Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-38

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-38

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ANAM ve 70.000 TEVHİDi!..
...
“Ama hadis var efendim!”
Var benimde ezberimde, peki Hoca Efendi ne olacak bu hadisi yalan mı? Hâşâ sümme hâşâ.
“Dünya, mü’min için Cehennemdir. Kâfir için Cennettir.”
“Niçin?”
Ne veriyorsunuz, hadis yanlış değil. Cehennem Hikayesi burda.
Mü’min ALLAHa müştak olduğundan, O’na âşık olduğundan bir an evvel gitmek istiyoruz, kavuşmak istiyoruz, onun için dünya sıkıyor seni. Yoksa Cenâb-ı ALLAH mü’mine nasıl Cehennem yapar.
Anlaşıldı mı hikayeyi yanlış anlama haaa!
ALLAH azab vermez. Bakın ne diyorum “Gafuru’r- Rahîmimim!” diyor onlara diyor mü’minler için “Yâ eyyühellezine âmenü” diyor inananlara. “Yâ eyyühennas” demiyor.
İşte bu hal Cehennemdir. Bu endişe, ALLAH’a kavuşmak bir an evvel endişesi insana Cehennem azabı verir.
Öteki kavuşmak istemez çünkü sopa yiyecek, hayvan herif!
Onun için Cennettir kalırsa burda daaha rahat.
Öteye gitti mi tokmak yiyecek tokmak oğlum.
Nasıl ister demir ister, tokmak var öyle gümbür gümbür yiyor.

Şimdi: “Peki bizim duamız niye kabul olmuyor? Biz onlar gibi niye refahta değiliz? Niye biz o kadar zengin değiliz? Efendim şöyle!”
Efendimi mefendimi yok! Kur’ân-ı Kerim bize inmiştir, kullar için inmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de dünyaya ümmeti için bütün kâinâttakı iki ayak üstünde yürüyen insanlar için teşrif buyurmuştur.
“Peki biz de rahat edelim. Niye onların var da bizim yok?”
Efendim sorarsan bir iki Beye: “Efendim eskiden işte bir hırka, bir bilmem ne haa!”
Muhiddin Arabî’den felan, çekilmişler postun başına miskinlik yapmışlar, ötekiler ondan ilerlemiş. Hangi miskinliği..
Senin bütün dünya teleskoplarını çevirsen, Muhiddin Arabî şöyle gözünü baktı mı Utarit Yıldızına gider. Sen ne konuşuyorsun ağam!

O halde biz elimizi kaldırdığımız zaman duamızın kabul olmasını.
Kur’ânda var: “Dua edin vereyim!”
Peki hadi: “Ben bunaldım Yâ Rabbi! Hakikaten bunalma içindeyim. Borcum var, şunum var, bir yerden bir kapı aç Yâ Rabbi!”
Kabul olmuyor yok!
“Efendim sabret!”
Teneşir’-i Musallaya kadar mı sabredeceğim. Bunun sebebleri var.
Cenâb-ı Peygamber bir hadiste diyor ki: “Bir memlekette zekat verilmedi mi o memlekette kıtlık başlar!”
“Niçin?”
Zekat, ALLAH sana para veriyor, mal veriyor diyor ki:
“Al bunu ben veriyorum. Benim verdiğime acaba hakikaten inanıyor musun, inanmıyor musun?”
“Efendim inanıyorum nasıl inanmayım?”
“O halde kırkta birini (1/40) dağıt bakalım!.”
“Ulan kırkta biri çok, 300.000 lira kazandım, kırkta biri şu kadar. Yok ulan biraz kısaltıyım!.”
Hani ALLAH verirdi. Şirk koşuyoruz.
Bu şirkler birleşti mi tövbeyle de götürmez.
İşte tövbe, aha bunu silmez, bu fikre saplandırmaz insanı.

Elini kaldırdığın zaman duanın kabul olmasını istiyor musun oğlum?
Ama: “Vız, vızzzz! Efendim evin damı yarım kaldı. Yâ Rabbi damı yap! Efendim İstanbul’a gidecektim 100 liram var. Bir 300 lira!”
Böyle dua olmaz, buna Kepaze Duası derler.
Dua o değil oğlum. Duanın kabul olmasını istiyorsan.
Öyle de dua kabul eder ALLAH, VALLAHi kabul olur:
“Yâ Rabbi bunaldım 10.000 kağıt istiyorum!” de.
“Zırt!” diye kabul eder.
“Nasıl kabul edilecek?”
Usulünü öğreteceğim işte, ama bedava olmaz usülü oğlum.
“Parası ne bunun?” diyeceksin.
Orada şey mi, seccade açıp da para mı toplayacan.
Yoo yoo yoo! Parası şu!
Sonra yakana, yapışırım haa yakana yapışırım.
Cin, peri gibi gece gelir uyurken yapışırım yakana, yapacaksın bunu, aha parası o!
Burdan çıktın mı: “Ben bunu yapacağım” diyeceksin.
Bu işlerin ben binde birini bile söylemiyorum.
Demin dediğim gibi her kulak almaz bunu, şüpheye girer.
Vehim göze perdeler de hakikatı göremez olur.
Cenâb-ı Peygamber Efendimizin bir hadisi var diyor ki: “Ben Medineyim Ali’de kapısıdır.” “Ben bir şehirim kale, Ali’de kapısıdır.”
“Ne demek oluyor?”
Bunu 80 türlü kişi tefsir etmiştir.
Bektaşiler şöyle tefsir etmiştir. Bilmem efendim Aleviler böyle tefsir etmiştir. Şunlar, bunlar hep hepisi bir alevi malevi yok! Hepisi İslam oğlu İslam!
Kızılbaş, mızılbaş bunlar lakırtı hepisi bunların İslam, ALLAH’a inanmış!
Ne bu: “Ali Medine’nin kapısı.”
Ali bu, şu Câmi, Medine ise Kapısı da şu.
Cenâb-ı Peygamber olmasa idi Cenâb-ı ALLAH’ı tanımazdık.
Devlet-i İlahîyeden gönderilmiş SEFİRdir.
“Git bunlarınan konuş benim dediklerimi söyle buna!”
Resûlullah’ı onun için göndermiştir.
O halde Resûlullah, İlm-i İlahînin, Ledun İlminin Medinesidir.
Anlaşıldı mı? Bunun kapısı da Ali dir.
“Niye Ali?”
Ali olmasa, giremez mi... Ali burda misaldir oğlum misal, misal, misal! Çok dikkat buyur buraya! Cenâb-ı Ali kerremullahi veche.
Resûlullah(sav) buyuruyor ki: “Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir” diyor. “Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir” diyor. “Niçin ibâdet oldu?”
Cenâb-ı Peygamber, peygamberliğini ilan ettiği zaman:
“ikra biismike rabbikellezi halak halakal insâne min alak” Sûresi indikten sonra geldi.
Hazreti Hatice Vâlidemiz biliyorsunuz ilk İslam olan.
Ali o zaman 7 yaşında yedi yedi yedi! Daha büluğa ermemiş. İlk İslam olandır Ali.
“Namaz kılın!” âyeti, Emr-i İlahîsi geldiği zaman, büluğ yaşı daha başlamadan evvel namaz kılan ilk Ali dir.
Daha Cenâb-ı Peygambere farz olmayan namaz. Anlaşıldı mı?
Ebu Bekir daha kılmamıştır, 40 küsur yaşında başlamış namaza.
Ali Elifinden başlamıştır. Onun için: “O Elifden bana girersiniz” demek.
“Bu ne demektir bu?”
Ulannn bunun demeği yok artık, “Kaza namazlarınızın hepisini tamamlayın” demektir.
Büluğ yaşından itibaren namazlarının bütün kazalarını yaparsan elini kaldırdığın gibi istersen: “On bin lira yediyüz yirmibeş kuruş otuz para!” de hepisi gelir.
“O zaman kapıdan içeri girersin.” demektir, anladın mı oğlum?
Onun için kaza namazlarının hepisini kılmadan nâfile namaz kılmak haramdır oğlum, beyhude nâfile namaz kılmak.
Bütün kaza namazlarını kılıp bitirdikten sonra senin haccında, kelime-i tevhidinde, rızkında, şu da bu da hepisi kendiliğinden gelir..

İmam-ı Azam çok zengindi. Harrardı, hatta ipek satardı.
Abdulkadir Geylanî Hazretleri çok zengin, aha bu hesab.
Onun için kaza namazlarınızı kılın!
“Efendim ben nâfile namaz kılacağım.”
Nâfile zâten nâfiledir de nâfile kılacak.
Nâfile namaz nâfile demektir. Nâfile Hanımın Namazı.
Sen bir defa namazlarını tamamla, hesab defterini tamamıyla doldur da ondan sonra elini kaldır.
“Efendin ben bunları yaptım yine de kabul edilmiyor!”
Edilir oğlum edilir, Yalınız bir küçük kentik vardır orda kırpık!
“Ne o?”
Helâl lokma, helâl lokma sokacaksın ağzına.
Tanrının ihsanına kendiliğinden ulaşmak mümkün olaydı peygamber gelmezdi.
Bir Hadis-i Kudsî de diyor ki: “Biz sırların sırlarını topraktan yarattığımız kulumuza verdik.”
Hepisi senin içindir, Medine’nin kapısı da, Medine de kendin içindedir.

Hazreti Musa zamanında, biliyorsunuz Nil, Kıptîler gittiği zaman suyu aldı mı kan olurdu.
Kıptîler susamışlar artık gidiyor, kan.
Gelmişler İsrâilliden birisine demiş ki: “Sen benim komşumsun, ben Nil den su alıyorum hep kan geliyor sen al da getir.” demiş.
Gitmiş İsrâilli kırbasını, doldurmuş kâseyi su.
İçmişler, kıptiye uzatmış. Hani Firavun tarafındaki adama uzatmış almış eline, kan olmuş. Kendi eline almış su olmuş.
“Olur mu?”
Olur yav! Ben bile bu hokkabazlığı yaparım.
Aha iki tâne bardak buradan beyaz suyu dökeyim buraya burası kırmızı olur, bunu bu tarafa dökeyim mavi olur. İki tâne madde karıştırırsın, o ALLAH’ın maddesini karıştırıyor.
Bunun üzerine “aman” demiş herif kızmış fenâ. “Eee ne yapacağız” demiş.
“Senin demiş elinde bu kap su oluyor sana tabi olayım” demiş.
İsrâilliye tabi olmuş o zaman. Tabi olan kişi, tabi olduğu kişinin lütfuyle dertten kurtulur.
Suyu doldurdu verdi herifin eline kan oldu.
“Su nasıl kan olur suyun haddi mi kan olmak?”
ALLAH’ın emri!. Bu kelimelerin biri iç yüzü vardır biri dış yüzü.
“Efendim böyle, böyle!”
Burnunda nezle olursa misk kokusu da aynıdır o hani fenâ bir şeyler vardır hani çukurlarda, onun kokusu da ona aynıdır.

Resûlullah (sav) Efendimiz buyurmuştur “nasıl oluyor da mü’minler benim sahabem benim yüzümü göremiyorlar!” buyurmuştur.
Nasıl olur resim, resime bakarsın hiçbir yeri oynamaz.
ALLAH dışta olduğu halde hiçbir yeri oynamaz.
Onun için ALLAH’ın sevgili kullarının da yüzüne insan bakamaz, anlayamaz onları.
Şimdi bunları yaptığın zaman, dua yap!
Dua öyle bir şey ki çarpılmış kişiyi güzelleştirir, Şeytanı helâk eder oğlum.
Musanın eline öyle bir silah verdi ki, attığı zaman yılan oluyor.
Bu yılan ne bir dişi yılanın ne bir erkek yılanın sülalesinden gelme yılan haaa, kendiliğinden..

İşte bu asâ, senin bedenindir ağam, kendi bedenin.
Hepimizin BEDENi ASÂsı. Musa’nın Asâsı, bedeni.
ALLAH emri geldi mi onu elinden atıver dışarı at dışarı vücudunu, at da hayrı şeyri bir defa gör. Sonra da tekrar ALLAH emriyle eline al!. “Nasıl?”
Bir velî o kadar riyâzât yapmış ki anlattım size.
Nefsi çıkmış ağzından karşısında, leş yalamağa başlamış köpek gibi.
“Iııhh seni attım demiş içimden kurtuldum.”
Ses gelmiş ona: “Onu içine koy içine, Biz onunla severiz seni.” Bu sözün sonu gelmez...
“O söyledi, bu söyledi, felanca inkar etti!” Sen Secde-yi Rahmânına bak!
Kendine gel de, öteki de inanmayan eşşekleri bırak, otlasınlar kendi kendilerine.
Apaçık sevmedikleri, her yerde hazır ve nazır oldukları, ALLAH’ı tanımadıkları, ALLAH, ALLAH yine onlarla beraberdir.Hepimize şah damarımızdan yakındır.
“Nasıl görünmez?”
Hani aklını görsene. Amma aklın, dâima seninle beraberdir.
Aklı yaratanın seninle beraber olduğunu bir türlü anlayamaz.
Hâlâ tepinip duruyorsun!. Bu lakırtıların hepisi insanı hayrete götürür.
Zâten bu hikayeler hayret içinde hayretten başka bir şey değildir. Şaşırır insan karşısında…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-38

Mesaj gönderen kulihvani »

Haaa şimdiii, Kaza namazlarını kılın oğlum! Yormadan kendini.
“Yâ Rabbi ben bu günden sonra geçmişte, büluğ zamanına kadar kaza namazlarım var ise onları tamamlayacağım.”
Hatırına geldikçe öğle namazı, akşam namazı kılın!
Bir defa niyet et, ondan sonra her gün 70 defa: “Estağfirullah! Estağfirullah!” de.
Sonra sokakta zâten hepiniz abdestli geziyorsunuz.
“Kul euzular” var ya. “Kul euzu bi rabbül felak, Kul euzu bi rabbinnas”
“Ne çıkar?” deme oğlum!
Hani başı ağrır da Aspirin Bayer geçirir başı ya.
Ateşin çıkar da penisilin düşürür ateşi ya.
Miden ağrır da karbonat geçirir ya.
VALLAHi onlardan daha çok te’sirlidir bu, her şeyden.

Resûlullah’a büyü yapmıştırlar.
Cebrâil geldi. “ALLAHümme erkaik.”
Erkaike, Arapça da “Seni afsunlarım!” demek.
Okudu SallALLAHu aleyhi vesellemin Efendimiz.
Kul euzuları sokakta giderken oku, üfüle kendi üstüne.
Ne kadar yaparsan yap! Oku yut, içini temizler.
“Nasıl temizler?”
İşte temizler oğlum, öyle temizler, öyle temizler, öyle temizler ki hanı titiz insanlar olur tertemiz, ondan daha temiz olur.
“Kuleuzuları” oku günde 70 defa “Estağfirullah”

Bir de boş günleriniz çok, sokakta giderken abdestliyiz: “Lâ ilâhe İllALLAH! Lâ ilâhe İllALLAH! Lâ ilâhe İllALLAH! Lâ ilâhe İllALLAH! Lâ ilâhe İllALLAH!” günde 1000 defa getir 70 gün.
Yetmiş günde 70.000 eder. Bunu koy şöyle cebine!
Ben söylemiyorum, Resûlullah! Cebine koy!
“Efendim ben günde 2000 defa yaparım!”
Yap oğlum bana sat! Satılır bu, bana sat!
Paraynan alırım ama kudretim denk gelecek!
“Ben de efendim 1 haftada 70.000 yaparım!”
Getir 70.000 i, 50 kağıt. Ama milyoner olsam, bir milyon veririm.
“Satılır mı?” Satılır!
Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin, sat bana ben alırım.
Anan öldü, baban öldü bilmem ne oldu şu öldü.
Aha ben sana söylüyorum, rüyaya inanıyor musun? “İnanıyoruz.!”

İçinizde benim anamı tanıyanlar var 86 yaşında.
Ölümünden yarım saat evvel dedi ki: “Oğlum dedi ben sana söz verdim ama dedi sözümü tutmayacağım!”
“Ne sözü ana?” Anama dedim: “Etme gitme bu günlerde ölme!” dedim. “Benim zâten sıkıntım var, senden başka kimsem yok!”
“Yok oğlum ölmem!” dedi.
İyi, geziyor, iyi rahat hasta masta ömründe çekti!..
Akşam namazı oldu abdestini aldırdım ona. Yatağında kıldı namazını.
Dedi: “Bana su ver!” verdim suyu.
“Oğlum!” dedi
“Ne var?” dedim.
“Kurban olayım sana” dedi.
“Ben dedi söz verdim sana dedi sözümü tutmayacağım.”
“Ana etme gitme!”
“Valla tutmayacağım.” dedi.
“Etme gitme ana!”
Sarıldı bana kokluyor: “Etme oğlum, ellerini öpeyim!”
“Ana nasıl elimi öpersin ben senin ayaklarını öpeyim!”
Biz epey boğuştuk yani anamla.
“Yok gideceğim yok kalacağım!”
“Oğlum dedi ben 50 senedir dul ananım.
Dedi “oğlum ALLAH sana ana Hakk’ı sormasın!.”
Zâten kırk senedir hizmetindeyim.
Aha burada birisi vardı onun çocukluğundan beri, sabahları kalkar ayaklarını yıkarım, başını tararım, tırnaklarını keserim 15 günde bir.
Hiç bana toz ne o bana kondurdu ne ben ona, öldü gitti.
Müteessir değilim ALLAHa gidecek.
Bu işten emekliye ayrıldım, asıl hikaye o.
Sabah namazına kalkıyorum. Su dökecek yer bulamıyorum.
Ayağına dökeceğim, tırnağını keseceğim, saçını tarayacağım yemeğini yedireceğim.. yok!.. bu işte dokunuyor insana.
Neyse sarıldık: “Ana etme gitme!”
“Ahaaaa!” dedi.
“Oğlum dedi benim dedi bu kadar sene dedi 11 tâne 70.000 im var!” dedi.
“Eee ana!”
“Bunun bir tânesini babana hediye ettim” dedi.
“Birini de ölen ağabeyne hediye ettim” dedi.
“Bir tânesini de kendime hediye ettim!” dedi.
“Peki ana!”
“Geriye kaldı 8 tâne, bunu da sana veriyorum oğlum!” dedi.
“Peki dedim ana!” “Şimdi 8, 7 de bende var, etti 16!”
“Ana!” dedim “Bende sana 5 tâne hediye ediyorum!” dedim.
Bir alış veriş geçti, yine bana 11 tâne kaldı.
Bir de, yatsı okunuyordu falan anam dedi ki: “Oğlum!” dedi.
“Anam!” dedim sarıldı bana kokladı, ben de onu kokladım.
“ALLAHuekber!” dedi kaldı kucağımda.
“Lâ havle velâ kuvvete.”
Yatırdım çenesini bağladım, bilmem ne ettim.
Ama insana bir şeyler oluyor tâbi.
Yaptık bitti felan, gittik mezarlığa gömdük, mömdük.
Orda dedim ki: “Yâ Rabbi dedim anamdan gelme, benden kalma şu 11 tâneyi var ya dedim hepisini anama hediye ediyorum! Ben yine sağsam söylerim bunları!” dedim.
Her gün sabah namazından sonra yağmurlu olmazsa, gidiyorum mezara, okuyup hastahâneye yetişiyorum.
Böyle gittik geldik, gittik geldik.
Bir gece rüyamda gördüm anamı.
Gece namazına kalkmıştım şöyle biraz uyudum: “Oğlum dedi nedir vız vız vız yukarı gelip gidersin!”
Aynen anam işte, anamı tanımam mı yav, bir ay evvel gömdüm.
“Oğlum vız vız ordan kalk evden teee tepeye gel ondan sonra hastahâneye git, nedir bu?” dedi.
“Eşşeklik etme, gelme dedi daha ben çok rahatım!” dedi.
“Yeşil bir şey giymiş ayaklarında terlikleri başında da yaşmağı yine aha bu.”
Bunu ben nerden uyduracağım. Birisi sinemâ mı soktu kafama…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-38

Mesaj gönderen kulihvani »

Oğlum 70.000 yap, yap, yap!
Ben paraynan satın alırım. Bunlar çok iyi şeylerdir.

Şimdi ağam, bak buraya bir şey koymuş arkadaşımız.
“Hamd ve Şükür.” Hamd etmek, Hani “Elhamdulillâaah çok şükür!” deriz.
İslamda hamd ve şükür çok büyük bir şeydir. “Ama ne kadar büyük?”
Elhamdulillâh çok şükür yok öyle, öyle Elhamdulillâh!
Hamd ve şükür! Hamd başkadır, şükür başkadır.
Şükredeceğin yerde hamd edersen tepetaklak gidersin.
Hamd edeceğin yerde şükredersen yine tepetaklak gidersin.
İslamiyette yav bir nezaket usülü vardır. “Neyimiş o?”
Şimdi şükrü bildiriyo, şükür, şükür.
Şükür, dâima Ni’met ve İkram-ı Rabbaniye ye karşı duyulan minnet ve mahcubiyetin ifadesidir. ALLAH bu kadar rızık veriyor.
“Yav ben, bana bu kadar rızık veriyor!” Utanır insan değil mi?
Bir mahcubiyet duyar bir minnet duyar. Bu minnetin mahcubiyetin ifadesi şükürdür.
Şükürrr, dâima ni’met ve İkram-ı Rabbaniye ye karşı duyulan minnet ve mahcubiyetin ifadesidir.
Şükürde, şükrün ifadesinde; tekrarının, devâmının ve fazlalaşmasının arzu edildiği gibidir.
“Çok şükür!” dedi mi “Yâ Rabbi bunu devâm ettir, bunu çekme, bunu çekme!” arzusu vardır.
Yemeği yedin: “Çok şükür!” dedin, ne güzel! “Yâ Rabbi bunu yine devâm ettir!”
Baklava yedin “Çok şükür! Yâ Rabbi yarın akşam da ben isterim!” demek oluyor.
Yani ALLAH’ın verdiği rızka karşı şükretmek altında: “Bunu devâm ettir Yâ Rabbi!” gözükür.
Hamd edersen: “Elhamdulillâh, Yâ Rabbi bu kadar kâfidir, fazlasını arzulamam! Kanaat hududundan 1 santim ilerlemesini istemiyorum.
Beni bu âleme bıraktın. Beni bu hâlime bırakın!” istekleri vardır hamdda.
“Elhamdulillâh” gibi. “Sana teşekkür ederim. Kâfi bana!” demektir.
Halbuki şükür de: “Kâfi Yâ Rabbi! Ama devâm ettir!” vardır.
Mesaib ve belâ gelirse insanın başına, en büyük silah hamddır burda.
Hamd edilecek yerde şükür yapmak, şükredilecek yerde hamd etmek câiz değildir hem de tehlikelidir.
“Elhamdulillâaaah!” diyen bir zât ne demek istemiştir.
“Yâ Rabbi kudretlerin kaynağı Sensin her şey Senin altında mümkündür.
Ben hâlime razıyım, belâya da saâdete de.
Beni bu hâlimden bu hâlimi arayacak hale sokma!” demektir.
Elhamdulillâh çok şükür demek ise: “İste hâlime razıyım. Beni bu hâlimi bana aratma, peşinen Yâ Rabbi sana teşekkür ederim!” demektir.
“Beni, Seni tanıyan; Sen, beni tanıyan yarattın.” bunlardan dolayı hamd ediyorum.
Fenâ bir kul, asi, münkir bir kimse yaratabilirdin bu bana kâfidir!”
Hamd bütün belâyanın önüne set çekmektir. Çok ince hallar vardır.
Hamd ile şükürün hangisini yapmak lüzumunda hataya girebiliriz.
Ondan dolayı bu hataları yok etmek için “Estağfirullah” yapmak lâzım!..

Çok ince hâller vardır.
HAMD veya ŞÜKRün hangisini yapmak lüzumunda hatalara girebilir insan.
Bundan dolayı bu hataları yok etmek için “estağfirullah” yapmak lâzımdır.
Onun için “Çok şükür, Elhamdullillâh” ikisini birbirine karıştırdı mı, bunların ikisinin birbirinden ayıran “estağfirullah” tır. Deminki “tövbe estağfirullah.” “Estağfirullah ne demektir?”
“Ben bilemedim, kestiremedim, fakat Yâ Rabbi niyetim halis fakat senden istemek edebini kul olduğum için lâyıkıyla bilemedim, bundan dolayı hatalarımı bana bağışla arzusu vardır!”
Bir de: “SubhanALLAHu ve bihamdihi subahALLAHul azîm.”
Namazda “Semi’ALLAHu limen hamideh! Elhamdulillâh!”
O halde hamd, hamd etmek, cesedin haykırışıdır ağam.
Vücud haykırıyor. Şükür Rûhun haykırışı.
Hamd ile insan Cehennemden kurtulur. Şükr ile Cennete girer.
Hamd, Cehennem Kapısını kapayan maymuncuktur.
Şükür, Cennet kapısını açan maymuncuktur.
Ni’met-i İkram-ı İlahîyeye bila istisna her canlı insan, hayvan, nebat çarpılır. Hem de arası kesilmeden.
Akan ırmak herkese su verir. Güneş herkese sıcaklık verir.
Rüzgar herkesi okşar, bu ni’metlere dolayı bunu verene bilmese de, bilse de o ni’metlerin verdiği ferahlık ve telezzüzden dolayı insanın yüzü güler. Meselâ çok susarsın, kâfiri de böyledir.
Su içersin: “Oooooh!..” “Oooooh!..” bir nevi şükür demektir.
Yağmur yağar, nebatlar böyle canlanır yeşilliği fazlalanır, bu bir nevi “Ohh!” demektir.
Hayvan su için kuyruğunu sallar. Kuş öter bunların hepsi bir nevi “Ohh!” demektir. Bu şükürdür işte.
Hamama gidersin yıkanırsın, tertemiz ve de yüzün güler işte haa o gülmek yok mu?
“Ohh!” demektir, “Oooooh!..” şükür demektir. O halde şükürü habersiz yapar insan.
Cenâb-ı ALLAH yarattıklarına hamdı öğretmek için bu hamdı öğretmek için Resûller göndermiştir.
Bunların İLKİ ve SONU, hamd edici mânâsında olan SallALLAHu aleyhi vesellemin Efendimizin ismidir.
Hamdı, yaratılan her mahluka öğreten Resûlullah Efendimizdir.
Onun için şükrü rûh, ezelden bilir. Hamdı sonradan öğrenmiştir.
Ezelde rûhlar yaratıldığı zaman o zaman şükrü öğrenmiştir insan. Hamdı da Resûlullah öğretmiştir.
Şükür, doğrudan doğruya Zât-ı İlahîyeye raci’dir, ALLAHa gider.
Hamd, onu tanıtan yalvarma edebini öğreten Resûlullah kanalıyla ALLAHu Zülcelâl e gider, arada bu fark var.
Dünyadaki hamdın ifadesi, Şefâat-ı Resûlulahla karşılaşır.
“Elhamdulillâh!” dersen Resûlullah’ın şefâatına mazhar olursun çünkü hamdı o öğretmiştir.
İnsan ve mahluk şükrü yapmasa da ezelden öğretildiği için herkes, kâfiri de dinsizi de hayvanı da şükür yapar. İşte kuyruk sallamak hikayesi.
Bilmediği, bilmeye başladığı dakikada hamdı bilerek yapmağa başlar o da mü’mindir.
İnsanı hamdın mahiyeti ve keyfiyyeti yükseltir veya alçaltır.
Hamdı iyi öğrenmeden örseleme onu, şükürde kal! İkisinin arasında şeytan seni bocalatır.
Baktın ki şaşırdın sabırda kal! Hemde hududsuz sabırda.Sabırda hazineler vardır ağam.
Buğday sekiz ay toprak altında gizlenmeye sabrettiği için aziz ni’met oldu.
Sedef, aza kanaat ettiği için, sabrettiği için ALLAH içini inci ile doldurdu.
Resûl-i Ekrem aza kanaat ettiği için “Rahmetenlil Âlemin” rahm etmiştir.
Sabır da Aziz cemâat, kanatta Rahîm, Şefuk olan, vALLAHi billâhi ALLAHu lem-yezel gizlidir.
Bu sıfatlara bürünene size şah damarınızdanda “ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîd” âyetinde “Ben size damarlarınızdan daha yakinim” diyen ALLAHu Zülcelâldir. Âlemde ve devâm eder..
Mağfiret-i İlahîye Deryasında yegâne eriyen şey şükürdür, diğerleri erimez. Mağfiret Deryası tarafından kabul edilmez.
Şeker bilirsiniz su da erir, zeytinyağında şeker erimez. Şükürden başkası da ALLAH’ın Mağfiret Denizinde erir.
Hamd insanı Mağfiret Deryasında eritecek hale hazırlar, aha Resûlullah bunun için gelmiştir.
Ve insan şükür külçesi halinde Derya-yı Mağfirete dalıp eriyip gider Saâdet-i Ebediyeye kavuşur.
O zaman Cemâlullah tecellî eder.
“Vücuhun yevme izin nazirâtün ila rabbiha nazirâ.”

O halde bütün ni’metlere maddî ve mânevî ni’metlere şükür edeceğiz. Mesaib veya Belâ geldi mi: “Elhamdulillâh!” diyeceğiz.
Kuldaki şükrün ifadesi, edeb içinde emirlere büyük bir zevkle itaat, sonu gelmeyen tatlı bir arzu istek ve ibadattır.
Hamdın ifadesi me’yus olmadan rıza, tahammül ve sabırdır.
Şükrün menzili, en küçük dereceden en büyük dercelere kadar dâima doludur.
Zirâ rûhlar, arza inmeden evvel kendilerine şükür tâlim edilmiştir, Levh-i Mahfuzda vardır.
“Peki Levh-i Mahfuz niçin mahfuzdur?
Hıfz edilmiştir. Neden hıfz edilmiştir? Birisi bir şey mi çalacak ordan?
Şeytan mı girecek? Melek hıfzı alıp da dünyadaki edebsizlere paraynan mı satacak?”
Yooo ondan değil, hatadan mahfuzdar.
Hata yoktur orda, Levh-i Mahfuz bu demektir, hatadan mahfuzdur. Hatadan mahfuzdur.
Rûhların arza indirilmesindeki sebeb de hamdı öğrenmeleri içindir.
Hamd menziline girilirken, bu yolu dolduramayanlar yuvarlanırlar.
Şükrün hakiki olup olmadığı, hamdın mevcudiyetiyle isbat edilir.
“Hayrı şerrihi minellahu teâlâ.” Hayır ve şerr ALLAHtandır.
Hayır şükrün yerine varmasıyla gönderilen ardı arası kesilmeyen Mağfiret-i Subhaniyenin lem’a ve akisleridir.
Şerr, hamdsizliğin mukabilidir.
O halde şükrün hayr, şükrün yerine varmasıyla ALLAH’ın sana gönderdiği ardı arası kesmeyen Mağfiret-i İlahîyedir.
Şerr, hamidsizliğe mukabil hamd etmeye mukabil verilen belâdır.
Ateşe elini sokmayan nasıl elini yakmazsa, hamd edene de şerr gelmez.
Ateşe elini sokanın eli nasıl yanarsa, hamd etmeyene de böyle şerr gelir.
Bunların istisnasız Kanun-u İlahî oluşundandır ki “Hayrihi ve şerrihii minALLAHu Teâlâ” Cümle-yi Celîlesini bütün ulemâ ağzına vird etmiştir.
Ve kulun şükrüne vesile olacak bütün Ni’met ve İkram-ı İlahîyelerin zayiii ve muhafızı da bildiğimiz meleklerdir. Şerrin hamdsiz kalmasına çalışan da Şeytandır.
Bu büyük ve İlahî İntizam ve câri kanunun fehmedilsin edilmesin anlaşılsın anlaşılmasın sigortası, kanaat ve sabır hasletlerinin takviyesine çalışmak ve bunda muvaffak olmaktır.
Kanaat ve sabır zırhına bürünene şeytan katiyen yanaşamaz, Hadis-i Resûlullah.

O zaman kulu, hamd edici sıfatını girer işte.
Hamd edici sıfatına girdiğin zaman Resûlullahta erimek “Puta-yi Resûlullahta erimek!” bu demektir.
“Mutu kable en temutu” aha bu demektir.
O zaman “Ben Medineyim kapısı şudur” Sen de bir kapısı olursun. Resûlullahta eriyen için de korku yoktur.
Zirâ Resûlullahta eriyen kimse rızadan bir parça olur, Cemâlullaha kavuşur.
Bütün nehiyler, Nehy-i İlahîler buraya kavuşmak için kurulmuş çârelerdir.
Nehiylere mantık yürütmeden, akılla bunları eşelemeden şüphesiz şeksiz kabul etmek lâzımdır.
Şeker hastalığına uğradı biri, şeker yemek ona yaramaz, vücudunu ifna’ eder şeker bu bir hakikat.
“Niçin yaramaz şeker? İzah edin.”
Yapamazsın ancak onun ehli olan doktor onu izah edebilir, tecrübeyle ama hasta anlamaz.
Şeker alırsa vücudu ifna’ eder, yemeyeceksin!.
Mânevîyat Âleminde de iş aynı ile vaki’dir.
Onun için: “Şarap içmeyiniz! Hınzır eti yemeyiniz! Yalan söylemeyiniz! Kimsenin hukukuna tecavüz etmeyiniz! ALLAH’ın ismini AN-madan bir şey kesmeyiniz! Adâletten ayrılmayınız!”
Velhasıl bütün haramlar ve nehiyler rûhun temiz saf bir halde ALLAH'a dönmesini temin için va’z edilmiş kanunlardır.

Yıldızlara giden insanların elbiseleri, yiyecekleri, bindikleri füze, o yıldızların bulunduğu her türlü fizikî kimyevî manyetik hususlar, uygun bir sûretle ince hesablarla yapılıyor, yoksa yolda parçalanır, sebebleri aramağa kalkma!
Şeker hastalığında şekerli maddelerin niçin dokunduğunu anlamak için doktor olmak lâzım. Doktorluğu tahsil et ondan sonra.
Nehiylerin sebebleri, Hınzır eti yeme yasaktır. Onun sebeblerini anlamak için Mânevîyat Doktoru olmak lâzımdır. Onlar da, dünyada iken Hakk’a vasıl olan Velîlerdir. Hem sebeblerini öğreneceksin de ne olacak?
Öğrensen de öğrenmesen de bu yoldan dönmeyeceksin!.
İş, “yu’mü’munune bilgayb” gayba inandığını: “Ben, yeme dedi mi yemem ne olursa olsun!” işte bu kadar.
O halde onu öyle kabul et zirâ sonunda zararlı çıkarsın.
Bir doktor şeker hastalığını, şekerli maddelerinin dokunacağını söyler geçer, izah etmez, etse bile hasta anlamaz.
Nehiylerde böyledir izah edildiği anlaşılmaz, o makam ve mertebe o ihtisas derecesine ulaşmaktladır.
Onun için akıl mantıkla bunları eşelemek doğru değildir, insanı yuvarlar.
Bu işleri bu kadar bilmeniz her halde kâfidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-38

Mesaj gönderen kulihvani »

Dua ve niyaz ederim!
ALLAHu Zülcelâl size kanaat, sabır, emrül emirlere şeksiz şüpesiz itaat, şükrü bilen ve dâima hayâ ve mahcubiyet içinde bulunan mesaib ve belâlayaya karşı tükenmez hamd edici ve sabredici huzur içinde yüzen kullarından eylesin âmin!
Beni dinlediniz. Buna mukabil de bana ayrı ayrı dua etmenizi niyaz ederim.
Âmin!

ALLAHümme salli ala muhaMMedîn ve ala ehli beytihi MuhaMMed. Subhâneke Yâ allam tealeyke Yâ selâm ecirna minnar bi afine Yâ mucir!

Yâ Rabbi kıldığımız namazların bizim, zevkinin en son derecesine çıkmak nasib-i müyesser eyle!
Midemize ve evlâdlarımıza, çoluğumuza çocuğumuza dâima helâl lokma nasib müyesser eyle Yâ Rabbi!
Memleketimizi her türlü belâdan masun kıl Yâ Rabbi!
Ordumuzu icâb ettiği zaman, her türlü düşmana karşı Mansur u muzaffer eyle Yâ Rabbi!
Bizi Cehennem azabından koru Yâ Rabbi!
Son nefesimizde buyurun: “Eşhedu en lâ ilâhe illâALLAH ve eşhedu enne muhaMMedîn abduhu ve resûluhu!” kelimesi ile çene kapamak nasibi müyesser eyle Yâ Rabbi!
Yarın ahrete teşrif ettiğimiz zaman Resûlu Muhteremin elinden öpmek, mübârek güler yüzünü görmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbi!
Mezara indiğimiz zaman sual meleklerinle bize dâima iltifat nasib eyle Yâ Rabbi!
Lillâhi’l- Fatiha!.


Resim

Müstecmi’: Toplayan, cem'eden. Toplanan.
Vehm: (Vehim) Mübhem ve mânasız korku. Belirsiz fikir ve düşünce. Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.
Tefsir: Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.
SEFİR: Elçi. Bir devletten diğer devlete bazı işler için gönderilen me’mur
Ledun: İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kelimesine mukarin olur. "Ledâ" kelimesinde ise, ibtidâ mânası lâzım değildir. Ve "inde" kelimesinin "min" yerinde tasarrufu daha umumidir. "Ledün" kelimesi mâba'dını izâfetle cerr eder. (L.R.)
Büluğ: Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur. Yaklaşıp çatma.
Nafile: Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibâdet. Fazladan yapılan iş. Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. Torun. Gani’met malı. Bahşiş. Atiyye.
Kentik: Engelleyici çıkıntı.
Kıpti: Avrupanın bazı cihetlerine Hintten gelerek yerleşen çingenelere verilmiş isim. Çingene.
Müştak: (şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. Bir yere buyurmak.
Miskin: Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. Cüzzam hastası. Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
Hokkabaz: Elçabukluğu ile birtakım şaşırtıcı oyunlar göstermeyi kendine meslek edinmiş kişi. Mc: Başkalarını aldatarak yalan ve hile ile iş çeviren kimse.
Riyâzât: (Riyâzet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
Erkaik: Afsun.
Afsun: (Efsun) f. Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)
Denk: eşit.
Müteessir: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü.
Tecessüs: Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak. İç yüzünü araştırmak. İç yüzünü araştırma merakı.
Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. Birisine iyilik etmek. Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
Mahcubiyet: Utangaçlık, sıkılganlık, mahcubluk.
Kâfi: Kifâyet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.
Nebat: (C: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. Yemen diyarında bir kabile adı.
Raci’: (Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden. Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik. Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.
Mazhar: Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. (Mâhiyet, hakikatten daha umumidir. Hakikat, mevcudatta, mahiyet ise, hem mevcudat hem ma'dumatta müstameldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.)
Keyfiyyet: Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)
Kemmiyet: (Kemiyet) Miktar, sayı, nice oluş. Az veya çok oluş.
Şefuk: Şefkatli, esirgeyen. Rikkat sahibi. Merhametli.
Lem-yezel: Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Dâimî olan.
Me’yus: Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
Zayi: (Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.
Fehm: (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
Muvaffak: Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
Nehy: Yasak etmek. Menetmek. Gr: Emrin menfi şekli.
İfna: Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek.
Vaki’: Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. Geçmiş olan, geçen.
Velhasıl: Sözün kısası, özü, kısacası.


Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” buyurmuşlardır.
(Ebu Hureyre’den; Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197,323)

Katâde bin Nu'man (R.A.)dan rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor: “Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.” buyurmuşlardır.
(Katâde bin Nu'man’dan; Suyuti, Camiussagir, 3:53, No:2723, (1484)

Resulallah (sav) bir gün Muhacirlerin yanına gelerek şöyle buyurdular: “Ey Muhacirler! Beş şey vardır ki onlar toplumda yaygın hale geldiği zaman o toplumda hiçbir hayır kalmaz. Onların siz hayatta iken ortaya çıkmasından Allah’a sığınırım. Birincisi, bir millette zina yaygın hale gelir de alenî işlenirse o toplumda taun yayılır veya o zamana kadar çıkmamış görülmeyen yaygın hastalıklar görülür. İkincisi, Ölçü ve tartıda hile yaygınlaşırsa Allah o toplumu geçim sıkıntısı ve kıtlığa mahkûm eder. Üçüncüsü, bir toplumda zekât verilmezse o beldeye kuraklık hâkim olur. Şayet hayvanlar olmasaydı Allah bir damla yağmur yağdırmazdı. Dördüncüsü, herhangi bir millet Allah’a ve Resulüne veya aralarındaki anlaşmalara, yani ahde vefa göstermezlerse, düşmanla yaptıkları anlaşmaları bozarlarsa Allah onlara düşmanları musallat eder, onlar da ülkelerini istila eder ve ellerindeki servetleri alırlar. Beşincisi, bir millet Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçer ve hevalarına göre hükmederlerse Allah onları kendi kendilerine düşürür, savaşıp dururlar.”
(İbn-i Mâce, Fiten, 22)

“Allah bir kavme kıtlık vermişse, Allah´a başkaldırmalarındandır.”
(Hatib, Tarih)
Hatib’in rivayet ettiği ilgili hadis için.(bk. Kenzu’l-Ummal, h.no: 21593).


Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır" Buyurdu.
(Suyutî’nin el- Câmi’us-Sağir 1/415, İbni Hacer el-Heytemi' nin Sevaik’ul Muhrika 73; İbn-i Hacer Askalanî’nin Tehzib’ut-Tehzib 6/320; Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Müstedrek-i Hâkim 3/126)

Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Ali'nin yüzüne bakmak ibâdettir." Buyurdu.
(Cabir bin Abdullah el-Ansari, Ayşe, İmran bin Husayn, Muaz bin Cebel ve Abdullah bin Mesud'dan naklen; el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.142 / İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.394 / el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.2, s.51 / el-Zehebi'nin "Mizan'ül İtidal" c.3, s.483 / Ebu Naim'in "Hilyet'ül Evliya" c.2, s.182 / el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab' ul Kenz" c.5, s.30 ve "Kenz'ul Ummal" c.11, s.601 /İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.357 / İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül Muhrika" s.175 / el-Künci eş-Şafii'nin "Kifâyet üt-Talip" s. 34 / Tabari'nin "Riyâd'ul Nadara" c.2, s.219 / el-Kunduzi el-Hânefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s. 90 / Suyuti'nin "Tarih'ül Hulefa" s.66)

Âmentü DUASI:

Resim

OKUnuşu:
Âmentü billâhi ve melēiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri ve bi'l-gaderi hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt(i). Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne MuhaMMeden abdühû ve resûlüh.

ANLAmı:
Ben, ALLAH-u Teâlâ'ya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin ALLAH-u Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben, şehadet ederim ki, Allâh-u Teâlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, MuhaMMed (s.a.v), Onun kulu ve peygamberidir.

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’in: “Mütü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır" Buyurdu.
(Suyutî’nin el- Câmi’us-Sağir 1/415, İbni Hacer el-Heytemi' nin Sevaik’ul Muhrika 73; İbn-i Hacer Askalanî’nin Tehzib’ut-Tehzib 6/320; Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Müstedrek-i Hâkim 3/126)

Resim

Kur’ânda var: “Dua edin vereyim!”:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne): Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim dâvetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara 2/186)

Bakın ne diyorum “Gafuru’r- Rahîmimim!” diyor:

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“İnnemâ harrame aleykumu’l- meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhille bihî li gayrillâh(gayrillâhi), fe meniddurra gayra bâgin ve lâ âdin fe lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun): O, size ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve ALLAH'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Bakara 2/173)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka): Yaratan RABBinin adıyla oku!”
(Alak 96/1)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
“Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun):Nice yüzler vardır ki, o gün (kıyamette) güzelliği ile parıldar.” (Kıyâme 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“İlâ rabbihâ nâzıreh(nâziretun):Rablerine bakıp durur.” (Kıyâme 75/23)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 38” sayfasına dön