2009 Ağustos Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

NÛR-u RESÛLULLAH (sav)
Tarih: 02.08.2009 Saat: 17:50 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


NÛR-u RESÛLULLAH (sav)

Aziz Cemaat!
Bütün âlemleri yoktan var edip ucu bucağı bulanmaz semâları masmavi bir NûR ile dolduran Allah’a hamd ederim!
Mübârek Ruhu Nur Âleminin ebediliği içinde aziz olan Allah’ın Muhterem Resûlüne ve ona inanlara salât ü selâm ederim!


E lem ta'lem ennellahe lehu mülkü’s- semavati ve’l- ard, ve ma leküm min dunillahi min veliyyi ve lâ nasîr!
Allahümme ente’l- Mennânü Bediü’s- semâvati ve’l- ard!
Yâ Hayyu Yâ Kayyumu!
Yâ Allahu celle celâlihu el hamdülillah!..


Yâ İlahî bizler asi değiliz, hatalarımız vardır.
Mağfiret hazinelerini, Senin emrini yerine getirmek Sebbi aşk ile toplanan bu kullarına saç Yâ Rabbî!
Bizi yolumuzdan şaşırtma.
Bize sabır ihsan eyle, kuvvet ver, kanaat hasletlerimizi takviye eyle!
Bizi Cehennem ateşinden koru Yâ Rabbî!
Subhaneke Yâ Allam!
Tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr ve bi affike Yâ Mücir!


Aziz cemaat!
Kur’ân âyetlerine yani Allah sözlerine ve Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin vilâyet cephesinden bize bildirdiği ki hadislerdir onlar, vilâyet cephesi demek peygamberlerin bir Cephe-yi Vilâyet bir de Cephe-i Nübüvveti vardır.
Cephe-i Nübüvvet, tebliğ cihetidir ki bunun yeri haktır bize bildirir.
Cephe-i vilâyet ise doğrudan doğruya Allah ile olan muamelesidir.
Gündüz Rasûlullah, Rasûlullahı Sallallahu Aleyhi Vessellem, Cenâb-ı Allah’ın radyo hoparlörüdür.
Anladın mı şimdi?
Cenâb-ı Allah bütün kâinatla Rasûlullah’ın kalbi mübârekinden konuşur.
Onun için Muhammedsiz Sallallahu Aleyhi Vessellem Allah bilinmez.
Allah’a Rasûlullah çekip götürür bütün mahlukatı.
Aha burayı kapadı mı ses yok.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin, bütün kâinat yaratılmadan evvel Nur-u Rasûlullah yaratılmıştır.
Cephe-i Vilâyet ile söylediği sözler hadisleridir.
“Felân şu olacak!” dedi mi olur.
Nasıl ki şu küçük çocuğun bak saçları simsiyah, bunun bir gün beyaz olacağını biliyoruz biz.
Ama tecrübemiz var.
İşte biz bir saçın siyah olmadan beyaz olacağımızı evvelden bildiğimiz gibi Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz de kendi Cephe-i Vilâyet bakımından geleceklerin hepsini bilir.
Onun için Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin bütün hadisleri bir mübârek kendi devr-i saadetlerine aittir.
Yani devr-i saadet cesed-i mübâreklerinde ruh-u muallâları bulunduğu zaman, bir de işte bizim insan lakırtımızla hayatta olduğu zamanda devr-i saadetlerine aittir.
Ondan sonra devr-i sadetlerinde kendi mübârek yüzünü görmüş olan tabiinin yüzünü görmüş olan tabiin devrine aittir.
Ondan sonra da gelecek devirlere aittir.
Öyle hadisler vardır ki bugün hadisler vazifelerini bitirmiştir.
Öyle hadisler vardır ki bugün daha mânâsını anlayamıyoruz, gelecek devreler içindir.
İşte bu hadisler ve Kur’ân âyetlerinde bildirildiğine göre her millet kendi nasîbini çeker.
Her millette, her ümmette, millet, ümmet, illet ne dersen de hepisi aynıdır bunların.
İllet de vardır. Bazen ümmet illet olur. Birbirimize illet olduk işte.
Her milletin ve her insanın bir sa’dı vardır buyurur. Saat değil sa’d. El el.
Bu elindeki kepçe dolmadan hasenatını ve belânı görmezsin.
“Efendim felân herif edebsizlik yaptı yaptı, yaptı, yaptı.
Allah’ta para verdi, verdi, verdi. Öteki adam gâyet iyi adam, ekmek bulup yiyemiyor bu ne biçim iş!”
Hemen insan aklı bel kemiğinden Allah adâletsiz hâşâ sümme hâşâ.
Sonra Efendim Allah seriü’l- hesaptır.
“Ne hesabı?”
Ateşe elini sokar sokmaz elin yanar, çıkar elini. Yarım saat sonra mı yanar elin yok.
Allah’ın kanunda bir hadise oldu mu derhal cezasını, fenâlığını görürsün. Seriü’l –hesap!
“Efendim bu herif bu kadar edebsizlik etti, etti, etti de dua ettik, beddua ettik. Bilmem ne ettik. Falân ettik. Herife bir şey olmadı yav!”
Sa’dı daha dolmamıştır, sa’d.
Avucunun içi tamamıyle döndü mü herif böyle, böyle hale gelir “höööt!” derken gümler!
Nereye gidiyorsun?
Ölmek yav bişey değil. Ölümden korkmayınız!
Öyle adam var sürünür. Nerde sürünür, âhirette sürünür.
Âhirette sürünmek, sokakta tarlada şöyle dört ayak gitmekten daha beterdir.
Âhiret sürünmesi berbattır.
“Efendim felan adam böyle yaptı yaptı yaptı. Canım böyle iş mi olur zengin herif, bilmem nerde. Ben açlıktan ölüyorum o namaz kılmıyor, ben namaz kılıyorum!”
Namazı zenginlik için kılmıyorsun.
“Efendim herif öldü!”
Ölmek demek ölüm, vücudun yıkılması değildir efendim.
Allah bir şeyi yıkmaz.
Mahvetmesi demek değildir. Hâşâ sümme hâşâ.
Allah bir şeyi yarattı mı daha tekâmülünü yaratır.
“Ne?”
Buğday, küçücük buğday, büyüdü, büyüdü büyüdü git gide tekâmül etti.
“Ne oldu?”
Buğday oldu, harman oldu. Eee harman bitti. Mahvolmadı.
Harmanda kendinin, yabancıları çıktı içinden.
Geldi değirmene. Un oldu, hamur oldu. Ateşe girdi. Aziz nimet oldu.
“Eeee sonra yok!”
Yedi kul onu!
“Elhamdulillahi Rabbilâlemin. Çok şükür Yâ Rabbî!”
Vücudunuzdaki Hayy Esmâsının devamı için yemek yenir.
Her şey tekâmül eder, düşmez.
O halde ölüm mahvolmak demek değildir.
Bir çözülmedir oğlum, çözülme, çözülme.
Ölüm insanın Mânevî Benliğini halktan, Allah kendisine çekmesidir.
“Mânevî ben verdim alacağım. Gel oğlum!” dedi aldı. Ölüm bu!
Çünkü âyet-i kerimede: “Her şey Hakk’a döner!”
Külli şey’in mü’min ehli turceun. Her şey Allah’a döner.
Allah’tandır zâten, Allah’a döner.
Denizden buhar olur havaya çıkar.
Bulut olur ve bize dökülür. Nehir olur?
Damla olur, yine iner deryaya gelir deniz olur.
Onun için ölüm bir çözülme, bir mahvolma değildir.
Bir tekâmüldür, tekâmül.
İşte böyle ümmetlerin içinde yine Sallallahu Aleyhi Vessellemin Hadis-i şerifinde ve âyet-i kerimede:
“Yürü git ümmetler her an mahvolmağa meyyaldirler!” diyor.
Her an, an, an! An demek bittiği gün.
Turfatu’l- ayn, göz kırpmak. Her an mahvolmağa şeydir.
Yani barut fıçısı, yanında da böyle bir ateş yeri var ama arkada düğmeye basmak lâzım.
“Booooom!” diye berhava olması lâzım.
Heran insanlar mahvolmağa, perişan olmağa hazır vaziyettedirler. İçlerinden on milyon kişinin içinden bir tek kişi, o ANda Huzur-u Rabbanî de ise şu güzel yüzünüzdeki alnınızı süsleyen İslâmi Nur ile secdeye kapatmış ise içinden “Allah!” diyor ise ara sıra Rasûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getiriyor ise.
“Rasûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getirmek demektir?”
Saçmalamayın!
Rasûl-i Ekreme salâvat-ı şerife getirmek demek insanda bulunan Nur-u Rasûlullah’ın farkına varıp: “Hu hu hu!” demektir.
“Bende de var demektir Rasûlullah’ın Nuru. Bağırıyorum aha var!” demektir.
Düğmeyi Rasûlullah’a eklemek demektir.
“Allahümme Salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Bende de Muhammed Nuru var. Müslümanım, Allah’ı biliyorum!” demektir.
Onun için “Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ ali Muhammed aha ben geliyorum.”
Yook öyle olmaz öyle. Çeneden olmaz, buğazdan olmaz. Mideden bağırsaktan olmaz.
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed!”
Onun için Rasûlu Sallallahu Aleyhi Vesellemimizin “Mim” ile başlayan mübârek ismi, aha orda var.
Kur’ân-ı Kerim de bile bir yerde geçer. Kendi mübârek ismi.
Cenâb-ı Allah bile Rasûli Sallallahu Aleyhi Vessellemin “Mim” harfi ile başlayan ismini böyle nazla söylüyor.
Diğer isimleri; Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, El Müddesir, El Müzemmil. Seksen türlü isimnen Ahmed, Mahmud bir çok isimlerdir.
Demek ki o “Mim” ile başlayan isimde bir SIRR var, bir sır.
Onun için aziz cemaat, abdestli olmadığınız zamanda Rasûlullah’ın mübârek ismini ağzınıza almayın!
“Rasûli Ekrem Efendimiz Efendim, Peygamber Efendimiz, Efendimiz” böyle deyin.
Sokakta da bir birine bazı Müslümanlar hemen yapışır eline: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed!”
Yanından bir iki ayaklı eşek geçer duyar onu.
Ulan söyleme. Söyleme!
“Merhaba amuca!” de. “Nasılsın ağam!” de.
İçinden elinin tuttuğu zaman, kanından Rasûlullahlar birbirine yapışsın!
Eczâneiye gider “Selâmu aleyküm!”
Helâya gider: “Selâmü aleyküm!”
Demeyin Efendim!
Şimdi hep gusülsüzlerle dolu dünya.
“Selâmün aleyküm!” kime dersin; abdestli Müslüman, secdeyi bilir.
Giderken sokakta gördüm ama ben diyeceğim Efendim “Selâmün aleyküm!”
Geçerken: “Selâmün aleyküm!” de geç.
Kahveye girer Selâmün aleyküm.
Hana girer selâmün aleyküm.
Otele girer. Aha bugün efendim bu yalan.
Gelin gidelim, aha oturalım bakalım.
“Merhaba!” de yavv. “Günaydın!” de. “Nasılsın” de.
Bunları rezil etmeyin efendim.
Ama şu demek değil: “Efendim, biz salâvat-ı şerife getirmeyelim mi?”
Ulan gündüz getireceğine gece herkes uyurken getir, kıymeti orda bunu. Gece!..

Onun için İslâmi tâbirleri şunları bunları tezelzüle uğratmayın aziz cemaat!
Abdestli bak burada ölüm, dilimi dibinden koparsan Rasûlullah’ın mübârek “Mim” ile başlayan ismini câmiden başka bir yerde söylemem.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Peygamber Efendimiz, Hz. Ekrem Efendimiz böyle söylerim.
Dilimi dibinden koparsanız söylemem.
Yağma mı var, ben sokakta bilmem gusülsüz herifin yahut şunun bunun herifin yanında Rasûlullah’ın mübârek ismini konuşacağım.
Eşşeknen Muttalib denen herif geliyor.
Aha şu tahıl pazarında geçen günü.
Eşek gitmiyor. Kuyruğuna bişey mi kondu ne.
“Allah belânı versin!” diye küt diye eşeğe şeyi vuruyor.
Ulan orasında bak hayvan pislikleri var.
Bura tahıl pazarı ve herif yaşlı idi herif dövecektim herifi.
“Amuca dedim yahu şurada Allah’ın ismi anılır mı? Hem siz diyorsunuz ki biz Şeyhiz! Hep bizden çıkar velîler.”
Aha şuradaki Muttalib. Git Muttalibin içine giremezsin pislikten.
Oğlum İslâmiyet içte de vardır ama dıştan görünecek.
Ben anlamam bitli velî olmaz! Üstü başında pireli Velî olmaz!
“Efendim felanca adam Velîymiş!”
Ne, sümükleri akıyor bilmem ne, tebdili kıyâfet.
Ne tebdili, Allah o vaziyete mi tebdil eder onu.
Yırtık olabilir insanın üstü, ama gül kokar oğlum.
Sümüğü akıyor.
Bilmem efendim kıçından solucanlar çıkmış, efendim zamanın Kutbu. Allah, Velîsini öyle rezil etmez! Bunlara inanmayın!
Dil ile ikrar kalb ile tasdik.
Kalb ile tasdik dil ile ikrar değil dikkat edelim.
Dil ile ikrar kalb ile tasdik.
İlk defa ağıznan söyleyeceksin.
Yani görüşünden belli olacak, ondan sonra içini temizleyeceksin.
Onun için temizle!…
Haa işte bu vaziyette olan ümmetten biri hadiste, gece vakti şöyle:
Yâ Rabbî Subhan!”
Bütün Eskişehir uyuyor.
“Senin sel âfetinden, zelzeleden sen mahsun kıl Yâ Rabbî!” dese bi toz şey etti mi, Eskişehir hududuna değil Bulgar hududuna kadar onun duası kabul olur.
Onun için aha şu bir avuç müslümanlar yok mu şehrin sigortasıdır oğlum. Ötekiler kılmasın, cümbüş etsinler. Biz rahat sigorta biz.
Namazda da öyle. Namazda da hepimizin namazının İnd-i ilâhide sicile geçmesi için sigorta, doğrudan doğruya İmam Efendidir.
İmam Efendiye de aynen uyacaksın.
İmam Efendiden evvel belini kırmayacaksın.
İmam Efendiden evvel aşağıda yer yok!
Aşağıda İmamla birlikte secdeye gidersen aşağıda mis kokusu var! İmamdan evvel gidersen aşağıda başka koku var.
Onu burada söylemem, hayvanca oluş o iş!
Onun için kıymetlerinizi, içinizdeki Nur-u Rasûlullah’ın kıymetini bilin aziz cemaat!

simahüm fi vücuhihim min eseris sücud

“Secde yapanların alnında bir iz vardır” diyor, iz.
Bu aynada görünmez.
Secdeye sürünüp de bazı pis halılardan geçen toprak şeyine de benzemez.
Bu gözle görülmez oğlum! Onu gören görür!
Hepinizde var bu. Vallahi de var Billahi de var. Ama kıymetini bilirsen!
İşte, böyle yapan bir ümmet hangi devirde yaşıyorsa, o Velîdir.
Eskişehirli bitek kişi olsa içimizde kâfidir.
Her vilâyette bi tane olsa.
“Yahu bu kadar edebsiziz de Allah mahvetmiyor!”
Yağma mı var ya bi tanesinin gözünden yaş gelir.
Senin sözünü mü dinleyecek Allah.
Binlerce ampul yanıyor.
Merkezdeki şey, dürbün dönerek, üç beş tane ampul parçalanmış bir şey olmaz, merkeze bak sen!
Onun için kıymet-i islâmiyelerinizi bilin aziz cemaat.
Onu, bir pırlanta gibi mübârek kalbinizde saklayın!
O mübârek kalbte, aklınız ve kabiliyetiniz birleştiği zaman Rasûlün Nuru başlar çarpmaya!
Çarptı mı, o zaman fitili aldım, fitili aldım!

Bu Nurun rengi yoktur.
Vurduğu yerde muhtelif renklerde görülebilir.
Nasıl ki bir billur alın elinize, billure güneş ziyası vurduğu zaman bu taraftan yedi tane rengi görürsünüz.
Hani çocuklar oynar onlarınan, bazen de ebe kuşakları olur yağmurlu havalarda, işte güneş ziyası oraya vurdu mu renkler görülmeğe başlar.
Yahutta renk billurda görülüyor.
Ya billur onu gösteriyor yahutta billurda görülüyor.
İnsanoğlu Ahsen-i takvim yaratılmıştır.
Bütün melekler emrine verilmiştir.
Cenâb-ı Allah insanı muhatap etmiştir. Kur’ân ona iniyor!
Hiç develere Kur’ân inmiştir oğlum, deve peygamberi var mıdır?
Fillerin, öküzlerin var mıdır?
İnsan, insan, oğlum!
Allah seninle konuşmak istemiş, o konuşmak için telefon ahizesi de Sallalahu Aleyhi Vessellem Efendimizdir.
“Efendim bizlen de konuşsun!”
Sen ilk defa Rasûlullahın santraline bağlan.
Voltaj çok büyük, biz onun şeyinden konuşamayız.
Bak bize 220 volta inerse bizim ampuller yanar.
Merkezde yirmibin volt darmadağın olursun.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesselleme vahiy gelirken bile araya kul olmayan bir tanker-i mânevî koymuştur Cenâb-ı Allah.
Cebraili koymuştur.
Cebrail bir tanker, yani hanı gazyağı götürüyorlar tankerler var ya onun gibi bir tanker.
Gitmiş hortumunu, Sıdretü’l- Münteha’da Cenâb-ı Allah’ınbildiği, bilmediğimiz bir mekanında takmış hortumu vahiy dolmuş içine.
Gelmiş, Rasûlulah’ın kalbi mübârekine hortumu gine görünmeyen hortumu takmış, onun manometresinden bakmış ne kadara tahammül eder diye o kadar vahiy vermiştir.
Yoksa hepisini birden indirirdi bir günde Kur’ân-ı Kerimi ceste ceste..

Lev enzelna hazelkur'ane 'alâ cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi.

Biz Kur’ân-ı dağa indirseydik, dağ Kur’ânın ağırlık haşyetinden param parça olurdu.
Bir âyet-i kerimeyi getirdiği zaman Rasûlullah’a Rasûlullah başlarmış titremeye, devede iken deve çökermiş ağırlığından.
Bunlar saçma yalanlar değil!
Zâtı sungur lakırtıları değil oğlum bunlar!
Bu lakırtıları kafaya sokup kabul etmek en büyük hünerdir.
“Efendim benim aklım almıyorkafamda, tesadüfen…Nasıl oldu da parmağını uzattı kamer ikiye ayrıldı. Ellerini uzatmış da parmaklarından su düşmüş, bu imkan haricinde!”
Sen zâten imkan haricindesin, hayvan sınıfındansın.
Buna inanabilmektir hüner.
Yüğminune bil gayb.
Gayba inanmakta hüner vardır.
Gayb, görülmeyen değildir, görülemeyendir.
Bizim gözümüzle görülemeyendir.
Gayb, muhakkak vardır.
İnanmayan inanmasın, bir gün geberecek o da görür aşağıda.
Heee heee aşağıda ne fazla numinalar var oğlum.
Hep aynı devirnen haşrolacağız.
Bundan yüz seneki evvelkiynen senin işin yok.
Geleceknen de yok.
Eskişehirdekiler Eskişehirde.
Komşun bak sen câmiye geliyorsun o “hale leleli!” ediyor.
“Herife bak, yobaz gidip-geliyor!”
Yarın yan yana kaldığın zaman: “Mehmed Efendi nasıldı oğlum?” diyeceksin. Keyif orada oğlum.
Keyfi bunun orada. İster cennete koysun.
“Nasıldı ağam?”
Şöyle bir durmadı mı işte keyf orada.
Keyif o zaman başlar.
Bak oğlum bak!

Onun için aziz cemaat, bundan ötesi sırdır.
Rububiyet Sırrıdır.
İslâmiyette bir kâide vardır. Rububiyet Sırrının ifşâsı küfürdür.
Herkes tahammül edemez.
Yalınız bir şey söyleyeyim size aklınıznan mantığınızı böyle satranç oyunu gibi düşündürün. Neticede bir şey çıkar.
“Neyimiş bu?”
Ağlamak! İnsan ağlar! İnsan güler değil mi?
İkisi zıt değil mi birbirine değil mi?
Ağlamak başka, gülmek başka.
Size bir şey söyleyeyim mi hiç biriniz farkında değilsiniz.
Ağlamakla gülmek ikisi de muhabbetten ileri gelir. Aynı çeşmeden gelir.
“Nasıl efendim?”
Ağlayan kimse sevdiğinden ayrıldığı için ağlar.
Sevdiği bir şey ortadan kalkar, istediği bir şey olmaz değil mi?
İşi olmaz, şunu olmaz ağlamağa başlar.
O halde sevdiği bir şeyin kaybından dolayı ağlıyor.
“Değil mi? Öyle değil mi?”
“Ehh öyle.”
Gülen bir kimse dahi sevdiğine kavuştuğu için gülüyor.
İşi olmuştur. Yahut hoşuna gitmiştir. Onun için.
O halde ikisi de muhabbettendir ağlamakta şeyde.
O halde ağlamakla gülmek arasında bir şey gizli aziz cemaat, bir şey gizli… Ömründe ağlayan…


KELİMELER:


Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme.
Sa’d: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik. Kutlu, uğurlu.El.



ÂYETLER:

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

Resim---" E lem ta'lem ennellahe lehu mülküs semavati vel ard, ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasiyr: (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/107)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Resim---“Muhammedür rasulüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incil ke zer'in ahrace şat'ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukihi yu'cibüz zürraa li yeğiyza bihimül küffar veadellahüllezine amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran aziyma: Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 48/29)


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Resim---" Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.: Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59721)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

KEHF SÛRESİ ’NİN TASAVVUFÎ ZEVKİ
Tarih: 15.08.2009 Saat: 11:10 Gönderen: kulihvani

Resim

KEHF SÛRESİ’NİN TASAVVUFÎ ZEVKİ
(Mürîd-Mürşid ve Nefs- Ruh İlişkisi)


Kul İhvanî

Musa (Aleyhi’s-Selâm), Rıza Rüşdünü arzulayınca:

Resim --- “Bir vakit Musa genç adamına (hizmetçisine) demişti ki: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, yahut senelerce gideceğim.” (Kehf 18/60)

Âyet-i celîlesinin meâli budur.
Muhammedî Tasavvufî Temâşâsı (Sırr-ı Seyir) ise hüküm olmayıp Anlayış Zevki ve Hazzıdır.
Sanki Hızır (Aleyhi’s-Selâm) Ruhumuz, Musa (Aleyhi’s-Selâm) Nefsimiz gibi, hizmetçisi aklımız gibi...
Buluşma yeri Kalbimiz gibi...
İki denizin kavuştuğu nokta ve yer ise inkâr ve ikrârın birleştiği Tevhid Noktası, ifrat ve tefrit’in birleştiği i’tidal Sırat-ı Müstakîmi, kısacası Zıdların Zevki olan Zuhûrat Zirvesi gibi...

İki basit noktayı birleştiren en kısa yol, doğrudur.
Kendisi ve hedefi arasındaki dostoğru yolda tercihini hakk ve hayırdan yana yapan nefs:
“Senelerce de olsa (ömür boyu) yürüyüp son nefeste bile bulacağım.”buyuruyor.
Çünkü orası SILAsıdır.
Murad edilen ve Emredilen “Vuslat Vâ’di”dir.
Durmadan, sapmadan, yorulmadan ve bıkmadan yürüyüş...
Bakınız ki bu noktaya varıncaya kadar buyurulmuyor...
“Belâga” fiili kullanılıyor ki erişmek, ulaşmak, gelmek, olgunlaşmak, buluğa ermek anlamları taşır.
Bellega: tebliğ etmek, ulaştırmak, yetiştirmektir.
Hizmetçisi ise, hizmetçi kelimesi değil de, “Fetâ”buyuruluyor.
Fetâ: köledir ki gerçekten bir Nefsin ve dolayısıyla nefsin görevini yapabilmesi için şart olan aklın dünyada işleyeceği amellerine karşılık rehin olduğu Kur’ânî hükmü vardır.
Zorlamıyoruz, zevk ediyoruz...
Hükmetmiyoruz, hazz ediyoruz...

Ledûn ilmini öğrenmek için uzun zaman (riyâzât-çile) içinde yaya ve yürüyerek akıl, nakle gidiyor...
“Lâ ilâhe” diyen akıl, naklîn “illa ALLAH”ıyla buluşma noktasına, Tevhid Tepesine kavuşuyor...

Mecmâ’a beynehuma: İkisinin arasını birleştirdiği yere, sırat-ı müstakîm üzere kemâlât kavşağına (kalbe) ulaşmaya azmediyoruz ki:


Resim---“Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti” (Kehf 18/61)

Azıkları olan kızartılmış (dirilmesi imkansız gibi) balık; Nefs ve Aklın Bezmi Elest Emânetleri olup, elektriksiz bir ampul gibi ölüden de ölü iken;
Muhammedî Pirizle tevhid fişi buluşunca emânet özünden nur fışkırıyor ve imân lambası ilâhî sisteme bağlanıyor...
Zâten kulun üzerindeki emânet Ahdullahdır.
Balığın asıl yurdu derya, deniz olduğu gibi; buz gibi donmuş olan emânet, İlâhî Güneşe (Muhammedî Rahmete) kavuşunca eridi ve derunî denize kavuştu.


Resim--- “(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: “Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuzda yorulduk (başımıza epeyce sıkıntı geldi) ” dedi” (Kehf 18/62)

Emredilen buluşma yerini aşıp, gidip (ifrat) tecavüz edip, haddi aşınca sıkıntıya düşüp yoruluyorlar.
Kahvaltılarını (azığı, işin aslı olan emâneti) isteyince ayıkıyorlar...


Resim--- “(Genç adam): Gördün mü ! dedi. Kayaya (sıla yurdu, Hıra Mağarası, kalb) sığındımız vakit doğrusu ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı muhakkak şeytân unutturdu. O (balık), şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti!” (Kehf 18/63)

Tekrar tekrar ricâ ediyorum ki biz âyete yorum yapmıyoruz.
Kendi anlayışımızı kolaylaştırmak için zevk edip, hisse çıkarıp ibret almaya çabalıyoruz.

Emredilen yer olan hayat sahrasında tuzlu pişmiş balığın olmayasıya (olağandışı) dirilip ilim denizine şaşılacak bir şekilde yol bulup gark olması aklı hayrete düşürüyor.
Ama efendisi ve sahibi olan nefse, balığın dirilip gidişini haber vermesini şeytân unutturunca akıl, özür beyân edip Şeytândan dolayı ve benim yüzümden yol uzadı, vakit geçti, yorgunluk oldu diye üzülüyor...

Burada günümüzde sevgili Peygamberimizin İ’TİDAL YOLUnu hâşâ yetersiz bulup uçmaya, kaçmaya, haddi aşmaya ve tecavüze yeltenip bir de insanları boşuna yoranlara “Kulaklarınız çınlasın ve ALLAH (celle celâluhu) şuûr versin!”diyelim...


Resim--- “Musa dedi ki: “İşte aradığımız oydu!” Bunun üzerine (hemen) izleri üzerine (takib ederek) gerisin geri döndüler.” (Kehf 18/64)

İlginç olan, akıl aranan yerin orası olduğunu (nakle ulaşmadığı, kâmil hâle gelmediği için) hâliyle bilemiyor.
Akıl; kendince imkansız olan, ölünün dirilmesine (hayâl zannettiğinin bu âlemde hakikata dönüşmesine) hayret ediyor.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu “Ölmeden önce ölünüz.” sırrına eremiyor.


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Mütü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur.
(Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Hedefe, şaşmadan, sırat-ı müstakîm üzere gittikleri için yine sırat-ı müstakîm üzere emredilen yerde, murad edileni arıyorlar...
Emredilen yer, Muhammedî Merkez olan Şerîatı Garra Kaynağıdır.
Murad edilen; Mürşid-i Muhtar Muhammed Mustafa (Aleyhi’s-Selâm)’a teslim ve tâbi’ olup tevhidi tekemmüldür.


Resim---“Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf 18/65)

“Kullarımızdan bir kul” buyurularak;
Emr Âleminden olup görevli gönderilen Kudsî Nefha olan Ruh ve ancak ehlinin tanıyabileceği, takıp takıştırmamış Muhammedî bir Mütevâzi Mürşid ne güzel ifâde edilmiştir.
Devrimizde ise bazar kurup davul dövüyorlar...


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “O (Hızır), kuru bir yere oturdu. Sonra, peşinden oradaki otlar yeşerdi.” buyurmuştur.

Kasas 28/86 âyeti celîlesinde rahmetin vahy olduğu, yine Kehf 18/82 âyeti celîlesinde ise “kendi reyimle yapmadım”buyurularak vahye (nass) işaret edilmekte ki Hızır (Aleyhi’s-Selâm)’ı peygamber sayanlar olmuştur.

Resim--- “Musa ona: sana öğretilenden (İlâhî nass, Muradullah), bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tabî olayım mı? dedi.” (Kehf 18/66)

Tasavvuf: Tevhidî Tefekkürün; Tasavvurdan (zihni şekillendirme, hayâl kurma) Tahkike ve Tasdike geçişi için izlenen İlim Yoludur.
Hızır (Aleyhi’s-Selâm) Mürşid, Musa (Aleyhi’s-Selâm) Murid...


Mürşidin (Hızır Aleyhi’s-Selâm) nezdî rahmet ve ledûnî ilim sahibi kılınışına ve Mürîdin (Musa Aleyhi’s-Selâm);
gayretkeşlikle ömür pahasına da olsa canla başla arayışına, emredilene sadakatına, mütevâziliğine, kayıdsız şartsız ve tam teslim olma niyetiyle bilinçli olarak yola çıkıp kendisini rüşde (ebedî erginliğe) erdirecek ilâhî ilmi izinle istemesine, ilmin dışında istekte bulunmayışına ve tâbi’ olacağını peşin peşin bildirmesine ve kısacası edebine hayrân kalıyoruz.


Resim---“Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe (bileliğe) sabredemezsin. (iç yüzünü) kavra-yamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?” (Kehf 18/67-68)

Aklın alışkanlıklarıyla, naklîn nazargâhını seyir ve anlamanın zorluğu...
Eşyânın (şeylerin) hakikatına, ham akılla değil de nakl ile eğitilip öğretilip ve ilâhî aşka dönüşmüşüyle bakılabileceği anlaşılıyor.
Bu ise tasavvuftur.
Akılla ihata olunamayacak, tam kavranıp anlaşılamayacak şekilde haber verilen şeye, ledûn ilmine, müdahale ve mücadeleye kalkışacağı için, işin zorluğu başında bildiriliyor!

Musa (Aleyhi’s-Selâm) söz verip:


Resim--- “Musa: “ALLAH dilerse (İnşâallah), beni sabreder bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim.”dedi.” (Kehf 18/69)
Samimîyyet ve ciddîyetle İnşâallah gayret göstereceğim buyuruyor.

Resim--- “(Hızır da) Eğer bana tâbi’ olacaksan (uyacaksan), sana o konuda bilgi verinceye (anlatıncaya) kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi.” (Kehf 18/70)
Kemâlâtın peyder pey ve zamanı gelince olacağı ve sabır...
Öyle ya anasından yeni doğan bebeğe en iyisi ve faydalısı ana sütüdür.
Akıl: “bal pek iyidir”dese bile henüz çok erken, geçersiz ve zararlıdır...


Resim--- “Bunun üzerine yürüyüp gittiler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman o (Hızır), gemiyi deldi (yırttı, yaraladı). Musa: “Halkını (içindekileri) boğmak için mi onu deldin? Gerçekten (andolsun) sen (ziyânı) büyük bir iş yaptın!” dedi.” (Kehf 18/71)

Resim--- “(Hızır): Ben sana, benimle beraberliğe sabredermezsin demedim mi?” dedi. (Kehf 18/72)

Resim--- Musa: “Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme (yakalayıverip suçlama). Şu işimden dolayı bana zorluk çıkarma (güçlük yükleme) dedi.” (Kehf 18/73)
Bâtına vakıf olmayan mürîd zâhire hükmettiğinden dolayı özür diliyor.
Seyr-ü sülûke devâmını istiyor.
Yolun ve bileliğin şartı olan karışmayıp seyretmeyi ve sözünü unuttuğunu bildiriyor.


Resim---“Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarına (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği, kısası hak etmediği halde) katlettin haa... Gerçekten sen fena bir şey yaptın!” (Kehf 18/74)

Mürşid ve mürîd; seyr-ü sülûkle bir başka makama intikal ettiklerinde, mürşidin bâtını tasarrufuna (kötü ahlâkı öldürmesine) mürîd yine zâhiri görüşüyle itiraz etti.
Ve şiddetle şerîata karşı iş yapmakla suçladı.
Dikkat ediniz ki akıl (fetâ, köle) orada olduğu hâlde hiçbir şeye karışmıyor.
Yolda yardımcı olan akıl nakle kavuşunca susuyor.


Resim--- “(Hızır): Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin demedim mi? dedi.” (Kehf 18/75)

Bu âlemi sadece yiyip, içip, gezip dolaşmak sanan ve esas Muradullahı anlayamayan, Emrullahın nedenini çözemeyen mürîdin meselenin özüne ârif olmadan sırra ve bileliğe sabredemeyeceğini mürşid tekrar hatırlatınca:

Resim---“Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mazeretin sonuna ulaştın.” (Kehf 18/76)

Mürîd; elinde olmadan ve kendi oturduğu yerden gördüklerini hak ve hayr sanmasından dolayı yaptığı ağır suçlama ve i’tirazın farkına varıp bir daha bir şey sorup bir şey istemeyeceğini, özür sınırını aştığını, bunun açıkça ortaya çıktığını ve tekrarlar ise mürşidinin kendisine sahib çıkma hakkını kaybedeceğini anladığını bildiriyor.
Dikkat ediniz ki refik (yol arkadaşı) kelimesi değil de:
“Tusahibni: senin bana sahibliğin, benim sana sahabeliğim” son bulacaktır diyerek bunu anladığını (tebellüg ettiğini) beyân ediyor...


Resim--- “Yine yürüdüler. Nihâyet bir karye (köy) halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak, köy halkı onları misâfir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrultu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi...” (Kehf 18/77)

Mürşid ve mürîd ilâhî yolculuklarında bir beldede bir köye (kalb) intikal ettiler.
Bu köy ve halkı perişandı.
Kendilerinde tâam (yiyecek-rızık) istediklerinde misâfir etmekten kaçındılar.
Mürşid buna rağmen gördüğü yıkılıp enkaz haline gelen ve ancak temeli yerinde duran bir duvarı (kişinin tevhidi) ayağa kaldırdı.
Mürîd; Mürşidinin bu işe ücret almamasına yine i’tiraz etti.


Resim--- “(Hızır) Şöyle dedi: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” (Kehf 18/78)

Rıza yolu olan tasavvuf seyr-ü sülûkünde üçüncü i’tiraz ipi kopardı.
Mürîd üç kere sözünden cayınca, ilk sözünü unutunca ve sabredemeyince araya ayrılık girdi.
Artık mürşid; mürîdine aynanın arkasını (sırrın gerisini, bâtını) anlatıyor:
İyi dinleyip, iyi anlayıp ve iyi faydalanmak lâzım.
Bir masal sanma sakın...
Bizler şu anda bu hayatın içinde, bunları yaşayıp duruyoruz ve her nefes kayda alınıyor ve imtihan oluyoruz...
Bilsek de bilmesek de istesek de istemesek de gerçek budur...
Bu filmimizi mahşer meydanında hesab sahasında abir defa daha izleyeceğiz.
Te’vil: iş ona vardı dayandıysa işin iç yüzünü anlatmak. O şeyi aslına döndürüp sonucu açıklamak


Resim---“Gemi var ya; O, denizde çalışan yoksul kimselerindi, Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında (ya da önünde), her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı.” (Kehf 18/79)

Âyeti celîledeki;
Verâ: zıd anlamlı kullanılabilen bir kelime olup arka ve ön demektir. Ötede olan (kolay görülemeyen).

Şu âyet-i celîlede de geçmektedir:

Resim--- “Önlerindeki o çetin günü bırakırlar.” (İnsan 76/27)

Mesâkin: zavallı miskinler. Ancak, çalışırsa ve emek verirse ekmek bulabilen yoksullar.

Hatırlarsan mürîd, mürşidine; yaşamın maksadı olan Muradullah’a ulaşabilmek için Emrullah’ın işlenmesindeki yolda, neler yapıp yapmaması hususunda ledûn ilmini (bâtını) öğretmesini istemiş, mürşid de şartlı olarak kabul edip ondan söz almıştı.

İlk makamda: İnsanoğlunun imtihana çekildiği binbir fırtınaların koptuğu Hayat Denizindeki “BEDEN GEMİSİ”ne biniyorlar.
Beden, basit bir madde ve mânâ topluluğu gibi görülse de; dünya, din ve âhiret bu gemide yaşanır, elde edilir veya kaybedilir. Muazzam ve mübârek bir imtihandır, kulluk imtihanı.

Beden gemisinin miskinleri (organları olan el, ayak, göz, mide, kalb, hücre, akıl, zihin v.s) kendileri kendi ihtiyaçlarını kendi içlerinde temin edemeyip hayat denizinden temin etmeye mecbur ve me’mur olan yoksullardırlar.
Bir uçtan bir uca bu hayat denizinde maddî-mânevî rızık peşindedirler. Vasıfları açık ve kulluğun Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İlletiyle mevsufturlar (sıfatlanmışlar).
Âcizdirler ki canı çekerseniz, muhteşem vücûd leş yığınına dönüp; dirilik ve hârikalığını kokuşmuşluğa bırakır. 3 gün bir şey yemese ne akıl kalır ne de sabır.
İnsan leşini dahi yiyebilir.
Zillet içindedir ki bir grip virüsü bile yere serip, yerle bir edebilir. Hülasa herşeye muhtaçtır.
Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya, bir kıvılcım enerjiye ve bir nefes havaya...
Bu Beden Gemisinin yürümesi Yaratanın şartıyla mümkündür.

Ruhun, kalbin ve nefsin, emredilen yerdeki muradedilen Rızaullah hedefine olan yolculuğunda önlerinde, kendisine (imtihan gereği) izin ve imkanlar verilmiş azılı, azgın ve merhametsizliğin ta kendisi olan bir yol kesici, soyucu, saptırıcı ve ebedî olarak mahvedici amansız düşman iblis’in ordusu olan şeytânlar beklemektedirler.
Bunu ledün (öz) ilmiyle bilen mürşid; Beden Gemisini şeytânın şerrinden korumak için ona ait işlerde kullanamaz hale getirip Tevhidi Terbiye ile şeytân için kusurlu ve mahsurlu, Rabbü’l-âlemin için ise mükemmel hale getiriyor.
Her birisi insanoğluna ilâhî emânet ve ni’met olan gemi ve içindekileri, Şerîat-ı Garra olan Şerîat-ı Muhammedîye metoduyla koruyor.
Hakkı ve hayrı gören, bâtılı ve şerri görmeyen bir göz, şeytânın ne işine yarayacak...
Çünkü bu âlemde insanoğlu için iki hizib (bölüm) var...
Hizbullah ve Hizbuşşeytân!

Mürşid; Mürîdine: “Bu geminin kullanım şartnamesi, Şerîat-ı Muhammedîyye olan Akvâli Muhammedîyyedir. O ise Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerdir” diyor.
Sıbgatullahla (ALLAH (celle celâluhu) boyası) boyanmış ve gönderine:
“Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammede’r Resûlullah” SANCAĞI çekilmiş bir gemi selâh ve felâhtadır.
Yoksa; yedi renkli “Benlik Bayrağı” ile yola çıkıp, yalan rüzgarlarıyla yol olan ve haram enerjisiyle işleyen bir bedeni, eşkiyâların başı, her nefes başında beklemektedir.
Çünkü işi budur. İzinlidir ve yeminlidir...
Rabbü’l-âlemin ile restleşmişler ve karşılıklı restlerini görmüşlerdir...
İş, bizlere, Rabbü’l-âlemin’in kullarına, ezel sözümüzü tutmaya ve bu beden ve içindekileri şeytânlara yem ve av yapmamaya kalmıştır...


Resim--- “Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mü’min kimselerdi bunun için çocuğun onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.” (Kehf 18/80)

Rehika: sefih, ahmak ve câhil olmak. Günâha dalıp boğulmak. Küçük küçük câhilliklerle sonunda zıvanadan çıkarmak...

Gülâm’a gelince: İkinci Letâif olan NEFS...
Bu erkek çocuğun (nefsin) aslı-astarı ve babası-anası, ebeveyni mü’minler idi.
Baba gibi olan Ruhun, ana gibi olan Kalbin asl ve temel özellikleri ezelden imânî oluşlarıdır.
Gülâm: Bülûğa eren genç delikanlıdır.
Su gibi hayra da akar, şerre de.
Ne varki hayat imkanında meyli alçaklığadır, tıpkı su gibi...
Fıtrî yapısı gereği NEFSin;
Hududullahı aşıp azgınlık yapmaya meyilli hevâ-hevesinin, bâtıl ve şerre giden cehâlet dallarının kesilip, öldürülüp;
Hududullah içinde Muradullah’a ulaştırıcı kemâlât dallarının dirilmesi...
Önce tuğyan ki Emrullah’ı tanımama, keyfî ve hevâî bir yaşayış ve sonunda şeytânî küfür, yâni inkâr...

Mürşid; Muhammedî Merhametiyle endişe edip bir ağaç budarcasına; sapık, azgın ve küfür tohumu üretecek dalları öldürüyor ki ashab-ı şimâl olmasın...
Bunu yapmasına sebeb ise, şeytânî dalları kesilen kişilik ağacının rahmânî dalları Muhammedî Neş’e ile dirilip yeşersin ve ashab-ı yemin ağacı, tevhid tohumları versin...
Yoksa nefs, muhterem ana-babasının fıtrî evlâd sevgilerini istismar ederek onları da küfre çekip götürecekti.
Zirâ onların geleceği, nesli idi...
Âyeti celîlede kullanılan kelimeler hâşâ rastgeleye değildir.
Gülâm: Kanı kaynayan delikanlıdır.
Fıtraten var olan taşkınlık, keyfilik, egoistlik, şehvet perestlik haliyle mevcûddur.
İgtilâm da gülamdan türer ve cimâya (cinsî temasa) çok düşkün demektir.

Nefsin yasaklanan pis huylardan tezkiyesi (temizlenmesi) tasavvufun hedefidir.
Çünkü nefs imtihan oyununun başrol oyuncusudur.
Kazanırsa herkes kazanır, kaybederse herkes kaybeder.
İnsan ruhunun ve kalbinin aslen bildikleri; hak ve hayırda merhamet edileceği, bâtıla ve şerre merhametin edilmeyeceği bilinen bir gerçektir.
Akl-ı selim sahibi bir ana-baba, karnında öldürücü bir ur olan çocuklarını hakkıyla hâzik ve saîd bir hekime; karnını yarıp içindeki küfür urunu çıkarsın diye rızaları ve elleriyle teslim ederken, azgın ve şâki birisinin toplu iğne bile batırmasına rıza göstermeyip canlarıyla siper olurlar...
Hep söylüyoruz, yine de söyleriz...
Mürşid, Muhammedî bir hekim olmalıdır. Nalbant değil...
Yetkisini Rabbü’l-âlemin (celle celâluhu) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den almalı ki yetkisi,etkisi ve faydası olsun. Yoksa dededen, babadan pederşahî intikal eden yarım yamalak, saçma sapan nefsî ve içi boş sözlerle, bizlere ancak nalbantlık yapar...
Ve mâalesef âhir zamanda böylesi pek çok... ALLAH korusun!.. Kader, Kaderullah...
Hidâyet Hidâyetullah için dua ederiz.

İşte mürşid; şimâl (uğursuz) dallarını kökünden kazıyınca, bâtıl ve şer kökünden kuruyunca, insan ağacı yemin (sağ, uğur, baht) dallarını arşa uzatıyor.
Usta bir bahçivan gibi, İlâhî emânet olan Ümmet-i Muhammedî tertemiz kılıyor, buduyor ve hayat veriyor.
Çünkü Muhammedîdir.
Muhabbete ve Merhamete me’mur ve mecburdur.
Nefsî, keyfî ve ücretle değildir.
Hedefinde, Rızaullah ve Cemâlullah vardır. Ve bilir ki bu hedefe Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kalbine girmekle ulaşılır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tüm letâifleriyle teslim ve tâbi’ olarak ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’e istikâmet bulup tâbi’ olabilir...
Dünya şakşukasına ve şaşkınlığına sapanlar ise musalla taşına düşmeden göreceğini görür.
Ancak ALLAH Korusun; şeytânı sevindirmiş, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i üzmüş ve kendisini ise hüsrana düşürüp kârı bırak anadan iflas ettirmiş olur...
Şuûr, şuûr, şuûr!...


Resim--- “(Devâm ederek): böylece diledik (istedik) ki RABB’leri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!” (Kehf 18/81)

Öldürülene bedel olarak, sistemin sahibi Rabbü’l-âlemin; onlara, ondan daha hayırlısını ve temizini versin.
Hayr ma’lûm.
Zekâ’ ise, saflık, duruluk, hâl düzgünlüğü ve kötü ahlâktan arıtılmışlık...
Hayr, hemen görülen iken; zekâ’,ilerde görülür.
Diken tohumunun diken vereceğini önceden bilmek gibi...
Kansere sebeb bir sivilcenin ehlince önceden keşfi ile temizlenme gereği gibi...
ve akrebe ruhmâ: ve şefkâte, merhamete, rahmete daha yakın ve lâyıkını versin...
Göz süruru nesil olsun...
Endişe etmesine sebeb ise; naklle, akla bildirlen ilâhî ölçülerdir, emir ve yasaklardır.


Resim--- “Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. RABB’in istedi ki o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve RABB’inden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben, bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” (Kehf 18/82)

Cedere fiili: lâyık ve ehil kılmaktır.
Dikkat et ki köşk buyurulmayıp cidar buyuruluyor.
Önceki âyet-i celîlede harab olmaya yüz tutan kalb kariyesi (köyü), bu âyeti celîlede Medine (Hakkın ve hayrın üstün kılındığı medenî makam ki, Resûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine’si gibi) buyuruluyor.
Nefs, ruhun önderliğinde bu makamlara ulaşırsa karye Medine’ye dönüşüyor.
Aynı yerde Muhammedî güneş doğunca gece, gündüz oluyor.

Bu iki yetim gibi henüz kemâlât, cehâlet ayırımını tam yapamayan, büluğa ve rüşde ermemiş olan kişinin âhirete ve ezele dönük yüzü gibi olan ruhu ile dünyaya ve ebede dönük yüzü gibi olan nefsi;
kendi ayakları üzerinde durup, akıllarını başlarına toplayıp, el ele ve sırt sırta verip, tahkik tevhidle el birliğiyle canla başla yaşayış işinin şuûruna erip, hakkın ve hayrın şâhidi olduklarında;
celâl ve cemâl cem’i olan cidarın temelindeki kendileri için lâzım ve lâyık olan tevhid hazinesine ulaşıp, ahret ve dünya arasındaki berzah olan kalb kariyesini Muhammedî ve Medenî Medine Şehri haline her yönüyle getirip mâ’mur kılsınlar.
Sâlihlerin bırakacağı hazine İLİM VE İRFÂNDIR.
Edeb ve erkândır...
Kırk katlı apartman değil...
Sâlih: Hakkta isâl eden (akan) sulh ehlidir. İslâh edicidir...
Muradullah, açık ve net olarak kullarının kendi dilemeleriyle, akıllarının rüşde erip (hidâyetle) kendi kaderlerinde olan Ni’metullahı kendi emekleriyle günü gelince kendi mülklerinden çıkarmaları yönündedir.
Onlar rüşde ermeden ve güçlenmeden hazine ortaya çıkıp yağmalanmasın diye camdan köşk olan kalbin iç yüzü (bâtını) sırla kaplanıp dışardan içi gözükmüyor...
Bakan ise değil içerdeki hazineyi sadece kendini görüyor...
Mürîdin hazinesini ve sırrını mürşid, sebeb olarak, koruyor... Çocuklar ilerde nerden bilecek hazineyi dersen, Tevhid Tebliğcisi Muhammed (Aleyhi’s-Selâm) günde yedi kez ilânât yapıyor (Teheccüd-Sabah-Duhâ-Öğle-İkindi- Akşam-Yatsı), o gündür bugündür...
Dağlar taşlar inliyor ve her zerre dinliyor da; âhir zaman yorgunu, keyfinin tiryâkisi, ve nefsinin insafsız zulümkârı insanoğlu (yâni, bendeniz) ya duymuyor ya da umursamıyor...
Veya ALLAH (celle celâluhu)’nun izni ile duyuyor ve derhal uyuyor. Teslim ve tâbi’ oluyor ve Muhammedî Meşhere (teşhir yeri,sergi) katılıyor...
Bu duyuş ve uyuş özelliği ve güzelliği ise, her canda fıtraten mevcûddur.
ALLAH Teâlâ âdildir.
Ancak; kul, kullanır veya kullanmaz.
Bakınız:
“Rahmeten mi’r Rabbike: bu, RABB’inden bir rahmet olarak!”
Mürşid: olanları, sonuçlarını, sırlarını, derunî ve ledûnî ilmi, hepsini “Senin RABB’inden (senin için) bir rahmet olarak!” buyurarak kendisi,
Rahmetenli’l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir hizmetçisi olarak kenara çekiliyor...
Emrullah ve SIRRı olan Muradullahın rahmetten ibâret olduğunu vurguluyor...
Rahmetullah görülsün diye var edilen sistemde, bu maksada hizmeti beyân ediyor.
Böyle buyurması da yetmiyor ve mürîdini kesin kanâatını mutmaînneye ulaştırmak için:
“Ben bunları kendiliğimden yapmadım.” buyuruyor.
“Bunlar benim nefsimin emriyle olan işler değil.
Emir, vahiyle Rabbü’l-âlemin’dendir.
Fiiliyatı benden sanma. Beni, fiilimi hatta düşünebilmemi bile takdir edenin emriyle işledim... Yoksa kendi işimden, kendiliğimden değil...”

Bir başka zevk tarzı olarak da:
Kulluk İmtihanı gereği halkedilen Nefs-i Emmâre ahlâkı tek kelime ile Şerîattullahta da reddedilen ve şeytana arkadaş kabul edildiğinden Nefs-i Emmareyi biz kendini kral ilân eden gasbçı olarak düşünebiliriz.
Öldürülen çocuğu Nefs-i Levvâme, hazinelerin sahibi iki yetimi Nefs-i mülhime ve Nefs-i Mutmaînne olarak zevk edebiliriz.
Hazineleri ise Hakikat-ı Muhammedîyye ’dir.

İşte Hakka (emânete), hayr (ni’met) ile yapılan seyr-ü sülûk seferinde:
Şerîatta Beden Gemisinin Terbiyesi;
Tarikatta Nefs Çocuğunun Tezkiyesi;
Mârifette Kalb Kariyesinin Tasfiyesi ve
Hakikatta Ruhî Sırrın Te’vili olan Tecliyesine (tecellî edişine)
Sabretmekte zorlandığın, yalnız başına güç getiremediğin hususların, varıp dayandığı sonucun zevkî izâhı budur...

Neticede herkes kendi hazinesi olan alın yazısı levhasına ulaşır, dilini öğrenir ve okursa, gereğini yapar...
Bu dili ise, baş öğretmeni Muhammedü’l-Emin Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm öğretmektedir.
Kader, Kaderullahtır ve değişmez.
Ancak kula emredilen, hakkı ve hayrı tercih edip, irade-i cüz’iyesiyle azmedip ve gerisini El VELÎYYÜ’l-VEKÎL (celle celâluhu) olan Rabbü’l-âlemin’e bırakıp vekil kılmaktır...
Ve unutma ki kullar için;
Mürşid-i Muhteşem ve Mübârek TEKtir ve Muhammed (Aleyhi’s-Selâm)’dır.

Dar kafalı, dünya ile arası iyi olan ve âhirette de tuzum kuru olsun diye çabalayan kardeşlerimden bize kızanlar ve öfkelenenler olacaktır.
Hep arz ediyorum ki:
Biz, Kur’ân’ın içindekileri; gözlerimiz, kalbimiz gibi, hakka ve hayra, maddî ve mânevî kullanalım diye inzâl buyurulmuş Ni’metullah biliyoruz.
Bilmek, bulmak ve olmak için şifâlı ve şerefli Nurullah olduğuna inanıyoruz.
Ellerimden de öte, bizim olduğuna inanıyoruz.
Her harfinin hükmünü anlayıp yerine getirmeye can atıyoruz...
Etrafı surlarla çevrili, kapalı ve girilemez olan kişisel kaleler olarak kabul etmiyoruz...
Kur’ân-ı Kerîm; kâfirlere de açık, kâinât gibi...
Herkes için ortadadır ve giriş ücretsiz ve serbesttir.
Çünkü, giren;
İhânet, Dâlalet, Cehâlet Ve Gaflet Ehli, en azından müslim çıkar!
Müslim giren isi, Mü’min-i Billah çıkar...
Herkes aklı kadar anlar ve zâten o kadardan da sorumludur...

ALLAH (celle celâluhu) rahmet eyleyip razı olsun nice Muhammedî Âlimlerimiz, nice kıymetli eserler bırakmışlar...
Kendi mîrâsımız ve malımız gibi kullanıp faydalanıyoruz.
“Benim, senin, onun” da demiyoruz.
Çünkü biz, bir bütünüz ve Muhammedîyiz...
Herkesin de fıtraten ve zâten Muhammedî oluşunun şuûruna ulaşmasına maddî-mânevî, ücret düşünmeden, sırf Livechillah ve Rıza-i Resûlullah için İnşâallah son nefese ve Cennet-i Naim ‘ e kadar hasbî hizmetçi ve hademeyiz...

Arz ettiğim gibi irticâlen yazıyorum.
Bu satırlar bu nefeslerin, ilhâmı, anlayış ve arz edilişidir!
Biraz sonra ise, biraz sonra doğanlar gelir...
Eksik-fazla olabilir...
RABB’imiz; i’tidalde, hakta, hayırda ve rızasında kılsın.
22 âyette zevk ettiğimiz âyeti celîlelerin meâllerini tefsir âlimlerimizin tefsirinden özellikle arz ettim.
Sözün zâhiri ve aslı budur.
Ancak Tasavvuf Bâtın İlmidir.
Hikmet İlmidir.
Anlayış ve Yaşayış İlmidir...

Mürîd sensin, benim veya bir başka kuldur ve BİZ-İZ...
BİZ ise mutlâk Muhammedîyiz hamd olsun...
Mürşidimiz ise Muhammedü’l-Muhtar (Aleyhi’s-Selâm)’dır...
Hâşâ, Hızır (Aleyhi’s-Selâm)’ın yerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i,
Musa (Aleyhi’s-Selâm)’in yerine seni, beni koymak değil!...
Mürşid-Mürîd anlatılıyor!...

Bu âyeti celîleler, çocuklara masal anlatılır gibi bir maksadla hâşâ inzal buyurulmadı...
Uyan ve iyi bak...
Bu kâinâtta maddî olarak maksadsız bir zerre ve zerresiz bir boşluk bulabildin mi?
Uyan ve iyi bak!
Bu yüceKur’ân-ı Kerîm’ de maksadsız nokta ve noktasız (asl) bir harf var mı araştır?
Her harfin, noktanın yürümesinden doğan sır küpleri olduğunu unutma...
En iyisi Sûre-i Mülk’ü, alıcı gözle bir daha oku azîz dostum!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

GÜLMEK ile AĞLAMAK
Tarih: 15.08.2009 Saat: 11:38 Gönderen: kulihvani

Resim


ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


GÜLMEK ile AĞLAMAK

Ne anahtarıymış?
O küpün içinde oğlum, karşınızdaki bir insanın durumunu ölçecek mânevî âletler gizlidir oğlum.
“El kahhatü’n mine’ş-şeytan el tebessüm min Allah.”
“Kah kah kah gülmek şeytandandır!” demiş Cenâb-ı Peygamber.
“Tebessüm Allah’tandır!”
O halde gülmek ile ağlamak arasında da bir şey vardır.
Bu âletler orada bulunur.
Hepimiz güleriz, hepimiz ağlarız.
Ama niye güleriz niye ağlarız. İkisi de muhabbetten.
Ağlayan adam da bir şeyini kaybetmiştir, gülen adam da bir şey hoşuna gitmiştir.
O da muhabbettendir.
Hoşa gitmek muhabbetten gider.
Ağlamakta muhabbetin kırılmasından husule gelir.
Mevzu aynı, birisi ön çifte birisi arka çifte. Çifte atmak demektir bu.
Bak neler var insanlarda.
Ama siz hiç farkında değilsiniz hiçbirinin.
Aha ben söylüyorum. Daha neler var bunların içinde...

Onun içi aziz cemaat birbirinizi seviniz.
İnsanlar birbirini sevmek kadar güç iş yoktur.
“Efendim felan insan fenâdır.”
Fenânın da güzel tarafı vardır o tadı bulmağa savaş.
Dedelerimiz demiştir: “İyilikle yılan bile kovuğundan çıkar.”
İnsanları, hayvanları, nebatatları seven insan Er Rahmân Esmâsının tecellîsi kendisinde şey eder.
Rahmetellil Âlemin gurubuna girer.
Onun için bunların mümessilleri, dünya yüzündeki repirezatanları ajentaları, daha yeni birçok lakırtılar çıktı o daha yenilerini ben bilmiyorum.
Benzin deposu işte ajanta, majanta.
Bunların acentaları da, şu secdeye veya kimsenin beğenmediği şu secdeye baş koyanlarındır.
Hepimiz Rasûlullah’ın getirdiği Dinin ajentalarısınız, mümessillerisiniz.
En büyük tanker Cebrail a.s., Rasûllah’ın deposuna, o depodan da bize, bizde müşterilere satıyoruz.
Depodan benzin satın alamazsınız, Bayilerden alırsınız.
İşte İslamlarda secdeye başını koyanlar, Rasûlullah’ın büyük kendisini Allah tarafından gönderilen o büyük ne ise işte o, onun mümessillerisinizdir.

Ara sıra tankerin boşandığı zaman, doldur onu.
“Efendim namaz kılıyorum!”
Ehee Kılıyorsun bende biliyorum. Zâten burada işin yok.
Namaz kılıyorsan, tankerin içinin pis tutmamasını, pas tutmaması için bu.
Tanker bitmez suyu ama, bir gün biter.
Doldurmak için herkes uyurken gece kalk gece.
Gece de çok iş vardır.
“Gecede ne var?”
Uyku. Uyku da var yaaa.
Bazısı uyuyamaz: “Doktor bey ben uyuyamıyorum?”
“Eeeeee no old?”
“Uyku ilacı alacağım!”
Hay hay. Gelir bu kuvvetli. Daha kuvvetlisini vereyim.
“Nasıl?”
Çok iyi uyuyor.
“Tamam tamam uyu!”
O zâten uyanıklığa tahammül edemiyorum.
Gaflet içinde. Gafletten biraz uyandı mı sıkılıyor oradan tekrar gaflet uykusuna gitmek için uyku ilacı alıyor.
Gözünü güneşe bakarsan kamaşır, etrafını gözemezsin.
Hemen siyah gözlük takmak lâzım.
Bakma sen o uyku ilacı alanlara.
“Siniri var bilmem ne!”
Yok efendim böyle bir şey yok. İslamda böyle şey olmaz.
Sinir! Gelirler. “oooooo ellerim tutuldu!” diyor.
“Ne oldu?”
Kalbine bakarsın bir şey yok. Bir şey yok.
“Efendim ölüyor. Kuş gibi bağardı sabaha kadar!”
Ulan bu kuş mu, hayvan mı. Kuş gibi ise git baytara söyle.
De ki: “Efendim bu kuş ölüyor!” de.
Bunların hepisi saçma lakırtılar. Öyle şey olmaz.
İnsan hasta olur. Tansiyonu çıkar, kalbi bozulur. Bilmem ne olmuştur. Bilmem ne olur. Olur anladım.
“Efendim sinir geldi!”
Gözlerini açarsın, yok!
En çok hanımlarda olur haaaa.
Bazı hanımlaşmış erkeklerde de vardır.
Ben otuz senedir seyrediyorum.
Sinir hastalığı, yok sinir hastalığı diye bir şey yoktur.
Hatta bu edebsizlik, dünya tarihinde ilerliye ilerliye bir de Sinir Hastalıklara Mutahassıslığı icat edilmiştir.
Ama sapıtmak başka oğlum. O başka.
Y”ok efendim, sinirlendim. Fâreyi gördüm sinirlendim. Felancayı gördüm!”
Yok bir öyle bir şey. İslamda böyle şey olmaz.
İşte Allah diyene hiçbir şey yanaşmaz, bunlar.

Onun için aziz cemaat!
İnsanın kıymetini, yaratışındaki değeri ancak Allah’ı zikreden bilir.
Allah kendini zikreden kimseyle yan yana oturur. Yan yana oturur!
Hakk’ı yanında göremezsen, Allah’ı yanında göremezsen oğlum, boşa ibadet ediyorsun.
“Ne demek?”
Allah zikri insanın her tarafına sirâyet eder!

Aziz cemaat!
Şu yemek yiyorsunuz biliyorsunuz.
O yemek esnasında yaptığınız gürültüyü işitseniz, yemek yiyemezsiniz.
“Ne demek bu efendim?”
Aha müsaade edin, şu parmaklarınız kulağınıza tıkayın.
Aha şimdi yapın. Yapın tıkayın.
Çenenizi hareket ettirin. Yapın, yapın! Şey ediyorum.
Gürültüyü görüyorsun değil mi?
Hele tavuk yerken, böyle hayvan gibi yemek yersen o gürültü böyle “gümbür gümbür gümbür!” olur.
Ulan! Yemek gürültüsünü çene şeyinde duyuyorsun da içindeki “Allah!” gürültüsünü nasıl duymuyorsun?
Gürültüyü duydun mu görmüşsün demektir.
Tayyare “gürrrrr gürrr!” geçior.
“Tayyare!..”
“Nerden gördün ağam?”
Aaa.. Gürültüsünden.
Eeee işte o da gürültüsünden, ve yanındadır senin be.
Bir Hadis-i Kudsî de diyor ki: “İnsan tek taraflıdır” bir taraflıdır insan.
Cenâb-ı Allah, insan tek taraflı değildir. Tek taraflı değildir.
Allah, Cenâb-ı Allah tektir.
Yalınız milyonlarca şekilde tecellî eder Cenâb-ı Allah.
Milyonlarca şekilde tecellî eder.
Hangi uzvu insanın zikr ile meşgulsa, Allah oradadır.
Yani uzvu, o uzvu Allah’ın huzurundadır demek ki.
Daha başka mânâsı Allah o uzuvla beraberdir demektir.
Al şunu eline, nefsi öldürme.
Bütün kuvvetinnen herifin kafasına çekti mi, Allah senin o elinde Kahhar Esmâsıyla tecellî eder.
Vurdun herifi geberttin.
“Eeee Kahhar Esmâsı ile tecellî edeceğine de be it!” diyeceksin o adama “Rahmân Esmâsıyla tecellî etsen ne olur!”
Bir odunnan bir kişiyi öldürürsün.
İki kişi, üç kişi. Beşincisi seni ezer.
Fakat Rahmân Esmâsıyla on milyon kişiyi mest edersin.
Onun için gece kalkıp da ağam namazını kılarda bir dua etti mi on bin kişi kurtulur.
Sirgortasın kıymetini bil.
O halde islamnan bir çok devirde kendisi için değildir.
Başkasını da kurtarmak içindir.
Allah hepisine şefaat ve rahmet verebilmek için sizleri pınar yapmıştır. Belediyeden bir lakırtı söylüyorlar her mahalleye gidebilmesi için hoparlörler koymuştur.

Milletler azıttı mı, milletlerin içindeki onların nizamını, ruhanî düzenini, Allah’ın âfetini, bir Müslüman bir mahalleyi kurtarır.
Bir Müslüman bir mahalleyi kurtarar.
Ama bir edebsiz bir müslümanda bir mahalleyi mahveder.
“Nasıl edebsiz Müslüman?”
Namazını, orucunu morucunu kılar, fakat hased içindedir, hased içindedir.

Bir gün Rasûlu Salllahu Aleyhi Vessellem Efendimiz mübârek sahabelerine vaaz ederken Hücre-i Saadetin yanında da Hz. Aişe validemiz. Allah şefaatine nail eylesin. Âmin.
Hz. Aişe’nin bir şeyi hatırıma geldi ama onu sonra...

Demiş ki zamanı evâhilde, Rasûlullahu Salllallahu Aleyhi Vessellem anlatıyor: “ İkiyüzbün kişilik bir memlekette yetmiş bin kişi birbirinden habersiz gece evlerinde teheccüd namazinâ kalkmışlar.
İki yüz bin kişilik bir şehirde şu evdeki kalkmış.
Öteki evdeki kalkmış. Birbirlerinden haberleri yok. Teheccüd namazinâ kalmışlar. Abdestlerini almışlar.
Peygamberden, ulan Peygamber devri, Peygamberden çok evvel ki devirlerde namaz var mıydı?
Namaz teeee Hz. Âdem’den beri başlamıştır.
Secde etmek ne demektir.
Meleklerden bize intikal etti namaz.
Teheccüd namazinâ kalkmışlar.
Mahallenin birisinde de yine bu inananlardan ikisi gayru-ı meşru’ zinâ yapıyormuş.
Erkek erkekken zinâ yapıyormuş.
Cenâb-ı Allah o yetmiş bin kişi namazda olanlarda dahil olduğu halde şehrin birden altını üstüne getirmiş. Mahvolmuş.
Ordan mübârek Aişe validemiz: “Yâ Rasûlallah demiş birden bire.
Yani bu nasıl iş!” demiş.
Yetmiş bin kişi teheccüt namazında olsun.
İki tane edebsiz bilmem ne yapsın.
Bunların altını üstüne çıkar.
“Taalukum Yâ Aişe. Gel buraya yâ Aişe!” demiş.
Çıkmışlar şeye. Mescidin dışarısına. Medine’de oluyor bu. Kumluk orası.
Geç yalın ayak, o zaman nerde böyle ayakkabılar, naylonlar, falanlar.
Naylon iç deydi o zaman, şimdi dışa vurdu.
Anlatmağa başlamış.
Bööööyle o mübârek ağzı ile İlahî hoparlörden mübârek dudaklarından çıkan o güzel sözleri hep mübârek yüzüne bakarak.
Rasûlullah Efendimizin böyle omzlarına kadar saçları var.
Ela gözleri var. Nur-u Rasûlu. Onun gibi güzel yoktu.
Hz. Ebu Bekir bakarmış: “Yâ Rasûlullah sen ne güzelsin!”dermiş.
Ebu Cehil bakarmış: “Senin gibi çirkin adam yok!”
İkisine de gülermiş Rasûlullah.
“Yâ Rasûlullah niye atayım şunu” Ömer demiş “atayım şunu.”
“Yok demiş yâ Ömer demiş. Ben bir aynayım” demiş. “Kim bakarsa bana kendi yüzünü görür” demiş.

Onun için hepiniz aynasınız oğlum!
Herif bilmem ne etti diye kızma!
İslamı kimse tahkir edemez.
Efendim, geliyor yüzü, mezbahadan et yemiş köpekler gibi gece gelirler, kavga etmişler.
“Ne oldu?”
“Efendim mahalleye gidiyordum da hiç tanımadığım bana vurdu.”
“Ulan bana niye vurmuyor? İmam Hasan Efendiye niye vurmuyor? Durup dururken niye .”
“Efendim benim bilmiyorum kabahatim yok!”
Bir var, eeeelbet kabahatı var.

Onun için Rasûlullah’ın Nurunu yüzünde tecellî ettirirsen kızmazsın.
Zâten kızmak İslam işi değildir.
Birine kızmanın peşinde sabırla, sabır
Min cimile min cumuhu min câmihi kudretihi.
Gemleriyle tutarsan hiddetini, hiddetini o sabır değildir.
Sabır, karşındakini hiddet ettin aman sabır et.
O sabır değildir. O frene basmak demektir oğlum.
Şey gidiyor, baktı ki yuvarlanacak, frene basmak demektir. O kendin için.
Sabır, karşındakinin bütün edebsizliğine karşı hilmi şefkatle bakabilmektir. Sabır bu.

Mübârek Rasûlulah’ın Uhud Harbinde dişleri kırıldı da ellerine kaldırmış: “Yâ Rabbî sen bunları affeyle, ne yaptıklarını bilmiyor!” diyor.
Bunu ancak işte Allah’ın Rasûlü söylüyor.

Anlatırken bir aralık yerde karıncalar vardır, büyükçe.
Hz. Aişe validemizin bacaklarından yukarı dizlerine kadar karıncalar toplanı vermiş.
Farkında değil mübârek kadın. Çünkü nasıl farkında olur yav Rasûlullah konuşuyor yav. Dalmış tabi.
Derken o karıncalardan bir tanesi ısırıvermiş.
Dinlerken Hz. Aişe Validemiz şöyle bir yapmış. Yine dinliyor.
Rasûlullah demiş: “Yâ Aişe ne oldu?” demiş.
“Yâ Rasûlullah nemeli” demiş “Karıncalar ayağıma çıktı” demiş.
“Eeee hepisi mi ısırdı yâ Aişe? ” demiş.
“Yok Yâ Rasûlullah, bir tanesi”.
“Sen kaç tanesini öldürdün!” demiş.

Yaaaaa bunda Ders-i İbret var.
Onun aksi de câri’.
“Nasıl aksi de câri’?”
Bakarsın Celâli İlahî tecellî edecek, zelzele olacak.
Bir müslümanın birisi kendi.
Demin dedim yâ hani bir şeyi var, küp var içinde mânevî ölçüler, âletler var.
Haaaa oradan bir sismoğrafı vardır herifin.
Zelzeleyi evvelden haber verir bu şeyi sismoğraf,olduğu zaman. Üniversite sismoğrafı değil bu.
Yaaa bir sıkıntı gelir.
Secdeye kapanır: “Yâ Rabbî dur hele ümmeti Muhammed var.
Sen bilirsin Yâ Rabbî Sen bilirsin!”
Zelzele olur, hiçbir burun kanamaz.
İşte orada o âletlerden çok var oğlum.
Ne âletleri? Ne âletleri?
O âletler bulup o âletler bul.
“Nasıl?”
Gülmeyle ağlamak arasındaki Sır Köprüsünü bul.
“Efendim sen biliyor musun?”
O sana ne? Bilirim bilmem. Ya bilirim ya bilmem.
“Eeeee bana da ver!”
Yağma yok. Öyle yağma da yok.
Bilsem zâten yazar satarım şimdi para kazanmak için.
Bilmem akrep muskası, bilmem ne muskası gıyamet gibi gidiyor sokakta. Ama akrep muskasını satar. Satan herifi akrep ısırıyor.
Dünyada iyi insan tükenmez aziz cemaat, her zaman vardır.
Bu gibiler gönülden konuşurlar.
Doğruluk onların şiârıdır. Zâten doğruluk gönlün konuşması.
“Gönlün konuşması nedir?”
Nur-u Muhammedinin olduğu yerden geçti mi lakırtı süzülür.
Puta-yı Rasûlullahta erir. Bakırla altını putaya koyduğun zaman, bakırla maden birbirinden ayrıldığı gibi.
Onun için gözün göremediği, kulağın işitemediği, burnun alamadığı kokular, hadiseler, sesler vardır.
Bunları kalb gözü taşıyan insanlar görürler, duyarlar ve koklarlar.
Bu gibiler gizli değildir.
“Nerede gizlidir acaba, mağara da mı?”
Yok yok yok!
Ayna olmadan insan kendini göremez . Elinle bak göremezsin.
Kendini görmen için aynaya lüzum vardır.
Kendindeki kokuyu almak için sana senin kokunu aksettirecek aynalar vardır.
Kulağa vuracak güzel sesler duyuracak, aks-i sedâ yaptıracak insana.
Bak sesini duyamıyorsun kulağını koyduğun zaman bu zaman gürültüyü hissediyorsun.
Bu da bir ayna.
Gülmekle ağlamak arasında da bir ayna gizlidir. Orda kendini görürsün.

Bu lakırtıların mânâsı çok incedir aziz cemaat!
Bu sözler, herkesin söylediği sözlerdir.
Söylenmeyen veya söylenemeyenlerin esrârı bu söylediklerimde gizlidir. Anladınız mı?
Söylenmeyenlerin veya söylenemeyenlerin, dili yetmeyip de söylenemeyenlerin esrârı şimdi söylediklerimde gizlidir.
Bu sözler kalb gözü olanlara Sırr-ı Mârifet sürmesi çekmek istiyoruz, gözlük veriyoruz demektir.
Bunu anlayan anlar.
İçinizde boş adam yok yavv. Hepiniz dolusunuz.
Dolu amma iyice konserve kutusu gibi kapalısınız.
Açacağınız yok elinizde.
Konserve kutuları kapalı..
Yok keserinen vursa ulan bu getirdi kara çiviynen vuruyum derse çivi o tarafa fışkırır olmaz.
Onun güzel açacağını bulun.

Taş yanmaz bilirsiniz aziz cemaat. Taş, taş.
Taşı amma ateş yakar.
Taş çok serttir. Ateş amma çok yumuşaktır.
Taşı su deler. Taş katıdır. Su ise mulayim.
Kireçte var. Su da sudur. Fakat su kireci eritir.
Bak neler gizli dünyada.
Her an Allah’ın ye’d-i kudretinde olduğunu idrak edebilmek için bunu düşünmek lâzım.
İhlas işte budur.
Bunlar bir nevi târif. Şu şöyledir, bu böyledir.
Açıklanamaz çünkü Rububiyet Sırrının demin dedim ifşâsı küfürdür. Şimdi şuradan öyle şeyler var ki bunları söylese, söylense bilsem de söylesem ya Kanun beni tevkif eder.
Yahut bu herif cizivit oldu dersiniz.
Anlaşılmaz güldür oğlum.

Onun için aziz cemaat bu açılmayan konserve kutusunun, kulağındaki elini koyduğun zaman duyduğun ses, zâten sen kendi sesini de duymuyorsun.
Bak ben buradan konuşuyorum aziz cemaat,
Hepiniz uzaktasınız.
Ama kulağınızdan duymuyorsunuz.
Sanki kulaklarınızdan uzuuun bur hortum, görünmeyen benim buraya gelmiş ağzımda hissediyorsunuz sesi, kulağınızda değil!
Dikkat edin, sesi benim ağzımda duyuyorsunuz kulağınızla değil.
Değil mi?
Bak ağzımın içinde sesi hissediyorsunuz.
Ama beni de yine burada görüyorsunuz.
O halde kim görüyor oğlum. Kim işitiyor.
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim” diyor Cenâb-ı Allah.
İçinizde sizin yerinize Allah görüyor.
Sizin yerinize Allah işitiyor.
“Ben size sizden daha yakınım.”
Aç konserve kutunu da beraber hemdem olun beee!
Anlayamadı? Kabahat bende değil.

Onun için bu kutuları, o küpleri bunlar ne kutu var ne küp var.
Var ama anlatmak için küpler var, anlatmak için.
Gidip de konservecide konserve arama oğlum.
Konserve sensin zâten. O konserveyi ya aç, adam akıllı ol.
Yahut da onu daha daima kokutmamak için kendi kendini tuzla!
Bunların hikmetleri vardır dünyada âyettir bunlar.
Koskoca denizde balık vardır, zehir gibi tuzlu suda yaşar.
O mübârek balığı alırsın, bir damla tuz koymadan yiyemezsin onu, hikmete bak.
Bunlarda Allah bir şeyler.
İşte kapılar bunlar anahtarlar bunlar.
Biz öküz gibi bakarız!
Parıl parıl kokmuş mu, kokmamış mı?
Kaç para kilosu sekiz lira, aha olur aha.
“Paramız yok. Yok efendim bir lira!”
Ulan onlar denizden çıktı deeeey Karadeniz’den çıkıyor Eskişehire bu nasıl geldi biraz hele düşün. Biraz fikri imal et.
O halde böyle fikri imal edersen bir saatlik, bir anlık tefekkür bin yıllık ibadete bedeldir.
Allah’ın hikmetine bakın!
Karadeniz’den çıkan balık geliyor, Kaymazdaki, Kaymazlı Hasan Efendi geliyor.
“Ulan balık alalım!” diyor alıp götürüyor eve veriyor.
Aldığı balıkta tabi kokmuş. Herif farkında değil götürüyor eve.
Evde bir zehirlenme, bir isal haydiii.
Karadeniz’deki balığa verilen emre bakın.
“Ağa tutulacaksın. İstanbul Boğazından gireceksin.
Kayıkçı Hasan tutacak seni.
Yemiş İskelesine getirecek, ordan kontroldan çıkacaksın, satılacaksın.
Sen yalınız sepete konacaksın.
Kamyonnan Eskişehir balıkçısı bilmem balıkçı Hüseyin’e gideceksin. Kaymazlı Hasan Efendi geçerken seni görecek, alacak!



KELİMELER:


Mutahassıs: Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mahir olan. Has ve mahsus olan.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzv: Uzuv. (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Mezbaha: Hayvanları kesecek yer.
İbret: Uyanıklığa sebeb olan ders. Çok çirkin ve düşündürücü. *Tuhaf, acâyip.
Sismoğraf: deprem şiddeti ölçen âlet.
Puta: Pota. f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
Aks-i sedâ: Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
Tevkif: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme. Arafatta mevkaf olan yerde durdurmak. Bir kimsenin koluna bilezik takmak.


ÂYET:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim---"Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/17)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

BEN Taraf mıyım?
Tarih: 16.08.2009 Saat: 11:57 Gönderen: kulihvani

Resim

BEN Taraf MIyıM?

Latif YILDIZ

Bu soruyu bendeniz de,
Kulluk Kimlik ve Kişiliğimi vicdanımda HAKK’ın Huzurunda karşıma aldım sordum:
Mülkün Sahibi El Mâlik (cc) dan habersiz Fakriyyetteki Mâlikiyetime,
Kudretin Sahibi El Kadîr (cc) dan habersiz Acziyetteki Hüviyyetime,
İzzetin Sahibi El Azîz (cc) dan habersiz Zeliliyyetteki Mâhiyyetime,
Ebediyyetin Sahibi El Evvel (cc) dan habersiz İlliyettteki Mâliyyetime sordum!..

Az da olsa olan AKLım: “NAKLe baksak; Allahuzülcelâl Hükmullahında ne buyurmakta, Hükmün DUYup-Uyanı ve Uygulayıcısı Resûllullah sallallahu aleyhi vesellemimize sorsak Sünnetinde tarafmıymış?” dedi sağ olsun!..
Buyurunuz bakalım İnşâallah…


Her bir ŞEY’in ve İnsanın MERKEZindeki-İçindeki-Enfüsündeki Sabit NOKTAnın Merkezinden de YAKÎN Olan El HAKK (cc):

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim--- “Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Tüm Mevcûdat-yaratıklar Çenberinde kim var diye baktığımızda İnsanın Dışındaki-Âfâkındaki-MUHİTindeki:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

Resim--- “Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAH’ındır ve ALLAH her şeyi kuşatmıştır.” (Nisâ 4/ 126)

Kaldık mı iki arda bir derede?..
Nerede ve nereye dönmeli?..


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Resim--- "Ve lillahil meşriku vel mağribü fe eynema tüvellu fe semme vechüllah, innallahe vasiun alim: Bununla beraber, doğu da Allah'ın batı da! Nerede yönelseniz, orada Allah'a durulacak yön vardır! Şüphe yok ki Allah'ın rahmeti geniştir ve O, her şeyi bilendir.” (Bakara 2/115)

Zerreden Kürreye, Atomdan Kâinâta kadar her ŞEY heberdâr mıdır RABBülâlemiden?


تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

Resim--- “Tüsebbihu lehüs semavatüs seb'u vel erdu ve men fihinn ve im min şey'in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura: Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar (herşey, herkes) O’nu tesbih ederler. O’nu o hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44)

Bunca ŞEY’in ASLı Astarı nedir?
Aslı Nûrullah da Astarı Nûr-u Muhammed midir?



اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ

Resim--- "Allahü nurus semavati vel ard…: Allah, göklerin ve yerin nûrudur…” (Nûr 24/35)

Resim--- Câbir B. Abdillah (radiyallahu anhu)’dan: “Yâ Resûlullah! Anam, babam Sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yaratığı şeyi bana söyler misin?”dedim. Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Yâ Câbir! Eşyâdan önce kendi nurundan (Nurullah) senin peygamberiyin nurunu yarattı ve şöyle buyurdu: “O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kâlemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip 4 parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip 4 parçaya ayırdı. Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir.......” buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175;İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde: “ALLAH: “Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.”buyurdu” buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)

İKİlik-Şeytanlık İmtihanında Hevâ ve Hevesinin kölesi olan Şaşkın, Taşkın ve Azgın NEFSim hemence Ham, Çiğ ve Yoz yakaladığı AKLıma:
“Her bir ŞEY’i, OLAY’ı, SÖZ’ü ve DÜŞÜNCE’yi;
Kaza-Kader, İrade ve Dilemesiyle YARATAN Allahuzülcelâldir.
O hâlde istediğini yap! İstediğin yöne dön!..” vs. demeye başlamaz mı?

Anlamaya çalışalım Şeytanlık Makasına gevilmeyelim dedim:
Var olan insanın bir fiili işlemesi için üç safha vardır:

1-O fiili dilemesi,
2-O fiili işleyecek âlet edevâtının olması,
3-O fiili işleyebilme gücü ve işlemeyi başarması...


1- Pek çok âyet-i celîlelerle; beden denilen görünür-görünmez sayısız âlet ve edevâtla mücehhez cismî varlığımızı nasıl halkettiğini ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL bildirmiştir.

2- Bakınız, hüsn-i niyyet (iyi niyyet) ve sû-i niyyet (kötü niyet) dediğimiz iç dilemelerimizi dahi ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL halk etmektedir. Çünkü her türlü halk ve emr ona aittir. Bize ise sadece niyeti tercih kalıyor:

Resim--- “Şu da var; ALLAH (celle celâluhu) dilemedikçe, hiçbir şey dileyemezsiniz. Çünkü her şeyi bilen hikmet sahibi ancak ALLAH (celle celâluhu) dur.” (İnsan 76/30)
Resim--- “Fakat âlemlerin RABB’i olan ALLAH dilemeyince siz dileyemezsiniz.” (Tekvîr 81/29)

3- Fiillerin de halk edilmesi aslında ALLAH’a (celle celâluhu) aittir...
.
Resim--- “Sonra, onları siz öldürmediniz, fakat onları ALLAH (celle celâluhu) öldürdü; attığın zamanda sen atmadın. Lâkin ALLAH (celle celâluhu) attı. Bu da mü’minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten ALLAH (celle celâluhu) işitendir, bilendir.” (Enfal 8/17)

İçte, enfüsde, merkezde, şah damarımızdan (hayata bağlayan tek ipimizden) daha yakın (içerde) olan (Kaf 50/16 bkz.)...
Dışta, âfâkta muhitte ise küllî şeyi ihata etmiş, kapsamış, yutmuş olan (Nisâ 4/126 bkz.) ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL bizi, niyetlerimizi ve fiillerimizi yaratandır.
Çünkü eşsiz, benzersiz ve zıdsız El HALLAK (celle celâluhu)’dur...

Ancak insanoğlunun bu Âleme Halifetullah olarak gelmesinin sebebi Kulluk imtihanındaki İKİlikten-İnkardan geçip TEKlik-Tevhidullah’a şâhid olmasıdır.
Kendisine; Akıl, Cüz’i irade verilmiş ve Nakil gönderilmiştir.
Hayat Yörüngesi Kaza-Kaderi bellidir ancak hürce-dilediğince Hak-Bâtıl ve Hayr-Şer seçme Tercihi tanınmıştır ve şu AN da herkesler işlemekteler..


Resim--- “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum...” (Zâriyât 51/56-57)

Resim--- “Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (hak ve bâtılı) göstermedik mi?” buyurulmaktadır. (Beled 90/8-10)

Neydi kader?

1-Kader-i Muallâk:

Zuhûr etmesi (ortaya çıkması) bazı hususların oluşmasına bağlıdır. Hadis-i şerîfte duanın kaderi değiştirmesi, sadakanın ömrü uzatması gibi... Duaya ve sadaka verme şartına bağlı.
“ALLAH dilediğini mahveder, dilediğini sabit tutar (isbat eder).”

2-Kader-i Mübrem:

Kesin olan tebdili (değiştirme) ve tagyiri (başkalaştırmak) olmayan levh-i mahfûzdaki (ALLAH tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu mânevî levha, ilm-i ilâhî) Ümmü’l-Kitâb’da mahfûz (korunup, saklanmış) kader...

ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL, hayrı emreder ve şerre rızası yoktur.
İnsandan ortaya çıkanlar da dahil herşey (iş, düşünce, hâl v.s.) EL HAKK (celle celâluhu)’nun havl (potansiyel, henüz ortaya çıkmamış güç) ve kuvvetiyledir.
Yarının (aldığımız en son nefesten bir sonraki) kaderini asla bilemeyiz.
Onun için dua ederiz: RABBımızın hakkı ve hayrı kalbimize ilhâm etmesini, işlememizde izin ve inâyet (lütuf-ihsân) vermesini, dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde sırât-ı müstakîm üzere hidâyetini dileriz.
Habibullah (Aleyhi’s-Selâm) ın şefâatini dileriz.
Evliyâullah ve Ehlullahın himmetini (mânevî moral gücü desteğini) dileriz...
Ve bize hakka inanıp hayrı yaşamakta gayret lûtfetmesini dileriz... Ve deriz ki:


Resim--- “... Mâşâallah! Lâ kuvvete illâ billahi...: ALLAH’ın dilemesiyle ALLAH’ın yardımından başka hiçbirkuvvet yoktur!” (Kehf 18/39)

Demesine deriz de iyice bakmalıyız KUR’ÂN-ı KERÎM’imize TARAF mıyız?

HAKK’ı DUY ve HAYRa Uy TARAFında HİZBULLAH’a TARAF Ol!
BATILI Duyma ve Şerre Uyma HİZBÜŞŞEYTAN TARAFında olma!


HİZB: Cemaat. Taraf Takım, kısım, fırka. Parti. Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar.

Resim--- “O ki ölümü ve dirimi yarattı, sizi imtihana çekip hanginizin davranış bakımından daha güzel olduğunu bildirmek için. O öyle güçlü, bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

Resim---“Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri Biz boşuna yaratmadık...” (Sad 38/27)

Resim---İnsanlar: “İnandık!” demeleriyle bırakılıp da imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?” (Ankebût 29/2)
Resim--- “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyâmet 75/36)

Resim--- “Her kim bir iyilikle gelirse, o vakit ona ondan daha hayırlısı var; kim bir kötülükle gelirse, kötülük yapanlar, sadece yaptıklarıyla cezâlandırılırlar. (Kasas 28/84)

Resim--- “Kim zerre miktarı hayr yapmışsa onu görür.” (Zilzâl 99/7)

Resim--- “İnsan, hayr’ı ister gibi şerre dâvet çıkarıyor; insan çok acelecidir.” (İsrâ 17/11)

Resim--- “Bütün debelenenlerin ALLAH katında en şerlileri (kötüsü) küfredip imâna gelmeyenlerdir.” (Enfal 8/55)

Resim--- “Her kim de zerre kadar bir şer işlerse onu görecektir.” (Zilzâl 99/8)

Resim--- “....Şüphesiz Biz şeytânları inanmayanların dostları kıldık.” (A’râf 7/27)

Resim--- “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı (sonradan tahmini doğru çıktı). İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. Hâlbuki onun, onların üzerinde hiçbir hâkimiyet gücü (nüfüzü, saltanatı) yoktu; Fakat BİZ, âhirete imânı olanı belirleyecek, ondan şüphe içinde bulunandan ayırdedecektik. Öyle ya, RABB’in herşeyini koruyup gözetendir.” (Sebe’ 34/20,21)

Resim--- “Şeytân kendilerini istilâ etmiş ve kendilerine ALLAH düşüncesini unutturmuştur. İşte onlar şeytânın yandaşlarıdır (Hizbü’ş-şeytân). Uyanık ol ki (iyi bil ki), şeytânın yandaşları hep hüsrana düşenlerdir (kayıpta da olanlardır). ALLAH’a ve peygamberine hudud yarışına (onların koyduğu sınırlardan başka sınırlar koymağa) kalkanlar, en alçaklar arasındadırlar.” (Mücâdele 58/19-20)

Hayrı Tercih Edenler-HİZBULLAH:

ALLAHU Teâlâdan korkanlar, Hududullah’a riâyet edenler:

Resim---“O takvâ sahibleri için ki gıyabında RABB’lerinden korkarlar ve kıyâmet endişesiyle titrer dururlar.” (Enbiyâ 21/49)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yolunu bilen ve yürüyenler:

Resim--- “De ki: “işte benim yolum budur; basîret üzere ALLAH’a dâvet ederim ben ve bana uyanlar; ALLAH’ı tenzih ederim ve ben ortak koşanlardan değilim...” (Yûsuf 12/108)

Sadıklarla beraber olanlar:

Resim--- “Ey imân edenler, ALLAH’dan korkun ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe 9/119)

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL ve Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) yaklaşmaya vesile arayanlar:

Resim---“.... ALLAH’a ve âhiret gününe inanır, infâk ettiğini, ALLAH katında yakınlığa ve salâvâti’r resûle (dua) vesile (sebeb) edinir...” (Tevbe 9/99)

Resim--- “Ey imân edenler, ALLAH’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın, O’nun yolunda cihâd edin ki mutluluğa erebilesiniz.” (Mâide 5/35)

Netice olarak Hakkı ve hayrı başaranlar ise:

رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim--- “... ALLAH onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar ALLAH’ın taraftarıdırlar (Hizbullah). Uyanık ol ki ALLAH’ın taraftarları hep kurtuluşa erenlerdir.” (Mücâdele 58/22)

Şerri Tercih Edenler-HİZBÜŞŞEYTÂN:

Azîz kardeşim,
ALLAHU ZÜ’L CELÂL ikrâm ettiği imkânlarla imtihan için bu âlemi var etmiştir.
Anayasası olan Kur’ân’ı insanlara indirmiştir.
Başöğretmeni olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise Kur’ân’ı açıkladı ve tatbikâtını yaptı...
Kuralları ilân etti...
Bir kısım insanlar işin başında küfrettiler ve hüsran’a düşdüler.
Bir kısmı islâmı kabul ettiler ancak nefs ve şeytânın tuzağına düştüler...

ALLAH’dan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkmadılar. (Âl-i İmrân 3/102-103b bkz.)
ALLAH’ın (celle celâluhu) kadrini hakkıyla takdir edemediler: (En’âm 6/91: Zümer 39/67bkz.)...
Hududullahı çiğnediler hâşâ!: (Nisâ 4/13-14; Kaf 50/32 bkz.)...
Dinlerini oyuncak edenler!: (En’âm 6/70,159 bkz.)...
Kendileriyle birlikte mensublarını da hüsrana sürükleyip, kârı bırak anayı da yok edenler!: (Zümer 39/16 bkz.)...

Kendilerine gösterilen iki yoldan birisi olan bâtıl ve şer yolunu seçenler!
.
Resim---“Ona iki de yol gösterdik...” (Beled 90/10 bkz.)...
.
Resim--- “Sonra da ona fücürünu (bozukluğunu) ve takvâsını (korunmasını) ilhâm edene ki...” (Şems 91/8 bkz.)

Şeytânın Dostları olanlar:

Resim--- “....Şüphesiz Biz şeytânları inanmayanların dostları kıldık.” (A’râf 7/27)

Şeytânın bâtıl davasındaki tahminini doğrulamasında ona hizmet edenler:

Resim--- “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı (sonradan tahmini doğru çıktı). İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. Hâlbuki onun, onların üzerinde hiçbir hâkimiyet gücü (nüfüzü, saltanatı) yoktu; Fakat BİZ, âhirete imânı olanı belirleyecek, ondan şüphe içinde bulunandan ayırdedecektik. Öyle ya, RABB’in herşeyini koruyup gözetendir.” (Sebe’ 34/20,21)

Neticede şeytâna tapanlar:

Resim---“İbrâhim (Aleyhi’s-Selâm): Babacığım, şeytâna tapma; çünkü şeytân RAHMÂN’a (ALLAH’a) âsî oldu.” (Meryem 19/44)
.
Resim--- “Ey Âdemoğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and vermedim mi?” (Yâsîn 36/60)

Şeytân taraftarları:


اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Resim--- “Şeytân kendilerini istilâ etmiş ve kendilerine ALLAH düşüncesini unutturmuştur. İşte onlar şeytânın yandaşlarıdır (Hizbü’ş-şeytân). Uyanık ol ki (iyi bil ki), şeytânın yandaşları hep hüsrana düşenlerdir (kayıpta da olanlardır). ALLAH’a ve peygamberine hudud yarışına (onların koyduğu sınırlardan başka sınırlar koymağa) kalkanlar, en alçaklar arasındadırlar.” (Mücâdele 58/19-20)

Sonuç: Hakka ve Hayra Taraf olmayı Tercih edenler, Hakka İmanederler ve Hayr Salih Amelini işlerler ki ebediyetleri de HAYR ola:

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُوا هَـذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Resim---“İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 2/25)

Allahuzülcelâl;

Tüm İslam Âlemine;
Muhammedî Şuûr
Muhammedî Nûr
Muhammedî Sürûr
Muhammedî Onur versin!
BİZ BİRlikte Dua edelim İnşaallah!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Rıza Ayı RamazÂN DUÂmız...
Tarih: 20.08.2009 Saat: 17:59 Gönderen: Kulihvani

Resim

Rıza Ayı RamazÂN DUÂmız

Kul İhvanî

DUÂmızı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in buyurduğu gibi yapalım:
BİZ BİR''likte..


BismillahirRahmânirRahîm…

Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve âlâ alihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...

Allahümme neselükel affe ve’l-afiye fi’d- Dini ve''d- Dünyayi ve’l- Âhire!
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...
Allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...


Allah’ım!
Kulun, Nebîn, Resûlün, Nebiyyü’l-Ümmîn, Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi vessellem’ine; Salât, Selâm ve Bereket SALLimizi sağla!
Selâmet SILAmıza kavuştur!
Yüce Âilesine, Sahabelerine ve Ehl-i Beyt’ine de!..


Allah’ım!
Biz, SENden Dinimiz, Dünyamız ve Âhiretimiz için aff ve âfiyet dilemekteyiz!
El Cemîl ismin yüzü suyu hürmetine Es Settar isminle,
Bizim geçmişteki hatalarımızı, yanlışlarımızı sil, ört!..
Üzerimizde olan kul haklarını hatırlat, karşılaştır, ölmeden halletmeyi bize nasib et!..



Yâ Rabbenâ celle celâluhu!
Bizim GEÇMİŞ zaman için olan TÖVBE İSTİĞFARımızı,
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın tövbe istiğfarına kat!..
Kur’an da bir tek âyet vardır:
“Ya Muhammed! Tövbe istiğfar et! Allah Senin ve müminlerin tövbe istiğfarını kabul edecektir” diye bir tek âyet vardır…
Bu âyeti bizi de mazhar kıl!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den bizi ayırma!
BİZ eyle!..
Tevbe ve istiğfar BİRliğimizi sağla ya Rabbi!..


Yâ Rabbenâ celle celâluhu!
ŞU AN senin elindedir…
Biz yaşarken hakkı ve hayrı, bâtılı ve şerri birbirinden ayıramayız…
Bir âyet vardır: “Siz hayır sanarsınız şer, şer sanarsınız hayırdır. Allah bilir” diye…
Sen bilirsin, o zaman bizim razı olacağımız işleri Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın rızasında kıl!..
Bizi Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın RIZA BİRliğinde BİZ eyle!..


Yâ Rabbenâ celle celâluhu!
İkinci zamanda geçti…
Geçmiş ve şuan…
GELECEK Senin elinde…
Bunun için DUA gerekir…
Duaların en güzel ve özelini de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm yapmıştır ve yapmaktadır…
Bizi de Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Muhammedi Dua BİZliğinde BİZ eyle!..


Yâ Rabbenâ celle celâluhu!
Şöyle ya da böyle gün gelir geçer…
Nefesler biter… SON NEFES''e gelir iş…
Burdan oraya geçiş başlar…
İşte o zaman ömrümüzün en son noktasında ŞEHÂDET kapısından çıkmadan:
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah” şehâdetimizi Rasûlullah olan Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın inşâallah izinden, sözünden, özünden olduğumuz için, sâdık olduğumuz için inşâallah, şehâdetimizi de Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin o Yüce Şehâdet BİZliğinde BİZ eyle!..
Şahidlerinden kıl!
İnşâallahurRahmân!


Allah’ım!
Bu dört BİRlik ve BİZlik;

Muhammedî OLuş ŞUÛRU,
Muhammedî OLuş NÛRU,
Muhammedî OLuş SÜRÛRU,
Muhammedî OLuş ONURU,
ŞEREFİ İçinde Haşr ü Neşr et BİZi İnşâallah!..
Âmin! Âmin!
Yâ Muîn! (celle celâluhu)
Yâ Lâtif! (celle celâluhu)
Yâ Kerîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahîm! (celle celâluhu)
Yâ Rahmân! (celle celâluhu)
Yâ Hannân! (celle celâluhu)
Yâ Mennân! (celle celâluhu)
Yâ Deyyân! (celle celâluhu)
Yâ Furkân! (celle celâluhu)
Yâ Sultân! (celle celâluhu)
Yâ ALLAH! (celle celâluhu)…

Âmin! Âmin!...

.
Ramazan Orucumuz Bereketli Olsun!

Muhammedî sabrın sergilendiği,
insan nefsinin hiç içinden çıkıp kaçamadığı,
ruha ve rızaya en yakın kulluk ibâdetimiz oruçlarımız,
maddî-mânevî bereketlere başlangıç vesilesi olsun!
İslâm Âlemine Muhammedî BİRlik ve BİZlik TEVHİDi getirsin!
İlâhî muratta ve Muhammedî şuûrda buluştursun!

.
Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Hayrın kapıları; oruç tutmak, sadaka vermek, gece namazı kılmak...” buyurmuştur. (Tirmizî, Îmân 8 )

Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Oruç ve Kur’ân kıyâmet gününde kula şefâat ederler.

Oruç: “Yâ RABBi! Ben onu gündüz yeme ve içmeden alıkoydum. Ona şefâat etmeme müsaade buyur.” der.
Kur’ân-ı Kerîm’de: “RABB’im! Gece uykusundan onu alıkoydum. Ona şefâat etmeme izin ver.”der. Böylece bu ikisi şefâat ederler.”
buyurmuştur.
(Abdullah b. Amr (ra) dan; İmâmı Ahmed; Ebi’d Dünya; Hâkim)

Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Tesbih, mîzânın yarısıdır. “Elhamdülillah” mîzânı doldurur. Tekbir, gökle yer arasını doldurur. Oruç sabrın yarısı, temizlik de imânın yarısıdır.” buyurdu. [Süleym oğullarından birisi: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zikirleri elimde (veya elinde) saydı ve böyle buyurdu." demiştir.] [/color](Tirmizî)

Resim... Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Hased, ateşin odunu yediği gibi sevâbları yer (tüketir), sadaka da suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür. Namaz mü’minin nurudur. Oruç da ateşten koruyucu kalkandır.” buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4210)


RAMAZAN
Münir DERMAN (K.S.)

Ramazan: Kur’ân-ı Kerîm bu mübârek ayda lâhut âleminden inmeye başladı.
Burada “Lâhut” ve “inmek” ne demektir, bunu kuru kelime olarak anlama. Anlayanı bul öğren!..
Hicretin II.ci yılında, kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye dönüşünden 1 ay sonra oruç emrolunmuştur.
Orucun bu ayda edâsı şarttır.
Oruç bir ibâdetdir.
Bu bakımdan hergün niyet lâzımdır.
Niyet müddeti bütün gecedir.
Güneş doğduktan sonra sahih değildir.
Niyet edip gündüz çıldıran veya bayılan kimsenin orucu sahihdir.
Oruç bir sırr-ı bâtındır.
Oruç yemenin günahı tövbe ile sakıt olmaz.
Muhtac-ı kefarettir.
Kefaret orucu amelen farz, itikaden farz değildir.
Her türlü günahın cezasını Cenabı HAKK kulun kendine bırakmıştır.
Günah inkâr ve red hududuna girerse küfürdür.
Küfrün cezası ALLAH tarafından verilir.
Yâni cezası evvelden bellidir.
İnsanda bütün esmâlar tecellî ettiğinden günah, esmâları zedeler.
İnsan böylelikle kendi kendini zedelemiş olur.
Yalan, Gıybet, Küfretmek, Hiddet orucun mahiyetini zedeler.
Akşama kadar aç durmuş olunur.
İftarı abdestli ve helâl lokma ile yapmalıdır.
Oruç, insan ruh ve maddesinin ilâhî banyosudur.
Cesed ile ruh tevhidini husule getirir.
Oruç’da “Kulhuvallahu ahad” sûresinin engin hududu içinde düşünülürse, insanın tek oluşu ve HAKK’dan bir parça olduğunu fiilen ikrar vardır.
Orucu bozan şeyler hep ruha aitdir.
Cesede değil...
“Orucun mükâfatını bizzât ben vereceğim!” diyor.
Diğerlerini kim veriyor?
Hâşâ başkası mı...
Onu söylersem kibre girer ve utanmanın son basamağına inersin veyahut çıldırırsın...
Ama gel kulağına söyleyim:
Resûlü Ekrem 9 ramazan oruç tutmuşlardır.
İğne, Kulağa ilâç, Yaraya ilâç bunlar orucu bozmaz.
Cesedi ile birlikte olanlar için söylenmiştir.
İmamı Azam’a göredir bu söz.
İmamı Yusuf, İmamı Muhammed’e göre orucu bozmaz.
Bunlar fetva değildir.
Orucu bozan şeyler hep ruha aittir, cesede değil..
Oruçlunun ağız kokusu ALLAH indinde misk kokusudur.
1- Ay göründüğü zaman başlar. 30 gündür.
2- Güneş doğmadan başlar bâtıncaya kadar oruç devam eder.
3- Sabah namazı ve akşam namazı için kat’i zaman tayin edilmiştir.
Kable’t- tuluğ, kable’l- gurub.
Güneş doğmadan evvel, güneş batmadan evvel zaman kat’idir.
Böyle olduğuna göre kazası yoktur.,
Öğle, İkindi, Yatsı, onların zamanları Resûlü Ekrem tarafından tesbit edilmiştir “Medine’de”.
Mekke’de yalnız sabah akşam namazları vardı.
Diğer namazlar Medinede bildirilmiştir.
“Ara namazları diye”.
Bu ara namazları ne demektir?
Neyin arasıdır?
Dünyanın her tarafında sabah ve akşam vardır.
Fakat öğle, ikindi, yatsı vakitleri yoktur.
Kutuplarda meselâ...
Onun için:
Kable’t- tuluğ, Kable’l- gurub buyurulmuştur.
“Bade’l- gurub” değildir dikkat.
Sebep?
Vaktin kısa çok az oluşudur.
Orucun güneşin doğup batmasına bağlı olması ve bu kısa zamanın hakikatini ilân eder.
Onun için “Vakit farzdır”.
Bu kısa zamanın kazası yoktur demektir.
Diğer öğle, ikindi, yatsı namaz vakitleri uzundur. Vakit çoktur.
Orucu “ile’l- leyl” geceye kadar tamamlayınız.
Akşam namazı kılındıktan sonra açılır.
Namazı kıl! Sonra orucunu aç!
Oruçlu kimse: Unutarak Yer, İçer, Cima ederse orucu bozulmaz, ister farz oruç, ister nafile oruç...
Niçin?.
Yine birşey yemekte olan bir kimseye:
“Sen oruçlusun!” dense, fakat oruçlu olduğunu hatırlamazsa orucu bozulur. “Fetava-yı Hindîyye”.
Taş, toprak gıda olmayan şey yutsa oruç bozulur. Kefaret lazım gelmez.
Cima zorla olursa kadına kefaret lâzım gelmez. Erkeğe kefaret lâzım gelir, isteyerek olursa kefaret olur.
Zevk, Cesede aitdir.
Telezzüz, Ruha aittir. Lezzet duymak...
İhtilâm, rüyada ruhun yardımıyla cesed ihtilâm olur.
Normal birleşmede ise nefis yardımıyla boşanma olur.
Ruhunu cesedinden ayıran rüyada ihtilâm olmaz.
Teyemmüm; Sabah akşam vakitleri için geçerlidir.
O vakitlerin kazası, olmadığından diğer namazların kazaları olduğundan teyemmüm yapılamaz.
Su muhakkak lâzımdır.
Bir secde âyeti vardır.
Onda te’hiri caiz değildir.
Onda da abdestin yoksa hemen teyemmüm yaparak secde yaparsın.
Tilâvât secdesi : Es SEMİ’ ile ruha farzdır.
İbâdet secdesi : Ruh ve cesede farzdır.
Şükür secdesi : Cesede farzdır. Ruha değil.
RAHÎM ve El GANÎ isimlerine ta’zimdir.
Vahiyde bazen Cebrail arada yoktur.
Âyetlerin bazılarının, anahtarıdır bu söz.
Dünyanın bir tarafında gece iken diğer tarafında gündüzdür.
Bunun sebebi hikmet ve yaratılışı öyle oluşu nedendir?
Gece ve gündüz malûm.
Fakat burada gece iken, meselâ Amerika’da gündüz.
Buna göre “Kadir gecesi” nedir?
“Leyletü’l- Kadir” âyeti kerimesinin hakikatini bilmek lâzımdır.

Resûlü Ekrem’in Kadir gecesini Ramazan ayının felân gecelerinde arayın buyurmaları “Gecelerinde” cem’i olarak kullanılmıştır.
Sonra, “Arayın!”.
Ne aranacak?
Bunu da bilmek lâzımdır.
Ramazan ayı muhtelif ay ve mevsimlere tesadüf etmektedir.
Sabit değildir.
Sabit olan ay mıdır, “Ramazan ayı” mıdır?
Ramazan, Kur’âna göre : Ay göründüğü zaman oruç başlar.
Tekrar küçülüp kaybolup da göründüğü zaman biter.
Oruç müddeti güneşin tuluğundan evvel başlar, gurub ettikten sonra biter.
Bu müddet dünyanın muhtelif yerlerine göre değişir.
Fakat Ramazan kamere göre olduğundan değişmez.
O hâlde Ramazan dünyanın her yerinde aynı zamanda biter.
Bu durumda gece burada gündüz orada meselesi ortadan kalkar.
Bugün takvime göre oruç tutulmaktadır.
Bundan dolayı da birçok veballer ortaya çıkmaktadır.
Bugün 19.6.1985 Çarşamba Suudi Arabistanda ay göründü ve bayramdır. Mısır’da bayramın 3.cü günüdür.
Ankara’da takvime göre bugün ârifedir, millet oruçludur...
Bayram ise : Oruç haramdır.
Bayram Değilse : Bayram yapanlar bilerek oruç yemişlerdir.
Burada Kadir Gecesi diye yalvarıyoruz.
Amerika’da bu anda gündüz.
Onların Kadir gecesi ne zaman?
Cevap isterim.
Sen biliyor musun hoca?
Evet şüphen mi var.
Sen bütün sene her gece uyuma uğraş bulursun.
Gafletde olursan o seni bulur.
Yahu köpekler, hayvanlar, horozlar kadir gecesini biliyor da ses çıkarmıyorlar.
Sen güya adamsın, niçin bilmiyorsun Kadir gecesini?
Hem bulup da ne yapacaksın?
Sen daha Ramazan’ın ne zaman başlayıp ne zaman bittiği meselesi içindesin.
Bunu hâllet evvelâ!..
Ne ben senin yüksek makamına çıkabilirim.
Ne de sen o kibir makamından aşağıya zemin katına inmeye cesaret edemezsin.
Bu gibilerle konuşmak, birşey anlatmak akıllarına sokmaya çalışmak çölde su aramak gibi zor birşeydir.
Bütün bu Ramazan takip ettik.
Köpeklerin bağırmadığı bir geceye tesadüf edemedik...
Dünyanın ne tarafında olursan ol Kadir gecesi bütün dünyada bulunan köpekler bağırmazlar.
Bağırmamalarının sebebi nedir?
Bilir misin?
Tabii hayır.
Evvelâ köpekler niçin bağırırlar onu biliyor o musun?
Tabiî ona da bir hayır.
Bunları öğren sonra niçin bağırmadıklarını anlayabilirsin belki...
Bağırmak ne demektir :
Leylek; yuvasına geldi mi lak lak eder,
Yere konduğu zaman kat’iyyen lak lak etmez.
Karga yerde ötmez.
Köpekler bağırıyorlar.
Kadir gecesini gizliyorlar o hâlde...
Kadir sûresinde “Matlai’l- fecr” lâfzı vardır.
“Fecir açıldığı zaman kadar” demek ki gece yavaş yavaş güneşin doğması ile gidiyor ve bu gece ile beraber melâikeler de çekiliyorlar.
Burasını anlamak lâzımdır.
Sana bu yolda klavuz olanın bunu bilmesi lâzımdır.
Bilmezse o yalancıdır.
Yukarıdaki küçük bilmece şeklindeki soruları hâllettiğin zaman Kadir gecesinin dekoru çizilmiş olur ve Kadir gecesi nedir anlarsın.
Tabii bu iş merak işi değildir.
Bilmek kavuşmak meselesidir.
Bu gibi sır diyelim bilinmemesi insandaki merak düşüncesidir ki, merak bazı yerlerde küfürdür.
Manevî yolun trafiğine uygun değildir.
Merakını tatmin edemeyen münevver dinsiz olur.
Merakını tatmin edemeyen dindar saplanır kalır yobaz olur.
Bu merakdan istifade yolunda olanlar da bugünkü asırda çok mürşid, şeyh, vesaire zümresini teşkil eder.
Hakiki Velî ALLAH’ın himayesindedir.
Ona kimse ne söz, ne tesir ne de eziyet edemez.
Hacı Bektaş-ı Velî
Hacı Bayram-ı Velî
Hacı Şaban-ı Velî

Göster bana! Kim, düşman, dost, zalim, hükümdar, kim onlara saldırmıştır göster!
“Biz” geceden gündüz ışığını çekeriz. Güneş de karar kılacağı yere kadar koşmaktadır”. Âyet.
“Gece’den gündüzü çekeriz.” o hâlde esas gece mevcut, sabittir.
Ona ışık veren gündüz oluyor.
Güneş de bu işi yapmaktadır.
Karar kılacağı yere kadar koşmaktadır.
Koşmak kelimesi bir yere varmak için, bir emri yerine getirmek için kendiliğinden değil, işin içinde emir vardır.
Onun da sonu vardır.
Koşmakda, yorulmak, durmak mânâsı gizlidir.
Fânidir demektir.
O da muvakkatdır.
Halbuki:
“Kamerin devri için de konaklar tayin ettik. Ona biz vazife vermek içindir. Konak tayin etmek o da her devrin sonunda kurumuş hurma gibi kalır.”
Burada bir işin başlaması neticesi ve tekrar başlaması mânâsı vardır.
Ve mânâ da odur.
“Ne güneş aya yetişebilir.
Ne de gece gündüzü geçebilir.
Her biri bir küre içinde yüzer.”
Oruç sayılı günlerdir. 29-30 dur.
Bu, ayın görünmesi ile başlar büyür tekrar küçülmeye başlar kaybolur. Görünmesiyle Ramazan bitmiş olur.
Ay dünyanın her tarafında aynı zamanda görülür.
O hâlde Ramazan her yerde aynıdır.
Yalnız orucun müddeti güneşe göredir.
Güneş doğmadan başlar batıncaya kadar.
Bu gece burada Kadir gecesidir.
Meselâ: Amerika’da gündüzdür.
Orada Kadir gecesi ne zamandır?
Vakit nasıl güneşin doğması ve batması arasında takdir ediliyorsa bu da aynıdır.
Halbuki dünyanın her tarafında ay görünür.
“Biz geceden gündüz ışığını çekeriz!”
“Geceden gündüzü çekeriz!” değil.


8.4.1988 Cuma


Lâhut : İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
Edâ : Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Edâ" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
İhtilâm : Uyurken cenabet olmak, düş azmak. Ergenlik.
Te’hir : Geciktirme. Sonraya bırakma.


Resim --- “Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muslimun. Veş şemsü tecri li müstekarril leha zalike katdiyrul aziyzil aliym Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym Leşşemsü yembeğiy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fi felekiy yesbehun :
Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Yâ Sîn 36/37-40)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

SAVM-SİYAM-ORUÇ
Tarih: 22.08.2009 Saat: 00:20 Gönderen: Kulihvani

Resim

SAVM - SİYAM - ORUÇ
Latif YILDIZ

İnsan Hayatının süreklilik zinciri Üremedir.
Bu temel bedenî fonksiyon için ana ihtiyaç yemek-içmektir.
İşte Savm-Siyam-Oruç dediğimiz ibadet, bu ikisini belli sürede tutmayı-hıfzetmeyi-siyaneti korumayı emreder.

SAVM Resim SaDResim VaV Resim MiM..

Bendeniz Kur’ân Harflerini hele de ikizleri hayretle incelerim doğrusu..


NûN.. Zâhirimiz ve Bâtınımızın Özündeki Nurullahı.. cÂN - cÂNÂN gibi..
MîM.. Zâhirimiz ve Bâtınımızdaki Nur-u MîM Tecellîlerini.. MakaM gibi..
VaV.. Maddî-Mânevî Tecellîlerin Mevcûda Çıkışını.. Vü-CÛD – Vü-SûLL gibi..

Hakikat-ı Muhammediyye AHDinin, Maddî-Mânevî hayatımızda yaşanmasına SAHİB Oluş ve,
Samedî SALaha SALL edişte İrsale Kanalı OL-ÂN Oruç-SAVM…

Halkımız ne güzel ifâde etmiştir: Oruç Tutmak..
Kendini Tutmak - Susmak - Sabretmek - İkinci fecirden itibaren güneş batıncaya kadar oruç niyetiyle, yemekten, içmekten ve cinsî temastan nefsi alıkoymak…
Kulluk İmtihanı gereği Bu âlemde her NEFS için Fıtraten proğramlanmış olan;
Nefsânî hevâ-heveslerden, ve ihtiras taşkınlıklarından,
Hayvânî arzulardan ve bedensel iştah alışkanlıklarından,
SAVM ile yasaklanan dış isteklerden ve iç arzular­dan ve fenalıklardan,
İçte kalbi ve dışta dili korumak…

İmam Nevevî Müslim Şerhinde,
Hafız İbn Hacer, el-Fetih'te SİYAM’ı şöyle açıklamışlardır:
Siyam:
Lügatte: İmsak anlamına gelir.
Şeriatte ise, Özel şartlara göre Özel bir zaman parçası içinde ve özel (belirlenmiş) şeylerden sakınıp uzak kalmaktır.
Özel şartlar, orucun vücubunun şartlarını ve ona ehil olma düzeyinde bulunmaya delalet eder.
Özel zaman, kameri aylardan Ramazan'a delalet eder.
Özel şeyler ise, şeriatın belirlediği yiye­cek, içecek maddelerinden sakınmayı ve cinsel ilişkide bulunma­mayı içermektedir.

İslâm dininde oruçlar hükümleri itibarıyla dört çeşittir:

a. Farz Oruçlar: Ramazan orucu ve keffâret oruçları farzdır. Rama­zan orucunu zamanında tutmak, muayyen bir farz, kazaya kalan ramazan orucu ve keffâret olarak tutulan oruçlar ise, muayyen olmayan farz oruç­lardır.
b. Vacib Oruçlar: Nezir (adak) oruçlarıdır. Belirli bir günde tutulma­ları nezredilmişse, muayyen vâcib; günü belirtilmeden mutlak olarak her­hangi bir zamanda tutulmaları adanmışsa, muayyen olmayan vâcib oruç olur.
c. Nafile Oruçlar: Farz ve vacip olmadan Allah'ın rızasını elde etmek için tutulan oruçlar nafile oruçlardır. Bunlar sünnet, müstehab ve mendup isimleri ile anılırlar. Aşure (Muharremin 10. günü) ile ondan bir önceki ve sonraki günlerin oruçları Eyyâm-i biyz (her ayın 13, 14 ve 15. günü) oruçları müstehab oruçlardır.
d. Mekruh Oruçlar: Oruç tutulması mekruh olan günlerde tutulan oruçlar mekruhturlar. Bu oruçlar tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ramazan bayramının birinci günü, kurban bayramının dört günü tutulan oruçlar tahrimen mekruh; Nevruz ve Mihrican günleri kasden tutulan oruçlar, yalnız cuma veya cumartesi günleri yada sadece aşure günü tutulan oruçlar tenzihen mekruh oruçlardandır.

Ramazan orucu, Bedenî ve aklî erginlikte ve gerekli imkanı olan her müslümana açıkça FARZdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim... “Ya eyyühellezine amenu kütibe aleykümüs siyamü kema kütibe alellezine min kabliküm lealleküm tettekun : Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 2/183)

Resim...Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem :
“İslam beş (esas) üzerine kurulmuştur;
Allah'tan başka ilâh olmadığına,
Muhammed (s.a.v) in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek,
Namaz kılmak,
Zekat vermek,
Ramazan orucunu tutmak ve
Haccetmek."
buyur­muştur.
(Buhari/iman: 1, 2, tefsir-i sûre: 2, 30; Müslim/iman: 20, 21; Tirmizi/iman: 3; Nesai/iman: 13; İ. Ahmed: 2/26, 93, 120, 143)

Bu muhteşem sonuçlara gebe ibadetin yerine getirilmesinde dayatmalr olmayıp insan vicdanıyla baş başa bırakılmıştır.

Resim... “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185)

Resim... “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara 2/286)

Rızaullah Ramazanı, Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından çokça övülmüştür:

Resim... Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Âdemoğlunun her amelinin sevabı on mislinden yediyüze kadar katlanır. Allah bu­yurdu ki: "Ancak oruç müstesna. Çünkü o be­nim içindir; onun mükâfatını ancak ben vere­ceğim. Çünkü o, şehvetini ve yemesini sırf be­nim için terk ediyor. Oruçlunun iki sevinci vardır: Birinci sevinç, iftar ettiği zaman, ikin­ci sevinç de Rabbine kavuştuğu zamandır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur."
[Altı hadis imamı.]
(Bu hadisin lafzı Müslim'e (siyam no. 164, s. 807) aittir. Bu hadisi Tayâlisî (no. 2413), Abdürrezzâk (no. 7893), Ahmed (II, 266, 443, 471, 477 480), Dârimî (II, 25), Ebû Hureyre (tevhîd 35/2, VIII, 197), Müslim (siyam no. 164, s. 807), Nesâî (siyam 42/3, IV, 162-3), İbn Mâce (no. 1638, 3823), İbn Hibbân (no. 3413, 3415), el-Hakîm (I, 378) ve Beyhakî (IV, 235,273, 304)

Resim... Ebû Ubeyde radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:) "Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kal­kandır."
(Bu hadisi Nesâî (siyam 43, IV, 167), Yahya b. Habîb b. Arabî an Hammâd an Vâsıl an Beşşâr b. e. Seyfani'l-Velîd b. Abdirrahman an İyâd b. Gutayfan Ebî Ubeyde senedi ile tahrîc etti. Münzirî'ye göre isnadı hasendir (Tergîb II, 147).

Resim... Ebû Ümâme radiyallahu anh'dan: Dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Bana Allah'ın beni yararlandıracak olduğu bir şeyi emret!" şöyle buyurdu:
"Oruç tutmalısın, çünkü oruç gibisi (bir ibadet) yoktur."

(Nesâî, siyam 43/1-4, IV, 165-6)

Resim... Ukbe bin Âmir radiyallahu anh'dan: (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allah onu cehennemden yüz yıllık mesafe uzaklaştırır."

(Nesâî, siyam 45/4, IV, 174)

Ve daha niceleri…

Âcizâne anladığım o ki, KULluk İmtihanında NEFSin Başının derdi İHTİYAÇlardan Kurtuluşun Ana Kaynağı Olan SAMEDİYYET İHTİYAÇsızlığına geçiş kapısı gibi SAVM..
Onun için sevabını sadece Allahuzülcelâl bilmektedir..
BİZ BİRlikte gıyabi dualarımızı edelim de Tüm Letâiflerimizin sıyaneti,
Sahibimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüreğinde sağlanmış olarak SAMEDÎ SALL edelim...
İnşâallah..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

RAMAZAN SOHBETİ
Tarih: 25.08.2009 Saat: 18:20 Gönderen: Kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ…


RAMAZAN SOHBETİ

Aziz Cemaat insanların yüzü gülmeye başladığı zaman bu gece!
Allah nasip ederse Ramazanın ilk günü için müslümanlar Resûlullah’a bağlı olanlar, âhiret gününe inananlar, ALLAHu Lem Yezel’in kadiri mutlak olduğuna inananlar yarın için niyet edeceklerdir.
Bu niyet ALLAH rızası için yemiyeceğim, bu yemiyeceğimin kelimesinin altında mideyi boş bırakmak, pehriz mânâsına değildir.
İnsanlar yemekle hayatlarını devam ettirmezler, bu bir âlettir, bir vesiledir.
Cenâb-ı Allah, Er-Rezzak olduğunu anlatmak için yemeği vesile etmiştir.
Çünkü doğrudan doğruya ancak insanın derdine derman eden Cenâb-ı Lemyezeldir.
İnsanlar ekmekten ziyade güzel sözlerle de yaşarlar.
Onun için mide bir vesiledir.
İnsanlar mide ile dünyaya bağlı olduklarından ilk iş mide kapısını kapamaktır.
Efendim aç durmakla insan ölür.
Evet ölür.
O ölenler hayvanlar ölür.
Sen Allah’a sığın, aç dur, seni hava ile bile Cenâbı Allah besler.
İş buna inanmadadır.
Amma şüpheli inanma olursa bu işten ne gelir…

Ramazan orucunu herkes bilir, onu Salı günü Ramazanın ikinci günü burda öğlenden akşama kadar inşallahurahmân anlatacağız.
Biz daha Pazar günü öğlenden ikindiye kadar Kurşunlu Câmisinde, ikindiden akşama kadar Çarşı Câmisinde..
Onun için biz bu Câminin birbirimize ahbabı olduk!
Bir birimize hukukumuz geçti!
Onun için bu hukuktan istifade ederek Ramazan gününü Pazar günü burayı bırakıyoruz.
Onlara da bıraz lakırdı edelim söz söyleyelim çünkü onlarda bıraz israr ettiler.
Salı günü öğleden akşama kadar dayanabilen gelir…
Eğer dayanamaz da miden karışırsa, evdeki tavuknan böreği düşünürsün biraz daha tahammül edersin.
Mamfih ben sizi burada lakırdılarla, Resûlullah’ın sözleriyle doyururum.
ALLAHUURAHMAAAN, inşaallah ALLAH müsaade ederse.

Yalınız, dabak daima kendi postunu döver, yine bazı bu câminin secdeye başını koyan müslümanlardan, imamdan evvel secdeye gidenler var ön saflardaaa.
Aman efendim dikkat edin.
Aman efendim dikkat edin.
İmaam burdaki asakirin kumandanıdır.
ALLAH’ın huzuruna Kâbeyi o çeviriyooor.
Onuun töhmeti altındayııız.
O ALLAHu Ekber demeden kafanı yavaş yavaş eğmeee.
Görünmeyen direğe carparsın.
Görünenden herkes korkar, kaçırır.
Asıl, görünmeyen direkten korkmaktır.
Onun için imam ALLAHUEKBER demedikten sonra başınızı kıpırdatmayın.
Secdeden de aynı öyle, rüku’dan kalktıktan sonra amaan imama uyuun.
Bütün yükü imam efendiye bırakın.
Bakınız bedava namaz kılıyorsunuz, siz sadece bir: “Rabbenalekel Hamd! Subhane Rabbiyal âlâ! Subhane Rabbiyal Aziym! Es Selamün aleyküm ve rahmetullaah!.”
İmam bütün mesuliyeti alıyor, Kur’ân-ı Kerimi sizin için okuyor.
Buna hürmeten imama uyun efendim.
İmama uyun.
Namaz bir mekteptir, orta mektebi bitiren tekrar ilk mektepten başlamaz.
Namazda her gün bir bir ibret alır insan, bir bir bu namaz mektebını bitiren velî oluuur.
Ben söylemiyorum bunuu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem söylüyor.
Amma kırk sene gidip gelmek, haaa yok!
Çok dikkat buyurun!
Hiç olmazsa bu mübârek ayda.
Ramazanda yalnız:
“Efendim ben tuzuna baktım şeyin, abdestim namazım bozuldumu? Koku verdiler bana bozuldumu? İşe giderken şu!”
Ulan bunlar bozmaz oğlum senin niyetine bak!
“Efendim sakız çiğni…”
Eee o kadarda edepsizlik edip de sakız da çiğneme!
“Burnuma su çektim de genzime kaçtı!”
Kaçar bir şey olmaz, asıl namazı bozan orucu bozan, abdestsiz gezmeyiniz efendiiim!
Namaz abdesti ile burnun oruçtadır, yalan söylemeyiniz.
Bu söylediklerim uydurma formule edilmiş lakırdılar değil, hadisi Resûlullah’tandır.
Abdestli geziniz.
Yalan söylemeyiniz.
Giybet etmeyiniz.
Kimsenin hakkinda fena bir söz söylemeyiniz.
“Efendim, Ramazan geldi islamlar çoğaldı!”
Yok efendim böyle iş yoktur.
Bunları bel kemiğinlen düşünen ve onunlan karar veren insanlar söyler.
Secde-i Rahmân’a bir defa başını koyan, ind-i İlahîde makbuuul ve Cenâb-i Peygamberin yüzünu güldürmüştür.
Belki hasbel beşer gelmemiştir herhangi bir sebeple!
Ne gülüyorsun!
Bunların içinde ALLAH dostu vardır, bir velî vardır, onun kalbını kırarsın!

Geçende Müftü Efendi anlattı.
Siirt’te bir Sinan Câmii varmış demişti, çok eski büyük bir câmii....
“Câmiinin üstünde, düz yerde dedi Doktor bey, büyük bööyle kan lekesi var!” dedi.
Kendisi Siirtli olduğu için bizzat görmüş.
“Hatta bıçaklan bile kazıya bilirsin!” dedi.
Hikayesını anlattı, burayı bir Sinan isminde belki ismini unuttum belki başka bir şey söylüyorum fakat vaka’yı aynen söyluyorum, bir zat bir ağa yaptırmış bu câmiyi bundan 200 sene evvel, 150 sene evvel, Siirt o zaman ülemâ merkezi idi.
Bu zât beş vakit namazına gelirmiş, orucunu tutarmış, hacca gitmiş gelmiş.
Cuma namazına gelmezmiş, Hocalarda bir lakırdı:
“Üç Cuma namazına gelmedin mi kâfir oldun gittiiii!”.
Evet var öyle hadis ama, kime var?
Velîyullah’a var, biz daha namaz kılmasını bilmiyoruz!
Eğer o hadisleri bu gün söylersek insanın deli olması lâzım gelir.
Sahabe için bir hadis var diyor ki:
“Enterekesselaat fekad kefertu : kim ki namazı terketti kâfirdir!” diyor.
Bugünkü zamana şey edersek hepimiz yandık gittik.
O sahabe-yi kirama ait, bu zamana değil.
Bu zaman içinde diyor ki:
“Kul La ilahe İllallaaah dehaltul cenneh: Kim ki La ilahe ilallah der cennete girer!”.
Hepsini uçup gidiyordu, o halde bu asir için değildir bunlar.
Öyle şey yoktur!
Secde-i Rahmân’a kaybolmak!
Tokmağı eline al:
“Sen cennete, ben cehenneme!”
Öyle bir iş yok islâmiyette.
Bu zâtı toplanmışlar o zaman, bu üç defa Cuma namazına gelmemişse katline ferman, herifin kafasını kesmişler.
Olmuş bu.
Gömleğini de senin câmin bilmem nedir diye şaak diye duvara vurmuşlar.
Bugünkü kan, Müftü Efendinin anlattığına göre oymuş. Aradan bir müddet geçmiş.
Hiçaz’dan 30-40 kişi Siirt’e gelmişler.
Demişler: “Burada bir Sinan effendi vardır o nerededir?” demişler.
“Efendim o böyle böyle, böyle böyle oldu!”
Ha Sinan effendi, Cuma günleri atına biner, Siirt’ten böyle ovaya doğru dışarı çıkar gidermiş namaz vaktinde.
“Biz onu böyle böyle yaptık!”
“Yahu demiş, o bizim Mekke’de arkadaşımızdır!” demiş,
“Her Cuma burda gelir namaz kılardı, kaç aydır gelmiyor!” demiş.
Onun için kimseye lakırdı etmeyiiniiiiz!
Bugünde velîyullah vardır!
Belki içinizde vardır!
Belki içimizde vardır, hiç insan belli olmaz.
Adımını atarken velî olur insan, adımını atarken kâfir olur, içinden şekki şüpheyi götüüür!
Hem kimseye giybet etmeee!
Aza kanaat et!
Verdiği rızka “ELhamdulillah!” de, öp de başına koy!
Onun için “Ramazan geldi islamlar coğald!” demee.
İçinizde ne nurlu insanlar vaaar.
Ne okumuş insanlar vaar.
Ne saaf, temiz insanlar vaar.
Onun için temizliğinizi gizleyin.
Gizleyin.
Gece vakti yapayalınız iken, Cenâb-i ALLAH’ın huzurundasınız daima.
O’nunlan senli benli konuşmağa başlayın.
Diyor ki: “İşte benden kulum, gece vakti” diyor.
“Gece vakti BENİ bula bilirsin, duan kabul edilir.”
Onun için gecelerde çok işler vardııır.
Gece yıldızlar görülür, acaba yıldızlar gece mi görülür, yoksa gecemi kendini gösterirler?
Bu meseledir, bunun halledilmesi için.
Onun için hiç olmazsa Ramazan’da mışıl mışıl uyumayın!
Gecenin bir saatında kalkın ALLAH’ınızla senli benli konuşun.
İçinizin muhasebesini yapın:
“Ben şöyle fenalık yaptım, böyle yaptım, Ya İlahî tartıyorum, şu iyiliği yaptım, şu elimde değildi, şunu da hasbel beşer yaptım, sen bunları mağfiret suyu ile yıka, hepsini def’ eyle beni temizle Ya Rabbi!” de.
Kafanı da böyle yukarı doğru kibirle kaldırma!
Daima kafan yerde olsun.
Hz.Davud, ömründe bir defa başını yukarı kaldırmamıştır.
Utanmasından.
Ama ALLAH yukarda mı?.
Hayııır, her yerde hazır ve nazırdır, biz göğe bakarız elimizi kaldırırız, ALLAH gökte mi?
Kalbde ALLAAAH.
Niye göğe bakarız?
Ona en temiz, en güzel, munasip yer ora bulduğumuz için o maviliğin içine bakarız.
O maviliğin içine baktıkca, içinde hissedersin, bak güneş 4000 ışık yılı uzakta olduğu halde, gözümüzün içinde duyarsınız, sıcaklığını elinizde duyarsınız.
Cenâb-ı ALLAH ANLAYANA gore, sıcaklık gibi elindedir, Güneşe bakamayana gore, milyonlarca sene uzaktadır.
Eski bir söz vardır.
Hakk’ı Bâtın, Hakk’ı Zâhir, Hakk’ı Dâim, Hakk’ı Kâim görmeyen,
Ol ne bilsin Hakkın Âdem, Âdemin Hakk olduğun!
İşte böyle!..

Hz.Mevlana Şemsü’l- Hakaik’inde der ki :
“Eeeey müslümanlar!
Ben ne olduğumu bilmiyorum.
Ben ne yahudiyim, ne nasrani, ne müslümanım!
Hiç bir şey değilim!.
Ne yerim, ne göğum, ne şuyum,
……..
Benim mekanım yoktur!
Ben CÂNÂN’ın canının canının içiyim!” diyor.

Bakın bu büyük velîler nerelere gitmişler ve herkese velî olmak vâcibtir.
Allah bu kudreti insana vermiştir.
Bir takım insanlarda aslî fikirler vardır ki, bunların insanın kendisiyle birlikte var, bazı fikirleri vardır insanoğlunun ki doğduğu zaman bu da onunla beraber doğar.
Mesela tomurcuk açtığı zaman, açmadan evvel içinde koku vardııır, gülun rengi vardır, hepisi vardır ve altında da dikeni vardır oğlum!.
Korumak için onu.
Allah ve din fikri de insanlan beraber doğmuştur.
Bir insan dinsiz midir?
O sonradan dinsiz olmuştur.
İnsan ALLAH ve din fikri ile doğar, onun içun:
“İnsanlar mü’min doğarlar, mü’min ölürler!” diyor Sallallahu Aleyhi Vessellem bir hadislerinde.
“Efendim herif kâfir, ölürken mü’min ölür, nasıl bu islam mı?”

Mü’min demek inanmış.
“Kella iza beleğatitterakiye.
Ve kiyle men rakin.”
Buraya can nefes geldiği zaman “Ve kiyle men rakin” doktor aranır, doktor nerede bulunur, doktor gelir şırıngalar mırıngalar falan.
“Ve zanne ennehulfiraku.”
Hasta anlar ki artık ben gidiyorum.
“Velteffetissaku bissaki...”
Bu ayak kemikleri birbirine dolaşmaya başlar.
“İla rabbike yevmeizinilmesaku”
O artık Allah’ına gidiyor, onda dönüş yok!
İşte o anda, o anda gözün perdeleri açıldığı için kâfiri bile, dinsizi bile, Nemrudu bile:
“Haaaaaa demek ki hakikat buymuş! Âhiret varmış!” diye inanır.
Fakat bu inanma fayda etmez.
Onun için herkes inanarak ölür, mü’min Ölür.
Firavun bile Fütuhat-ı Mekkiye’de Şeyh Muhyiddin Arabî anlatır, boğulurken:
“Musa’nın dediği doğrudur!” demiş.
O korktuğundan, boğulacağından değiil.
Gözü açıldığı için hakikati gördü, onu ikrâr ediyor.
Onun için insanlar mü’min doğarlar mü’min ölürler.
Amma aşağıda, o hesap başka, yaptığı edepsizliği, küfrü müfrü, orda artık haddeler vaar, insan dilinde anlatılmaz, kazan diyelim, bilmem makinalar, falanlar, şişler, işte fırınlar neyi varsa var artık onu bilmem!..
Onun için insanlar daima Allah fikri ile doğarlar, ölürken de. Fıtrat bozulmamış olan, ruhu hasta olmayan her insaaan bunu bulur ve hayatında anlar.
Allah’ın varlığını anlamak için insaan, insanın iç âleminde mükemmel bir makina bir cihaz vardır.
Allah onu o yolda yaratmıştır bu makineyi.
Nasıl ki bir mıknatıs, şu mıknatıs olsun.
Demirleri, demirlere, mıknatıs ile demirleri birbirine yanaştırdığınız zaman, mıknatıs demiri hemen çekiverir yanına!
Çünkü bu mıknatısın yaratılış fıtratında vardır.
Sen hakiki mıknatıslığı bulursan seni çeker, mıknatıslığı görende!
Mıknatısa şöyle bir şey sür, o da muhakkak mıknatıs olur.

Onun için gül gibi adamları bul konuuuuş!
Kile sormuşlar: “Ne güzel kokun var?”.
“Efendim koku benden değil, üç beş gün gül ile arkadaşlık ettim de o koku ondan bana sindi.”
Onun için mıknatıslı adamları bulun da onlan konuşun.
Vakiti makiti geçin, tırıltıyı, boş lakırdıyı bırakın aziz cemaat.
O kabiliyet mıknatısta bozulmadıkça, fıtratının çekme icâplarını daima yapacaktır.
İşte insan da böyledir.

Peygamberler insandaki bu fıtratın inkişafına calışmışlardır. Sende bu hassa vardır, onu harekete getir.
Onun için: “Efendim filan adam velîyullah!”
Nerden bildin?
“Efendim bizim evdeki pişmiş hindi, hindi dolması, pilavı bildi, sizde bu akşam pilav var!” dedi.
Eeee.
“İki de misafirim var, halbuki ben iki kilometre uzakta oturuyorum, dünde şunu yedin!” dedi.
Ulan onu sende biliyorsun.
Bunda velîlik yok.
Asıl velîlik, sende olup da haberin olmadığını sana bildirip de seni yola getiren adamdır.
İşte peygamberler, bu fıtratı insanda meknuz olan bu fıtratı ortaya çıkarmıştır.
Buna da biliyorsunuz Nur-u Muhammedi derler.
Nur-u Muhammedinin, Cesed-i Resûlullah ile alâkası yoktur.
Cenâb-ı Allah Kur’ân’ında diyor ki:
“Kâinâtı yaratmadan evvel bir Nur yarattım, bu Nurun ismine Hamdedici Nur, Muhammed ismini verdim.”
Peygamberle alâkası yok bunun.
Bütün Kâinât herkesteki bu Nurun içinden Hayy Esması geçti, geldi senin kalbine girdi.
Hayy işliyor.
İşte bu NUR sende de vardır.
Nur-u Muhammedi, dinsizinde de imansızında da herkeste vardır.
Bunun sende bulunduğunu bildiren adam velîdir ve bunun bulunduğunu ilk ilan eden de Sallallahu Aleyhi Vessellemdir ve bütün peygamberler âli izamdır.
Onun için biz peygambere Salâtu Selâm getiririz bilirsiniz. “Allahümme Salli Alâ Muhammedin ve Alâ Âl-i Muhammed.”
Ne demek bu?
Allahümme : Ya İlahiii!
Salli : Mağfiret et!
Alâ Muhammed: Muhammed’e mağfiret et.
Peki cenâbı peygamber mağfirete muhtaçsa biz ne yapalım? Haaaa, simdi iş değişti.
“İnnallahu ve melaiketihu yüsallune alennebiyyi ya eyyuhellezine amenu salli aleyhi ve sellimu teslima!”
Ben Allaaah ve melaikelerim nebiyi zîşana selâvatu serife getiriyoruz, ey inanan KULlaaaar.
Siz de selâvat-ı serife getirin.
Onun için Rahmet-i İlahîye, Sallallahu Aleyhi Vessellemin kalbi mübârekine inmeden bize gelemez.
Niçiiiin?
Gelemez ya!
Biz, şuradaki 220 voltluk ampulüz.
Teeee, barajdan gelen elektrik 16000 Volt.
Transformatörde iniyor, bizim tahammül hududumuza geliyor.
Onun için bu feyz, Cenâb-ı peygamberin kalb-i mübareğine geliyor voltajı iniyor, bizim tahammül hududumuza kadar geliyor.
“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi…”[Hasr Suresi 21.ayet).
“Biz eğer o Kur’ân’ı dağa indirseydik dağ onun haşyetinden param parça olurdu!” diyor.
O yüzden Cenâb-ı Resûlullah’ın vücûdunun yaradılış kudretine bakalım.
Ona bile, insan olmayan Cebrail alıp getiriyor, oda, oda indiriyor bir noktada.
Onun için insanlar meleklerden daha efdaldır.
Melekler insanları kıskanırlar...


KELİMELER:

Vesile: (Vâsile) Bahane, sebeb. * Fırsat. * Elverişli durum. * Vasıta. Yol. * Pâye, rütbe. * Baba. * Kurbiyet. * Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. * Cennet'te bir menzil adı. (El-Vesiletü menziletün fi-l Cenneti hadis-i şerifi bunu te'yid ediyor.)

Er Rezzak: Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
Lemyezel: sonu olmayan Hakk cc.
Töhmet: Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat. * İtham altında olma.
Giybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek. (Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese; zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır. M.)
ind-i İlahî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Hasbel beşer: İnsanlık icabı, elde olmadan.
Katline ferman: Ölümüne emir.
Şekk: (C.: Şükuk) Şüphe, zan. Bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek.
Kanaat: Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)
Mağfiret: (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
Nazır: (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan. * Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis. * Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Âli: Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib.
Izam : (Azim. C.) Büyükler. Büyük kimseler. * (Azm. C.) Kemikler.
Feyz: (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.(Hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. M.)


ÂYETLER:

كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ
Resim---Kella iza beleğatitterakiye: Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır.” (Kıyâmet 75/26)

وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ
Resim---“Ve kiyle men rakin : «Tedavi edebilecek kimdir?» denir.” (Kıyâmet 75/27)

وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ
Resim---“Ve zanne ennehulfraku : (Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.” (Kıyâmet 75/28)

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
Resim---“Velteffetissaku bissaki : Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyâmet 75/29)

إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ
Resim---“İla rabbike yevmeizinilmesaku : İşte o gün sevkedilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (Kıyâmet 75/30)


إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber''e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (Ahzâb 33/56)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Lev enzelna hazelkur''ane ''ala cebelin lereeytehu haşi''an mutesaddi ''an min haşyetillahi ve tilkel''emsalu nadribuha linnasi le''allehum yetefekkerune : Eğer biz bu Kur''an''ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ALLAHısmarladım!.
Tarih: 27.08.2009 Saat: 23:19 Gönderen: Kulihvani

Resim

ALLAHısmarladım!.
Çok değerli ve sevgili cAN Kardeşlerim,
Nefes nefes yaşadığımız Kaderimizin Tecellisinde güzellikler de yaşanmaktadır.
Bendeniz de hamdolsun bir ANlık bir İç İstekle Ramzan-ı Şerifte Sevgilimiz Resûlullulah sallalahu aleyhi vesellem Efendimizin Nefes aldığı Diyâr-ı YÂRde olmak dua ettim..
Çok şükür icâbet buldu ve yarın İnşâallah Hakka-Hayra-Harama Yolcuyum!.



Pek çok kardeşlerimle hukukumuz oldu celâlli fıtrî yapım ve hamlığımdan dolayı kırdığım-üzdüğüm vs. olanlardan özür dilerim Haklarını helâl etmelerini istirham ederim!
Sadece samimi iyi niyetime versinler!


Hasbî Hizmet Azmimizin daha da artarak devamında bu NUR YUVAmızın hep DİRİ ve ŞEN Kalmasında her cAN kardeşimiz aynen BİZ BİR İZ içinde görevlidir inşâallah..
Elden ve gönülden gelendir Hasbî Hizmet…


Bendeniz de Mekke ve Medinede İnşâallah BİZ BİR cANcasına;
Tevbe-Rıza-Duada Hepimizin Tevhid Temsilcisi olmaya canla başla çaba sarfedeceğim İnşâallah..


Dualarınızı beklerim DUAmız BİR Olsun!
Allah celle celâlihu Razı Olsun!..
ALLAH CELLE CELÂLİHU ya emânet ederim CüMlenizi İnşâallah!..


Muhammedi Muhabbetlerimle..


HUU DOST!..

Bir Esintidir İhvANî!..

Resûlullah (sav) ÖZledin Ya!
SIRRın SIFIR SÖZledin Ya!
YOLlarını GÖZledin Ya!
gÖZ Yaşın AŞK Alı İhvANî!..

sANmayasın PâdişAHtır
KervAN Kelbi Emrullahtır
Veysî-ŞeMsî-Sırr-î ŞAHtır
ASLı-NeSLi Âli İhvANî!..

Emek-Ekmek Arka Çıkar
Haksızlığa Kaşın Yıkar
ARI Gibi İğnesi VAR
Zehir-Zıkkım BALI İhvANî!..

Yeşil Bİlme Lâlezârı
Burası Belâ Bazarı
BülBülün GÜLe Nazarı
Gül Bağında Çalı İhvANî!..

AŞKın AHı ŞAHçasında
BİZ BİR-İZ Dost Bohçasında
cİSİMde cAN Bahçasında
Çile Ağacın Dalı İhvANî!..

KıtMiR AŞIyla YALL-AN dı
SALL SıLAsında SALL-AN dı
NaZ-NiYaZ İle NALL-AN dı
AŞK KIR-AT! ın Nalı İhvANî!..

Nur-u Mîm’dendir IşIğı
Tescilli ALLAH Âşığı
Bezm-i BELÂ’dan Beşiği
Subhânallah SALLı İhvANî!..

ÇÖLde Çilekeş YOLağı
ÇÖKenin UmuT ULAğı
Garipler Kalbi-Kulağı
Hakk Erenler Eli İhvANî!..

Akar Gider DOST’a Doğru
Bakar Gider DOST’a Doğru
Yakar Gider DOST’a Doğru
AŞK Ateşi DELİ İhvANî!..

Mahşere- KâLU Belâ’ya
SALL SıRRaTı Es Selâ’ya
gÖZ Yaşıdır Kerbelâ’ya
Sırr-ı SîN’in SELİ İhvANî!..

HIRA’mızda “İKRâ!” Okur
UHUD’da DUAmız Dokur
RAVZAsında RUHun Kokur
YÂR Yurdunun YELİ İhvANî!..

Hamdolsun Dönmedi LEŞe
Denense de cAN Peşpeşe
ZOR Yolda DÜŞüp Ateşe
Ah! Çekenler Dili İhvANî!..

Dertlilerin Feryadına
TUZ olur Çile Tadına
Hayy Resûlullah Adına (sav)
Muhit-Merkez Mili İhvANî!..

Güler Gibi Ağladığı
Sîne Sırrın Sağladığı
İÇin İÇin Çağladığı
Çile ÇÖLün NİLi İhvANî!..

Çemkirse Çulu Soyulur
Sesin SAHİBin UYulur
Yedi Kat Gökten DUYulur
KervÂN Köpek Zili İhvANî!..

Gerek Yok Boyna Tasmaya
Kibredip Kendin Kasmaya
ÇÖLün KUMudur BASmaya
HAKK’ın HaRaM YOLU İhvANî!..

Minâyız KURB-ANız Elbet
cAN Çâremiz Hasbî Hizmet
DİRİlik KAYNAğı AHMET (sav)
DİRİL-SeN ya ÖLü İhvANî!..

Habibullah Hâlin Hayr-ÂN
cAN Evinde Cevl-ÂN-Seyr-ÂN
Döne Dursun Deli Devr-ÂN
Çark-ı ÇİLE ÇÖlü İhvANî!..

Bırakmış Niçin-Nedeni
ANLA-mış İŞİ EDENi
Gördüğünüz Ben Bedeni
AŞK Kıtmirin Çulu İhvANî!..

Gönlü Gençtir YaŞlansa da
Her AN Hayydır HaŞlansa da
Yedi YöNden TaŞlansa da
HAKK'ın Kemter KULu İhvANî!..

ALLAH (cc) Ebed-Ezelidir
Muhammedî EM-ELidir
TEVHİD DİNin Temelidir
Tevhidullah TÜLü İhvANî!..

KUL İhvÂnî Ağır Ağır
HAKK YOLa YOLcusun Çağır
AR Etme KıtMîRce Bağır
Hakk Âşıklar ZÜLü İhvANî!...


17.08.09 16:49
A n t a l y a


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ağustos Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

TEVHİD ve TASDİK
Tarih: 01.09.2009 Saat: 00:54 Gönderen: Kulihvani

Resim

TEVHİD ve TASDİK

Latif YILDIZ

Azîz kardeşim,
Ubûdiyyet (kulluk): kalbî tasdikle HAKK’a ârif olup, lisanî ikrârla HAKK’ı anıp, bedenî amelle ibâdet etme işidir.
Bunu hakkıyla başaracak kabiliyet, isti’dâd ve kaderte (takdir edilen kadar) halk edilen insan nefsi, akılla ve basarla; âfâkî, dış, objektif, kendi içi ve dışındaki kâinâta bakarak aklının aczini idrak edince sistemin Sahibini aramaya çıkar.
Enfüsî, subjektif, derunî, kalbî öz gözüyle, basîretle, nakle (âyet-hadis) bakar da aradığını bulur.
Aczini idrak eden nefs aklını, naklî işlere harcayıp:

Sistemin Sahibini Tehlil eder : “Lâ İlâhe İllâ ALLAH CELLE CELÂLİHU!” der.
Sistemin Sahibini Tesbih eder : “Subhânallah!” der.
Sistemin Sahibini Tahmid eder : “Elhamdülillah!” der.
Sistemin Sahibini Ta’azîm eder : “Allahü ekber!” der...


Tevhidin zâhiri lisânla (dille) ikrâr olup lisânda 4 hâldedir:

1-Lisanda ikrâr vadır: Hakk inancını kabul edip ve i’tikadını ilân eder.
2- Lisanda inkâr vardır: inancını reddetip inkârını ilân eder
3- Lisanda sükût vardır: nötr halde olup bildiği halde menfi müsbet tevhidden söz etmez
4- Lisanda sükûn vardır: tevhid nedir bilmez bile... İnkâr, ikrâr da ilgilendirmez.

Tevhidin bâtını ise kalbî tasdik olup kalb bu açıdan 4 hâlde olabilir:

1- Kalb tahkikî imân hâldedir: delille elde edilen-şerîatle mutabık (uygun) i’tikâd
2- Kalb taklidî imân hâldedir: delille elde edilmeyen-şerîatle mutabık i’tikad
3- Kalb cehâlet imân hâldedir: delille elde edilen-şerîatle mutabık olmayan i’tikad
4- Kalb hâlî imân hâldedir: kalb bomboş halde: ha var, ha yok...

Taklîd imânda Kalb ile lisanın tevhidde beraberliği:

1- Kalbde taklîd imân, dilde ikrâr var ise: müslim
2- Kalbde taklîd imân, dilde inkâr var ise: mecburi ise müslim, keyfi ise kâfir
3- Kalbde taklîd imân, dilde sükût var ise: fâsıktır.
4- Kalben câhil ve lisanen inkârcı ise küfre gider. kâfir olur.
5- Kalben câhil ve lisanen tasdik ise münâfıkdır.
6- Kalbi bomboş iken lisanen tasdik ise araştırıyor demektir.

Tahkik imânda Kalb ile lisanın tevhidde beraberliği ise ilginçtir ve 4 hâldedir:

1- Kalbde tahkik imân, lisanda ikrâr var ise: gerçek mü’min
2- Kalbde tahkik imân, lisanda inkâr var ise: gerçek mü’min ama zorlanan kimsedir. Savaş v.s sırasında Nahl 16/106 hükmünce...
3- Kalbde tahkik imân, dilde sükût var ise:
a-Mazereti var mecburiyetten ise: gerçek mü’min.
b-Mazereti yok keyfi-ihtiyari ise: şaşkın mü’min
4- Kalb bomboş (hâlî) dilde lâf-ı-güzâf var ise o kimse zâten yaşayan bir ölüdür.

Azîz kardeşim,
Ubûdiyyet (kulluk): kalbî tasdikle HAKK’a ârif olup, lisanî ikrârla HAKK’ı anıp, bedenî amelle ibâdet etme işidir.
Bunu hakkıyla başaracak kabiliyet, isti’dâd ve kaderte (takdir edilen kadar) halk edilen insan nefsi, akılla ve basarla; âfâkî, dış, objektif, kendi içi ve dışındaki kâinâta bakarak aklının aczini idrak edince sistemin Sahibini aramaya çıkar.
Enfüsî, subjektif, derunî, kalbî öz gözüyle, basîretle, nakle (âyet-hadis) bakar da aradığını bulur.
Aczini idrak eden nefs aklını, naklî işlere harcayıp:


Sistemin Sahibini Tehlil eder : “Lâ İlâhe İllâ ALLAH CELLE CELÂLİHU!” der.
Sistemin Sahibini Tesbih eder : “Subhânallah!” der.
Sistemin Sahibini Tahmid eder : “Elhamdülillah!” der.
Sistemin Sahibini Ta’azîm eder : “Allahü ekber!” der...


Dikkatinizi çekerim ki te’min (sağlam olarak elde etme) edilmemiş bir tevhidin,terakki (ilerleme) ve tekemmülü (kemâlâtı, gelişip olgunlaşması) de olamaz...

Tevhidi tıpkı iki kefesi bir dili olan terazi gibi düşünebiliriz:

Burada esas olan Muhammedî Tevhid SEViyesidir.
İnkar Kefesi İle İkrar Kefesi Teslimiyyette Resûli SEViyede Sırat-ı Mustakîm üzere olursa İstikamet Tevhidullahtır..
İKİlik ŞeY-TAN’ını Müslüman etmek de TEK TEVHİD SEViyesidir…


Hz. Şibli’ye niçin “ALLAH” diyorsun da “Lâ ilâhe illlallah” demiyorsun? dediklerinde:
“İnkârın vahşetine yakalanmaktan korkarım” demiştir.


İnkâr + İkrâr = Tevhiddir.
Karıncaların yuvasına taşıyıp biriktirdiği buğdaylar nemden dolayı yeşermeye başlarsa; derhal buğday tanelerini ikiye bölüp dirilmelerini durduruyorlar, tümlük olan tevhidi (taneyi) ikiye böldükleri için çimlenme olamıyor ve yuvaya zarar veremiyor.

“Nefs, bu tevhidi hangi akılla elde eder?” sorusunun cevâbı:
Din ve Dinî Tasavvuf Neş’esidir...

Emr Âlemi’nden ilk gelen ruha (sallallahu aleyhi ve sellem) Emr Âlemi’nden son gelen vahy ulaşınca;
Kur’ân-ı Kerîm’in İlâhî Nuru, Muhammedî yansımayla karanlık ve ham AKLımızı aydınlık ve KÂMİL kılar.
Beden, Nefs, Kalb Ve Ruh aydınlanır ve herkes kendini ve görevini tanır ve RABB’ısı (celle celâluhu) nı tanır.
Yâni tevhid eder!..
Hidâyet üzere İlmullah, Haşyetullah, Muhabbetullah ve İhsânullah (rıza) peşinde sırât-ı müstakîmolan tevhidin dinini yaşar ve şâhidi olur...


Şirk: ifrattır ve çok ilâha inanmaktır.
Ta’til: tefrittir. İlâhsızlık, başı boşluktur.
İ’tidâl: ortada oluş ve, adâlettir ve adl kökündendir.
Tevhid: Tek ALLAH’a (celle celâluhu) imândır ve dengedir. Denge ise adâletle kaimdir.


Bu ilâhî denge de durabilmek ise kıldan ince kılıçtan keskin sırat köprüsünden tel canbazı gibi geçebilmek becerisine bağlıdır. İtmînanı kaybedip kargaşa ve anarşiye düştü mü münâfık v.s.aşağıya ateşe düşer...

Tevhid için: Lisân ile İkrâr, Kalb ile Tasdik yeterlidir.
Ancak Taklîdî Tevhid, bilinçsiz ve her AN elden kayabilir.
Delillerle (irfânla) pekiştirilmesi gerekir.


Tevhidi;
İkrâr Ve Tasdik eden Mü’min iken,
Tasdik etmeyen Münâfık,
Ta’zim etmeyen Bi’dât Ehlidir.
Tadını alamayan, hazzı olmayan mürâi ve dışına çıkabilen Fâcirdir.
Kabul etmeyen belli ki Kâfirdir...

Kısacası: Herkese kaderince verilen fıtrî ilmi, fikrî ilimle takviye ile Tahkik Tevhid temini mümkündür.

Noksan, Kesrette (çoklukta) olup; Kemâl ise Vahdette (teklik) TEVHİDdir.

Rabbü’l-âlemin; insana, hakk ile bâtılı ayırt edebilecek bir akıl ve hayr ile şerri işleyebilecek bir güc ve kuvvet vermiştir.
Her ikisi de sınırlı sorumlu ve imtihandadır. Hak ve hayr için mâddi-mânevî mükâfât va’d ederken, bâtıl ve şer için ise azab vâ’id buyuruyor...

Kendinin fizyolojik ve psikolojik yapısına ve sonsuz kâinâta alıcı gözle bakan her akl-ı selim sahibi: bu muhteşem mevcûdât ve hayat nizâmı, yaratılış gâyesi, adâlet ve insaf, düşüncenin sonucu, ebedî mutluluk arzusu ve her şey ve herkesteki tümevarım (cenin-bebek-genç-olgun-yaşlı-ölüm) bilgi ve anlayışla açıkça görür ki âhiret haktır ve bu hayat sahibinin ilân ettiği vahdaniyyet saltanatı haktır.
Kul ise ilk sözü olan tevhidin son sözü olması için zor gözüken, sıdk ve adl ehline ise su içimi gibi kolay olan bir imtihandan geçmektedir.

Bu imtihanın en basit kuralı; Zikir, Fikir, Şükûr ve Sabırdır... Elbette insanın fıtrî yapısı çok kaygan ve dengesi en ufak bir sözle bile bozulabilecek tarz ve kıvamda halk edilmiştir.
Hata ve günâhının farkında bile olamaz.
Onun için hepsinden önce Tevbe (hakka dönüş) ve İstiğfâr bağışlanma dilemek gelir.
Bu Tevbe ve İstiğfâr; gerekli bir ilmin neticesi oluşan bir hâl içinde işlenen bir AMEL olmalıdır.
Düne istiğfâr, bu güne tevbe ve asla hataya dönmeme azmi ve kararı, yarın için ise ALLAH Teâlâ’ya sığınıp: “Asla!” demektir.

Bu dönüş ve arınmışlıktan sonra kulluk imtihanının Şerefli Tevhid Bayrağını taşımanın çetin yolculuğunda, hakta ve hayırda yürüyüşe sabır gerekir.
Sabır: ağır ve zor bir imtihanda kulun; Sahih İnanç ve Sâlih Ameli tercihle gösterdiği metanet (sağlamlık) magnetizması (ilâhî çekicilik kaynağı) ile RABB’inin, abdini (kulunu) çekmesine-CERRine (CEZBine) sebeb olan Tevhidî Kemâlâtın meyvesidir.
Sabır, hayat yolundaki Zikir-Fikir-Şükrün, sonucu olup;
Her yer, her zaman ve her halde kulluğu gereği (emredildiği) gibi yapmaya yakîn erinceye (HAKK (cc)’a yürüyünceye, ölünceye) ve ihsâna erinceye kadar ile’l-ebed devâm gücüdür.
Elbette zordur!..

Nice günler ve hâller görmüş olan Ömerü’l-Farûk (radiyallahu anhu):
“Darlıkta imtihan edildik sabrettik de bollukta imtihan edildik şükretmedik. Kim mal ve servetin tuzak olduğunu bilmezse aldanmıştır (ahmaktır)” buyurarak bize bu yolda mükemmel bir nirengi (işaret) noktası bırakmıştır.

Hz. Şibli (kaddasallahu sırrıhu): Kendisine en zor sabırı sorana: “Lillahi-fillahi-billahi sabredemeyiz, ancak minallahi sabra devâm...: ALLAH (celle celâluhu) için, ALLAH (celle celâluhu) hakkında, ALLAH ile sabr kul için söz konusu olmayıp ancak ve ancak ALLAH (celle celâluhu) dan gelen (hükm-ü hakk) e rızaya sabır!” buyuruyor.

Bakınız Rabbü’l-âlemin ne güzel ifâde buyuruyor:


Resim--- “(Bu nimetler) “Ey RABBımız! Îmân ettik; Bizim günâhlarımızı bağışla! Bizi ateş azabından koru!” diyen: Es sabirine ve’s- sadikine ve’l-kanitine ve’l-münfikine vestegfirine bi’l-eshar!” (Al-i İmrân 3/16-17)

1- Sabredenler: Emredileni yapmakta, men edileni yapmamakta, Muradullah olan Tevhidi, sırat-ı müstakîmde Muhammed (Aleyhi’s-Selâm)’ın sözünde, fiilinde, ahlâk ve hâlinde olarak yaşamaya ve yürümeye sabredenler...

2- Sadıklar: Ezel sözleri olan Ahdullah emânetine sadık, niyetlerinde samimî, azmettiklerinde ve sözlerinde halis sıddık ve fiillerinde ciddî bir çaba sarf edenler...

3- Kanitinler: Boyun bükerek Kur’ân okuyup dua edenler: “Semiğnâ ve ateğnâ! İyyake na’büdü ve iyyake nestain: duyduk ve uyduk, ancak sana kulluk eder ancak sana sığınırız (isteriz)” deyip imân ibâdet ve itâatle boyun eğip bağlananlar...

4- İnfâk edenler: HAKK (celle celâluhu)’dan geleni, halkına Muhammedî Muhabbet ve merhamet metodu gereği; ALLAH için hasbî hizmetle infâk edip geçinmelerine yardımcı olanlar...

5- Seherde istiğfâr edenler: Âlemde fecr ve Âdemoğlunda celâl nurunun kalbde tecellî zamanı olan seherde; acz, fakr, zillet ve illetini müdrik olarak kulluğun gereğini yapmaya gücü yetmeyeceğini anlayan kulun bağışlanmasını dilemesi, dinin özü dua...

Dikkat buyurunuz:
Sabr-sıdk-kunût: Hakk’a (emre) saygı ve ta’zim (ululama)...
İnfâk ve istiğfâr: Hakk (celle celâluhu)’nun halkına şefkat, merhamet ve kendisi için özür dilemedir.
Kunut: ayakta kıraat ve duadır.

Tâatın fazîleti ise; insanın kendisi sandığı nefsini, Hakk (celle celâluhu)’nun emrine saygı duyup uymaya mecbur etmesi.
Bir de yine kendisinin sandığı; “mal canın yongası” olsa da malını halka ayırıp-kayırmadan Sebilillah (ALLAH (celle celâluhu) yolunda) harcamasıdır...
İslâm Dininde fazîletler, lâzım (emri) ve lâyık (murad’a) olanı (Hakkı ve hayrı) tercih ve işlemektir...

Meşhur İbrâhim Edhem Hazretleri tek başına bineksiz ve biçâre halde hacca giderken rastlayan Arab’ın:
“Bineksiz ve yalnız bu çölü geçip nasıl hacca gideceksin?” sorusuna:
“Belâ gelirse, sabır bineğine; ni’met gelirse, şükür bineğine;
Hükm-ü Hakk (cc)gelirse, rıza bineğine binerim.
Nefsim dırdır ederse: “Kalan ömrüne bir daha bak!” derim.” buyuruyor...
Ne güzel değil mi?..

Sabrın da en güzeli vardır.
Ve “Sabru’n Cemil”dir. (Yûsuf 12/18 bkz.) Yûsuf’un kanlı gömleğine bakan ve koklayan Yakub (Aleyhi’s-Selâm):
“Bu ne de akıllı bir kurt imiş ki yavrumu yemiş de gömleğini yırtmamış!”deyip olanı, Hükm-ü Hakk bilip:
“Artık bana düşen: “Halkına, Hakk’ı şikâyet etmeden rıza içinde şükürle sabır olan Sabr-ı Cemil!” buyurur gibi...

Âcizâne, fakîrâne, dervişâne arz edelim ki -öğünmek sayma sakın.-
Bizde bu çile çölünün Sabır Saraylarının Sırr-ı Sıfır Seyrânını sînemizde seyrettik.
Kendi keyfimizle değil de Rabbü’l-Bürrun (celle celâluhu)’nun Resûlü ve Habib-i Kibriyâsı (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bahşettiği bilelik beşâreti (müjde, muştu) olarak...
Kader Kaderullah ve murad Muradullah.
RABB’ımız (celle celâluhu); rızasından uzaklaşmayalım diye; ne iki yakamızı bir araya getirir ne de kimseye yırttırır.
Hamdolsun Rabbü’l-âlemin’e!..
Nefesler birbirinin sonucu ve sebebidir...
Sebebler Âleminde tercihlerimizle imtihan ediliyoruz.
Bu imtihanın esası, tertib’e (belli bır sıra, düzen ve denge) ve tedric’e (derece derece, basamak basamak ilerleme, ilerletme) dayanır.
Sünnetullah (ALLAH Teâlâ’nın tavrı, tarzı, stili) böyledir...
Eğer bu sebebler bu kadar çok ve karmaşık olmasaydı şüphe ve imtihan nasıl olacaktı.
Onun için herşeyden önce arapsaçı gibi olan aklı (nefsi) önce Muhammedî Tevhid tarağıyla taramak ve her şeyi yerli yerine koymak gerekiyor.


ZEVK 2267

Şevket Taht’ın-Tevhid Tac’ın, “Kul Fenâhânesi”ndeyiz!
Gavs’ın gönül ikliminde, Kurbiyyet peymânesindeyiz!
Muhabbet-ü-AŞK’ı ile, Vecd-ü-Ünsüne âşinâ,
Nur-u MUHAMMED Mahmuru, HAKK’ın meyhânesindeyiz!


ZEVK 2276

“Semiğnâ ve ateğnâ!”de, “BEN”i unut, “BİZ”i anla
“Muhammedî Şuûr”a er, “Mutlak Tevhid”i îkanla
“Sen! Ben!” yokuz, “BİZ”iz, hamd olsun MUHAMMEDÎyiz!
Duamız bir - Tevbemiz bir, İznullah ile iz’ânla!


Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön