Münir Derman (k.s) Sohbetleri » SOHBET - 41

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir Derman (k.s) Sohbetleri » SOHBET - 41

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ve HAMD!.

Bedduâ eder etmez Buğdayı muğdayı hepisi tahta olmuş her şey.
Demişler:
Ulan bu şaka değil!
En zenginleri demiş:Ağalar, peygamber bu, biz bir hatâ ettik kızdırdık bize bedduâ etti, şöyle hareket edeceğiz;
Mehmet Ağa senin elinde ne kadar pirinç var?

Beyim 20 çuval
Mâbede!
Sende ne var?
1 teneke nohut
Götür!
Sende ne var?
3 teneke yağ var
Götür!
Sende ne var?
Vallâ Bende bir şey yok, bir avuç arpa var!
Götür!
Bütün millet ne yiyecek varsa mâbede koymuşlar.
Toplamış önüne o Büyük;

Ağam demiş bak ben hepinizin zenginiyim ben. 1000 çuval pirinç koydum, 500 de koyunum var. Yemeyeceğim her gün bir kazan pişecek bundan birer kepçe yiyeceğiz ya tahammül edersiniz ya etmezsiniz. Etmezseniz kafanız gider!
Peki!demişler.
Hepisi zengini fakiri 5 sene tahammül etmişler buna.
6 sene kıtlık hiçbir şey kalmamış şeey etmişler, hiçbir şey kalmamış.
Yoksulluk, ne hayvan var ne de bir şey!
Büyük kabaklar vardı eskiden.
O kabağa da sinek konmaz, sinek konmaz.
Demişler ki
bu kabakları keselim baltalarlan kazana koyalım kaynatalım, işte çorba morba yapalım!
Almışlar baltalarıtak tuk!bakmışlar içi buğday dolu.
Vayy anasına!
O kabak, bu kabak derken binlerce kabak hepisinin içi buğday dolu.
Koskocaman bir buğday olmuş höyük gibi.
Sevinmişler, hemen almışlar o taş değirmenlen, ateş yakmışlar felan pişirmişler.
Sevinmişler tabi, 6 sene devam edecek.
Bir parçada o zamânın şeyiyle bir parçada Hazreti Mûsâ’ya götürmüşler.
Mûsâ:
Nereden buldunuz?demiş.
O da onlar gibi şey..
Demişler:
Yâ Mûsâ kabakların içinden çıktı!
Allâhuekber!demiş.
2-3 yıl geçmiş aradan yine onlar gelmişler:

Yâ Mûsâ epey buğdayımız var bize 6 ay devam eder ama 6 ay sonra yine açız biz. Tûr’a çıkıp duâ et de Cenâb-ı ALLAH hiç olmazsa bir yağmur versin de şunları ekelim!
Kalkmış gitmiş:
Yâ RABBi demiş kabakların içinden buğday çıktı ümmet bundan ekmek yaptı yedi. Daha kıtlık devam edecek, 6 ay ancak yiyebilirler müteakib zaman içinde. Sen rahmetini esirgeme de bunları eksinler!
Hâyır Yâ Mûsâ!demiş gelen vahiyde.
Benim onların kabaklarının içini doldurmamın sebebi nedir bilir misin? Onlar zengini fakiri, büyüğü küçüğü birbirine merhâmet ettiler, birbirini sevdiler, benim Rahmân Sıfatımla yarış etiler, ben kimseyle yarışa gelmem onun için kabaklarının içini buğday doldurdum!demiş.

Biz birbirimizi sevmiyoruz beyim!
Ahaa bu kıtlık bundan!

Yâ RABBi yağmur!
Sen çöle git Yâ Mûsâ! Orada benim bir kulum var ona söyle, o duâ ederse vereceğim!demiş.
Gitmiş bir adamcağız orada Hazreti Mûsâ’yı görünce hemen kalkmış:
Buyur Yâ Rasûlullah!demiş.
Yâhu demiş sen de biliyorsun yağmur yağmıyor 6 senedir, kıtlık var vahiy aldım sen duâ edecekmişsin Cenâb-ı ALLAH böyle vahyettidemiş.
Dönmüş başını iki damla yaş gelmiş gözünden adamcağızın, cebinden bir mendil çıkarmış şöyle bir toprak bir kabın içinde sünbül yetiştirmiş adam, sünbül.
Sünbülün üzerini örtüvermiş, şöyle kapatmış setretmiş onu.
Eder etmez şöööyle yaşlı gözlerini bir semâya kaldırmış.
ALLAH semâda değil. En lâyık temiz yer orayı gördüğümüz için göğe bakarız oğlum, hikâye bu!
Mûsâ ağlayarak dönmüş gelmiş.
Girmiş işte kulubesine felan neyse tazarru etmiş :
Yâ RABBi demiş ne hikmettir?demiş.
Yâ Mûsâ demiş o kul var ya o senin hani duâ et dediğin o dünyâda bir sünbülü sever, başka hiçbir şeyi sevmez” demiş. “Onu da örttü.
Yâni Yâ RABBi Sen eğer o şeyi vermeyeceksen sevmeyeceğim bunu.
Eğer o sünbülü de sevmeyeydi Yâ Mûsâ, İzzetim hakkı için kasem ederim ki:Kıyâmeti kopar Yâ RABBi!deseydi Kıyâmeti koparırdım!demiş.

Onun için böyle insanlar eksik değil, vaktimizin sahâbeleri mahabeleri de.
Şöyle bir Muhammedî olsa iki yüz elli bin kişiyi kurtarır bu.
Aha böyle insanlar varda onların yüzü suyu hörmetine kalıyoruz.
İyilik yaptı mı nerden geldiğini bilmez, meselâ şimdi şunun yarısı bana haram olur yarısı size helâl olur hiç belli olmaz.

Biraz garib ama, benim gibi mütekaid birisi müracaat etmiş şeye, 3-4 aydır maaş alamamış, kirada da oturuyor 4-5 çocuğu var.
Ev sâhibi de aksi bir herif:
Parayı ver illâ!
Getireceğim işte!
Bakkaldan da alamamış, bilmem hiç kimseden bulamamış.
Çocuklar aç yatmışlar o gece.
Almış zarfı eline, biraz da sapıtmaya başlamış.

Yâ RABBi demiş başlamış, benim hâlim mâlum demiş, kimseden isteyemiyorum, ev kirâsı böyle, bakkal böyle, çakkal böyle, Yâ RABBi bir yerden bana bir 300 lira gönder de haa şu borçlarımı ödeyim bir emekli maaşımı alıncaya kadar!demiş.
Zarfa koymuş, arkasına adresi yazmış üstüne de
Hazreti ALLAHdiye yazmış.
Birde pul almış gitmiş posta kutusuna atmış.
Çok enterasan bir hikâyedir, herkes kendisine göre bir şey çıkarır.
Aha buraynan değil elindekiynen.
Postacı gelmiş saat 4 de torbaya koymuş almış götürmüş postahâneden tevzii edecek.
Felan mahallenin filan mahallenin merkez postahânesinden.
Köprü Başındaki bir yerden atılmış bu şey, mahallesi ora
Hazreti ALLAH
Ulan bu da nedir?
Posta şefine girmiş:
Efendim böyle bir mektup geldi biz nereye verelim!
Getir bakayım demiş herhalde bu delidir.
Şöyle bir şeyi sokmuşcırt cırtaçmışlar mektubu.
Bakmışlar gözleri dolmuş heriflerin.

Yavv demiş Hasan sen ver 5 lira, Mehmet 10 lira, 25 lira!
Neyse toplamışlar para aralarında, şefe de gitmişler şef de 10 lira vermiş, 200 lira bir para toplamışlar.
Merkez Postahânesindeler:
O mahallenin yakınına bir havâle verindemiş.
Adresi var ya 200 lira bir posta havâlesi vermişler bu adama.
Kâğıdı alır almaz postahâneye gitmiş, imza atmış almış. Nerden geldiğini bilmiyor ya, postacı da bilmiyor.
Getirmiş ev sâhibine demiş ki:
Ağa sana 3 aylık borç var ama 200 lira geldi. Sen şu 2 aylığı al 50 şerden 100 lira al, 1 aylığı sonra veririm. İşte bakkala da makkala da, biraz para kalmış elinde biraz et almış, ekmek almış, reçel meçel, çocuklar doymuşlar, sevinmişler o gece rahat.
Gece yine kalkmış namaz kılmış
bir mektup daha yazayımdemiş.
Yâ RABBi demiş gönderdiğin, nasib ettiğin parayı aldım demiş 200 kâğıt, çok teşekkür ederim demiş. Bu mektubu yazmamdaki sebeb hem hamd ve şükrümü bildirmek hem de sana bir hakîkatı bildirmek için demiş, ben senden 300 kâğıt istedim sen demiş eksik göndermezsin bilirim, belki de fazla gönderirsin demiş. Ama demiş elime 200 kâğıt geçti, muhakkak o deyyus postacılar 100 kâğıdını aşırdılar!demiş.

Bunu şimdi düşünürsün, iyilik nerden geliyor?
Nankörlüğümüz de var haa nankörlüğümüz!


(Câmi cemaatından birisi soru sormakta:Ne zaman hamd edelim ne zaman şükredelim ikisi de aynı mıdır?”)

Şimdi Efendim şükür, dâimâ ni’met ve İkrâm-ı Rabbâniyyeye karşı duyulan minnet ve mahcûbiyetin ifâdesidir.
Cenâb-ı
ALLAH’ın ni’metlerine karşı:Yâ RABBi bana ne kadar ni’met verdin ben mahcub oluyorum.
Bu mahcûbiyetten duyulan hisse karşı boynunu bükmek şöyle yapmak. Şükür bu işte!
O halde şükür, dâimâ ni’met ve İkrâm-ı Rabbâniyyeye karşı duyulan minnet ve mahcûbiyetin ifâdesidir.
Şükrün ifâdesinde, bir insan
Çok şükür!derse bu ifâdenizde; tekrârının, devâmının ve fazlalaşmasının arzu edildiği gizlidir.
Yâni
Yâ RABBi bu benim hoşuma gitti, iyi bu iş, buna bir devam edelim!demektir, değil mi? Şükür bu..
Hamd ise:
Bu kadar kâfiiii!demektir.
Fazlasını arzulamam kanaat hudûdundan 1 santim ilerlemesini istemiyorum! Beni bu hâlime bırakın!
O halde mesâib ve belâyeye karşı en büyük silahtır hamd!
Zelzele oldu bitti:
Elhamdulillahhhhderiz.
Kurtulduk çok şükür!yok!
Şükürde devam vardır ama biz söyleriz.
Biz tekerlek gibiyiz
patt kütt, patt küttü!
Birbirine karıştığı için bizimki de olur.

Hamd edilecek yerde şükür yapmak, şükür edilecek yerde Hamd etmek câiz değildir.
Ama birisi çıkacak: “câizdir!” diyecek öyle de olur, biz de böyle diyoruz.
Hem de tehlikelidir ağam!
Nasıl tehlikeli.
Hallac-ı Mansur çıkmış:
Ene’l-HAKK!demiş kafasını vurmuşlar.
Cüneydi Bağdâdi ile Şiblî’ye sormuşlar, onlar Mâliki’ydiler


ALLAH nerde?demişler.
Şiblî demiş ki:
Cübbemin altında!
O’nun kafasını vurdulardemişler.
Fî mahfazati şer’iyyidemiş.
Şeriatı muhafaza için kafasını vurduk!demiş.
Şimdi şuradan bir çocuk şıksa birisi, çırçıplak çıksa, bağırsa kimse aldırmaz, ama birimiz çıksak polis yakalar çıldırdı diye Hükûmet Tebâbetine, doğru Bakırköy’ü buldurur.
Onun için tehlikelidir.

Elhamdulillah!diyen bir kimse:
Yâ RABBi kudretlerin kaynağı Sensin, her şey senin arzunla mümkündür. Ben hâlime râzıyım belâya da saadete de, beni bu hâlimi aratacak hâle sokma!demektir.
Elhamdulillah çok şükür!demek iseHâlime râzıyım, bu hâlimi bana aratma! Yâ RABBi teşekkür ederim!demektir.
Beni, Seni tanıyan yarattın bundan dolayı hamd ederim, fenâ bir kul, âsi-münkir bir kimse yaratabilirdin bu bana kâfidir!
Hamd, bütün belâyanın önüne sedd çekmektir.
Çok ince haller vardır.
Hamd veya şükrün hangisini yapmak lâzımiyetiyle hatâya girebilir insan.
Bundan dolayı bu hatâları yok etmek için istiğfar yapmak lâzımdır.

Ben bilemedim, kestiremedim, niyetim hâlistir. Fakat Senden istemek edebini kul olduğum için lâyıkıyla anlayamıyorum bundan dolayı hatâlarımı bana bağışla" demektirEstâğfirullah!
Onun için Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de her gün 70 defa:Estâğfirullah! Estâğfirullah!buyurmuştur.
Estâğfirullah!dediğimiz bu mânâdadır.
Estâğfirullah!mü’min için, elbisene bakarsın toz var ya aha üzerine yapışan, senin elinde olmayan günahlardan temizler insanı.
Onun için günde 70 defa
Estâğfirullah!fırçasıdır.
Bir yerine yağ damladı onu ya sabunlan yıkayacaksın ya benzinlen onda tevbe lâzımdır.
Birde buradan aşağı yağ damladı onu evde çıkaramazsın JET’e vereceksin 6 verirsin, şimdi 10 lira oldu tabi, verirsin orda temizler verirler sana.
Bir de Nasuh Tevbesi dediğimiz var, onlar tevbe bahsinde anlatılır.
Bir de hani kovboy pantolonları var, boyacılar geliyor her tarafı karma karışık olmuş leke kıyâmet onu götürürsen JET şeyine:
Ohoo, oğlum temizlenmez bu!der.
Yok kaç paraysa al!
Temizlenmez!der.
Herif kızar seni de döver, seni de fırına atar işte.
Bir de öyle günahlar vardır ki onun içinde öyle tevbeynen mövbeynen olmaz o, işte demin dediğimiz cehenneme gidip orda güzelce temizlenir.

Hamd, her halde cesedin haykırışıdır, cesed içindir.
Ruh bir şeyden korkmaz oğlum.
Ruh cesedde olduğu için korkar.
Siz evinize gidiyorken belinizde tabanca, elinizde baston olunca köpek de bağırsa temkinlen gidersiniz.
Fakat küçük çocuğu gönder:
şurdan bana sigara al!desen çocuk şarkı söylemeye başlar korkar, ıslık çalar korkusundandır, cesedin korkusudur o!
O halde Hamd, cesedin haykırışıdır.
Şükür, Rûhun haykırışıdır.
Hamd ile azab ve cehennemden kurtulur insan
Şükür ile cennete girer.
Ni’met ve İkrâm-ı ilâhiye bilâ istisnâ her canlı, insan, hayvan nebat mazhardır.
Hepimizin rızkını veriyor.
Dinsizin de îmansızın da, müslümin de veliyullahında hepisinin Cenâb-ı
ALLAH rızkını veriyor.
Bu mü’min değildir diye güneşi esirgiyor mu ondan?
Yok!
Ektiği patatesi çıkartmıyor mu?
Yemek yiyeceği zaman boğazına sokmuyor mu?
Nefes aldığı zaman hava “ben girmeyeceğim” diyor mu?
Yok, bunları veriyor.
Akan ırmak, herkese su veririr.
Güneş, herkese sıcaklık saçar.
Rüzgâr, herkesi okşar.
Bu ni’metlerden dolayı bunu vereni bilmese bile o ni’metlerden verdiği telezzüzden dolayı insanın yüzü güler.
Nebatların yaprakları canlanır su döküldüğü zaman bu bir nevi
Oh!demektir.
Hayvan su içer, doyar kuyruğunu sallar.
Kuş öter, bunlar bir nevi
Oh!demektir.
İşte Cenâb-ı
ALLAH yarattıklarına HAMDı öğretmek için Rasûli Ekremi göndermiştir.
Bunların İlki ve Sonu hamd edici olan Sallallâhu aleyhi ve sellemdir.
Hamdi yaratılan her mahlûka öğreten O dur.
Onun için şükrü ruh ezelden bilir, daha dünyâya inmeden.
Hamd, sonradan öğretilmiştir.
Şükür doğrudan doğruya
ZÂTULLAH’a râcidir.
Daha insan şekline girmeden rûhun
çok şükür Yâ RABBi!
HaniElestu biRABBikumhikâyesi var ya oraya râcidir.
Şükür, doğrudan doğruya
ALLAH’a râcidir.
Hamd, onu tanıtan, yalvarma edebini öğreten Rasûlullah dan
ALLAHu zu’l-Celâl’e çevirir.
Onun için hamd ederken, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e salavât-ı şerife getirmek lâzımdır.
Dünyâda Hamdi iyice öğrenmeden örseleme, şükürde kal!
İkisinin arasında şeytan seni bocalatırsa sabırda kal!
Hem de hududsuz sabırda.
Sabırda hazîneler gizlidir.
buğday 8 ay toprak altında gizlenmeye sabrettiği için azizliğine doğmuştur.,
Sedef, aza kanaat ettiği için sabra kavuşmuş ALLAH içini İnci’yle doldurmuştur.
Rasûl, aza kanaat ettiği, kanaat âbidesi olduğu için “Rahmetenli’l-Âlemîn” ba’s olunmuştur.
Sabırda kanaatta Rahîm Şefik olan ALLAHu lem yezel gizlidir.
Bu sıfatlara bürünene: “Size şah damarlarınızdan yakînim!” diyen ALLAH görünür.
Hamd, âhiret kapısında biteeer.
Şükrü ise diğer âlemde de vardır.
ALLAH’ın Mağfiret Deryâsında yegâne eriyen şey ŞÜKÜRdür.
Diğerleri erimez Mağfiret Deryâsı tarafından kabul edilmez.
Şeker suda erir.
Zeytin yağında şeker erimediği gibi Şükürden başkası da Mağfiret Deryâsında hiçbir şey erimez.
Hamd, insanı Mağfiret Deryâsında eriyecek hâle hazırlar.
Ve İnsan şükür külçesi hâlinde Mağfiret Deryâsına dalarak eriyip gider saadet-i ebediyyeye karışır.
O zaman Cemâlullah tecellî eder.
O halde bütün ni’metlere maddî ve mânevî şükür.
Mesâib ve belâyaya hamd etmek lâzımdır.
Kuldaki şükrün ifâdesi edeb içinde emirlere büyük bir zevkle itaat, sonu gelmeyen tatlı bir arzu istekle ibâdet, tattır.
Hamdın ifâdesi mey’us olmadan rızâ, tahammül ve sabırdır.
Şükrün menzili, en küçük dereceden en büyük derecelerine kadar dâimâ doğrudur.
Zîra ruhlar arza inmeden önce kendilerine Tâlim edilmiştir.
Ruhların arza indirilmesindeki Murâd-ı İlâhî, Hamdi öğrenmeleri içindir.

Hamdi öğrenmelerini niçin istedi?
Rasûlullah’ı tanıtmak için.
Hamd menziline gidilirken bu yolu dolduramayanlar yuvarlanırlar.
Şükrü hakîki olup olmadığını hamdin mevcûdiyetiyle isbat ederler.
Hayır ve şer
ALLAH’tandır.
Hayır, şükrün yerine varması ile gönderilen, ardı arası kesilmeyen mağfiret-i subhâniye’nin lem’â ve akisleridir.
Şer, hamdsizliğin mukâbilidir.
Ateşe elini sokmayan nasıl elini yakmazsa, hamd edene de şer gelmez.
Ateşe elini sokanın eli nasıl yanarsa, hamd etmeyene de şerrr öyle gelir.
Bunların istinâsız kânun-u ilâhî oluşundandır.

Hayrihi ve şerrihi minallâhi Teâlâ
Hayır ve şerr ALLAH’tandır.
Cümle-i celîlesi bildirilmiştir.

Hayrihi ve şerrihi minallâhi Teâlâ
Âyet değildir bilirsiniz, İmâm-ı Âzam hükmünün formülüdür.
Cümle-i celîle dedim de orda
, ALLAH’ın İsmi olduğu için Cümle-i celîle.
Şimdi biz birisi sorsa :
Efendim Cümle-i celîle niye dedin âyet-i Kerîme mi var?
Var yaa!
Hazreti Debbağ Hazretlerine şiir okumuşlar, şiirinen karışık bir âyet-i kerîme bir hadis,
İlm-i Berakat kendi şeyi.
Mübârek, Ummî idi Hazreti Debbağ.

Bu âyettir, bu değildir, bu hadistir, bu değildir, bu hadis-i kudsîdir…demiştir.


Resim

Hükümet Tebâbeti: hükümet Doktoru.
Belâya: (Belâ. C.) Musibetler. Afetler. Beliyyeler. Belâlar.
Mesaib: Musibetler. Güçlükler.
Telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
Râci’: (Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden. Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik. Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.
Mâbed: (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
Müteakib: Sıra ile, birbiri arkasından gelen.
Setr: (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Tazarru: Bir şeye gizlice yaklaşmak. Kendi kusurlarını bilip kibirden vaz geçip tevâzu ile yalvarmak.
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. Bulunmaz derecede az olan şey.
Mütekaid: Tekaüd olan. Emekli.
İkrâm: Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek. İltifat olarak bir şeyler vermek. Bağış. Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât. Allah'ın lütfu ve ihsanı.
Câiz: Mümkün, olur, olabilir. Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
İmam Mâliki: (Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Temkin: Ağır başlılık, usluluk. Ölçülü hareket sâhibi. Vakar, izzet. İktidar, kudret. Birini bir şeye muktedir kılmak. Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. Tedbir, ihtiyat.
Mazhar: Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
Nebat: (C: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. Yemen diyarında bir kabile adı.


Nasuh Tevbesi:
Nasuh: Hâlis. Temiz. Kesin, kat'i. Çok nasihat eden.
Nasuh: Yapılan hatâlardan vazgeçmektir. Bir daha günah işlememeye azm etmek, murâd etmek ve gayret etmek demektir.

"Nasuh tevbesi" hâlisen ALLAH celle celâluhu için, şâibelerden (hata) temiz olarak yapılan tevbe demektir. Nasuh, nasihat kökünden türemedir. Günahtan kalbi bir karartı bırakmayacak şekilde temizleme, hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedâvi etme, îman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama demektir.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tevbeden bahsedince, Nasuh tevbesinin ne olduğunu soran Hz. Muaz bin Cebel’e (ra) buyurdu ki:
Tevbe-i Nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, ALLAHu Teâlâ’dan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.
(Beyhakî)

Hasan-i Basrî’ye (ra), nasuh tevbesinin ne olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir:

Kalp ile pişman olmak,
Dil ile istiğfar edip Allah’tan (cc) affını istemek,
Azalarla günahları terk etmek,
İçten bir daha günaha dönmemeye karar vermektir.

Resim

Ebu Hureyre(ra)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:" Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle derken işittim:" ALLAH'a yemin olsun ki ben günde yetmişten fazla ALLAH'tan bağışlanma dileyip, O'na tevbe ediyorum "
(Buhari)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tevbeden bahsedince, Nasuh tevbesinin ne olduğunu soran Hz. Muaz bin Cebel’e (ra) buyurdu ki:
Tevbe-i Nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, ALLAHu Teâlâ’dan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.
(Beyhakî)

Resim

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُكَفِّرَ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَى بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ


Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihe'l-enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vaĞfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun) :Ey îman edenler! Samîmi bir tevbe ile ALLAH'a dönün. Umulur ki RABBiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, "Ey RABBimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kâdirsin" derler.
(Tahrîm 66/8)


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne) : Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.
(Enbiyâ 21/107)

Resim
Cevapla

“SOHBET - 41” sayfasına dön