Balık Tutmak vs Hayalleri Unutmak
Balık tutmak ortaokul yıllarımda başlayan, yapmaktan herzaman büyük keyif aldığım ve yapmayı ihmal ettiğim zamanlarda çok özlediğim bir tutkum. Özellikle ortaokul yıllarında hemen hemen hergün balık tutmaya giderdim. Annemler anlamasın diye sabah erkenden kalkıp giderdim ve öğlen olduğunda eve gelir yemeğimi yer sonra tekrar göle dönerdim. Babam bisiklet aldığı zaman eminim böyle bir üçkağıtçılık yapacağımı düşünmemiştir.
Balık tutarken ençok hoşuma giden şeylerden birisi güneş suya vurduğu zaman oluşan ışık hüzmelerinin sağa sola yansımasıydı. Hafiften esen rüzgarın yüzünüze bıraktığı o hafif serinlik ise tasvir edilecek gibi değil. Elimde olta sabahtan akşama kadar o şekilde otururdum. Balık tutmak gibi bir derdim zaten yoktu; tuttuklarımı da geri bırakıyordum. O anki sessizliği, kurduğum hayalleri ve hiç bitmeyecek gibi gelen huzuru hep anımsarım öyleki bu ruh halinin tadını hala hissederim ve ne zaman herşeyden kaçıp kurtulmak, birazcık huzur bulmak istesem gözlerimi kapatır ve o anları hayal ederim.
Kurduğum hayaller çok mu afakiydi yoksa düşündüğüm şeylerin sadece hayal olduğunun farkına varacak kadar olgun muydum. Bildiğim kurduğum hayalleri, söylediğim şarkıları ve dalgaların bana hatırlattığı şeyleri çoktan unutmuşum. Büyümek, çocukluktan uzaklaşmak böyle birşey midir. Kim bilir!
Balık Tutmak vs Hayalleri Unutmak
- MBurak
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 415
- Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00
Balık Tutmak vs Hayalleri Unutmak
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
- MBurak
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 415
- Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00
Limonlu Şeker Hatrıma Düşerse
Limonlu Şeker Hatrıma Düşerse
Çocukluğumun en unutulmaz tatlarından birisi de limonlu şekerdir. Şükrü amca vardı, Allah rahmet eylesin, sadece onun dükkanında satılan dikdörtgen şeklinde limonlu şekerler vardı. Geçen yaz memlekete gittiğimde bakmadığım yer kalmadı ama maalesef bulamadım. Hatta bununla da yetinmedim dükkanlara şeker getiren toptancıyı arayıp sipariş verdim ama maalesef bulamamışlar : ) Diyeceğim şu ki dikdörtgen şeklinde, jelatinli, ağza alındığı vakit insanın boğazını yakan limonlu şekerlerden herhangi bir yerde gören, duyan olursa bir zahmet haber versin. Geçen zamanla birlikte sadece insan değil tatlarda mı eskiyor nedir. Şimdi satılan limonlu şekerlere bakıyorum ama o eski tadı alamıyorum. Sezen Aksunun dediği gibi belki de eskidendi, çok eskiden. Özlediğim çocukluğum mu yoksa limonlu şeker mi bilmiyorum ama çok özlüyorum adam gibi hasretleri
Çocukluğumun en unutulmaz tatlarından birisi de limonlu şekerdir. Şükrü amca vardı, Allah rahmet eylesin, sadece onun dükkanında satılan dikdörtgen şeklinde limonlu şekerler vardı. Geçen yaz memlekete gittiğimde bakmadığım yer kalmadı ama maalesef bulamadım. Hatta bununla da yetinmedim dükkanlara şeker getiren toptancıyı arayıp sipariş verdim ama maalesef bulamamışlar : ) Diyeceğim şu ki dikdörtgen şeklinde, jelatinli, ağza alındığı vakit insanın boğazını yakan limonlu şekerlerden herhangi bir yerde gören, duyan olursa bir zahmet haber versin. Geçen zamanla birlikte sadece insan değil tatlarda mı eskiyor nedir. Şimdi satılan limonlu şekerlere bakıyorum ama o eski tadı alamıyorum. Sezen Aksunun dediği gibi belki de eskidendi, çok eskiden. Özlediğim çocukluğum mu yoksa limonlu şeker mi bilmiyorum ama çok özlüyorum adam gibi hasretleri
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]
- MBurak
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 415
- Kayıt: 12 Ağu 2007, 02:00
Çocukları İnsanlardan Çok Severim
Çocukları İnsanlardan Çok Severim
Bir çocuk anısı Sokakta hergün, her adım başında rastlanılan olaylardan bir tane. Olay da değil, üstelik bir anı bile değil, sıradan bir tablo
Bende böyle çocuklarla ilgili ne kadar elde edilmiş, her biri yüreğin en duygusal bir sayfasına çizilmiş tablolar var. Büyük küçük şeyler, daha insanların, şu tanıya tanıya artık sevilmemeye başlanan insanların arasına karışmadıkları için sevilen bu melek örnekleri bende olağanüstü etkiler bırakır: Çocukları herhalde insanlardan çok severim; sanırım çocuklarımı kendi özbenliğimden fazla sevdiğim için
İnsan, baba, özellikle babalıkta korkunç vuruşlarla uğramış bir baba, işte şu satırları yazarken, çocuklardan söz ederken yüreğinde masum mezarların acılı iniltisi inleyen bir baba olursa, çocuklara bir başka etkilenme bakışıyla bakıyor; onların yaşayışını bir başka duygulu yüreklerle değerlendiriyor.
Çocuklara; bütün insanlar gibi talihsiz olmaya mahkum iken dünyanın eğlence sanılan şeylerine şaşkınlıkla dolu gözlerini gülümseyen, yarın dikenlerin arasında başları dönmüş olacaklarından habersiz, bugün güne taptaze ruhlarını seren bu çiçeklere baktıkça, ta içimin en gizli yerinde bir ağlamak duygusu duyarım.
Bunlarda bize benzeyecekler, öyle mi? Tıpı tıpına bize benzeyecekler. Hep o çekişip didişmeler, hep o emeller, sonra o umutsuzluklarla o kırılmalar Önlerinde ne korkunç çevrintilerin karanlık derinliği, ne korkutucu uçurumların yutacak lokma arayan ağızlarını açılmış görecekler! Yaşamak ne kadar zahmet ve eziyet dolu bir yol!
Bugünün Masum Mutlulukları
Keskin çakıllarla örtülü bu yolu izlerken ayaklarında ne kanlı yaralar açılacak! Bugünün masum mutlulukları! Onların acılı yol geçitlerinde kümelerle, yığınlarla çalılar, dikenler her adımda bir set çekecek. Zayıf ve titreyen ellerle bunları parçalamak isteyecekler; ama tam tersine, onlar bu elleri parçalayacaklar. Hepsinin üzerine bir parça kan, birer kanlı gözyaşı asa asa ilerleyecekler
Sonunda işte bu yolun sonuna, işte bu çekişip didişmenin acısının amacına, işte sanki hayatın bir durgunluk, bir sessizlik dönemine ulaşıldı. Ama çok yazık! Nerede onlara hayal kucağını açan kutluluk gülbahçesi midir? O bir alkım, ufukların yanağına nakşedilmiş havasal bir çiçek bahçesi idi ki uçtu. (Şimdi) önlerinde uçsuz bucaksız çıplak bir çölden başka birşey yok
Ne bir parça yaprak ki avutucu gölgesinde bir soluk alınsın, ne içe ferahlık veren kaynak ki, ateşlerle yanan kırgınlık dolu göğsüne bir damla sevinç suyu bağışlasın. Uzun, çıplak, boş bir çöl
Bunu düşünür; sonra onları, küçük bedenlerini yaşamaktan, şu hayatın birbiriyle çatışan dalgaları içinde ufak adımlarla ilerlemekten sevinçli ve mutlu; hayata, bütün düşmelerini yutacak olan bu eziyet zahmet kuyusuna -hiçbir şeyden habersiz benliklerini ederek dalıyor görerek bu mutluluk düşü için titredim. Oh! Bu tatlı düş! Mümkün olsa da bu küçükler her zaman böyle küçük, her zaman böyle herşeyden habersiz, her zaman böyle herşeyden habersiz, her zaman böyle bahtiyar kalsalar
İşte bunun için çocuklara genellikle acırım. Bir çocuğun yanından, onunla ilgilenmeden geçebilmek, benim için mümkün değildir. Onları görmek, onlara bakmak, küçük ruhlarının içinde saklı olan gizliliklerini anlayabilmek için gözlerini gözlerime dikerek uzun uzun, bu bilgisiz yüreklerin katıksızlığının ama yerine girebilmek isterim.
Onların gözlerinde birşey vardır ki, insanlarda yoktur; kuşlara özgü bir bakış hali. Örneğin günvercinlerdekine benzer anlamlı bir bakış. Katıksız ve dupduru, daha yaprağından yeni çıkmış bir çiçek kadar (ruh) bekaretinin ipeğine hiçbirşey değmemiş; bir kaya parçasının gölgesinin gizliliğinde, sabahın çiylerinden birikmiş mini mini, tertemiz ve parlak bir pınar. Aydınlık ve lekesiz bir göz
Size bakarken:
- Sen nasıl birşeysin? Bana bir kötülük etmeyeceksin, bir zarar vermeyeceksin, sana parmağımı uzatırsam beni yakmayacaksın, değil mi?
Korkulu sorusuyla bir karşılık bekliyor. Ufak bir hoyrat, katı anlam onu ürkütmeye, titreymeye yeterlidir. İşte sizden çevrildi, size bakamıyor Ya da küçük bir gülümseme belirtisi: Şimdi gülerek size bakıyor; size ruhu ile sokuluyor, gözleriyle sizi öpüyor
Yolumun üzerinde rastlanılan bu küçük meleklerden birkaç tanesiyle, böyle gözlerimizle be ruhlarımızla öpüştük. Onların kaç tanesine ruhumun en nazik beşiklerinde beslenilmiş olan öpücüklerden armağan ederek gözlerinde uçuşan gülücük çiçeklerinden ödül aldım
Ben de böyle demetlerle toplanarak ören yüreğimin yıkılmış takına asılmış bir gülücükler hevengi var ki, ara sıra o yıkıntı yerinin çürük direkleri, duvarları bir katı sert üzgünlük rüzgarının esişiyle sarsılırken o da nazlı nazlı sallanır ve sanki ondan neşeler, avunçlar, çiçekler dökülür.
Ama gene ne kadar böyle çocuklar tanınmış, görülmüştür ki, onların elemli anılarından yaralı yüreğime damla damla zehir damlar. Ne kadar hasta, sakat, yoksul çocuklar için uzaktan uzağa yaslar tuttum. Ne öksüz kalmış yavrular, ne sokağa düşmüş melekler için uzun uzun kötü düş görmelerle düzeni bozulmuş geceler geçirdim!..
Bir resimli dergide arabaya çiğnenmiş bir bebek; ya da çıldırmış bir annece pencereden atılmış bir çocuk görmek, ya da bir gazetenin haberler sütununda karnı oyulmuş, iplerle direğe sarılarak dövülmüş küçük zulüm görmüşlerin uğradıkları çirkin acılara rastlamak (benim için) haftalarca sürüp giden ıstırap olur ki (beni) hasta eder
Bunları ne için yazıyorum. Ben bugün sade,sıradan bir sayfa yazacaktım.
Halid Ziya Uşaklıgil, Bir Şii Hayal (Bir Hayal Şiiri) sy.131-135. Halid Ziyanın kalemine yönelik eleştirilerin başında gereksiz ve ağır tasvirlere başvurması gösterilir. Ancak Halid Ziya, Küçük Bir Levha adlı hikyenin giriş kısmında yer verdiği bu yazıyla insana, iyi ki böyle tasvirler yapmış dedirtiyor. Eski bir kitabın sayfalarında saklı kalmasına gönlüm razı olmadığı için bu güzel parçayı buraya aktardım. İçimdeki çocuk sevgisi bundan daha güzel nasıl ifade edilebilirdi bilmiyorum.
Bir çocuk anısı Sokakta hergün, her adım başında rastlanılan olaylardan bir tane. Olay da değil, üstelik bir anı bile değil, sıradan bir tablo
Bende böyle çocuklarla ilgili ne kadar elde edilmiş, her biri yüreğin en duygusal bir sayfasına çizilmiş tablolar var. Büyük küçük şeyler, daha insanların, şu tanıya tanıya artık sevilmemeye başlanan insanların arasına karışmadıkları için sevilen bu melek örnekleri bende olağanüstü etkiler bırakır: Çocukları herhalde insanlardan çok severim; sanırım çocuklarımı kendi özbenliğimden fazla sevdiğim için
İnsan, baba, özellikle babalıkta korkunç vuruşlarla uğramış bir baba, işte şu satırları yazarken, çocuklardan söz ederken yüreğinde masum mezarların acılı iniltisi inleyen bir baba olursa, çocuklara bir başka etkilenme bakışıyla bakıyor; onların yaşayışını bir başka duygulu yüreklerle değerlendiriyor.
Çocuklara; bütün insanlar gibi talihsiz olmaya mahkum iken dünyanın eğlence sanılan şeylerine şaşkınlıkla dolu gözlerini gülümseyen, yarın dikenlerin arasında başları dönmüş olacaklarından habersiz, bugün güne taptaze ruhlarını seren bu çiçeklere baktıkça, ta içimin en gizli yerinde bir ağlamak duygusu duyarım.
Bunlarda bize benzeyecekler, öyle mi? Tıpı tıpına bize benzeyecekler. Hep o çekişip didişmeler, hep o emeller, sonra o umutsuzluklarla o kırılmalar Önlerinde ne korkunç çevrintilerin karanlık derinliği, ne korkutucu uçurumların yutacak lokma arayan ağızlarını açılmış görecekler! Yaşamak ne kadar zahmet ve eziyet dolu bir yol!
Bugünün Masum Mutlulukları
Keskin çakıllarla örtülü bu yolu izlerken ayaklarında ne kanlı yaralar açılacak! Bugünün masum mutlulukları! Onların acılı yol geçitlerinde kümelerle, yığınlarla çalılar, dikenler her adımda bir set çekecek. Zayıf ve titreyen ellerle bunları parçalamak isteyecekler; ama tam tersine, onlar bu elleri parçalayacaklar. Hepsinin üzerine bir parça kan, birer kanlı gözyaşı asa asa ilerleyecekler
Sonunda işte bu yolun sonuna, işte bu çekişip didişmenin acısının amacına, işte sanki hayatın bir durgunluk, bir sessizlik dönemine ulaşıldı. Ama çok yazık! Nerede onlara hayal kucağını açan kutluluk gülbahçesi midir? O bir alkım, ufukların yanağına nakşedilmiş havasal bir çiçek bahçesi idi ki uçtu. (Şimdi) önlerinde uçsuz bucaksız çıplak bir çölden başka birşey yok
Ne bir parça yaprak ki avutucu gölgesinde bir soluk alınsın, ne içe ferahlık veren kaynak ki, ateşlerle yanan kırgınlık dolu göğsüne bir damla sevinç suyu bağışlasın. Uzun, çıplak, boş bir çöl
Bunu düşünür; sonra onları, küçük bedenlerini yaşamaktan, şu hayatın birbiriyle çatışan dalgaları içinde ufak adımlarla ilerlemekten sevinçli ve mutlu; hayata, bütün düşmelerini yutacak olan bu eziyet zahmet kuyusuna -hiçbir şeyden habersiz benliklerini ederek dalıyor görerek bu mutluluk düşü için titredim. Oh! Bu tatlı düş! Mümkün olsa da bu küçükler her zaman böyle küçük, her zaman böyle herşeyden habersiz, her zaman böyle herşeyden habersiz, her zaman böyle bahtiyar kalsalar
İşte bunun için çocuklara genellikle acırım. Bir çocuğun yanından, onunla ilgilenmeden geçebilmek, benim için mümkün değildir. Onları görmek, onlara bakmak, küçük ruhlarının içinde saklı olan gizliliklerini anlayabilmek için gözlerini gözlerime dikerek uzun uzun, bu bilgisiz yüreklerin katıksızlığının ama yerine girebilmek isterim.
Onların gözlerinde birşey vardır ki, insanlarda yoktur; kuşlara özgü bir bakış hali. Örneğin günvercinlerdekine benzer anlamlı bir bakış. Katıksız ve dupduru, daha yaprağından yeni çıkmış bir çiçek kadar (ruh) bekaretinin ipeğine hiçbirşey değmemiş; bir kaya parçasının gölgesinin gizliliğinde, sabahın çiylerinden birikmiş mini mini, tertemiz ve parlak bir pınar. Aydınlık ve lekesiz bir göz
Size bakarken:
- Sen nasıl birşeysin? Bana bir kötülük etmeyeceksin, bir zarar vermeyeceksin, sana parmağımı uzatırsam beni yakmayacaksın, değil mi?
Korkulu sorusuyla bir karşılık bekliyor. Ufak bir hoyrat, katı anlam onu ürkütmeye, titreymeye yeterlidir. İşte sizden çevrildi, size bakamıyor Ya da küçük bir gülümseme belirtisi: Şimdi gülerek size bakıyor; size ruhu ile sokuluyor, gözleriyle sizi öpüyor
Yolumun üzerinde rastlanılan bu küçük meleklerden birkaç tanesiyle, böyle gözlerimizle be ruhlarımızla öpüştük. Onların kaç tanesine ruhumun en nazik beşiklerinde beslenilmiş olan öpücüklerden armağan ederek gözlerinde uçuşan gülücük çiçeklerinden ödül aldım
Ben de böyle demetlerle toplanarak ören yüreğimin yıkılmış takına asılmış bir gülücükler hevengi var ki, ara sıra o yıkıntı yerinin çürük direkleri, duvarları bir katı sert üzgünlük rüzgarının esişiyle sarsılırken o da nazlı nazlı sallanır ve sanki ondan neşeler, avunçlar, çiçekler dökülür.
Ama gene ne kadar böyle çocuklar tanınmış, görülmüştür ki, onların elemli anılarından yaralı yüreğime damla damla zehir damlar. Ne kadar hasta, sakat, yoksul çocuklar için uzaktan uzağa yaslar tuttum. Ne öksüz kalmış yavrular, ne sokağa düşmüş melekler için uzun uzun kötü düş görmelerle düzeni bozulmuş geceler geçirdim!..
Bir resimli dergide arabaya çiğnenmiş bir bebek; ya da çıldırmış bir annece pencereden atılmış bir çocuk görmek, ya da bir gazetenin haberler sütununda karnı oyulmuş, iplerle direğe sarılarak dövülmüş küçük zulüm görmüşlerin uğradıkları çirkin acılara rastlamak (benim için) haftalarca sürüp giden ıstırap olur ki (beni) hasta eder
Bunları ne için yazıyorum. Ben bugün sade,sıradan bir sayfa yazacaktım.
Halid Ziya Uşaklıgil, Bir Şii Hayal (Bir Hayal Şiiri) sy.131-135. Halid Ziyanın kalemine yönelik eleştirilerin başında gereksiz ve ağır tasvirlere başvurması gösterilir. Ancak Halid Ziya, Küçük Bir Levha adlı hikyenin giriş kısmında yer verdiği bu yazıyla insana, iyi ki böyle tasvirler yapmış dedirtiyor. Eski bir kitabın sayfalarında saklı kalmasına gönlüm razı olmadığı için bu güzel parçayı buraya aktardım. İçimdeki çocuk sevgisi bundan daha güzel nasıl ifade edilebilirdi bilmiyorum.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/brk.jpg[/img]