2008 Haziran Haber Arşivi

2008 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2008 Haziran Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Gariban bildirdi:
"ŞEYH ve MÜRİDİ –VI- “HAKİKİ ŞEYHİN DEĞERİ”
Tarih: 22.06.2008 Saat: 06:01 Gönderen: kulihvani


Resim

Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (K.S.)

HAKİKİ ŞEYHİN DEĞERİ

Çevirmen: Barbaros Sert

Çocuklarım, kızlarım ve oğullarım, şu anda doğudan batıya doğru hayatınızın seyrini (yolculuğunu) yapmaktasınız. Büyük bir illüzyon okyanusuna karşı, vahşi tropik ormanlardan, çöllerden ve ormanlardan doğru seyahat ediyorsunuz. Bu, üzerinde bir çok zorlukları, mutlulukları, üzüntüleri, kayıpları, cenneti ve cehennemi deneyim edeceğiniz hayat seyahatidir. Çocuklarım, bu seyahate iştirak etmenin bir sebebi vardır. Siz bir şeyin arayışı içindesiniz.

Allah’a seyri suluk ederken, aranacak tek bir şey, hayatta sadece tek bir amaç vardır o da “irfan(hikmet)”dir. Bu yolculukta irfan arayarak ilerlemelisiniz, ve ruhunuzun hürriyetine kavuşmalısınız. İllüzyon denizi üzerinden,
Tutku denizi üzerinden,
Üzerinde hiç bir şey yetişmeyen çorak çöl üzerinden,
Akıl ve kısır rüyalar(hayaller) üzerinden,
Ve hayvanlarla dolu tropik ormanlar üzerinden geçmelisiniz.
Bütün bu yerlerde görülecek hiç bir şey yoktur. Bütün bu yerler sadece akılda mevcuttur, ve siz onların hepsinin ötesine geçmelisiniz. Bunu yapabilmek için marifet ehli(ilahi analitik irfana sahip bir şeyh) bir şeyhe ihtiyacınız vardır. Allah’a giden yolu, özel bir harita kullanarak, sadece bir şeyh gösterebilir.
Bu yolculukta ilerlediğiniz sırada, bir çok güçlükler ve üzüntüler ile karsılaşacaksınız. Orada kan bağları, ırk ve din farklılıkları olacaktır. Bununla birlikte, bu güçlüklerle yüzleştiğiniz zaman, illüzyon denizine batmış olanlar, bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmeyeceklerdir. Bunun yerine, onlar bu şeyleri rahatlık olarak algılayacaklardır. Çölde yasayan böcekler, kurtlar ve virüsler rahattır, çünkü onlar o cevre koşullarına alışkınlardır. Benzer bir şekilde, maymun akıl tropik ormanın zorluklarını fark etmez, çünkü o hep orada yasamıştır ve başka bir şey bilmez. Bunun yanı sıra, insan hayvanları da bu tropik ormanın dışında başka hiç bir şey bilmezler. Fakat kamil bir insan, bu şeyleri anlamalıdır.


Resim

Eğer insan, hayatın azat olmuş ruh mutluluğunu bulmak istiyorsa, bu yolculukta yol almalıdır. Yol boyunca çorak, çimensiz ve otsuz bir çölle karsılaşacaktır. Güneşin sıcaklığı kavuruyor olacaktır, fakat bu çorak vahşi doğa ortasında bir ağaç vardır. Bu ağacı görür görmez, yolcu onun yanına koşacaktır. Rahatlığı ve ağacın gölgesinin temin ettiği huzuru derhal fark edecek, ve yorgunluğu hafifleyecektir. Bir kere gölgenin huzur ve rahatlığını deneyim edince, bir daha asla ağacı bırakıpta kavurucu güneşe geri dönmeyecektir.
Bu ağacın her iki altında ve üstünde bir çok hayat suretleri bulunabilir. Orada yapraklarda, dallarda ve ağaç kabuklarında yasayan böcekler, mikroplar ve virüsler vardır. Onlar, ağacın temin ettiği rahatlığı fark ederlermi? Hayır, fark etmezler. Hayat onlar için daima aynıdır. Onlar mutluluk ve elem arasındaki farkı bilmezler. Ancak, bu seyahate iştirak etmiş, ve sıcak güneşe maruz kalmanın tehlikelerini bilen bir kişi, gölgenin rahatlığını fark edecektir. Sadece o, bu ağacın hakiki değerini bilecektir.
Allah için, bir şeyh için ve hakikat için yapılan arayışta tıpkı bunun gibidir. Hayat yolculuğunda, bu gölgeyi bulur bulmaz, üzüntüleriniz, elemleriniz ve zorluklarınız derhal sizi bırakacaklardır. O zaman barış, sükunet ve huzur deneyim edersiniz. Böyle bir yeri bulursanız huzur bulursunuz. Fakat sizde bu arayış ve azim olmalı.
Eğer çaba gösterirseniz, gölgede rahatlık ve huzur bulacaksınız. Yorgunluğunuz dindikten sonra, tekrar bir kez daha yolculuğa devam edebilirsiniz. Sıcaklık azaldığı, güneş dindiği zaman, şeyh:
“Şimdi devam edebilirsin. Yolculuğun şimdi daha kolay olacaktır. Hadi gel yola koyulalım. Şimdi serin olduğuna göre bu çölü geçebiliriz. Diğer tarafa, bu serabın ötesine gitmeliyiz”
diyecektir. Şeyh sonra sizi çölden serin bir yere geçirecektir.
Bu yolculukta belirli zorlukları deneyim etmemiz gereklidir.
Bu zorluklara katlanmamış ve bu çileleri çekmemiş olanlar, ve kolay bir şekilde kendilerini gölgenin rahatlığında bulanlar, iste bu daima şeyh ile olanlar gibi faydalarını anlayamayacaklardır. Onlar tıpkı ağaç üzerinde yasayan ve onun kıymetini bilmeyen yapraklar, böcekler ve kanatlı böcekler gibidirler. Hayatın bezdiriciliğinin ve güçlüklerinin bilincinde olmaya ihtiyaçları vardır. Daha sonra, irfan ve kararlılık(azim) ile, ruhlarını temizlemek için çaba göstermelidirler. ALLAH''''''''a ihtiyaçları olduğunu hakikaten bilmelidirler, ve bunu bilerek, elemlerine son vermek için çaba göstermelidirler.

Eğer insanlar yaşamlarında daha önceden çekmiş oldukları ısdırapları, ve Şeyh ile beraber olduktan sonra ki rahatlık ve huzuru(haz) anlayabilirlerse, iste o zaman şeyhin hakiki değerini fark edebileceklerdir.

Bu bilinçlilik olmaksızın, bu yolculuğun neşe ve kederlerini asla anlayamayacaklardır. Şeyh ile olmalarına rağmen, gölgenin kıymetini bilmeyen böcekler gibidirler. Onlar, bu yolculukta bulunulacak büyük bir değerin olduğunu, gölge verildiğini, yorgunluk dindirildiğini, ve büyük faydalar kazanıldığını bilmiyorlar(fark etmiyorlar).

Bir çok çocuk, uzun sure hakikat ehli şeyh ile olmasına rağmen, eğer doğru bir şekilde odaklanmamışsa, eğer neşeleri ve kederleri deneyim etmiyorlarsa, ve eğer kararlılık ve istikrar sahibi değillerse, onların böyle bir şeyhle bulunmalarının kendilerine kesinlikle hiç bir faydası olmayacaktır.

Bu çocuklar, sadece uçup daire çizerek aynı dal üzerine konup dinlenen kanatlı böcekler gibidirler; ve bu yolculukta ilerleme göstermezler. Dünya üzerinden beslenen böcekler gibidirler. Fakat, gerçek bir yolcu uzun bir seyahat sonrasında şeyhin gölgesinde oturduğu zaman, rahatlığa kavuşur.


Resim

Rahatlık ve huzur bulur ve sonra bu yolculukta ilerleme gösterir.
Gerçek bir şeyh, bu dünyanın çöllerinden geçerken yolculara gölge olan ve onları rahatlatan kişidir. Bu çorak ilüzyon çölünde , bütün var olan şey sadece seraptır. Bu serabı görürsünüz ve su arayıp bulmak için ona doğru koşarsınız, fakat o sadece bir hayaldir. Bununla birlikte, bu serap tarafından büyülenmiş ve şaşkına donmuş olduğunuz anda, civarda gölge temin eden bir ağaç bulacaksınız. Bu ağaç Şeyhtir.

Hayat bir çöldür. İnsanlar acı çekiyorlar, ve şeyh onların acılarını yatıştırmak ve onlara yardımcı bir el vermek için oradadır. Eğer bu yolculuğa çıkmak için güçlü bir arzu, azim ve kararlılığa sahipsen, eğer uygun bir halde isen ve neyi aradığını biliyorsan, o zaman her ne kadar güç olursa olsun, şeyh zorlukları, elemleri ve deneyim ettiğiniz bitkinlikleri yatıştırmak(dindirmek) için yardımcı olabilir.

Şeyhin değerini ve yapmak üzere gelmiş olduğu işi fark etmelisin(anlamalısın). Bir kere bunu fark ettiğinde, ondan rahatlık bulabilir ve yolculuğuna devam edebilirsin. Eğer bunu fark etmezsen, bu ağaçtaki, hayatta hiç bir amacı olmayan ve gölgenin kıymetini bilmeyen böcekler gibi olacaksın. Böyle insanlar, şeyhin işinin ne olduğunu ve de onun verebileceği huzuru bilemezler. Lütfen bunun hakkında düşünün...

Şunları fark etmelisiniz : "Bu kadar çok elem ve üzüntüyü benden uzaklaştırmaya şeyh yardım etti. Bir sürü sorun, onun yardımıyla netliğe kavuştu. Bu hayat yolculuğumda ne kadar huzur kazandım ve hatta o bana ilerleye bilmem için daha ne kadar yardım edecek." Eğer HAKK''''''''ı aramak için kararlılık sahibiyseniz, o zaman çöl ortasındaki bu gölgenin değerini anlayacaksınız.

Bir diğer noktayı daha dikkate alın. Bir şeyhe geldiğiniz zaman, nasıl davranış göstermelisiniz? Davranışınıza göre, sizi tanımlamak için şeyh iki terimden birisini kullanacaktır - akıllı bir çocuk ya da bir aptal. Bırakın açıklayayım. Bu dünya kos koca bir pamuk balyası gibidir. Çok hacimlidir, fakat hemen hemen ağırlıksızdır. Çuval çuval pamuk bağlayabilir ve gemi dolusu doldurabilirsiniz, fakat onun azıcık bir değeri vardır. Çok geniş bir hacim kaplamasına rağmen, hepsini yok etmek için bir küçük kıvılcım yeter. Buna kıyasla bir mücevher taşı çok küçüktür. Fazla yer kaplamaz ama buna rağmen çok değerlidir.

Bunun gibi, hayatin boyunca her ne kadar çok şey bir araya getirirseniz getirin, onların hepsi bir pamuk yünü kadar kolay bir şekilde yok edilebilecek hayallerdir. Bu hayal dünyası, bütün bu hayatın boyunca topladığın her şeyi içerir. Fakat, ona iyice baktığınızda, sadece bir pamuk yığını görürsünüz. Bir küçük kıvılcım bütün hepsini yok edecektir.


Resim

(pamuk balyaları)
Şeyh irfan ateşine sahiptir, ve bununla o kendinizle getirdiğiniz her şeyi yakabilir. Ona bu ateş ile yok edilebilecek bir şey getirirken dikkatli olmalısınız. Hayatiniz boyunca topladığınız bütün balyalar, bütün ırkçılık ve aşırı dincilik düşünceleri, ve kan bağları, ve bütün bağlılıklarınız bu irfan ateşi ile yanabilir.

Resim

Siz, sadece çöp kamyonu için uygun olan bütün bu balyaları taşırsınız. Onların hepsi, irfan ateşinden sadece bir kıvılcım ile yok edilebilirler. Sizin 400 trilyon on bin farklı çeşitte pamuğunuz var ki siz bunu gemi dolusu olarak buraya getirirsiniz. Sizin işiniz yüklemek, ve boşaltmak, ve bütün bu balyaları taşımaktır. Bunu yaparak bütün zamanınızı boşa harcarsınız. Onları balyalar halinde bağlarsınız ve gemiye yüklersiniz. Sonra gemiyi boşaltırsınız, ve sonra onu tekrar yüklersiniz! Fakat şeyh bu şeyleri yükleyip boşaltmaz. O bunların hepsini bir ateş kıvılcımı ile çok kolay bir şekilde yok edebilir.

Bütün dünya, bu vücut, ve bu hayat yüklerdir. Siz bu dünyayı kocaman bir şey gibi görüyorsunuz, fakat o sadece bir rüya(hayal)dır. Bütün bu gördüğünüz düşler tarafından aldatılıyorsunuz, fakat onlar sadece seraplardır. Dünya bir ilüzyon çölüdür, ve siz buna rağmen halen gördüğünüz her şeyi kapmaya çalışıyorsunuz. Bunun susuzluğunuzu gidereceğini düşünüyorsunuz, fakat bu seraptan asla içemeyeceksiniz. Orada asla huzur bulamayacaksınız. Bedeniniz, dünyanın çok daha büyük olmasına karşın, küçüktür. Fakat aklınız hatta dünyadan daha büyüktür, ihtirasınız hatta aklınızdan da büyüktür, ve bütün karmanız[1] hatta bundan da büyüktür.


[1] Karma(Tamilce): Akla, vehme ait sıfatlar; beş unsurun özüne ait sıfatlar; aklın sıfatları; cehenneme ait sıfatlar. Altı kötülük: arzu, öfke, hırs, bağ, bağnazlık ve kıskançlık ile diğer beş kötülük: sarhoşluk, şehvet, hırsızlık, adam öldürme ve yalan söyleme.

Rüyalarınızın top yekunu budur. Bunlar sizin işinize yaramaz şeylerdir. Bir şeyhe gittiğiniz zaman , bütün bunlar yanıp gitmek zorundadır.
Orda sizde çok küçük bir şey var. Hakikat çok çok küçüktür, fakat mücevher gibi çok ağır ve çok değerlidir. Pamuk yününe benzemeyen bir biçimde, bu hakikatin müthiş bir ağırlığı vardır. Şeyhin irfanı bu hakikat gibidir, çok küçük ve çok ağırdır. Şeyh bunu size verdiği zaman, bunu çok dikkatli ve nazikçe almalısınız. Onun verdiği şeyin engin değerini fark etmeli ve onun büyük ağırlığına dayanabilecek kuvvete sahip olmalısınız. İman kuvveti, azim, istikrar ve kararlılık sizde gelişmelidir. Elinizi bu kararlılık kuvveti ile uzatmalısınız ve şeyhin verdiği şeyi kabul etmelisiniz. Onun ağır olacağını fark etmelisiniz, ve ona dayana bilecek kuvvete sahip olmalısınız. Eğer sahip değilseniz, taşımayı başaramayacaksınız. Eğer siz zaten bir yük taşıyorsanız ve bir başkasını daha taşımaya çalışıyorsanız, ikisini birden düşürmeniz çok muhtemeldir. Ya da eğer bu hediye için uzandığınız sırada gözünüz dalıyorsa, düşebilir ve sizde düşebilirsiniz.
Bu yüzden, bu hediyeyi nasıl almalısınız? Bütün kuvvetinizi toplayıp elinizi öyle uzatmalısınız. Yeterince güçlü olmalısınız. Şeyhin verdiği şeyin büyük ağırlığını tamamıyla idrak etmelisiniz. Eğer bu şekilde alırsanız, ellerinize yerleştirildiğinde ona tutuna bileceksiniz. Daha sonra, onu kalbinize yerleştirdiğinizde, o büyük bir değere sahip olacaktır.

Bu hazineyi, onun tüm ağırlığını ve hakiki değerini bilerek pür bir dikkat ile almalısınız. Onu güvenli bir şekilde uygun bir yerde saklamalısınız. Eğer bu hediyeyi alır ve onu dikkatli bir şekilde muhafaza ederseniz, şeyh size sizin akıllı bir çocuk olduğunuzu ve ona doğru bir şekilde muamele ettiğiniz için becerikli olduğunuzu söyleyecektir. Fakat, eğer dikkatsizseniz ve onu şakayla alırsanız, düşeceksiniz ve hediye kırılacaktır. O zaman, size ahmak olduğunuzu söyleyecektir. Şeyh bu iki kelimeden birisini kullanacaktır. Bu hazinenin değerini fark eder ve onu uygun bir şekilde alırsanız, size akıllı ve iyi bir çocuk diyecektir, fakat eğer onun değerini fark etmeksizin düşürürseniz, size ana noktayı ve onun değerini anlamadığınız için ahmak olduğunuzu söyleyecektir. Hareketlerinize bağlı olarak bu iki terimden birini kullanacaktır. Bunu anlamalısınız.
Şeyh size ne verirse versin çok ağırdır. İman, kararlılık, ve istikrar ile, bu ağırlığı kaldırabilecek kuvveti toplayın ve onu dikkatli bir şekilde kendinizde muhafaza edin. Onun verdiği şeyi almalı, korumalı ve saklamalısınız. Bunun hakkında düşünmek zorundasınız.
Şimdi şeyh ilesiniz. Buraya bir şey aramak için geldiniz, aramak için geldiğiniz şeyi alıp gitmelisiniz. Şeyhin söylediği her kelimenin sizin için bir değeri vardır. Onun her görüşü değerlidir, onun her hareketinde, bakışında muhakkak değerli bir şey bulunur. Birisinin elini her tutusunda, bunda değerli bir şey vardır. Birisinin başına elini her koyuşunda, onda muhakkak bir değer vardır. Sana her ne şekilde bakarsa ya da dokunursa, onda bir şey vardır, bunun için onu öyle yapmasının muhakkak bir sebebi vardır . Kanınızda ya da sinirlerinizde, yahut kemiklerinizde bir sorun olabilir. Sebepsiz olarak birisine dokunmaz o. Düşünmelisiniz, “orada buna sebep olan bir şey vardır”. Belki aklınızla ilgili bir sorun olabilir. Orda biraz şehvet, kızgınlık, cimrilik, cinsel şehvet, ya da cinsel sanatlar olabilir. Elini sizin üzerinize yerleştirip, onun sizden ayrılmasını sağlayacaktır.
Şeyh her ne yaparsa yapsın, daima gözün göremediği daha derin bir anlam, bir değer vardır. Belli bir eğilim ya da hareketi, yahut belki bir düşünceyi kesip atıyor olabilir. Bunu neden yapıyor olduğunu sadece şeyh bilir. Daima bir sebep vardır. O bir sırdır. Onun değerini fark etmelisiniz, sadece o zaman yaptığı şeyin manasını anlayacaksınız.

Çünkü onun sözleri ve fiilleri çok derin anlamlara sahiptir, daima ona teslim olmalısınız ve o her ne verirse almak için uyanık olmalısınız. Buna rağmen çocuklarım, şeyhin yanında oturuyor olmanıza rağmen, ve onun bahsettiği bir hadisi dinliyor olmanıza rağmen, oraya buraya bakıyorsunuz ve kolayca dikkatiniz dağılıyor. İste bunun gibi, bazı insanlarda tapınağa gider ve diğer insanların giydikleri kıyafetlere bakarak zamanlarını harcarlar. Bir amaçla giderler, fakat oraya vardıktan sonra bu diğer şeylere bakarlar.

"Bu gün ne renk gömlek giyiyor?
Ne çeşit ayakkabılar giyiyor bugün?
Ne mücevherler takınmış?"

İnsanlar camiye ve kiliseye giderler, fakat sadece böyle şeylere dikkat ederler. Akrabalarının orda olup olmadıklarını görmek için bakarlar. Bazısı düşünür,

"Kim burda?
Bu kişi neye sahip?
Ondan ne menfaat sağlayabiliriz?
Bana ne yardımı olabilir?"

ALLAH''''''''ın huzurunda iste böyle oturuyoruz!.. Başka yere bakarak!.. Kilisede, camide, tapınakta ya da şeyhin yanında iken, ALLAH''''''''ı aramıyoruz. İnsanlar bu yerlerde oturur ve dünyayı seyreder. Bütün dikkat dağıtıcı şeyler üzerinde odaklanırlar. Hatta böyle kişiler şeyh ile 1000 yıl dahi beraber olsalar, bütün yapacakları şey budur. Böyle insanlar şeyhin söylediklerini gerçekten dinlemezler.

Şeyh doğru burada sizin önünüzde konuşup önemli bir görüş arzediyor. Doğru size bakıyor, fakat siz başka her yere bakıyorsunuz. Sizin dikkatiniz başka yerde. Aklınız dolanıp duruyor.

Şeyh bitirdiği zaman, "Ne dediğimi işittinmi?" diye sorabilir. Fakat hiç bir şey işlemedeki. Her bir kişi farklı bir yöne bakıyordu, ve ne söylendiğini kimse idrak edemedi. Kalplerine hiç bir şey girmedi.

Eğer şeyh "Bunu anladınmı?" diye sorarsa, herkes sessizdir, çünkü hiç kimse dikkat etmiyordu. Birisi bir diğerinin Sari
[2]''''''''sine bakıyordu. Birisi dünya hakkında, evi, hayati hakkında düşünüyordu. Bir diğer kişi tavana bakıp kirişler üzerinde sürünen fareyi seyrediyordu. Bu kişi "Evet evet, kuyruğu hariç her şeyi içeri girdi, Kuyruğu halen dışarı sarkıyor. Onu çok dikkatli bir şekilde izledim. Şuradaki köseden geldi..." diyerek cevaplayacaktır.

[2] Sari(Sanskritçe): Uzak doğu ülkelerinde özellikle Hintli kadınların giydiği ve vücutlarına sardıkları uzun ve renkli kumaşlardan oluşan bir kıyafet.

Şeyh şaşırarak soracaktır "Ne geldi?"

"Fare. Şurdan geldi, orda durdu , şuraya gitti, ve sonra su köşeye gitti. Direkt bize baktı ve sonunda su deliğe girdi. Bakın orada, kuyruğu halen dışarı sarkıyor."

"Öyleyse sen bunamı bakıyordun? Söylediğim hiç bir şey işlememiş!"

"Hayır" diye çok utanmış bir halde itiraf etmek zorunda kalacak. Bunun yanında odada bulunan diğerleri de sessiz olacaktır çünkü onlarda dikkat etmiyorlardı.

Şeyhin önünde bu halde oturmanın faydası nedir? Hiç bir şey alamazsınız. Burada ister 50 yıl olun ister 500 yıl olun, fark etmeyecektir. Hiç bir faydası olmayacaktır.
Yağmur daima her zaman yağarmı? Hayır. Bu nedenle, yağdığı zaman ondan fayda sağlayalım. Tarlayı sürelim ve temizleyelim ve ekilmesi gerekeni ekelim. Sadece o zaman yağmurdan fayda sağlayabiliriz. Aynı şekilde, şeyhde daime sizinle olacakmıdır? Hayır. Bu nedenle, şu sizinle olduğu kısa zaman içerisinde, olabildiği kadar çok ekip biçmelisiniz(yetiştirmelisiniz).

Şeyh daima sizinle burada konuşuyor olmayacak. İçten bir caba göstermelisiniz ve yağan irfanı emerek içinize çekmeli ve tarlanızı
sürmelisiniz. Hayatınız boyunca, bu hazineye kavuşmanın zamanı şimdidir. Bu fırsatı kaçırırsanız, daha sonra onu telafi edemezsiniz. Kaybeden siz olursunuz. Tarlayı temizlemeli ve rahmet yağmuru düştüğü zaman, tohumlamak için (ekmeye) hazır olmalısınız. Bu rahmeti toplayıp ruhunuzu geliştirmelisiniz. Sadece o zaman fayda sağlayacaksınız.

İşte, şeyhin önünde otururken, sorup(araştırıp) onun size verdiğini alırken, muhafaza etmeniz gereken hal böyle olmalıdır. Aksi takdirde, sadece dünyanın çeşitli görünüşlerini tahayyül ediyor onları seyrediyor olursunuz. Bazı insanlar dinlere bakar, bazısı ırk ve renklere bakar, bazısı elbiselere bakar, bazısı akrabaları ve bağlarına bakar. Bazısı altın, emlak, evler, ve mülklere bakar. Bazısı övünçle "Ooh, her şeyi öğrendim" diye düşünür. Bazısı "ayetleri ezberden nasıl okuyacağımı biliyorum" diye düşünür. Bütün bunların hiç birisinde fayda yoktur.

Vaktinizi boşa harcıyorsunuz. Şeyhin belirttiği her görüşün her birinin değerini anlamalısınız. Onu, her bir damlayı boşa harcamadan kullanıp tamamıyla içinize çekmelisiniz. Rahmet yağmurunun içeri akması için kalbinizi açmalısınız. Bu halde kalmalı ve tarlanızı ekip biçmelisiniz.

Bunun yerine, bazılarınız uyuyor, bazıları konuşuyor, bazıları dinleniyor, bazıları hayal görüyor, bazılarınız burda oturuyor ama aklı başka yerlerde dolaşıyor. Burada oturuyorsunuz ve "Oo, alışverişe gitmem lazım. Bankaya gitmem lazım. Ayakkabı almam lazım. Dükkana gitmem lazım." Diye düşünüyorsunuz. "Of, sıkıldık ve yorulduk. Biraz etrafı seyretmeye gitmek istiyoruz." diyorsunuz. Böyle düşündüğünüz zaman, zaman boşa harcanmış olur. Burada şeyhin yanında olduğunuz halde, düşünceleriniz başka yerde.


Resim

Bir köpek koca bir göle gitse, göl aşırı fazla suyla dolu olduğu halde, köpek yalnız küçük miktarlarda içebilir. Benzeri bir
şekilde, içinizde bu şehvet(arzu, istek, ihtiras) köpeğine sahipseniz, içinize aşırı fazla miktarda (irfan) döken bir şeyh ile olsanız bile, her ne kadar fazla sevgi verirse versin ya da ne kadar irfan dökerse doksun, ne kadar şefkat gösterirse göstersin, bütün yapabileceğiniz, köpeğin yaptığı gibi küçük miktarlarda içmektir. Hatta, bir okyanus suyu ya da tatlı lezzette bal bereket ve bolluğu veren bir şeyh ile olsanız dahi, onu sadece bir köpeğin yaladığı şekilde içersiniz.
Halen etrafta gezinmeyi işleyeceksiniz. Pislikler(dışkı) köpeğe şeker gibidir; onun önüne her ne kadar bal koyarsanız koyun, o daima pislikleri arayacaktır. Bu nedenle, bu köpeği eğitmeli ve onu bağlamalısınız. O zaman şeyhin irfanını özümseyebilirsiniz.

Burada şeyhle olmanıza rağmen, sizde daha bir çok başka şeylerde var. Ondan gelen her damlayı almak için daha sıkı gayret göstermelisiniz. Bunu alma fırsatını daima bulamayacaksınız, bu fırsata sadece belli bir sure için sahipsiniz. Bu tahsis edilen zamanda, tarlanızı ekebilmeli ve fayda sağlayabilmelisiniz. Bu hediyeyi şeyh öldükten sonra da hala alabileceğinizi düşünmek doğru değildir...

Ateşten yanarken faydalanın. Ateş söndükten sonra soğuk ağaçtan bir alev çıkaracağınızı zannediyorsanız , başaramazsınız. Lambayı jeneratör halen çalışıyorken yakmalısınız. Bir kere motor durduğu zaman, lambayı açmaya çalışırsanız, yanmayacaktır. Bunun gibi , şeyh halen dünyada iken, ondan irfan öğrenmelisiniz. O gittikten sonra, akıl her ne getiriyorsa ya da düşünceleriniz her ne getiriyorsa irfan olarak onu dikkate alacaksınız, fakat bu sadece aklınızın bir hayali olacaktır. Şeyh ile birlikte iken o size direkt olarak neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu gösterebilir. Bu yüzden, her nefesle, her anda, şeyh ile olmalısınız. Daima uyanık olursanız, her neye ihtiyacınız varsa alacaksınız. Bu, sizin hayatiniz, ebedi hayatiniz olacak. Bu, sizin irfanınız olacak.

Bunu yapmak için içten bir çaba göstermelisiniz. Şeyh her ne verirse onu bütünüyle almaya ve onun ağırlığını anlamaya niyetli olmalısınız. Böyle bütün zaman başıboş gezinip durursanız, bu urunu ekip yetiştiremiyeceksiniz. Kendinizi düzeltmeli ve her görüşü özümsemelisiniz.

Her görüş(nokta) çok ağırdır. Her sözcük ağırdır. Her bakış ağırdır. Her düşünce ağırdır. Onların hepsini dikkatli bir şekilde almalı ve kalbinizde muhafaza etmelisiniz. O zaman bu şeylerden fayda sağlayabileceksiniz. Bunun hakkında düşünün.

Gölgesinin değerini takdir etmeksizin ağaç üzerinde yasayan böcekler gibi olmayın. Şeyhin sözlerinin ve hareketlerinin değerini ve ağırlığını anla, ve sana ne verirse onu dikkatlice bütünüyle kabul et. Onun önünde dünyaya yahut yukarı gök yüzüne bakar bir şekilde oturma, bunu yaparsan hiç bir şey alamayacaksın. Bunu düşünün. Beslemeniz(yetiştirmeniz) gereken hayat çeşidini, ruh hayatını bilmelisiniz. Şeyh’den alacağınız irfan, ruh hayatınızı koruyabilmeli. Bu irfan halinden doğru, bu hayatin saflığını bilip koruyabilmelisiniz. Bunda bir çok derin manalar var…
Şeyh ile 12 yıl birlikte olmalısınız diye söylenir. Bunun manası nedir? Neticede sadece iki yıl içerisinde bütün Kur’an-ı farklı şekillerde ezberleyip okumayı öğrenebilirsiniz. Buna rağmen şeyh ile 12 yıl birlikte olmalısınız. Bunun nedeni nedir? Nedir o öğrenmek zorunda olduğunuz şey? Onun vermek zorunda olduğu bütün bu her şeyi öğrenmelisiniz. Nedir bu?
Onun niteliklerini,
onun hareketlerini,
onun davranışlarını,
onun sabrını,
onun toleransını,
onun barış doluluğunu(sükunetliği v.b),
onun şefkatini,
onun sakinliğini,
onun berraklığını,
onun açlık halini,
onun uyanıklığını(teyakkuz),
mutluluk ve elem ortasında sahip olduğu huzurunu. Marifet ehli şeyhten bütün bunları öğrenmek zorundasınız. Onun sabır, şükür, tevekkül, ve el-hamdü lillah, huzur doluluğu ve sükunetlik hallerini öğrenmek 12 yıl alacaktır. Bu 12 yılda onun bütün niteliklerini öğrenirseniz, o zaman sizdeki meyve olgunlaşacaktır. Onun niteliklerini ve irfanını kazanmak, sizin bu sure zarfında yapmanız gereken meditasyondur. Bu işte sizin sizdeki şeyi nasıl anlayacağınızdır. İyiyi iyi olarak alıp kötüyü kötü olarak atmalısınız. Bu iste bu 12 yılı nasıl harcamanız gerektiğidir.
Bunu “gnanam”
[3]’i kazanmak için yapıyor olmayacaksınız, fakat onun yerine “agnanam” [4]’i kovmak yahut cehaleti kovmak, ve “meignanam” [5] in niteliklerini ya da hakiki irfani bir araya getirmek için yapar. İlüzyonun niteliklerini atıp, Allah’ın niteliklerini geliştireceksiniz. Bu nitelikler sizde yetişir yetişmez, kalbinizde bir çiçek belirecek. Bu çiçek açar açmaz, onun kokusu her bir taç yaprağından yayılacaktır. Olgunluğa ulaştığınız zaman, çiçek tümüyle açılmış olacaktır. Bu doluluk ve rayiha belirecektir, ve siz çiçeği tanıyabileceksiniz. Bu HAKK’ın çiçeği olacaktır. Onun rayihasi ile, sizin ALLAH’ın kulu olduğunuz bilinecektir. Bir kere bu bilinince, ALLAH’ın hükümranlığını, bu cennetin lezzetini bileceksiniz.

[3] Gnanam, [4] Agnanam ve [5] Meignanam (Tamilce): Gnanam ilahi analitik irfandır. Allah insan vücuduna 18000 alemin servetini yerleştirmiştir. İnsan ellerinde : cehennem ve cenneti, hayrı ve şerri, sır ve sıfatı, haram ve helali tutar. Allah insanda dünyanın servetini, cennet ve cehenneminkini, nefsin ve şeytanın hazinesini, arzuların azruladığı serveti, toprağının arzuladığı hazineyi, suyun arzuladığı hazineyi, ateşin arzuladığı hazineyi ve hava ve ruhların arzuladıkları serveti, ve ilüzyonun arzuladığı serveti yerleştirmiştir.

İnsan eğer bütün bu hazineleri atar ve sadece ALLAH diye isimlendirilen hazineyi alırsa ve O’nun nitelik ve ahlakına boyanırsa, O’nun gibi hizmetleri ifa ederse , kendisi için sadece ALLAH’ı tek hazine ve bütünlük sayarsa, bu hale “gnanam” denilir.
Orda ALLAH’tan başka bir hazinemi var? Geri kalan bütün şeyler ‘agnanam’dir, cehalettir ve ‘poignanam’ (batıl irfan)’dir. ‘Agnanam’ dünyanın gnanamıdır. Batıl irfan ise zulmetin(karanlık) gnanamıdır, birisinin karanlığın sarhoşluğunda uyuşuk halde iken yaptığı konuşmalardır. Agnanam zekadan(kişisel zeka, ham akıl) yapılan konuşmadır, bilimsel irfandır(vingnanam), alt zekanın (nakılsiz) verdiği açıklamalardır. ‘Meignanam’ ise bilmek ve anlamaktır. ‘Meignanam’, ALLAH’ın kelimelerindendir(Nakıl ilminden gelen marifet). Bu kelimelerden anlamak, bilmek ve kotu olanı atıp yok etmektir. O’ndan başka bir hazine yoktur. O’ndan gayri olan herşeyin, yok edilebilir ve ölümcül(baki olmayan) olduğunu ve onların hepsini atmak , ‘Meignanam’ dır.
Bunu öğrenmek 12 yıl alacaktır. Bunu öğrenerek ve bütün bu nitelikleri özümseyerek, bu çiçek acar ve ondan onun rayihası yayılır. Bunun haricinde bir öğrenim yoktur…
Bunu yapmak için irfana ihtiyacınız var. Şeyhin size verdiği irfan, kalbinizdeki ormanda yasayan binlerce hayvanı kesen bir bıçaktır:
Maymunlar,
zehirli hayvanlar,
kinci hayvanlar,
birbirlerini yiyen hayvanlar,
biri diğerini kovalayan hayvanlar,
hayvanlar ki biri diğerinden ayırırlar.
İrfan; bütün bu hayvanları kesip atmalı, hepsini bir bir atmalı, kovalayıp uzaklaştırmalıdır. İrfan; sendeki
kibir,
karma,

maya[6],
ilüzyon,
tarahan-singhan-suran
[7] ,
şehvet , öfke, pintilik, bağlar, fanatiklik, haset, sarhoş edici şeyler, ihtiras, hırsızlık, cinayet, batıl,
dinlerden ve filozofiden gelen “Ben “ ve “Sen” ayırımları,
vefasızlık, sahtekarlık, hipokratlık, bencillik,
birisinin açlığını diğerlerininkinden daha önemli görmeyi, yaslanmayı, hastalığı, olumu, sayısız sabırsızlık niteliklerini, telaşlılığı, arzuyu, gururu, kıskançlığı, şüpheyi, ilüzyonun parıltılarını, aklı(ham akıl), tutkuları ve maymun aklı- bütün bunlar kesip atılmak zorundadır.


[6] Maya (Tamilce): Maya Hinduizm’de insanı illüze eden geçici görüntüler, his dünyasının insana etkisi ile illüze olmak. Buna şeytanın etkisiyle kişinin vehmi diyebiliriz. Nefsin hevâ-heves ve vesveseleri, takıntı ve kuruntuları ile kişinin aldığı hal…
[7] Tarahan, singhan, suran(Tamilce): Bunlar üç duraktır. Maya’nın yada ilüzyonun oğulları olarak adlandırılır. İlk olarak Tarahan’a bakarsak, bu cinsel şehvetle ilgili düşüncelere sebep olan aklın kuvvetidir. Bu düşünce ilk olarak fil kibri ile doğum kanalından geçer. İkincisi singhandır, bu esas hareket kuvvetidir, cinsel hareketin doruğunda meni atılırken varolan arslanın kibir niteliğidir Üçüncüsü ise suran’dır. Hareket esnasında sekilenen vehmi vucuttur. Aklın bütün nitelik ve enerjileridir-milyonlarca düşünce, fikir, fantezi, ve dört yüz trilyon on bin enerji ve niteliklerdir ki bunların hepsi cinsel oyunlar esnasında akıldan geçer. Bu enerjiler milyonlarca farklı vehmi suret alırlar, sürekli bir şekilden diğerine değişirler. Bunlar mayanın üç oğullarıdır. Toprak, ateş, su, hava, esir, akıl ve arzu var oldukça, bu üçü ölmeyecektir fakat sürekli suret ardına suret almaya devam edeceklerdir.

BS: Sevgili okuyucu, bu Tarahan, singhan, suran kelimeleri ile ilgili tanım Bawa Muhyiddin’in Allah Rezonansı isimli kitabından çevrilmiştir. Bu tarifler belki bazı dostlarımıza kafa karıştırıcı gelmiş olabilir. Anladığım kadarıyla burada bahsedilen cinsel terimler vehmi ve nefsani bir olayı çiftleşme tarifi ile anlatmaktır. Doğum kanalı diye bahsedilen şey nefsimizin şehvani işleklerinin sürekli doğup ölmesinden dolayı bu isteklerin ve arzuların kendilerini doğurduğu yollardır. Kısaca şeytanın nefsimize vesvese vermek için kullandığı yolların hepsine genel olarak nefsani arzularımızın doğum kanalı diyebiliriz. Şehvet, öfke, cimrilik, oburluk v.s gibi. Bu kısmın tafsili durduğunuz noktadan bakışınıza göre değişir. Dünya -Beden-Nefs-Şeytan ekseninde Nefsin Dünya yönüne çekilmesini sağlayan, nefsi masivaya yönelten arzu ve isteklerin tekrar tekrar doğdukları yolların tümüne doğum kanalı diyebiliriz. İşte insanın hayalinde vehmi düşünceler kurarak onlara hayali suretler verdiği ve sonra bu suretlerin tetiklemesiyle kişinin gidip kotu fiili islemesi ve emeline ulastigi andaki tatminden dolayi hissettigi kibri asamalari tanimayan terimlerdir bunlar. Mesela birisi çok oburdur, yemeğe karşı şehvet o kişinin doğum kanalıdır, bu isteğine ulaşmadan evvel güzel yemekleri vehmi olarak aklında canlandırır onları hayal eder ve buna bir kuvvetle nefsini meyillendirir, ve yeme isteği doğar bu kanaldan, kalkar sonunda fiili isler yani yemeği aşırı şekilde yer ve bu sırada emeline ulaştığı için kendinde bir haz hisseder bu aşamalarda rol alan aklin kuvvetlerine kısaca Tarahan, singhan suran denmiş. Bunu böyle zevk ettik. Doğrusunu ALLAH bilir…
Bütün bu cehennem olanı kesip atmalısınız, sizdeki şeytan ve hayaletleri kovalayıp uzaklaştırmalısınız. Bunu yapmak için, şeyhden bu irfan kılıcını almalısınız. Bu irfan ile, her kısımda farklı bir şekilde cihad etmelisiniz. Her bir hasmınız için ona göre özel bir silah kullanmalısınız.
Hayaletler için bir silaha,
periler için bir diğerine,
Cinler için bir başkasına,
Şeytanlar için ayrı birine,
Beş unsur için bir diğerine,
Ve yine ilüzyon ve uyuşukluk için bir başka silaha ihtiyacınız var. Bu şeylerin her birisi için farklı bir silaha ihtiyaç duyarsınız. Sadece bütün bu gerekli olan aletleri kullandığınız zaman ancak sahip olduğunuz farklı çeşitteki hastalıklar üzerinde ameliyat yapabilirsiniz.
İnsan-ı Kamil; size bütün bunu yapabilmeniz , bütün kotu niteliklerinizi atabilmeniz,
ve onun iyi niteliklerini ve ALLAH’ın hareketlerini kendinizde faal hale getirmeniz(ALLAH ahlakıyla hareket etmeniz) ve bu suretle kemale erişmeniz için size irfan verir. Size hastalıklarınızı nasıl sonlandıracağınızı öğretmek ve size netlik ve irfan vermek 12 yıl alır. Bütün hastalıklarınızı sonlandırmayı öğrendiğiniz zaman, gnanam’a sahip olursunuz. Kalbiniz bütün(dolu, tam) olur, çiçek acar ve rayihası etrafa yayılır. Bu rayiha gnanam’dır. Bu meydana geldiğinde, o zaman HAKK sizdedir ve yol kolaydır. Bu irfandır.


Filozofi, puranaları[8], Kur’an ya da diğer yazıtları öğrenmek iki yılda kolay bir şekilde başarılabilir. Fakat bu hali kendinizde doğru bir şekilde kurmak(İlim irade idrak iştirak halinde işletmek), bütün kötu niteliklerinizden kurtulmak, ve şeyhin niteliklerini ve hareketlerini kazanmak 12 yıl alır. Bu yüzden, insan-i kamil ile 12 yıl birlikte olmalısınız denilir. Bunu anlamalısınız.

[8] Puranalar: Hinduizm yazıtlarından bir bölüm. Evrenin yaratılısı, efsaneler, Aryanların tarihi, gelecekle ilgili bazı kehanetler, Hindu mitolojileri ve Hindu tanrıları v.s konuları içerir. 400 yılından 1000 yılına kadar olan sure içinde yazıldığı söylenir. Bugüne dek 18 bölümün kaldığı söylenir. Bunlardan birisinin içinde ana bölüm olan Bhavisya Purana’da ve bazı Hindu yazıtlarında peygamber efendimiz Hz.Muhammed SAV’in adı ve onun geleceğini ve sünnetinden bazı şeyleri içeren kısımlar vardır. Fakat bunların daha sonra İsmaililer tarafindan Müslüman yönetimi devrinde bu kitaplara sokulduğu ile ilgili söylentiler yayılmakta ve bazı Hindu araştırmacılar bu kısımları kabul etmemektedir. Bu konuda yazılı bazi yabancı yayınlar bulunabilir. Bazı kısımları ben Türkçeye çevirmiştim. Bawa Muhyiddin(K.S) etrafında kalabalık ve kozmopolit bir çevreden insanları irşad ettiği için her gurup insana özgü bazı deyimler kullanmaktadır.

Siz yaşarken ve şeyhte henüz hayatta iken, ebedi “hayat” kazanamazsanız, şeyh gittiği zaman onu kazanamazsınız. Bu yapılamaz. O zaman elde ettiğiniz şey sadece bir hayal olur; uyuduğunuzda onu görebilirsiniz ama uyandığınız zaman kaybolur. Şeyh henüz hayatta iken, siz uyuyun ya da uyumayın, o tam önünüzde duruyordur. Bu hayal değildir. O sizin tam önünüzdedir. Ona konuşabilirsiniz. O size neyin yanlış, neyin doğru olduğunu, neyin iyi ve neyin kotu olduğunu söyleyebilir, ve sizde anlayabilirsiniz. Fakat bu ayrılmış zamanı geçirirseniz(değerlendirmen), asla anlayamayacaksınız...
Bütün bunu her ikiniz, şeyh ve siz hayatta iken öğrenmelisiniz. O zaman( sureyi değerlendirip öğrendikten sonra) o orada olmadığı zaman bile hatırlayacaksınız. Eğer simdi onunla kaynaşırsanız, o zaman bu öğrenim sizde kalacaktır. Eğer onunla simdi kaynaşamazsanız, eğer bunu daha sonra yapacağınızı düşünürseniz, sadece kendinizi kandırıyor olursunuz. Sadece niteliklerinizi ve irfanınızı şeyhinki ile karıştırdığınız zaman, o gittikten sonra halen sizinle olmaya devam edecektir. O zaman “hayat”, ebedi hayat bulursunuz. Her çocuk bunun üzerinde düşünmeli ve bunu fiile dökmeli. Bundan faydalanın...
Deneyin... Amin.
M.R.Bawa Muhyiddin
"
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Haziran Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ankakusu bildirdi: "
ÜZME - ÜZÜLME - SEV - SEVİL PAROLASI
Tarih: 25.06.2008 Saat: 21:22 Gönderen: kulihvani


Resim

Resim

ÜZME - ÜZÜLME - SEV - SEVİL PAROLASI

El HAKK (celle celâluhu) hatırına, O'nun halkını üzme ve sükût et...
Üzülme ve halvet et (halk içinde HAKK'a rücû' et),
Sev ve celvet et (Nuût-i ilâhiyye (ilâhî övülmüşlük) ile halvetten hürûc, Benlik Fenâsından Beka'ya ürûc ile her şeyde hakkı HAKK görüp, saygı duyuş),
Sevil ve uzlet et! (Muhammedî Gar-ı Hirada bilelik)...
Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşlerin vakti vardır!" buyuruluyor...
Âşıkların acelesi olmaz ve kuşlar dâima kanatlanınca uçarlar...
Canların (ana-baba) cümbüşünden canımız cesed buldu, cisim giydi ve cihan gördü...
Can dedimse her canı; canının farkında sanma...
Taş kömürü, kok kömürü de karbon (C), elmas da karbondur...
Farkları, yandıklarında Elmas geride kül bile bırakmaz...
İşte Muhammedî canlar elmas gibi erdem erleridir...
Cihan genellikle doğurduğunu yiyen bir canavar gibidir.
Özellikle ise Muhammedî canların, can ve imtihan evidir...
Sûretlere bakma! Sîretler sırdır...
Can Dostu bir deli derviş demişti: Yediler buluşup hacca gidecekler.
Altısı yola çıkmışlar yedincisi yok meydanda...
Şam'a varınca zifiri zenci birisi yanaşmış: "Yolculuk nere yârenler..." demiş.
Onlar da: "İnşâallah Hacca!" deyince: "Biz de bile!" demiş ve katılmış... İçlerinden birisi, içinden: "Acaba bu da Yediler'den mi?" diye geçirince:
"Ne o canım, boyayı mı beğenmedin boyacıyı mı?" demiş...
HAKK'ı hâlihazır, herkesi de Hızır bil!..

Söz, sohbet, zevk ve hazz; alıcıya âmâdedir. Sağıra sohbet ise ahmaklıktır.
Duyandan kasıd, özünden duyandır ve yüzünden duyan değil...
İnsanın özü (merkez), vahdet deryası; yüzü (muhit) ise, kesret kerbelâsıdır...
Arablar derler ya: "Kellim kellim la yenfâ... : Söyle, söyle faydası yok!" odunumun parası...
Yine de bin kere de olsa binbiri söyleyeceğiz...
Zirâ âhir zaman şartlarına ve fitne fırtınasına ömürleri denkleşen torunlarımızın üzerimizde hakları, vebâlleri vardır...
Birgün İnşâallah okuyup da uyanmalarına sebeb olur:


Resim--- "Kesin inananlar (mukinin: kani' olanlar) için yer yüzünde (mûhitte, âfâkta) âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de (enfüste, merkezde) öyle. Görmüyor musunuz?" (Zâriyyat 51/20-21)

Atını arayan süvari, dört nala at koşturma...
Seyr-ü Sülûku; gece gündüz anlamını ve mânâsını anlamadan, ruhuna ve sırrına ermeden esmâ tekrarı sanma...
Başkalarının yandığını söyleyip de yanma...
Muhammedî Tasavvufta seyr: nefsin kalbî şartları sağlayıp, eşkiyâlık elbisesini (sûretini) soyunup, evliyâlık sîretini (hâlini) bürünüp kalbe girişi; sülûk ise, bu kalbi berzah (madde-mânâ ara kesiti tecellî karargâhı) da ruha kavuşmasıdır...

Fakr-ü- fenâya sabretmeden lülf-û-likâya sıla (vuslat) ham hayaldir.
İnsanoğlunun sûreti, sîretinin (zâtı) zarfıdır.
Harflerin içinde misilsiz mânâlar gizlenir...
Okumayana ise çâresiz çiziklerdir...

Toplumsal tevhid parolammız olan "üzme-üzülme-sev-sevil"i kolay sanma sakın: Bu âlemde bizi diğer yaratıklardan tebessümdür ilk ayıran...
Zâten aşk tebessümle başlar ve kanlı göz yaşıyla son bulur...
Bu ise aşıkların ezel kaderleridir...



ZEVK – 2741

Hu esmâsın âhıdır aşk, âşıkların göz yaşıdır.
Mevlâ'ya merhamet için istirham ağlayışıdır,
Fenâsına erenlerin beka sermayeleri aşk.
Özdeki naz, gözde niyâz ağlamak işin başıdır...



HAK Dostları derler ki:
Bir ârifin iki talebesi bal satıyorlar.
Birisi güleç yüzlü ötekisi somurtkan...
Güleç olan balını tezelden satıp dönerken, somurtkanın balı elinde kalıyor ve bunun sebebini ârifine sorunca: "Ah oğlum ah... Küpün bal satarken, yüzün sirke satıyor da ondan..." demiş...

Her şey'in yok olmaya mahkûm olduğu bu imtihan meydanında Muhammedî nûr'un ışığını takip eden O'na teslim olup tek istikamete "Biz bileliği"nde yol bulanlar İrfân-ı Muhammedîn ebedî edebi içinde emindirler...

"Kesrette vahdet-vahdette kesret" oyununda; tek oyuncu olan insanoğluna kesret galib gelirse Benlik başına belâ olur ve belâsını bulur. Yok eğer, vahdet (Tevhid-i Muhammedî) galib gelirse cümle cihanda (mevcûdda), HAKKı (cûd'u, gerçek vücûdu) müşâhade olan Edeb-i Resûlullah'a ulaşırsa Mevlâsını bulur...
Bu böyledir...

"Kesrette vahdeti, vahdette kesret"i zevk etmek ise lûtf-û-ikrâm ve ihsân olup haşyet, hayret ve dehşet hazzıdır...

İnsanoğlunun nefsi, arsız ve nûrsuz kalırsa cehennem gibi celâl yurdu; ruhî nefs olup Muhammedî nûr ve şuûra sıla (vuslat, salâvat) ederse cennet gibi cemâl yurdu olur tüm âlemlerde...

Nefsin bu âlemde ektiği tohum sonunda toplayacağı meyve demektir.
Kâmil insan nefsi diye ona deriz ki kendi aklının tasarladığı "Lâ ilâhe"yi Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırıp naklî olan "illâ ALLAH" ile kişinin nefsinin aklen bildiği, bulduğu ve olduğu hâle geldiği naklen teslimiyyet ve istikamet merkezi olan İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sıfır seviyeli Subhanî safı olmalıdır...

Kâinâtı ve Ustasını, nefsin benlik ve imtihan sırrıyla gizleyen aklın; bâtıl ve şerre dönük i'tikad, amel, ahlâk ve hâllerini, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın;
Şerîat-ı Muhammedîyye (i'tikad, inanç),
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel, fiil, sünnet-i seniyye!),
Mârifeti Muhammedîyye (Ahlâk-ı muazzama: Ahlâk-ı Kur'ân: Ahlâkullah) ve
Hakikati Muhammedîyye (Kâbe kevseynî hâller, söze sığmaz özellik ve güzellikler) ile arıtıp, durutup kurutup pırıl pırıl cemâl camı hâline getirip artık adına da "İlahî Aşk" deyip:

Biz gözüyle, biz gözlüğünden "BİZ" bileliğiyle aynı seviyeden aynı şeyi görüp: "Semiğnâ ve ateğnâ... İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in..." teslimiyyette birlikte "canlar cemâatı" olarak duyarız ve imâmıza uyarız...
Azmederiz ve istikamette tevekkül ederiz (vekil kılarız)...

Agâh (uyanık) ol Âşık...
Bu âlem, ilâhî aşkın mihrabıdır...
Nice "Benlik"lerin harab oluduğu meydandır...
Aşk mihrabına niyâzla gir (Bismillahi),
niyâzla eğil (Subhanallahi),
niyâzla doğrul (ALLAHÜEKBER),
niyâzla geç (Elhamdülillah)...
Naz ise sistemin sahibinin hakkıdır....

İnsanoğlu özündeki emânete mârifet-i Muhammedîyye ile ulaşır şahsî şifrelerini bulur, bilir ve emredileni yaşar ve şâhidi olur...
Onun için şerîat ve tarikat aslında meşk yolu olup; kulun tercih, gayret ve çabası esastır.
Esas seyr budur.
Seyr; insanın kendi kaderini mutlak kendinin yaşaması gibi sadece ve yalnız kendisinin teslimiyyet yürüyüşüdür.
Mârifet ve hakikat ise aşk yoludur.
Rabbü'l-âlemin'den abdine ilâhî cezbe ve teslimiyyet sülûkudur. "İle"likten "bile"liğe geçiştir.
Kulun gayreti,
ALLAH Dostlarının himmeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şefâati ve
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hakk ve hayr hidâyeti birleştimi yolda yoran engeller yerle bir, uzaklar yakîn ve hayaller gerçek olur...

İşte bu aşkın yolu çile yoludur...
Muhabbette nûrun anası nardır.
Cemâlî cennet, celâlî cehennemle çevrilidir...
"Lâ ilâhê"nin merkezinde "İLLALLAH"...
Madde ve mânânın masalı sanma...
Maverâsı bil Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın...


Resim--- O yüce sahibimiz Efendimiz, Ekremimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e madde bastırırsa: "Yâ Bilâl güzel sesinle bizi ferahlat..." buyururken; mânânın yoğunlaşmasında ise Aişe (radiyallahu anha) validemize: "Benimle konuş yâ Hümeyrâ..." buyuruyor...

Her nefesin imtihanı o nefese ait hızla gelip geçen rüzgâr gibi doğrusu...
Ne varki câhil canın hicâbı (perdesi), kendi cehlidir.

Bilmem ki sesimi (sözümü) duyabiliyor musun?
Ben buradan söylerim de sen oradan duyarsın sanma...
Ses dalgaları derûnî sırlar taşır...
Ve her zerre yanı başındakine söyler...
Sıra sana gelince duyarsın...
Ondandır ki telefonun telleri vardır.
Şimdi hava zerreleriyle v.s. geliyor...
Boşlukta (mutlak vakumda) her türlü iletişim sıfırdır...
Ve her zerre ve her an işinin başında...
Ya sen...


ZEVK

Kim vurmuş dost Züleyhâ'yı, kanı yerde Yûsuf... Yûsuf....
El değmemiş sevgi narı atmış derde Yûsuf... Yûsuf?
Nedir kervan? Bu kör kuyu? Zehir mi zemzem mi suyu?
Vücûd, can Yûsuf'a gömlek, Yakub nerde: Yûsuf... Yûsuf...


İşte sıla (ibâdet) yolunda yolculuktan kesitler ve görüntüler...
Salât ise tüm ibâdetlerin direği ve imâmıdır.
Salâtsız sıla hasrettir....
Teslimiyyete salâvât, istikamete salât sılası bizim bilelik yolumuz ve görevimizdir...
Sadece salât değil ki kulluk...
Her yerde, her zaman her hâl ve her nefeste kulluk...
İlk nefesten son nefese kulluk ve işimiz ibâdet...
Tüm kâinâtı (sistemi), bizi, fiillerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Rabbü'l-âlemin bize; gerekli tüm ilim ve bilgileri verip, öğretici, eğitici ve tatbik ediciler gönderip tüm sistemini hizmetimize sunup, tek tercih imkânı tanıyıp da imtihan ediyor.
Biz tercih edince dileğimizi halk ediyor.
Yeni doğmuş bebeği; dondurucu soğuğa terk etmeyi tercih eden vicdânsızın bu eylemini halk edip, bebeği dondurup öldüren ALLAH Tealâ Sünnetullah, Emrullah ve tehdidleri gereği bu işi yapanın yakasına "merhametsiz..." diye yapışıp tüm canlıları öldürmüş gibi cezâlandırıyor...
Tercih çok çok önemli...
Bu tevhid yolunda iki ata binilmez. İki ata binenlerin ise maddî-manevî, parça parça hüsrân olmaları göz açıp kapayıncaya kadar bile sürmez...

Sevil kız söylemişti: "Baba... Üveys dedi ki: Ölümü, yattığında yastığının altında; kalktığında önünde bil..."
Ne güzel söylemiş meşhur ve mübârek Muhammedî Ûveys (kaddasallahu sırrıhu) Hazretleri...


Resim --- "Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine ibâdet (kulluk) et!" (Hicr 15/99)

Ve asla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bilelik bâsireti olan Fırka-i Nâciye yolundan ayrılma:

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ALLAH'a çağırıyorum! Ben ve bana tâbi' olanlar (uyanlar) aydınlık bir yol (basîret) üzerindeyiz. ALLAH'ı (ortak v.s.dan), tenzih ederim! Ve ben mûşriklerden değilim." (Yûsuf 12/108)

Bu yol açık seçik sırat-ı müstakîm üzere; tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere imtihan ve kemâlât yoludur.
Tekemmül ise emredilen ve dışına kaçılamayan kaderdir...


Resim--- "Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunay olmuş aya yemin ederim ki hâlden hâle geçersiniz." (İnşikak 84/16-19)

"Le terkebünne tabakan an tabakin": Muhakkak, kesinlikle tabaka tabaka terekkûb edersiniz.
Terekkûb: Karışıp birleşme, meydana gelmedir. Maddî ve manevî hâlden hâle geçip (tabaka-tabaka) her hâlde hâl bulma, meydana gelmedir. Nefsin letâif tabakalarındaki Muhammedî tekemmül kademeleri...
(KUL İHVANİ DİVANI''''NDAN)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Haziran Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

GENÇLİK ÜSTAD NECİP FAZIL'A CEVAP VERDİ!
Tarih: 27.06.2008 Saat: 17:32 Gönderen: kulihvani


Resim

EBEDÎ ÂLEME GÖÇ EDİŞİNİN 25. YILINDA GENÇLİK ÜSTAD NECİP FAZIL'A CEVAP VERDİ!

İnsanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını; aydınlığı karanlığa çevirmek isteyenlerin evvela bizdeki mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körletmekle işe başlamalarına inat, her sahada düşünüp fikir üretmeye söz vererek…

Üstün fikri arama, bulma ve yaşama adına; sefil kolaydan vazgeçip, ulvî zora talip olarak…

Nasıl ki toprak altında kömür milyonlarca sene kavrulur ve elmas olursa, nasıl ki tohum çatlarken alev alev yanarsa, nasıl ki kaynayan su fokurdar ve inlerse; var olma sırrının baştan aşağı böyle bir çile humması olduğunun, farkında olarak…

“İki günü aynı olan ziyandadır!” düsturu gereği, sönmemek ve pörsümemek yani genç kalabilmek için, sürekli kendini aşmaya çalışmak gerektiğini bilerek; ıstırap çekebilme haysiyetini ise en hakiki gençlik senedi kabul ederek…

Zamanın mekânda yoğunlaştığı, bu sebepledir ki mekânı zapt altında tutmak için zamana hükmetmek gerektiğinin, azminde olarak…

Mukaddes emanetlerin maddi bölümünü müzelerde muhafaza edip, sergilemeye devam ederken; emanetin asli tarafını yani manevi boyutunu da şah damarında muhafaza edip; yüreklere, dileklere ve bileklere nakşederek…

Nefsi muhafaza adına cemiyet kaçakçılığına yer vermeden; asıl marifetin kalabalığın içinde nefsi, şehrin çarklarına kaptırmamak olduğunun, şuurunda olarak…

Sohbet ve cemiyetten maksadın, ifade ve(yahut) istifade olduğunu bilerek; sırça saraylara ve fildişi kulelere itibar etmeyerek…

Allah Resulü’nün müjdesine nail olmak için Bizans önlerine gelen ve atını denize sürüp; “Ya Konstantinopolis beni alır, ya ben Konstantinopolis’i!” diye haykıran genç Sultan II.Mehmed’in, fatihlik prensibine ve aksiyon iradesine sıkı sıkıya bağlanarak…

Tarihin bir masal albümü değil, değerler manzumesi olduğu hakikatince; turnusol kâğıdının saf belirleyici emniyetine denk, tarihimizdeki sahteleri ve kahpeleri ayıklayarak…

İki zıt arasında hem bitişik zannettirecek kadar yakınlık hem de sonsuzluk boyu uzaklık olduğunu fehmederek; aydınlığa yapışmış karanlığın, gündüze yapışmış gecenin, beyaza yapışmış siyahın, ruha yapışmış nefsin, yani zıtların hakikatlerini, ilmik ilmik çözerek…

Kanser diye bir hastalığın olduğunu bilmemek, nasıl ki insanı kansere karşı masum kılmazsa; zamanın gidişatındaki tüm hastalıklı geliş ve gidiş trafiğinin farkına varıp; zamanı kuşatan tüm habis urları, röntgen cihazı katiliğinde tespit etme mükellefiyetini, üzerinde taşıyarak…

Mikroba merhametin, hastaya merhametsizlik olduğunun; bilincinde olarak…

Yunan aklı, Roma nizamı, Hıristiyan ahlakı motifleriyle süslü, Batı medeniyetinin üzerimize giydirdiği tüm ‘izm’leri çıkararak çöpe fırlatıp; içimize sinen mikropları da tövbe ve gözyaşıyla dezenfekte ederek…

Doğrunun olmadığı yerde, güzel de yoktur; estetik idrakine sahip olarak…

Derdi dünya olanın değerinin, bağırsaklarındaki kadar olduğunun bilinciyle; yediği lokmanın asıl hesabını, kenefte değil kefende vereceğinin, itikadında olarak…

Bülbüllerin susup kargaların konuştuğu, çakalların aslanların başına hükümdar olduğu; gülün alının, yağmurun tadının, yiğidin arının, hatta itin bile mayasının bozulduğu bir asırda; ezelden ebede uzanan yüce fermanın, yegâne derman olduğunu haykırarak…

İçten ve dıştan yapılan tüm hesapların üzerinde Allah’ın hesabının olduğunun, mutlak hesap gününün sahibinin O olduğunun, teslimiyeti içerisinde olarak…

Allah’ın kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Resul’ünün, âlemleri manto gibi bürüyen mukaddes eteğine tutunup; O''ndan başka hiçbir dayanak, tutamak ve sığınak tanımayarak…

Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalpleri ceylan, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları şiir, diyalektikleri ipekten örgülü bir gençlik istiyor :
“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!” diyordun…

Aramızdan ayrılıp ebedi âleme göç edişinin 25. yılında, buradayız ve ayaktayız!..

“Surda bir gedik açtın, mukaddes mi mukaddes;
Ey kahpe rüzgâr artık, ne yandan esersen es!”

Allah’ın rahmeti üzerine olsun!

Serkan Bilge

Genç Dergisi
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2008 Haziran Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Tarih: 27.06.2008 Saat: 18:19 Gönderen: kulihvani

Resim

HAKİKİ KALB

MÜNİR DERMAN (ks)

Arşa hakiki mü’min, bir sivrisineğin kanadından daha yakındır.
Fakat hakiki kalbde, bu anlını secdeye koymayanlar ve ondan zevk almayanlar için Arş-ı Âlâ güneşten daha uzaktır.
Uzaklaşırsa insan küfre girer.
Çünkü her yerde hazır ve nazır olan Cenâb-ı Rabbü Teâlâ’ya mekan verilir.
Yanaştıkça insan hakiki imana girer.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimiz mi’racda : “Kâbe kavseyn : Bir ok kadar yanaştılar!” diyor.
O meseleyi mânevî edeb içinde mütalâa etmek için söylenmiş bir sözdür.

Bu iş 4000 senelik mesafededir.
4000 sene ışık senesi.
Işık aynen elektrik süratındadır.
Bir saniyede 300.000 kilometre kat’ eder.
Yani bir saniye de dünyamızı yedi buçuk defa dolaşır.
Hem elektrik hem de ziyâ.
4000 senede geliyor bize. Güneşin ziyâsı.
Fakat güneşe baktığınız zaman güneşin gözbebeğinizin içinde, doğar doğmaz sıcaklığını elinde hissedersiniz.
Bunun için Secde-yi Rahmândan zevk alıp hakiki mü’min sınıfına girmiş insan, güneşi kendi içinde, Allah’ı kendi içinde duyar.
Yok bunu yapmayan insan otuz kat pencerenin içinden uzaktan güneşin havasını ve ziyâsını hisseder gibidir.

Onun için Evliyaullah’tan birisi daima böyle otururmuş.
Çocuklarından birisi :
“Baba niye ayağını uzatıp oturmuyorsun?”
“O’nu görürken ben ayağımı nasıl uzatırım?” demiş.
Onun için İslamda edeb, yalınız kaldığı zaman Cenâb-ı Lemyezel’in onu gördüğünü ve daima Nur-u Resûlullah’ın onu yıkadığını hissedecektir.
Bunu hisseden insan daima edeb içindedir.
Onun için muhtelif va’zlarda size söyledim daima abdestli gezin efendiler.
Abdest, Allah’a ve Rasülüne yani Nur-u Resûlullah’a edebin en büyüğüdür.
“Bundan ne çıkar efendim?” demeyiniz.
Âhir zamandır.
Yarın âhirette göreceksin.

Onun için Sallallahu Aleyhi Vesellem : “İlim şuradadır, takva buradadır, ibadet şuradadır!” dememiştir.
“Şuradadır!” demiş, mübarek parmaklarıyla derken üç defa kalbini göstermiş.
Takva, Allah’a iman hepsi buradadır.
Şu et parçasının içindedir.
O et parçası bilirsiniz kalbdir.
Kalbin teknikte, anatomisinde, yani anatomisi; kalbi çıkarsak, baksak ve yarsak içinde neler var.
Dört tane gözü vardır.
Dört göz bu et parçasına hediye kalsın.
Biz mânevî gözlerini şey edeceğiz.
İslam dininde Sallallahu Aleyhi Vesellemin bildirdiğine göre, burada Sallallahu Aleyhi Vesellem ne söyledi Kur’ân’da ne var onu söylüyor.
“Hasan efendi şunu söyledi.
Mehmet Bey bunu söyledi!” yok.
Dili tutulur burda insanın.
“Onlar öyle, şu kitap şöyle diyor. Bu kitap böyle diyor!” onlar geveze insanlar.
Kur’ân-ı Kerim Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hadisi şeriflerinden, burdan söylüyorum ben.
Çünkü niyetim öyle.
Aksi söylersem burdan paldır küldür sokağa topal çıkarım dışarı.
İki yarım, iki gözü vardır.
Birine gönül, “Fuad” kısmı derler Arapça da.
İkinci yarım kısmına, yarı kısmına Sabır, sabır, sabır.
Veyahut “Denis” veyahutta “Denes”
Esrede okunur, üstünde okunur Arapçada.
“Denis” veya “Denes”.
Kalbin kirli, paslı dünyaya, dünyanın şehvanî ve nefsanî arzularına bağlı tarafı demektir.

Bu iki kısım, Nur-u Resûlullah la yıkanır.
Bütün canlılarda; dinsiz, kafir, münafık, İslam ve Nurullah kim olursa olsun hepisinde Nur-u Resûlullah vardır.
Nur-u Resûlullah’ı az ismini bilen ismini Hasan kor, İslam cemâatında yaşar.
Daha kıymetini bilen Cuma ya gider.
Daha kıymetini bilen, beş vakite gider.
Daha kıymetini bilen geçmişlerini kılar.
Daha kıymetini bilen, daima abdestli gezer, Allah-u Lemyezel’in mübarek ismini ağzından bırakmaz.

Aşağıya doğru nakıs tarafa gidersen küfre kadar gidersin.
Bunun için eşref-i mahlukat yalnız islamlan değildir.
Onunla birlikte dinsiz de imansızı da eşref-i mahlukat yaratılmıştır.
Fakat onun kıymetini bilmezse.
Bir antika yüzük tasavvur edin.
Antikacıya gidersiniz buna on bin lira der.
Fakat demircinin örsü yanında bir demir parçasından farkı yoktur.
İnsana kendisi kıymet vermelidir.
Kendi muhasebe-i ruhîyesini yarıp da kıymetini mânevî terazide ölçüp,
Emniyet-i Muhammedi de elde ettiği derecesinin ayarını, denesini, derecesini bulursa o zaman kendine şey eder.
Efendim ben günahkârım, sen günahkârsın.
İlmin din elinde mükemmel bir temizleyici âlet vardır, size söyledim.
Estağfirullah, Tevbe, Tevbe-i Nasuh.
Allah’ın ismi vardır.
Katiyyen ve katiyyen me’yus olmayınz.
Bunlar mertebe mertebe, mertebe mertebedir.
Hatta ömründe bir defa : “Lâ İlâhe İlallah” içinden söyleyen adam bir gün cennete girecektir.
Yani Allah’ın Cemâli’nin mütebessim tarafını görecektir.
Gazab tarafını değil.

Onun için denis tarafına.
Sabır tarafına daha çok insanlar meyyal olunca mesela şairler, romancılar, hatipler, vaizler, şırıltıcılar, dedikoducular ne kadar millet varsa hepisi denes tarafından konuşur.
Onun için burada bir vaiz başka söyler,
Amerika’da konuşan vaiz başka söyler,
Ankara da konuşan başka söyler.
Endülüs’te konuşan başka söyler.
Mekke’de konuşan başka söyler.
Yemen’de konuşan başka söyler.
Hudeybe’de konuşan başka söylerdir.

Bunu temizlemek için biliyorsunuz Sallallahu Aleyhi Vesellem cesed itibariyle kul olması bakımından, onun bu denis tarafı da temizlensin diye :
“Elem neşrah leke sadrek.
Biz onun göğsünü de yardık.”
O tarafı da temizlenmiştir.
“Elem neşrah leke sadrek!”
Mü’minin kendi elindedir.
Mü’minin kendi Cebrail’i kendi elindedir.
Resûlullah’ı Sallallahu Aleyhi Vesselemi nasıl küçükken Halime’nin yanında aldı geldiler.
Şima ismindeki kız kardeşi, süt kardeşi gördü.
“Kardeşimin göğsünü yardılar. Yıkadılar onu!”
İster bunu mânevî yıkadı kabul et, ister bıçaknan açıp!
Nasıl kabul edersen et.
Resûlullah’ın sadrı tamamiyle Allah’ın Nur Suyuyla bütün necislerden temizlenmiştir.
Fakat bu hadiseden sonrada da Elem neşrah leke sûresini, sûre-i mübarekesini de mü’minin eline vermiştir.
Hançer’in elinde, yar göğsünü, yıka!
Elem neşrah leke sadrak. Yap!

Onun için böyle fuad tarafından konuşanlar, fuad kısmından konuşanlar.
Yani nefsi tamamiyle kaldırmış, konuştu mu insanlar.
Veliyullahlar öyle konuşur.
Allah’ın en yakın kulları öyle konuşur.
Böyle bir kul söylesin.
Endülüs’te söylesin.
Amerika da söylesin.
Avusturalya’da söylesin.
Şurdaki yanımızdaki cami de söylesin.
Söylediklerinin hepisi birbirinin aynıdır.
Çünkü o ilhamı o şeyden, fuad kısmından geliyor.
O Allah’ın feyz yeridir.

Onun için Hazreti Vessak meşhur, onun “El Aziz” diye bir kitabı vardır.
Orda der ki :
Allahu lem yezelden bütün mahlukat-i kainata ışık süzmesi şeklinde sayı hesabına girmeyecek feyz-i ilâhi iner.
Feyz!
Bu feyzin bir tanesi Sallallahu Aleyhi Veselleme inmiştir, Resûl olmuştur.
Resulullah’tan da binlerce feyz çıkar.
Peki kime?
Bir huzmesi, milyonlardan bir huzmesi, bir kula nasip olursa Veliyullah olur. Veliyullah olur.
Ve Allah’ın kapalı örtüsü altına girer.
“Benim bu evliyalarımı Benden başka kimse bilmez!”
Bu sırdır.
Onun için Sallallahu Aleyhi Vessellem üç defa :
“Buradadır iş! Buradadır iş! Buradadır iş!” demiş, kalbi göstermiştir.
“Efendim nasıl temizleyeyim?.”
Usulleri var.
Abdestli gez, abdestli gezene şeytanı şey etmez

Allah’a inkâr kapıları tamamıyla bu son asırda kapanmıştır.
Kimse inkâr edemez.
Âyet-i kerimeye bakın.
Onun için zaten insanın ilmi biraz artmaya başlarsa aşktan uzaklaşmaya başlar.
Sapıtır yani Türkçesi.
Basit insanlar Allah’ı havanın oksijenin mucizesi gibi, bir çiçeğin kokusu gibi içinde hissederler.
Biraz kitap okumuş :
“Ben şurdan mezunum, sen şunu okudun, ben bunu okudum.”
“Ya İlâhi!” der.
Elini kafasını yukarı kaldırır.
Birde bir gün gelir görecekmiş gibi.
Ellerimizi yukarı kaldırmamız, göğe bakmamız.
O müteâl büyük varlığa en münasib yer, içimizde o temizlikte gördüğümüz için göğe bakarız.
Kevatan merkezi buradadır.
Kalbinize bakın.

Cenâb-ı Peygamber hakiki mü’min Allah’a çevrilip dua ederse dağlar yerinden oynar diyor.
Hakiki mü’min.
Efendim gel dua edelim öyleyse.
Ohooooo hakiki mü’min sabır hasletinin içindedir.
Kızmazlar.
Bunalmazlar.
Şöyle boyunlarını büktü mü :
“Yâ İlahi!” buyur bir iş, daha birini demeden leb olur iş olur.
Öyle :
“Vır vır vır para ver!
Vır vır vır öküz ver!
Apartuman ver!
Otomobil ver! “
Kuru zırıltı bu, dua değil bu!..

Hazret-i Davud bir defa edeben başını yukarı kaldırmamıştır. Çünkü böyle dururken kafanı yukarı kaldırmak bir şeyi arzulamak demektir, istemek demektir.
Başı daima önde imiş.
Tevekküle giriyor.

Hazreti Ebubekir Radyallahuanhu bir gün Huzur-u Risalette otururken dişi ağrıyormuş.
Artık tahammül edemiyor.
Üç gündür devam ediyormuş.
Gözünden yaş gelmeye başlamış.
Sallallahu Aleyhi Vesellem : “Yâ Eba Bekir ne oldu?” demiş.
“Bir şey yok Yâ Resûlallah!” demiş.
“Hele hele!” demiş.
“Yâ Resûlullah üç gündür dişim ağrıyor da uyuyamadım.
Şimdi de çok şiddetlendi.
Tahamülsüzlükten gözümden yaş geldi!”
Resûlullah’ın refiki Ebabekir.
“Yâ Eba Bekir bana niçin söylemedin demiş.
“Yâ Resûlullah Cenâb-ı Allah’ı sana mı şikâyet edeyim!” demiş.

Kış gelir “üşüdük”, yaz gelir “terledik”, “nezle olduk”, “aman aman başım ağrıyor öleceğim.”
Bir şeyin kaybolur “ölsem de kurtulsam!” dersin.
Bunlar İslamlık değil efendiler, bunlar İslamlık değil.
Bırak kendini.
Yüzmek öğrenmek isteyen denize bırakırsa kendisini üstünde kalır.
Batacağım derse gittikçe dibe batar.
Zaten İslam müslüm, selem, teslim olan, selamete teslim olan efendiler.

Resûlullah’ın bize kadar uzanan buraya kadar uzanan elleri vardır. Fakat biz bunlara yapışmak usulünü bilmiyoruz.
Cenâb-ı Peygamber’in bir hadis-i şerifi vardır.
“Birinin çocuğu doğsa” diyor
“Çocuğu doğsa, ismini benim ismimle Mim, Mim harfi ile başlayan Muhammed koysa çocuk ve kendisi cennettik olur.”
Bu hadis peygambere sevginin sırrını beyân eder.
Çok deşmeye gelmez bunlar.
Onun için biz “Mehmet” der geçeriz.

Resûlullahu Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimizin Mim harfiyle başlayan mübarek ismini bir iki ders anlattım size.
Gelişi güzel öyle, Hasan, Hüseyin, Ömer, Tülin, bilmem efendim Haççe gibi çok konuşma.
Mi’racda iken konuş.
Namazda iken konuş.
Salâvatı Şerife getireceksin.
“Essalatu vesselamı aleyk Yâ Resûlullah” işte bu salâvatı şerife.
İsmi örseleme.
İçini temizle.
Ondan sonra örselemeye başla.
O salâvat kanadı gibidir.
Tutuyum derken hem onu incitirsin, hem de kendin bir hatadan dolayı kendin berbat vaziyete düşersin.
Bu lakırtılar, “Fuad” kısmından söylenen lakırtılardır.
“Denes” kısmından değil.

Bu kısma giren insanlar Velilere, Velilerden sonra Sahabelere, Sahabelerden sonra Peygamberlere yanaşırlar.
Onun için peygamberler bilirsiniz ağlarlar.
Ağlıkları kuruduğu zaman ağlıkları…
“Efendim namazda ağlarsan, abdest namaz bozulur!” muş.
Sen o kadar geç kendinden de gözünden yaş gelsin.
Bozulursa ben abdestimi sana veriyorum.
Ama kafan mahallede geziyor.
Gözün bilmem nerede geziyor.
Aksırıp ağlıyorsun.
Ulan zaten senin abdestin yoktu…

Yine Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bir hadis-i mübarekesinde :
“Bir ümmet içinde, bir ümmet içinde Allah korkusuyla ağlayan bir kişi olsa onun hürmetine bütün ümmeti Allah Rahmetle tecellî eder, karşısında..”
Bu korku cehennem korkusu değil.
Edeb dışı kabahat korkusudur.
Mü’min, hakiki mü’min cehennem ateşi nedir ki, hakiki mü’mini yaksın!

Abdulkadir Geylânî Hazretleri anlatırken böyle demiş buyuru vermiş fermanı.
“Lev şefaatü ceddü muhammedün fe tefeyte bi nari cehennemi cebren”.
“Benim ceddim Muhammed’ün şefaati olmasa ben şöyle parmağımın tükürüğüynen cehennemi söndürürüm!”
Cehennemden korkan adam bu işi güç olan adamdır.
Hesabını veremeyeceklerdendir.
Onun için insanlara biraz ma’siyyet lâzımdır.
Biraz hata lâzımdır.
Hatanın sebebi, bir memlekette hasta olmasa eczahâneler kurur. Cenâb-ı Allah o an esması rahmettir.
Sen hata yapacaksın : “Aman Yâ Rabbi!” diyeceksin.
O seni güler yüzle affedecek.
Ve Rahmetini şey edecektir.

Cenâb-ı Allah rahmetini dağıtmadan duramaz.
Bir Hadis-i Kudsi de bir adamın biri âhirete intikal etmiş.
Hadis-i Kudsiler.
Sallallahu Aleyhi Vessellem’in anlattığı hadisdeki hikayeler olmuş gibi beyân edilir.
Çünkü O mübarek bütün hadiseleri ezelden bilir.
Gitmiş hasenatı ve seyyiatı yâni edebsizliği ile iyiliği tartılmış, hiçbir şey yok.
Arz edilmiş. Onların hesap memurları : “Yâ İlâhi bunda bir şey yok!”
“Yoksa neyse verin eline gideceği yere gitsin.”
Cehenneme doğru gidiyor adam.
Tabii kula anlatmak için söylüyoruz bu hadiseler böyle değil.
Dönmüş o kul böyle bakıvermiş.
Hitab-ı İlahi gelmiş :
“Kulum niye baktın?” demiş.
“Hiç Yâ İlahi!” demiş.
“Hele Hele” demiş.
“Benim hiç iyi tarafım yok. Edebsizlik tarafım çok.
Ben dünya da iken birşey Allah belki beni affeder rahmeti büyüktür hatırımdan geçti de ondan döndüm baktım!” demiş
“Dur!” demiş.
Emr-i İlâhi çıkmış.
“Götürün cennete bunu. Ben kulumun zannı üzere tecellî ederim!” demiş.

Onun için “hablil verid”den daha yakın olan Cenâb-ı Allah’nan konuşun efendim.
Nasıl konuşulur.
Konuşulur işte, namaz mi’racı mü’minin…

Onun için bir ümmetin içinde edebsizlik çoğalsa bir tane ordaki sevgilinin gözünden bir yaş gelse Yâ İlahi bunlar sapıtmışlar.
Sen bunları yola getir değil haaa, yola getir duası bu çok büyük insanın duası olacak ki kabul olacak.
Yâ İlahi sen bunları rahmetinde Şefik Rahim esmanla tecelle et diye hatırından geçti mi o ümmet kurtulur.
İşte bu gibilerin rengi sararmış Hakk korkusundan yüzleri solmuştur bu insanların.
Öyle kırmızı yanaklı bulamazsın onların içinde.
Bunların gıdaları ruhanî, işleri nuranî, sözleri de semavidir.
Gıdaları ruhen beslenirler bunlar.
Fazla mide içini doldurmazlar.
İşleri nuranîdir.
Hep iyilik yaparlar.
Sözleri de semavidir.
Ya Resûl’dan ya kitaplardan konuşurlar.
Romanlardan değil.
Cingöz Recainin Romanlarından değil.
Bilmem nerden değil.
Allah’ın muhkem âyetlerinden.

Eğer bunların âlemini bilmeyen biri asıl varlıklarıyla onları görür ise hemen ölür. Hemen ölür.
Onların hakiki öyle insanların hakiki varlıklarıyla bir insana görürse öteki adam ona tahammül edemez.
Beyazidi Bestamî Hazretleri, iki tane veli konuşuyormuş.
Beyazidi Bestamî zamanında.
Birisi demiş : “Size ne oluyor ki bana günde yedi defa tecell-yi ilâhi oluyor!” demiş.
Tecellî İlahi ne?
Kaybediyor kendini, dalıyor, konuşuyor.
Demiş ki : “Niye o kadar kuruluyorsun sen?” demiş.
“Sen git de Beyazidi Bestamî’yi gör!” demiş.
Aradan bir ay geçmiş bu zat gelmiş demiş ki : “Bana günde yetmiş defa tecellî oluyor!” demiş.
“Sen gitte Beyazidi Bestamîyi gör!” demiş.
“Ulan demiş Beyazidi Bestamî nasıl bir gideyim!” demiş.
Kalkmış evine gitmiş.
Demişler ki : “Efendim ormanda.”
Kalkmış ormana gitmiş.
Veli Velinin geldiğini kendi radar aletiyle uzaktan anlamış hemen ormanın dışına çıkmış.
Veliyullah yanaşmış yanına Beyazidin mübarek yüzünü görür görmez “Küt!” diye düşmüş, ölmüş.
Çünkü Bayaziddaki tecellîye o tahammül edememiş.
Beyazidi Bestamînin karşısındaki o tecellîye Veliyullah tahammül edemiyor küt diye düşüp ölüyor.
Onun için böyle insanların karşısına biz geldiğimiz zaman bocalarız belki de nalları dikeriz.

Bir adamın mektep müdürü asabi bir adam olsun.
İkinci sınıftaki seni istiyor diye kapıcı çağırdı.
Yahut neferi paşa çağırsın.
Bu da Allah’ın paşası.
“Tuuuuuu! Tuu!” olur insan.
Bunları cahiller bilemez.
Onların işine cahilin aklı da ermez.
Onların alametleri yok değildir.
Vardır ama bilemezsin.
Bu bilgisizlik, bu bilmek bilgisi gaflettendir.
Onların daima kalbinde Allah’ın Ahad TEKlik heybeti yaşar.

Hele bir insanlar birbirine “Köpek!” der. “Köpek!” der.
Kendini köpekten üstün biliyorsan nidelim ki bu bilgi kendi köpekliğindendir insanın.
Öyle birbirine köpek söyleyen adamlar vardır.
Bu söz, yalancı, münafık, iki yüzlü, faziletsiz, merhametsiz, sadakat ve doğruluk bilmeyenlerin söylemesi gereken bir sözdür.
Sadakat gösterene Allah’ın ADL esması kanadıyla ecir verilir.
Köpek bundan dolayı Ashab-ı Kehf in içinde bulunmuştur.
Köpek diyipte geçmeyin.
Sadakat timsalidir.
Eciri de onun Ashab-ı Kehf e arkadaş olmuştur.

İnsanların sadakatını hele bu asırda değiştirmek mümkündür. Ceketin düğmesi gibidir.
Fakat köpeğin sadakatını değiştiremezsin.
Evinizdeki köpeği nereye atsanız geri gelir.
Kuyruğunu kesseniz yine gelir.
Bacağını kırsanız yine gelir.
Bir lokma ekmeğe senelerce sadakat gösterir.
Gösterin, oğullarınız bile yapmaz bunu.
Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi vardır :
“Köpeği evin dışında saklayınız. İçinde saklamayınız. Melâike girmez” buyuruyor.
Bu bildiğimiz başka, bunun mânâsı derindir sen o kadar bil oğlum. Onun derin hadislerinde de beş altı mânâları vardır.
Onların mânâlarını söylersek insanın kafası bocalar.
Onun için o kadarı yeter oğlum.

Birgün Bağdadda bir çobanın sürüsüne kurt saldırmış.
Kurt saldırmış.
Bir koyunu param parça etmiş.
Çoban : “Eyvaaaah!”
“Ne bağırıyorsun Eyvah!” diye.
“Hazreti Ömer öldü!” diye bağırmaya başlamış.
“Nereden bildin?” demişler.
“Hazreti Ömer sağ iken kurtlar sürüye saldırmazlardı!” demiş.
Az sonra gerçek anlaşılmış ki Hazreti Ömer Onun o kurtun parçaladığı zaman yarım saat evvel İbni Mülcem tarafından Medine’de katledilmiştir.
Adalet öyle yaygındır ki efendiler.
Öyle yaygındır ki.
Efendim adalet.
Sen adaletin içine gir bir yayıl da bak nasıl yayıldığını görürsün.
Adalet Allah’ın Kanunudur.
“En büyük cihad zalim hükümdar karşısında hakikati söylemektir.”

Geçen derslerimde Medine’de geçen bir hadiseyi size anlatmıştım biliyorsunuz.
Bazısı efendim bunların hepisini unutur.
Kürke bürünür bööööylee bir kibir içinde.
Ne oluyor böyle insana kürke girmiş.
Kürk. O kürk içindeki.
O kürk, içindeki hayvanı bir ömür boyunca muhafaza etmişte yine hayvanlıktan kurtarmamış.
Sen hayvanı öldürdün üstüne giydin adam mı olduğunu zannediyorsun?
Hayvanın kürkünü giydin hadi. Samur.
Bir zamanlar vardı ya eskilerde samur.
Kuruluyor samurunlan, ne oluyorsun?
Bu, doğduğundan beri hayvanın üstünde idi bu.
Hayvanlıktan kurtuldu mu samur kürkü?”
“Yok!”
Eee sende aynısın.
Kurtarsaydı o hayvanı kurtarırdı.
Onun için bir kelime söylenir, birşey görürsünüz, gâyet güzel gelir size.
Bu kürk hikayesini unutmayın.
Ne güzel kürk.
Hayvan öldür de.
Güüüüm bıldırcını vurdun.
Güüüüm sülünü vurdun.
Bilmem neyi vurdun!
Vur ulan vur hadiii mideye.
Dağda bayırda gez!
Avcılık diye bir şeyler vardır, hayvan öldürmek.
Sonları yoktur.
Mideye korsun.
Dört saat sonra o mide onu tam çevirir.
Neye çevireceğini bilirsiniz.

Hazreti Adviye zamanında yaşamış bir ümmî kadın, Ukayre.
Güzel bir isim Ukayre vardı Bağdadda.
Bu o kadar ağlarmış ki gözlerinin ikisi de kör olmuş.
Yanına gitmişler : “Yâ Ukayre!” demişler. “Gözsüz kalmak çok çetin bir iş değil mi?” demişler.
Ne demiş cevap mübarek kadın :
“Allah’tan mahcup kalmak daha çetin!” demiş.
“Hele Allah’ın emirlerindeki muradı görmeyip de gönülü, gönül körlüğüne düşmek o büsbütün çetindir!” demiş.

Hızır, bir kör adama rastlamış.
Demiş ki : “Yahu ben Hızır’ım!” demiş
“Senin gözünü açıyım. Dua edeyim de!” demiş.
“Teşekkür ederiiiiiiim Hızır Efendi” demiş.
“Hadi güle güle yoluna!” demiş.
“İstemem!..”
“Niye iste miyorsun?” demiş.
“Ben Allah’ın kaderini iki gözümden daha çok severim!” demiş.

İşte dersin başında söylediğimiz hakiki mü’minlerin lakırtıları bu. Hakiki mü’minlerin lakırtıları.
Bu Ukayre’nin bir de Hacce isminde bir hizmetçisi varımış.
Hakiki Mü’min gökte ay var iken uyumaz gece.

Şems bu câmi kadar.
Kamer avucum kadar.
Koskoca cami avucun içine girer mi?
Koskoca Şems Kamerin içine giriyor.
“veşşemsu vel kamer.”
“vel kameru veş şems” değil.
Niçin?
Kamer mânevîyatın mümessilidir.
Güneş Şems maddiyatın mümessilidir.
Bu âyet bir gün kıyametin kopacağına delildir.
İkincisi mânevîyatın maddiyatı daima boğacak ve ondan üstün geleceğine delildir.
Onun için aylı gecelerde uyumayın!
Gece kervanlar geçer.
Uyuyormuş böyle bir gece.
Ayağınan Ukayre Hatice’ye dürtmüş : “Kalk!” demiş.
“Burası uyuyacak bir yer değil.
Uyku yeri mezardır mezar.
Çok uyuyacağız orda!”

Açık olun efendim açık.
Yemekleri ye. Etleri ye. Köfteleri ye. Ayranı iç.
“Horruu harrrııı, hurruuu!”
Kervanler geçer.
Senin haberin olmaz.
Bir gün de bakarsın efendim kaybı oldu.
Hasan efendinin bişey oldu bak.
“Ne oldu efendim?”
Kalbden, zırttan gitti.
Gözünüzü açın efendim.
Gözünüzü açın!.

Bize bir çok menkıbe gelmiştir bilirsiniz menkıbe.
Dilden dile, gönülden gönüle, kalbden kalbe dolaşan.
Güneşlerin yıldızların dertop olduğu bir renk âlemi vardır İslam mânevîyatında.
Buna nenkabe derler.
Nefsine, havai arzularına yularını kaptıran insanlar bu menkıbelerden bişey anlamazlar.
Efsane safsata derler geçerler.
Halbuki safsata kendileridirler o insanların .
Onları ancak Allah aşkıyla kıvranan insanlar anlayabilir.
Ve temiz olan kalblerinin perdelerinde, sinema perdelerinde seyrederler.
Cezbe halinde bunlar ancak anlaşılır.
Cezbe ne demektir?
Cezbe. Cezbe ye geldik.
Cezbe Ruhun Hakka doğru çekilmesidir.
Gidişi değil, çekilmesidir.
Oradan çekilip.
Giderken çeken başkası, zaten çekmeseler gidemezsin.
Burada yürümek için bu âlemde Mansur gibi kellesini verenler Nesimi gibi derisini yüzdürenler ancak orda yürüyebilirler.
Hazreti Nesimi’nin bilirsiniz derisini yüzdüler.
Hallac-ı Mansur’unda kafasını kopardılar.

Onun için aziz cemaat bu anlattığımız vaazları, güzel kelimeleri insanlar hoşnut bulur.
Bir formülize edelim.
Bir talimat yapalım da onun peşinden koşalım.
Genci menci yok.
“Efendim ben yaşlandım şimdiden sonra yapamam.”
Oho ho ho!
Hazreti Ebubekir 47 yaşında İslam oldu.
Ondan evvel yoktu bişey.
Hazreti Ömer ondan evvel şâki idi.
Resûlullah Efendimizi öldürmeye gidiyordu.
Kırk küsür yaşında idi.
Puta tapıyordu.
Hatta kendisinin sözüdür der ki.
“Ben pota-yı Resûlullah’ta erimeden evvel bir şâki câni idim” dermiş.
O Araplarda ilk doğan kız çocuğunu gömerlerdi, âdetti cahiliyet devrinde.
“Küçücük kızımı götürdüm” demiş.
“Canlı canlı böyle mezara sokarken.
Sakallarımı tuttu yavrum!” demiş.
“Ben şakilerdendim Resûlullah’ın nazar-ı akdesiyle bir an geldiği zaman muhterem oldum.”

Onun için : “Efendim ben şimdiye kadar namazı kılmadım.
Bilmem efendim borçlarım var.”
Oluuuuuuur.
Lafa dalıyor musun.
Yarını düşün.
Geçmiş geçmiş.
Bir insan ne kadar namaz borcu olursa olsun gider bu akşam evine “Yâ İlâhi ben bundan sonra namazımı tamamıyla kılacağım.
Geçmiş namazlarım var ben bunları mümkün mertebe ömrüm yettiği kadar her namazdan sonra bir günlük namaz eda edeceğim.”
Yatmadan evvel on dakikada kılınır.
“Geçmiş zamandaki;
Sabah namazının iki rekat farzına.
Öğlen namazının dört rekat farzına.
İkindi namazının dört rekat farzına.
Akşam namazının üç rekat farzına.
Yatsı namazının dört rekat farzına.
3 rekat Vitir Namazı kılacağım Yâ Rabbi!.”
Sen onu niyet etme.
“Felan günün, felan ayın” deme!
Onlar gider yerini tıkır tıkır tıkır doldururlar.
Bunu niyet edip de başladıktan yarım saat sonra ölse hadis vardır üzerine, Cenâb-ı Allah Namazlarınızın hepisini kılındı kabul eder.
Bu kadar kolaylık veren bir din.
Bu kadar rahmeti çok Allah’ın rahmetinin bize nasıl geleceğini bildiren Resûlullah’ın peşindeyiz.
Elhamdulillaaah.

Bir nizamname yapalım namazınızı acele kılmayınız!
Dâima abdestli geziniz!
Sabah namazını kıldınız!
Saklayabilirsen sakla, bozuldu mu al abdest!
Nerede olursa al!
Bir saniye sonra yaşayacağın meçhul.
Ceseden hiç olmazsa kadere tam iman, tadil-i erkanla inanmış olursun.
Yolda bozuldu, bitti, öldü abdest.
Yürü yürü!
Niyete bak sen!..


Not :

Münir DERMAN (ks) Hazretleri’nin sesli sohbetlerinden alınmıştır.
İfâdeler konuşma lisanı içinde kullanılmış olup mânâsını kaybetmemek adına olduğu gibi yazıya aktarılmıştır.


KELİMELER :


Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek. * Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
Lemyezel : Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Va’z : Dinî mes''''''''eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Nakıs : Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime $ gibi. * Mat: Eksi. Negatif.
Eşref-i mahlukat : Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.
Me’yus : Ümidsiz. Kederli. Ye''''''''se düşmüş. Ümidi kesik.
Mütebessim : (Besm. den) Tebessüm eden. Hafif ve lâtif tarz ile gülen. Gülümseyen.
Meyyal : Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
Necis : Temiz olmayan. Pis.
Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.
Müteâl : Âlî, büyük.
Münasib : Benzer, uygun, lâyık, yakışır, yaraşır.
Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah''''''''a bırakmak. Allah''''''''tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah''''''''dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.
Refik : Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.
Ma’siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Mümessil : Vekâlet eden. Bir şahsı bir topluluğu veya şahs-ı mâneviyi temsil eden. * Benzeten. * Kitap bastıran. * Vekil. * Rol temsil eden. Aktör.
Şâki : (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
Câni : Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan.



ÂYETLER :

Elem neşrah leke sadrek :

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

Resim---“Elem neşrah leke sadrek : Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)


hablil verid :

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim---“Ve le kad halaknel insane ve na''''''''lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid : Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (kaf 50/16)


اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

Resim---“İnne rabbekümüllahüllezi halekas semavati vel erda fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arşi yuğşil leylen nehara yatlübühu hasisev veş şemse vel kamera ven nücume müsehharatim bi emrih ela lehül halku vel emr tebarakellahü rabbül âlemin : Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş''''''''a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah''''''''tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O''''''''na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A’raf 7/54)
Resim
Cevapla

“2008” sayfasına dön