki Mescid-i Aksâ’ya da, “Beytu‟l- Makdis” adının veriliş sebebi, içi günahlardan takdis olunan yani günahlardan arınılan yer olduğundan dolayıdır.

Cennet-i âLâ’ya da, pak ve temizliğinden dolayı “Hazîratü’l- Kuds” denir.

KUDDÛS; Mukaddes, her türlü kusurdan uzak, hiçbir eksiklik ve kusurun bulunmadığı, her vasfında mükemmel, sınırlamaya, tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul etmez zât. Tertemiz, bütün övgüye lâyık, olgunluklar fazilet ve güzellikler O’na mahsustur. Hiçbir şey O’nun kudsal varlığına yetişemez. O hiçbir sınır ve tasavvura sığmaz. O hiçbir ortaklık kabul etmez, çünkü ortaklık eksikliktir. Haksızlık yapmaz, zâhirde haksızlık gibi görünen şeyler, gerçekte O’nun adâletinin tecellîsidir. Lekeli şeyler O’na yanaşamaz. Ne dosta ne oğula ne eşe ihtiyacı vardır. Ne bizim kulluğumuza ne ibâdetimize ne duamıza ne zikrimize ihtiyacı vardır. O ihtiyaçtan münezzehtir. Münezzeh olduğu için KUDDÛS’ tur. ALLAH’ı noksan sıfatlardan tenzih etmek yani ALLAH’ı tesbih etmek O’nu kudsamaktır. Her tesbih aynı zamanda bir takdistir. Öyleyse ALLAH üstün sıfatlarla muttasıf noksan sıfatlardan münezzeh olması ile KUDDÛS’tur. Âlim, Samed, Selâm, Hayy, Kayyum… vs. gibi bütün sıfatların sahibi olduğu için KUDDÛS, Doğmak, doğurmak, ortağı, dengi benzeri olmak gibi özelliklerden münezzeh olduğu için KUDDÛS’tur. Bütün kemâl sıfatlar ondadır. Hiç bir noksan sıfat onda yoktur, Çünkü O, ALLAHu zü’l- CELÂL olan KUDDÛS tur.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAHu zü’l- CELÂL’imizi, Kur’ÂN-ı Kerîm’de anlatıldığı şekilde tanımak zorundayız. İçinde yaşadığımız toplumda farklı farklı ALLAH anlayışları mevcuddur. İnsanlar Kur'ÂN-ı Kerîmi okumadan, ALLAHu zü’l- CELÂL’in isimlerini öğrenmeden O’nu tanıdıklarını, O’nu sevdiklerini ve O’na kulluk yaptıklarını iddia ediyorlarsa yanılıyorlar:

وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Resim---Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhu alâ beşerin min şey’in, kul men enzele’l- kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden li’n- nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ (kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne).: Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.(En’âm 6/91)

Takdis, ALLAHu zü’l- CELÂLi en güzel vasıflarıyla tanımaktır. Tesbih ise O‟nu her türlü eksiklikten uzak tutmaktır. Takdis ve tesbihin birleşiminden tevhid inancı ortaya çıkar. Eğer bu iki unsurdan biri eksik olursa tevhid inancı da eksik demektir. Kur’ÂN-ı Kerîm’de melekler bu konuda bize örnek olarak gösterilmektedir:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---Ve iz kâle rabbuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d- dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi.” (Bakara 2/30)

Tesbih ve takdis, Kelime-i Tevhid’in özetidir.
Önce “Lâ ilâhe” diyerek bütün ilâhlık iddiasında bulunanları reddediyoruz, yani tesbih ediyoruz.
Daha sonra da “illALLAH” kısmını ilâve ederek ALLAHu zü’l- CELÂL’in gerçek ilâh olduğunu vurguluyoruz. Böylece takdis görevimizi de özlü bir şekilde yerine getirmiş oluyoruz. ALLAHu zü’l- CELÂL’i hakkıyla tesbih ve takdis edebilmek büyük bir ni’mettir. Bu ni’meti bize bahşettiği için Rabbimize hamdetmemiz gerekir..

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Faziletini buyurup duyurduğu İhlâs Sûremiz de, Tesbih ve Takdisin açılımı şeklindedir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yolculuğa çıktığı zaman şöyle buyururdu: “Sizden herhangi bir kimse bir gecede Kur'ÂN’ın üçte birini okumaktan aciz midir?” Ashabı Kiram (radıyallahü anhum): “Kur'ÂN’ın üçte birini nasıl okuyabilir(iz)” diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Kul hüvallahü Ehad üçte birine denktir.”
(Buharî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13; Müslim, Müsafirin 259; Tirmizî, Fedailü’l-Kuran 11; Nesaî, İftitah, 27; Darimî, Fedailül Kur'ÂN, 17)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Canımı gücü ve kuvveyitle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bu sure Kuran’ın üçte birine denktir.”
(Buharî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13; Müslim, Müsafirin 27; Ebu Davûd, Vitr, 18; Tirmizî, Hâc, 95; Darimî, Fedailü’l-Kurân, 24; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/173, 3/8; İbni Mâce, Edeb, 17)

Resim---Ebu Saîd el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adamın İhlas Sûresini tekrar tkerar okudğunu gördüm. Hemen ertesi gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e giderek durumu anlattım. Çünkü adam okuduğunu adeta azımsıyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Kuvvet ve iradesi sayesinde yaşadığım Allah’a yemin ederim ki bu sure fazilet bakımından KurÂN’ın üçte birine denktir.“
(Buharî, Fedâilül-Kur’ân, 66/13; Mâlik, Muvatta’, 15/16)

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---Kul huvallâhu ehad (ehadun).: De ki: O Allah, birdir.” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---Allâhu’s- samed (samedu).: Allah, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).(İhlâs 112/2)

Bu bölüm ALLAHu zü’l- CELÂL’i takdis kısmıdır. Kur’ÂN, Rabbimizin ne olduğunu ve özelliklerini açıklıyor. O’nun azamet ve kibriya sahibi olduğunu belirtiyor. Yaratıklara hiçbir konuda muhtaç olmadığını ve onlara hiçbir şekilde benzemediğini zikrediyor.

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
Resim---Lem yelid ve lem yûled.: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---Ve lem yekun lehu kufuven ehad (ehadun).: Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)

Bu bölüm ise tesbih bölümüdür. ALLAH her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih ediliyor. O’nun ne olmadığı vurgulanıyor.

Peygamberimiz Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in henüz yeni konuşmaya başlayan çocuklara öğrettiği şu iki âyet de, tevhid inancını en özlü bir şekilde anlatmaktadır:

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
Resim---Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fî’l- mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ (takdîren).: Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkân 25/2)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---Ve kuli’l- hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun mine’z- zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et.” (İsrâ 17/111)

ALLAHu zü’l- CELÂL’e iman tesbih ve takdis ile beraber olmalıdır. Aksi halde iman tam olarak gerçekleşmiş olmaz.

ALLAHu zü’l- CELÂL, hem kendisi temizdir, hem de yarattıklarını temizlemek ister. Kullarının kalblerini Kur'ÂN-ı Kerîmin rahmet damlaları ile temizler. ALLAH, peygamberinin ev halkını ve Meryem’i çirkinliklerden temizlediği gibi bizleri de tertemiz yapmak ister.

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Resim---Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtîne’z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran).: Evlerinizde vakarla oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.(Ahzâb 33)

Zekât ve sadaka vermeyi emrederek bizim mallarımızı temizler:

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm (alîmun).: Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 9/103)

Gusül ve namaz abdesti ile de manevî kirlerden temizler. Tevbe eden ve temizlenenleri sever:

لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ
Resim---Lâ tekum fîhi ebedâ (ebeden), le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbu’l- muttahhirîn (muttahhirîne).: Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.” (Tevbe 9/108)

Bizim kirlettiğimiz yeryüzünü ve gökyüzünü yağmurlarla yıkar, güneşle kurutur. Kirlenen suları buhara dönüştürür, havada temizleyip yeniden tertemiz yağmur olarak indirir.:

إِذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعَاسَ أَمَنَةً مِّنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُم مِّن السَّمَاء مَاء لِّيُطَهِّرَكُم بِهِ وَيُذْهِبَ عَنكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلَى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الأَقْدَامَ
Resim---İz yugaşşîkumun nuâse emeneten minhu ve yunezzilu aleykum mine’s- semâi mâen li yutahhirakum bihî ve yuzhibe ankum ricze’ş- şeytâni ve li yarbıta alâ kulûbikum ve yusebbite bihil akdâm (akdâme).: Hani kendisinden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalblerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu.” (Enfâl 8/11)

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
Resim---Ve siyâbeke fe tahhir.: Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.” (Müddessir 74/4)

Bu âyette geçen “siyâb” kelimesi hem elbise anlamına, hem de beden, kişilik, benlik, kalb, çevre, ruhî durum ve davranış biçimi anlamlarına da gelir.

Kalbi ve davranışları temiz olmayanların kullukları da temiz olmaz. ALLAH ibâdetteki temizlikten önce inanç ve düşüncedeki temizliğe i’tibar eder.

Kudsallık ve mukaddeslik, vahiy ile alâkalıdır. Vahiy getiren meleğe, vahyin indiği şehre ve vâdiye ALLAH kudsallık izâfe etmektedir. Vahiy ile alâkası olmayan şeyler kudsal olarak nitelendirilemez. Kudsal ve mukaddes kelimelerini gelişigüzel bir şekilde herkese ve her şeye kullanamayız. ALLAHu zü’l- CELÂL’in vahyinin hâkim olduğu toprak parçaları kudsaldır. Vahyin yüklediği görevler ve hizmetler de kudsaldır. Vahyin gündemde tutulduğu makam ve mevkiler de kudsaldır.

Kuddûs celle celâlihu ismi, pâklık ve temizlik ifâde eder. Biz de hayatımızı, fikirlerimizi, inancımızı ve ibâdetlerimizi her türlü kirden ve necâsetten temizlememiz gerekir. Kur'ÂN-ı Kerîm, kendini arındıran kimselerin kurtuluşa ulaşacaklarını müjdelemektedir.:

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
Resim---Kad efleha men zekkâhâ.: Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” (Şems 91/9)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resimel Kuddûs OL-ÂN ALLAHu zü’l- CELÂLin Kudsî vasfı;

Kuddûs; her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmayandır.
Kuddûs; hiçbir leke kabul etmeyen ve her türlü ayıptan tertemiz olandır.
Kuddûs; bütün kemâl sıfatları taşıyan ve bütün üstün ve mükemmellikleriyle övgüye lâyık olandır.
Kuddûs; her türlü kötülük, çirkinlik, eksiklikten berî, yaratıklardan herhangi birine benzemekten, kemâline aykırı her şeyden uzaktır.
Kuddûs; idrak edilmekten ve kendisine ulaşılmaktan uzaktır.
Kuddûs; herhangi bir denk, rakib, eş ve alternatife sahip olmaktan üstün ve büyüktür.
Kuddûs; en mükemmel, en muazzam ve en kapsamlı olan sıfatlarından herhangi bir sıfatın eksikliğinden münezzehtir.
Kuddûs; akılların kuşattığı, hayallerin tasavvur ettiği ve bütün fikirlerin etrafında dönüp dolaştığı her şeyden münezzehtir/pâk, kusur ve noksanlıklardan uzaktır.
Kuddûs; yok olmayı ifâde eden her durumdan berîdir.
Kuddûs; Celâl, Cemâl ve Kemâl sıfatlarına lâyıktır.
Kuddûs; insanların çoğunun kemâl ve üstünlük olarak kabul ettikleri her türlü vasıftan uzaktır. Çünkü onlar kendi sınırlı özelliklerine göre değerlendirirler.
Kuddûs; sonradan yaratılmışlara benzemekten uzaktır.
Kuddûs; faziletleri ve güzel vasıfları sebebiyle daima övülendir.
(Muhalefetün li’l- Havâdis)

“Kuddûs; gâyet mukaddes, her şaibeden münezzeh, her vasfında ekmel, tahdid ve tasvire sığmaz.”
(Elmalı‟lı A. H. Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, c. 7, s. 3871.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in KUDDÛS ismi ile yaptığı DUÂLar:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, vitir namazını A’lâ, Kâfirûn ve İhlâs Sûreleri ile kılardı. Selâm verdiği zaman ise üç defa, üçüncüsünde sesini yükselterek şöyle derdi: “Melik ve KUDDÛS olan ALLAH her türlü noksanlıktan uzaktır.”
(Nesâî, Günlük Hayat, c. 2, Had. No: 729.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her sabah ALLAHu zü’l- CELÂL’in bazı görevli melekleri: “Ey Yaratıklar! Melik ve Kuddûs olan ALLAHu zü’l- CELÂL’i tesbih edin!” diye seslenirler.”
(Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid 10/94)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH her sabah “ Melik ve KUDDÛS olan ALLAH her türlü eksiklikten uzaktır” diye seslenen iki melek görevlendirir.”200 200
(Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid 10/ 331)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem rukû’da: “Melik ve KUDDÛS , meleklerin ve Cebrâil’in Rabbi olan ALLAH her türlü noksanlıktan uzaktır!.” şeklinde tesbih yapardı.
(Müslim, 1/353; Ebû Davûd 1/230)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e bir adam vahşi hayvanlardan şikâyette bulundu. O da adama şöyle duâ etmesini tavsiye etti: “Melik ve KUDDÛS, meleklerin ve Cebrâil’in Rabbi olan ALLAH her türlü noksanlıktan uzaktır.”
(Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid 10/ 128)

Resim---Aişe (radiyallahu anha), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in gece namaz için kalktığında okuduğu duâ ve zikirleri şöyle rivâyet eder. Gece kalkınca onar kez: “ALLAHu Ekber”, “Elhamdu lillâh”, “SübhânALLAHi ve bihamdihi”, “SübhânALLAHi’l- Meliki’l- KUDDÛS, “Estağfirullah” ve “Lâ ilâhe illALLAH” der, sonra da on kez şöyle duâ ederdi: “Ey ALLAHım! Dünyadaki ve kıyâmet günündeki sıkıntılardan Sana sığınırım!.”
(İbni Mâce, Had.No: 1356; Nesâî, Günlük Hayat, c. 2, Had. No: 870)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Zayıf kimsenin hakkının güçlülerden alınmadığı bir ümmet takdis olunmaz (olunmasın!)”
(İbni Mace, Sadâkât 17; Fiten 20.)

Takdis etmek: Büyük hürmet göstermek. Mukaddes ve Kudsal bilmek. Cenâb-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (celle celâlihu) şükretmek.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Muhakkak ki ALLAH temizdir. Ancak temiz olanları kabul eder.”
(Müslim, Zekat 65; Tirmizî, Edeb 41; Dârimî, Rikâk 9.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DİLİnde ve YOLUnda el KuDDÛS ALLAH celle celâlihu:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namzında, bâzen rükû’sunda şöyle duâ ederdi: “Melik ve KUDDÛS olan, meleklerin ve Cebrâil’in Rabbi olan ALLAH celle celâlihu, her türlü eksiklikten uzaktır!.”
(Müslim, 1/353; Ebû Davûd 1/230)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazdaki rüku' ve secdelerinde zaman zaman: "Subbuhun Kuddûsu Rabbü'l-melâiketi ve'r-ruh!" buyurmuştur.
(Aişe Radiyallahu anha'dan; Ebu Davûd, Salât, 147; İ. Ahmed, Müsned, VI-35,94,115)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yataktan kalktığında 10'ar defa okuduğu duâ ve zikirlerin içinde: "Subhânallahi ve bihamdihi Subhâne'l-Melîki'l-Kuddûs" buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Edeb, 101)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu buyurduğundan anladığımız ise;
"Subhânallahi ve bihamdihi Subhâne'l- Melîki'l- Kuddûs: ALLAHu zü’l- CELÂL'i hamd ile, fiilî azameti gereği gözüken ve bilinen, kudreti gereği henüz gözükmeyen-potansiyel ve bilinemeyen her türlü aklî eksiklik, kusurluluk ve nosanlıktan uzak olduğuna inandığımı arz ederim"dir.
Tesbih zâhiri, Takdis ise bâtınî tenzih gibi..
Takdisde, ALLAHu zü’l- CELÂL'i insanın mânevî bilgisi içinde bilinebilinirlikten uzak tutmak vardır.

İmam Ali kerremallahu vechehu şöyle duâ ederdi: “Ey ALLAHu zü’l- CELÂL’im! Sen’den her şeyi kuşatan rahmetini, her şeye gâlib gelen otoriteni, her şeyi dolduran saltanatını, kimsenin karşı çıkamadığı kuvvetini, her şeyi aydınlatan nurunu, her şeyi kapsayan ilmini, her şeyin kendisiyle yok olduğu ismini, her şey yok olduktan sonra bâki kalacak olan yüzünü (rizânı) isterim.
Ey Nur! Ey Kuddûs!
Ey Nur! Ey Kuddûs!
Ey Nur! Ey Kuddûs!
Ey ilklerin ilki! Ey sonların sonu!
Ey ALLAH! Ey Rahmân! Ey Rahîm!
İntikamın inmeden önce benim günahlarımı bağışla. Pişman olduğum günahlarımı bağışla. Kısmetleri tutup engel olan günahlarımı bağışla. Ni’metleri değiştiren günahlarımı bağışla. Belâların inmesine sebep olan günahlarımı bağışla. Gökyüzünün rahmet yağmurlarına engel olan, ölümü çabuklaştıran, arzu ve istekleri karartan ve duâların kabulüne engel olan günahlarımı bağışla. Hayâ perdesini ortadan kaldıran günahlarımı bağışla!."

(Musannef, İbn Ebi Şeybe, 6/66)

EL KUDDÛS celle celâluhu ZEVKİ:

Kendini ve RABB'ini bilen Kul'a, EL KUDDÛSU celle celâluhu yansıması zuhûr edince; ES SUBBUHU celle celâluhu ile maddî benzetme vs. den tenzih ederken, El Kuddûsu celle celâluhu ile de: İlâhî İlmi; hayal, his, vehm, behimî (insanî, hayvanî) sıfatlardan; yine İlâhî İrâdeyi de, insanî ve hayvanî lezzet ve sıfatlardan takdis eder (ulular, saygı gösterir). Böylece kendi nefsi başta olmak üzere letâiflerinin; hissî, hayalî, vehmî ve nefsî temâyüllerini şerîat sınırları içerisine çekip ifrat ve tefrit cehâletlerinden koruyarak i'tidal kemâlâtı içinde hizmetçi kılar..
Kuddûs celle celâlihu İsmini vird edinenlerde, bu ismin tecellîsi ile ruhî, kalbî, ahlakî noksanlıklar yok olur. Bu ismi vird edinenlerde kötü huylar, alışkanlıklar yok olur, iyi özellikler meydana gelir. "Subbuhun Kuddûsun!..." ile meleklerin zikrine iştirak eder. Ulvî bir MuhaMMedî Derviş olur...


Resim

ZEVK 1154

AkLımı başımdan ALdı ->bu İLâhî Aşk oyunu
Cihanında Can Cünbüşü ->“Aynı nokta başı-sonu
El Kuddûsu's- Subbûhsun >Sen!..
“->"Ben!"” DEme dAHa ->İhvânim!
Lâ hüve iLLâ Hüve” gör!. O'nda>O'ndan>O'na>O'nu…


06.11.1995 11:33 antlya..


Resim

Kuddûsun Subbuhun!” Huzurunda “HUU!” Sesi Var!..



يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) :Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, öyle bir Melik ki, Kuddüs’dür= her noksan şeyden münezzehtir, Azîz’dir= her şeye galibdir, Hakîm’dir= bütün işlerinde hikmet sahibidir.”
(Cumâ 62/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

91- El Latîfu celle celâluhu:


El Latîfu: Lâzım ve lâyıkı, vechiyle ve rıfk ile lûtfedici olan. Mâhiyeti insan idrakinin uluşamayacağı kadar lâtîf olan, kesif olmayan, görülmeyen. Letâfet (hoş, güzel, yumuşak, nâzik, ince duygulu) sahibi olan. Kullarına yumuşaklık ve lûtfüyle iyilik, merhamet ve ihsan edici ve mâhiyeti, idrak edilemeyecek kadar ince-latîf olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

El Latîfü :
Resim

Kur'ân-ı Kerîm'de 1 yerde ALLAH celle celâlihu, 1 yerde Rabb celle celâlihu ve 5 yerde de Lâtîfu'l- Hâbir celle celâluhu, en ince (lâtîf) sırlardan bile haberdâr olan diye geçer..
Lûtf (nâzik, kibâr, ince, ikrâm, ihsan, merhametli davranış, iyi muamele) kökünden sıfat isimdir. Letâfet (incelik, şeffaflık, hacimsizlik) kökünden de isim sıfattır..

Kur'ÂN-ı Kerîmde, Lütuf Sahibi ve Lûtfüyle verici olan ALLAHu zü’l- CELÂL;

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا أَبَتِ هَذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا وَقَدْ أَحْسَنَ بَي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاء إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---Ve rafea ebeveyhi alâl arşı ve harrû lehu succedâ (succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ (hakkan), ve kad ahsene bî iz ahracenî mines sicni ve câe bikum mine’l- bedvi min ba’di en nezega’ş- şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne RABBî LATÎFun limâ yeşâu, innehu huve’l- alîmu’l- hakîm (hakîmu).: Ve anne babasını tahtın üstüne çıkarttı. Ona secde ederek eğildiler. Yusuf (a.s) şöyle dedi: “Ey babacığım! Bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu hakikat kıldı (gerçekleştirdi). Ve beni zindandan çıkardığı zaman bana en güzelini yaptı (Benim için en güzelini dizayn etti). Ve şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra sizi çölden getirdi. Muhakkak ki; benim Rabbim, dilediğine LÜTUF SAHİBİDİR. Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (en iyi hüküm veren, hikmet sahibi) olan muhakkak ki; “O” dur.(Yusuf 12/100)

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
Resim---ALLAHu LATÎFun bi ibâdihî yerzuku men yeşâu, ve huve’l- kavîyyu’l- azîz (azîzu).: Allah, kullarına karşı LÜTUF SAHİBİDİR; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, azizdir.” (Şûrâ 42/19)

Kur'ÂN-ı Kerîmde, Letâfetiyle bilici Latîfü'l-Habîr olan ALLAHu zü’l- CELÂL;

لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
Resim---Lâ tudrikuhu’l- ebsâru ve huve yudriku’l ebsâr (ebsâra) ve huve’l- lâtîfu’l- habîr (habîru).: Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır.” (En'âm 6/103)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Resim---E lem tera ennallâhe enzele mine’s- semâi mâen fe tusbihu’l- ardu muhdarraten, innallâhe latîfun habîr (habîrun).: Allah’ın semadan su indirdiğini ve böylece yeryüzünün yeşerdiğini görmedin mi? Muhakkak ki Allah, Lâtif’tir (lütûf sahibidir), Habîr’dir (herşeyden haberdardır).(Hacc 22/63)

يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Resim---Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev fî’s- semâvâti ev fî’l- ardı ye’ti bihâllâh (bihâllâhu), innellâhe latîfun habîr (habîrun).: Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (haberdar olan).” (Lokmân 31/16)

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا
Resim---Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi ve’l- hikmeh (hikmeti), innallâhe kâne latîfen habîrâ (habîren).: Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır.” (Ahzâb 33/34)

أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
Resim---Elâ ya’lemu men halak (halaka), ve huve’l- latîfu’l- habîr(habîru).: Yaratan (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif’tir, Habîr’dir (haberdar olandır)'' (Mülk 67/14)

El Latîf ismi, ALLAHu zü’L- CeLÂLin ilim sıfatı ile ilgili isimlerindendir. İslam dinini hayata hakim kılmak üzere ALLAHu zü’L- CeLÂLin Şahîd Halifesi olarak yaşama teklifi-sorumluluğunu ÖZünde taşıyan İnsÂNoğlubu ilgilendiren isimlerdendir.
ALLAHu zü’L- CeLÂLin; el KAHHAR celle celâlihu ismi, El ADL ismi Adaleti gereği tecelli ederken bunu zıddında, el-LATÎF celle celâlihu ismi ise, Merhameti ve Hilmi ile tecellîeder.

Arapaçada Latîf ismi iki ayrı kelimeden türetilmiştir. Birisi, “lütuf” diğeri ise “letâfet”tir.
Latif ismi lügatte; kibar, nâzik, ince, şeffaf olmak, merhamet ve şefkatle davranmak, yaklaşmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelmektedir. Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip. Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden. Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. Çok lutf edici. Derin, gizli mânâları da içierir..
Şefkât ve nezâketle (fiilî lütûfla) başlayıp, mutlak nüfuz ve incelikle (idrâkî letâfetle) tamamlanan "Latîf" sıfatı, "SıRR-ı sıfır" taşımaktadır ki kulun, iştirakî yaşayışına tecellîsi "ihsana eriş" işidir…
El Latîf ismi bu mânâsı ile Alîm ve Habîr ismi şerifleri ile hemen hemen eş anlam taşır.
El Latîfü ismi, Habîr ve Alîm isimlerinin ince nüfuzlarını, zârif kuşatıcılığını ortaya çıkarır.
El Latîfü isminin; El Alîmü, El Habîru, El Berru, Er Rahmânü, Er Raûfü, El Kerîmü, El Bâtınü isimleriyle mânâ ilişkisi aşikârdır. Kur'ÂN-ı Kerîmde 5 yerde El Latîfü ismi, Habîr ve Alîm isimlerinin ince nüfuzlarını, zârif kuşatıcılığını ortaya çıkarır.

El Latîfü : Lâzım ve lâyıkı, vechiyle ve rıfk ile lûtfedici olan. Mâhiyeti insan idrakinin uluşamayacağı kadar lâtîf olan, kesif olmayan, görülmeyen. Letâfet (hoş, güzel, yumuşak, nâzik, ince duygulu) sahibi olan. Kullarına yumuşaklık ve lûtfüyle iyilik, merhamet ve ihsan edici olan ALLAHu zü’l- CELÂL.
Lâtif : Gizli sırlara vâkıf ve bilici.. İnce anlamlı söz. Sık olmayan ince. Sık olmayan seyrek. Mânâsı gizli kapalı olan söz. Zârif.
Letefe : Kibâr, nâzik, merhametli davranmak.
Letufe : İnce ve kibâr olmak. Şeffâf olmak. Ufak ve küçük olmak.
Eltafe : İyilik yapmak. İltifât etmek.
Lâtafe : İhsan etmek. Okşamak. Şaka yapmak.
Telâttafe : Birişi güzellikle centilmence yapmak. İnce ve nezâketle davranmak. Yolunu bulup sırrını anlamak.
Lutf : Lütûf. ALLAHu zü’l- CELÂL'in muvaffak kılması, koruması. Saygı.
Lütûf: Rıfk ve nevâziş/okşayış, iltifat.. İltifatla yumuşaklıkla muâmele eylemek. ALLAH celle celâlihunun kullarını rıfk ve sühuletle/kolaylıkla-nazikçe murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele.
Letâfet: Hoşluk, lâtiflik. Cisimden alâkayı kesip bir nevî nurâniyet kesbetmek. Güzellik, nezâket, yumuşaklık, hafiflik. Somut-Madde-Soyut-Mânâ arasındaki AYRım/Geçiş ZÂRı..
Letâfet: MevCÛDların “ÖZ”ündeki; “ŞEYLik -> Fiiliyyat -> Düşüncelerinde gİZLenen/Gaib olan VüCÛD Zârı..
VüCÛD (NÛRuLLah)-MutLak VARlık < LuTF> MevCÛD (NÛR-u MuhaMMed)-iğreti gÖLge..

أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاء لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا
Resim---E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zıll (zılle), ve lev şâe le cealehu sâkinâ (sâkinen), summe cealneş şemse aleyhi delîlâ (delîlen).: Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır.” (Furkân 25/45)

ثُمَّ قَبَضْنَاهُ إِلَيْنَا قَبْضًا يَسِيرًا
Resim---Summe kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ (yesîren).: Sonra da onu tutup kendimize ağır ağır çekmişizdir.” (Furkân 25/46)

NÛRuLLah ile NÛR-u RaSûLuLLaH Oluşum İLİŞkisinideki İlahî Letâfeti iyicedüşünmeliyiz, anlamalıyız ve de yaşamalıyız!
NÛRuLLahın el Latîf celle celâluhu İsm-i Şerifi TeceLLî Mazharı NÛR-u RaSûLuLLahîmızın Lutüf-ü Azîme olduğu unutmayâlim İnşae ALLAHu TeâLâ!.
ALLAHu zü’l- CELÂLimiz, Kur'ân-ı Kerîm’imizde açık âyet-i celîleriyle;

ALLAH’a ve RASÛLüne Teslim Olunuz!
ALLAH’a ve RASÛLüne İman EDiniz!
ALLAH’a ve RASÛLüne Tâbi Olunuz!
ALLAH’a ve RASÛLüne İtaat EDiniz!” buyarmaktadır.

TEVHİD: İlâhe İllâ ALLAH-MuhaMMedde’r-Resûlullah
ŞEHÂDET: Eşhedu En Lâ İlâhe İllâ ALLAH-MuhaMMedde’r-Resûlullah

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Resim---Men yutiır resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ: Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.” (Nisâ 4/80)

LuTF, gİZLinin gİZLisi.. ASL ile fASL.. Güneşle Gölge gibi..

EL LÂTÎFÜ celle celâluhu ZEVKİ:
Mazharı olanlar letâfet (hoşluk, güzellik) nezâket (incelik-nâziklik), nezâfet (temizlik-paklık) ve asâlet ehli olur. Kur'ân-ı Kerîm'in, kalbin, kâinâtın ve " Kün fe yekun" un ince sırlarına müttâli' olur.
Azîz kardeşim, cümleleri "olur" filân diye kesin hükümle anlatabilmek için bitirdim. “Âcizâne görüşüm böyle” demek istiyorum. "Olurlar.. Hüsn-i niyyet, samimîyyet, ciddîyyet ve MuhaMMedî gayretkeşlikle, olur İnşâe ALLAH!..." demek istiyorum!. Esas vurguladığımız husus ise Esmâü'l-Hüsnâ'yı bilerek, anlayarak, şuûrla ve yaşarak zikretmektir. Su içer gibi candan, her hücrede serinliğini ve lezzetini duyarcasına derunî ve enfüsî zikirler!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimYüreğim YÂRr!.

ZÂTının AŞK NÛRuna HAYyy!
->MUSÂsına TÛRu-na HAYyy!
KÛN feyeKÛN>"BİZ BİR-İZ"in
hER NEFeste SÛRu-na HAYyy!.


ZEVK 6925

LeYyLü’n- NeHÂR KuDRetULLAH ->KüLLî ŞEYy’in KaDîR ALLAH!
->İHsÂNULLAHu’L-> LüTFuLLAH.. ->EL LaTîFü’L- HaBîR ALLAH!

şU ÂN ->Şe’ÂN ->cÂNda >cÂNÂN
->HANÂN-ü-MENNÂNu’s- SuLTÂN

->“YuseBBiHuu sAHrası”-nda ->S ı R R -ı SıFıR ->SaBîR ALLAH!.

..celle celâlihu...

14.07.15 03:04
brsbrs..tktktrstkkmdshrlrrmİZzz..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

92- El Mâniu celle celâluhu:

El Mâniu : Men eden, engel olan, esirgeyen, sistemi ve kurallarını koruyan. Bâtıldan ve şerden mutlak men’ edici olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

El Mâniu
:
Resim

Men’; Arapçada mahrum etmek, engel olmak, alıkoymak, savmak, nehy etmek, vermemek kökünden bir sıfat isimdir.
Men’, Kur'ÂN-ı Kerîm'de 16 yerde geçmekte ve ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmemiştir. Ancak içerik olarak ALLAHu zü’l- CELÂL'in, kullarının bâtıla inanarak şerri işlemelerine rızası yoktur ve mâni' olucudur. Kullarının tercih ve cüz'i iradelerini hakka ve hayra kullanmalarını Muradullah olarak emreder. Tirmizî ve İbni Mâce’nin hadis listelerinde geçmektedir.
Hadis-i şerîflerde buyurulan Mâni' ismi haramdan men ederken, Mu'tî ismi helâli mutlak vericidir. ALLAHu zü’l- CELÂL'in fiilî sıfatlarından olup Hafîz, Câmi isimleriyle anlam tamamlayıcılığı vardır.

ALLAHu zü’l- CELÂL, şu ÂNda Şe’ÂNuLlahta, yeniden yaratışta KÜLLî ŞEY, zerre-kürre, zâhir-bâtın düzen ve dengesinin kendi iradesi dışında bozulmasına mâni olucudur..

Her ÂN, KÛN EMriyle feyeKÛN OLÂN Kâinâtın OLUŞum-İŞLeyişini sağlayan ilmi kanun ve prensipler, ALLAHu zü’l- CELÂL’in bizim bildiğimiz ve bilemediğimiz sonsuz isimlerinin tecellisinden ibârettir.. ve hâlâ insanlık ALLAHu zü’l- CELÂL’in, YENiden Yaratış ŞEÂNULLAHını ANLAyamamıştır..
En küçük zerre ATOMun, İlahî Denge ve Düzeniçinde Mahşere kadar DÖNüp duruşuyla en büyük kürrelerin galaksilerin dönüp duruşları ve asla Hududullahı aşamayışları El Mâniu ALLAH celle celâlihunun ikramıdır..
En küçük zerre ATOMun çekirdeğinin etrafında dönen elektronları ya da büyük kürre güneş etrafında dönüp duran DÜNyamızın “cup!.” diye güneşçe yutulamaması, merkezkaç ve kitlelerin çekim kuvvetleri dediğimiz merkezcil-merkezçek kuvvetlerinin karşılıklı mâni’ olmaları sonucu sistem hep ayaktadır..
Aynı şekilde dünyamızın kendi ekseni etrafında saatte 1600 km/saat hızla dönerken meydana getirdiği merkezkaç kuvveti sonucu, üstündeki canlı, cansız bütün cisimlerin boşluğa fırlamalarına yer çekimi kuvveti mâni’ olmaktadır..
Yine Teknikte Mâniu celle celâlihu isminin bâriz şekilde tecellî ettiği, bize en yakın gökcisimlerinden biri ALLAHu âlem Jüpiter gezegenidir. Güneş sistemi içerisinde gezegenler arasında ve Samanyolu galaksisinin bize yakın muhtelif yerlerinden, binlerce kilometre süratle başıboş dolaşan astroidlerden, gök taşlarından büyük olanlarının çoğu dünyamıza doğru yaklaştığı sırada Jüpiter gezegeninin dünyadan çok daha kuvvetli olan çekimi sâyesinde yönünü değiştirerek ona çarpmaktadırlar. Böylece Jüpiter gezegeni, çoğu dünyayı yok edebilecek büyüklükteki astroidlerin dünyamıza çarpmasına mâni’ olmakta ve dünyamızı tehlikeden korumakta tıpkı bir kalkan gibidir.

İslam DİNi, toplumda her ferdin sıhhatini, malını, dinini, aklını ve nesli devam ettirip onları korumak üzere İlahî Emirler ve nehiyler ortaya koymuştur ve bu görevi devlete yüklemiştir. Bu emirler ve nehiylerden maksat sıhhatin, malın, dinin, aklın, neslin bozulmasına mâni olmaktır. Bu alanda da Hafiz ismi ile birlikte Mâni’ ismi ortaya çıkıyor. Buna göre dini emirler ve nehiyler de amaçları itibari ile aynı zamanda birer el Mâniu tecellisidir.

Mâni'; kötülüklere engel olandır.
Mâni'; hikmetine binaen dilemediği şeylerin gerçekleşmesine izin vermeyendir.
Mâni'; dostlarına gelecek zararlara mâni olan ve onlara yardım edendir.
Mâni'; koruma yollarını ve çarelerini yaratmak suretiyle kullarını beden, namus, fikir, inanç, şeref, âile bakımından eksikliklerden, tehlikelerden ve helâkten koruyandır.

El Mâniu : Men eden, engel olan-önleyen, esirgeyen-koruyan, sistemi ve kurallarını koruyan. Bâtıldan ve şerden mutlak men’ edici olan ALLAHu zü’l- CELÂL.
Menea : Vermemek, mahrum etmek. Alıkoymak. Savmak. Geri durdurmak.
İmtenea : İmtinâ' etmek. Bir şeyden feragat edip geri durmak. Vazgeçmek.
Mâni: Men'eden. Geri bırakan. Esirgeyen. Engel. Özür.
Mânia: Men'eden şey. Engel. Özür. Zorluk.
Men': Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Men'u : Mâni' olma, nehyetme.
Memnûu : Yasak, memnû'.

ALLAHu zü’l- CELÂL
Men’ edici İlahî Kevnî Sıfatını Kur'ÂN-ı Kerîminde Buyurmuştur;

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ
Resim---Ve huve’l- kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah (hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumu’l- mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn (yuferritûne).: O, kulları üzerinde kahredici (kahhar) olandır. Size koruyucular gönderiyor. Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun 'hayatına son verirler.' Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) kusur etmezler.” (En’âm 6/61)

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlihi, yusîbu bihî men yeşâu min ibâdihi, ve huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O’nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O’nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nurunun sahibi).” (Yunus 10/107)

كُلاًّ نُّمِدُّ هَؤُلاء وَهَؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُورًا
Resim---Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbike, ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâ (mahzûran).: Bunları herkese (dünyayı isteyene de ahireti isteyene de) veririz. Ve bunlar, Rabbinin atâ (ihsan)larındandır. Rabbinin atâları (ihsanları) mahzur (sınırlı, kısıtlı, men edilmiş) değildir.” (İsrâ 17/20)

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---''Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dih(ba’dihî), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).: Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp tutacak yoktur; her neyi kısar / tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (fâtır 35/2)

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---Ve le in seeltehum men halaka’s- semâvâti ve’l- arda le yekûlunnallâh (yekûlunnallâhu), kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetihi, kul hasbiyallâh (hasbiyallâhu), aleyhi yetevekkelu’l- mutevekkılûn (mutevekkılûne).: Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü, haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zumer 39/38)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Men’, mahrum etmek, engel olmak, vermemek kökünden sıfat isimdir. Kur'ÂN-ı Kerîm'de 16 yerde geçmekte ve ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmemiştir. Ancak içerik olarak ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in, kullarının bâtıla inanarak şerri işlemelerine rızası yoktur ve mâni' olucudur. Kullarının tercih ve cüz'i iradelerini HAKka ve HAYRa kullanmalarını Muradullah olarak emreder. Hadis-i şerîflerde buyurulan Mâni' ismi haramdan men’ ederken, Mu'tî ismi helâli mutlak vericidir. ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in fiilî sıfatlarından olup Hafîz ismiyle anlam tamamlayıcılığı vardır.
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL, ŞeÂNuLLahta her ÂN Yeniden Yaratmakta olduğu varlık ve olaylara, zerresinden küresine kadar bütün kâinâtın, bütün varlığın nizâmını, intizâmını, dengesini-düzenini bozacak tüm oluşumlara El Mâniu celle celâlihu isminin tecellîsi ile engel olur...

El Mâniu : Bâtıl ve Şerrden men’ eden, engel olan, geri bırakan, esirgeyen, sistemi ve kurallarını koruyan, yarattığı varlık ve olayların düzen ve dengesinin kendi iradesi dışında bozulmasına mâni’ olup koruyan ve koruma yollarını ve çârelerini yaratmak sûretiyle kullarını beden, namus, fikir, inanç, şeref, aile bakımından eksikliklerden, tehlikelerden ve helâkten koruyan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.


Menea : Vermemek, mahrum etmek. Alıkoymak. Savmak. Geri durdurmak.
İmtenea : İmtinâ' etmek. Bir şeyden feragat edip geri durmak. Vazgeçmek.
Mâni’: Men'eden. Geri bırakan. Esirgeyen. Engel. Özür.
Men’: Yasak etmek. Alıkoymak, önlemek, savmak, nehy etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Men'u : Mâni' olma, nehyetme.
Memnûu : Yasak, memnû'.

El Mâniu celle celâlihu isminin tecellîsinin KüRRede miLLi;
Güneşin çekim alanı içinde, kendi yörüngesinde dönen dünyanın, cazibe kanunu gereği güneşe düşmesine mâni olan kuvvet, dünyanın dönerken meydana getirdiği merkezkaç kuvvetidir. Dünyanın, Merkez kaç kuvveti sonucu, yörüngesinden boşluğa fırlamasına da güneşin çekim kuvveti mânidir. Bu iki kuvvetin yâni MerkezKAÇ ve merkezcil-MerkezÇEK kuvvetlerinin karşılıklı mâni’-engel olmaları sonucu dünya yörüngesinde milyarlarca yıldır dengede durmaktadır.
Aynı şekilde dünyanın kendi ekseni etrafında dönerken meydana getirdiği merkezKAÇ kuvveti sonucu, üstündeki canlı, cansız bütün cisimlerin boşluğa fırlamalarına yer ÇEKimi kuvveti mâni’ olmaktadır.

El Mâniu celle celâlihu isminin tecellîsinin ZeRRede miLLi;
Atom Çekirdeği ile elektronları arasındadi Denge-DÜZen, MerkezKAÇ ve merkezcil-kitlelerin ÖZe ÇEKim kuvvetleri MerkezÇEK kuvvetlerinin karşılıklı mâni’-engel olmaları sonucu sonsuz cİSİMLer MevCÛDiYyet Varlıklarını gösreBİLmektedirler..
El Hâfiz-Hafîz- Mâni’ celle celâlihu isimlerinin tecellîsi ile muhafaza edilip engel olunmaktadır hamd olsun!.

Yine Modern Teknikte Maddeten ve MuhaMMedî Tasavvufta Mânen;
Elektrik yüklü cisimler birbirlerini iterek bir arada duramazken atom çekirdeğinde, hepsi de pozitif elektrik yüklü protonların dağılmalarına mâni’ olan ve bir arada durmalarını sağlayan iki kuvvet vardır. İster kuantum teorisi ile ister her ne ile izâh edilmek istenirse istensin bu bir arada tutulma “BİZ BİR-İZ” KEVNiYyet KeyfiYyetini ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL’in El Câmiu celle celâlihu isminin tecellîsi gerçekleştirip muhafaza edilirken, birbirini itip dağılmaları ise, ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL’in El Mâniu celle celâlihu isminin tecellîsi ile önlenip mâni’ olunmaktadır. Ve SüNnetuLLAH budur el ÂN el hamduLiLLaHi Rabi’l- ÂLEMînn..

El Câmiu:
Resim

Yine Modern Teknikte Mâniu celle celâlihu isminin bâriz şekilde tecellî ettiği, bize en yakın gökcisimlerinden biri Allahu âlem Jüpiter Gezegenidir. Güneş sistemi içerisinde gezegenler arasında ve Samanyolu galaksisinin bize yakın muhtelif yerlerinden, binlerce kilometre süratle başıboş dolaşan astroidlerden, gök taşlarından büyük olanlarının çoğu Dünyamizâ doğru yaklaştığı sırada Jüpiter Gezegeninin dünyadan çok daha kuvvetli olan çekimi sâyesinde yönünü değiştirerek ona çarpmaktadırlar. Böylece Jüpiter Gezegeni, çoğu Dünyayı yok edebilecek büyüklükteki astroidlerin dünyamizâ çarpmasına mâni’ olmakta, âdeta bir kalkan vazifesi görmekte ve dünyamızı tehlikeden korumaktadır..

İslam DİNi, toplumda her ferdin;
Sıhhatini-cÂNını, Malını, Dinini, Aklını ve Nesli devam ettirip onları korumak üzere İlahî Emirler ve yasaklar ortaya koymuştur ve bu görevi de devlete yüklemiştir. Bu emirler ve nehiylerden maksad sıhhatin, malın, dinin, aklın, neslin bozulmasına mâni’ olmaktır.
Bu soyut alanda da; El Hâfiz-Hafîz- Mâni’ celle celâlihu isimlerinin tecellîsi ile muhafaza edilip engel olunmaktadır hamd olsun!.

Öte yandan her an her sâniye binlerce tehlikenin içinde yaşayan insanlar ve diğer varlıklar, her an tecellî eden Hafîz isminin ve Mâni’ isminin koruması altında varlıklarını sürdürmektedirler. Yine ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL kullarının müsbet menfi bazı davranışlarına, hikmeti icâbı Mâni’ isminin tecellîsi ile engel olur. Görüldüğü gibi bütün İlahî İsimlerin tecellîleri ile oluşan fizikî, astronomik, sosyolojik, psikolojik her türlü düzenin, dengenin bozulmasına engel olan ilmi kanun ve prensiplerde neticeten ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL’in El Mâniu celle celâlihu isminin tecellîleri ile izâh edilebilir. Bu izâhlardan anlaşıldığına göre Hafîz ismi ile Mâni’ isminin tecellîleri bazı yerlerde iç içedir.

Bu ism-i şerif Kur’ÂN-ı Kerîm’da ne isim, ne fiil ne de başka bir sigası ile hiç geçmemektedir. Tirmizî ve İbni Mâce’nin hadis listelerde geçmektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

93- El Mecîdu celle celâluhu:

Mecîdu: Şerefli, şanlı ve azametli olan. Keremi bol olan... Mutlak şerefli, asîl ve zâten ve câvidane cömert olanALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

El Mecîdü:
Resim


94- El Mâcidu celle celâluhu:

Mâcidu: Cûd'un ve vücûdun Mutlak Sahibi; cûd, kerem, bolluk ve genişliğin de yaratıcısı olan ALLAHu zü’l- CELÂL . Çok şeref ve şan sahibi olan, çok kerîm, hoş, nâzik, şerîf ve yüce olan Cenâb-ı HAKK celle celâluhu.....

Resim

El Mâcidü:
Resim


Cûd: Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
Cûd-u-Kerem: Cömertlik, eli açıklık.
Mecd, mecâde (asil, şerefli, şanlı, büyük, ulu, seçkin olmak) kökünden sıfat isimlerdir.
Mecd: Büyüklük. Azamet. şeref, itibar.
Mecdûd: Rızkı bol, nasibli, bahtiyar.


"CûD" kökü öylesine önemli, temel ve esastır ki kerem ve bereketin ana kaynağıdır. Kevnin var oluşu olan cisimlerin; mevcûdiyyeti, sınırlı, sorumlu, izâfi ve geçici vücûd bulup, gölgeler iken var-mevCÛD gözükmeleri, kâinâtın kavuştuğu tüm maddî-mânevî ni’metlerin özü ve özeti "cûd" dan geçer. Kulluk saygı ve samimîyyetinin zirvesi olan secdelerimizde de cûdî cemâl cennetlerinde peşin yaşayış şerefi MuhaMMedî sılânın sırrıdır MuhaMMedî âşıklara… Kibriyâ, Saltanat, İzzet ve Mecd kapılarını açar..
Mevcûdatın, Vâcibü'l Vücûd'a secdeleri olan sılâ salâtları, Kur'ÂN-ı Kerîm'de: "siz bilmezsiniz" buyurularak anlatılmaktadır.

El Mâcidü : Cûd'un ve vücûdun mutlak sahibi; cûd, kerem, bolluk ve genişliğin de yaratıcısı olan ALLAHu zü’l- CELÂL…: Çok şeref ve şan sahibi olan, çok kerîm, hoş, nâzik, şerîf ve yüce olan Cenâb-ı HAKK celle celâluhu...

El Mecîdü : Şerefli, şanlı ve azametli olan. Keremi bol olan... Mutlak şerefli, asîl ve zâten ve câvidane cömert olan ALLAHu zü’l- CELÂL

"Cûd" un kaynağı ve sahibi oluşuyla Mâcid, halkına ikrâmı yönüyle de Mecîd olan ALLAHu zü’l- CELÂL
MECÎD : ALLAHu zü’l- CELÂL, şanı büyük, şerefi en üstün, Kerem ve inâyeti bol olan ulu varlık. O’nun şanının büyük, şerefinin en üstün olması, zâtının Vâcib’ül- Vücûd oluşundan, sıfat ve isimlerinin arızî olmayıp mutlak oluşundan, fiillerinin cemîl yani arızasız güzel oluşu ile huy ve faziletinin en üst kemâl derecesinde iyi olmasındandır.

Mecîd; soylu, şerefli ve üstün olandır.
Mecîd; izzet ve onurda kendisiyle yarışılamayandır.
Mecîd; iyi ahlâklı ve üstün erdemlerle donanmış olandır.
Mecîd; fayda, hayır ve menfaatlerin hepsini elinde bulundurandır.
Mecîd; ikramı sonsuz bollukta ve kesintisiz olandır.

Yarattıklarının tenzihinden Münezzeh, tesbihinden SubhÂN, takdisinden Mukaddes, temcidinden mümecced ve yüce olan ALLAHu zü’l- CELÂL..
KÛN (Mecîd) ->feyeKÛN (mecd-şeref)..

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim---Subhâne rabbike rabbi’l- izzeti ammâ yasifûn (yasifûne).: Üstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirdiklerinden (vasıflandırmalarından-zanlarından) yücedir.” (Sâffât 37/180)

Mecîd isminin zâtî yönüyle Alî, Azîm, Celîl, Vehhâb, Mütealî isimleriyle; sıfatî yönüyle ise Kerîm, Berr, Ganî isimleriyle anlam tamamlama ilgisi vardır.

Kur'ÂN-ı Kerîmde Mecîd ismi, ikisi Kur'ÂN-ı Kerîme sıfat olmak üzere, ikisi de ALLAHu zü’l- CELÂLin ismi olarak 4 âyette geçmektedir.:

قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ
Resim---Kâlû e ta’cebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berakâtuhu aleykum ehle’l- beyt (beyti), innehu hamîdun mecîd (mecîdun).: (Melekler) dediler ki: “Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun? Ey ev halkı, Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize!” Muhakkak ki O, Hamîd'dir (çok övülen, çok hamdedilendir), Mecîd’dir (şanı, yüce olandır).(Hûd 11/73)

ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ
Resim---Kâf vel kur’âni’l- mecîd (mecîdi).: Kaf. Şerefli üstün Kur'ân'a andolsun.” (Kâf 50/1)

ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ
Resim---Zu’l- arşi’l- mecîd (mecîdu).: (O), Arşın Sahibi’dir, Mecid’dir (çok yüce ve şereflidir).” (Burûc 85/15)

بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
Resim---Bel huve kur’ânun mecîd (mecîdun).: Hayır, O Kur’ân, Mecid’dir (yüce ve şerefli Kur’ân’dır).(Burûc 85/21)


Mecd: Büyüklük. Azamet. şeref, itibar.
Mecîd: Azametli. Şerefli. Gâlib. Esmâ-i İlâhiyedendir.
Mümecced: (mecd. den) şereflendirilmiş. Medhedilerek ululanmış.
Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (celle celâlihu) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.
Münezzeh: (nezâhet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
Mukaddes: (kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsî.
Câde : İyi olmak. İyi yapmak. İyi söylemek.
Cevvede : Bir şeyi güzelleştirmek. İyi ve güzel yapmak. Çok cömert olmak.
Ceyyidü : İyi, güzel, iyi hâlde.
Ceyyiden : İyi bir şekilde.
Cûdu : Cömertlik, kerem.
Cevdü : Bol yağmur, rahmet.
Câvidü : Cûd'un mutlak sahibi ve dâimî kalacak olan, Vâcbü'l- vücûd, sonrasız, ebedî, bengi.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım!. Bizi doğru yola kilâvuzluk eden ve onu fiilen izleyen, hak yoldan sapmayan, dosdlarınla barışık ve düşmanlarına dargın olan kimselerin içine kat! Güc ve kudret ridasına bürünüp bunu yaratıklarına beyân eden mecd ve şerefle vasıflanıp yücelen, tesbih ve tenzihe yegâne lâyık olan, lütûf, ihsan, mecd, kerem, azamet sahibi ALLAH'ım! Seni yüceltir, Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim!" buyurmuştur.
(Tirmizî, Da'avât, 30)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin tahiyyatta (namazın son oturuşunda) okumamızı emrettiği: "Allahumme salli ve Allahumme bârik" dualarının sonunda Hamîd ve Mecîd isimleri yan yana kullanılır.
"Şüphesiz sen hamde ve övgüye lâyık olan, şerefi ve ikramı bol olansın.”

(Buharî, Daavat 33)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gece namazından sonra yaptığı uzunca bir duanın sonunda şöyle demektedir: "Bütünüyle şeref ve izzete (mecd) bürünen ve onunla faziletlenen Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Tesbih ancak kendisi için layık olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Nimet ve ihsan sahibi olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. şeref ve kerem sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Celal ve ikram sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim." buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavat 30)

Fâtiha Sûresini okumak ve gereklerini yerine getirmek, ALLAHu zü’l- CELÂL’e sunulan övgülerin en güzellerindendir:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHu zü’l- CELÂL şöyle buyurmuştur: “Ben namazı (Fâtiha) kulumla kendim arasında ikiye böldüm. Muhakkak ki kuluma dilediği şey vardır. Kul: “Bütün hamd ve övgüler Allah’a aittir” dediğinde, Allah: “Kulum bana hamd etti” buyurur. Kul: “O Rahmân ve Rahîm’dir” dediğinde, Allah: “Kulum bana övgüde bulundu” buyurur. Kul: “O din gününün sahibidir” dediğinde Allah: “Kulum beni yüceltti” buyurur.
(Müslim, Salât 38; Muvatta, Salât 39)

Kur'ÂN-ı Kerîm, bizim için şeref ve üstünlük kaynağıdır. İzzet ve şeref vesilesidir. Nimet ve ikram sebebidir. Kur'ÂN-ı Kerîm’in üzerimizdeki faydaları hem dünyaya hem de âhirete yöneliktir. Kur'ÂN-ı Kerîm, Mecîddir..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Muhakkak ki Allah, bu Kur‟an sayesinde kimi toplumları yüceltir, kimi toplumları ise alçaltır.” buyurdu.
(Müslim 817. İbni Mâce 218. Darimî 3365; İ. Ahmed Müsned, 233)

MÂCİD: Şanlı, şerefli, keremi bol, ihsanı çok, hoşgörü sahibi demektir. Mâcid, Mecîd ismi ile aynı mânâyı ifade eder. Ancak, Mâcid isminin daha kuvvetli ve zâtî bir mânâ taşıdığı, Mecîd ismi ile de daha çok fiilleri ifâde edilmektedir. ALLAHu zü’l- CELÂL, bütün esmâ ve sıfatlarının ifâde ettiği mükemmeliyetin sahibi olması hasebi ile Mâcid’dir ve Mâcid isminin tecellîsi ile de onları kemâl yoluna girmeğe ve bu yolda ilerlemeğe muvaffak kılar. Kur’ÂN-ı Kerîm’de Mâcid ismi, hiç geçmemektedir.

Mecd kelimesinden türemiş olan el-Mâcid ismi el-Mecîd ismiyle aynı anlamdadır. Sadece aralarında kalıp ve sığa farkı vardır.
Mâcid; genişlik, kerem, ikram, ikramın ve yüceliğin bol olması anlamlarına gelmektedir. Kur'ân'da bu şekliyle zikredilmemiştir. Meşhur Esmâ-i Hüsna hadisinde geçmektedir.

Mâcid; soylu, şerefli ve üstün olandır.
Mâcid; izzet ve onurda kendisiyle yarışılamayandır.
Mâcid; iyi ahlaklı ve üstün erdemlerle donanmış olandır.
Mâcid; fayda, hayır ve menfaatlerin hepsini elinde bulundurandır.
Mâcid; ikramı sonsuz bollukta ve kesintisiz olandır.
Mâcid; ulaşılamayacak bir otoriteye sahip olandır.

Resim

İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim
TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

94- El Vâcidu celle celâluhu:

El Vâcidu: ZÂTının NÛRundan, NÛR-u MUhaMMed’den MevCÛD KILdığı hiçbir şeyin Kendisinden gizli kalamadığı, küLLî ŞEyy’i; İlmi, Kudreti, iradesi ve Dilemesi İÇinde tutan ALLAHu Zü’L- CeLÂL!. VüCÛD sahibi oluşta tek!... MevCÛDları vücûda getiren; geçici ve izâfî vüCÛD veren; varlıklı, gâni ve zengin olan, dileğinde (meşiyeti) hür ve dilediği olan.. Mutlak vüCÛD sahibi ve halkını mevCÛD kılıcı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Resim

El Vâcidü:
Resim


Vecede: İstediğini bulmak. Elde etmek. Bilmek.
Vecide vecceden: Birini pek şiddetli sevmek.
Vecede vecden: Mal sahibi olmak.
Evcede: Yartmak. Mevcûd kılmak. Kâinâtta var etmek. Mal sahibi kılmak. Tercih hakkı, cüz'i irade ve uygulama imkanı sağlayıp, lâzım ve lâyıkı olanı verip, zayıf iken kuvvet ve güc sahibi etmek.
El mevcûdat: Mevcûdlar, kâinât.
El mevcûd: Mevcûd; geçici, sınırlı ve sorumlu vücûd verilen.
El vecdü: Su birikinti yeri. Aşk. Vecd. Şiddetli sevgi.
El vücdü: Zenginlik, bolluk.
El vicdanü: Vicdan. Nefis ve bâtınî kuvvetleri. İç duygusu.
El mûcidü: İcâd eden. Ortaya çıkaran.Mevcûd kılan.

Vecd: Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hâLi. Yüksek heyecan. İştiyâkın galebesi.
Vecd-âlud: f. Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal.
Vecd-efzÂ: f. Vecdi artıran, heyecanı çoğaltan.
Vecdî: Vecdle ilgili, heyecanla ilgili.
Vâcid: VüCÛDla getiren. Varlıklı. Fâtır. Ganîy ve zengin. Mevcûd olan..

Vâcid ismi, İbni Mâce'nin listesinde zikredilmiştir. Kur’ÂN-ı Kerîm’de isim sigası ile hiç geçmezken fiil halinde 5 âyette geçmektedir. Başka anlamlarda 28 âyette daha geçmektedir:

وَمَا وَجَدْنَا لأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Resim---Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ ekserehum le fâsikîn (fâsikîne).: Onların çoğunu ahdlerini yerine getirir (ahdlerine vefa eder) bulmadık. Ve onların çoğunu gerçekten fasıklar olarak bulduk.” (A'râf 7/102)

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِب بِّهِ وَلَا تَحْنَثْ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ
Resim---Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbira (sâbiren), ni’me’l- abd (abdu), innehû evvâb (evvâbun).: Ve (Ey Eyyub!) eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip dönen biriydi. (Sâd 38/44)

أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
Resim---E lem yecidke yetîmen fe âvâ.: Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni) (himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?(Duhâ 93/6)

وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَى
Resim---Ve vecedeke dâllen fe hedâ.: Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.” (Duhâ 93/7)

وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَى
Resim---Ve vecedeke âilen fe agnâ.: Ve seni yokluk içinde buldu sonra zengin kıldı.” (Duhâ 93/8)


VÂCİD İsmi, “v-c-d” kökünden türeyen, üç çeşit mastarın ism-i fâilidir:


Resim 1–) Vecden: İstediğini bulmak, elde etmek ve ayrıca da bilmek..

يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Resim---Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev fî’s- semâvâti ev fî’l- ardı ye’ti bihâllâh (bihâllâhu), innellâhe latîfun habîr (habîrun).: Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokmân 31/16)

Resim 2–) Vücd : ihtiyaçtan münezzeh ve müstağni OLan’ın zenginliği, muhtaç olmaması, müstağni olması..
ZÂtı Mutlak VAR OLan ve Mahkukatını geçici-izafî Var Eden ALLAHu Zü’L- CeLÂL!.

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---Allâhu’s- samed(samedu).: Allah Samed’dir (herşey O’na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir).” (İhlâs 112/2)

Resim 3–) Vücûd: Var olmak ve var etmek ( MevCÛD olmak, mevcûd kılmak).
Her ÂN.. EL ÂN ŞE’ÂNuLLaHta, küLLî Şey’i ki ->MevCÛDLarı, yeniden KÛN feyeKÛN Yaratan ZÂTı MutLak Vâcibu’L- VüCÛD olan ALLAHu Zü’L- CeLÂL!.

أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
Resim---E lem yecidke yetîmen fe âvâ.: Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni) (himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?(Duhâ 93/6)

وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَى
Resim---Ve vecedeke dâllen fe hedâ.: Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.” (Duhâ 93/7)

وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَى
Resim---Ve vecedeke âilen fe agnâ.: Ve seni yokluk içinde buldu sonra zengin kıldı.(Duhâ 93/8)

Vâcid isminin fiili olan “Vecede” fiilini ->“mevCÛD eden, var eden” mânâsını verenler vardır. Bunlarda biri de Merhum Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahudur. O, Hak Dini Kur’ÂN-ı Kerîm Dili isimli tefsirinde bu âyetleri şu şekillerde de mânâlandırarak açıklamıştır:
Rabbin seni yetim olarak mevCÛD edip (var edip) de barındırmadı mı?(Duhâ 93/6)
Seni yol bilmez olarak var edip te yola iletmedi mi?(Duhâ 93/7)
Seni yoksul olarak var edip te zengin etmedi mi?(Duhâ 93/8)

ResimnOt: Merhum Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu'nun bu kısım la ilgili tefsirini azrederim:

أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
Resim---E lem yecidke yetîmen fe âvâ.: Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni) (himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?(Duhâ 93/6)

6-) "Seni bir yetim bulup da barındırmadı mı?":

ALLAHu Zü’L- CeLÂL'in güzel isimleriden biri de "Vâcid" ism-i şerifidir ki vüCÛD, vicdÂN vecid (vâv'ın üç harekesiyle) mastarlarının ism-i fâilidir. Bunun asıl meşhur mânâsı varlık, buluş ve zenginliktir. ALLAHu Zü’L- CeLÂL vüCÛDlun da, vicdanın da, ilmin de, vücdün yani zenginliğin, kudretin sahibi ve fâili mânâsına "Vâcid"dir.

ALLAHu Zü’L- CeLÂL'a "MevCÛD" d enilmesinin caiz olduğunda müteahhirin (son devir âlimleri) ittifak etmişler ise de "mevCÛD" kelimesi bir ism-i mef'ul (edilgen ortaç) olup yok iken vüCÛD verilmiş şeylerde yani sonradan olma şeylerde kullanıldığı için mütekadimin (önceki âlimler) içinde ALLAH'a "mevCÛD" denilmesinden çekinenler olmuştur. Bize nakledilen ALLAH'ın güzel isimleri arasında da " mevCÛD" ismi bulunmayıp "Vâcid" ve "HaKk" isimleri vardır.

Vâcid ile mevCÛD karşılaştırıldığında en açık olan mânâ; Vâcid, mevCÛDun fâili, varlığın sahibi, veya var olmanın fâili yani mucid (var eden, vüCÛDa getiren) mânâsına olmaktır. Fakat fiili ona vücut verdi, onu var etti mânâsına meşhur olmadığından üç harfli fiilden türetilen "mevCÛD" ism-i mef'ulü(edilgen ortacı)nü kural dışı olarak "icâd"ın ism-i mef'ulü (edilgen ortacı) yerinde düşünmüşler, buna göre "vâcid"in de kural dışı da olsa "mucid" mânâsına düşünülmesi gerekirken bunu söylememişler ve burada ALLAH'ın yaptığı söylenen fiillerini de "bildi" mânâsına tefsir ederek "bildi, bilir" mânâsı vermişlerdir. Kulların yaptığı söylenen bulma işi, tesadüf etme ve "ef'âl-i kulub"tan ilim yani bilmek mânâlarına gelir. Fakat insanların buluşundan önce de, bilişinden önce de yokluk veya bilmeme durumları vardır. ALLAHu Zü’L- CeLÂL hakkında ise bu düşünülemeyeceğinden mutlak mânâda bilmek şeklinde tefsir olunmak gerekeceğini söylemişlerdir. Buna göre mânâ: "seni bir yetim bilip yahut yetim iken bilip de barındırmadı mı?" demek olur. Lugat itibarıyla nin öznesine vâcid, mef'ulü (tümleci)ne "mevCÛD" denilmek doğru olur. Bu itibar ile, ve fiilerinin fâili olan ALLAHu Zü’L- CeLÂL "Vâcid", mef'ulü ve muhatabı olan Hz. Peygamber "MevCÛD" olmak gerekeceğine göre mânâ: "Rabb'in seni yetim olarak mevCÛD edip de barındırmadı mı?" yani, yetim edip de barındırmadı mı? meâlinde olması yakışmaz değil ise de, dilde fiilinin böyle icâd, yani mevCÛD etme mânâsına kullanılması kurala uygun olmadığından dolayı tefsirciler, bu yönü nazar-ı itibara almamış, "bulmak" mânâsından istiare olarak bir mef'ul (tümleç) alan, doğrudan doğruya iki mef'ul (tümleç) alan "efal-i kulub"tan "bilmek" mânâsına olmasını uygun bulmuşlardır. İstiâre olması, "bulmak" dediğimiz tesadüf etme mânâsıyla vicdÂN, kendisinden önce bir yokluk olmasını veya araştırmayı gerektireceğinden dolayı ALLAHu Zü’L- CeLÂL hakkında imkansız olmasından, fakat ALLAH'a nisbet olunan buluş, varlık ve zenginlik, ilk olarak vüCÛDla getirmek ve yaratmak mânâsına olabileceği gibi seçmek mânâsına da olabilir. Burada fikrimizce bunun en uygunu bu fiillerin seçmek mânâsına olmasıdır. Zira birçok mevCÛDlar arasından birini alıp seçmek, kıymetli bir şey arayıp bulmak mânâsına benzetme ve temsil sûretiyle ifade edilmekte önemi gösteren bir belağat nüktesi vardır. Bu üç âyetten her birinde de böyle gittikçe yükselen bir seçip alma mân â sı vardır. Nitekim bu seçme mânâsına "yetim" lafzında son derece güzel bir işaret bulunduğunu hatırlatmışlardır. Zira asıl yetim, küçükken babadan öksüz kalan demek olup bunda tek başına yalnız kalmış olmak mânâsı vardır. Onun için tek ve benzersiz veya pek az bulunur kıymetli şeye de yetim denilir. Benzeri yok gayet kıymetli inciye "dürr-i yetim" denilmesi de bundandır. Siyer'de bilindiği üzere Hz. Peygamber (aleyhisselâm) babası Abbdullah b. Abdülmuttalib'ten yetim olarak dünyaya gelmişti. Hz. Peygamber (aleyhisselâm)'in dedesi Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ı hurma almak için Medine'ye göndermiş, Abdullah orada vefât etmişti. O sırada Resulullah (aleyhisselâm) henüz ana karnında altı aylık bir yavruydu. Dolayısıyla doğarken yetim olarak doğmuştu. Anası Hz. Amine ile beraber dedesi Abdülmuttalib'in yanında idi. Sonra altı yaşında iken annesi de vefât etti. Daha sonra da sekiz yaşında iken dedesi Abdülmuttalib vefât etti. O vakit de onun vasiyeti ile amcası Ebu Talib vâsisi olarak onun sorumluluğunu yüklenip yanına aldı. Güzel baktı ve çocukluğunda da kendisinde diğer çocuklarda görülmeyen olağan üstü durumlar görüldüğü için ona çok özen gösterdi..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


95- El Meliku celle celâluhu:

Resim

El Melikü:
Resim

El Melikü : Hâkim'i Mutlak. Sistemin Sahibi. Eşyâ, olay ve her şeyde mutlak tasarruf ve mülkün Sahibi. Sünnetullah Sahibi.. Mülkünü idâre eden mutlak Melik olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Resim

96- El Mâlikü'l-Mülk celle celâluhu:

Resim

El Mâlikü'l-mülki:
Resim

El Mâlikü'l- Mülki : Mülkün mutlak sahibi olan. Halkettiği mülkünün mutlak mâliki ve sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL .

Resim

El Melikü : Hâkim'i Mutlak. Sistemin Sahibi. Eşyâ, olay ve her şeyde mutlak tasarruf ve mülkün Sahibi. Sünnetullah Sahibi.. Mülkünü idâre eden mutlak Melik olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Hükmetme, idâre etme, tasarruf etme manasına gelen MELÎK, sahib olma, mâlik olma mânâsını ifâde eden MALÎK ismi ile aynı kökten türemekle beraber, ondan daha geniş bir mânâ ifâde eder. MELÎK ismi Mâlik ismini içine alır. MELÎK hem mülk sahibi, bütün varlık kendisinin olan, hemde idârecisi, yöneticisi, tasarruf edicisidir. Mutlak MELÎK mutlak hükümdar ALLAHu zü’l- CELÂLdir. Biz insanlarının hükümdarlığı ise iğreti, izafî, gölge, ölümlü ve geçicidir.


melk: Kudret, kuvvet. Şiddet. Mübalağa.
mülk: Mal. Yer. Bina. Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, azamet, şevket. Bir şeyin dış yüzü. İnsanın sahib olduğu şey. Akıl sahiblerini tasarruf etmek. Mâlik olmak.
mülkiyyet: Mülk sahibliği, vakıf olmayan bina ve mülkün durumu.
melik: Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. Bir kavmin başı. Mâlik.
meleketü: Meleke, istidât, kabiliyyet.
meleke: Mâlik olmak.İstilâ etmek. Hükmetmek
El Mâlikü: Her şeyin mutlak mülk sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL. Padişah. Melik. Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan.
Mâlikü’l- mülk: Mülkün Sahibi..
Mâlik-i yevmiddin: Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan ALLAH celle celâlihu..
Emleke: Bir şeyi birine mülk eylemek.
melkü: Serbest irade. Padişah. Melik
mülkü: Mülk. Üzerinde tasarruf yetkisi bulunan sahib olunan şey. Temlük.
melekûtü: Ruhlara has âlem-i gayb. İzzet ve saltanatı ALLAHu zü’l- CELÂL'e ait özel mülkü. Mülküllah.
memleketü: (C.: Memâlik) Memleket. Bir devletin toprağı, ülke, yurt.
memlükü: Köle.

Bir şeye sahib ve mâlik olup elinin altında olarak tek başına tasarruf etmek demek olan mülk (melk-milk) kökünden türemiş ALLAHu zü’l- CELÂL'in halkettiği maddî-manevî âlemlerin mutlak Hakîm ve kâdir sahibi oluşunu bildiren kadim bir sıfattır.
Meleke-yemliku fiilinden türeyen sıfat-ı müşebbehe sıgasıdır. Bu sıga devamlılık ve mübalağa ifâde eder. Bu özelliğin ALLAHu zü’l- CELÂL’de devamlı ve her konuda var olduğunu bildirir.
Türkçe’ye hükümdar olarak tercüme edilmektedir.

EL MELİK ismi zâtı, sıfatı, isimleri ve fiilleri ALLAHu zü’l- CELÂL'e nisbet edilmiştir. El Meliku celle celâluhu ve El Mâlikü'l-Mülk celle celâluhu isimleri Kur'ÂN-ı Kerîmde, Tirmizi, İbni Mâce ve İbni Hacer hadis listelerinde yer almıştır..

Bütün sistemi kapsayan mülkiyyet, kudret, tasarruf ve idâresinin sınırsız ve mutlak olduğu, arz, semâvât ve meleküt âlemlerine nisbet edilmektedir. Pek çok hadîs-i şerîfte de geçmektedir. El Gâniyyü, El Kadir, El Kahhâru, El Mâlike'l- mülki, El Kaviyyü, El Kayyumü, El Muktediru, Es Samedü ve El Vâcidü gibi isimlerle de kapsama ve tamamlama sıfatî özelliği bulunan bir Esmâü'l-Hüsnâdır.

El Melikü : Hâkim'i Mutlak. Sistemin Sahibi. Eşyâ, olay ve herşeyde mutlak tasarruf ve mülkün Sahibi. Sünnetullah Sahibi...Mülkünü idâre eden mutlak Melik olan ALLAHu zü’l- CELÂL.
Hükümranlığı her yerde,her zaman, her hâl ve her nefeste geçerli mutlak hükümdar, mutlak hakim, bütün eşyanın mülk ve hükümranlığı O’na aid olan ALLAHu zü’l- CELÂL.


فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ
Resim---“Fî mak’adi sıdkın inde melîkin muktedir (muktedirin).: Kudret Sahibi Melik’in huzurunda, sadıklar makamındadır.” (Kamer 54/55)

Resim

Mâlikü'l- Mülki : Mülkün mutlak sahibi olan. Halkettiği mülkünün mutlak mâliki ve sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Mâlik İsmi, ism-i fâil kalıbındadır ve “Milk” mastarından türetilmiş ism-i fâildir. Bu kalıp gelecek ifâdeden fiil anlamında da kullanılır. Eşya ve mallara hem sahib olmayı hem de onlar üzerinde yetki, yönetim ve tasarruf sahibi olmayı ifâde eder.

Kur'ÂN-ı Kerîm’de ->Mâlik’i yevmi’d- Dîn olarak:

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---Mâliki yevmid dîn(dîne).: Dîn gününün mâlikidir.” (Fâtiha ¼)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de ->Mâlikü’l- Mülk olarak:

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Kulillâhumme MÂLİKE’L- MULKİ tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’ (teşâu, bi yedike’l- hayr (hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.” (Âl-i İmrân 3/26)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " ALLAH katında en düşük isim (kulların kendileri için kullandıkları), Melikü'l- Emlâk (mülklerin mâliki) ismidir. ALLAH Tealâ'dan başka Mâlik yoktur!" buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb, 114; Müslim,Edeb 20-2143; Tirmizî, Edeb,65-2839; Ebu Davud, Edeb, 70-4961)

MALÎK’ÜL-MÜLK ALLAH celle celâlihu: Bütün MevCÛDatın tek ve mutlak hakimi, kendi yarattığı varlık aleminde sınırsız, sonsuz tasarruf yetkisi kendine ait olan mutlak hükümrÂN Vâcibu’l- VüCÛd oLAN VAR ALLAHu zü’L- CeLÂL..

İster mülk ister milk kökünden türesin, mâlik oluş, bilhassa ALLAH celle celâlihu için olunca sınırsız ve sonsuz bir irade, mutlak bir kudret, kesin bir tasarruf yetkisi, varlığı kuşatan bir ilim, engelsiz bir hakimiyet ifâde eder.

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huve’l- mesîhubnu Meryem (meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlike’l- mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fî’l- ardı cemîa (cemîan) ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Andolsun ki “Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter?” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.” (Mâide 5/17)

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“E lem ta’lem ennallâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerin ve yerin mülkünün Allah’ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.” (Mâide 5/40)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---“Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: “Hamd, çocuk edinmeyen Allah’a mahsustur ve O’nun mülkte ortağı olmamıştır (yoktur). Ve (O, zillete düşmez) O’nun, Kendisini zilletten (kurtaracak) bir dosta (ihtiyacı) yoktur.” O’nu tekbir ile (üstün kılarak) yücelt (büyüklüğünü ifade et).” (İsrâ 17/111)

يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ
Resim---Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).: (Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler). İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile malik değildir.” (Fâtır 35/13)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).: Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.” (Zumer 39/6)

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâu’z- zukûr (zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediğine kız (çocuk) ve dilediğine erkek (çocuk) bağışlar.” (Şûrâ 42/49)

لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
Resim---“Lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve ilâllâhi turceu’l- umûr (umûru).: Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. (Bütün) işler Allah’a döndürülür.” (Hadîd 57/5)

Resim EL MELİKÜ celle celâluhu ZEVKİm:

İnsan olarak, EL MELÎKÜ esmâsına mutlak mazhar olan Rasûlullah MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'den, lâyık olan ümmetine lâzımınca yansıma olunca bu esmâ sırrı onu sultân eyler. Kalb ve kalb ülkesinde fıtraten nefsinin askerleri olan; hevâ-heves-tamah-hırs-şehvet/her türlü aşırı arzu ve istekler ve gazab/hırs ve şehvet yerine getirilmeyince duyulan nefsânî ve şeytânî öfke, kin, garez ve düşmanlık ifratları terorist gibi iken, hakkın ve hayrın köleleri hâline getirilir ve şerîatın emrettiği yerli yerinde kullanılır. Benlik ülkesinin halkı durumundaki el, ayak, göz, kulak, cinsel organ, kalb v.s. ise emr âleminden tertemiz gelen ruhun sadece Livechillah/Allah rızası için düstüruyla saâdet ve huzura kavuşurlar... "Ben, ben!..." deyip duran nefs; kâinâtın mutlak Melikini tanır, hayâ eder, haddîni bilir ve lâzımı-lâyıkı işleyerek hakkıyla kulluğa başlar. Evlenmeyi helâl, zinâyı haram bilerek şehveti kullanır. Bâtilâ ve şerre gazablanır v.s... Bütün bu dinî, dünyevî ve uhrevî ni'metlerde velîyy-i ni’metimiz olan; muhabbet, merhamet, hürmet ve hasbî hizmet kaynağımız Efendimiz Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'e medyûn-i şükran/şükran borçlusu olduğunu anlar ve ona göre davranır... Bu anlayışını, inancını ve şuûrunu fiilen yaşayışına aktarır. ALLAH Tealâ'dan gayrısını/mâsivâ asla Melik bilmez ve boyun eğmez!...
Mutlak Melîk olan Mevlâ celle celâluhu'muzun şeref ve haysiyetini alnında taşır ve hâşâ kimsenin ayağı altına sermez. Günde 5 vakit, kırk kere şeref secdesinde Rabbü'lâlemîn'e tertemiz olarak arzeder.. Şuûrsuzca ve sonsuz sayıda teyp gibi zikir çekmenin ise açıkça yanılğı olduğunu bilirsin!.

EL-MELÎKÜ ve El Mâlikü'l- Mülkü celle celâluhu isimlerini vird edinen kimse başkasının kendi üzerindeki olumsuz tasarrufundan uzak olur, zulme uğramaz, zulüm ve haksızlıktan kurtulur. DIŞ Düzende Maddeten, İÇ DENgede Mânen ReSûLÎ SEViyeyi yakalar, Mülkün Mutlak Mâlikini TANIr ve Kur'ÂN-ı Kerîm DERyÂsında YAŞAmaya BAŞLar İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »


Melîku celle celâlihu ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde 5 âyette ALLAHu zü’l- CELÂL’e nisbet edilmektedir.:

El meliku’l- hak.: TâHâ 20/114; Mü’minûn 23/116..
El meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir.: Haşr 59/23
El meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm.: Cuma 62/1
El Melikin nâs.: Nâs 114/2

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim---“Fe teâlâllâhul meliku’l- hak (hakku), ve lâ ta’cel bi’l- kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ (ılmen).: İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce’dir. Ve Kur’ân’ın tamamlanması hususunda O’nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de.”
(TâHâ 20/114)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
Resim---“Fe teâlallâhu’l- meliku’l- hakk (hakku), lâ ilâhe illâ hû(huve), rabbu’l- arşi’l- kerîm (kerîmi).: İşte Hakk Melik olan Allah, çok yüce’dir. O’ndan başka İlâh yoktur. (O), kerim arş’ın Rabbidir.”
(Mü’minûn 23/116)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).”
(Haşr 59/23)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı’l- meliki’l- kuddûsi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Göklerde ve yerde olanlar, Allah’ı tespih eder ki; (O) Mâlik’tir (mülkün sahibidir), Kuddüs’tür (mukaddestir), Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).”
(Cuma 62/1)

مَلِكِ النَّاسِ
Resim---“Melikin nâs (nâsi).: İnsanların melikine (mâlikine).”
(Nâs 114/2)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in, “mülk”” ile ilgili isimlerinin Kur'ÂN-ı Kerîmde yüklendiği mânâ açısından.:

1-) Hükümrânlık..: Bakara 2/102.
2-) Yerin, göklerin ve ikisinin arasındakilerin hâkimiyet ve eğemenliği..: Mâide 5/18.
3-) Hükmetme yetkisi..: Bakara 2/247.
4-) Mutlak eğemenlik..: Âl-i İmrân 3/26)
5-) Mahşer sûru çalındığındaki hükümranlık..: En’âm 6/73.
6-) Diriltme ve öldürme yetkisi..: Tevbe 9/116.
7-) Nüfûz ve iktidar özelliği..: Yûsuf 12/101.
8-.) Hâkim..: Nâs 114/2.
9-) Komutan..: Bakara 2/246.
10-) Kral, yönetici..: Neml 27/34.

ALLAHu zü’l- CELÂL’in Melik celle celâlihu isminin Kur'ÂN-ı Kerîmce anlamları.:

Melik; yerin, göklerin ve ikisinin arasındakilerin hâkimiyet, egemenlik ve hükümranlığını elinde bulundurandır.
Melik; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir varlığa muhtaç olmayan, fakat her varlığın kendisine muhtaç olduğu kimsedir.
Melik; yoktan var ettiği her şey hakkında dilediği şekilde tasarrufta bulunan zâttır.
Melik; saltanatının şerefi yerde, göklerde, insan ve diğer canlılarda görülendir.
Melik; hem insanları yaratan hem de onların hayatına ve yaşam tarzına müdahale eden demektir.
Melik; helâl ve haram koyan, hakk ve batılın sınırlarını çizen, hidâyet ve dalâletin ölçülerini belirleyen demektir..
Melik; insanları belli bir hedef için yaratan, onları başıboş bırakmayan ve neticede onları yaptıklarından dolayı sorgulayacak olan mutlak hüküm ve egemenlik sahibidir..
Melik; hem gerçek mabud, akılların sıfatları konusunda hayrete düştüğü, hayranlık beslenen, sevgi ve bağlılık gösterilen, zatı his ve duyu organlarıyla idrak edilemeyendir, hem de bütün kâinatta, dünya ve âhirette tasarruf ve saltanat sahibidir. Bütün bu özellikleri taşıyan Allah her türlü zaaf ve ayıptan uzaktır.
Melik; ancak kendisine sığınılan ve kendisinden yardım istenendir.
Melik; istediği topluma istediği kişiyi peygamber olarak gönderen ve bundan dolayı da asla sorgulanmayandır.
Melik; göklerde ve yerde var olan her canlı ve cansız varlığın kendisini tesbih ettiği kimsedir.
Melik; örnek ve lider ümmet olma emanetini dilediği topluma veren ve dilediğinden de alandır.
Melik; her türlü eş, çocuk, ortak ve yardımcıdan berî olan ve yaratıkların sahib oldukları nitelemelerden uzak olandır.
Melik; kendisine ve elçisine saygı duyan, zikrini her şeyin üstünde gören kullarını dünya ve âhiret hayatında mükâfatlandıran, saygısızlık yapanlara da cezâ verendir.
Melik; hem canlıları diriltme hem de öldürme özelliğine sahib olandır.
Melik; hem kıyametin başlamasında, hem de kıyamette olacak olaylar konusunda tek söz ve yetki sahibidir.
Melik; hükümranlığı kıyamete kadar devam edecek olandır.:


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O’ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe’n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.”
(Rahmân 55/29)
Âyetini okudu ve: “Bir günahı bağışlamak, bir sıkıntıyı gidermek, toplumların bir kısmını yüceltip bir kısmını ise alçaltmak Allah’ın işlerindendir.” buyurdu.
(İbni Mace 202; İbni Hibban 1763.)

ALLAHu zü’l- CELÂL'in El Meliku celle celâluhu oluşunu, Mülkünde dilediği gibi tasarruf etme yetkisini, mülkünde dünyevi ve geçici tasarruf yetkisini dilediğine verebileceğini Kur'ÂN-ı Kerîm de çokça buyurur:

Göklerin ve yerin mülkü ALLAHu zü’l- CELÂL'indir.:

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---“E lem ta’lem ennellâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.”
(Bakara 2/107)

وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ve göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Ve Allah her şeye kaadirdir.”
(Âl-i İmrân 3/189)

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“E lem ta’lem ennallâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerin ve yerin mülkünün Allah’ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azap eder ve dilediğini mağfiret eder. Ve Allah herşeye kaadirdir.”
(Mâide 5/40)

لِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا فِيهِنَّ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti vel ardı ve mâ fîhin (fîhinne) ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların mülkü Allah'ındır. Ve O, herşeye kaadirdir.”
(Mâide 5/120)

وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---“Ve tebârekellezî lehu mulku’s- semâvâti vel’ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmu’s- sâah (sâati), ve ileyhi turceûn (turceûne): Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne yücedir. Kıyamet saatinin ilmi O'nun katındadır ve O'na döndürüleceksiniz.”
(Zuhrûf 43/85)

وَلَلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرضِ وَيَومَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Resim---“Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve yevme tekûmu’s- sâatu yevme izin yahseru’l- mubtılûn (mubtılûne).: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı izin günü, bâtıl olanlar hüsranda olacaklardır.”
(Câsiye 45/27)

ALLAHu zü’l- CELÂL, mülkünde tek hakimdir başka ortağı yoktur.:

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---“Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun mine’z- zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et.”
(İsrâ 17/111)

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
Resim---“Ellezî lehu mulku’s- semâvâti vel ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fî’l- mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ (takdîren).: Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.”
(Furkân 25/2)

ALLAHu zü’l- CELÂL mülkünde dilediği gibi tasarruf yapar:

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huve’l- mesîhubnu Meryem (meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fî’l- ardı cemîa (cemîan) ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim birşeye malik olabilir?" Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir.”
(Mâide 5/17)

إِنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---“İnnallâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yuhyî ve yumît (yumîtu), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.”
(Tevbe 9/116)

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâu’z- zukûr (zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder.”
(Şûrâ 42/49)

وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, ve kânallahu gafûren rahîmâ (rahîmen).: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini azablandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
(Fetih 48/14)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAHu zü’l- CELÂL mülkü (hükümranlığı ve idâreyi) dilediğine verir.:

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir."
(Bakara 2/247)

فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Resim---“Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhu’l- mulke ve’l- hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedeti’l- ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin ale’l- âlemin (âlemîne).: Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.”
(Bakara 2/251)

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Kulillâhumme mâlike’l- mulki tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’ (teşâu, bi yedike’l- hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.”
(Âl-i İmrân 3/26)

ALLAHu zü’l- CELÂL ÂHİRinde-Âhirette de tek Melik celle celâluhu dur.:

الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِّلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
Resim---“El mulku yevme izin lillâhi, yahkumu beynehum, fellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti fî cennâtin naîm (naîmi).: Mülk, o gün yalnızca Allah'ındır. O, aralarında hükmedecektir. Artık iman edip salih amellerde bulunanlar; nimetlerle donatılmış cennetler içindedirler.”
(Hacc 22/56)

الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمَنِ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرِينَ عَسِيرًا
Resim---“El mulku yevme izini’l- hakku li’r- rahmân (rahmâni), ve kâne yevmen alâ’l- kâfirîne asîrâ (asîran).: İşte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkâr edenler için oldukça zorlu bir gündür.”
(Furkân 25/26)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---“Yevme hum bârizûn (bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni’l- mulku’l- yevm (yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr (kahhâri).: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır."
(Mu'min 40/16)

وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve ilallâhi’l- masîr (masîru).: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve dönüş yalnızca O'nadır.”
(Nûr 24/42)

Melik celle celâlihu ismi ayrıca Kur'ÂN-ı Kerîmde 8 âyette Allah’tan başkaları için kullanılmaktadır.:

Melik celle celâlihu ismi, hem Yusuf aleyhisselâm hem de dönemindeki hükümdar için.:


وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنبُلاَتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ يَا أَيُّهَا الْمَلأُ أَفْتُونِي فِي رُؤْيَايَ إِن كُنتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ
Resim---“Ve kâle’l- meliku innî erâ seb’a bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’a sunbulâtin hudrin ve uhara yâbisât (yâbisâtin), yâ eyyuhâl meleu eftûnî fî ru’yâye in kuntum lir ru’yâ ta’burûn (ta’burûne).: Ve Melik şöyle dedi: “Gerçekten ben, yedi (adet) zayıf ineğin, yedi (adet) semiz ineği yediğini görüyorum. Ve yedi yeşil başak ve diğerlerini de kurumuş görüyorum. Ey (kavmin) ileri gelenleri! Şâyet siz (rüya) tabir edenlerseniz, bana rüyamı yorumlayın.”
(Yûsuf 12/43)

قَالُواْ نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَن جَاء بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَاْ بِهِ زَعِيمٌ
Resim---“Kâlû nefkıdu suvâa’l- meliki ve li men câe bihî hımlu beîrin ve ene bihî za’îm (za’îmun).:Dediler ki: "Hükümdarın su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona armağan olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna kefilim."
(Yûsuf 12/72)

Musâ aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm Yoldaşlığı-yolculuğu anlatılırken o dönemdeki yönetici olan kimse için de Melik tâbiri kullanılmaktadır.:

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا
Resim---“Emmâ’s- sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fî’l- bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ (gasben).: Lâkin gemi, denizde çalışan fakirlerindi. Onu kusurlu yapmak istedim. Onların arkasında, bütün gemileri gasbederek (zorla) alan bir melik (kral) vardı.”
(Kehf 18/79)

Melik celle celâlihu ismi ismi 2 defaa da Tâlût için geçmektedir:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الْمَلإِ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ مِن بَعْدِ مُوسَى إِذْ قَالُواْ لِنَبِيٍّ لَّهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُّقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ إِن كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ أَلاَّ تُقَاتِلُواْ قَالُواْ وَمَا لَنَا أَلاَّ نُقَاتِلَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَقَدْ أُخْرِجْنَا مِن دِيَارِنَا وَأَبْنَآئِنَا فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْاْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ
Resim---“E lem tera ile’l- melei min benî isrâîle min ba’di mûsâ, iz kâlû li nebiyyin lehumub’as lenâ meliken nukâtil fî sebîlillâh (sebîlillâhi), kâle hel aseytum in kutibe aleykumu’l- kıtâlu ellâ tukâtil (tukâtilû), kâlû ve mâ lenâ ellâ nukâtile fî sebîlillâhi ve kad uhricnâ min diyârinâ ve ebnâinâ fe lemmâ kutibe aleyhimu’l- kıtâlu tevellev illâ kalîlen minhum vallâhu alîmun bi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Hz. Musa’dan sonra, İsrailoğulları’ndan ileri gelenleri görmedin mi? Kendi peygamberlerine: “Bizim için bir melik beas et (görevlendir) de Allah’ın yolunda savaşâlim.” demişlerdi. (O Peygamber de) dedi ki: “Eğer savaş sizin üzerinize yazılırsa (farz kılınırsa) sizin savaşmamanızdan korkulur." (İleri gelenler): “Biz niçin Allah’ın yolunda savaşmayalım? Yurtlarımızdan ve oğullarımız (arasından) çıkarılmıştık.” dediler. Fakat savaş onların üzerine yazılınca (farz kılınınca) onlardan pek azı hariç, hepsi yüz çevirdiler. Ve Allah zâlimleri en iyi bilendir.”
(Bakara 2/246)

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Onların Peygamber’i onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizin için melik olarak Talut’u beas etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği nasıl olur? Melikliğe biz ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyıkız). Ve de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk) verilmedi.” (Peygamber de) “Muhakkak ki Allah, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini (bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı. Ve Allah, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), Alîm’dir (en iyi bilendir).”
(Bakara 2/247)

Melik kelimesinin çoğulu olan Mulûk kelimesi, Kur'ÂN-ı Kerîm’de bir yerde İsrailoğullarına gönderilen komutanlar için:

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ اذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنبِيَاء وَجَعَلَكُم مُّلُوكًا وَآتَاكُم مَّا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِّن الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmizkurû ni’metallâhi aleykum iz ceale fîkum enbiyâe ve cealekum mulûk (mulûken), ve âtâkum mâ lem yu’ti ehaden mine’l- âlemin (âlemîne).: Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: "Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler-melikler kıldı ve âlemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi."
(Mâide 5/20)

Bir yerde de yeryüzünde fesad ve bozgunculuk çıkaran yöneticiler için kullanılmaktadır.:

قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Resim---“Kâlet inne’l mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleh (ezilleten), ve kezâlike yef’alûn (yef’alûne).: "Muhakkak ki melikler (hükümdarlar), bir ülkeye girdikleri zaman, onu ifsad ederler (bozguna uğratırlar) ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar böyle yaparlar." dedi.”
(Neml 27/34)

Mübâlağa ifâde eden ve mastar olarak kullanılan Melekût kelimesi de Kur'ÂN-ı Kerîm’de 4 kez ALLAHu zü’l- CELÂL için buyurulmaktadır.:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
Resim---“Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûte’s- semâvâti vel ardı ve li yekûne mine’l- mûkınîn (mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).”
(En’âm 6/75)

أَوَلَمْ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ وَأَنْ عَسَى أَن يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Resim---“E ve lem yanzurû fî melekûti’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ halakallâhu min şey’in ve en asâ en yekûne kadıkterebe eceluhum, fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn (yu’minûne).: Onlar yerlerin, göklerin hükümranlığına (sünnetullaha, idaresine) ve Allah’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmıyorlar mı? Ondan sonra artık hangi söze inanırlar (mü’min olurlar).”
(A’râf 7/185)

قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Kul men bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve huve yucîru ve lâ yucâru aleyhi in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: De ki: “Şâyet biliyorsanız (söyleyin) herşeyin mülkü (yönetimi, idaresi) elinde olan ve koruyan (himaye eden) ve Kendisi korunmaya ihtiyacı olmayan kimdir?”
(Mü’minûn 23/88)

فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---“Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn (turceûne).: İşte O, Sübhan’dır. Herşeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.”
(Yâsîn 36/83)

ALLAHu zü’l- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde Mülk verdiği seçkin kullarını bildirmiştir-buyurmuştur:

Süleyman aleyhisselâm’a mülk ve saltanat vermiştir:


قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Resim---“Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke ente’l- vehhâb (vehhâbu).: Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.”
(Sâd 38/35)

وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
Resim---“Vettebeû mâ tetlû’ş- şeyâtînu alâ mulki suleymân (suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinne’ş- şeyâtîne keferû yuallimûnen nâse’s- sihra, ve mâ unzile alâ’l- melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût (mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beyne’l- mer’i ve zevcihî, ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad âlimû le menişterâhu mâ lehu fî’l- âhirati min halâkın, ve le bi’se mâ şerav bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).: Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (aleyhisselâm), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.”
(Bakara 2/102)

Davûd aleyhisselâm’a mülk ve saltanat vermiştir:

فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
Resim---“Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke ve’l- hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedeti’l- ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin ale’l- âlemin (âlemîne).: Nihayet Allah’ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut’u öldürdü. Ve Allah ona (Davut’a), meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve eğer Allah’ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka fesat çıkardı (yeryüzünün düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine fazl sahibidir.”
(Bakara 2/251)

Talut’a da komutanlık mülkü vermiştir:

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fî’l- ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Onların Peygamber’i onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizin için melik olarak Talut’u beas etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği nasıl olur? Melikliğe biz ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyıkız). Ve de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk) verilmedi.” (Peygamber de) “Muhakkak ki Allah, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini (bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı. Ve Allah, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), Alîm’dir (en iyi bilendir).”
(Bakara 247)

İbrahim aleyhisselâm’a ve âilesine de mülk vermiştir:

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
Resim---“Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle ibrâhîme’l- kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ (azîmen).: Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere haset mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik.”
(Nisâ 54 )

Yûsuf aleyhisselâm’a da mülk ve vermiştir:

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Resim---“Rabbi kad âteytenî mine’l- mulki ve allemtenî min te’vîli’l- ehâdîs (ehâdîsi), fâtıra’s- semâvâti ve’l- ardı ente veliyyî fî’d- dunyâ ve’l- âhırati, teveffenî muslimen ve elhıknî bi’s- sâlihîn (sâlihîne).: “Rabbim bana mülk verdin. Ve olayların (sözlerin, rüyaların) tevîlini (yorumunu) bana öğrettin. Semaları ve yeryüzünü yaratan, Sen benim dünyada ve ahirette velîmsin (dostumsun). Beni müslüman (Allah’a teslim-i küllî ile teslim olan) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat.”
(Yûsuf 12/101)

Firavun ve hanedânına da mülkünde otorite yetkisi vermiştir:

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِن بَأْسِ اللَّهِ إِنْ جَاءنَا قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ
Resim---“Yâ kavmi lekumu’l- mulku’l- yevme zâhirîne fî’l- ardı fe men yensurunâ min be’sillâhi in câenâ, kâle fir’avnu mâ urîkum illâ mâ erâ ve mâ ehdîkum illâ sebîle’r- reşâd (reşâdi).: (O adam dedi ki): "Ey kavmim! Bugün mülk sizindir, yeryüzünde kuvvetlisiniz. Ama Allah’ın şiddetli azabı bize geldiğinde, size kim yardım edecek?" Firavun (da) şöyle dedi: "Size gösterdiğim şey sadece benim görüşümdür. Ve ben, sizi irşad yolundan başkasına hidayet etmem (ulaştırmam)."
(Mü’min 40/29)

Kısacası ALLAHu zü’l- CELÂL, dilediği kimselere mülkünü verir..
Elbette Halis-Muhlis-Sıddık-Âdil olan MuhaMMedî KuLLarına da Hayr Mülkünü verir:


وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fî’l- ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).: Onların Peygamber’i onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allah, sizin için melik olarak Talut’u beas etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği nasıl olur? Melikliğe biz ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyıkız). Ve de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk) verilmedi.” (Peygamber de) “Muhakkak ki Allah, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini (bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı. Ve Allah, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), Alîm’dir (en iyi bilendir).”
(Bakara 247)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Çeşitli Hadis-i Şeriflerinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Melik ismini buyurmuştur..:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimden birtakım kimselerin, denizlerde tahtlar üzerinde MELİKler olarak veya tahtlar üzerindeki MELİKler gibi yolculuk yapıp Allah yolunda savaşacakları bana gösterildi.” buyurmuştur.
(Buhârî, Cihad 3; Müslim, İmâre 160.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah kıyamet gününde yeryüzünü avucuna alır, semayı da sağında dürüp katlar. Sonra da: “Ben Melik’im!. Yeryüzünün hükümdarları nerede?” der.” buyurdu.

(Ebu Hureyre'den; Buharî, Rikak 44)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Alllah kıyamet gökleri dürer ve sağ eline alarak şöyle buyurur: “Ben Melik’im! Cebbârlar (zorbalar) nerede? Ben Melik’im! Mütekebbirler (büyüklenenler) nerede?” Sonra yeryüzünü dürerek sol eline alır ve şöyle buyurur: “Ben Melik’im! Cebbârlar (zorbalar) nerede? Ben Melik’im! Mütekebbirler (büyüklenenler) nerede?.”
(Müslim, 2788)

“Melikü’l- Emlâk: Hükümdarlar hükümdarı” ismini insanlara vermek doğru değildir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah katında isimlerin en hakir, aşağılık ve zelil olanı, kendisine “Melikü’l- Emlak” adını veren kişidir.” buyurdu.
(Buharî, Edeb 114; Müslim, Âdâb 20.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet gününde Allah’ın en çok gazab edeceği, en adi ve hakir göreceği kişi dünyada iken “Meliku’l-Emlak” diye adlandırılan kimsedir. Hâlbuki Allah’tan başka melik yoktur.”
(Müslim, Âdâb 21.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, âilesinden henüz konuşmaya başlayan çocuklara şu âyeti anlamıyla öğretirdi.:

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
Resim---“Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fî’l- mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ (takdîren).: O (Allah) ki; göklerin ve yeryüzünün mülkü, O’nundur. Ve O, çocuk edinmemiştir. Mülkte, O’nun şeriki (ortağı) olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı sonra da onların kaderini takdir etti.”
(Furkân 25/2)
(Musannef/İbni Ebi Şeybe 7/849. Mevdûdî, Tefhim, c.3, s. 572.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Abdulmuttaliboğullarından her çocuk konuşmaya başlar başlamaz İsrâ sûresinin 111. Âyetini:

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---“Ve kuli’l- hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fî’l- mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren).: Ve de ki: “Hamd, çocuk edinmeyen Allah’a mahsustur ve O’nun mülkte ortağı olmamıştır (yoktur). Ve (O, zillete düşmez) O’nun, Kendisini zilletten (kurtaracak) bir dosta (ihtiyacı) yoktur.” O’nu tekbir ile (üstün kılarak) yücelt (büyüklüğünü ifade et).”
(İsrâ 17/111)
(Suyutî, ed-Durru’l- Mensur 5/353.)

Sınırlı-SORumlu-Ölümlü İnsanoğlunun;
İğreti Mülke ki, İzafî “ben”liğe kayıtsızca bir hâkimiyetle sahib çıkış İSTEği, KULLuk İmtihÂNımızdaki hayatının geçici zevklerini elde etmek için yaşar hale gelivermemiz acı zaafımızdır ve tüm İŞlerin BAŞındadır-Fıtrîdir:

Şeytan, Cennette Âdem ve Havva aleyhumusselâm’s asla yok olmayacak bir mülk ve saltanat ile aldatmıştı.:


فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Resim---“Fe vesvese ileyhi’ş- şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şecerati’l- huldi ve mulkin lâ yeblâ.: Böylece şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir MÜLKe-saltÂNata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?”
(TâHâ 20/120)

Elbette SILa SALLmızmızın SÂLÂVât Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ine SEViyelenmek REHBERi:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz bu din sağlamdır. Sen bu dinde yumuşak davranarak (rıfk) derinleş. Rabbine ibâdeti nefsine nefret ettirme. Zirâ acele eden ne yol alabilir ne de binecek bir binek bırakır. Hiç ölmeyeceğini bilen bir kimsenin çalışması gibi amel et. Yarın öleceğinden korkan birinin sakınması gibi günahlardan sakın.” buyurdu.
(Beyhakî, 3/ 18- 19.)

Dünya hayatının ve ni’metlerinin geçiciliği ve de gelip-geçiciliği ise AKLımızın UYkusudur. Tâ ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup-Uyalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim dünyasını severse âhiretine zarar verir. Kim de âhiretini severse dünyasına zarar verir. Siz fani olan dünya nimetlerine karşılık âhiret hayatını tercin edip, üstün tutun.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned 6/ 71.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Dünya MüLkü Batağına batmaması için ÜMMetini MuhaMMedî Tevhid Teyakkuzuna ÇAĞırmıştır.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Obur hayvanların yemek çanaklarına üşüştükleri gibi üMMetlerin de sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır.” buyurunca,
Ashab: “Yâ Resûlullah! Bu durum o gün azlığımızdan dolayı mı olacak? diye sorunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bilâkis o gün sizin sayınız çok olacaktır. Fakat selin üzerindeki çer çöp gibi dağınık ve zayıf olacaksınız. Allah sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbînden çıkaracak ve kalblerinize Vehn hastalığı atacaktır.”
Bir adam: “Vehn hastalığı nedir â Resûlullah!?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “Dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu.

(Ahmed, Müsned 2/ 359, 5/ 278; Ebû Dâvûd, Melâhim, 5.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Vallahi bundan sonra size fakirlik ve yoksulluk geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum tek şey; sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılması ve onların birbirlerini haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz, onların helak oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.” buyurdu.
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, 8/ 454)

Resim---İmam Ali kerremallahu vechehu: “EYy Müslümanlar!. Dünya, arkasını çevirerek rüzgar gibi uzaklaşmakta, âhiret de onu karşılayarak aynı süratte yaklaşmaktadır. Her iki âlemin de insanlar arasında çocukları, kendisine emel bağlayanları vardır. Siz âhiretin fazilet çocukları olun, dünyaya kul köle olmayın. Bugün amel günüdür, hesab yok. Fakat yarın hesap günüdür, amel yok!.” buyurmuştur.
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, 12/ 362.)

Resim---İbn Ebî Evfâ radiyallahu anhu şöyle duâ ederdi: “Ey Allahım! Bu gündüzün başını barış, ortasını kurtuluş ve sonunu da başarı kıl. Ey Merhametlilerin en merhametlisi olan! Senden dünya ve âhiret hayırlarını isterim. Biz sabaha kavuştuk, MÜLK ve otorite, büyüklük ve azamet, yaratma ve emretme yetkisi, gece, gündüz ve içindekiler, tek ve hiçbir ortağı olmayan Allah’a ait olarak sabahladı!.”
(Firdevs, Me’sûru’l- Hitab 1/481)

HüLâsa-yı KeLÂM;
MuhaMMedî MüslümÂNın-Mü’mini izzet ve şerefi, Dünya malı ve mülkü sahibi olmasında değildir Kur'ÂN-ı Kerîmi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SüNNetinde YAŞamaktır.:


يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Yekûlûne le in reca’nâ ile’l- medîneti le yuhricenne’l- eazzu min hel ezell (ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve li’l- mû’minîne ve lâkinne’l- munâfikîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: “Eğer biz şehre dönersek, mutlaka daha azîz (güçlü) olan, daha zelil (güçsüz, zayıf) olanı, oradan (şehirden) çıkarır.” diyorlar. İzzet Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün ve mü’minlerindir. Ve lâkin münafıklar bilmiyorlar.”
(Munâfikûn 63/8)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an zikrillâh (zikrillâhi), ve men yef'al zâlike fe ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”
(Munâfikûn 63/9)

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---Tû'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).: Allah’a ve O’nun Resûl’üne îmân edersiniz ve Allah’ın yolunda canlarınızla ve mallarınızla cihad edersiniz. İşte bu, sizin için hayırdır. Keşke bilseniz.”
(Saff 61/11)

Ve unutmamalıyız ki;

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---“Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O (Allah) ki, semâların ve yeryüzünün mülkü O’nundur. Ve Allah, herşeye şâhiddir.”
(Burûc 85/9)
Resim
Cevapla

“Kul İhvani Divanında Esmalar” sayfasına dön