2009 Nisan Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ARA BUL!..
Tarih: 09.04.2009 Saat: 16:14 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


ARA BUL!..

Böyle böyle soytarılık olmaz aziz cemaat!
Böyle soytarılık olmaz!
Yapmayın Allah rızası için.
Kılma vallahi daha iyidir! Kılma daha iyidir!
Hepiniz yaşını başını almış herifler!
Sonra, öne geçiyorsun, İmamın arkasındasın,
Sahabe-i Kiramın yerinde duruyorsun!
Birde orda bu edepsizliği yapıyorsun!
Çıkta dışarıda yap bari!
Yapmayın Allah rızası için!..

Sonra ben de sizin gibi bir mü’minim!
Hepimizin hukuk-i ilahiyemiz vardır birbirimize karşı!
Benim namazımı önümdekinin bozma hakkı selâhiyeti yoktur dinde!
Benim namazımı bozma hakkı selahiyeti yoktur!
Ben huzur bulmaya geldim!
Burda imam efendinin arkasında!
Rasûlullah’ı taklid eden imam efendinin arkasına uydum!
Allahıma ibadet ediyorum.
Benim öndekinin böğrünü eğip, kafasını eğip benim namazımı bozmağa hakkı yoktur!
Ve hakkımı da helal etmiyorum!
Ve benim hakkımda bu dünyada burnundan fitil fitil fitil insanın gelir!
Yapmayın bunu Allah rızası için!
Böyle namaz kılınmaz!.

Bir yobazın biri de gelmiş bir yerde söylemiş!
Onu da size söyleyeyim.
Çarşı camisine gelmiş.
Konya’dan bir yobaz, kim ise.
Yobaz doludur Konya zaten!
“Kadugameti selah kadugameti selah Allahu ekber Allahu ekber!” müezzin okumuş.
Peşine imam efendi bakmış: “Allahu ekber!”
Namazdan sonra çıkmış sen demiş: “Kadugameti selah kadugameti selah namaz başladı niye bekledin!” demiş.
Ulan haydut herif!
“Kadugameti selatü kadugameti selah” namaz başladı değil!
Namaz başladı değil: “Hazırsan kalk ayağa kalk!” demektir.
“Ayağa kalk. Kadu kameti selah artık ayağa kalk!” demektir.
Bunlar yobaz işi. Zaten bu memleketi yobazlar yıktı. Anladınız mı?
O yarı yarı yarı soytarı herifler.
Bunu söylemek mecburiyetindeyim.
Böyle olduğu için bizi herkes hafif görüyor. Başını namaza koyanlar.
Bu yobazlara uymayınız efendim!
Ben size Kur’ân-ı Kerîmin, aklım erdiği, bilgim hudud-u dahilinde, Rasûlullah’ın söylediği emirleri söylüyorum.
İçine cehennem zebanisi, tokmaklar, katran kazanları sokmuyorum!
Kur’ân-ı Kerîm de böyle bir şey yok.
Böyle yapa yapa yapa bu milleti bu hale getirdiler.
Birisi namaz kıldı mı başka birisi bakıyor: “Ne yobaz adamdır!” diye.
Yobazlık hiç birimizde yok!
Bu yarı cahil insanlar bu hale soktular!
Çarşı Câmisinin önünden bir gün geçiyordum ordan.
Bir tesbihçi var orda bir, hoş bir adamcağız.
Biri iki de hacı oturuyor orada.
“Ne yazıyor amca dedim bak şurda Arapça bir şey yazıyor?”
Gale Allahu Teala diye başlıyordu.
“Vallahi bilmiyorum efendim!” dedi.
“Peki!”
Ordan birisi atıldı, dedi ki: “Efendim dedi. Bunu dedi felan hoca efendi söyledi dedi: “Mescidleri temiz tutunuz!” diye.
“Hangi hoca efendi söyledi?” dedim.
“Felan hoca efendi! O hoca efendi öyle söylemez!” dedim.
“Mescidleri temiz tutunuz!” nerden çıktı.
Bakın bir adam bir şey söylüyor.
Yarım kafalının aklına giriyor.
O gidiyor orda başka söylüyor. O gidiyor orda.
Bunlar asırlarca böyle gele gele bizi soytarı haline sokmuştur!
Biz yobazlıktır, bir gericiliktir, bir ilericiliktir gidiyor.
Onun için hakiki namaz kılana oğlum hiçbir şey yanaşmaz.
Ama böyle namaz olmaz!
Vallahi bile olmaz. Billahi de olmaz!
Bu İsveç cimnastiği bile olmaz!
Allah’ın huzurunda alay olmaz!
Hepiniz alay ediyorsunuz öyle kılanlar.
“Fe veylün lil müsallin. Ellezine hüm an salatihim sahun”
“Vay haline öyle edepsizce namaz kılanların. Vay haline! Vay haline!”
İşte âyet-i kerîme.
Yapmayın bunu!
Yapmayın Allah razısı için!
Bak çoğumuz bu kadar daha yaşayacak değiliz.
Mezara yanaştık. Mezara yanaştık!..

Orda yazıyordu ki o kapının üzerinde: “Mescidler Allah’ın evidir.”
Burada anca Allah’ın birliğine ve tekliğine dua ve ibadet edilir.
Câmi de kavga olmaz!
Câmide parti işi olmaz!
Câmide dedikodu olmaz!
Kapıdan içeri girdi mi âhiret âleminin namzedisin.
Burada Allah ile Rasûl ile meşgul olunuz demektir.
“Câmileri temiz tutunuz!” dedim de tuttu.
Git bak!
Gir içeriye beyaz pantolunan veyahut mendilini sür şeye simsiyah çıkarsın.
Hani âyet-i kerîmeydi.
Böyle Müslümanlık olmaz aziz cemaat, böyle Müslümanlık olmaz!
Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Yularını nefsine kaptıran insanlar bu lakırtıdan da bir şey anlamaz!
Sizin çoğunuz yularını nefsinize kaptırmışsınız!
Teklif et. Kıldım. Kalktım. “Allahuekber!”
Kendinizi kandırıyorsunuz!
Yularlarınız nefsinizde, Nefsinizde!
Bu dediklerimi içinizde ancak aşk-ı ilahiye ile yanan, kıvranan insanlar bunları kalblerinde seyredip anlarlar.
O zaman affet içine girerler.
Bunları seyredip anlayabilmek için işte bu Allah’ı memnun etmek lâzımdır. Allah’ı memnun etmek istersen samimi ol.
Yalandan uydurmasyondan şey yapma.
Allah’ı memnun etmek mi istiyorsun haa?
Evet.
Doğruluktan ayrılma. Katiyyen yalan söyleme. Allah doğrularla beraberdir.
Servet içinde olup da onu kalbine sokmamak en büyük iştir.
Paran olabilir onu kalbine sokma!
Ye, iç, sarf et!
Yani şu dur Allah’ta kendini yok et!
Onun aşkınla doğmuş büyük insan olmaya gayret et!
Bu gayrete girebilmek için de doğru namaz kılmaz lâzım ağalar!
Böyle namaz olmaz! Vallahi de olmaz! Billahi de olmaz!
Sonra hacı efendinin öteki hacı efendinin namazını bozdurmağa hakkı yoktur!
Sen gelmişsin burada huzuru kalb ile namaz kılıyorsun!
“Allahuekber!” dedin. “Semiallahu limen hamideh!” dedin.
Mübârek ruh-u hâli ile dolu Müslüman kalbini Kâbe’ye çevirdin.
Öndeki aşağıya giderse sende gayrı ihtiyari öyle yaparsın.
Bilirsiniz koyunların bir tanesini suya atmışlar da hepisi gitmiş.
Onun gibi, namazda herkes dalmıştır ağam dalmıştır!
Dalmıştır! Daldığı için insanın hareketine bakar!
Şuuru Allah’a doğru yükseliyor. Gidiyor böyle!
Onnan hembezm oluyor!
Senin onun namazını bozmaya hakkın yoktur!
Ama öz buradan giriyor buradan çıkıyor! Yarın belli olur bunlar!
Bu lakırtıları söyleyip söylese hakiki Müslüman kafasının derisini yonmaya başlar!
Ne yapıyorum ben diye!
Yonamıyorsunuz değil mi?
Kendi inanışınızdan şüphe ediyorsunuz!
Şüphe içindesiniz hepiniz!
Acaba ahret var mı yok mu?
Hala şüphede! Ben insanın suratından anlarım işi!
Gençliğinde Allah ile irtibatını kesmeyen ihtiyarlığında da Allah ondan irtibatını kesmez!
Öyle yapıyorsan kendini geç bir aynanın karşısında muhasebe-yi ruhuye yap!
Küçükten, ananın kucağından ve babanın okşamasından kurtulup da mektebe gitmeye başladığın zaman, aklın ermeğe başladığı zaman bu güne kadar ne hatlar işledin onların da hesabını ver!
O hatlardan muhakkak bir şeyler vardır insanda ki namazını kılamıyor…

Hasanu’l- Basrî hazretleri 54 yaşındayken iki sene namazdan huzur duyamamış. Duyamamış huzur.
“Allahuekber!” diyor. Kafası başka yerde kılıyor ama.
Bir gece Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz rüyâsına giriyor.
Ve biliyorsunuz Hasanu’l- Basrî Ezvaci’t - Tâhirattan Museb Ümmü Seleme. Rasûlullah’ın zevce-i muhteremlerinden.
Bizim validelerimizden Allah şefaatine nâil eyleye.
Bunun câriyesi Cafer bin Ensarî’nin kölesiyle evlenmiş.
Bundan Hasanu’l- Basrî doğmuştur. 22 hicri senesidir.
Rasûllah’ın kucağında oturmuş küçükken Hasanu’l- Basrî .
Rasûlullah kendi bardağınan su içirmiş bu mübârek adama.
Bu zatı muhterem 58 yaşında iken iki sene devam etmiş namazda huzur bulamıyor.
Ağlamağa başlamış.
Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellem ruhaniyetiyle görünmüş:
“Ya Basrî!” demiş. “Sen bundan iki sene evvel birinden hurma satın aldın.” demiş.
“Mendiline doldururken yere bir hurma düştü” demiş.
“Hurma düştü yere”.
“Hurmacı senin sanarak senin mendiline attı dedi. Halbuki o tartıda yoktu hurmacınındı dedi. Bu haram içine girdi senin dedi. Git ona helallaş!”
Ertesi günü sabahtan Hasanu’l- Basrî yollara düşüyor.
Gidip buluyor o hurmacıyı.
Diyor ki “ağam” diyor. “Ben iki sene evvel senden hurma aldım!”
“Valla ağa hatırlamıyorum ben hiç. On senedir hurma satarım ben!” diyor.
“Neyse diyor. Ben senden hurma aldım. Hurmandan bir tane yere düştü. Onu sen benim mendilime koymuşsun diyor. Yanlışlıknan seninmiş. Bunu helal et!” diyor.
Hurmacı bir nârâ atıyor: “Bu ne biçim iştir bu. Ne büyük fazilettir!” diye.
Hurmacı da Veliyullah oluyor.
Ondan sonra helal ettikten sonra Hasanu’l- Basrî namazını düzgün kılmağa başlıyor…

Onun için çocukluğundan beri bu yaşa gelinceye kadar o yanlış kılanlar “Allahuekber!” deyip de kendinden geçemeyenler hesab etsin!
Çetele tutsun!
Bir bokluk vardır içinde!
Bir şey vardır!
Ya hayvan öldürmüştür!
Ya hırsızlık yapmıştır!
Ya bilmem midesine haram sokmuştur!
Bir zina yapmıştır!
Yetim hakkı yemiştir!
Bilmem eşkiyalık yapmıştır!
Bir şey vardır!
Onu tövbeynen yıkatmağa çalış! Yıkatmağa çalış!
Cet fabrikasında git de yıkat elbiseni!
Geceleyin geçer o cet fabrikasının islimcileri! İslamî islimcileri!
Yoksa “Allahuekber!” dedi mi. Allah’ın yed-i kudretinin denizinin içine girdin. Seni kimse sarsamaz!
Ama imamı dinlediğin yoksa, sen bit pazarında geziyorsun!
Bunlar maalesef hakikat haaa!
Bunlar maalesef hakikat söylediklerim!
Doğruluktan ayrılmaz! Yalan söylemez! Midene haram sokmazsan!
Gençliğinde de başlarsan Allah seni ihtiyarlığında da bırakmaz!
Bu hal sıhhatta kalmanın, dinç ve faziletli olmanın sırrı budur ağam!
Öyle hakiki Müslümanlar vardır ki seksen sene yaşamış adam!
Seksen sene başı ağrımamıştır!
Allah’a takmış kancasını be birâder!
Biz Allah’ı gökte arıyoruz.
Şah damarımızdan daha yakın.
Çünkü kendimizi göremiyoruz.
Bir de, bir takım mırıltılar ediyor bu adam diyeceksiniz.
Bu sözleri herkes söyler.
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin esrarı bu söylediklerimde gizlidir.
Arar bulursan bunlarda çok iş vardır.
Sözlerimiz teleskopla laboratuar âletiyle değil başka bir şeyle anlaşılır.
Çünkü öyle sesler vardır ki kulağımız alamaz!
Bu güzel sözleri duyuracak, aks-i seda yaptıracak adam aramak lâzım.
Hani dağa gidersin: “Mehmet!” diye bağırırsın “Mehmet!” sesin gelir.
Öyle adam aramak.
Sende koku var, koku, koku!..
Vücudunda koku var!
Bu kokuyu alman için aksettirecek nurlu bir ayna ara!
Kendini görmek için nasıl aynaya bakıyorsan, onun gibi bu da.
Ayna olmadan kendini göremezsin.
Sende gizli güzel esmaları sana gösterecek birini bul!
Allah’ın El Bedi’ Esması var.
El Rahmân Esması var.
Es Sabûr Esması var.
Eş Şekûr, Eş Şifâ var.
Her esma sende var.
Onların menevişlerini çıkar yukarı.
Buğdayı ekersin.
Bilirsin ondan sonra çıkmaya başlar.
Diyeceksiniz ki: “Bul ara diyorsun! Bul ara diyorsun!”
Evet: “Bul ara!..” O kadar işte! Uzakta değil yakında!
Kıldığın Şeriat Namazını Kalb Namazıyla birleştirdiğin dakikada bunlar çıkar.
Daha Şeriat Namazını kılamıyorsun!
Kılamıyorsun işte! Aha deminden beri mırıldanıp duruyorsun!..

Neyse aziz cemaat böyle birbirimizi biraz hırpaladık.
Bitti bu, şimdi vaaza başlarız.
Bunlar maalesef bize lâzım.
Yarın hepiniz aynı zaman haşr olacaksınız.
Olduk. Geldiler hesap. Senlen oturduk hesap görüyoruz.
Öyle yan yana düşeriz. Ya evet Allah düşürür ya.
“Amca ne yapacağız?” diyeceksin.
Baktık ooooo kıyamet gidiyor orada.
Hatırlayacağız bu günü.
“Ya şu şöyleydi. Sen niye söylemedin?” bana diyeceksin.
“Yav bunu söyleseydin de bunu böyle!”
“Ulan ben söyledim de sen yapmadın!”
Şimdi anlaşılmaz ağam, şimdi anlaşılmaz!.
Yarın toz duman kalktığı zaman bu namazlar.
Bu günkülerin hepisi mezar kapısında kalır.
Tiğ-i teber gideceğiz öbür tarafa. Bu tiğ-i teber üzerinde ne kalırsa.
Mezarda silkilineceğiz böyle.
Hani köpekler suya atlar da.
Çıktıktan sonra daha sahibine gelmeden şöyle bir silkinir.
Üzerinden o yaşları maşları alır.
Bir iki adım gider bir daha silkinir, bir daha silkinir.
Mezarda hep silkileneceğiz.
Bu namazlar niyazlar falan hepisi ortadan kalkacak.
Hiçbir şey kalmayacak.
Senin içinde ne kaldı bakalım.
Bu seni temizledi mi esmaları temizledi mi?
Onu ararlar onu. Onu ararlar.
Onun için birbirimizi ikaz etmek mecburiyetindeyiz.
Dua ediyoruz. İmam efendi okudu. Şeyi.
Çok dikkat edin, bakıp ta görmüyorsunuz siz.
Ne diyecek bu herif!
Görürsünüz bak!
En aşağı içinizde en genci on senedir namaz kılıyor.
Yaşlısı da elli senedir namaz kılan var içimizde.
Muezzin efendi, namaz başlamadan evvel: “Kulhüvallahü” okur.
Ondan sonra, en sonunda da: “Lillahil Fâtiha!” der.
Hepimiz bir salâvât getiririz, elham okuruz.
Kime okuyorsun bu elhamı? Cenaze mi var?
İmam efendi okudu mihrabiye duasını.
“Subhane rabbike rabbil izzeti ammayesufun vesalamün alel mürselin velhamdulillahi rabbil âlemin el Fâtiha!” dedi.
Bir Fâtiha okudun, kime okuyorsun bunu.
Farkında mısın elli sene! Haa!
“Kime okuyorsunuz?” soruyorum size!
Sor. İstediğin hocaya sor. Git Sor. En âlim dediğine sor!
Bu kitapta yoktur. Bu kitapta yoktur!
İçini temizlediğin zaman içinde yazılıdır bu insanın:
“Yâ Rabbi!
Ben bu Kur’ân-ı okudum, Namazı kıldım, Şunu yaptım, Bunu yaptım! Anlamıyorum ama şu dilden anlamıyorum ama bunda ne varısa ben bunları Kabul ettim Ya Rabbi!
Kabul ettim ya Rabbi!
Onun için bunun hürmetine senin bana hediye ettiğin bir dua var ya!
Ha nedir?
Elhamdulillahi Rabbül âlemin. Âlemlerin Rabbine hamd olsun!
Âhiret gününün sahibidir. Ona kulluk ederim ben.
Ya Rabbi beni doğru yoldan bilmem neden ayırma!”
Kendin için o Fâtiha, kendin için. Kendin için!
O Fâtiha kendin içindir.
Havaya gitmez onlar.
Ama bir cenaze için “Lillâhi Fâtiha!” o tarafa gider.
Onu kendimiz için okuruz.
Ama kendimiz için okuyorsak o Fâtihanın gireceği yere, evde güzel İslamî levhalar vardır:
“Bismillâhirrahmanirrahim.
Lâ ilâhe illallah.
El Rızkı Alâallah. El Kasib Habibullah.
İnna fetahna leke fethen mübina!” evlerimizde vardır.
Bir çok âyetler değil mi?
Bazılarının vardır.
“İnnehu süleymane innehu bismillahi.”
Güzel levhalar vardır.
Bunları en güzel odaya asarsın.
Mutfaknan afedersiniz haşa sümme hâşâ helânın kapısına niye asmazsın? Asamazsınnn!
O halde o Fâtihayı kendine okumak için kendi içini temiz tut.
Namazı kılamıyoruz ondan sonra kendimize Fâtiha okuyoruz.
İşte o okuduğun hakiki Fâtiha yerine şey ederse âhrete kolunu sallaya sallaya gidersiniz aziz cemaat!
Sallaya sallaya gidersiniz. Sual bile sormazlar.
Müslümanlık buuu!
Onun için Kur’ân-ı Kerîmde Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin kendine hitap ederken Allah-u Lemyezel.
TâHâ!.. Rasûlullah efendimize TâHâ: “Yâ Resûl!” demek.
El Müddesir: “Üstünü örtmüş.”
El Müzemmim! Yâ Sîn!
Hep Cenâb-ı-ı Peygamberin Ahmed, Mahmud muhtelif yerlerde Rasûli Sallalahu Aleyhi Vesellemin isminden ona öyle hitap ediyor.
Yalınız bir yerde (ki çok önemlidir!) Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin ismi mübârekini söyler Cenâb-ı Allah: Muhammed Rasûlullah diye.
“İnna fetahna leke fethen mübina!”
Âyetinin Fetih Sûresinin en son uzun âyetinin başında başlar.
Yalınız bir yerde Cenâb-ı Salallahu Aleyhi Vesellem’in ismi mübârekiyle Cenâb-ı-ı Allah şey ediyor. Hitap ediyor Rasûli Salallahu Aleyhi Vesseleme.
Onun için Resuli Sallallahu Aleyhi Vesselemi memnun etmemiz lâzım.
İki de bir abdestli olmadan mübârek ismini ağzına alma oğlum!
Ağzına alma! Ağzına almak lâzımsa Rasûlullah Salallahu Aleyhi Vessellem ancak bir mim ile basmayan ismiyle ağzına al!
Bu çok ince bir iştir. Söylenemez, içinde yazılıdır!
Sokakta at pazarında bilmem nerde, hacı efendi tutuyor el ele:
“Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âlihi Muhammed!” diyor.
Eşşeğin yanında, eşşekte afedersiniz abdestini ediyor!
Söylemeyin Allah rızası için bunu!
Abdestli iken içinden söyle içinden söyle!
Gösterişe luzüm yok!
“Herşeyin gizlisinin kıymeti vardır!”
Onun için içinden abdestli gez ağam da Cenâb-ı Rasûli Sallallahu Aleyhi Vesseleme salâvâtı şerife getir.
Efendim hangisidir salâvâtı şerifenin en güzeli.
Salâvâtı şerifenin güzeli, kötüsü yoktur.
Efendim Salât-ı Nâriye, Salât-ı Fethiye, seksen türlü.
“Bu çok kuvvetliymiş, Efendim bunun on bin tane salâvât-ı şerifeye kıymeti varımış!”
Bir çok yazar öyle kitaplar dolu.
Felân: “Efendim işte şu salatı Fetiye’yi okursan otuz bin salâvâtı şerife yerine geçer!”
Peki otuz bin salâvâtı şerife yerine geçiyorsa Efendi Hazretleri ben o ötekini niye söyleyeyim onu söyleyeyim çıkayım.
Aklınıza hangisi geliyorsa efendim.
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ehl-i beytihi Muhammed.”
Bitti bu kadar. İçinden temiz yerde.
Onun için Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellem diyor ki: “Dua eden kimse” Rasûllahın hadisleridir bu söyleyeceğim.
İbni Taberanî ve İbni Mesud’dan en kuvvetli hadislerden.
“Dua eden kimse Allah’a ellerini kaldıran insan, peygamberine salat etmedikçe dua perdeli kalır!” diyor.
Dergâh-ı ilâhiye’ye icâbet vaki’ olmaz.
O halde; Fâtiha okuyacaksın, dua edeceksin.
“Vema erselnâke illâ rahmetellil âlemin!” dedi mi Müezzin Efendi.
Kaldırdık ellerimizi: “Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed!” Oraya bir dafa kapıyı açacaksın. Bunu diyeceksin.
“Her dua semaya çıkmaktan men’ edilmiştir!” diyor Cenâb-ı peygamber.
“Anca bana salat-ü selâm olursa duanız yükselmeğe başlar!”
Onun için bunda soytarılık yoktur.
Hemen duaya başlayacağı zaman Rasûli Salllahu Aleyhi Vesseleme salâvâtü şerife getireceksin.
Yani ilk defa gelir gelmez, manüpileyi açacaksın. Çekeceksin Telsizi oraya.
“Yâ Rasûlullah ben Allah’a dua edeceğim. Aman sen bilin!” o demektir.
Manüpile kapalı. Bursa hattı kesik.
Sen Bursa’yı arıyorsun. Ara işin yoksa!
Namazda da, mirac-ı mü’minindir namaz.
Namazda da çıkmak için imam efendidir manüpile.
Ondan evvel secdeye gidersen, yatar kalkarsın hayvan gibi.
Olmaz o. Manüpile onda.
Onlan gideceğiz Efendiler..
Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellem’in gine bir hadisi Taberanî ve İbni Mesud’dandır.
“Bir adamın yanında Ben anıldığım zaman , Benim ismim geçtiği zaman Bana salatü selâm getirmeyen kişinin burnu yere sürünsün!” diyor Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Bu, bu şu demektir: “Benim nurumdan var sizde. Benim ismim anıldığı yerde sizin içinizde benden olan NÛR var ya ona selâm verin!” demektir o.
Temiz tut kendini “Burnu yere sürünsün!” diyor.
“Kim bana selâmı, salâvâtı unutursa Salatü selâm getirmeyi unutursa ona cennetin yolu da unutturulur!” diyor Cenâb-ı Peygamber.
Hadis bunlar, insan lakırtısı değil Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellemin hadis-i şerifleri…
“Kim kabrim yanında bana salatü selâm ederse!” diyor.
Hacılar mesela gidiyor Kabr-i Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellem Ravza-yı Mutahhara’da orada.



KELİMELER:

Selâhiyet:
Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak. * Bir dâvaya bakabilmek
Yobaz: Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse) mecaz Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse) halk ağzında Kaba saba, inceliksiz (kimse)
Soytarı: Söz ve davranışlarıyla halkı güldürüp eğlendiren kimse, maskara. mecaz Hileci, yaltak kimse, kaşmer.
Katiyyen: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman.
Muhasebe: Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam.
Ezvac: Çiftler. Zevceler. Nikâhlı karılar. * Kocalar.
Nâil: Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Câriye: Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden. * Güneş, şems. * Gemi. * Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet. * Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.
Hembezm: Aynı mecliste olmak.
Meneviş: Hare. Bazı nesne, canlı, göz vb.nde dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler.
Tiğ-i teber: tığ-ı teber şah-ı merdan. elinde avucunda ne varsa tükenmiş, "çırılçıplak" kalmış anlamında deyim.



ÂYETLER:

فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ
الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ

Resim---"Fe veylün lil müsallin. Ellezine hüm an salatihim sahun : Artık vay haline o namaz kılanların ki, O kimseler ki, onlar namazlarında yanılanlardır.” (Mâun 107/4-5)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Resim---“İnna fetahna leke fetham mübina: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih 48/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

İMKÂN, ENGEL' dir...
Tarih: 12.04.2009 Saat: 14:37 Gönderen: kulihvani

Resim

İMKÂN, ENGEL' dir...

Halim KÖK

Eşya dolu kamyonun arkasında ayakta durabileceğim kadar boşluk bir yerde…
Çenemi dayamıştım tutunduğum ellerimin üstüne…
Boyum ancak yetişiyordu kamyonun kenarlarından dışarısını görmeye…
Başımı uzatarak baktım biraz sonra boş ve sahipsiz kalacak evimize son defa…
Ne tuhaf görünüyordu…
Ev aynı evdi ama… İlk defa tadıyor olduğum o andaki hislerdi bana tuhaf gelen…
Hiç düşünmediğim… Hiç hayal etmediğim… Doğduğum köyden ayrılışım…
Sayısız nedenler niçinler içinde… İçimde… Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, olamayacağını ilk hissettiğim ve ömrümün sonraki dönemlerinde benzerlerini kaç defa yaşadığım…
O taaa içinden derinlerinden hissediş… Karşı koyamayış… Sessiz ama hüzünle kabulleniş…

Biraz sonra hareket eden kamyonla birlikte gittikçe benden uzaklaşan ve geriye doğru baktıkça sağımdan solumdan geçerek bir bir uzaklaşan
evler, ağaçlar, oynadığım yerler…

Koştuğum, düştüğüm, küstüğüm, güldüğüm, ağladığım… Her yanında benim olduğum ama şimdi BEN’ siz olan ve olmaya devam edecek olan nice nice… Görüntüler…

Oysa o AN’ a kadar her şey aynıydı… Hep te öyle olacak, öyle kalacak anıyordum…

Sanıyordum demek yanlış olur… Çünkü öyle olur mu olmaz mı diye bir şey gelmiyordu ki aklıma…

AN’ ladım ki sonraları… Bir ananın kucağındaki bebek zorla çekilip alındığında… Yavrusunu kaybeden ananın, tekrar çocuğunu kucağına
almaya gücünün yetmeyişi ve içi sızlayarak ağlayışı gibi… Hayatın her AN’ ı öyle çekilip alınmakta elimizden… Sahiplendiklerimizde ancak ağlamakta
sızı duymaktayız…

Baksanıza bana… Bakıp ta gördüğünüz beni bir daha aynı halde görmeniz mümkün olmayacak… Baktığınız hiçbir şey bir daha aynı olmayacak…
Ama aynı gibi görünecek…

“Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın” Neml Suresi 27/88

Dağlar dahi yerinde saymıyorsa biz nasıl aynı kalabiliriz…
Ne maddi varlığımız olan bedenimiz ne de manevi âlemdeki duygu düşüncelerimiz… Hiçbir anda sabit değil…

Nasıl tespit ediyorlar bilmiyorum ama deniyor ki; Bir insanın aklından günde 60.000-70.000 tane düşünce geçiyormuş…

Dış suretimiz her an değişse bile önceki halini andıran benzerlik nedeniyle birbirimizi tanımaktayız ama; Ömrümüz boyunca aklımıza gelen her düşünceye suret giydirebilsek… Hangisine bakıp ta tanıyabiliriz bir birimizi…

Ahirette suret giydirilecek o düşüncelerimize, niyetlerimize, amellerimize…
Biz kendimizi tanıyabilecek miyiz o zaman…

“Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter.” İsra Suresi 17/14

Her düşündüğüne… Olmasını dilediğine… “OL” deyince OLDURAN’ ı gördüğümüz suretlere bakarak nasıl tanıyoruz peki…
Hepsini O’ ndan mı biliyoruz… Yoksa bir kısmında O’ nu unutuyor muyuz?
Bazılarını gereksiz görüp, sanki kendi başlarına var olmuşlar gibi mi düşünüyoruz…

Soruyorum ama böyle yapıyoruz… Yapıyorum… Biliyorum…

Biliyorum çünkü bildiklerime ters bir şey yaşayana kadar bildiğim gibi sanmaya devam ediyor olduğumun farkına ancak varabiliyorum…

Bizler niye varız bu âlemde… Tüm suretlerde, tüm işlerde O’ nu bilmek, bulmak, olmak ve yaşamak için değil mi?

Ama yapamıyoruz… Çünkü… Çünkü… Çünküler bitmiyor ama
Ben bunu şuna benzetiyorum.

Denizaltı bir araçtır… DENİZ altında yol almamıza imkân veren…
Denizaltı araştırmaları da bu şekilde yapılmakta ve diğer birçok şey…

Denizaltı aracı ile DENİZ’ in altında bulunabiliriz… Ama DENİZ’ in altında olmamıza imkân sağlayan araç… Gerçekten DENİZ altında oluşu algılamamıza da ENGEL’ dir aynı zamanda…

DENİZ’ i olduğu gibi algılamaktan alıkoyar bizi… SU’ yu tüm zerrelerimizde hissedemeyiz…
Hissetsek dahi bedenimiz de bir araçtır ve DENİZ altında olmaya yabancıdır. DENİZ’ le DENİZ oluşu… DOĞAL bir parçası olmayı
algılayamaz…

HAYY-at denizinde de bedenlerimiz öyle… O olmadan burada bulunma, “VARIM” deme imkânımız yok… Ama o varken de burada OL-
AN’ ın BİR olduğunu AN’lamamıza ENGEL olmakta…

Uçakla havada bulunabiliriz ama uçaksız, kuş gibi havada oluşu algılamamıza da engel olan yine uçaktır…

BİZ’ e sunulan her İMKÂN aynı zamanda ENGEL’ imiz olmakta…

Öyleyse araçla yaptıklarımızın… ARAÇ’ sız ve ARACISIZ yapılanı anlamaya yöneltmesi lazım…

Çünkü Kâinatta ASL’ ında her şey araçsız ve aracısız KENDİ’ liğinden işlemekte…

Her bir zerre… Her bir küre hareket halinde… Düzenli… Sistematik… Hiç şaşmamacasına…

Biz ise SEYR etmekteyiz… Ve durduğumuz yerden görünene göre bilmekte, bilgi sahibi olmaktayız… İyi demekteyiz, kötü demekteyiz…

Güneş doğmakta… Esirgemeden sunmakta ışık ve ısısını…
Ama plajda olana sefa… Çölde olana cefa olmakta…

Dünya kendi etrafında bir defa dönmekte… Bir gündüz ve gece olmakta…
Dönen Dünya’ nın hızına paralel bir hızla dönsek dışında havada…
Bizim için Dünya’ da zaman sabitlenir… Yıllar geçse de bir günün aynı AN’ nında oluruz…

O zaman var dediğimiz gece… Dönen, işleyene göre geride kalışımızdan…
Onun hızına yetişemeyişimizden dolayı bize var gibi görünmekte…

Biz durduğumuz için VAR sandıklarımızı VAR eden biziz…
Kâinat’ ta her şey ZIT’ tı ile vardır diyoruz… ZIT’ ları var eden biziz…
O’ nun yarattığı hiçbir şeyde zıtlık yok… Zıtlaşma yok… Teslimiyet, boyun eğiş var…

Biz gördüğümüze var demekteyiz… Gördüğümüz iki olsa da İŞ BİR’ dir…
Düz bir yere bir kuyu kazıldığında… Kuyunun hacmi kadar olan toprak dışarıda bir tepe oluşturur… (-1) olan kuyu ile (+1) olan tepe İKİ VAR’ lık olur bizim için…

Oysa bunu oluşturan güç, enerji, İŞ BİR’ dir…

Düzlük alana göre (-1) olan kuyu eksiklenir tepeye bakarak… Onda olan bende niye yok diyerek hayıflanır… (+1) olan tepe ise kendini tam görür diğerine göre…

Oysa biri diğerinin varlık nedenidir… Düzlükte BİR’ dirler… orada ikisi de yoktur…
"Siz onların cennetekine yerlerine varissiniz… onlar da sizin cehennemdeki yerlerinize…"

OL-AN diye gördüğümüz SURET’ ler… İyiler-kötüler, güzeller-çirkinler…

TEK BİR İŞ… TEK BİR OL’ uş…

Köyden ayrılırken baktığım sadece daracık bir köy sınırları içinde gördüklerimdi…AN' lama yetmedi demek ki... Daha çok bakmam, görmem istendi…

Bakmam ve AN' lamam için tanınan süre dolduğunda...
Sayılı nefesler bittiğinde... Son nefeste... tüm hayatıma öyle bakacağım… geride kalışını… benden uzaklaşışını izleyeceğim…

Ve o son bakışım olacak… AN’ lamam için
SUNULAN HAYY-at İMKÂN’ ı benden alınınca ENGEL’ im olacak
AN’ lamama…AN’ da olmama…


12.04.2009 - 00:16

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

GÖNÜL BAHÇESİ
Tarih: 16.04.2009 Saat: 15:33 Gönderen: kulihvani

Resim

GÖNÜL BAHÇESİ

Faruk DİLAVER

gönderen: altan

Kimi ne zaman seveceğimi ben bilemiyorum.
Sevmediğiniz birini sevin dediğimiz de, sevemezsiniz.
Sevmeniz gereken birini sevemiyorsanız Hak'tan yardım isteyin.
Ben severim, demeyin. İsteseniz de sevemezsiniz.
Sevmek, sizin elinizde değil.

Allah seni sevmezse sen O’nu sevemezsin.
O sana gelmezse, sen O’na varamazsın.
Ama ilk adımı sen atacaksın. O’ndan razı olup, O’nu sevebildiğin kadar seveceksin.
Hatta canından çok seveceksin…

Namazı huşu içinde, zevk verdiği için değil, Allah emrettiği için kılın. Gönül yıkanın namazı makbul olmaz.

Cömertliğin miktarı değil, orantısı geçerlidir. Cebindekinin ne kadarını verdiğin önemlidir.

Makam peşinde değiliz. Bizde "olmak" yok. Biz, olmamaya gayret ediyoruz. Bizim yolumuz en kestirme yol; Yunus yolu, yokluk yolu. Benliğin aşk ile eriyerek yok oluş yolu.

Şuurlu olmak lâzım. Kamplara bölünmeye, parçalanmaya gerek yok. Soy, sop, ırk, mezhep dedik, bölündük. Çevresinde birlik-beraberlik içinde olamayan, fitneci, fesat bir insanın birlikten haberi olabilir mi? Olamaz.

Gerçek sevgi tahrip etmez. Öyle bir dost bul ki eşinle, ailenle, çevrenle aranı yapsın. Mutlu ve huzurlu olmana yardım etsin.

Aile kurun, gecikmeyin. Aklınızın yattığı birini bulup evlenin. Âşık olacağız diye uğraşmayın. Anlaşıp, eşin gibi seveceğin bir eş bul, yeter. Herkes birbirinin hakkına saygı göstersin, birbirini saysın, sevsin.

Ne sendedir, ne bendedir.

Gönlümüzdedir, gönlümüzdedir.

Gözümüzden bakan, ağzımızdan söyleyen

Gönlümüzdedir, gönlümüzdedir.

Ey kudreti sonsuz Allah''ım! Sana güvendik, sana sığındık. Senin uygun gördüğün, kolay ve güzel bir yaşantı ver bize.

Resul-ü Kibriya, yaratılmışların aslı iken; gaybı, geleceği bilemem, diyordu. Ancak Hakk''ın bildirdiğini biliyordu. Bildiğine de: "Ben bilmedim," diyordu.

Muhtaç ol ki gelsin. Bir bilgiye muhtaç olursun, gelir. Muhtaç olmak başka, sormak başka. Rabb''ine soramazsın, haddimiz değil. Muhtaç olduğunu bilip, istersen; lütfeder verir.

Kırılma, kırma! İncinme, incitme! Gücenme, gücendirme! İncinen, incitir; kırılan, kırar; gücenen, gücendirir.

Güneşe mi, denize mi Hak diyenler daha engin bir irfana sahip? Tabi ki güneşe. Çünkü denizdeki hareketlere de güneş sebep oluyor. Denizdeki devridaimi güneş yapıyor. Suyu ısıtıyor, bulut oluyor. Bulut soğuyor, yağmur oluyor, denize dönüyor.

Sen her eşyada güneşi görüyorsan, eşyanın renklerini, güneşin sıfatları biliyorsan Hakk''ı görmeye çok yatkınsın. O göz Hakk''ı kısa zamanda görür. Bu, öğrenmeyle olmaz, arınmayla olur.

Kanımızı yıkayalım. Kanımızı nasıl temizleyeceğiz? Haram lokma yemeyeceğiz. Sonra esma ile arınmaya devam edeceğiz. "Estağfurullah!" diyeceğiz. Allah''tan yardım isteyeceğiz.

Çevremize, memleketimize hizmet edelim. Birlik ve beraberliğe önem verelim. Aile birliği bozulursa ülke birliği de bozulur. Aileyi korumak gerekir. Arası bozulan eşleri barıştıralım. Barıştıracağımız kişilerle ayrı ayrı, barışı sağlayana kadar konuşalım. Arayı düzeltmek için ne gerekirse yapalım.

Herhangi bir şahsa, bir yanlış yapıyor diye imansız, cehennemlik demeyelim. Şu adam cehennemliktir diyen, cehennemliktir. Kendimizi Allah''ın yerine koyup hüküm vermeyelim. Sakın kimseyi cehenneme atmayalım. Allah''ın işine karışmayalım.

Suizan yapmayalım. Olgun insan olalım. Nefsin esaretinden kurtulalım. Biz, önce kendimiz olgun insan olup, başkalarının da olmasına sebep olalım.

Bazı insanlarla karşılaşıyorum; Allah''ın vasıflarını ne güzel ezberlemişler. Ne güzel söylüyorlar; ama tanımıyorlar. Allah''tan haberleri yok, vasıfları ezberliyorlar. Allah ezberlenir mi?

Arınacaksınız. Kanınızı, kalbinizi temizleyeceksiniz. Edep öğreneceksiniz. İnceleceksiniz. Sizin etrafınızda kimse sizden rahatsız olmayacak. Sonra herkes sizi sevecek. Onların sevgisine muhtaç olmayacaksınız. Allah''ı çok seveceksiniz. İncinmeyeceksin, incitmeyeceksin. Gerçek anlamda zarif olacaksınız.

Gözünü şekilden kurtardın mı tecellileri görürsün. Şekle takılırsan, göremezsin.

Siz bu hasretten razı mısınız? Sevgili istiyorsa biz razıyız. Hasret olmazsa aşk olmaz. Aşk olmazsa vuslat olmaz.

İnsan hakları var; ama Hakk''ın hakları ne olacak? İnsan haklarının ilk ve en geniş bildirgesini, Yunus: "Yaratılanı hoş gör, Yaradan''dan ötürü," diyerek sunmuş.

Kalbiniz Hakk''ın yakınlığını duysun. Gözünüz nurları görsün. "Şavk," yakınlık işaretleri, parlak noktalar uçuşur o zaman. Bu, sözle olmaz, yaşamak gerekir.

Kuruyalım, sararalım, harmana dolalım. Döven dövsün. Saptan-samandan ayrılalım. Hakk''ın ambarına dolalım.

Eşini eşin gibi, çocuğunu çocuğun gibi sev. Taptığın gibi sevme. Kalbine giren çıkandan haberin olsun. Çok sevip istediğin bir şey gördüğün zaman, alıcı gözle bakma. Baktığın zaman da estağfurullah de, gözünü çevir.

Aklımızla her şeyi çözmek mümkün değil. Allah''a sığınalım. "Ya Rabbi, bana gerçeği göster, ben gerçeği görmek istiyorum, bana gerçeği kolayından yaşat!" diye Yaradan''a yalvaralım.

Din, Allah''la kul arasındaki münasebetlerin ve icraatların tamamıdır. Allah, yaratıp yoktan var ettiği kulunu, ne olursan ol, diye kendi hâline bırakmamıştır.

Maneviyatı olmayan, Yaradan''a inanmayan insanlar yine O''nun hükmündedir. Ama hayatı boşa gider. Onun videosu boş yazar, kara yazar, yarın mahşerde ona hiçbir şey sorulmaz. Doğrudan, müebbet olarak cehenneme gider. İnananların hayat videosu, artısı ve eksisiyle değerlendirilir. Hiçbir şeye itiraz edemezler. Günahları ağır geliyorsa cehenneme, sevapları ağır geliyorsa cennete giderler. Cehennemde cezasını çekenler oradan cennete geçerler. Bunlara rağmen, bir kulun cennetlik veya cehennemlik olması hükmünü yalnız Yaradan takdir eder. Cehennem, ateşten beter ateştir. Onlara orada ölmek yok, ölüp kurtulmak için feryat ederler. Ama ölüp yok olamazlar ki kurtulsunlar. Ölmek, kurtuluştur; ama ölemezler.

Oruç, sadece aç kalarak tutulmaz. Gözünü, kulağını, dilini haramdan sakınacaksın. Oruç süresince tüm uzuvlarını koruyacaksın.

Şuurlu olalım, ne yaptığımızı bilelim. Ağzımıza ne koyduğumuzu, gözümüzle neye baktığımızı, kulağımızla ne dinlediğimizi bilelim.

Varlıktan geçip hiçliğe doğru yol alalım, Yunus''un sırrını koklayıp onun sırrına erelim. Bazen semalara dalalım, bazen de aşağıların aşağısına, esfel-i safiline bakalım, ibret alalım.

Siz mi dirisiniz, O mu ? Siz kiminle diri kalıyorsunuz. İşte, Yunus bunu bildiriyor. Ruhlar âleminden bilmeye, bilinmeye, görmeye, göstermeye, ölü olan kalpleri diriltmeye geldik, diyor.

Allah''ım, şu insanları tenperestlikten kurtar! Bedenine ben diyen, bedenin isteklerine uyar. Bedenin isteklerine teslim olur. Ruhun isteklerine uyan insan, ilham alır, güzel duygulara meyleder. Bedenin arzu ve isteklerini oluşturan merkez, nefistir. Nefsinizi tanıyın, ona karşı mücadele edin. Sevginin her zorluğu kolaylaştırdığının sırrına erin. Severek, işi kolay kılın.

Aşk, yalan değil; insan, yalan; aşk, gerçektir.

Ömrümüzün sonuna kadar çirkini değil, güzeli anlatacağız.

Bazen küçücük bir hizmet insanı kurtarıyor. Fakirlere ulaşalım. Gerçek ihtiyaç sahiplerini bulalım.

Beden hapishanesinde kalmaya neden razı oluyor insan? Acaba neden bu beden hapishanesinden kurtulmak istemez? Çünkü dışarı çıkmanın tadını bilmiyor.

Tasavvuf ilmi, diridir. Özden öze, gözden göze nakil ilmidir. Tasavvufun vasfı budur. Öyle bir göze bak ki, yüzyıllardır gözden göze gelmiş olan Resulullah''ı görmüş olasın.

Bir çok bilim adamı her şeyi ölümden sonraya bırakıyor. Cennet için hazırlanmamızı tavsiye ediyor. "Yaşarken Rabb''inizi bilin, yaratılışın ve yaşamanın gayesine erin," demiyor.

Allah, sevdiklerimizi Allah için sevmeyi nasip etsin. Aşkımızı, Allah için yaşatsın, nefsimiz için değil.

Görmek istediğine gözünü kırpmadan bakacaksın. Gözünü kırpmadan bakmak, bir hâl ilmidir. Gözünü gönlüne bağlayıp, dikkatin bir noktaya odaklanmasıyla olur.

Büyüttük, besledik, gözünü gözledik. Mürüvvetini görelim, dedik. Anlattık, öğrettik. Gözünü gözledik; ama gözü boş bakıyordu. Gözünde, gönlünde aradığımızı bulamadık.

Ölen insanlarla uğraşmak, Müslüman''a yaraşmaz. Cennetlik mi, Cehennemlik mi olduğu haddimizi aşar. Güzeli konuşalım. Ölenlere rahmet okuyalım. Her konuda şuurlu olalım. Bu ülkede yaşayan insanların hepsi, bizim insanlarımız, birçok müştereklerimiz var onlarla. Hepsini sevelim. Anlaştıklarımızla paylaşalım.

Menfaatin ön plânda olduğu yerde hakkaniyet olmaz. Şehvet ve menfaatin uşağı olmayalım. Ruh dostu olalım.

Dualar gönül diliyle yapılır. Gönül diliyle yalvarılır. Allah bizi ortak koşmaktan, şirkten korusun. Görevimiz, insanlık âlemine, gerçeği tanıtmaktır.

Allah''ın kudretine inanalım. Bize dua etmek, yalvarmak düşer. Hiçbir kul, hiçbir şey yapamaz. Kul, âcizdir! Kul, zayıftır! Kul, fakirdir! Kudretin ve mülkün sahibi, Allah''tır.

Bazı yaşadığımız olayları anlatmamızın nedeni, ibret olması içindir, yoksa öğünmek için değil.

Allah''a sığınıp Allah''tan iste. Kudret ve kuvvet Allah''ındır. Canı gönülden yapılan duaları Allah kabul eder.

Dünya güneşten kopmuş, tesadüfen yuvarlakmış! Tesadüfen bir yörüngeye oturmuş! Tesadüfen bu yörünge elips olmuş! Bu ateş parçası tesadüfen suyla dolmuş. Tesadüfen bu ateş parçasına bu kadar bitki, hayvan ve insan bir yerden gelmiş! Tesadüfen işte! Bilemediğimiz her şey tesadüf! Bu olacak iş mi? Bilemediklerimize tesadüf demek zorunda mıyız?

Kendinden başka herkesi hakir görüyorsan, sende kibir var. Sen asıl kendini hakir gör ki, hiçliğe eresin. Varlıktan vazgeçesin. Kimseyi hakir görmeyin. Kendinize, ilminize, namazınıza, ibadetinize güvenmeyin. Benlik yapmayın. Allah''a güvenin.

Okuduklarından, bildiklerinden geç ki, kendi kitabını okuyasın. Her ne istersen Allah''tan iste, Allah''a sığın. Bu dünyadan Cemal görmeden gitme. Hakk''ı ara. Dağda, taşta, ağaçta, kuşta ara, nerede istiyorsan orada ara; ama unutma ki aradığın sendedir.

Gerçek namazı kılın. Hakk''ın huzurunda durun. Secde, Hakk''a en yakın olunan yer. Secdede aklına kim gelirse ona secde edersin. Secdede, gönlünde yalnız Allah olsun ki Allah''a secde et.

Ya Rab, senin kendini yücelttiğin gibi biz seni yüceltemeyiz! Seni yüceltmeye kelimeler yetmez! Aklımız kâfi gelmez!

Dünya sallanıyor. Dünyanın içi ateş, çıkmak için kabuğu zorluyor. Kabukta çatlaklar var. Çatlağı açıverse, lavlar yeryüzüne yayılsa nereye kaçarız? Neye güveniyoruz?

Âcizliğimizi kabul edelim. Kime sığınacağımızı bilelim. İnanmayanların gerçeği, tesadüf! Tesadüfe inanılır mı? Her şey tesadüf olur mu?

Ölüm anında çene düşer, göz açılır. Kimse gördüğünü geride kalanlara söyleyemez!..

Yiyin, için, çalışın. Maddî-manevî kazanın; ama gerçek istikbaliniz olan o sonsuz hayat için de hazırlık yapın. Sonsuz bir hayatta ebedî ıstırap çekenlerden olmayın.

Aklınızın yettiği, gönlümüzün erdiği yere kadar bizi dinleyin. Bizim elimizden hiçbir şey gelmez, O''nun kudret elinden her şey gelir. Attığını sen atmadın. Tuttuğunu sen tutmadın. Söylediğini sen söylemedin.

Birbirinizle uğraşmayın. Yunus gönüllü olun. Olmadan oldurulmaz. Ol ki oldurasın. Olgun bir insan olun. Ya olun, ya ölün! Ölmeden önce ölün!

Allah''ın hatırı için iyi geçinin. Yapıcı olun, yıkıcı olmayın. Birlikten, huzurdan yana olun. Madem ki Hakk''ı arıyorsunuz. Yolunuza çıkan engelleri fedakârlıkla aşın. Başkalarıyla uğraşacağınıza kendinizle uğraşın. Olan olmuş! Neden olmuş, demeyin. Bütün olanlar, Allah''tandır. İtiraz etmeyin.

İmanınızla, eşinizle, işinizle iyi olun. Eviniz cennet olsun. Herkesle dost olun. Olumlu davranın, olumlu konuşun.

Göz, kusura ayarlanmış. Hep kusurları görüyor. O gözle nasıl Cemal göreceksin. Kusur gören göz Cemal göremez. Gözünüzdeki kusurları yok etmeye bakın.

Namaz, Allah''la konuşma yeri. Fatihanın yarısında Allah, diğer yarısında kul, aynı ağızdan konuşur.

Gecenin bir vakti kalk, şükür ve teheccüd namazı kıl. Teheccüd namazı insanı Allah''a yaklaştırır. Allah için, Allah''ın hatırı için yapılan bir ibadettir.

Ölmek çok tatlı bir şeydir. Allah için ölelim. Ölmeden önce ölelim. Akıl buna razı olmaz, korkak akıl ölüm istemez.

Günahkâr da olsan samimî ve mert ol. Allah böyle kulunu sever. Allah, kalplerin özünü bilir. Allah''a karşı kaypak olmayın. "Ben âcizim, zayıfım, benim elimden bir şey gelmez!" deyin. Allah''tan yardım isteyin.

Hakk''ın cazibesiyle bedeni terk edin. Ölmeden önce ölmenin sırrına erin.


Not:Yukarıdaki yazı Faruk Dilaver Bey''in ''Gönül Bahçesi'' isimli kitabından alınmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

EL HAMDÜ SALLI
Tarih: 18.04.2009 Saat: 21:20 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


EL HAMDÜ SALLI

Hacılar mesela gidiyor orada Kabr-i Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ravza-i mutahara.
Orada Allahümme salli alâ Muhammedün ve alâ ali Muhammed derken “Ben onu işitirim!” diyor, Rasûlullah diyor.
“Ben kabirden onu işitirim, kim uzakta bulunursa!” diyor.
“Bana salât ü selâm getirirse o Bana muhakkak ulaştırılır!” diyor.
Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vessellem.
“Allah’ın yer yüzünde seyahat eden melekleri vardır” diyor.
Cenâbı Rasûl söylüyor.
“Salât-ü Bana onlar iletirler!” diyor.
“Bilhassa Cuma günü bana çok selat-ü selâm getirin!” diyor.
“O gün salât-ü selâmlar Bana arz olunur” diyor.
Her Müslüman bulunan yerden melek jetleri kalkar Aziz Müslümanlar.
İstersen bir vilâyette üç yüz bin kişi içinde bir tek İslam olsun.
Oraya görünmeyen melek jetleri tayyareleri gelirler.
O salâvat-ı Şerifeleri aldığı gibi doğru Ravza’da Rasûli Sallallahu Aleyhi Veselleme arz ederler onlar.

Rasûlullah söylüyor, şaka maka yok!
İster inan ister, ister inanma!
O halde her islama salâvat-ı şerife farz!
“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima”
İşte âyet-i kerime.
Yalınız ömrümde bir defa getiren bu farzdan kurtulur.
Ömründe bir defa: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed!” dedi mi bu âyet-i kerimeye göre salâvat-ı şerife farzından kurtulursun, kurtuldun!
Yalınız müslümsen eğer salâvat-ı şerife getirmek sana vâcibdir.
Müslüm ne demek, İslam ne demek?
İslam: “Ben İslam oldum!” demek.
Müslüm kafasını secdeye koyan demek.
Teslim olmuş,o da islamdır tabi .
“İslamım evet!” dedi mi tamam oldu.
“Nüfus kağıdında. Hanifi, Hanbeli, Şâfi ne yazılı, efendim nesin?”
“İslamım elhamdulillah.”
İyi iyi efendim iyi! Hayırlı olsun!
Bir defa ömründe salâvat-ı şerife getirmek farzdır insana.
Müslüme salâvat-ı şerife vâcibdir oğlum.
Onun için namaz kılanlara Cenâb-ı Peygamber bunlara haber vermeden yaptırıyor bu vâcibi.
Ettehiyatü biter.
“Allâhümme Salli alâ muhammedin ve alâ ali muhammed.
Kemâ sallayte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrahîme inneke hamîdün mecîd.
Allâhümme Salli alâ muhammedin ve alâ ali muhammed. Kemâ sallayte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrahîme inneke hamîdün mecîd.”

İşte bunlar salâvatı şerife bu vâcibler de böyle yapılır.
Ama ben daha başka yapacağım.
Abdest al sokakta giderken, söyel dur söye dur!
Söye dur içinden, ama başkası duymasın!
Gösteriş olur, gösteriş olur!.
Salâvat-ı şerife deyipte geçmeyin haaa!
Öyle telsiz vasıtasıdır bu ki!

Bir gün Ahmed el Rufaî Hazretleri ile Abdulkadir Geylanî Hazretleri oturuyormuşlar, bir duvarın dibinde çölde.
Bir genç bir çocuk gelmiş, on sekiz yaşlarında felan.
Demiş: “Amuca siz şeyh misiniz?” demiş.
Abdulkadir Geylanî, celalli Allah şefaatine nasip eyleye.
Hz Rufaî de mülayim böyle: “Şeyhiz yaa!” demiş.
“Siz demiş hani şöyle bazı şeyler yaparsınız!”
Kerameti anlatacak hani: “Şöyle hiç kimsenin yapamadığı yapabilir misiniz?”
“Hooooo neler yaparım ben!” demiş Abdulkadir Geylanî.
“Neler yaparım!” demiş.
“Peki demiş madem yaparsın!” demiş.
“Ben bir şey yapayım ondan sonra da sen yap demiş. Peki ne yapayım!” “Peki ben demiş gizleneyim beni bul!” demiş, çocuk diyor.
“Peki gizlen oğlum!” demiş.
Şöyle duvarın arkasına geçmiş çocuk: “Amuca oldu! Ara beni!” demiş.
Abdulkadir Geylanî kalkmış, duvarın arkasında yok.
Bir yıkık duvar, şöyle direk gibi bir şey.
Ordan bak, buradan bak.
Hz. Rufaî bakmış, eee ortada kuyu yok, kaçsa görünecek.
Vay anasına yok!
Abdulkadir Geylanî Gavsiyyet kuvvetiyle bütün dünyayı dönmüş,
ve aramış dünyayı.
Yok. Yok. Bir daha, bir saat aramış dünyayı yok!
Hz. Rufaî Hazretleri de yıldızlarda mutasarrıftı.
“Kardeşim demiş sen bir yıldızlara bak!” demiş.
Bunlar deli sözleri gibi oğlum.
Başkası dinlese bizi: “Bunlar deli lakırtılarını anlatıyor!” der.
Asıl delilik bunları anlamamakta bütün!
Hazreti Rufaî bütün yıldızları dolaşmış. Yok. Yok Çocuk Yok!
İkisi birden üç saat. Yok çocuk!
Nihâyet gelmiş oturmuşlar.
“Ulaaaa iş başka!”
Abdulkadir Geylanî demiş ki: “Oğlum seni bulamadık çık bakalım nerdesin!”
Çocuk duvarın arkasından çıkmış gelmiş.
Demiş: “Nerdeydin oğlum?”
“Ben Ravzadaydım.” demiş. “Ravza-yı Mutaharada!”
Taaa Bağdat’tan bir salâvat-ı çeker çekmez salâvat-ı şerifeyi Ravza “şuuuuuup!” çocuğu emiyor.
Çünkü Ravza’ya İzn-i İlahî olmadan ne bir melek-i mukarrib, hiçbir şey yanaşamaz.
“Sakın terki edepten guyu mahbubu hüdadır bu.
Nazargâhi ilahîdir Makam-ı Mustafa’dır bu…..”
Nazarı akdes-i ilahiye her gün Rasûlullah’ın ravzasına inmektedir.
Kimse giremez oraya, hangi Abdulkadir, hangi Rufaî hazretleri.
Oraya edeben giremezler.
O halde bir salâvatı çeker çekmez “huuuuup!” çektiği gibi alıyor.
O çocuk anasından mı öğrendi.
Hepimiz İslamız: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed!”
Çek dur mırıldanacağına!
Çek dur mırıldanacağına, gece horul horul hayvan gibi uyuyacağına kalk bir abdest al!
Aç pencereni bak ne temiz hava, yıldızlar pırıl pırıl, yakında ay çıkacak. Daldın! Kıl iki rekat namaz!
“Allahümme salla alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed!” gidiyor oraya.
Medine’de ruh-u mübareki Rasûlullah: “Yahu benim ümmetimden birisi gece yarısı kalkmış yahu. Herkes uyurken nedir bu!”
Mübarek ruhaniyeti gülmeye başlar.
Sen devam et. Devam et. Devam et!
Bir gün seni de çekerler oraya! Hüsnü ağanın şeyini biliyorsun değil mi anlatmıştım.
Böyle Hüsnü ağalar çok var.
İçinizde de vardır.
Müslüman cevâhir gibidir hiç belli olmaz.
Hırpani görünür. Bakarsın içinde deryalar gizlidir. Hiç belli olmaz.
Salâvat-ı şerife getirdiğin gibi Kur’ânda o demin söylediğim “İnna fetahna leke fetham mübina” sûresinin sonundadır.
Muhammedül Rasûlullah diye başlayan bir âyet, son âyet.

“Muhammedür rasulüllah…”
Tercüme edelim şimdi Muhammedür Rasûlullah.
Muhammed sav, Allah’ın peygamberidir. Kur’ân-ı kerim âyetidir bu.
“Onunla beraber bulunanlar kafirlere karşı metin, birbirine karşı merhametlidir!” diyor Allahu Zülcelal.
O insanların secdeye kapandıklarını görürsünüz diyor âyet-i kerimede. Çehreleri, yüzlerindeki secde izinden bellidir:
“ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud” âyet-i kerimede.
O, Rasûlullah’ın ümmetini methediyor, Allah orda Rasûlulah’ın ümmetini! Bu âyet, nihâyet beş tane satırdır.
Ömründe bir defa oku! Al oku, oku! Oku bu âyeti!
Hem gece yarısı bağırarak oku, mahalle: “Deli!..” desin sana!
Onu okuduktan sonra bir hafız efendi bul! Amma efendi hafız bul!
Hafızlarda seksen türlüdür.
Hakiki hafız olan yalan söylemeyen, haram yemeyen.
“Hafız haram yer mi doktor hoca?”
Her kes yiyor da hafız yemez mi ne diyorsun sen.
Yemeyenin dimağı çürümez azizim mezarda.
Onun içine Allah’ın kelamını sokmuş dünyada.
Kafatasının içinde, onun beynine kurtlar, çiyanlar hürmeten konmazlar. Hafızasında Kur’ân âyetlerini hakiki hıfzetmiş de onu hiç zedelememiş insana hiç sual de yoktur.
Ama nerdedir?
Benden daha iyi biliyorsunuz.
Yukarıda Hacı Kadir Efendi var idi bilirsiniz, buralı olanlar.
Hacı Kadir Efendi Hamamı da vardır burda.
Evvelki sene onun hanımı hastalanmış, beni çağırdılar, gittim.
Oraya hizmet eden bir kadıncağız da var.
Hanımcağız, kadıncağız: “Doktor bey bir şey soracağım!” size dedi.
“Buyur!” dedim. “Teyze sor!” dedim.
“Benim dedi geçen sene kocam öldü. Bu Hacı Kadir efendilerin yanında çalışıyorum. Ayda elli lira veriyorlar bana dedi. İşte burayı silip süpürüyorum, burada!” dedi.
“Felan caminin hafızı ve imamına söyledim ki benim kocam öldü, ben cahilim, bir şey okuyuver!” demiş.
“Hatim getir!” demiş. “Ramazan boyunca!” .
“Peki teyze getireyim!” demiş.
“Getirdi Doktor bey, getirdi!” diyor.
“Ben Bayramdan sonra gittim, getirdi!” diyor.
“Ben diyor. Her ay diyor yirmi beş lira yığdım!” diyor.
“Buna diyor tam yüz yetmiş beş lira para gönderdim. Hafız Efendi şunu da al, zahmet ettin, helal olsun!”
“Yooo! demiş ben bunu almam!” demiş.
“Tam üç yüz kağıt vereceksin, okuduğum Kur’ân-ı geri aldım!” demiş.
Aha burada, yalan söylemiyorum efendiler!
“Ne olacak?” dedi.
Hacı Kadir efendinin hanımı dedi ki: “Zeynep Nine dedi bana niye söylemedin?” dedi.
“Yüz yetmiş beş mi götürdün, al dedi üzerini yüz yirmi beş lira daha götür ver!” dedi.
Zeynep Nine götürdü verdi, biz bekliyoruz orda.
Bekledim akşama kadar: “Verdin mi?”
“Verdim!”
“Hangi Hafız?”
“Felan Hafız!”
Bir gece yakaladım ben onu sokakta.
“Oğlum dedim sen utanmıyor musun?”
“Yav ne neye utanayım, ne utanması!”
İnkar etti. Bu da hafız!
Bunlar cennete gidecek!
Yok efendim hangi cennet, hangi cennet!
Hangi cennetten bahsediyorsun?

Onun için aziz cemaat Kur’ân-ı Kerimde hakiki bir hafız efendi bulun.
Bizim hafız bilir, İmam efendi bilir.
Kur’ân-ı Kerimde on dört yerde “Elhamdulillahi Rabbilâlemin!” le başlayan süre var. On dört yerde.
Bu on dört yerdeki Elhamdulillahi Rabbilin yedisi dünya hakkıdır.
Dünyada bulunduğumuz zaman hamd edeceğiz.
Yedi tanesi de ahret içindir.
Yani şudur: Yedi tanesi cesedin için, yedi tanesi ruhun içindir.

Bunlar:

“Elhamdulillahi rabbül âlemin. Errahmanirrahim.”

“Elhamdü lillahillezi halakes semavatı vel erda”
Bütün semavat ve yerin Allahına hamd olsun!

“Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi…”

“El hamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe..” başlayan var âyeti kerime.

“Fe kutia dabirul kavmillezine zalemu …” diye başlayan bir âyeti kerime.

“Fe lillahil hamdü rabbis semavati ve rabbil erdi rabbil alemin”

Bunlar cesedimiz için yaptığımız hamdlerdir.
Bunları ömründe bir defa oku.
Elhamı okuyoruz.
Âhiret ehli için yani ruhaniyetimizi
“Elhamdulillahi Rabbil âlemin. Errahmanirrahim.
Malikiyevmiddin. İyyakenâbudu ve iyyakenestaine” kadar.
Tekrar “Elhamdulillahi Rabbil âlemin.”

“Fe kutia dabirul kavmillezine zalemu …” diye başlayan bir âyeti kerime var.
“… hamdü lillahillezi neccana …” var.

Elhamdulillahi ellezi edaya var.
Elhamdulillahi ziye seba var.
Ve âhiri davaihum innallahu..
Elhamdulillahi rabbil âlemin.
Bunlar var!

Bu âyetleri ömrünüzde bir defa okuyun, okuyun onları.
Birer tek âyet.
Haa; yüzünden oku, birini cesedinin üzerine üfle, birini de yut, Ruhuna oku!
“Bunlarda ne faide vardır?”
Vardır işte demin ki Abdulkadir Geylanî ile konuşan herif böyle hazırlamış kendini, küçücük çocuk!
Bu hassaların hepisi hepimizde var.
Ama biz kullanmasını bilmiyoruz.
Onun için bunları başkasına anlatırsan: “Efendim menkıbe bunlar!”
Kabul eder şiyi de.
E be oğlum böyle şeyler fevkatte tabi işler olur.
“Hintliler de yapıyor bu işi!” der bazısı. Okumuş.
Bazısı “masal!” der. Bazısı “zırıltı!” der geçer.

Fakat aziz cemaat bu memlekette dilden dile, gönülden gönüle, kalbden kalbe dolaşıp gelen akılları şaşırtan, ruha hoşluk veren bir çok vaka’lar vardır. Menkıbe bunlar.
Bu menkıbe vadisinde dolaşmak çok güçtür, her babayiğidin kârı değildir.
“Herif su üstünde yürümüştür. Yaaa nasıl yürümüştür?”
Güçtür yaa onu anlamak güçtür oğlum!
Yürür yaa. Zaman kendi yürüyor da ona şaşmıyorsun.
Senin sen Allah sana muhatap.
Kur’ân-ı Peygamberi senin için göndermiş.
Senin su üstünde yürümene niye şaşacak.
Bu yolda neler olmuş oğlum neler!
Mansur kellesini vermiş!
Nesimi derisini yüzdürmüş!
Bu; renklerin, kokuların, güneşlerin, yıldızların der top olduğu bir âlemdir. Toplandığı bir âlemdir.
Deminde dediğim gibi yularını nefsine kaptıranlar bundan bir şey anlayamazlar.

Her insan tefekkür ediyor.
Büyükler hepisi toprakta.
Onun için bir mevsuf hadis vardır.
“İzaaa tahiyyatül bir umur mesteinu min ehlel kubur.”
Çok başının sıkıldığı zaman, bunaltıda kaldığın zaman kabirlerden yardım isteyiniz. Hadis-i Rasûlullah.
Mevsuf hadis: Yani Resûlun böyle bir hadisi var da ona benzeyen başka kelimelerle ifadesi mevsuf hadis.
Çok bunaldığınız zaman kabirlerden istiane ediniz, yardım isteyiniz.
Gidip de türbeye mum adamak, yahut efendim iplik bağlamak değil bu.
Bu şu demek efendim. Bu şu demek: “Dedelerimiz, babalarımız şimdi kabirlerde yatanlar öyle müşkil hal olduğu zaman ne yaptılar onları yapınız!” demektir.
Dedemiz demiş ki: “Ak akçe kara gün içindir!” demiş.
Yani helal kazanılmış, alın teriyle kazanılmış parayı bir yere korsan onun bereketi artar, kara günde sana yardımcı olur.
İşte tasarrufu koymuşlar ortaya.
Damla damla su olur, göl olur.
Her gün beş kuruş koy bir yere, paran varsa bir lira koy, otuz lira ayda eder. Senede üçyüz atmış lira eder.
On lira koy. Al efendim aylığını alıver. Ayda efendim haftada yüz lira alıyorum.
Hemen şunu al bunu al, bir yere unut, bir yere koy, helalca koy, helal şey kalmaz o.
Onun için: “Dedelerimiz babalarımız bu müşkil vaziyette ne yapmıştı onu yapın!” demektir.

Nasrettin Hoca merhum bir gün ölmüş güya.
O bunları, bu hikayeleri halka anlatabilmek için böyle latife şekline sokmuştur.
Cenazesini almışlar tabutnan götürüyorlar Hocayı.
Bir yola gelmişler çamurlu iki yol.
Biri cemaat demiş ki: “Buradan gidelim!”
“Yok ordan gitmeyelim!” demiş. “Şurda bataklığa saparız buradan gidelim!”
Ötekisi: “Yok buradan yok şurdan!” münakaşa başlamışlar.
Hoca açmış şeyi, tabutun kapağını: “Münakaşe etmeyin oğlum demiş. Ben sağken buradan giderdim, ordan batağa batarız!” demiş.
Onun için dedelerimizin büyüklerimizin eskiden yaptığı işlere uymak mecburiyetindeyiz.
Harama “haram!” demiş bitti.
Zina “sil!” demiş.
“Yetim hakkı yeme!” demiş. Tamam.
“Hükümetin kanunlarına boyun eğ!” “âmennâ!”
“Komşuna yardım et!” “Evet!”
“Hırsızlık etme!” “Evet!”
Bunları sormağa lüzum yok.

Çok müşkül vaziyette kaldın, boynunu kimseye kırma oğlum!
Başkasından bir şey almak hediye bile olsun imanın şahsiyyesini zedeler. “Nasıl zedeler efendim?”
Yahu Allah yetmiyor mu sana, bilmiyor mu seni?
Hele bazıları unutur Cenâb-ı Allahı başkasının kulu…
“Evet bu benim velinimetim!”
Aha ne oldu benim velinimetim.
Hee işte rızık ondan bana geliyor.
Hele nerden geliyor. Hangi çeşmeden?
Karapınar çeşmesinden.
“Peki çeşmenin menbağından suyu kessek Karapınar çeşmesi ne olur?”
Kupkuru bir çeşme olur, kurbağa yatağı olur.
Allah’tan her şey Allah’tan.
Hatta öyle makamlar vardır ki aziz cemaat.
Hepimizi Allah o makama irsal eyleye. Âmin.
Adam elini kaldırır:
Evinde çocukları açtır.
Belki pantolonunun altında donu yoktur, üşüyorlar çocuklar.
Komşusu da var, ondan istese yardım edecek herif.
Elini kaldırır, düşünün!
“Yâ Rabbi, sen bir kapı aç!” demeye utanır, utanır demeye.
Şöyle düşünür o: “Yav benim hâlimi Allah bilmiyor mu? Ben O’na nasıl utanır da hatırlatırım. Demek Allah beni unuttu!” gibi bir his gelir.
Elini kaldırır: “Elhamdolillahi Rabbilâlemin!” söyleyemez derdini.
“Cenâb-ı Allah çünkü o bilmiyor mu da ben ona hatırlatıyorum!”
Bu bir makam. Ama biz aç gözlüyüz.
“Yâ Rabbi şunu ver! Yâ Rabbi bunu ver!” biz mırıldanıp dururuz.
Kabul eder, etmez başka.
Öyle makamlar vardır ki Allah’a teslim olmuştur.
Yani her şeyin hiç, Allah’tan geldiğine katiyette inanmıştır.
İhlas bu demektir.
Abdestli gezin diyorum size.
Abdestli gezmek vücudun daima:
“Yâ Rabbi benim vücudum her an Senin yed-i kudretindedir. Belki bir saniye sonra ölürüm. Huzuruna edebsizlik olmasın abdestli gelirim!” demektir. Bir nevi ikrardır bu!

Abdulkadir Geylanî Hazretleri yirmi beş sene riyazat yapmış, bir hücreye kapanmış.
Hücreden çıkacağına kırk gün kalmış.
Demiş ki: “ Ben Yâ Rabbi!” demiş “içime konuşamıyorum!” demiş.
“Bana lakırtı vermezsen” demiş “yemeyeceğim, içmeyeceğim” demiş.
Kırk gün yiyip içmemiş.
Sonra Rasûl-i Sallallahu Aleyhi Vessellemin ruhaniyeti gelmiş:
“Aç ağzını Abdulkadir oğlum!” demiş.
Mübarek dudaklarına böyle kendisi sürmüş, Abdulkadir’in dudaklarına sürmüş: “Git!” demiş. “Konuş artık!”.
Gelmiş Bağdat’ta Abul Kasım Camisinde çıkmış kürsiye, emir Rasûlullah’tan.
Bir şey gelmiyor ki oğlum, câmi dolu. Yok!
O sıra da Hz. Ali Keremullahiveche’nin ruhaniyeti gelmiş:
“Yâ Abdulkadir!” o böyle sıvazlamış böyle.
Abdulkadir Geylanî Şevval ayının on ikisinde bir Salı günü başlıyor konuşmaya.
Tam kırk sene konuşmuştur efendim.
Her Allah’ın günü muayyen vakitte.
Fettü’r- Rabbani diye öyle o zaman bunları cilt cilt şey etmiştir.
Atmış ciltir Fettü’r- Rabbani.
Bir vaazında söylediği bir kelimeyi bir daha tekrar etmemiştir Abdulkadir Geylanî.
Bütün kâinâta dağılıyor.
Herkes geliyor onun huzuruna, dinlemeye onu.
Şam’dan da âlimler geliyor.
Diyorlar: “Böyle bir zatı muhterem var buna sual soralım” diye.
Geliyorlar şeye, Bağdat’a huzuruna girdikleri zaman o sekiz tane âlim unutuyorlar soracağı sualleri.
Oturuyorlar: “Hoş geldiniz!” felan.
Abdulkadir Geylanî diyor ki.
Ona aklında olan sualin cevabini söylüyor.
Ona, ona ona hepsine söylüyor.
Almışo, telsizi var oğlum!
Onlarda ondan sonra “Pes!” diyorlar.
Ve Abdulkadir Geylanî çıkıyor kürsüye.
“Allah’ın emri olmadan” diyor.
O mübareğin sözüdür bu.
“Allah’ın emri olmadan bir toz bile yerinden kımıldamaz!”
Ordaki âlimler böyle: “İrade-yi cüziye ne oluyor?” gibi akıllarından geçiriyor.
Bağdat’a giden varısa Ebul Kasım Câmisi vardır orada.
On bin kişi alır…



KELİMELER:

Mülayim:
Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu
Celalli: Çok çabuk kızan kimse.
Mutasarrıf:Tasarruf hakkı ve salâhiyyeti olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idâre eden. Bir malın sahibi. * Eskiden, vilâyetten küçük olan Sancağın en büyük idâre âmiri.
Ravza-yı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
İstiane: Duâ. Yardım istemek. İane istemek.
İrsal: (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. * Havale kılma. * Salıvermek. Kendi haline koymak. * Sürü sahibi olmak. * Elçi gönderme.
Müşkil: (Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik. * Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san'atla ifade edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass'ın mukabilidir.
Amennâ: İnandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek yok (meâlindedir.)
Menba’: Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.



ÂYETLER:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Resim---" İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima: Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)


مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Resim---"Muhammedür rasulüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer'in ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukihi yu'cibüz zürraa li yeğiyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran aziyma: Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/29)


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---"Bismillâhirrahmanirrahim: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.
“El hamdü lillahi rabbil alemin: Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (Fatiha 1/1-2)


الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِم يَعْدِلُونَ

Resim---"Elehümdü lillahillezi halekas semavati vel erda ve cealez zulümati ven nur sümmellezine keferu bi rabbihim ya'dilun: Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâla putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar.” (En’âm 6/1)


الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ

Resim---"Elhamdü lillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil erdi ve lehüm hamdü fil âhirah ve hüvel hakimül habir: Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.” (Sebe’ 34/1)


الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Resim---"Elhamdü lillahi fatiris semavati vel erdi cailil melaiketi rusülen üli ecnihatim mesna ve sülase ve ruba' yezidü fil halki ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadir: Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.” (Fatır 35/1)


الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجَا

Resim---"El hamdü lillahillezi enzele ala abdihil kitabe ve lem yec'al lehu iveca: Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.” (Kehf 18/1)


فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---" Fe lillahil hamdü rabbis semavati ve rabbil erdi rabbil alemin: Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.” (Câsiye 45/36)


الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء

Resim---"Elhamdü lillahillezi vehebe li alel kiberi ismaiyle ve ishak inne rabbi le semiud düa': «İhtiyar hâlimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.»” (İbrahim 14/39)
Fe lillahi hamdu Rabbi semavati ve Rabbil arzı Rabbul âlemin.


فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---"Fe kutia dabirul kavmillezine zalemu vel hamdü lillahi rabbil alemin: Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (En’âm 6/45)


ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً عَبْدًا مَّمْلُوكًا لاَّ يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا هَلْ يَسْتَوُونَ الْحَمْدُ لِلّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ

Resim---"Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey'iv ve mer razaknahü minna zirkan hasenen fe hüve yünfiku minhü sirrav ve cehra hel yestevun elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya'lemun: Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.” (Nahl 16/182)


وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَى كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ

Resim---"Ve le kad ateyna davede ve süleymane ilma ve kalel hamdü lillahillezi faddalena ala kesirim min ibadihil mü'minin: Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun, dediler.” (Neml 27/15)


وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---"Vel hamdü lillahi rabbil alemin: Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun!” (Sâffât 37/182)


ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلًا فِيهِ شُرَكَاء مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِّرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Resim---"Darabellahü meseler racülen fihi şürakaü müteşakisune ve racülen selemel li racül hel yesteviyani mesela elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya'lemun: Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer 39/29)


وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---“Ve teral melaikete haffine min havlil arşi yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve kudiye beynehüm bil hakki ve kiylel hamdü lillahi rabbil alemin: Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve «alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir.” (Zümer 39/75)


وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا

Resim---“Ve kulil hamdü lillahillezi lem yettehiz veledev ve lem yekül lehu şerikün fil mülki ve lem yekül lehu veliyyüm minez zülli ve kebbirhü tekbira: «Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun» de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!” (İsrâ 17/111)


هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Resim---"Hüvel hayyü la ilahe illa hüve fed'uhü muhlisiyne lehüd din elhamdü lillahi rabbil alemin: O daima diridir; O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O'na dua edin. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.” (Mü’min 40/65)


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Zilzurna Sarhoşlar
Tarih: 21.04.2009 Saat: 13:11 Gönderen: kulihvani

Resim

Zilzurna Sarhoşlar

Kul İhvanî

Sünnetullahda; ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in bizim için ortaya koyduğu hayatî tavır ve tarzında her varlık ÖZünün EMRindedir.
Bu fakîr kardeşiniz, hayattaki “ Kün feyekün” Küplerinin pek çoğuna daldırılıp çıkarıldı.
Sarhoşluğu ve İçkiyi bilirim..
Tasavvufta; iyi niyyet, ciddîyyet, samimîyet ve dürüstlük esastır. Onun için beni bilenler bilir ki yıllarca ÇÖLde çile çektim...
Çile çekmek, halay çekmek değil ki can bu!...
Kader Kaderullah... BİLdiğin, BULduğun, OLduğun varsa, YAŞAtılır bir gün gelir de denenirsin elbet!..
Ben hâlâ sokaklarda gördüğüm zom sarhoş insanlarla ilgilenir ve yardım ederim hep...
Onlar başkalarına açıkça: “BEN buyum işte!” demeden derler…
Onlara kimse kanmaz ve de kimse inanmaz..
Onlar ki biçâre, zavallı ve perişândırlar…

Fakriyetin, Acziyetin, Zillet ve İlletin tümünü fiilen yaşadıklarını, aslında kulluğun esası olan MAHVİYET içinde olduklarını, ciddîye alıp hiç kimsenin onları dinlemediklerini, dönüp bakmadıklarını ve kimseyi kandıramadıklarını bilirim!
Kendim ise sarhoşların islâh ve iflâhları için dua ederim, hacı-hocalığımla, saçımla ve sakalımla HAKK (celle celâluhu)’nun halkını kandırıp çarpmayayım diye RABB’ime sığınırım!.

Ancak tevhid tekemmülünü bilenler bilir ki her çağla acıdır. Zamanla gelen çileler, her canı olgunlaştırır.
Ondandır ki ancak câhiller, portakal bahçesine girip yemyeşil portakal çağlasını dişleyip: “ Zehir zıkkımsın!...” diye taşlarlar. Oysa kâmiller bilir ki her çağla hamdır ve hizmete, zamana, çileye ve duaya muhtaçtır...
Taşa ve sopaya ise asla!...

Kemâlâtın (tekemmülün) formülü:
ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in Mutlak Hidâyeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Şerefli Şefâati,
Allah dostlarının Himâyetkâr Himmeti ve
O kulun; Fakîr, Âciz, Zelîl ve Âlîl oluşunu anlayıp göstereceği Kulluk Gayretidir.

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in Hidâyeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Şefâati,
Pîr’in Himmeti ve
Kulun Gayreti buluştu mu, buna KEMÂLÂT TEVHİDİ diyoruz...
RABB’imiz (celle celâluhu) BİZlere de nâsib buyursun...
Âmin...

Azîz kardeşim,
Bilmem dikkat edebildin mi?
Dörtlü sistem tevhid tahtasının silinmez yazısıdır.

Lâ-İlâhe-İllâ-ALLAH...
BEDEN Âleminde Lâ..
NEFS Âleminde İlâhe
KALB Âleminde İllâ
RUH Âleminde ALLAH!...

Bu nedenledir ki;
Muhammedi Melâmette İlahî İlim öğretimi ve Muhammedî Edeb Eğitiminde:


BEDEN Âleminin TERBİYEsi: DUYulan HAKK’a Hayrla Uymakta kullanılması.

NEFS Âleminin TEZKİYEsi: ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in HAKK ve HAYR EMRini işlemesi emredilmişken. Zıttında Şeytanın EMİRlerini işlemeye meyilli olan AKILlı Nefsin Bâtıl ve Şerrden temizlenmesi.

KALB Âleminin TASFİYEsi: İlâhî İlhamı alama Kulağımız olan Kalbin, 4 bardakta da billur gibi görünene SUyun, tadıldığında Acı,Tatlı, Tuzlu, Ekşi olduğunu Anlayıp rafine edilmesi, damıtılması arındırılması..

RUH Âleminin TECLİYEsi: Emr Âleminden OLan RUH ASLında içine dışarıdan CAM gibi bir şey emmezken dışarıdan bizim bulaştırdığımız İS-Pis lekelerinin cilâlanması..
Tüm bunların olabilmesi için İnsan AKLının kendini BİLmesi, NAKLi BULması, TESLİM OLup BİZ-BİRiz Olması ve İSTİKAMET üzere ŞEHÂDETini yaşaması MURADULLAHın EMRULLAHıdır..


İmtihan Salonu olan HAYYatta, Başrol Oyuncusu NEFS kendini BİLince, HAKK Dostlarını BULunca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile OLunca Şah Damarından da YAKÎN OL-AN Rabbülâlemin celle celâlihu ile YAŞAyacaktır…

Bizim sözlerimiz asla DAVA değildir, DÂVET de değildir, dostun dosta DUAsıdır.
Yararını alırsın, yaramazını iyi niyetimize bağışlarsın.
Daha güzelini ise İnşâallah sen bize ikrâm edersin!..
Sen, ben, o, biz, BİZ Muhammedîyiz...
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz...
BİZ-BİR-İZ…
Onun için davamız yok, dava Hakk (celle celâluhu)’nun... Tasavvufun anayasasındandır ki: “ Kan et, dava etme!...”

Sarhoşlar diyorduk...
İçtiğinin emrine girenler...
Bir ufak içtiyse bir ufak gibi yürüyen, gülen ve işler işleyenler, öyle sallanıp, öyle ahkam kesenler ve dediğim dedik diyenler ki bir büyük rakı içtiyse seyret gümbürtüyü...
İçtiği bir büyük, nasıl evini yaktırıp kahkaha attırıyor ve cümle cihâna seyre çıkarıp baktırıyor!...
Herşeyini esir alıp tüm ölçülere sığmayan işler işletiyor!...

Sadece insanoğlu mu?
Bir kediye, bir kanaryaya, bir file içirin, her şey cüssesi kadar...
Bir damla, bir kaşık, bir fıçı...
Sonuç hep aynı: Hepsi sarhoş oluyorlar...
Olması gerekeni değil de içtiğinin işini işliyorlar!...

Kalbi, Muhammedî Muhabbet Mâbedi olan Kudsî Âşıklar bilir ki bunların da üzerimizdeki hakları, ayıkmalarına Hasbî Hizmettir... Yiğitlik; taşlayıp, haşlamak değil de hasbî hizmete başlamaktır... Gerisi ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e kalır...

Hayatın hırçın sokaklarındaki gaflet sarhoşları!
Umut ufkunun zavallı ve câhil uyurgezerleri!
Dalalete düşen düşkünler!
Ve ÖZlerinde uyuyan, İhânet Karanlığında ışığa hasret kalan kardeşlerim!...
Muhammedî İnanç, Amel, Ahlâk ve Hâllerden ayrı düşmüş ÇÖPlük Garipleri!..
ÇÖLün ÇİLE Çarşısı sizi-BİZi beklemekte!..
Ey Muhabbet Fedâileri!..
Sizler için: Rahmeti gazabını geçen RABB’ımızdan hidâyet diliyorum!...
Rahmetenli’l-âlemin olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şefâat diliyorum.
Muhammedî merhametin ve muhabbetin mümessili ve vârisi olan Âşıkların, hak ve hayr üzere himmetlerini diliyorum!..

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL kullarına karşı gayretkeştir...
Ben de Muhammedî gayretkeşim.
Sizler için gayret diliyorum!..
Âcizâne, arza çabaladığım bu üç sınıf ki zifiri, karanlık ve loş insanlar...
Işığa hasret potansiyel Muhammedîler... Rıza rahmetine hasret yaşayanlar!

Azîz Kardeşim,
Kalb gözümüz çalışmazsa kelle gözümüz bizi şaşırtır, hatta düşürür bile!...
Sahih-i Buhârî’de de gördüğüm bir hadis-i şerîften anladığımı aktarayım...

Adı Abdullah olan bir sahabi hep şarab içiyor...
Ne var ki bu zâtı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çok seviyor ve meclisine gelince hürmet edip muhabbet gösteriyor... Bu zât Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i dişleri görülürcesine güldürebilen çok nüktedân zeki birisidir.
Bir gün sırtında bir yağ tulumu ve elinde sımsıcak ekmeklerle geliyor: “Yâ Resûlullah sana ve ashabına yağ getirdim!...” diyor. Afiyetle yeniyor...
Başka bir gün sırtında bir tulum bal ve sıcak ekmeklerle geliyor... Afiyetle yeniliyor...
Birkaç gün sonra ise yanında iki kişi, süklüm püklüm bir hâlde Meclis-i Muhammed’e girip:
“Yâ Resûlullah bu adam yağının; şu ise balının, parasını istiyor...” deyince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) öyle içten gülüyor ki mübârek dişleri gözüküyor...
Ve derhâl; o kimselerin parasını kendi parasından ödetiyor.
İşte bu Abdullah, sık sık içki içiyor diye Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şikâyet ediliyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de: “Şer’î uygulayın!...” buyuruyor ve dayak atılıyor...
Ömer (radiyallahu anhu): “ Allah (celle celâluhu) Abdullah’a lânet...” derken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in alnındaki meşhur damar kabarıyor, doğruluyor ve:
“Sus öyle söyleme, vallahi ben Abdullah’ın kalbinde Allah ve Resûlullah sevgisinden başka bir şey bulamıyorum!...”
buyuruyor...
İlk Muhammedî Melâmî bu Abdullah (Radiallahu anhu)’dur.
Zâhirî, bâtınını öylesine gizlemiş; kabı, kalbini öyle kamufle etmiş ki Ömer’ül Faruk (Radiallahu anhu) gibi bir zât bile girip çözememiştir...

Bir başkası ise,
İmâm-ı Azam Ebu Hanife (radiyallahu anhu) Efendimiz; Ulu İmâm, ömrünün son yıllarında geceleri evinde, eser bırakmaya çalışıyor; durmadan yazıyor ve ümmet-i Muhammed’e hasbî hizmete çabalıyor...
Ancak bir kimse var ki her akşam hava karardı mı, meyhâneye gidiyor, küpünü şarapla doldurup imâmın penceresinin önüne dikilip başlıyor küfretmeye: “Ey imâm, sana şöyle ederim, böyle ederim!” deyip ağzına geleni söylüyor...
Günler geçiyor, aylar geçiyor çıkıp da bu kimseye tek kelime söylemiyor ve söyletmiyor...
Ne var ki bir gün İmâmın etrafındakiler erken davranıp inzibatlara karakola çektiriyorlar...
Akşam oluyor zaman geçiyor ama kimse yok.
İmâm bekleyip, gelmeyince dışarı çıkıyor ve çocuklara: “Çocuklar benim bülbül gelmedi nerde kaldı ?...” diye sorunca çocuklar: “Dede, ona karakolda falaka dayağı atıyorlar” deyince yalın ayak, baş kabak koşuyor karakola...
Varsa ki dayak deminde ve canhıraş bağırıyor ama çâresiz... İmâm-ı Azam: “Neden dövüyorsunuz, ben şikâyet ettim mi, size ne? Bırakın adamımı!...” deyince bırakıyorlar.
Tabiki İmâm-ı Azam bu, fetvâ sahibi. İtiraz edilemezdi.
İmâm çıkıyor, adam da çıkıyor karakoldan...
Çıkıyor çıkmasına da, hemen meyhâneye koşuyor yarım kalan küpünü şarapla doldurup her zamanki yerine, İmâm-ı Azam’ın penceresinin önüne; dikilip, verip veriştiriyor içeriye makas görmemiş küfürlerle...
Yaşlı ve yorgun imâmımız yavaş yavaş geliyor arkadan baksa ki hâl bu hâl; ellerini bağlayıp kıyamda beklemeye başlıyor...
Biraz sonra adamcağız dönüp de bu hâlini görünce:
“Sen ne biçim insansın, ben sana neler söylüyorum; sen ise, gelip beni kurtarıyorsun ve şimdi ise kıyam duruyorsun!” deyince İmâm-ı Azam:
“ Sen benim Efendimsin, velîyy-i nimetimsin, ben sana bakar da seni böyle, beni böyle kılan RABB’ime şükrederim...
Seni İbret Sahnesinde, beni ise Hikmet Sahnesinde oynatana hamd ederim!...Ben sana bakar da saçlarımı tararım!...” der.
İşte o zaman bizim sarhoşun içindeki şarab, gözlerinden boşanmaya başlar.
Ayaklarına kapanıp af diler...
İmâmımız ise: “Kalk oğlum kalk UYANdığına şükredelim affın kapısı ALLAH (celle celâluhu)’nundur!...” demiştir...
diyorum...

Muhammedî Muhabbetle Hasbî Hizmetçi Olmamıza dua ediyorum DUA diliyorum!..

İşte SARHOŞluk ve AYIKlık!...


Kul ihvâni sözün kes
Can dediğin bir nefes
Bir nefeslik nâsibin
Gün gelir bulur herkes!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

EDEB
Tarih: 27.04.2009 Saat: 14:23 Gönderen: kulihvani

Resim

EDEB

ahsen

İLMULLAH’tan olan Zâhirî İLMin, bir bakıma Bâtını,
EDEB-i Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Edebsiz ilim İblis’in bildiğidir ki başını derde sokmuştur.

Edeb; Hak olan ilmin hayr üzere kullanış davranışı ve tarzının kurallarıdır.
İyi tutum, güzel davranış, incelik, kibârlık, hayrânlık ve takdirdir.

Edeb, sünneti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir.
Edeb, ERENlerin Er-DEM Elidir…
Edeb, İNSAN Olmanın Temelidir…

“ALLAH sana kitâbı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini bildirmiştir.” (Nisâ 4/113)

Bu âyeti celîlede geçen “indirilen hikmetin, indirilen kitâbın (ilmin)” izâhını hayatta tatbiki olan edeb olarak anlayabiliriz. Zâten edeb de hikmettir.
ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in öğretip, eğittiği EDİBİ, Habibi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Edeb tüm alçaklıklardan koruyan ilmin can simididir.
Nefsin eğitim ve öğretiminde ilimle birlikte edeb de şarttır.
İffet, hilm, vakâr, sabr, hakka ve hayra saygı, hakka ve halka hürmet, merhamet gibi erdemlerin tümü edebdendir.
“Âdâb-ı muâşeret” dediğimiz insanî, medenî ve ahlâkî davranış tarzlarımız; nefsimiz, ailemiz, toplum ve dünya insanlarını kapsayan genişliktedir.
Edeb; kişinin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile buluşmasının ince ayarıdır.
Kişi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in edebi ile kendini bilir, ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in ilmiyle RABB’ini bilir.
Edebsiz; ilim, ibâdet, itâat olamaz!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tebliğ terbiyesi edeb ile olmuştur.
İlâhî edebî vahyen alan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Edib-i Ekber olarak Muhammedî edebî, âşıkların dört âlemini yutan hava gibidir.

El Evvelü’l-Âhirü’l-Zâhirü’l-Bâtın (celle celâluhu)’nun huzurunda hazır olmanın ilk şartı Muhammedî edebdir...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) iftitah tekbirinden hemen önce:
“ALLAHÛEKBER! Zü’l-melekûtü ve’l-ceberûtü ve’l-kibriyâ-ü ve’l-azametü!” buyurması...
Muhammedî Edebin erkânıdır...

Günümüzde ise edeb, kulun kula edebine dönüştü...
Her hususta olduğu gibi edebde de ifrat ve tefritten uzakta ve i’tidâl üzere Muhammedî edebi, ilim, irâde, idrak ve iştirak tekemmülünde bilmek, anlamak, karar kılmak ve yaşamak şiârımız olmalıdır.
Edeb vusûlün usûlû, hedefin yoludur.
Edeb Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vasfı ve tezyînidir. Biz Muhammedîlerin ise baş tâcıdır.

Edeb de; zikr-ü dâim, fikr-i dâim, şükr-ü dâim ve sabr-ı dâim olmak gibi, edeb-i dâim olmakladır.
Edib kişi erdemlidir.

Bu fakîr, nice insanlar gördü ki şeyhinin yanında şeker gibi konuşuyor, dışarıda biber gibi acı ve canavar gibi hâin, hırslı ve acımasız...
Câmiye girerken süt dökmüş kedi gibi, çıkarken yedi başlı ejderha...
Câhillik, acımasız bir illettir ki çöktüğü başı çökertir...
İyilerini, güzellerini, mübâreklerini de gördüm.
Bolu’daki kardeşim Cemâl Candan, köpeklere dahi mübârek hayvan diyordu...
Çok görmeyin sakın bu sözünü...

Bu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in edebidir.
Sahih hadisle bildirilmiştir ki:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir sefere giderken çalıların arasından çıkan bir domuz, develeri ürkütünce:
“Hay mübârek develerimizi ürküttün!” buyurunca Sahabe:
“Yâ Resûlullah, bu hayvan murdar değil miydi?” deyince:
“Bir hayvan için güzel ahlâkımı (Hulûkü’l-Azîm) bozamam!” buyurmuştur...

Mesele hayvanda, şunda, bunda değil gören gözde ve özdedir. Edeb hikmettir diye bundan dolayı arzettim...
Yine bir seferde rüzgar çok iğrenç bir koku getiriyor...
Tüm Sahabenin burunlarını tıkadıklarını gören Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devesini ıktırıp ve inip, kokunun geldiği yere yürüyor, vardığında görülen bir köpek leşi... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) âsâsının ucuyla dişlerine dokunarak:
“Hay mübârek inci gibi dişlerin varmış!” buyuruyor.

İşte noksan aramama ve mükemmeli seyredebilme edebi... Muhammedî edeb...
İ’tidal, ortayol, sırât-ı müstakîm, Muhammedî edeb yoludur...

Hazreti Mevlânâ Efendimiz i’tidâli ne güzel târif buyurmuş:

Ne Rende gibi hep sana, hep sana de (tefrit)
Ne Keser gibi hep bana, hep bana de (ifrat)
Testere gibi bir sana, bir bana de... (i’tidâl)

Affınızı dilerim, sözlerim nefsime gerekir!..
Zirâ dışarda Haktan başka bir şey yok!..
İçimde ise neler yok, neler!..

Erdemli edeb tasavvufun toprağıdır...
Meselenin mâverâsı...

1965 lerde Hasandağda çobanlık yaparken Almanya’ya işçi giden bir akrabam yıllar sonra izinli gelince sordum:
“Almanlar, nasıl bir millet?” diye...
Cevâbı kısa ve netti:
“Almanlar çocuklarını değil de köpeklerini seviyorlar... Hepisinin birer palisi (köpek yavrusu) var, çocukları kreşlerde!”

Bunu şunun için arz ettim ki gençlerimizin ilk kaybettiği şey; dirilik gibi, diriden diriye geçen Muhammedî edeb olmuştur.
Edebsiz bir sel, bir çığ, bir zelzele ve tufan tümümüzü sürüklüyor...
Elbirliğiyle candan gönülden RABB’ımıza duâ edelim!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ e hâlimizi arz edip edeb dileyelim!..
İnşaallah!..


(Kul İhvanî Divanı)

Yüreğine selâmet canbabacığım;

Hiçbir Değer Yargısına saygı duymayan başıboş bir kalabalık hâline gelen toplulumuzda edebsiz akılların çılgın savaşı var!..

Ar damarı patlamış, para putu peşinde koşan insanlarımızın içlerindeki hırs ve eğoistlikleri kimin kim olduğunu unutturmuştur!..

Her Yürekte bir Edebsiz Cehennem ve her Yatakta bir kabir azabı bekleyip durmaktadır..

Baba, Ana, Çoluk-Çocuk toz-duman içindeyiz!..

Çocuklarımızın geleceği Edebsiz Beyaz Camlara kilitlenmiş durumda!..

Bütün bu noksanlık ve korkuya karşı BİZler el ele, gönül gönüle ve BİZ-BİR Olarak Muhammedinurla Muhammedî EDEBE ve Muhammedi UMUT MUTluluğuna koşalım!.

Hasbî Ve Habibî Hizmetçileri olalım gelecek KUŞAKlarımızın İnşaallah!..


Muhammedî Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Nisan Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

GÖZ ve GÖRMEK
Tarih: 29.04.2009 Saat: 22:36 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


GÖZ ve GÖRMEK

Azim Cemaat vaaza başlamadan evvel, Kur’ân-ın her yeri güzeldir.
Bazen insan boş bulunur.
Bir yeri insanı titretir, bir yeri yüzüne bir halâvet, bir sevinç verir.
İmam Efendi şimdi Mihrabiyye Duası okudu.
O âyet indiği zaman, o âyet-i kerime o kısmı indiği zaman orada zeheb kelimesiyte fıdda kelimesi var.
Zeheb Arapçada altın demektir.
Fıdda gümüş demektir.
Hz. Osman r.a. Zinnur, Zinnureyn biliyorsunuz.
Ağlayarak Resûl-i Ekremin huzuruna geliyor: “Yâ Rasûlullah bende mi cehennemlikteyim?” diyor.
Hz Osman’ın ön diş, kendi sakalları sarı idi hafif, gâyet yakışıklı.
Bu öndeki dişleri de altın kaplamaydı...



O zaman altın kaplama varıdı, teeee Süleyman döneminden.
Hazreti Süleyman devrinden..
Hatta içinizde kitap meraklısı varısa Şiratü’l- İslam diye iki ciltlik bir kitap varıdır. Hocalar bilir bunu.
Onun ikinci cildindedir derki: “Hz. Osman’ın dişleri, sakalının renginnen birbirine benzerdi parlardı.” Der.
Altın yaptırmıştı iki dişi çürümüşte mübareğin.
Diyor ki Kur’ân-ı Kerimde “Fıddaya ve altına tapanlar” diyor.
Febeşşirua. Tebşir edilmiştirler onlar. Min azabın elim.
Cehennemin en kuvvetli azabıyla tebşir edilmiştir onlar diyor.
Yani altına, fıddaya tapan adamlar demektir.
Bunu tercüme ederken Türkçeye bu gün, para peşinde koşan budalalar demektir. Aha âyet-i kerime.
“Benim dişlerim altın demiş. Acaba ben?”
“Yok demiş Yaa Osman, yok evladım!”
Para peşinde koşan, altın peşinde koşan!
Allah’ın her insan Cenâb-ı Allah bedenine ruhu koyduktan sonra ne kadar rızkı var kendi Hazine-yi Humayun’ununda ayırmıştır.
Efendim, Hasan Efendi; otuz tane deve, on beş koyun, seksen tane inek, üç yüz kilo süt, beş yüz kilo yağ, şu kadar reçel bunları yemedikten sonra ölmeyecektir.
Onun için Allah herkese nefes verdi mi rızkını vermekle mükelleftir.
El rızkı Alallah: Rızık dağıtıcı Allahtır.
Allah’ın kefâleti altındasınız.
Onun garantisi, Onun sigortası altındasınız, yaşayan adam.
Onun için rızık.
Ama efendim öteki börek yer, öteki tavuk yer.
Öteki piliç yer, öteki de zeytinnen ekmek yer.
Ama şimdi zeytinnen ekmek de pahalı.
Aç bırakmaz insanı.
Onun için efendim altın al yığ!. Bilmem ne yığ!. Küp derinlere...
Aha şu Muttalib var ya! Muttalib Köyü!
Türkiyedeki bütün altınları vagonlara doldursanız, otuz vagon etse, yirmi sekiz vagonu oradadır.
Gömülüdür hep orada! Muttalib Köyü!
Kim ne derse desin oğlum.
Kim ne derse desin altına tapanlar bir gün hâk-i yeksan olur.
Âyet-i kerime ile sabittir.
İçinizde gençler göreceksiniz biz ihtiyarlar çekip gideceğiz.
Muttalib köyünün altı üstüne gelecektir, bu altın gömülü olduğu için.
“Onun için efendim ben ölürsem çocuklarıma bi şiy!”
Sen nesin ki?
Öyle düşünen adam ölmez geberir.
Gebermeyle ölme arasında çok büyük fark vardır.
“Efendim apartuman yapayım. İşte çocuklarım var!”
Sen mi yarattın onları.
Ona bir ahlâk ver. Terbiye ver. Fazilet ver. Yalan söyleme. Midesine haram sokma. Bırak yetti. o kadar.
Allah onun rızkını her şeyini verir.
Onun için islamiyette birinin peşinden söylemek.
Bundan sonra hased etmek.
Mideye haram sokmak. İslam değildir efendiler.
Hased etmek, onun çokta benim az.
Allahın takdirine isyan, şirk. Gitti İslamiyet.
Onuna Hasan efendi felana şöyle söyledi.
Allah Settar-ı Uyubdur, kabahatları bile kapatır.
Onun ayıbını geldin buraya söyledin mi, orada onun yanında?
Buraya geldin, onun yanında yüzüne söyleyemedin, çünkü Allah ordaydı.
Buraya geldin Allah orda kaldı değil mi?
Her yerde hazır ve nazır değil mi?
Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu inkar ettin, ikinci küfür.
Midene haram soktun. Şah damarından daha yakin olan Makarr-ı İlahî olan kalbine haram Allah’ın sevmediği şeyleri soktun.
İşte şirk bu, küfür bu.
Onun için altına, bilmem fıddaya bilmem şuna.
Şimdi gümüş, altın yok ya, paraya tapmayalım, tapmayalım!
İşte o kadar onu daha deşersek hepimiz ağlayarak çıkarız buradan dışarı! Çünkü herkesin kendi hayatında, bu güne kadar geçmiş hayatında küçük de olsa bazı edepsizleri vardır oğlum.
Vardır, bi biçimsizlikleri vardır.
O biçimsizlikleri yok etmeğe savaşın, yok etmeğe.
Fırça var, Jet fabrikası var, benzin var, her şey var!
Şuraya bir leke olsa insanın, onu sabunlan yıkar, kurutur çıkarır.
Bu islamın elinde Cenâb-ı Peygamberin verdiği güzel bir fırçadır “Estağfirullah! Estağfirullah!”
Resûl-i Ekrem bile günde yetmiş defa “Estağfirullah!” çekermiş.
Üzerine konan tozlar yani.
Yap edepsizliği, hırsızlığı “Estağfirullah! Estağfirullah!” yok öyle kurnazlık.
Otobüste birinin ayağına basarsınız.
“Kusura bakmayın görmedim!”
“Estağfirullah!” der.
O “Estağfirullah!” cinsindendir.
“Estağfirullah!” demek: “Yâ Rabbi ben hata yaptım, farkına vardım, Sen bunu yok ediver! Ne olur, benim kudretim yok!” demektir.
Onun için bunlar: “Estağfiruullaaah! Estağfiruullaaah! Estağfirullah! Estağfirullah!”
Yok yok “Estağfirullah!” da değil. “Estağfirillah!” da değil.
“Estağfurullah!” Allah mağfiretini benim üzerime getirsin.
İstiğfar etmiş, tövbe etsin atfetmiş demektir.
Yetmiş defa çekiver ne olur: “Estağfiruullaaah! Estağfiruullaaah!”
yooo o, köpekler çeker onu.
Estağfuruullaaah, işte bu bunu fırçalar.
Bir edepsizlik yaptın, leke, suyunan çıkmaz sabunnan, benzinlen çıkaracaksın.
Öyle edepsizliklerde tövbe ile tövbe edersin.
“Yâ Rabbi ben bir biçimsizlik yaptım aman!”
Bir de iyice leş gibi iş yapmışsın!
O sabunnan çıkmaz, fırçaynan çıkmaz, benzinnen çıkmaz.
Şurada jet fabrikaları var, islimilen yapıyor.
Altı lira verirsin, gider onu ter temiz yapar gelir. Bi de böyle var!
Bunda da Tövbe-yi Nasuh derler.
Yanına şâhid alırsın, aha buradaki adam: “Amuca ben bir edepsizlik yaptım. Aha sen şahit ol! Ben kendi kendime şahit oluyorum ama sonra da kıvırıyorum kendime!” der. “Ben bu gün tövbe edeceğim. Yapmayacağım!”
İşte cet fabrikasında temizlendi.
Birde o boyacıların yağlı pantolonları var, kovboy pantolonları gibi, yağlı, boyalı!
Onu jet fabrikası temizler. Bi de öyle edepsizlik vardır.
O cehennemde temizlenir!
Cehennemde pırıl pırıl olur!

Onun için hepimizin hatası vardır.
Zâten insanlarda mâsiyet olması lâzım.
Mâsiyet mim hayn satde.
Arapçada bir nevi hatadır.
Hatasız kul olmaz.
Hatasız kul oldu mu Kur’ân-ı Kerimde âyet var.
Eğer herkes doğru olaydı.
“Ben edepsizlik yapacak bir cemaat halk ederdim!” Cenâb-ı Allah diyor.
Çünkü hasta olmazsa eczânedeki ilaçlar sarf edilmez.
İnsanda hafif mâsiyet olacak ki yalvaracaksın.
Cenâb-ı Allah’ın mağfireti, Er Rahmân sıfatı bütün hepimizi gelsin yıkasın. Onun için insanlarda biraz mâsiyet bulunur.

Şimdi vaaza başlıyoruz.
Bu bitti, bu kadar, bu nasihattır!
Hani takvimlerin altında bir şeyler yazıyor bazen güzel sözler onun gibi bir lakırtı.
Bütün âlemleri yoktan var edip, sonsuz semâları masmavi nur ile dolduran Allah’a hamd ederim!
Ruhu Nur Âleminin ebediliği içinde aziz olan Allah’ın muhterem Rasûluna ve O’na inananlara salat ü selâm ederim.
İnnallahu lehu mülkü semavati vel ardı.
Ve maliküm mindunillahin min veliyyun velanasir.
Felillahil rabbil semavati ve rabbilardı rabbilâlemin.
Felehul Kibriyâ semavatı vel ardı ve hüvel azizülhakim.
Allahümme entel Mennan Bediyüssemavati velardı zelcelali vel ikram.
Yâ Hayyu Yâ Kayyum Yâ Allahu celle celalihu.

Yâ İlahî bizler âsi değiliz!
Hatalarımız vardır!
Bunları mağfiret hazinelerini senin emrini yerine getirmek zevk-i şevkiyle aşkıyla toplanan bu kullarına saç Yâ İlahî!
Bizi yolumuzdan şaşırtma!
Bize sabır ihsan eyle, kuvvet ver!
Kanaat hasletlerimizi takviye eyle!
Bizi cehennem ateşinden koru!
Subhaneke ya alam!
Taaleyke Yâ selâm! Ecirna minnari biabdike Yâ ecir! Bu okuduğum son şeyde büyük bir duadır haaa!
Abdulkadir Geylanînin bu!
Subhaneke Yâ Âllam!
Taaleyke Yâ Selâm.
Ecirna minnari biabdike Yâ Ecir!
Bütün ümmet-i Muhammed yerine Abdulkadir Geylanînin bu duasıdır.
Aziz cemaat hepimizin gözü var, burnu var, kulağı var, şunu var bunu var.
Bu gün gözden bahsedelim göz.
Gözümüzle gördüğümüz bütün eşya, ne hey varsa burada.
Beni görüyorsun, yanımdakini görüyorsun, ağacı görüyorsun, câmiyi görüyorsun!
Göğü, Yıldızı ne kadar gözünüzle gördüğünüz eşya.
Gördüğünüz eşyalardan bu eşyalardan zuhur eden fiiller vardır.
Mesela çiçekte koku vardır.
Güneşte sıcaklık, renk vardır.
Su da tad vardır.
Şu vardır, bütün gördüğünüz eşyadan çıkan fiilere Allah’ın sanatı derler.
Su’n-i İlahi derler, El Bedi Esmâsıyla yapılmış Su’n-i İlahî derler.
Bakarsın ne güzel yaprak, Allah’ın sanatı.
Bir kuş görürsünüz. Güzel renkleri vardır. Allah’ın sanatı.
Bütün eşya insandan başka ne kadar şey varısa bundan zuhur eden fiillere Allah’ın sanatı derler.
Yalınız insandan zuhura gelen fiillere de İlahî Kudret derler.
Onun için bütün, Cenâb-ı Allah kendi kudretini insanda tecellî ettirmiştir.
Bütün esmâ-i İlahî insanda vardır.
Ben burada elime bir odun alsam.
Şurdakinin kafasına bir tane vurdum mu, El Kahhar Esmâmı kullanırım. Bayılan bir adamı alırım, şurasını sıkarım, amarını bilmem ne ilaç veriri Eş Şâfi Esmâmı kullanırım.
Yaralı bir adam olur, acırım onu tutarım kolundan Er Rahmân Esmâmı kullanırım.
Onun için bütün eşyadan şeye Allah’ın sanatı, insandan tecellî eden fiillere de İlahî Kudret derler.
Onun için bu kudreti insan, elini kaldırdığı zaman Allah namına kaldırıyorsun, bu eli edepsizliğe nasıl götürürsün.
Onun için Cenâb-ı Allah kendi yerine bu işi yaptırdığı için seni bazı takayyudata koymuştur.
“Şunu yapmayacaksın. Bunu yapmayacaksın. Çünkü ben bunları beğenmem!” diyor.

Bir ev kiraladığın zaman: “Efendim bu evin şunu şöyle olacak, burası böyle olacak. Şu şöyle. Ben böyle isterim!” Kontrat yapıyorsun.
Onun için içki içme diyor sana. Haram yeme diyor. Bilmem şunu yapma. Bunu yapma. Yapma oğlu yapma!
Birde diyor ki bana: “Ben sana görünmem !”diyor.
Benim yerlerim gaybtır diyor.
Gayba inanacaksın.
“yü''minune bil ğayb” Gayba inanacaksın.
Peki gabya inandık.
Bu kitap zaten öyle başlıyor Kur’ân-ı Kerim.
“Elif lam mim. Zalikel kitabü la raybe fih, hüdel lil müttekiyn. Ellezine yü''minune bil ğaybi”
Bu kitap gayba inananların kitabıdır.
Gayba inanıyor musun ağam?
“Gayb ne?”
Âhirette kalkacağız en basiti bu,inanıyor musun?”
“Doğru ya. İnanıyorum ya!” öyle diyor.
“Ben kalkacağım oğlum inanıyorum!”
“Hah!” dedin mi, geldi kitabın içine.
“yü''minune bil ğayb”. Gayba inananların kitabıdır.
Gayba inandı mı, işte namaz kılıyor, oruç tutuyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Bunları yapacaksın.
Çünkü ben bunun.
Güreşe gidecek adamı kampa sokarlar. Şunu yapmayacaksın. Bunu yiyeceksin. Sabah vaktinde kalkacaksın. İdman yapacaksın. İşte takla yapacaksın. Bilmem koşacaksın. Vücudunu hazır.
Gayb âlemine huzuru İlahîyeye gitmek içinde şunları, şunları şunları, şunları, şunları yapacaksın. Mükellifiyettir.
Şu, şu, şu yapılacak.
Şimdi Cenâb-ı Allah bi de acaba bu namazını kılıyor. Orucunu tutuyor. Namaz, şu bu hepsini yapıyor.
İşte ona da anlattılar ki gayba inanacaksın.
Öldükten sonra dirilme var.
Acaba bu, şöyle mi, şüpheli mi inanıyor, şüphesiz mi inanıyor diye seni tecrübe edecek.
Ne diyecek. Bir haram koyar ortaya.
Şunu yapmayacaksın. Mesela ne?
Domuz eti yemeyeceksin diyor. Besmelesiz kesilmiş hayvan yemeyeceksin diyor.
Şimdi sen kendi kendinle değiştir bunu.
Besmelesiz hayvanı kestik. Hayvan hastalıklı değil. Niye bu haram oluyor bana. Hayvan mı pisleniyor.
Yooo. Hâşâ. Hayvana bi şey olmaz.
Hayvan bütün temizliğini muhafaza olur.
Sen edep dışı çıktığın için sana ceza, yemeyeceksin emridir!
Hayvana bir şey olmaz.
Domuz eti yemeyeceksin.
Öleceğini bilsen domuz eti helal olur. Helal olur sana.
Bir yerde mahpus kaldın, öleceğine kes ye domuzu.
Allah’ın mahluku.
Yoo gine yemeyeceksin.
Yarım midesine tapanlar içindir ye de kurtul!
Madem ki senin ruhun Ye’d-i İlahîdedir.
Ben domuz eti yemeden de yaşarım.
Domuzun efendim domuzda trajin varımış, yok bilmem efendim dişisini kıskanırmış.
Bunlar safsata lakırtı.
Cenâb-ı Allah emre itaat ediyor mu bakıyor senin.
Bakalım şöyle diyebiliyor musun: “Yemeyeceğim efendim!”
Senin samimiyetini, inanma kudretini ölçmek için.
Haramlar bunlardır.
Bunları da yaptı mı mesele yok.

Onun için insandan zuhur eden şeylere İlahî Kudret diyoruz.
Biliyorsunuz Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz mu’cize göstermek için âyet-i kerime var biliyorsunuz: “İkterabetis saatu venşakkal kamer”
Vaktaki vakit geldi, Kamer iyi bölündü.
Cebrail geldi: “Yâ Rasûlallah parmağınızı kamera doğru uzatın!” dedi.
Rasûlullah iki parmağını uzattı böyle.
Kudret-i İlahîyye Rasûlullah’ın parmağında tecellî etti.
Ve Kamer ikiye ayrıldı.
Ayrıldı, buz gibi ayrıldı.
“Nasıl ayrıldı, böyle mi?
Yok efendim aha bak böyle aha ayrıldı.
Böyle göründü yok, böyle ayrıldı sonra yine birleşti.
Kudret-i İlahîyye Rasûlullah’ın parmaklarında.
Başka yerlerden gelebilirdi.
Hayır, Rasûlullah’ın parmaklarında.
Bütün kudret, Kudre-ti İlahîye Allah’ın mahluku olan en afdal mahluku olan insan tecellî eder.
Onun için İlahî Kudret insandaki esmâların menevişlerinde görünür.
Sen kendi içini temizler, her işini Allah’ın istediği tarzda, Rasûlün bildirdiği tarzda yaparsan sendeki esmâlar bütün menevişleriyle yüzünde görünmeye başlar.
Er Rahmân esmâsı zuhur eden insan bütün beşeriyetin ızdırabı karşısında acı duyar, göz yaşı dökmeye başlar.
Sallallahu Aleyhi Vessellem Uhud Harbinde mübârek sahabelerinin bir çoğu şehid olmuş.
Sad İbnu Ebu Vakkas arkadan şeyi bırakmış.
Oradan okçulara: “Durun burada!” demiş.
Dinlememişler, birbirine girmiş, mübârek dişleri kırılmış, ağzından kan geliyor.
Hz. Hamza şehid olmuş.
Bir avuç Müslüman, yetmiş kişi.
Ellerini kaldırmış: “Yâ Rabbi sen bunları affet! Bunlar ne yaptığını bilmiyorlar!” diyor.
Er Rahmân Esmâsıyla tecellî ediyor Cenâb-ı Rasûlulah!
Biz olsak: “Allah belâsını versin!”
İslamda lânet, beddua yoktur, beddua yoktur, İslamda beddua yasaktır.
Niçin yasak?
Allah’ın esmâlarını tecellî ettirmeye, onların menevişlerini ortaya çıkmağa me’mursun sen.
Meşhur İtalyan tarihçisi Bellini vardır.
Birde musiki şinas Bellini vardır.
Sonra İngiliz Karrari vardır.Tarihçi, Dinsiz bir herif.
Bu derki: “Ekselans Rasûl!” der.



KELİMELER:


Ravza-i Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Kibriyâ: Azamet. Cenab-ı Allah''ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
arazi
Afat: Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. Mc: Son derece güzel.
Mihrab: Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. Mc: Harb âleti. Orman. Melikin hususi makamı. Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. Ümit bağlanan yer.
Hazine-yi Humayun: Hazine-i Hümayun''da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.) (O.T.D.S.)
Kefâlet: Kefil olarak. Kefillik suretiyle.
Zinnur: Nurlu, ışıklı. Parlak. Bahtiyar.
Zinnureyn: "İki nur sâhibi" meâlinde cihar-ı yar-ı güzinden Hz. Osman''ın (R.A.) lâkabı. (Hazret-i Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ile iki kat akrabalığı dolayısiyle) (Bak: Osman R.A.)
Settar: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Uyub: (Ayıb. C.) Ayıblar, kusurlar.
Estağfirullah: Cenâb-ı Hak''tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (C.C.) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.) (Bak: İstiğfar)
Mâsiyet: İtaatsizlik, günah, isyan.
Âsi: Çok isyan eden, çok isyancı.
Şâfi: Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). Yeter görünen, kifayet eden.
Rahmân: Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
Kahhar: Galib-i Mutlak ve her an kahretmeğe muktedir olan Allah (C.C.) Hak Celle ve A''lâ''nın esmâ ve sıfâtındandır.
Bedi: (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.
Su’n-i İlahî: Cenab-ı Hakk''ın san''atı, eseri.
Settar:Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Takayyud: Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak. Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak. Dikkatli davranmak.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. (Bak: Ahbar-ı gayb)(Demek Cenab-ı Hakk''ın gayet büyük ve mükemmel bir rahmeti, re''feti ve şefkati, gaybı bildirmemektedir. Bilhassa masum hayvanlar hakkında daha tamdır. Demek sefihane lezzette sen hayvanlara yetişemezsin. Binler derece aşağı düşersin! Çünki, hayvana nisbeten gaybi olan şeyleri senin aklın görüyor. Elemini alıyor. Setr-i gaybda bulunan istirahat-ı tammeden bilkülliye mahrumsun. S.)
Mükellifiyet: Teklif eden. Vazife veren. İş veren. Zorluğa sevkeden.
Safsata: Hezeyan, yalan, uydurma. Zâhirde doğru, hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas. (Bak: Dimağ)
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. Allah''ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te''siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Masum: Günahsız, suçsuz.
İltifat: Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san''atıdır.
Zeval: Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması
Fıdda: Gümüş.
Zeheb: Altın.
Hâk-i yeksan: Yerle bir. Dümdüz.
Makarr: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht.
Makarr-ı İlahî: İlahi makam.
Afdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Meneviş: Hare. Bazı nesne, canlı, göz vb.nde dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler, meneviş, dalgır.



ÂYETLER:

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
Resim---“İkterabetis saatu venşakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)


الم
ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

Resim---“Elif lam mim. Zalikel kitabü la raybe fih, hüdel lil müttekiyn. Ellezine yü''minune bil ğaybi ve yükiymunas salate ve mimma razaknahüm yünfikun: Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur''an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakra 2/1-3)

Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön