Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Niyyet ve Âkibet..Resim

Van’a kaçsa onu askerlik şubesi, arar bulur, yakalar onu.
Sen o temizliğe gel, o ALLAH Dostu seni bulur.
Bazen bu ALLAH Dostlarına insan, habersiz olarak insan tesadüf eder.
Bunlar, insanın kendi kendiyle olduğu zaman gelirler. Kendi kendiyle ne zaman?
İşiyle gücüyle meşgul olurken, yani ALLAH’ı unuttuğu dakikada gelirler.
İş, o gaflet halinde onları bulmaktadır.
Meselâ bütün gün ALLAH rızası için ağzınızı kapadınız, gecede su içmeyi unuttunuz, öğlende bir hararet: “Bir akşam olsa da Yâ Rabbî!. Şu aziz ni’metin SUdan İÇsem dee!”
Gerilir asabın eve gelirsin, ne hazırlandığının da farkında değilsin, bardağı korsun şöyle önüne buz gibi, şöyle çevirisin böyle çevirisin.
Ahaa bu çevirme yok mu, bundaki ecri dünyada kimse veremez insana oğlum!
10 saat aç durmuşsun 2 dakika var ezana iç bakıyım sıkı mı, iç hadi!. İçemezsin! İçemezsin!
“Niye?. 60 gün kefâret var o muu?”
“yohhoooo, o mu? Korkutmaz insanı yahuuu!”

İçinde bir şey, bir nokta ahaah.. senin oruç tuttuğunu bir sen birlisin bir ALLAH bilir. En büyük ibâdet oruçtur.
Onun için “oruçlunun ağzı bana” Cenâb-ı ALLAH diyor: “Bana reyhan kokusundan daha mübârektir!” diyor.
Ahaah bunu bekliyorsun: “Ulan bir açılsa da şunu bir içsem!”diyorsun.
Kapı: “Tıkk! Tıkkk!”
Evden hanım dedi ki:“Efendi kapıya bak, ben çorbanın üzerini hazırlıyorum!”diyor.
Gittin birisi çıktı önüne şu an şu dakka var:“Ne istiyorsun?”dedin.
Efendi bir seyler ALLAH rızası için!. Yahutta: “bir şey ne olur” dedi.
“Tamm vakti!..”deme!.
Tamm vakti!.. Ahaa işte o vakti bulunur insanın.. o vakit..
Suyun kıymetini yavrum, Dicle kenarında ayaklarını suda yıkayan bilmez.
Sahrada günlerce susuz kalmış, dili çatlamış adamdan sor.
Onun için o dakika çok kıymetlidir.
ALLAH ile karma karışık oldun vücudunda böööyle:“Yâ Rabbi bu kadar yeter artık, ben artık senlen tahammül edemiyorum artık, çok ahbablık ettik yanacağım!”dersin, ezan okunur bozarsın “ALLAHa ısmarladık!” dersin.

Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, oruçluyken akşam oldu mu şu mübârek eline: “Ne güzel tastır”der imiş. Şu ele sağ ele kor, şeyini orucunu bozar, ondan sonra niyet ederdi.
Sormuşlar sahabeler: “Yâ Resûlullah sen şunu yapıyorsun biz de gıbta ettik biz de yapacağız!”
“Yooook siz yapmayın!” men’etmiştir.
ben 10 gün 15 gün böyle yaparım beni Rabbım doyurur!” der.
Tecrübeye gelmez, Cenâb-ı Peygamber: “Hayır!” dedi mi, hayır.. “Evet!” dedi mi evet!..

Onun için aziz cemâat,
Ramazanın yarısına doğru geliyoruz, abdest almadan orucunuzu bozmayın! Abdestliyken bozun orucunuzu! “takk! takkk!”
Ramazandan sonra bile akşam ezanı okunmadan abdestli bulunun.

Akşam yemeği son lokmadır, uykuya gidiyorsunuuuz.
Lokmada haram bile karışsa, siz Abdestliyseniz Abdestin hürmetine Cenâb-ı ALLAH o haram lokmayı bir terkib değiştirir, hani bazı kokmuş etleri köfteciler tuz karıştırır, ekmek karıştırır, biber karıştırır, bilmeme ne ederköfte diye de yutturuverir insana yaa..
Ahaa öyle bi şey eder haram lokma da düzelir oğlum..
Habersiz haram lokma.. Ekmek alıyorsun!..
“Efendim ben paramlan alıyorum!”
Fırıncı abdestli mi yoğurdu onu, çok derin iş..
Bu gün hakiki islamın târif ettiği helâl lokmayı gursağa sokmak, buradan Mamak’a kadar yer altından tünel açmaktan daha güçtür. Çok güçtür..
Onun için o anda işte o listede olmayan adamın birisi olabilir hani karıncayı anlattım ya bir karınca olabilir..

Bağdad’da Ebu’l- Kasım Câmiisinde bir cumadan evvel mübârek bir zât vaaz veriyormuş 8-10 bin kişi var câmide Bagdad’a gidenler bilir Ebu’l- Kasım Câmiisi..
İmam-ı Azam Hazretlerinin kabirleri ordadır kafes içindedir.
İmamların ferdmareşalidir haaa İmam-ı Azam.. Mareşal.. hani ALLAH rahmet eylesin nur içinde yatsın Fevzi Çakmak Paşa vardı mareşal ahaa onun gibi mareşal..
Ama imam mareşali, asker mareşali değil.
O Ebu’l- Kasım Câmiisinde böyle büyük büyük sütunlar var, böyle bildiğiniz kubbeli câmiler değildir onlar.
Şamdaki Umeyya Câmisi gibi üstü düz, sütunlar böööyle geniş câmi..
Şöyle bir sütunun dibinde genç bir çocukcağız hem dinliyor hem de kestiriyor hafif hafif uyuyor.
Bi sakallı iriyarı bir adam gelmiş onun yanına oturmuş, şöyle dürtmüş ona:“Oğlum demiş, uyuma bu vaaz kürsüsünde söyleyen herifi dinle!” demiş.
“O ara sıra gelir buraya onun söylediği sözler senin içindeki eşşek boncuğunu inciye çevirir! Dikkat et!” demiş.
Çocuk bakmış şöyle: “Amuca sen işine bak !”demiş.
Bundan sonra bizim genç-nurlu çocuk“Hırr! Hırrr!” uyumaya başlamış.
Bu ihtiyar bir daha dürtmüş ona:“Oğlum uyan, demiş Uyan!”
Çocuk uyanmış: “Baba demiş işine bak be yahuu!”demiş.
“Nasıl işime bakayım bak ahaa selâ veriliyor, biraz sonra namaz kılacağız, uyuyorsun abdestin bozuldu kalkkk abdest al !” demiş.
Çocuk dönmüş şöyle bir amucaya:“Amuca demiş benim uymakla abdestim bozulmaz !” demiş.
“Efendi, Efendi otur otur yerine, bak câmide 8-10 bin kişi var!”demiş.
“Bir nara atarım “Hızır ahaa bu herif!” derim eteğine yapışırlar zor kurtarırsın kendini!”demiş.
Hızır, o adam, o sakallı adam..
Hızır şaşırmış, hani radyolarda böyle antenler var ya hemen antenlerini çıkarmış, makinalarını işletmiş: “Yâ Rabbi ben bunu tanımadım, bu kim? Benim defterde listesi yok, açmış, bu böyle bir adam yok, resmi de yok, şeyi de yok, parmak izi de yok kimdir?”demiş.
Antene derhal şifre gelmiş:“Yâ Hızır, sendeki liste Beni seven kullarımın listesidir!” demiiiş.
“Benim kütübhânemde bir liste vardır ki o kimseye verilmemiştir onlar da Benim SEVdiklerimdir!”demiş.
Ahaa o çocuk da onlardanmış..

Onun için kimseye karınca nazarıyla bakma!
Çekirge şu kadardır boyuna “Harıl! Harıl! Harıl! Harıl!”hep o karnını doldurur. Karınca çekirgenin onbinde biridir.
Çekirge öldü mü bir karınca bir bacağından yakaladı mı onu çeker götürür yuvasına oğlum!
Karnınnan uğraşma, ince belli olmağa bak, karınca olmağa bak!

Onun için ALLAH Dostu bul!
Bazende Dost gelir sana bindirir, o ceLÂLLi adamı.. “heyyt!”
Kapıyı açar sanki babasının eviymiş gibi:“Bana bir bardak su verr!” der.
“Velâ havle velâ..”
Biraz daha kuyuruğunu içeri al be birader.
Çoban köpekleri köye gidersin uzaktan bağırırlar kuyrukları dik dik..Tesadüfen pazara gelir yolunu şaşırır, Ulus Meydanından giderken kuyruğunu içeri alır köpek. Öyle bile edebi yok.
“Bana bir su getirr!”
“ALLAH, ALLAH!.. Hadiii geç!” demeee!..
Ama bazısına da“haydi geçç!”demek lâzım.. Hatta odunu kafasına vuracaksın..
“Nasıl anlayım?”
Ulan mü’min anlar onu bee!. Onu da ben mi öğretiyim sana!
Ondan sonra“Suyu ver şunu ver!” alış-veriş ediyor herif!.
Sabredeceksin!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

Gine böyle bir ALLAH Dostu..
Daha vaaza girmedik oğlum! Ev yapacağız da malzemesini dileniyoruz öteden beriden. Hacı Efendiden 30 tâne kiremit ver! Sen 2 torba şunu ver4 bunu ver ondan sonra yapacağız.
Vakit çok zâten, gezmeye gidecekler gider.

Böyle bir ALLAH Dostu, bir yerden geçiyormuş akşam üstü bir kasabaya, ay da var bu günkü gibi 14 üne yakın böyle. Yaz bağrı mağrı açık, yırtık elbisesi, ayakkabısından ayağının ucu çıkmış, çorabı delik bir ALLAH Dostu..
Kasabaya girer girmez pınarın karşısında bir kapıyı “rakk rakk!”çalmış.
Genç bir çocuk inmiş aşağıya, güzel bıyıklı, nur yüzlü o gece yatsıdan sonra evlenmişler, gerdeğe koymuşlar, millet çekilmiş.
“Buyur amuca!”demiş.
“Oğlum bana baksana”demiş."çok yoruldum buradan geçiyordum, ilk sana isabet etti, bana varısa biraz yemek ver de yiyim, çok acıktım.” demiş.
“Buyur amuca!”demiş sofaya almış: “Otur amuca!” demiş.
Yukarda 2 tâne kızarmış tavuk vermişler, yememiş.. onu getirmiş, kızarmış tavukları koymuş, ayranı koymuş, güzeeel pide onu koymuş. Bir tepsi de baklava yapmışlar, yeni evlilere onuda getirmiş koymuş.
Amuca iyice acıkmış, iri yarı zâten hepisini bi temizlemiş.
“Oğlum bunları hep yesem bi şey olur mu?”
Ye amuca!”demiş.“olmazsa, peynir ekmek de veriririz!”
Amuca hepisini sıvamış..“Oooh! Oooh! Hay ALLAH razı olsun be oğlum ” demiş. “ben senelerce böyle yemek yemedim.”demiş.
“Daha bir şey ister misin Amuca!” demiş..

Biz olsak onu yedikten sonra herifi kapıdan değil başka bir yerden atmağa çalışırız.
“Oğlum ayıp oldu amma, şu ayaklarıma bak!” demiş.“üstüm yırtı-mırtık, bir eski elbisen varmı?”demiş.
“Amuca şu odaya gir”demiş. Girmiş.“Orada sıcak su da var”demiş.”bir yıkan”demiş. Amuca bir yıkanmış orda.
Havluyu da vermiş temiz. “aha gömlek, aha don, aha bilmem ceket, pantol..”Tam babaya göre vermiş, giymiş. Ayakkabıların da.. biraz ayakkabısı sıkmış “ben onu oğlum kırar topuğunu giyerim.” demiş.
“Oğlum ben de sana bir dua edeyim”demiş.
“Amuca ne duası edeceksin? Benim bi şeye ihtiyacım yok. ALLAH’ın verdiğine razıyım!”demiş.
“Peki sen bilin oğlum”demiş.
Çocuk kapıyı kapamış yukarı çıkmış..
Kaldırmış ellerini:“Yâ Rabbi!”demiş. “Bu nurlu çocuğun hem kendisini hem gelininin ömürlerini uzun eyle Yâ Rabbi!”demiş. “Müzdad eyle 10 sene yaşayacaksalar 100 sene yaşasınlar ”demiş.
Başlamış Amuca: “Ooh! Oooh!”kasabanın içinden vurmuş, istasyon orası değil, veriştirmiş çıkmış köyden.
Bakmış ki uzaktan bir gölge geliyor böyle: “ALLAH ALLAH!” demiş. Dede yürüyor tabi.. tam karşı karşıya adamnan gelmiş. Bakmış böyle gözlüklerinen bizim o dede, bakmış ki Azrâil geliyo: “Merhaba ağam!” demiş.“Merhabaaa!” demiş. Gülüşmüşler tabi.. “Nereye gidiyon?” demiş. “Sen burda bir yere uğradın”demiş.“Aha yemek yedin, elbiseleri şey ettin ya” demiş. “Onların, ikisinin de emir aldım ruhlarını kabz edeceğim!” demiş.
Bizim veli: “Yoook yağma yok, o kadar kolay değil ağa!” demiş.
“Nasıl değil?” demiş. Demeğe kalmamış bizim veli“raap”diye yakalamış şeyin elini, Azralin elini bileğini. “raaap” diye aslan pençesiyle“kemeselü’l- esed -aslan gibi”yakalıyıvermiş.
Azralin.. demiş ki:“Ağam bırakk!”
“Aaaaıh!” demiş.
Azralin bir o tarafa kıç atıyor, bir bu tarafa, çıkamıyor elinden.
Çünkü melek insan kılığına girdiği zaman, onlar hep İsm-i Azamnan girerler, istediği kılığa girebilir.
Veli de onun elini İsm-i Azam Vilâyet makamıyla tutmuş.
Bir veli, bir melek insan kılığına girdiği zaman onu Vilâyet makamıyla tutarsa bir daha melekliğe dönemez.
Çırpındıkça: “Aaaaıh!”
“Etme be kardeşim Emr-i İlahî!”
“Aaaaıh ”
demiş. “Geri dönn!”
Bir boğuşmadır gitmiş orda.. Alt üste Veli yakalamış onu artık parmakları hep yale kilitleri kapanmış, açılacak gibi değil.
“Lâ havle velâ kuvvete!”
Azrali aleyhi's-selâm şaşırmış. Onun da hemen antenleri var, öteki elinnen:“Yâ Rabbi!”demiş. “Emrin yerine getirilemeyecek bu iş ne olacak?”demiş.
“Yâ Azrâil geri dön!”demiş.“Ben sana emir verdim fakat verdiğimden bir saniye sonra bu veliynen ikimizin arasında su sızmıyordu” demiş. “Onun duası kabul oldu, geri dön!”demiş.

Hiç belli olmaz ağam!
Abdulkadiri Geylanî 27 yaşında, Suhreverdî’nin yanında talebe Bagdad’da. Bagdad’ın meşhur zenginlerinden birisi Suherverdî Hazretlerine gelmiş. Demiş ki: “Yâ Şeyhim ben Şam’a gideceğim, gitmemde bir mahsur-u mânevî var mı fenâ bir şey görünüyor mu?”
Suherverdî demiş ki:“gitme!”demiş bu hafta. “Peki!”demiş. Fakat bi şeyyy var muhakkak gidecek.
Dışarı çıkarken Abdulkadiri Geylanî Hazretleri içeri giriyormuş.
“Ne oldu Amuca, sen tekkeye girdiğin zaman güler yüzlü girer, güler yüzlü çıkardın ne oldu biraz yüzün mağmum hüzünlü.
“Hiç Yâ Abdulkadir.”
demiş. Daha talebe Abdulkadiri Geylanî, anasından doğduğu zaman veliydi oğlum!
Hazer kıyısında Ceylan kasabasında doğmuştur.
Araplar ce ye ge dedikleri için Geylan olmuştur.
“Cemâl”demezler Araplar “Gemâl”derler, onun gibi.
Bulutlu hava, ramazanın geldiğini Abdulkadir meme emmedi mi“tamam!”dermişler. O, öyle büyüktür.
“böyle böyle oldu, benim Şam’a gitmem lâzım, fakat gidemiyorum “ fenâ yol görünüyor!” dediler”demiş.
Abdulkadir: “Amuca git, bin atına git sen, bakma sen şeyhin lakırtısına!”demiş.
Abdulkadir de boş değil tabi, nur yağıyor her tarafından.
Adam atına atladığı gibi, zâten bir sinek gelse: “Sen bakma sözüne git!” dese gidecek herif, çünkü işi çok mühim.
Binmiş sürmüş atını. Bir müdded gittikten sonra bir vâha kenarına gelmiş, bir gölcük-mölcük..
“Atımı suluyum orda”demiş. Atı sulamış bir namaz kılmış. Şöyle orda bir hurma ağacı var şöööyle dayanmış ona, biraz uyku kestirmiş.
Uyanmış ki üstü başı hep kan içinde, etrafına bakmış kan man yok!
Şimdi bunu inanmayan dinlerse “Hoca saçma anlatıyoo, salaklar da dinliyoo!” der.
Halbuki onlar salak hiç farkında değiller!
Binmiş atına gitmiş şeye. Şam'da işini bitirmiş, gelmiş.
Gelir gelmez atından inmiş, 1-2 gün kaldıktan sonra doğru Şeyhin yanına.. Şeyhin yanına giderken şey demiş ki: “bana hiç geleme, git Abdulkadiri Geylanînin elini öp!” demiş.
“Sana o gün kaderinde katil görünüyordu Levh-i Mahfuzda!”demiş. “Fakat Abdulkadirin bir nazarı, bir münacatı senin katlini rüyada getirir, kan da onun maddî delilidir!”demiş.
Onun için ALLAH Dostu bulmağa çalış oğlum!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

Bir hadis vardır mevzuu bahis: “İzâ tehayyertüm fi’l- umur umur festeinu min ehle’l- kubur”
Çok müşkil zamanlara geldiğiniz zaman, işin içinden çıkamazsanız, mezarda yatanlardan yardım isteyiniz!”
“İzâ tehayyertüm fi’l- umur umur festeinu min ehle’l- kubur”
Bu hadisi anlayamamışlar: "Biz gideriz türbelere iplik bağlarız!." Ulenn bu demek değildir!.
İzâ tehayyertüm fi’l- umur” İşlerinizde hayrete, işlerinizde müşkilata kaldığınız zaman: “festeinu min ehle’l- kubur” İstiâne ediniz, yardım isteyiniz! “min ehle’l- kubur
Yani: “Sizden evvel geçmiş büyükleriniz, dedeleriniz böyle bir hadise karşısında ne yaptı, onun gibi yapınız!” demektir, yoksa gidip de şeye ip bağlamayınan olmaz!.
Gider ordaaa bir teveccühe dalarsın: “Ya ALLAH’ın iyi kulu sen yardım et de şöyle!.”
Hacı Bayramı Veli Hazretlerine gidersiniz. Şurada gözünüzün önünde yatıyor “Şu câminin bânisi” diyorsunuz, Şerafeddin Hazretleri. Şurada iki tâne garib yatıyor, kimse kim olduğunu bilmiyor. Kara Dedem biliyor onları!. Şu yukarda bir tâne câmi derneği yaptırmış, kim olduğunu bilmiyor onun kim olduğunu ben bileceğim, biliyorum onu. Bana söyledi birisi buradan, siz bilmiyorsunuz, yanınızda yanyana oturduğunuz halde bilmiyorsunuz.

Size bir şiy soruyum Ankaralısınız!
Şu aşağıya indiğiniz zaman eski meclisin orda bir meydan var nedir oranın ismi?
Ulus Meydanı, orada Atatürk'ün bir heykeli var, at üzerinde atın hangi ayağı yukarda? Sağ mı sol mu, ağam söyle bana!
(Bir kimse): “Sol ayağı!”
4 yağı da yere basıyor oğlum! Bütün Ankaralılara sordum hiç kimse farkında değil!
Atın 4 yağı da yere basıyor, yarın git gör! Kimi sağ ayağını kaldırır. Kimi sol ayağını kaldırır..
Aaaha burda yatıyoor farkında değil!.

Dikkat edeceksin! Gözünnen göremiyorsan sen başka türlü göreceksin!
Bu göz et parçası oğlum et parçası.. bi şeye yaramaz.. Uykuda bu gözde uykudadır.
O halde bu gözle görmüş olaydın uykuda rüyada gördüklerini hatırlamazdın!
Rüyada gördüklerin nedir neyinen görüyorsun? Yaaa!.
Et parçası uykuda, başka şeyinen görüyorsun..
Ben kulumla görürüm!” diyor. Kulumla işitirim!”
Rüyada sana: “Ahmed gel bu tarafa!” diyorlar, kulağın farkında değil.
Saatin sesi, telefon çalar, kapı çalınır uyumazsın, ama rüyadaki Ahmedi incitirsin!
Duyan başkası, o halde başka duyan kulağın var başka gözün var, onlarınan bunlar duyulur.

Onun için Mevlânâ “Şemsi’l- Hakaik” diye bir kitabı vardır orda derki: “Nar-ı Handan…sohbet-i merdan et!” “Ateşin içinde gülmesini bilen insan olursa” diyor. “o dâima güler!”
Merdanlarnan da merd insanla sohbet eden merd olur!” diyor
Onun için güller ile ahbablık edenler de dâima gül kokar oğlum!..
İçinizde daha goncası açmamış güller dolu, farkında değilsiniz.
O halde namsız, nişansız, hikayesiz, destansız kendi kabına bürünmüş büyük ALLAH Dostlarını bulmağa savaşın, her zaman mevcuddur bunlar!
Hızırla konuşanlar vardır, utangaçlıklarından kimseye söyleyemezler.
Bazıları da vardır: “Ben efendim şimdi Kâbe'ye gittim, Kâbe'den geldim, Hızırnan konuştum!”
Bilmem ne.. Hızırnan.. sanki ahbabı, her akşam bilmem ne lokantasında yemek yiyordur.
Bunlar hep yalan lakırtılardır oğlum!
“Sohbet-i merdan et!” Ez merdan, merd olanlar, ağızları kapanır kimseye bir şey söyleyemez.
Cüce iken, yıldız öper boya gelmek gerek!
Bu gibileri tanıya bilmek için baktığı şeylerin gerisindeki bir görünmeze, demin rüyadaki bakan göz var ya, ahaa öyle gözleri vardır onların..
Bunların, bu gibilerin topraktan hakiiir bir bedenleri vardır. Fakat CANları nurdan aydındır oğlum!
İnsan şaşar kalır onların karşısında “O insan bu mu? Bu mu?”der.
İnsan bendeni ne? Şu cesed ne? Ruh nedir? Ruh ise bu cesed ne?..

İşin içinden çıkamazsın ağam! Bu iş ne senin işin ne benim işim!.
Her ikisi de o.. fakat mahsülün adına “İnsan” diyoruz. mahsülün adı “dâne”.
Buğday tarlasını şey ederler, ne kadar dâne çıktı geriye kalan nedir?. Saman çöpü öküzlere âiddir!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »


Onun için ALLAH hikmeti, her ZIDları birbiriyle karıştırdı.
Ruh bedensiz bir iş göremez. beden de, ruhsuz. Kalıbında ruhsuz oldu mu bu kalıb soğur, sertleşir kalır.
Kalıbın meydandadır amma insanın canı gizliii.
Bir avuç toprak al bir kova toprak al, bir insan otururken kafasından aşşağa boşalt toprağı, kafası yarılmaz herifin. Su da döksen yine yarılmaz, yıkanır. Toprağı su ile karıştırıp bir kerpiç yap bakalım kafayı paramparça eder, lakırdıya dikkat et! Başı yardın mı, kerpiç suyu aslına gider toprak aslına gider. Ahaa işte bu kerpiç hikayesi gibidir insan.. ALLAH’ın su ile toprağı birleştirip insanı yaratmasının hikmeti ahaa bu!.. Gelde edebsizlik yap bakalım kerpiç yap kendini de, vur başkasının kafasına!.

Bu birleşmeden başka insan vücudunda başka birleşmeler olmuştur, daha başka birleşmeler birleştirmiştir Cenâb-ı ALLAH. Bunları ne bir kulak duymuştur, ne de bir göz görmüştür. Duysaydı, kulak olarak kalırdı, başka sözleri de duymazdı. Kar ve buz güneşi görseydi buzluktan ümidi keser giderdi.
Ten gözüyle insanın şeklini görür insan. Can gözüyle mazada’l- basar sırrını görür asıl insan o sırdır.
Bir vaiz vaaz vazederken sözleri, güzel ve te’sirli ise o vaazın hünerinden değildir buuu, dinleyicinin hünerindendir. Dinleyici demek gönülden dinliyor da onun tellerine vuruyor demektir.

Şeytan olmasaydı, sabırlı doğrular ve yoksulları doyuranlar nasıl belli olurdu. Sakalımız ağarır, kendimiz de ağarırız hâlâ işin farkında değiliz. Sakalımız yokken biz yine vardık oğlum!. Saçın sakalın ağarması insana bir şey fısıldaaar.. bir şey haykırır!.

Bir Hadis-i Kudsîde ALLAH diyor ki: “Ben saçı sakalı ağarana süal sormaktan utanırım!” diyor. O halde saçın sakalın ağarmasında bir hüner vardır bir hikmet vardııır. Hikmeti bulmağa savaşın!

Onun için şeriat denilen şeyin azabdan kurtulmayı gösterir insana.. Halbuki varlığından arınmak, temizlenmek başka bir şeydir. Köpek bile yarasını yalaya yalaya iyi eder oğlum!
Onun için şeyin başında bir ALLAH Dostunun:

“Sûret-i Nakşi yumağ ile gönül mülkü temzi olmaz
Rahmet Suyun akıp çağlar gönül şirkin duyan gelsin!”


Ahaa budur işte!. Güneş üfülenmeynen sönmez!
Köpeğin deniz kenarında ve yahut nehir kenarında su içmesinden de o su pislenmez.
ALLAH’ın yaktığı mumu, üfüleyerek söndürmek mümkün değildir. Üfüleyecek ağız yanar bir mü’mine senin dinin gitsin diye.. yanar o yanar ooo..
Kulun varlığı ALLAH VARlığıında yok olunca, NE KALIR?
Göğe doğru tükürün bakalım, tükürüğün döner kendi suratına gelir oğlumm.. Bir mü’mine de hakaret edenin, ona döner oğlum.. Kendi yüzüne tüküremediği için böyle yapar o adam. Mü’mine karşı gelir: “Şöyledir.. böyledir..”
Sen bizim bu lafımızı, her sapık insan için tefsir edebilirsin ahaa bu lakırtıyı.. birisi sapık mı senin asabını mı bozuyor, dinden bir şey sordu da asabını bozuldu da cevab veremiyor musun? Ahaa bu lakırtıyı unutma! O göğe tükürüyor!. Kendi suratına tükürüyor!. Göğe de boynunda yara var kaldıramıyor sana doğru tükürüyor!. O kendi yüzüne tükürüyor!. Böyle yapanın suratına başkası tüküremez zâten!. hatta tükürüğüne bile yazık olur! Bu işler öyle karışıktır ki, düğümler tersine düğümlenmiştir.
“Nasıl tersine düğümlenmiş?”
Ahaa bir misal getireyim, sen oğlum sana sadaka verene sadaka verebiliyor musun? Sana sadaka verene sadaka verebiliyor musun? Şaşırma amuca doğrudur lakırtılar!
Resûlullah’ın filitresinden geçmiş bu lakırtılar, üzerinde yalan yoktur. Bu işte bu, bu hazinenin anahtarıdır ahaa bu lakırtılar, tükürme lakırtısı, sadaka lakırtısı..
Bazı ilimler vardır ki avama gizlidir: “Onu ancak, ALLAH’ın bildiridği veli kulları bilir. Ve onu anlattıkları vakıt ALLAHtan haberi olmayanlar inamazlar!” diyor Resûlullah bir Hadis-i Şerifinde..
Verdiği şifâ için ihsan taleb etmeyen, birisinin yarasını iyi ettin ondan bir ihsan!.. “Ben bacağını iyi ettim midesini iyi ettim, zengin adam bana bir 10 lira verirse, şöyle bir 500 lira versin!”diye zorlaştırma onu.. İşte ihsan.. Verdiği şifâ için ihsan taleb etmeyeeeen!.
Yaptığı iyiliğin hiçbir vakit karşılığını beklemeyen insanı ara onu bul!. Bana da haber ver buldunsa beraber gidelim sen elini öp, ben o adamın ayağını öpüyümm!

Buzlu su ile dolu bir testi düşün.. buzlu su.. testi dolu içi.. çok dikkat edin.. bir testi, saplı testi bazarlarda satıyorlar. çamurdan yapılmış.. içini buzlu su ile doldur.. pencerenin dışına koy.. üstünde terler olur biliyor musun testinin o zaman… terler testi.. havanın soğukluğundan meydana gelir o ter, testinin içindeki suyun dışarı sızmasından değil ooo..
Uyuyan adam rüyada azab görse kılıçlarınan mılıçlarınan herifi ateşe sokuyorlar, uyandığı zaman ter dâneleri toplanır burasında.. uyanmış ki, ter içinde kalmış!.
İşte bu da bunun gibi…

Yûsuf Mısırda kuyunun içinde, gömleği de orda, kokusu Kenan Ülkesine kadar yayılımış, babası kokusunu alıyor..
Resûlullah Efendimi de teey 500 km uzaktan Süheyli Yemenînin kokusunu alıyor “İnni liecüdü nefese’r- Rahmân min kıbeli’l- Yemen”
“Yemen tarafından bana bir Rahmanî nefes geliyor.” demiş. Veysel Karanî Hazretlerinin kokusunu almış.

Bu işe girdin mi korkma! boynunda at boncuğu bile olsa o inci olur.. Böyle oldu mu insan Cebrâilin dayanıp durduğu, “öteye gidemeyeceğim!” dediği deniz kıyısına varır… lâ şüphe…
Bir yerde fâre çıktı mı ortaya, baktın fâre gidiyor, bir şeye el uzatırsa fâre bir yere girip, ya orada kedi yoktur yahut varsa bile kedinin sûreti vardır.

Doğru yol var, dümdüz ama pusu gizlidir oğlum! pususu gizliii, yolda çok hendekler var!. Duramdan dinlenmeden delicesine aramak lâzımdır işi..
Her şeyin bir aksi vardır, “bu adam sersem” dersin. sersem kelimesi nerden çıkmış?. O halde sersemliği giderecek bir şey olmasa, sersemlik olmaz.. Bu sözü daha eşeleme bozulur kıymeti..
İnsanın içinde güzel sözler, güzel sesler yüzlerce sükut vardır. Sükut denizdir, ırmağa benzer, onun için her zaman söylememek gerekir.
Deniz seni arıyor, sen ırmağı arıyorsun, arıyorsun ötede ahaaa mihrab burada oğlum!
Altında da bak halılar kilimler var, yeter o... Hakiki can gözü olanın karşısında susmak gerek.
Onun için Kur'ân-ı Kerim okunurken: “Susun! Dinleyin!” farzdır emri ondan çıkmıştır. Çünkü Kur'ânı okuyan, insan dilidir oğlum insan dilidir..
Geçende bir yere gittim hafızın biri mükabele okuyor. Herifin biri de:“Ben bu câmiyi yaptırdım!” diye elleri cebinde. “Sen bu tarfata otur! Sen orda oturma!” Sonra da mükabele okutuyor, At Bazarına benzemişti. Câmi manifaturacı dükkanı gibi, hiçbir ruhaniyet yok ve olmayacaktır da o Câmide ruhaniyet..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

Sen temizlen yavrum, bütün perdeler kendiliğinden kendi kendini yırtar açılır perdeler. Senin yırtmana lüzum yok!
İnsan topraktan yaratılmıştır amma, toprağa benzemez.. Benzemesi vaaaar ama akıldan gizlenmiştir, akıl onu seçemez. “Riyâzât” deriz, yemez herif içmez, uyumaz.
Hani geçene gece hazreti Rabianın şeyini anlattım size şu kadar yememiş, şu kadar şey etmemiş..
Onlar zâhiri görünüş Riyâzât, farz olanlardan başka fazla namaz, farz olanlardan başka fazla oruç, farz olanlardan başka fazla şu-bu yapmak değildir, yap onları.
Hakiki Riyâzât, faziletten, sabırdan ayrılmamak, gıbta etmemek, hased etmemek, gönül kırmamak “Hakiki Riyâzât” budur oğlum.. Faziletten ayrılamıyor musun, 5 gün aç durursun ama, faziletsiz adam faziletsizlik yapmamak için 1 saniye duramaz..
Her şey mezarın kapısında kalır yavrum.. bütün ibadat bütün yaptığın iyilikler, hepisi seni mezarın kapısından içeri atarken hepisi bu tarafta kalır..
Orada bir çamaşır makinası vardır, bu yaptıklarının hepisini namazını, niyazını, şununu, bununu o makinada şöööyle bir sıkarlar.. “Ben o makinayı görmüyorum!”
Sen zâten iklimdeki hakiki şurdaki çamaşır makinasını görmüyorsun onu nasıl göreceksin. Bir yıkarlar onu fazilet var ise, fazilet çıkmışsa onu alnına yaapıştırırlar.. Fazilet âhirette bile devâm eder..

Güler yüzlü insan bul! Güler yüzlü insandan katiyen zarar gelmez insana..
Bir Hadis-i Peygamberide buyuruyor ki: “Güler yüzlü adam cennet ehlidir” diyor. “Nerede bu adam?
Sor ona sor, buna sor.. sora sora bıkma:“Ben efendimi bunu biliyorum, şu adama mı soracağım!”demeeee.. Sora sora insan, öğretmen olur oğlum!..
Senin gözün kör ise, herkesin göz kör değil ağam! ALLAH Dostu ahaa dediğimiz sûrette her tarfata doludur.

İstanbul fethedildiği zaman Hazreti Fatih Hocasını çağırdı Akşemseddini, dedi:“ Hocam!” “Buyurun şevketlim!” dedi.
Hocaya sorması başka, sadrazama sorması başka, fetva için Şeyhu’l – İslamı çağırır. “Hoca Efedi ben şunu şöyle yapacağım nasıl olur? “Bir dakka müsaade buyurun şevketlim!” der.
Hadis-i Peygamberilerin içinde bir resmî geçit yapar bu, Kur'ânın içinden bir resmî geçit yapar, “şevketlim şöyle yapılacak!”der, zâhir ülâması şeyini verir.
Kanunî Süleyman.. Fatihi unutmayın!. Ben unutursam, biraz be dalga karışıyor içime de, istasyon değişiyor, unutuyoruz..
Vefâtından önce vasiyet etmiş bir küçük sandukası varmış:“Beni bununnan mezara koyun!” demiş.
Süleyman Kanunî vefât ettiği zaman, namazı kılınıp mezara korken Şeyhu’l- İslam, almış götürmüş sandukayı mezara korken, sanduka elinden düşmüş kapısı açılmış, bakmış ki, Şeyhu’l- İslamıın padişaha verdiği fetvalarla dolu.
“Şevketlim sen kendini kurtardın ben ne yapacağım!” der.
Her işi fetva ile yapardı. Yahu Selim 100 kişinin katline ferman vermiş. Şeyhu’l- İslam çıkarmış:“Yok şevketlim, sen bunları katledemezsin!” demiş. Demiş: “Hoca, sen bana mı karşı geliyorsun?”demiş.“ulu’l-emre mi, kafanı vurudururum!” “Şevketlim, ben sana karşı gelmiyorum, ahiretini koruyorum!” demiş. Şaka değil oğlum!..
Osmanlıların en büyük dedesi Ertuğrul Bey, Osman Gazi.. Ertuğrul Bey biliyorsunuz Söğütte yatar, Şeyh Edibalinin kızıyla evlidirler bilirsiniz. Şeyh Edibalinin bir makamı vardır Eskişehirdedir, “Şeyh Edibali Türbesi” derler. Orda bir kabir varsa da Şeyh Edibali Hazretleri Eskişehirde yatmaz Bilecikte, Bileciğe girerken böyle sağ tarafta büyük tekkesi vardır, kabirleri ordadır.
Osman Bey misafir kalmış Şeyh Edibalide, bir oda vermişler kendisine, girmiş, kapıda da Şeyh Edibalinin iki oğlu böyleee nöbet bekliyorlar.
Sabah olmuş, Şeyh Edibali sabah namazına kalkmış, kapısını vurmuş “takk’takk! Osman Bey namaz vakti!”demiş. Açmış kapıyı ki, Osman Bey duavara böyle ayak üzeri kılıcına dayanmış böyle uyuyor ayak üzeri. “Osman Bey yatakta rahat edemediniz de mi yatmadınız, yatak bozulmamış.”
“Hayır Şeyh Efendi hazretleri, orada Kur'ân-ı Kerim asılmış, o asıldığı yerde ben ayağımı uzatıp uyuyamam!” demiş. Bunu senin benim dedem söylüyor oğlum!..

Şimdi de Van’a Kur'ân-ı Kerim tercümesi gönderilecek!” haydi postaya.. Posta müvezzilerinin elinde dolaşıyor buyurun efendim!
Ya bastırırsın ya bastırmazsın oğlum! bunun şakası makası yoktur!
Orada bir kütüphâneye uğradım, böyle yere Kur'ân-ı Kerimleri koymuşlar. Hafıza benziyordu tanımıyorum kim, o da beni tanımıyor. Zâten ben tanımadım mı tanımam. Tanımadım mı hayvanlaşırım ben, beni hayvan görürler.
Baktım baktım:“Ne bakıyorsun?”dedi. “Kur'ân-ı Kerimlere bakıyorum!”dedim. Aldı elimden:“Bunlar iyidir 22 lira!”dedi. “Yok alacak değilim.”dedim oraya koydum.
“la yemessehu illel mutahharun” yazıyor orda.
O sırada birisi geldi: “Hafız Abii”dedi.
Ona dediki:“Ben şimdi abdest alacağım, namazdan sonra gelirsin” dedi..
Ulan abdest alacaksın “la yemessehu illel mutahharun” müşteri geldi diye abdestsiz ne diye tuttun Kur'ânı?.
Bir türlü işin içinden çıkamadım kendimi değiştirdim, işte hayvanat bahçesinden bir şeye benzedim o zaman çekildim gittim ne yapacaksın..
Bakın Osman Dedemizin yaptığına, bizim yaptığımıza bakın!.
Neyise bırak bunu, bu iş karıştı mı ne kadar yumağı sararsan o kadar sarılır oğlum..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

“Gel hoca buraya, burada Ebâ Eyyubu’l- Ensarînin kabri var!” demiş..
“hıı hııı var!” demiş. “O nerde acaba?” demiş.
“VALLAHi şevketlim, ne bilim şu bu gün Eyüp dedikleri taraf var ya “o taraftaymış kabirleri” demiş.
Gitmişler ki tarla, dümdüz yer..“Hoca bunu bana bulacaksın” demiş. Zâhir ülaması da yanında:“Hoca Efendiler nerdedir?” demiş.
“VALLAHi şevketlim, teeey bundan.. ordu buraya geldiği zaman işte muhasara esnasında ebâ Eyyubu’l- Ensarî Hazretleri öldü buraya defnettikleri tarihlerde var, ama nerde olduğunu katiyyetle bilmeyiz!”
“Siz çekilin! Hoca gel buraya, şunu bir bul!” demiş
“Emredersin şevketlim!” demiş Koca Akşemseddin.
Hacı Bayramı Velinin “Burayı fethedecek adamı bu büyütecek” dediği büyük insanın müridi.

Burada duralım, onlar araya dursunlar, arıyorlar şimdi...
Ebâ Eyyubu’l- Ensarî Hazretleri Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Efendimiz Medine’yi teşrif ettikleri zaman ilk misafir kaldıkları muhterem zât.
30-33 yaşlarında. 2 katlı bir evi var Resûlullah Efendimiz alt katta yatmış. Çünkü peygamberlere yerde yatmak farzdır.
Buludukları öldükleri yere defnedilmek farzdır.
Abdsetli gezmek farzdır, dişlerini fırçalamak farzdır, abdsetli gezmek abdsetli gezmek farzdır, gece namazı kılmak farzdır.. farzdır oğlu farzdır. Daha Cenâb-ı Peygambere Kur'ân-ı Kerimde bildirilen farzlar vardır.
Bir de kulaktan kulağa gelen farzlar var, kulaktan kulağa gelen sünnetler var, namazın sünnetleri değiiil başka sünnetler, saymakla tükenmez.
“Ben demiş altta yatacağım” demiş.
“Peki Yâ Resûlullah” demiş.
14 gün 15 gün bu Ebâ Eyyubu’l- Ensarî Hazretlerinin alt katında misafir kalmış.
Bir gün sabah namazına kalktığı zaman bakmış ki, Ebâ Eyyub evin arkasından geliyor.
“Yâ Ebâ Eyyub nerden geliyorsun?” demiş.
“Yâ Resûlullah, biz evin arkasına hasır serdik çoluk çocuğumuzla orda yatıyoruz” demiş.
“Niye yukarı çıkmadınız!”
“Yâ Resûlullah, sen alt katta yatarken ben üstte yatamam!” demiş.
Resûlullah farzı bırakmış bu sefer üst katta yatmış, bu kadar edeb içinde bir zât-ı muhterem o.

Bir gün gine sabahleyin Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Efendimiz yanında Enes ibni Mâlik, Enes ibni Mâlik, Enes ibni Mâlik o kadar.. Hazreti Talha.. Üçüncüsü Ebâ Eyyubu’l- Ensarî Hazretleri.
Demiş ki: “Ben bir bâhir kenarında bir sahabemin şehadetini görüyorum” demiş.
Ötekiler yani, Hazreti Talha ile Enes ibni Mâlik yeltenirken Ebâ Eyyubu’l- Ensarî demiş ki: “Yâ Resûlullah o ben miyim?” demiş.
“Olmak ister misin?” demiş.
“İsterim” demiş, dua etmiş Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem. Aradan seneler geçmiş Resûlullah Efendimiz Dâr-ı İlliyyin etmişler, dünyadan ayrılmışlar.
Hülafa-yı Raşidin devri bitmiş, hilafet Emevîlere intikal etmiş.
Fütuhat ilerliyor, Endülüsler, mendülüsler, falanlar..
Bu gün İspanyadaki bütün isimler, meselâ Toledo Şehri vardır bilirsiniz, onun Arapçası Tulaytil, Gurtepe. Hepisi bunlar Arapçadan kalma..

Muaviye zamanında 250.000 askerle Ebu Müslime kumandasında bir ordu İstanbulu muhasaraya gönderiliyor.
Peygamber Efendimizin: “İstanbul fethedilecektir. Onu fetheden emir ne mübârek emir, ne mübârek asker!”
Hadisine göre 460 küsur defa defa İstanbul muhasara edilmiştir fakat Hazreti Fatihe müyesser olmuştur.
Ordu gitti, 2 ay muhasara, fetih müyesser olmadı. O sırada halife Muaviye, gece akşam üzeri Medine sokaklarında dolaşıyormuş. Genç bir kadın 2 aylık çocuğu da, nenniliyor onu.
Diyor ki: “Emevîler saraylarda saltanat yapıyorlar bizim kocalarımız Kostantiniyyede harb ediyor!” diyor.
Muaviyeye dokunuyor bu ertesi günü oğlu Yezid Mekke Valisi, çağırıyor Mekkeden 150.000 kişi Emevîlerden bir ordu veriyor gönderiyor İstanbul’a.
Bu sırada Ebâ Eyyubu’l- Ensarî halifenin önüne çıkıyor: “Yâ Muaviye Ben de sefere iştirak edeceğim!” diyor.
Diyor ki: “Siz Resûlullah’ın gazavatına iştirak ettiniz, gazisiniz, bu yaşta..” diyor..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-44

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Müzdad: Çoğaltılmış. Ziyâdeleştirilmiş.
İsm-i Azam: Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.(İsm-i A'zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (R.A.) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Yâ Hayy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İsm-i a'zamı. " Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i A'zam görmüşlerdir. L.)
Azrail: Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm de bir rahmettir. Ölüm, meşakkatli dünya hayatından terhis olma ve ebedî âleme yolculuktur. İnanmıyanların ölümden çok korkmaları ve hatırlarına getirmekten ürkmeleri bundandır. Azrail (A.S.) müslümana göre ebediyet âlemine yolculuğun dâvetçisi; hastalık, kaza vs. sebepler, ölüm için bahane ve sebeplerdir. Azrail (A.S.) bu sebeplerin arkasında görevini yerine getirir.(Azrail Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a münâcât edip demiş: "Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibâdın benden küsecekler, şekvâ edecekler." Ona cevaben denilmiş: "Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım; tâ ibâdımın şekvaları onlara gitsin, sana gelmesin." Aynen bu perdeler gibi Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesi de bir perdedir. Tâ haksız şekvâlar Cenâb-ı Hakk'a gitmesin. Çünkü; ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve maslahat cihetini herkes göremez. Zâhire bakıp itiraz eder, şekvaya başlar. İşte bu haksız şekvâlar Rahim-i Mutlaka gitmemek hikmetiyle Azrail Aleyhisselâm perde olmuş. Aynen bunun gibi bütün meleklerin, belki bütün esbab-ı zâhiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerde kudret-i İlâhiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeyler ile kudretin mübaşereti nazar-ı zâhirîde görünmesin. Ş.)
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.


Abdulkadiri Geylanî kaddesallahu sırrahu:

Muhyiddin Ebû Muhammed Abdulkâdir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî ya da daha bilinen adıyla Abdülkâdir Geylânî, Büyük Selçuklu Devleti döneminde, günümüz İran'ının Hazar Denizi kıyısındaki Gilan Eyaleti'nde 1078 (H. 471) yılında doğan âlim ve mutasavvıf şeyh. 1166 (H. 561) yılında Bağdat'ta vefat etti ve türbesi buradadır.
Muhyiddin, Gavs-ül-A'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-Evliya, Kutb-i A'zam ve El-Bâz el-Eşheb gibi lakabları vardır. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Peygamber torunu Hasan bin Ali'nin oğlu olan Hasan el-Mu'tena'nın oğlu Abdullah el-Kâmil'in soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup, anne tarafından da peygamber torunudur. Bu nedenle de Abdülkâdir Geylânî hem Seyyid (baba tarafından peygamber Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem torunu) hem de anne tarafından Şerif'tir.
Çok küçük yaşlardan itibaren farklı bir yapısı olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Bağdat'ta dönemin tanınmış âlimlerinden dersler alarak hadis, fıkıh ve tasavvuf eğitimini geliştirdi.
Hocalarından Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde haftada üç gün pazartesi, salı ve cuma gecesi verdiği ders ve vaazları çok yoğun ilgi görmüştür. İslam tasavvuf'unu herkesin anlayacağı şekilde sundu. Önceden Şafii mezhebi'nde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti ve bu tercihi mezhebin yayılmasında etkin bir yeri olmuştur.
Abdülkâdir Geylânî çok sayıda kız ve erkek çocuk sahibi olmuştur. Onlar vâsıtasıyla Kadirilik tarikatı Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'ya yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerafeddîn Îsâ Mısır'a yerleşmiş olup Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesidir. Abdülkâdir Geylânî'nin torunları, Kuzey Afrika'da daha çok "Şerif", Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır.


Şihabeddin Sühreverdî kaddesallahu sırrahu:

Şahabeddin Sühreverdî Maktûl veya tüm isim ve künyesiyle Ebu'l-Fütûh Şahabeddin Yahya bin Habeş bin Emîrek Sühreverdî Maktûl (1155-1191), Fars İslam filozofu ve işrakilik isimli fikrî akımın kurucusu.

Hayatı:
Asıl adı Yahya bin Habeş bin Emîrek. Birçok konudaki bilgisi nedeniyle Şihâb yıldızından esinlenerek Şahabeddin veya Şihâbeddin olarak anılmış, bir Kürt köyü olan Sühreverd'de doğduğu için de Sühreverdî olarak anılmıştır. İdam ettirilerek öldürüldüğü için daha sonra künyesine Sühreverdî'nin ardından Maktûl de eklenmiştir. Ebu'l-Fütûh diye anılması ruhani hayatının derinliği ve bu konudaki çalışmaları nedeniyle olmuştur. Çağdaşı ve akrabası olan bir diğer önemli isim Şihabeddin Ömer Sühreverdî'dir, bu iki şahsın ayrıştırılabilmesi Maktûl künyesi ile anılmasına özen gösterilir.
Eğitiminin ilk yıllarında Sühreverdî Meşşâi ekole yakınlık duymuş, bu konuda kendisini geliştirmiş ve bazı eserler kaleme almıştır. İlk zamanlardaki bu eğilimini daha sonra kendi felsefesi olan işrâkîliğe dair yazdığı eserlerde de belirtmiştir. Eğitimini tamamladıktan sonra birçok bölgeyi ziyarete gitti ve dönemin bazı önemli isimleriyle fikir alış verişinde bulundu. Bu sıralarda felsefesinin temelini oluşturacak çeşitli deneyimler yaşadığını açıklamıştır. Yine bu sıralarda adı duyulmuştu, saray çevrelerine yakınlaşmıştı ve birçok önemli devlet adamına ders verdi.
Anadolu'da yıldızı parlamaya başlayan Sühreverdî'nin başarısı çeşitli kimselerin ona karşı çıkmasına yol açmış ve sonuç olarak öldürülmesi gerektiğini savunan birçok kişi ortaya çıkmıştı. Sonunda bir Halep fakihlerinin kararıyla Sühreverdî 1191'de idam edildi.


Düşüncesi:
İşrâkîliğe etki eden kaynaklar hakkında farklı görüşler mevcut olsa da, esasları itibariyle Yeni Eflantunculuğa dayanır. Metod bakımından işrâkîliğin Meşşâilikten ve Aristo geleneğine dayanan diğer felsefi akımlardan farklı en büyük özelliği akıl yolu ile hakikate ulaşılamayacağı, hakikate ulaşmanın tek yolunun bir tür manevi sezgicilik olduğu düşüncesidir. İşrâkîliğe göre hakikate ancak kalb ve işrak ile erişilebilir. İşrâkîliğin, düşünsel planda meşşâi gelenek ile sufi gelenek arasında bir yerde olduğu söylenebilir. Sufi gelenekten farklı olarak işrâkîlik cezb ve sekri kabul etmez.
İşrâk, hem bu felsefenin temel taşını oluşturur hem de felsefeye adını verir. Arapça bir sözcük olan işrâk "Doğu, aydınlıkla ilgili, ışıkla ilgili" anlamlarına sahiptir.
Sühreverdî âlemi dikey bir düzlemde açıklar, onun bu yön sisteminde Doğu maddiyetten tamamen sıyrılmış saf ışık ve meleklerin mekânı; Batı ise maddiyetin dünyasıdır. Bu iki yönün tam ortasında ışık ile karanlığın birleştiği noktadır. Bu kutsi yön - kutsi düzen düşüncesi büyük oranda Antik Pers kaynaklarından etkilenmiştir.
Sühreverdî ışığı, nûr, hakikatin cevheri olarak tanımlamıştır. Ona göre kavrama ışığın bir şuur aydınlığı oluşturmasıyla oluşur ve eşyayı kavramamızı sağlayan ışıktır. Fakat doğrudan ışık ile hâsıl olan bilgi, Tanrı katından geldiği için, insanüstüdür. Böylece eğer birisi o bilgiye erişebilirse, keramet gösterip, varlık ve olaylara müdahale edebilir; o kişi için gizlilik perdesi kalkmıştır. Bu açılardan işrâkîlik sufi geleneğe yaklaşır. İşrâkîlikte akıl dışı sezgi - manevi sezgi farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Sühreverdî'nin bu düşünceleri Sünni çevrelerce ve belli başlı itikad mezheplerince, İslam akidesine ters düştüğü gerekçesiyle tenkit edilmiş ve din dışı sayılmıştır.
Sühreverdi, rasyonel düşünme ile sezgisel düşünmeyi kendi felsefesinde bir araya getirmiştir. Rasyonel bilgi önemlidir hatta onunla sezgisel bilgiye yaklaşma imkânı da bulunmaktadır ama tek başına rasyonel bilgi yeterli değildir, çünkü varlık bizim rasyonel kalıplarımızın çok ötesindedir.
Felsefe tarihi kavramı Sühreverdi ve ekolünün büyük ilgisini çekmiştir. Sühreverdi felsefeyi rasyonel sistemleştirmeden ziyade Hikmet ile bir tutar. Felsefe Platon ve Aristo ile başlamaz, aksine onlarla biter. Aristo hikmeti rasyonel bir kalıp içerisine sokarak perspektifini sınırlamış ve onu ilk dönem bilgelerinin birleştirici hikmetinden ayırmış oldu. İşraki görüşüne göre, Hermes veya İdris peygamber, felsefenin babasıdır ve onu vahiy olarak almıştır. İdris'i, Yunanistan ve İran'daki bilgeler ve daha önceki uygarlıkların hikmetini kendisinde birleştiren İslam bilgeleri izler.
Sühreverdi ayrıca, Zerdüşt öğretinin (özellikle de melekler bilimi (angeology) ve nur ile karanlığın sembolize edilmesi konusunda) etkisinde kalmıştır. Kadim Zerdüşt bilgelerinin hikmetini, Hermes'inki ile, dolayısıyla da başta Pisagor ve Platon olmak üzere Aristo öncesi filozofların hikmetiyle aynı görmüştür. Sonuçta da kadim Mısır, Keldani ve Sâbiî doktrinlerinden geriye kalanlarla Helenist matris içerisinde birleşen Hermetizm'in engin geleneğinden etkilenmiştir. Sühreverdi'yi etkileyen diğer bir kaynak da Sufi hikmetidir. Özellikle de, sık sık bahsettiği Hallac'dan ve Gazali'den çok şey almıştır.


İnsanın Doğası:
Sühreverdi beden ve ruh arasındaki geleneksel ayırıma inanmaktadır. Beden onun için karanlığı ruh ise ışığı temsil eder ve ruh manevi faziletlerle kuvvetlenir ve beden de oruç, uykuya muhalefet yoluyla zayıflatılırsa ruh özgürlüğüne kavuşur ve manevi dünya ile temas kurar.

Eserleri:
Kısa ve çalkantılı hayatının aksine Sühreverdi'nin eserleri çok fazladır. Bunlardan bazıları kaybolmuş, birkaçı basılmış, geri kalanı da elyazmaları halinde İran, Hindistan ve Türkiye'deki kütüphanelerde bulunmaktadır. Kendisinden önce gelen İbn Sina ve Gazali'nin aksine eserlerinin hiçbiri Latince'ye çevrilmediğinden Batı dünyasında tanınmamıştır. Sühreverdi'nin eserlerinden yaklaşık elli tanesi, çeşitli tarih ve biyografi kitablarında bize ulaşmıştır. Bunlar, şu şekilde beş sınıfa ayrılabilirler:
1- Dört büyük doktrinel inceleme: ilk üçü belirli değişikliklerle Aristo felsefesiyel (meşşai) ilgili, sonuncu ise işraki hikmet hakkındadır. hepsi Arapça olan bu eserler, Telvihat, Mukavvemat, Mutarahat ve Hikmet el-İşrak 'dir.
2- Heyakil el-Nur, el-Alvah el-İmadiye, Pertev-Name, İtikad el-Hukema el-Lemahat, Yezdan Şinaht ve Bustan el-Kulub gibi daha kısa doktrinel risaleler. Kısmen Arapça, kısmen de Farsça olan bu eserler, daha geniş risalelerin özel konularını açıklarlar.
3- Sembolik dilde yazılmış ve saliklerin ma'rifet ve işrake yolculuklarını tasvir eden seyr ü süluk hikâyeleri. Tamamı Farsça yazılmış olan bu kısa eserler, Akl-i Surh, Avâz-i Per-i Cebrail, el-Gurbet el-Garbiyye (Arapçası da vardır), Lugat-i Mûrân, risale fi'l-Mirac, Risale fil Halat el-Tufuliyye, Rûzi ba Cemaat-i Sûfiyan ve Safir-i Simurg'dan ibarettir.
4- İbn Sina'nın Risale el-Ta'ir'inin Farsçaya tercümesi, İbn Sina'nın İşarat ve Tenbihat'ının Farsça şerhi gibi filozofların eserlerinin inisiyatik metinleriyle kutsal metinlerin şerhleri ve transkripsiyonları. Ayrıca İbn Sina'nin Risalet el-Işk isimli eserine ve Kur'an ve hadis üzerine yorumlarına dayanan Risale fi Hakikat el-Işk adlı eser de bu gruba dahildir.
5- Şehrezuri'nin el-Varidat ve'l-Takdisat diye adlandırdığı dua ve zikirler.
Sufi hikmetiyle, Hermetizm, Pisagor, Platon, Aristo ve Zerdüşt felsefelerini diğer bazı unsurlarla birleştiren bu eserler ve ve çok sayıdaki şerhleri, son yedi yüzyıl boyunca, İşrak geleneğinin özünü teşkil etmiştir..


Başlıca Eserleri:

Hikmet'ül-İşrâk
Pertev-Nâme
Heyâkilu'n-Nûr
Elvâhu'l-İmâdiyye


Resim

إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İşlerinizde ne yapacağınızı şa¬şırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz” buyurmuştur.
(Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ c: 1, s: 85, hadis no: 213)

Resim---Enes (ra) rivayetle, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ALLAH-U ZÜ’L-CELÂL’den : “Benim her hangi bir dostumu hakir düşüren kimse Bana karşı savaş ilan etmiş olur ve Ben kendi dostlarımın yardımına herşeyden çabuk koşarım ve şüphesiz Ben kızgın arslanın kızdığı gibi onlar için gazablanırım.
Ölümden hoşlanmayan, bununla birlikte benim de kendisine kötülük yapmak istemediğim fakat kendisi için de ölümün kaçınılmaz olduğu mü’min kulumun ruhunu kabzetmekte tereddüd ettiğim kadar yaptığım hiçbir işte tereddüd etmem. Mü’min kulum Bana kendisine farz kıldığım şeyleri edâ etmekte yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşmaz. Mü’min kulum nafilelerle Bana yakınlaşmya devam eder durur. Nihayet Ben onu severim, onu sevdim mi onun işitmesi, görmesi, dili, eli olurum. Onun destekçisi olurum. Benden bir şey isterse verirrim. Bana duâ ederse duâsını kabul ederim, Mü’min kullarım arasından benden ir türlü ibadette bulunmayı ister ve Ben çok iyi biliyorum ki eğer o ibadet türünü ona verecek olursam, bu sefer ucb (kendini beğenmek) ona gelir ve onun o amelini ifsad eder.
Yine Mü’min kullarım arasından ancak zenginliğin kendisini düzelttiği kimseler vardır ve eğer Ben onu fakir kılacak olursam, fakirlik onu ifsad eder. Aynı şakilde Mü’min kullarım arasından ancak fakirliğin islah ettiği kimseler de vardır. Onları zengin edecek olursam, zenginlik onu ifsad eder. Ben kullarımı, onların kalblerini bildiğime göre tedbir ederim. Şüphesiz ki Ben her şeyi çok iyi bilenim, her şeyden haberdar olanım.”

Daha sonra Enes şöyle dedi: “ALLAH’ım! Ben ancak zenginliğin kendilerini isalah ettiği Mü’min kullarındanım. Rahmetinile Sen beni fakir kılma!”
(Hakim et Tirmizî, Nevadirü’l-Usul II-232; Heysemî, Mecmau’z- Zevaid II-248, X-270; Taberanî, Evsat I-92; Beyhakî, Es Sünenü’l- Kübra III-346)

Resim---Bir hadis-i kudsî de ALLAH celle celâlihu : “Kim benim bir velîme/dostuma düşmanlık ederse bana karşı savaş açmıştır.Kulum bana ancak emrettiğim ve farz kıldığım ibadetle yaklaşır. Ve devamlı nafile ibadetlerle bana yakın düşer. Öyle ki ben de onu sevmeye başlarım. Onu sevince de, duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür." buyuruluyor...
(Buharî, Rikâk,38-650, İbn Mâce, Fiten, 16; Begavî, Şerhu’s-Sünne, 1/142; İbn Teymiye, el-Furkân, 7)

Resim---Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı aklettiği kalbi, konuştuğu dili olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü''min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." (Buhârî, Rikak 38.)

Ben saçı sakalı ağarana süal sormaktan utanırım:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHu teÂLÂ, yemin ederek, "Müslüman olarak ihtiyarlayana azab etmekten haya ederim!" buyurdu. ve Resulullah efendimizin ağladığı görüldü. Sebebi sorulunca: “ALLAHu teÂLÂ, kendisinden haya ettiği halde, Ondan haya etmeyen kimseye ağlıyorum” buyurdu.
(Beyhekî)

Dikkat: Burada bildirilenler kul hakkı ve farz borçları hariç diğer günahlar içindir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAHu teÂLÂ buyuruyor ki: İhtiyarlık, nurumdur. Nuruma narımla (Cehennem ateşiyle) azab etmekten haya ederim. O halde siz de benden haya edin!.” buyurdu.
(Ebu’ş-şeyh)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hak teÂLÂ, müslüman olarak ihtiyarlayana azab etmekten haya eder.” buyurdu.
(Hatib)

“Ben saçı sakalı ağarana süal sormaktan utanırım!”:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hak teÂLÂ, Müslüman olarak ihtiyarlayana, azab etmekten hayâ eder.” Buyurdu.
(Hatib)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ALLAHu teÂLÂnın, yemin ederek: "Müslüman olarak ihtiyarlayana azab etmekten hayâ ederim!" buyurduğunu bildirdikten sonra, ağladı. Sebebi sorulunca: "ALLAHu teÂLÂ, kendisinden hayâ ettiği halde, Ondan hayâ etmeyene ağlıyorum!" buyurdu.
(Beyhekî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizden önceki ümmetlerde kendilerine (Allah tarafından ) söz söylenen (ilham edilen) kimseler vardı. Eğer ümmetimden de biri varsa o mutlaka Ömer’dir” Buyurdu.
(Müslim, c. 2, s. 1864, Hn. 2398. Buharî, c. 4, s. 149, Tirmizî, c. 5, s. 622, Hn, 3693, Çağrı yayınları).

“Yemen tarafından bana bir Rahmanî nefes geliyor.” demiş.
Veysel Karanî Hazretlerinin kokusunu almış.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İzâ tahayyertüm fi’l umuri, festaînu min ehli’l - kuburî! Başınız sıkıldığı-Hayrette kaldığınız zaman kabirlerden yardım isteyiniz”
(Ziynetü'l-Gulub, Sayfa: 73)

Yemen’deki yanımda!” ve dönüyor diyor ki: “yanımdaki Yemen’de!” Yemen Hadisi meşhur:

“İnnî le-ecidü nefessu 'r-rahmân min kıbeli 'l-“Yemen”:


Resim---Resûlullah sallallâhuu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum." Buyurdu.
(Gazzalî, İhya: 1/104; 3/222; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid: 10/55; Aliyyu'l-Kârî, Kübra: s.154; Aclûnî, Keşf: 1/304.)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum." Buyurdu.
(Ahmed b. Hanbelî Ebû Hureyre'nin hadisi olarak rivâyet etmiştir. Bu hadisin râvileri sika/güvenilir kişilerdir.)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "İyi bilin ki; îman Yemen'e mensubtur. Hikmet, Yemen'e mensubtur. Ben, RABBinizin nefesini Yemen tarafından buluyorum." Buyurdu.
(Hafız Heysemî ise Mecmeu'z-Zevaid' de (10/55-56) Ebu Hureyre'den, İ.Ahmed, müsned)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen tarafına sırtını döndüğü bir sırada şöyle buyurmuştur: “Ben RAHMAN'ın nefesini işte şuradan duyuyorum.” Buyurdu.
(Seleme b. Nufeyl es-Sekûnî'den, Beyhakî; Bezzâr, afifler)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen'e işâret ederek: ''Ben Rahman'ın nefesini işte şuradan duyuyorum" Buyurdu.
(Taberanî, Mu'cemul-Kebir)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “"Îman, Yemen 'e mensubtur. Hikmet, Yemen'e mensubtur. Ben, Rahman'ın nefesini Yemen tarafından buluyorum" buyurdu.
(Taberanî, Musnedu'ş –Şamiyyîn’de Ebu Hureyre'den)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RABBinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum" buyurdu.
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, Ebu Hüreyre'den)

حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ وَسَمِعْتُهُ أَنَا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ قَالَ ثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ قَالَ حَدَّثَنِي الْوَلِيدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ الْمَعَافِرِيُّ قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بِشْرٍ الْخَثْعَمِيُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
قَالَ فَدَعَانِي مَسْلَمَةُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ فَسَأَلَنِي فَحَدَّثْتُهُ فَغَزَا الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
Resim---MuhaMMed b. Ebî Seybe, Zeyd b. el-Hubâb’dan, o, Velid b. Muğire el-Meâfirî’den işitmiş, Velid b. Muğîre Abdullah b. Bişr el-Has’amî’den o da babasından işittigine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: “Leteftahannel kostantiniyye vele ni’mel emîru emîruha Vele ni’mel ceyşe zalikel ceyşu:Kostantiniye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” buyurmuştur
(Buhârî (öl. 870), et-Târih’u’l-Kebîr; Ahmed b. Hanbel (öl. 855), Musned: Taberânî (öl. 971), el-Mu’cem’u’l-Kebîr: İbn Kani (öl. 962), Mu’cem’u’s-Sahâbe;Hâkim en-Nişaburî (öl. 1014), el-Mustedrek Alâ’s-Sahihayn; Bezzâr (öl. 905), Musned.)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne mübârek askerlerdir.” buyurmuştur.”
(El-müsned Ahmed bin Hanbel c/4. sf: 335. Câmiu’s-Sağir. c/2 Sf: 104)

Onun için “oruçlunun ağzı bana” Cenâb-ı ALLAH diyor: “Bana reyhan kokusundan daha mübârektir!” diyor.:

Resim---Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah şöyle buyurdu:
“Aziz ve celil olan Allah ‘İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim’ buyurmuştur. Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in (s.a.v.) canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”

(Buhârî, Savm 9; Müslim, Siyam 163)

Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, oruçluyken akşam oldu mu şu mübârek eline: “Ne güzel tastır”der imiş. Şu ele sağ ele kor, şeyini orucunu bozar:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin; çünkü şeytan, sol eliyle yiyip içer, sol eliyle alıp verir.” buyurdu.
(İbni Mâce)

beni Rabbım doyurur:

Resim---Abdullah İbn Ömer (radiuallahu anhu)'dan rivayet edilmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, visal ara vermeden peşpeşe iftarsız oruç tutmayı yasakladı. Sahabiler: “Fakat sen de ara vermeden peşpeşe iftarsız oruç tutuyorsun” dediler.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben, sîzin gibi değilim. Çünkü ben Rabbim tarafından doyurulurum ve su içirilirim” buyurdu.
(Buhârî, Savm 48; Ebu Dâvud, Savm 24, 2360; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/21, 23, 102, 112, 128, 143, 153)


Resim

Kur'ân-ı Kerim okunurken: “Susun! Dinleyin!” farzdır emri ondan çıkmıştır. Çünkü Kur'ânı okuyan, insan dilidir oğlum insan dilidir:

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Resim---Lâ yemessuhû ille’l- mutahherûn (mutahherûne).: O (Kur'an)'a ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir.” (Vâkıa 56/79)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 44” sayfasına dön