Kader İnancı

Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sözleri ve Kudsi Hadisler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Kader İnancı

Mesaj gönderen Gul »

Kader İnancı

Resim
Resim---Ali -radiyallâhü anh- diyor ki: Peygamber -sallâhü aleyhi vesellem- bir cenaze münasebetiyle aramızdaydı. Derken eline bir şey alarak yere (bir şeyler) çizmeye başladı. Sonra şöyle buyurdu: “İçinizde, cennet ve cehennemdeki yeri önceden bilinip yazılmayan bir kimse yoktur”. Orada bulunanlar: "Ey Allah’ın Resûlü, biz yazgımıza güvenerek amel etmeyi bırakalım mı?." dediler. Bunun üzerine O, şöyle buyurdu: -"(Hayır) siz amel edin; imanın icaplarını yerine getirin ve görevinizi eksiksiz yapmaya bakın. Zira herkes kendisi için yaratılmış olan şeye müyesser ve müheyyâdır; yaratıldığı âkıbete ulaşmak ona kolaylaştırılır, ne için yaratıldı ise onu kolayca elde eder ve o yola koyulur! Şöyle ki, ehl-i saâdetten (mü’minlerden) olan kimse ehl-i saâdetin ameline kolayca muvaffak olur. Ehl-i şakâvetten (kâfir veya münâfıklardan) olan kimse de ehl-i şekâvetin ameline kolayca muvaffak olur”. Sonra Resûl-i Ekrem şu âyet-i kerîmeleri okudu: “Artık kim (hayır için) verir, sakınıp korunur ve en güzeli tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni/kendine yeterli ve zengin görür, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız” (Leyl 92/5-10).
(Buhârî, Tefsîr (sûre 92), 7, hadis no: 4949; Müslim, Kader, 6-8, hadis no: 6903)
Hadise Dair Açıklama
Hadisin bazı tariklerinde, cenazenin Bakî‘u’l-garkad adı verilen kabristana getirildiği zikredilir. Medine’de Mescid-i Nebevî’nin yakınında bulunan bu kabristan, Cennetü’l-bakî‘ diye bilinir ve ziyaret edilir. Cenaze defni esnasında cennet, cehennem, takdîr-i ilâhî gibi bazı iman konularını açarak, oraya gelenleri bilgilendirmenin, ibret ve tefekküre sevketmenin, dinleyenleri oldukça etkileyen bir eğitim yolu olduğunu öğreten hadis, insanın yaratılış hikmetinin veya varoluş sebebinin ne olduğuna ışık tutar. Yüce Kur’ân (En‘âm 6/165; Mülk 67/1-2), insanın varoluş sebebinin ve yaratılış hikmetinin denemek (sınamak, imtihan etmek) olduğunu açıklar.

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve huvellezî cealekum halâifel ardı ve rafea ba’dakum fevka ba’dın deracâtin li yebluvekum fî mâ âtâkum, inne rabbeke serîul ikâbi ve innehu le gafûrun rahîm(rahîmun) :Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.
(En‘âm 6/165)

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Tebârakellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun):Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.
(Mülk 67/1)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru) :O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
(Mülk 67/2)

Kur’ân, varoluş ve yaratılış gerçeğindeki sebep ve hikmetin, yani denemek fiilinin fert ve toplum hayatındaki tezâhürünün ibâdet titizliği (Zâriyât 51/56),

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.:Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
(Zâriyât 51/56),

yeryüzünün yaşanabilir bir medeniyet beşiğine dönüştürülmesi (Hûd 11/61)

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
Resim---Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, huve enşeekum minel ardı vesta'marakum fîhâ festagfirûhu summe tûbû ileyhi, inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun) : Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.
(Hûd 11/61)

ve insan hak ve özgürlüklerine saygı duyan âdil bir yönetim anlayışı (A’râf 7/129, Nûr 24/55) olduğunu da açıklar.

قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ rabbukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi.
(A’râf 7/129)

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti le yestahlifennehum fîl ardı kemâstahlefellezîne min kablihim, ve le yumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnen, ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’en, ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne): Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.
( Nûr 24/55)

Ayrıca Kur’ân, sınanmak üzere üstlendiği bu üç görevle/emanetle yükümlü ve sorumlu tutulan insanın, akıl ve idrak kabiliyetini tam olarak kullanmadığından “çok zâlim ve çok câhil” (Ahzâb 33/72) olduğunu da bildirir.

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâl insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen):Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
(Ahzâb 33/72)

Söz konusu hadis, kader veya alın yazısı adı verilen gerçeklik için bir kaynak teşkil eder. Ebedî-ezelî ilmine bağlı olarak Allah’ın takdiri, insanın özgür iradesini mahkûm eden ve onun âkıbetini cebren şekillendiren bir plan ve program değildir. Ay ve güneş tutulması gibi olayların vukû bulacakları tarihlerin belli olması, onların tabiî-ilâhî kanuna bağlı olarak bilim ve tecrübe ile keşfedilmesindendir, yoksa takvim yaprağına kaydedilen bilgi yüzünden değildir. Yüce Allah, ebedî-ezelî ilmiyle kulunun hür iradesiyle yaptığı/yapacağı iyi veya kötü fiillerini bilir. Sıfat mevsûfa tâbi olduğu gibi, ilim de ma’lûma tâbidir.
Kâmil Miras’ın ifadesiyle, “A‘yân ve eşyânın hâricte taayyün eden vücûduna ilim taalluk eder. İlim dediğimiz bilgi öyle hâsıl olur. Bu cihetle kul için ezelî takdir ne bir zarûret teşkîl eder, ne de özür”.
İlâhî takdir ile insanın hür cüz’î irâdesi ve sorumluluğu arasındaki ilişkinin iyi kavranılması gerekir. Takdir ile insanın sorumluluğu, hiçbir zaman biri diğerine tezat teşkil edecek şekilde düşünülmemelidir. Terazinin bir kefesinin insan, öbür kefesinin toplum olduğu düşünülürse, insanın cüz’î irâdeye, toplumun ise mutlak irâdeye yani Sünnetullâh’a/tabiî-ilâhî kanuna tekabül ettiği görülür. İnsan, fiil, hareket ve davranışlarında hürdür. Ancak hürriyeti sünnetullah ile sınırlıdır. Bireysel ve toplumsal hayatında yaptıklarından sorumlu tutulan insan, böylece orta yolu yakalamış olur. “Ne kaderiyye ne cebriyye, bu ikisinin ortası” tesbitinin sosyolojik boyutu, bu orta çizgi olmalıdır.
Muhammed Hamîdullah’ın, ilâhî irâde ile cüz’î irâde veya Allah’ın mutlak ilmi ve takdiri ile insanın sorumluluğu arasındaki bağın/ince çizginin ve kadere imanın hikmetine dâir şu açıklaması konuya ışık tutar: “Ayrıca ilâhî irade insan için bir sır olarak kalacağından, insanın ilk başarısızlıklarda umudunu asla yitirmemesi asıl ödevidir. Gaye gerçekleşinceye ve imkânsız hale gelinceye kadar tekrar tekrar çaba göstermesi gerekir. İşte ancak o zaman -başarmak için her şeyin yapılmış olduğu an- insanı rûhen yatıştırmak ve tam teselli etmek üzere, İslâm’ın kader kavramı araya girer: Demek Allah’ın iradesi böyleymiş! Üstelik bu dünyanın başarı veya başarısızlığı ebedi kurtuluş için önem taşımaz. Allah o ebedi kurtuluş âleminde, gerçekleştirilenlere ve başarılara göre değil, niyet ve çabaya göre karar verecektir (…). Hatırlatalım ki, Allah’ın her şeyi önceden bildiğine ve 86 insanın mutlak kişisel sorumluluğuna olan bu çifte inanç, müslümanı hem eyleme iter, hem de kaçınılmaz bir felâket karşısında kendisine kolayca dayanma gücü verir”.
Sonuç olarak insana düşen görev, ne için yaratıldı ise, onun gereğini yerine getirmek, değerlerini korumak ve kollamak, Yaratıcı Kudret’in emir ve yasaklarını hayatının sonuna kadar devam ettirmekten ibaret olacaktır. Bu noktada insanın, nelerin kendisine kolay geldiği, ne tür iş, tutum ve davranıştan hoşlandığı önem arz ettiğinden çok dikkatli olması gerekir. Her hâlükârda kul, “İlkeli, sorumlu, şuurlu ve erdemli bir hayat tarzı mı yoksa ilkesiz, sorumsuz, şuursuz ve erdemsiz bir gidişat mı kolayına gelmektedir?” sorusunu sorarak kendi âkıbetini test etmelidir.


Kaynak: İlahiyat 4.dönem HADİS dersi kitabı
Resim
Cevapla

“►Hadis-i Şerifeler◄” sayfasına dön