2009 Ekim Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Ekim Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

HADÎKATU’L –HAKÎKAT
Tarih: 09.10.2009 Saat: 18:22 Gönderen: kulihvani

Resim

HADÎKATU’L –HAKÎKAT
EBU’L-MECD HAKÎM SENÂÎ (k.s)
Çeviri: Barbaros Sert

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Bismillahirrahmanirrahim


Ey SEN ki aklı besleyen (eğiten), vücûdu donatan,
Ey SEN ki irfan veren, ahmağa rahmet gösteren,
Yerin (arzın) ve zamanın Hâlık’ı ve Rızık vereni,
Mesken ve onda ikâmet edenin Koruyucusu ve Savunmacısı,
Mesken ve ikâmet eden, hepsi SENin hilkatindir;
Zaman ve mekân, hepsi SENin emrin altındadır;
Ateş ve rüzgâr, su ve sâbit zemin, hepsi SEN’in kudretinin hükmündedir,
Ey SEN ki târifsiz olan.
SEN’in Kursî’nden yere, hepsi SEN’in halkettigin şeyin sâdece bir zerresidir,
Yaşayan Zekâ, SEN’in süratli (dakik, akıllı, çabuk, zeki, tez) elçindir.
Ağızda hareket eden her dil SEN’i övmek maksadıyla hayat sahibidir,
SEN’in yüce ve kudsal isimlerin, SEN’in kerem, ihsan ve rahmetinin birer delilidirler.
Onların (isimlerin) her biri gök ve yer ve melekten daha büyüktür;
Onlar binbir dir (1001), ve onlar doksandokuzdur,
Onların her birisi insanların ihtiyaçlarından birine ilişkindir,
Fakat SEN’in sırlarında olmayanlar onlardan mahrum bırakılmıştır.
Yâ RABB, SEN’in rahmet ve şefkatin, bu kâlp ve canı, SEN’in İsminin müşâhedesine izin verdi…



HADÎKATU’L –HAKÎKAT KİTABI 1.CİLT

EBU’L-MECD HAKÎM SENÂÎ (k.s)

Orijinal Kitap Dili: Farsça Çeviri

Yapılan kitap: Eski İngilizce

İngilizce Çevirmen: J.Stephenson, 1910

Türkçeye Çeviren: Barbaros Sert, Ekim 2009



Çevirmenin Notu:

Bismillahirrahmanirrahim,

Sevgili Kardeşim,
Bu çeviriyi Allah rızası için, tadımlık olarak, Farsça bilen çevirmenlerimizin kitaba dikkatini çekmek ve bu hususta belki yeni çevirilere yol açar diyerek yaptık.
Hadikatu’l Hakikat kitabı 11500 beyt ve her beyti yarım mısra yani 2 satırdan oluşan yaklaşık 23000 satırlık bir kitap.
J.Stephenson isimli yazar, Allah razı olsun bu kitap hakkında epey bir inceleme yapmış, Lahor, Bombay ve değişik uzak doğu kopyalarından ve Ingiliz Devlet kütüphanesinden ve oldukça uzun bir liste ile dökümünü yaptığı bir çok kaynaktan sadece bir cilt olarak bu Ingilizce kitabı hazırlamış, fakat bu bir cilt kitabın tamamı değil, sadece çevrilebilen kısmı.

Bu kitap bize ulaşana kadar bazı düzeltmelerden geçmiş.
Bu tarihçeyi buraya aktarmak yeni çeviriler gerektirmekte.
Kitabın tarihçesi ile ilgili bir şemayı aşağıda vermek istedik özetle, kullanılan ana kopya Abdü’l Latif isimli bir Hakk Dostunun yorumlamalarından oluşan ve resimdeki kronolojide “L” harfi ile gösterilen kopyadır.


Resim

Biz ise bu çevirinin çevirisini yapmaktayız ki bu oldukça güç, ve çeviride mana kayıplarına yol açan bir durum.
Fakat bize lezzet versin ve başka çevirmenlere ön ayak olsun ve Türk toplumuna bu önemli kitabın kazandırılmasına yol açalım maksadıyla bunu yapmak istedik.
Çeviride zorlandığım yahut manada terslik bulduğum yerleri kırmızı ile gösterdik. J.Stephenson’un çevirisini ingilizce olarak aşagıdaki linkten bulabilirsiniz:


http://www.sacred-texts.com/isl/egt/index.htm

Çeviri esnasında karşılaştığım güçlükler çevirmenin genelde orjinalinde bizim için çok önemli olan Arapça ve Farsça sözcükleri direkt olarak Ingilizce’ye çevirmesidir.
Bu sebeple bazı cümlelerde sadece Ingilizce sözcükle hareket ettiğimizden ve bu sözcüklerinde en az 15 manası olduğundan, ve Ingilizce’de Islami kelimelerin tam karşılığı olmadığından, bir de üstüne Eski sanatsal ingilizce kalıbının kullanılması yüzünden çeviride oldukça zorlandık.
Parantez içindeki Esma’ları tariflerinden tahmin ederek biz ekledik. Umarız bunu okurken anlayışla karşılarsınız.
Allah C.C hatalarımızı affetsin.

Barbaros Sert
Selam Sevgi ve Muhammedi Kardeşlikle


Türkçe Link: http://www.muhammedinur.com
Ingilizce Link: http://www.muhammedinur.com/En

"Ben yarı pişmişken kaynamayı bıraktım
Tüm hesabı(izahı) Gazne’li Bilge’den işitin

Attar Ruh idi, Senaî ise iki göz;
Biz Senaî ve Attar’ın izinde yürüyoruz"


Hz.Celaleddin-i Rumi (k.s)

HADÎKATU’L –HAKÎKAT KÌTABI 1.CÌLT

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Bismillahirrahmanirrahim


Ey SEN ki aklı besleyen (eğiten), vücûdu donatan,
Ey SEN ki irfan veren, ahmağa rahmet gösteren,
Yerin (arzın) ve zamanın Hâlık’ı ve Rızık vereni,
Mesken ve onda ikâmet edenin Koruyucusu ve Savunmacısı,
Mesken ve ikâmet eden, hepsi SENin hilkatindir;
Zaman ve mekân, hepsi SENin emrin altındadır;
Ateş ve rüzgâr, su ve sâbit zemin, hepsi SEN’in kudretinin hükmündedir,
Ey SEN ki târifsiz olan.
SEN’in Kursî’nden yere, hepsi SEN’in halkettigin şeyin sâdece bir zerresidir,
Yaşayan Zekâ, SEN’in süratli (dakik, akıllı, çabuk, zeki, tez) elçindir.
Ağızda hareket eden her dil SEN’i övmek maksadıyla hayat sahibidir,
SEN’in yüce ve kudsal isimlerin, SEN’in kerem, ihsan ve rahmetinin birer delilidirler.
Onların (isimlerin) her biri gök ve yer ve melekten daha büyüktür;
Onlar binbir dir (1001), ve onlar doksandokuzdur,
Onların her birisi insanların ihtiyaçlarından birine ilişkindir,
Fakat SEN’in sırlarında olmayanlar onlardan mahrum bırakılmıştır.
Yâ RABB, SEN’in rahmet ve şefkatin, bu kâlp ve canı, SEN’in İsminin müşâhedesine izin verdi…

Küfür ve îman, her ikisi de Senin yolunda seyahat ederek “ O Tekdir, O’nun şerîki yoktur” diye haykırırlar. Yaratıcı (El-Hâlıku), Cömert (El-Kerîmu), Güçlü (El-Kaviyyu) O, Bir (El-Ahadu), Her şeye gücü yeten (El-Kadîru)
Bize benzemeyen O, Diri olan (El-Hayyu),
Ebedî ve Ezelî (El-Ebedu ve El-Kadîmu),
Her şeyi bilen (El-’Alîmu),
İktidarlı, Hilkati Besleyen ( Er-Rezzâku),
Zabt edici (fethedici El Fettâhu, gâlib olan El Gâlibu) ve
Bağışlayıcı (El-Kâhiru, El-’Azîz, ve El-Gafûr-El Gaffâru)
Harekete ve durmaya (dinginliğe) sebep O’dur; O tektir (El Ahadu-El Vâhidu), şerîki yoktur, her neye kalkar da öz (asl, hakîkî) bir varlık olma durumu isnâd edersen, O’nun şerîki olduğunu öne sürersin, bundan sakın!

Bizim zayıflığımız O’nun mükemmelliğinin bir gösterimidir; O’nun her şeye gücü yeten kudreti, O’nun isimlerinin temsilcisidir. “Hayır” ve “O”, her ikisi de bu saadet konağından cebi ve cüzdanı boş olarak geri döndüler.
ALLAH’ı bilen aklı hâricinde, tahayyül ve mantık (sebepleme, uslama, idrak fikir), ve algılama ve düşüncenin üzerinde ne var ki?
ALLAH’ı bilen biri için, her nerede olursa, her ne halde bulunursa bulunsun, ALLAH’ın kursisi onun ayağının altındaki bir kilim gibidir.
Gören nefs, hamdin Yaratıcıdan başkasına verilmesinin (atfedilmesinin) budalalık olduğunu bilir, O topraktan bedeni yaratabilir, ve rüzgârı söz sicili (kütüğü, kaydı) yapabilir, İdrak (mantık) verici olan, Kâlplerin İlhamcısı, nefsi uyandıran (ortaya çıkaran mânâsı da var), Sebeplerin Hâlık’ı,;--üretme (nesillendirmek) ve bozulma, hepsi O’nun işidir; O bütün hilkatin kaynağıdır, ve hepsinin döndüğü yer O’ndan gelir ve hepsi O’na döner; hayr ve şer hepsi O’na giderler.
İyinin ve kötünün hür irâdesini O yaratır; O nefsin yazarı (müsebbibi), irfânın Yaratıcısıdır; O seni hiçbir şeyken yarattı bir şey yaptı; senin bir hesâbın yoktu, ve O seni yüceltti.
O’nun varlık modunun idrâkine hiç bir akıl ulaşamaz, akıl ve nefs O’nun mükemmelliğini bilmiyor.
Zekâ sâhibinin aklı O’nun ihtişamı (celâl, görkem) ile şaşkına döner, nefsin gözü O’nun mükemmelliği önünde körleşir.
Küllî Zekâ O’nun Kendine özgü tabiatının bir ürünüdür. ALLAH ZÂTen El-’Alîm’dir (*).
Hayâl gücü O’nun özünün görkemi karşısında duraklar (geri kalır); anlayış O’nun varlık modunun tabiatı karşısında hapsolmuş (sınırlanmış) olarak hareket eder (işlev gösterir).
O’nun ateşi ki o kibirlilik içindedir, O onu O’nun kilimi yaptı, aklın kanadını yaktı; nefs O’nun alayında olan bir hizmetçidir, akıl O’nun okulunda bir çıraktır (talebedir).
Akıl bu konuk evinde nedir? Sadece ALLAH’ın senaryosunun çarpık bir yazarıdır.

Bu ıvır zıvır karıştırıcı zekâ nedir?
Bu değişen kararsız doğa nedir?
O, zekâya (O’nun)kendisine olan (giden) yolu gösterdiğinde bu, zekâ sadece o zaman uygun bir şekilde O’nu hamd edebilir.
Zekâ halk edilenlerin ilki olduğundan, Zekâ bütün seçkin şeylerin üzerindedir; yine de Zekâ O’nun kaydından sadece bir kelimedir,
Ruh ise O’nun kapısındaki piyâde askerlerinden birisi.
Aşkı O karşılıklı bir sevgiden kemâle erdirdi (mükemmelleştirdi); fakat zekâyı O, hatta zekâ ile köstekledi.
Zekâ, bizim gibi, O’nun tabiatına olan (özüne giden) yolda afallamıştır (şaşkına dönmüştür), bizim gibi şaşırmıştır.
O; zekânın zekâsıdır ve nefsin nefsidir ve bunun üstünde ne varsa, bu O’dur.
Aklın ve nefsin ve hislerin teşvikinden doğru bir kimse ALLAH’ı nasıl bilebilir ki?
Fakat ALLAH ona yolu gösterdi, insan nasıl Ulûhiyet ile âşina olabilir ki?


ALLAH’I BİLMEK ÜZERİNE:

Kendinden başka hiç kimse bilemez O’nu;
O’nun doğası sadece Kendisinden doğru bilinebilir.
Akıl O’nun Hakîkatini aradı, --randıman veremedi; O’nun yolu üzerinde süratli bir iktidarsızlık hâsıl oldu ve O’nu biliyordu. Rahmeti, “Bil Beni” dedi; aksi takdirde akıl ve hissiyat ile O’nu kim bilebilirdi ki?
Hislerin rehberliğiyle bu nasıl mümkün olabilir ki?
Bir fındık, bir kubbenin zirvesinde nasıl sâbit bir şekilde durabilir ki?
Akıl sana rehberlik edecektir, fakat sâdece kapıya kadar; seni O’na O’nun rahmeti götürmelidir.
Aklın rehberliğiyle oraya seyr edemezsin, sapmış olan diğerleri gibi sende bu ahmakça hatâya düşme.
Bize yolda rehberlik eden O’nun rahmetidir; O’nun işleri O’na rehber ve şâhittir.
Ey sen, kendi doğasını kendisini bilmekten âciz olan, ALLAH’ı nasıl bileceksin?
Kendini bilmekten yoksun olduğun halde, her şeye kâdir olana nasıl ârif olacaksın?
O’nun bilgisine doğru ilk adımları dâhi bilmediğin halde, O’nu O olarak idrak edebileceğini nasıl düşünürsün?
Hüccette (akıl yürütmede) O’nu tanımlarken, konuşmak bir kıyas ve sessizlik görevi ihmaldir. O’nun yolunda aklın en yüksek gelebileceği yer “hayret” tir, insanların sermâyesi O’na karşı duyulan şevk (azim) tir.
Hayâl gücü (tahayyül) O’nun niteliklerine yetersiz kalır, anlamak onun güçlerini kibirle metheder; peygamberler bu söylemlerde alt üst olurlar, velîler bu niteliklerde sersemlerler.
O arzulanandır, aklın ve nefsin RABB’idir, mûridin ve dindarın hedefidir. Akıl, O’nun varlığına bir rehberdir, bütün diğer varlıklar O’nun varlığının ayağı altındadır.
O’nun hareketleri içeri ve dışarı diye sınırlandırılamaz; O’nun Zâtı “nasıl‘” ve “neden’” den â’lâ’dır.
Zekâ O’nun Zâtını kavramaya erişmedi; aklın nefs ve kalbi bu yol üzerinde tozdur; akıl, O’nunla dostluğun göz damlası olmaksızın O’nun ulûhiyet bilgisine sâhip değildir.
Neden O’nu tartışmak için hayâl gücünü harekete geçiriyorsun?
Ham bir genç Bâki olandan nasıl söz edecek ki?

Akıl ve düşünce ve his ile yasayan hiç bir canlı ALLAH’ı idrak edemez.
O’nun doğasının ihtişamı akla tecellî ettiği zaman, akıl ve nefsin ikisini de süpürür atar.
Bırakalım akla emîn Cebrâil’in durduğu yerdeki rütbede bir mevki ihsan edilmiş olsun, O Majeste’nin önünde Cebrâil bile haşyetten ötürü bir serçeden daha küçüktür, oraya varan akıl başını secdeye koyar, oraya uçan can kanadını kapatır.
Ham gençlik Kadim olanı sâdece yüzeysel (sığ) hislerin ve nefs-i emmâre’nin ışığında müzâkere eder,
Senin, O’nun Zâtının görkem ve ihtişâmına doğru seyahat eden doğan(tabiatın), O’nun bilgisine erişebilecek mi?
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ekim Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

SONSUZLUK
Tarih: 15.10.2009 Saat: 22:17 Gönderen: kulihvani

Resim

SONSUZLUK

Dostemin

En aşağıdaki en küçük birim en yukarıdaki en büyük birime ulaştığında devr-i dâim tamam olur ancak bitmez bu devir, sonsuz niceliklerde ve sonsuz niteliklerle devam eder durur…
Sonsuzluk bir tanımlama olarak soyutta ve somutta her yönde söz konusudur ki havsala almaz…
Bu sonsuzluğun içinde alttan üste doğru çıkmaktayken bulunduğun koordinatta kendini sen sen olarak görürsün de bütünlüğün içinde bir NOKTA olduğunu ve değişimi fark etmezsin…
O sonsuz devr-i dâim içinde bir eleman, bir parçacık olarak kendini küçük görme, nitelik olarak sen çok ulusun…
Sen olmadan “BÜTÜN” eksik kalır yani BİR tam olmaz…
Bu farkı fark edenlerden olursan ya Hallac olursun ya da Bestamî gibi:
“Cübbemin içinde şanım ne yücedir !..” der durursun…

Değişim süreklidir.
Sonsuz büyüklükteki sergi salonunda sonsuz çeşitlilikte eserler sergilenmekte ve değişim, dönüşüm her AN sürmektedir.
Bu sonsuzluğu havsalası alan beri gelsin, hayret ki ne hayret!…
Evet hayret makamından geçelim ve yakınlaşalım O’na, ülfete ulaşalım ki kudsal kaynağımızı bilelim, kendimizi nur topunun içinde bir nur huzmesi olarak bulalım…

Yüce Allah seni, beni yarattı, ruhundan üfledi de aşağılara bu deni dünyaya attı…
Devr-i dâimin bu noktasından yüksel insanoğlu, taa yukarılara tırman ki yerin orasıdır, hakikatin orada…
Muradın iradenle gerçekleşecek, şu fâni görüntün Bâki olanla birleşecek…

Noktaya bakalım sonsuzu görelim,
Nasip eylesin ALLAH Teâlâ hakikata erelim,
Her yerde mevcuttur O, bunu bilelim,
Âmin!…


HER YERDE

"Arama beni gökte
Her yerdeyim görsene
Sorma sakın kimseye
Seninleyim bilsene


Sıtkı bütün kalb ile
Duanı edeceksin
Ne olursa âlemde
Allah’tan bileceksin


Cüz’i irade sanma
Her hareket bendendir
Herkeste başka esma
Sırra eren bilendir


Eğil yerlere kadar
Her yanında mevcut Hakk
Noktadan sonsuz çıkar
O'dur görünen Mutlak"


Dost Emin seni bilir
Her yerdesin Allah’ım
Nice mu’cize görür
Gönüldesin Allah’ım!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ekim Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

EŞŞEKLİK!..
Tarih: 18.10.2009 Saat: 15:26 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)

EŞŞEKLİK!..

Sen Cenâb-ı Allah’la görmeye, Cenâb-ı Allah’la işitmeğe alışırsan onların seslerini de işitirsin.
Zikirlerini de işitirsin. Hepisini görmeğe başlarsın.
“Nasıl Cenâb-ı Allah’la görülürmüş?”
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim!” diyor Cenâb-ı Allah bir Hadis-i Kudsîde.
Sen hakiki şah damarından daha yakin olan Cenâb-ı Allah’la hembezm olup onnan karışırsan o zaman işitirsin onların zikirlerini.
Onun için onların zikirlerini işiten insan ot koparamaz, çiçek koparamaz hiçbir şey yapamaz bir üzüntü içindedir onlar.
Onlar büyük insanlardır.
Onlar: “Evliyai tahte kubabi la yarifühüm ğayri”
Benim velîlerimdir ki onlar Benim sitremin altında gizlidirler.
Onları kimse belli etmez. Belli etmez onları.
Yağma mı var. Bulalım onları da herifler iliğini çıkarır be.
“Beni kurtar, seni kurtar, şunu yap, bunu yap!”
Onlar gizlidirler.
Bütün bu varlıklar Allah’ın Sır Perdesi altındadır...

Tatlı yemekler, güzel elbiseler, güzeller. Allah’a yanaşmayan insanları alıkor.
Allah’ın Velîsini tanımazlar. Dil uzatırlar, dururlar. Hatta düşmanlık ederler.
Karaya mensup olan insanlar, denizde olup denizde mensup olan seçkin insanların hallerini anlayamazlar.
Onlara kendi kuvvetleri, vus’atları taakatları nispetinde bir ibadet tahsis edilmiştir. Yatar kalkar işte o.
“Oruç geldi, ramazan geldi haaaa ben rakıyı bıraktım Ramazan geldi. Haaa Ramazan geldi ben artık namaz kılayım! bu, bu, bu!” başka bir şey yok.
Balıkların suda bulunmaları gibi daima şeriatın içinde bulunmak ve dışına çıkmamak onları ancak kurtarır.
Testideki suyu Fırattan, gülü gül bağından ayrı zannederler.
Balıkların rızıkları, uykuları, uyanıkları hep bir cinstendir.
Testiye koymuş suyu getirmiş Fırattan: “Ben Fırattan getirdim!”
Fırat da aynı, hepisi de aynıdır.
Onun için bir âyet-i kerime de:
“Allah’ı ayakta iken, uyurken, yatarken, otururken hülasa her yerde her zaman ve her yerde zikrederler!”

Dikenle gül yan yana omuz omuzadır oğlum.
Bu sana bir şey söylemiyor mu?
Gül ağacında dikennen şey bir birine yakındır.
Niye bu arkadaşlık? Neden?
Heee işte gül dikenlidir, diken güllüdür falan. Ara onda çok hikmet gizlidir.
Niçin Rasûlulahın vücud-u mübâreki menekşe kokmadı da gül koktu?
Gülde bir şey var o halde.
Menekşe de tiken yok.
Yalınız çiçeklerde gülde tiken varıdır.
Bir git de gül ağacının yanına komşu da vardır bir bak hele, bir konuş onnan.
“Nasıl konuş?”
Konuşulur.
“Nasıl konuşacağım?”
Konuşulur dedim.
Allah’ı ancak Allah Adamı gösterir insana.
Rasûlün yaptığı işte itiraz etme, Ona itiraz eden kimse: “Onu topraktan, seni de ateşten yarattık!” diyor. Âyet-i kerime.
“Onu topraktan, seni ateşten!” yarattık diyor.
“Âdem’i topraktan yarattım. Seni de ateşten daha iyiden yarattım. Gine inat ettin secde etmedin!” diyor ona.

Bunlarda dersi ibret, ibret dersi vardır.
Biraz zihninizi açın, bunu ben açıklayamam açılırsa kaybolur gider.
Gül ile diken omuz omuzadır aziz müvekkitlerr.
Secdeye başını koyanlar.
Niye Allah’a itiraz eden sınıfından olur insan haaa?
Âyet-i kerimede diyo ki: “onu topraktan, seni ateşten yarattık!”
Onun için Rasûlullah’ın sözlerine, Rasûlullah’ın şeriatına, Rasûlulah’ın hadislerine hele Allah’ın kelâmına aksi gidenler bu âyetin sınıfından olurlar.
“Senin attığın, bizim attığımızdır. Senin sözün bizim sözümüzdür”
Bunlar hep âyet-i kerime.
“Onu sen atmadın biz attık!” diyor.
O halde insan hakiki temizlikle yaptığı işi muhakkak Cenâb-ı Allah yapar.
“Amma efendim Cenâb-ı Allah beni, götürdü felan yere!”
Ulan o senin eşekliğin götürdü.
İrade-yi cüzziyeni eşşekçe kullandın. Allah’ın orda dahli yok.
Allah daima: “Ve hüve hayrün hadisen ve hüve’r- rahimin”
Bu hudud içinde insanlar şeydir.
Herkesin içinde Allah şah damarından daha yakin olduğu halde bu kadar küffara ne dersin?
Farkında değiller. İçki almış sarhoş.
Kendinden geçmiş bir takım sözler söyler, mırıldanır durur.
Kendisi ayıldığı zaman ulan sen bunları söyledin dersen yok efendim ben bunları söylemedim.
Hatırlayamaz.
Söyleyen kendisi değildir o anda içkidir.
Bazısını cin çarpar. Başlar hezeyan etmeye.
Kendi söylemiyor onu cin, peri söyletiyor.
Allah’ın Nuru bir insanda parlarsa, o da farkında değildir.
Söyleyen Allah’tır.
Eğer ona tahammül ederse Velî olur.
Eğer tahammül edemezse kendinden geçer.
Beyazidi Bestamî Hazretleri bir gün: “Ben kendimi tesbih ederim. Allahu lem yezel cübbemin altındadır!” demiş.
Dünyanın en büyük velîsi.
Kendine geldiği zaman efendim, etrafındakiler demiş ki: “Efendi hazretleri sen böyle söyledin!” demiş.
“Ben böyle bir şey söylemedim demiş. Bir daha böyle yaparda söylersem demiş. Beni kılıçlarla vurun parçalayın!” demiş.
Bir gün yine kendinden geçmiş, müridleri kılıçlarınan vurmağa başlamışlar.
Kılıç mılıç tesir etmemiş buna.
Bakmışlar ki kendi ellerini kesmişler.

Onlar İsmail Neslindedir oğlum.
O anda İsmail neslinden olur bıçak kesmez onları.
Allah adamı ne yaparsa doğrudur câhiller eğri görür bunu.
Kâbenin, gidiyorsun bir yerde hava bulutlu.
İkindi namazı kılacaksın o tarafa baktın, şu tarafa baktın.
Ne taraf kıble bilmiyorsun Soran da yok.
Ulan şu taraftır kıble.
“Allahuekber İkindi namazının dört rekât farzına.”
“Esselâmün aleyküm ve rahmetullah.”
Birisi ordan: “Yav sen ne yapıyorsun?”
“İkindi namazı kıldım ağam!”
“Ulan kıble bu taraf değil arka taraf!”
Senin namazın olmuştur oğlum. Yenilemeye lüzum yoktur.
Amma güneş varıken: “Ben bu tarafa kılacağım!” dersen o namaz olmaz.
Kâbenin içinde olan adam yüzünü ne tarafa çevirirse kıbledir.
Kâbede uzak olan kıbleye dönmekle namazı olmaz.
Sen Allahnan bir olduğunu zaman Kâbe’yi ne arıyorsun.
Mâdem ki o hengamede sen Cenâb-ı Allah’a secdeyi aradın.
Çölün ortasında döndüğün taraf kıbledir.
Allah kalbinde tecellî etmiştir.

Allah’ın yarattıkları dünyada üç cinstir üç.
Bir, iki, üç:
Birisi her iki âlemden habersizdir bunlar:
Ne dünyadan haberi var ne âhiretten.
Bunlar hayvan zümresidir, hayvanlardır.
Hayvanlarda ahval ve harekât kaleme almaz.
Yani makinada yazılmaz bunların sevabı bilmem nesi.
Hiç kimse karışmaz onlara.
Tamamiyle cismanîdirler vücudnan.
Onun için öküz kiloyla satılır. Kiloyla tabi.
“Bu öküz deliydi. Bu öküz haşarıydı. Bu öküz çok hâlimdi?” diye kasap sorar mı. Kilosuna bakar.
“Bu hırçındır tekme atar, bu bilmem?” ona hiç bakmaz. Ağır mı kilosu?
O halde hayvan sınıfında olan kiloyla tartılır.
Bunun işi uyku yemekten başka bir şey olmaz.

İkinci Allah’ın yarattıkları meleklerdir:
Suda yaşayan balık gibidirler bunlar.
Daima taat ve tesbihle meşguldurler.
Onlarda günah, sevab yoktur. Onların tabiatları böyledir.

Üçüncüsü insanlar: Yarısı melek, yarısı hayvan, yarısı suflî, yarası ulvî, yarısı toprak, yarısı temiz olan cihandan bir parça Nur-u Rasûlullah.

Hülasa hayvanlar yerde yaşayan yılanlar gibidir.
Melekler suda yaşayan balıklar gibidir.
İnsanlarda yılan ve balık gibidir.
Ya sokar, yahutta kendinden geçer secdeden başını kaldıramaz.
“Kur’ân-ı Kerim, Rasülün dudaklarından, ağzından, dilinden harf ve söz olarak çıktığı halde ona Hakk’ın Kelâmı diyoruz!” dedim vaazın başlangıcında.
Resülün Sözü demezler.
Hem kim söyle söylerse küfür içindedir, bunu söyledi diye.
Allah’ın kelâmıdır.
Bu arada bocalayanlar şirke girerler.
Şirk iki türlüdür.
Şirk: “Allah beştir. Allah ondur. Allah yirmidir!”
Bu şirk değil, bu eşşek şirki bu! Buna eşşek şirki derler!
Allah’ın üç, beş olan denmez bu bunu deli bile söylemez.
Şirk iki türlüdür.
Bir söz ile misal: “Allah’ın oğlu var!” demek şirktir.
Hal ile ikinci şirk. İçinde Allah’tan başka şeylere yer verdi mi şirke gitti o an. Yaaaa.
“Apartumanım olsun!”
Ulan var kuluben otur aşağıya.
Paranda var akşama çorbanı yiyorsun.
“Aman efendim, şu da olsun, bu da olsun!”
Olsun oğlu olsun. Şirk içindesin haaa.
İstediğin kadar Hacca git.
Sabahtan akşama kadar namaz kıl.
Eşşeklikten başka bir şey değildir.
Böyle insanların Hakkın Celâlı, güneşin yüzüne tahammülleri yoktur.
Hep sinsi karanlık yerde yaşarlar.
Onun için Cenâb-ı Allah’ın hakiki cemalini, kudretini görmek bu âlemde kimseye nasip değildir.
Ancak âhirette bize Cenâb-ı Allah başka bir bünye başka bir künye verecek o zaman görebileceğiz.
Bilirsiniz Hz. Musa bir gün Tûr’a gidiyor. Tûr’a iniyor vahiy oradan aksediyor ona.
Musa’nın vücudu bile mütahammül değil o şeye.
Vah-yi İlahîyi Cebrail Aleyhisselâm gidiyor tankerine dolduruyor.
Geliyor Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin tahammül edeceği sûrette veriyor.
Yoksa esas menbağından almak kimin haddine.
Onun için bizde de Rasûlullah onun kuvvetini indiriyor.
Bize kadar.
Bizim tahammül hududumuza getiriyor.
Artık Rasûlulah’ın vücudunun yaradışının kuvvetini tasavvur edin.
Onun için peygamberler tahammül edemiyor.
Bazı serseriler var ben: “Rüyada Allah’ı gördüm!” diyor.
Tövbe, tövbe. Serseriler çoktur dünyada.
Üçbin çeşit serseri vardır.
Hadi Ulan Rasûlullahı gördün amenna ve sadekna.
Allah’ı nasıl gördün sen. Var mı öyle deliler.
Ben bilakis bana gelip söyleyenleri biliyorum.
İyi oğlum Allah mübârek etsin deyim.
Ne deyim ona. Öyle diyen adama.
Deveye dersin ki yav şu bacaklarını kestir, boynunu kestir ikimiz bir adam olalım demeğe gelir.

“Lev enzelna hazelkur''ane ''ala cebelin lereeytehu haşi''an mutesaddi ''an min haşyetillah.”
Biz eğer Kur’ân-ı dağa indirseydik dağ haşyetinden, korkusundan değil edebinden, buradaki haşyet edebdir.
Allah’a bir kusur mu, ben bunu nasıl tahammül edipte taşıyabilirim.
Bir edebsizlik mi yaparım diye param parça oluyor dağ.
Ordaki bin haşyetillah Allah’a karşı acaba bir ben neyim ki bir taş parçası. Bana âyet iniyor.
Ben aman, aman, aman, aman eriyip gidiyor.
Şimdi bazı şeyler var. İnsanlar var. Oturuyorlar.
Euzu Billahimineşşeytanürracim.
BismillâhirRahmânîrrahim.
Tâ Hâ ma enzelna areykel Kur’ân’el teşka.
İkide bir gözüynen etrafa bakıyor ki para verecekler.
Ulan Allah’ın kelâmıynan para toplamak küfrün kendisidir. Küfrün kendisidir.
Allah’ın verdiği rızka şükretmeyen insanda iman yoktur.

Bir gün Medine’de bir Ebu Hasan isminde birisi.
Çocuklarını altı ay terk etmiş gitmiş.
Çalışmış çabalamış gelmiş.
Üç yüz atmış dört günlük nafakasını çıkarmış.
Ama gelmiş ama.İstis kail bakın olmuş.
İstiskai’l- batn Arabçada bu günkü siroz hastalığı var ya.
Hanı karaciğer büyüyor. Karnın içeri tutuluyo. Ölecek artık.
Çocuklarına demiş ki beni: “Koltuklayın Rasûlullah’ın huzuruna götürün!” demiş.
Götürmüşler Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem.
“Yâ Rasûlullah demiş. Ben altı ay dışarılarda çalıştım. Üç çocuğum var. Karım var demiş. Bunların demiş üçyüz atmış dört günlük nafakasını şey ettim demiş. Temin ettim demiş. Yalınız ben bak istiskail batına uğradım demiş. Herhalde ecelim yakındır öleceğim. Emir buyurun dedi beytil maldan bana bir günlük yevmiye versinler de şunu üç yüz atmış beş yapayım da demiş vereyim aileme demiş içim rahat öleyim!” demiş.
Peki demiş Rasûlallah: “Şu ekmeği al. Bu çocukların seni Nakiyye Mahallesinde bir kadıncağız var. Benden selâm söyle. Ona götür. Git ver gel. Bende paranı getirttireyim!” demiş.
Koluna girmişler. Gitmişler Nakiyye mahallesine. Çalmış kapıyı.
Kırk kırk beş yaşlarında bir kadıncağız çıkmış. Dul bir kadın.
İki tane küçük çocuğu var. Bu adam demiş ki:
“Ebul Hasan Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellemin selâmı vardı!” demiş. Ve Aleykümesselâm Yâ Rasûlullah. “Bu ekmeği sana gönderdi” demiş.
Kadın başlamış ağlamağa.
Demiş ki: “Rasûlullahın ellerini öperim demiş. Ben bu gün demiş çocuklarıma ekmek buldum demiş. Onu götür de başka bir fakire versin. Kusura bakmasın ellerinden öperim. Bu günkü rızkımız çıktı!” demiş. Adamcağız ekmek elinde dönmüş.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellemin huzurunda verdiği ekmeği bırakmış.
Geri geri çekilmiş. Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem:
“Yâ Ebul Hasan taal demiş. Gel bakâlim demiş Senin demiş de mi akçen burada! demiş.
“Yok Yâ Rasûlullah demiş ben üç yüz atmış dört günlük kazandığımız da tasadduk ettim!” demiş.

Çarşıya gidiyorsun lahana alacaksın.
Sakallı herif. Namaza gidiyor: “Kaç para bu amuca?”
“Atmış beş kuruş!”
“Yav atmış kuruşum olmaz!”
Tartarken buraya parmağını takıyor.
Ben pazarda ne soytarılıklar seyrediyorum.
Bir şey almak için değil gidip milletin soytarılığını görmek için.
Sakalı da burasında. Beş kuruş fazla alıyor.
Bunlar insanı cehenneme götürür oğlum. Cehenneme götürür.
Cehennem size lakırtı haline geliyor.
Yarın hepimiz geçeceğiz oradan.
Velîyullah da geçecek, dinsizi de geçecek. Hepisi geçecek.
Bir cadde vardır ki onun üzerinde atlayacağız hepimiz. Kurtuluş yoktur.
Amma edebsizliğin olursa kancayı takarlar insana.
Orada, ulan iki dakikada yanar kül olurum.
Yok. Ölmeyeceksin, cayır cayır yanacaksın.
Bir şey edebsizlik olur, bir şey yaparda yarın mahkemeye çıkacağım diye uyuyamazsın uykun kaçar. İşte o üzüntüyü dünya kadar büyüt. Allah muhafaza buyursun. Hakkın Nuru ile incelenmiştir. Rasûlullah, peygamberler. Ve evliyaların canları kendi nuruyla doldurmuştur Cenâb-ı Allah.
İnsanlar o kalıplarla o nuru ancak alırlar ve tahammül edebilirler.
Yıldızlar ezeli bir güneş olan peygamberin ve evliyanın hizmetinde müridler gibidir.
Güneş nasıl bütün yıldızlar ondan ziyâyı alıyorsa peygamberin etrafında da bütün Ümmet-i Muhammed yıldız parçaları gibidir.
Onun için Cenâb-ı Peygamber bir hadiste Benim ashabım yıldız gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyete erersiniz buyurmuştur.
Sahabeler bir yıldız gibidir.
Allah Hüviyet-i Asliyesi itibariyle tamamıyla gizlidir.
Sanat ve sıfatı bakımından gözükebilir.
Ben bir gizli hazineydim kendimi göstermek için kâinatı yarattım demiş. Bir aynayı kırın.
Duz, buz parça ayırın.
Ayna yoktur ortada fakat her yerde pırıltısı vardır.
Ağaca bakarsın Allah’ın El Rezzâk, El Hayy, El Bedi’ Esmâsını görürsün. Onun için Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Her yerde hazır ve nazır olan bir kâinatın Hâlıkı önünde edebsizlik nasıl edebilir insan.
Onun için İslâmda yalnızken bile çıplak edeb yerini gösterme yasaktır.
Çünkü Allah her şeyi görür şeyindeki.
Gusul ederken bile peştamal sarılırlar bilirsiniz.
İslâm hakiki İslâm.
Ama zımpırtı İslâm çır çıplak ortasında aynaya geçer.
Kıçına bakar, şurasına bakar. Maazallah hu teala bunlar berbat işlerdir.
Hz. Osman Radiyallahuan bir defa ömründe edeb yerine bakmamıştır kendisi.
Yarın Huzur-u mahşerde haya makımında haşrolunacaktır.
Hz. Osmana sual yoktur.
Cenâb-ı Peygamberin hadisi vardır. Huzur-u İlahîye gidecek.
Döndürülecek doğru makama gidecektir. Söz yok.
Birde Ebu Zerr hakkında hadisi peygamberi vardır.
Ebu Zerr zamanın milyarderiydi. Uhvelleriydi. Bütün şeyini, servetini tasadduk etti.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemden sonra Beytu’l- Maldan kendisine Hz. Ebubekir, Ömer zamanına kadar yaşamıştır. Çil verirlerdi.
Ay başında otuz günlük parasını verirlerdi. Yirmi dokuzunu tasadduk eder, birinle dururdu.
Onun hakkında hadis şudur: “Ebu Zerr yalınız doğdu, yalınız ölecek, ve yalınız haşrolacaktır!” diyor.
Allah’ın huzurunda haşır meydanı yalınız Ebu Zerr içindir.
Büyüklüğe bakınız!
Can insanın vücudunda hem âşikâr, hem gizlidir.
Herif kollarını sallıyor canlı der, göster canını bulamazsınız.
Cenâb-ı Allah da kâinatta böyledir. Hem zâhirdir, hem batındır.
Canı vücudsuz olarak görmek mümkün değildir.
Vücuda gerecek ki can canlılığı belli olsun.
Çıktı mı vücudtan artık can yoktur.
“Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim bunun için halkı yarattım” diyor bir Hadis-i Kudsî de Allahu Lem-yezel.
Onun için şah damarınızdan daha yakin olan Allah’la hembezm olun. Kâbenin içinde namazı ne tarafa kılarsa kıl doğrudur.
İçi Allah ile dolu olanın her işi de doğrudur.
Ondan yanlışlık südur etmez.
Şekeri bilmiş tadını tatmış olanlar şekerler arasında fark görmez.
Yediği zaman hepisinden aynı tadı alır.
Akide şekerinden de, baklavadan da, şundan da bundan da.
Eğer şu şeker bundan da daha tatlı derse şekeri hâlâ olduğu gibi bilmediğinden onda hamlık damarı mevcut demektir.
Daha şüphede demektir. İslâmda şüphe yoktur.
Meşhur Kaside-i Kantaranîye diye bir kaside vardır:

“Ya halli kaddel beled bil bali bali bali bal.
Bin nevmi izel zeletti fil akdi zali zal.”

Sana söylenen güzel bir sözle kafanı karıştırıp da:
“Ulan bu böylemidir, şöyle midir, böylemidir?” deme onun kokusunu, o ne demek istiyor onu anlamağa savaş.
Eğer mantığınnan aklınnan onu örselemeye karışırsan, karıştırırsan aklının zelzelesi başlar.
Akıl zelzelesi olan insan da şüphe içindedir.
Şüphe içinde olan insan küfürdedir.
Küfürde olan ister insan ne Allah’ın yüzünü, ne Rasûlün şefaatini, tam cehennemin içine düşer Maazallahu Teala.
Onun için aziz cemaat şüphede olmayın!
Ben senelerdir öyle ağızlar gördüm ki.
Sarımsak ile içki arasında bütün pislik kokuları orda.
Ben gine öyle ağızlar gördüm ki gül ve reyhan kokuyor!..



KELİMELER:

Sitre: (C.: Estâr) Örtü. Perde.
Küffar: (Kâfir. C.) Gâvurlar. Hak din olan İslâmiyeti inkâr edenler. Kâfirler.
Ahval: Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Suflî: Aşağıda bulunan. Alçak, pek aşağı olan.
Ulvî: (Ulviye) Yüksek, yüce. Manevî ve göğe mensub.
Künye: Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı olan kâğıt.
Lem-yezel: Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Hembezm: Yakın. Aynı mecliste.
Müvekkid: Gereği gibi bağlanmış esir.
Vus’at: Kudret, tâkat, güç, kuvvet.


ÂYETLER:

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Resim---"Ellezine yezkürunellahe kiyamev ve kuudev ve ala cünubihim ve yetefekkerune fi halkis semavati vel ard, rabbena ma halakte haza batila, sübhaneke fekina azaben nar: Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah''ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân 3/191)


فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَـكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---" Fe lem taktüluhüm ve lakinnellahe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnellahe rama ve li yübliyel mü''minine minhü belaen hasena innellahe semiun alim: (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfâl 8/17)


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Resim---" Lev enzelna hazelkur''ane ''ala cebelin lereeytehu haşi''an mutesaddi ''an min haşyetillahi ve tilkel''emsalu nadribuha linnasi le''allehum yetefekkerune.: Eğer biz bu Kur''an''ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr 59/21)


HADİSLER:

Resim ---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı Allah buyuruyor: “Evliyai tahte kubabi la yarifühüm ğayri :Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!”Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.

Resim---Enes (ra) rivayetle, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’den : “Benim her hangi bir dostumu hakir düşüren kimse Bana karşı savaş ilan etmiş olur ve Ben kendi dostlarımın yardımına herşeyden çabuk koşarım ve şüphesiz Ben kızgın arslanın kızdığı gibi onlar için gazablanırım.
Ölümden hoşlanmayan, bununla birlikte benim de kendisine kötülük yapmak istemediğim fakat kendisi için de ölümün kaçınılmaz olduğu mü’min kulumun ruhunu kabzetmekte tereddüd ettiğim kadar yaptığım hiçbir işte tereddüd etmem.
Mü’min kulum Bana kendisine farz kıldığım şeyleri edâ etmekte yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşmaz.
Mü’min kulum nafilelerle Bana yakınlaşmya devam eder durur. Nihayet Ben onu severim, onu sevdim mi onun işitmesi, görmesi, dili, eli olurum. Onun destekçisi olurum.
Benden bir şey isterse verirrim.
Bana duâ ederse duâsını kabul ederim, Mü’min kullarım arasından benden ir türlü ibadette bulunmayı ister ve Ben çok iyi biliyorum ki eğer o ibadet türünü ona verecek olursam, bu sefer ucb (kendini beğenmek) ona gelir ve onun o amelini ifsad eder.
Yine Mü’min kullarım arasından ancak zenginliğin kendisini düzelttiği kimseler vardır ve eğer Ben onu fakir kılacak olursam, fakirlik onu ifsad eder.
Aynı şakilde Mü’min kullarım arasından ancak fakirliğin islah ettiği kimseler de vardır.
Onları zengin edecek olursam, zenginlik onu ifsad eder.
Ben kullarımı, onların kalblerini bildiğime göre tedbir ederim. Şüphesiz ki Ben her şeyi çok iyi bilenim, her şeyden haberdar olanım.”

Daha sonra Enes şöyle dedi:
“ALLAH’ım! Ben ancak zenginliğin kendilerini isalah ettiği Mü’min kullarındanım. Rahmetinile Sen beni fakir kılma!”
(Hakim et Tirmizî, Nevadirü’l-Usul II-232; Heysemî, Mecmau’z- Zevaid II-248, X-270; Taberanî, Evsat I-92; Beyhakî, Es Sünenü’l- Kübra III-346)

Resim---Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü''min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." (Buhârî, Rikak 38.)

Resim---Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah, Ebû Zerr''e merhamet etsin! O, yalnız yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!"
(İbn Hişam, Sîre, 3-4, 523-4; İbn Abdi’l- Birr, 1, 83; İbn Sa''d, 4,235.)

Resim---"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâla hazretleri şöyle buyurdu: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım" hadisinin “Muhyiddin-i Arabî''nin ‘Mahlûkatı yarattım ki, bana bir ayine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim’ demiştir” şeklinde naklettiğini belirtmektedir.

Bu hadisin kaynağı:
1. Ed-Dürerü’l-Müntesire, Celalettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmet Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23


Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ekim Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

İLÂH' sız (Lâ İlâhe) MÜMKÜN DEĞİL...
Tarih: 25.10.2009 Saat: 02:11 Gönderen: kulihvani

Resim

İLÂH' sız (Lâ İlâhe) MÜMKÜN DEĞİL...
Halim KÖK

DENİZ ’de doğan ve …
Ondan başka bir şey görmediği halde...
gördüklerinin hiç birisinin o olmadığını zannederek
tüm ömrünü DENİZ ‘i aramakla geçiren bir balık gibiyim…
Ve DENİZ’ in;
TÜM İÇ’ indekilerle BİR’ likte DENİZ olduğunu anlayamadan üstelik…

Baktığım zaman benim gibi irili ufaklı balıkları gördüm…
DENİZ'i göremedim…
Bitkileri gördüm… Ama DENİZ'i göremedim…
SU 'yu gördüm… ciğerlerime çektim… DENİZ 'i göremedim…
Bunların hiç birisi DENİZ değil dedim…
Ama hepsi BİR’ likte DENİZ diyemedim…

* * * *

Âleme baktım; “Neden LÂ İLÂHE ” ‎dedim…
NEDEN “Lâ İlâhe” ‎diyemedim…

...

Yerinde uslu uslu oturan-uyuyan kedi bir anda balkona-pencereye ‎fırlayıveriyor.‎
Baktığım zaman sokakta Leylâ’sını arayan bir Mecnûn gibi ‎
hayran hayran bizim kediye bakan başka bir kedi görüyorum. ‎

Kedi, kediyi bulduğu gibi… kuş kuşu buluyor… balık balığı buluyor… ‎

“KENDİN GİBİ” olanı bilmek-tanımak için

İLLÂ’ ki AKIL-FİKİR gerekmiyor demek ki bu âlemde…

Ama AKIL şunun için gerekiyor;

Neden İLLÂ KENDİ GİBİ olan… Ve ‎‎“Arayan” neden aramakta ‎

Ve KENDİ GİBİ olanı bulduğunda neden ona ‎koşmakta… ‎

Onunla olmayı istemekte….‎

‎‎
وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

“Ve alleme âdemel esmâe kulleha summe aradahum alel melaiketi fe kale embiuni bi esmâi ‎haulai in kuntum sadikîn:‎ ‎‎Ve Âdeme bütün esmâyı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip: ‎‎«Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin!» buyurdu" ‎ (BAKARA 2/31‎)

‎Allah cc. Âdem’ e bütün ESMÂ’ yı TA’ LİM eyledi… ‎
Allah cc. EL-ALÎM’ dir…‎

Bu ESMÂ’ yı ÂDEM’ de tecelli ettirdi… Ve Âdem ESMÂ’ ların Âlimi oldu.

.
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ

“Ve kulna ya ademuskun ente ve zevcukel cennete ve kula minha rağaden haysu şi'tuma, ve la takraba hazihiş şecerate fe tekuna minez zalimîn:Ve dedik ki «ya Âdem sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan ‎dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zâlimlerden ‎olmayasınız!” ‎ (BAKARA 2/35)

وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

“Ve ya ademuskun ente ve zevcukel cennete fe kula min haysu şi'tuma ve la takraba hazihiş şecerate fe tekuna minez zalimîn: Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ‎ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (A'RAF 7/19)

“Şu ağaca yaklaşmayın!…”

Bu emir;

O ağaca normalden çok daha fazla bir dikkatle bakmak için yeterli nedendir.

İnsanın fıtratını en iyi bilen şüphesiz onu yaratandır.

Öyle yaptı Âdem de… “Hangi ağaca ???” diyerek baktı…

Ama bir daha gözünü alamadı… Kıyamete kadar da alamayacak...

Çünkü Âdem KENDİ SECERESİ’ ni OKU-du…

KENDİ ’inde olan ne kadar ESMÂ ‎‎varsa hepsini OKU-du…

OKU-dukça “HAYY” hayat oldu…

Kendi gibi olanı görünce KENDİ’ ni HAYYRAN-HAYYRAN SEYR-etti Âdem…

"LÂ İLÂHE" dediğimiz Âdemin ve Âdemoğlunun bu seyrinden ibarettir.
Bir UYKU' ya dalarcasına ne OL' duğunu unutturan...

Sarsmak lâzım Âdemi... ki UYansın...


وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا

“Ve insan «noluyor buna? : Dediği vakıt” (ZİLZÂL 99/3)


KENDİ ’ni seyretmekten kendini YARATAN’ ı unuttu…

Diliyle değilse bile HÂL’ iyle; ‎‎“LÂ İLÂHE” dedi Âdem…‎

Ve; HADDİ aşan ZALİM’ lerden oldu;

ÖZ’ ünü unuttu…
ÖZ’ ündeki NUR-u MÎM’ i müşahade etmekten azledilmiş oldu o AN…

Ama Âdemin unutması ne HAKK’ ı ne HAKİKAT'i değiştirmezdi elbette…

.
فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ

“Fe dellahuma bi ğurur, fe lemma zakaş şecerate bedet lehuma sev'atuhuma ve ‎tafika yahsifani aleyhima miv verakil cenneh, ve nadahuma rabbuhuma e lem enhekuma an ‎tilkumeş şecerati ve ekul lekuma inneş şeytane lekuma aduvvum mubîn:Bu suretle kandırarak ikisini de sarktırdı, onun üzerine vakta ki o ağacı ‎tattılar, ikisine de çirkin yerleri açılıverdi ve başladılar Cennet yapraklarından üzerlerine üst ‎üste yamayorlardı, rabları da kendilerine nida etti: ben sizi bu ağaçtan nehyetmedim mi Ve ‎size haberiniz olsun bu Şeytan açık bir düşmandır size demedim mi?” (‎A'RAF 7/22‎)

‎Ben sizi bu ağaçtan nehyetmedim mi‎?

‎Evet… Nehy'ettin Allahım!… Sen şüphesiz doğru söylersin…‎

Biz unuttuk!…

* * * ‎‎* ‎

Bir çocuğun ANA-BABA’ sının (genetik) yapısal özelliklerini taşıyor ‎olmasında şaşılacak bir şey yoktur.‎

Şaşılacak olan şudur ki; Çocuk kendilerine benziyor diye… Ana-Babası o çocuğu azarlasın-‎cezalandırsın.‎
‎‎
‎Gizli bir hazine idim…‎
Bilmekliğimi murad ettim Âlemi yarattım…‎
Bilinmekliğimi murad ettim Âdem’ i yarattım…‎
‎‎
‎Baştan aşağı ‎

‎“LÂ İLÂHE”‎

‎Olan bu âlem; ‎

‎BİZ’ im; İLÂHımız OL-AN’ ı bir AN' lık unutmuş olmamızdandır…‎

‎Bu nedenle BİZim; ‎

‎“LÂ İLÂHE” deyişimiz….Haşa "İLÂH YOK" demek değildir…‎

İLÂH’ sız bu
ÂLEM’ in olmasına İMKÂN yok demektir…

Bu da İLLÂ ALLAH deyişimizdir…‎

Olan ancak ALLAH ile olur…

Madem ki biz KENDİ' miz için O' nu unuttuk ta ÖZ' ümüzü LÂ İLÂHE Âlemine döndürdük...

Öyleyse şimdi de O' nun için kendimizi unutur "İLLÂ ALLAH" a döneriz

Ve de: “Lâ İlâhe İllâ ALLAH: ALLAHtan Başka İLÂH Yoktur!” deriz..

En doğruyu bilen ancak ALLAH cc.’ tır...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Ekim Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

''YOK'' luk - ''VAR'' lık?..
Tarih: 28.10.2009 Saat: 21:24 Gönderen: kulihvani

Resim

"YOK" luk - "VAR" lık?..

Barboros SERT

“Bütün nefsânî her türlü arzulardan YOK ol!..
Bundan sonra tekrar VAr olamazsın!..
Bir defa da o YOKlukta VAR olursan artık YOK olmanın imkânı YOKtur. KAVUŞtun GİTti!..”

Münir DERMAN (ks)

Biz sadece Akılla, herşeye matematiksel olarak düz mantık ile bakamayız.
Derman Hoca’mın ve Mevlâna Hz.lerinin bahsettiği YOKluk esas VARlıktır.
VARlık zannedilen ise VAR gibi görünen YOKtur.
Her ŞEY devamlı gidip-gelmede, YOK olup-VAR olmada.
Bu sebepten aklımız Zam-An Zannı içinde sürekli bir VARlık Tahayyülünde kalmaktadır!..

Bu Âlemde VAR diye gördüğümüz, aklımızın bir ZANNı iken bu yanılsamanın MeM-bağı olan “Kün Fe ye Kün!” Noktasına kadar gitmemiz meseleye AHMEDİYETteki MiM’den,
Yani Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem'in Göz Merceğinden bakmamız lâzım ki ANlayalım.
Her “ŞEY”in YOK olduğu AN tek VAR olan, ALLAH celle celâluhû dur!.
Ve O ise Şey olmaktan münezzehtir!
Her şeyin OLduğu AN ise; OL-AN Herşey, ALLAH celle celâluhû 'nun VARından olduğundan bu Var'ın MiM’den yansıyan görüntüsü bize, görüntünün görüntüsünün görüntüsü gibi akılımıza aksetmekte.

Bu SANal görüntü ise Cenâb-ı ALLAH celle celâluhû'un idâme ettirmesiyle devamlılık sürdürmektedir.
Yani, her ŞEY O'na bağlıdır ve O'nunla dâimdir.
Aynada yansıyan görüntü asla VARlığın kendisine eşit ve O'değildir ama O'ndan AYRıda-GAYRı da değildir.
Her ŞEYin Yok olduğu AN Tek kalan VAR ALLAH celle celâluhû dur!
Bu sebeple ŞEY’in gerçek YOKluğu, O'nun MUTLAK VARlığıdır.
Böyle bir YOKluktan ALLAH celle celâluhû:


يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

"Yevme hum bârizun lâ yahfâ alellâhi minhum şey' li menil mülkül yevm lillâhil vâhidil kahhâr: O günün ki onlar meydana fırlarlar, kendilerinden hiç bir şey ALLAH'a karşı gizlenmez, KİMİN MÜLK BU GÜN? O VÂHİD, KAHHÂR ALLAHIN” (Mü’min 40/16)

Sadece kendisi, kendisine ZÂTen buyurmaktadır.

O halde “Benlik Varı” nı YOK eden kişi YOKluğa-FENÂ’ya, yâni Hakîkî VARlığa-BEKÂ’ya YoL AL-AN KİŞİdir.
Ayna'nın SIRRını “Kendini Bil!” mek ile silmeye çalışan kişidir!.

Şunu unutmayın ki, bunu ne kadar yaparsanız yapın ALLAH celle celâluhû yu sadece Mim Merceği’nin ardından görebilirsiniz!
Çünkü AHADİYET kısmına kimse giremez!.
Merceğin önüne geçip ordan da bakamaz!...
AHADİYET’in; AHDi-HÜKMü-VAHYi-SÖZü, ancak ve ancak AHMEDÎYYET AĞZından SESinden DUYulur ve UYulur da ABD-KUL OLunur Yaratan celle celâluhû ya!
İnşâallâhu Teâlâ!..

Şimdi başka açılardan değişik açılımlar yapalım inşâallah:

AKLınız sizin doğru dediğiniz Sayı Çizgisinin üzerindeki SIFIR Noktasıdır.
O Sayı Düzleminde İKİlik çıkaran aklınızdır!
Belki de hepsi pozitif idi ve sizin aklınız o doğruda bir nokta oldu ve kendi aklınız kendi bulunduğu yeri SIFIR kabul etti, doğruyu ikiye böldü ve soluna eksi, sağına artı dedi “İKİ” lik çıkardı.
Sonra matematiksel olarak baktı ve: “Sağımı solumu toplasam SIFIR eder!” dedi.
Böyle yapınca artı olan gördüğünü eksi olarak algılayan akıl, kendi kendine “İKİ” likte: “Ben bunları birleştiririm SIFIR olurlar!” dedi.
Halbuki eksi diye görünen, bir yanılsama ve ZANNdan başka bir şey değildi!
Ve SANal olanı aslı ile toplayamazsınız, o zaman akıl bunları sıfır etmez, “BİR” leyebilir sâdece...

Hocamın da belirttiği bir Not gerekti burada:
ŞEY, Arapçada Murâdullah’ın “KûN!” Emrullahıyla Halkettiği “İLK” tir, “TEK” tir ve DİŞİL bir Kelimedir. Doğurgandır!..
Yine Arapçada, Tekil, İkil ve Çoğul vardır ki Çoğul 3 den başlar.
Şey’: 1 Şey
Şey-tAN: 2 Şey
Şey’un: Çok Şey..
AKLı OL-AN görür ki, Tevhidsizlik-Vahdetsizlik olan İKİliktir ki, bir bakıma ŞEYTANlıktır..

Demek ki bir MEVCÛDİYYET VAR ve Onda referans edinen AKIL, o VAR'ı bulunduğu yeri Referans (SIFIR) Noktası kabul ederek ordan kendince “İKİ” likte kalmakta ve artı ve eksi değeri vermekte gördüğüne.
Böylece ZAM-AN ile; tatlı-acı, iyi-kötü,sıcak-soğuk, artı-eksi, büyük-küçük, az-çok gibi binlerce kavramdan örülü bir Algı Mekanizmasının çapını genişletip kendine “BEN”lik KİMlik ve KİŞİliğini ÖRer.
Ördükçe KESRET Algısı artar ve daha da çoğalır.
Böylece HAM AKIL, Benlik Batağına Battıkça batar da,
Ancak SELİM AKLın görebileceği KESRETte VAHDET Gerçeğini göremez debelenir durur Eşyâ Deryâsında!..

Bundandır ki BİZlerin, Muhammedî Şuur, Nur, Surûr ve Onur İÇinde Melâmet Neş’esiyle;
İlim,Edeb, İrfan ve Erkan Tâlim-Terbiye Öğretim-Eğitimden geçen HAM AKIL ın İlahî NAKLi DUYup-UYarak SÂLİM AKLa dönüşmesi Gerçeği ve Muhammedî Hizmet Anlayışı, İŞimiz ve Görevimiz olmuştur Hamd olsun!..

Demek ki Sorun AKL'ın kendi kendine doğurduğu ZANN ında!.
O AKIL, Yartılış amaç ve görevini BİLir, BULur, OLur, YAŞAyarak ŞÂHİD OLur da kendi ASLına dönerse İlahî Hitâba Muhatab OLur:


يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً فَادْخُلِي فِي عِبَادِي وَادْخُلِي جَنَّتِي

" Ya eyyetuhennefsulmutmeinnetu. İrci'î ilâ rabbiki râdiyeten merdiyyeten. Fedhulî fî 'ibâdî. Vedhulî cennetî.: Ey huzûra kavuşmuş-mutmain olan NEFS! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!.” (Fecr 89/27-30)

Böylece İnsan AKLı,
ZANNını ANlar ve baktığına Matematikteki Mutlakiyet İşâreti ile bakar artık!
Yâni Köşeli Parantezin içine koyar her ŞEYi!
Bilirsiniz ki Mutlakiyet İşaretinin [ ] içinden hiç bir sayı eksi çıkamaz!..
Bu nedemektir?
Mutlakiyet Nûru geldi!
Gece gündüz kalmadı artık, her yer aydınlık oldu demektir inşâallah...
Nûrullah’ın BİZ de, Görünme-Zuhur-Tecellî Tahtası OL-AN Nûr-u MiM için Allah celle celâluhû ya Hamd ederiz!..

İmkânla İmtihan olmakta OL-AN Akıl Nûru bu ÂLEMde ve ÂDEM de,
GÖRüntünün GÖRüntüsünün GÖRüntüsünü GÖRmekte-Algılamakta sanki!
Sanki 4 AYNa var!
Sanki her bir AYNanın kendine HaSS SIRRı var!.
Ve Sanki;
BİRinci AYNamızın SıRRı BUZ,
İKİnci AYNamızın SıRRı SU,
ÜÇüncü AYNamızın SıRRı BUHAR
DÖRDüncü AYNamızın SıRRı BULUT!..

Gibi, ne dersiniz Muhammedî cANlarımız!
Duyar gibiyim ki: “HEPsinin ANAsı H2O ya EsSElâm Olsun!” demektesiniz!..

İşte HAM AKIL hâlden hâle tekemmül ederek-gelişip-olgunlaşarak NAKİL NURU ile Bilişip-BULuşup-Oluşup YAŞAdıkça,
Muhammedî Şuura ERdikçe
Muhammedî Nûrda ERİdikçe,
Muhammedî Sürûrda Yürüdükçe
Muhammedî O-Nura Şâhiddir ve,
Muhammedî TAM AKILdır!..
İnşâallâhu Teâlâ!..

Buz Dağı gibi BEN liklerimiz ERİdikçe,
Âyân-ı Sâbit AYNamızın İKİlik SıRRı SİLindikçe,
Zıtların ZEVKinde Çiftler TEKliğe Çevrildikçe,
Zavallı AKLımız Küçülmekte HİÇleşmekte!..
Çok Şükür Olsun Et TAMM ALLAH CELLE CELÂLUHÛ!ya!..


ALLAH celle celâluhû en doğrusunu bilir...
Selâm sevgi ve duâ ile
Gariban
Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön