Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-34

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-34

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim
Münir DERmÂN
kaddesallahu sırrahu

MD.TMMSHBTLR-34

KURBÂN BAYRAMI..


Hepinizin İslâmi yüreklerinizde muhakkak küçük bir üzüntü var.
Bu üzüntü, Ramazan’ın çıkması dolayısıyla târif edilmez ve îzah edilmez bir üzüntüdür. Bu üzüntünün nereden geldiğini tahlile savaşmak da doğru değildir. Çünkü temiz İslâmî yüzlerinizi çevirdiğiniz şu karşıdaki mihrab, evinizdeki basit seccâde ve postunuz bile, doğrudan doğruya çevrildiği kıble bu mihrabın bir cinsidir.
Çünki hakîki saâdetin bu mihrabda anahtarı asılı olduğunuzu şuursuz bir sûrette idrak ederiz hepimiz.
Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde buyurmuştur ki: “Zeminin her tarafı mesciddir” yâni dünyânın her yeri mesciddir. Pis yer yoktur dünyâda, çünkü hepimiz topraktan yaratıldık.
İslâm’da kapalı yere, diğer dine mensub olanların tapınaklarında, ibâdethânelerinde muayyen bir dekora lüzum vardır. İslâm’da buna lüzum yoktur.
Kıbleyi bulabilirsen çevrilirsin, bulamazsan aklın nereye eriyorsa o tarafa çevirirsin.
ALLAH’a İslâm; dağ başında, damda, ağaç üzerinde, su üzerinde, su altında her yerde ibâdet edebilir.
Bu ALLAH’ın Resûlüne ve kendine inananlara büyük bir bağışıdır bilirsiniz.
Bu üzüntü de, insanın vücûdunun içine, rûhuna, ALLAH’ın sevgisi dağılmış, o sevginin şuurlanmamış üzüntüsüdür. Oruç bir nevi rûhun banyosudur, hepimiz tuttuk.
Herşeyi Cenâb-ı ALLAH: “Şunu yaparsan şunu veririm, bunu yaparsan bunu veririm, şunu yaparsan şu cezâyı veririm!” der.
Fakat bu vereceği mükâfatı doğrudan doğruya kendisiyle değil, kendi esmâlarından tecellî eden menevişlerle, mükâfatlarla, rızıklarla mükâfatlandırır.
Halbuki oruç için diyor ki: “Doğrudan doğruya onun mükâfatını ben vereceğim”. Çünkü oruçta hîle yoktur, namazda hîleniz olabilir.
Kıbleye çevrildiğiniz zaman, aklınız başka tarafa gidebilir.
Fakat şeyin yıkılacağını hissetseniz, bulunduğunuz yerin, namazı bırakıp kaçabilirsiniz. Şunu bozabilirsiniz, fakat oruçta hîle yoktur. Doğrudan doğruya ALLAH’la berâberdir insan.
“Yâ RABBi, Sen bana rızık veriyorsun, ben rızkı da tepiyorum. Ben HAYYımnan, HAYYnan Senli benli konuşacağım!” demektir oruç. Onun için ikindi vakti sana bir zengin çıksa, senin caketin bile yok, evinde bir çorban bile yok:
“Al sana 100.000 lira oğlum, bozuver orucunu!..” gülersin. Kim sana mâni?.
Çünkü ALLAH’lan okadar berâbersin ki, ayrılamazsın O’ndan.
Onun için Resûlullahû sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz demiş ki; “Cenâb-ı ALLAH’lan öyle ânım olur ki, aramıza ne bir Nebîy-yi mürsel, ne bir meleki mukarrib girebilir” demek.
Bu aynen Resûlullah’a inanan, sizin gibi nurlu müslümanlarda da aynen böyledir.
İşte oruçta, aranıza ne nebî girebilir, ne melek girebilir, hele şeytan oruçlunun yanına yanaşamaz, çünkü oruçlu bi adam Hazreti İnsan’dır. Meleklerin secde ettiği, tahiyyat-ı secdesi yaptığı o insandır..
Sevgide biz, ilk defa cânımızı düşünürüz.

İlk defa cân, sonra cânân.. Öyle bir kelime vardır değil mi? İlk defâ kendimi düşünürüm, sonra sevdiğimi düşünürüm. Şimdi bu kelime hodgamlık perdesi altına gizlenmiş asıl sevginin ifâdesidir.
Çok dikkat edin kelimeye, bâzıları anlayabilir ama içimizde kafası İslâmî bilgi ve fennî bilgiyle dolu münevver insanlar var. Hodgamlık perdesi altında gizlenmiş asıl sevginin ifâdesidir.
Diğer sevgiler, ana sevgisi, evlad sevgisi, sevgili sevgisi, vatan sevgisi, din sevgisi, şu sevgisi, bu sevgisi, hepisi asıl sevginin gaflet perdesine bir suya aksetmiş akisleridir, asıl sevgiye insanı alıştırmak ni’metidir.
Onun için anaya babaya itaat farzdır. “Cennet anaların ayağının altındadır” demek, anaya sevgiden kusur etmeyin!.
“Bir baba çocuğunun yüzüne bakması ibâdettir” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
“Bir baba evlâdının yüzüne bakması onun için bir ibâdettir” diyor.
O halde o sevgiyi bir raddeye, hudûda kadar.. onun altında ALLAH sevgisi gizlidir. Demek ki bu sevgilerin verilmesi, asıl sevgiyi öğretmek için ALLAH tarafından verilen bir ni’mettir. Ananın elini öpersin, aynı dudakla başka zevk duyarsın. Sevgilini öpersin, başka türlü duyarsın, bir nurlu ihtiyarın elini öpersin başka türlü zevk duyarsın, evlâdını öpersin başka türlü şey edersin..

Bu şuna benzer et; koyun eti, pirzola yaparsın et aynıdır, köfte yaparsın et aynıdır, bilmem biftek yaparsın et aynıdır, külbastı yaparsın, şiş köfte yaparsın et aynıdır amma tadları başka başkadır.
Asıl bu sevgiyi işte bulabilmek için, biliyorsunuz İbrâhim Peygamber çocuğu olmadı, duâ etti: “Yâ RABBi bana bir evlad ver, bana bir evlad ver, onu senin yolunda kurban edeceğim!” dedi.
Evlad verildi, İsmâil 14-15 yaşına geldi. Nur topu gibi bir çocuk. Ee, 80 küsür yaşında bir adamın evlâdı oluyor, başka evlâdı yok. Ona bağlanmak, onu sevmenin tartısını siz kendi kâbiliyetinizle ölçün. Sevgi, insanın içindedir ama tomurcuk bulursa çıkar.
İçinizde daha evlâdı olmayanlar vardır. Evlâdı olduktan sonra ananızın, babanızın kıymetini bilebilirsiniz. Torununuz yok mu, torununuz olduktan sonra torunun kıymetini bilebilirsiniz.
Cenâb-ı Peygamberin muhterem kerîmeleri Hazreti Fâtıma, Resûlullah’ın huzûruna girdiği zaman Resûlullah, bir kızına kıyâm ederdi. Ne Cebrâil’e, ne Ebû Bekir’e, hiç kimseye kıyam etmezdi.
Hazreti Fâtıma girdiği zaman ayağa kalkardı. Torunları olduktan sonra, Hazreti Fâtıma’nın torunları yine kızına kıyâm ediyor.

Bir gün Resûlullah Efendimiz namaz kılıyor, Hazreti Hüseyin omzuna yapışmış, onlan berâber secdeye gidiyor. Fahri Kâinâtın şeyine çıkıyor.. Torun sevgisi.. Bu sevgiler tomurcuk verdiği zaman ortaya çıkar.
Bir kadının evlâdı olduğu zaman, zayıf, kansız bir kadın gece sabahlara kadar uykusuz kalır, sabahtan sanki uykusunu uyumuş gibidir. Kim veriyor onu?
Asıl ALLAH sevgisidir. O parça O’ndandır.
İnsanı sevmek, “Birbirinizi seviniz” demek, ALLAH’ın.. bir ALLAH’ın HAYY’ı var sende, ALLAH’ın menevişi var, Nûru Resûlullah var, Onu sevmektir.
İsmâil oluyor, Hazreti İbrâhim diyor ki: “Oğlum, sen benim ciğerpâremsin. Ben seni ALLAH yolunda zebhedeceğim, kesecem” diyor. Evlâdını ALLAH yolunda kesecek. ALLAH sevgisi demek, evlâdı da sıfıra indiriyor.
Oğul: “Baba mâdem böyle” diyor “ALLAH emretti, hay hay!” diyor, i’tiraz etmiyor babasına.
Gidiyorlar meşhur dağa, yatırıyor, bıçağı hazırlıyor, hazırlamış, gizlemişti. “Baba” diyor “gözümü bağlama” diyor “ben yumarım, yalnız ellerimi bağla” diyor. “Belki kesilirken” diyor “bir yere takılır bıçak, ben çırpınırım, babalık şefkâtin galebe çalar, ALLAH’a karşı vazîfeni yapmış olmazsın” demiş. İsmâil şey ediyor, bağlanıyor böyle, mübârek boynunu uzatıyor.
Hazreti İbrâhim kaldırıyor bıçağı: “Yâ RABBi, Sana nezredeceğim oğlumu niyet etmiştim, şey edecem” diyor.
Bir içini çekiyor, bir “Bismillâh! Bismillâhu ALLÂHû Ekber” der demez Arş titriyor yerinden, Arş titriyor.
Bu babaya itaatın, evlâda karşı muhabbetin, ALLAH’a karşı sevginin hepisine gâlib geldin mi Cenâb-ı ALLAH zâlim değildir. O anda bıçağa “kesme!” emri çıkıyor, bıçak kesmiyor.
O zaman Cebrâil bildiğimiz koyunu kucaklıyor, bir Koç’u getiriyor: “bunu yerine keseceksiniz!” diyor.
Onun için kurbanda.. Şimdiki kurbanlar kıyma yapmak için biir, kavurma yapmak için ikiiii, gösteriş için. Kim ne derse desin, bu böyle!
“Efendim, senede bir defa fakirler yesin!.” Senede bir defa fakirlerin et yemesinden ne çıkar oğlum. Sen hergün yiyorsun, yediğin zaman: “elhamdulillâh” dediğin zaman yemeyenleri düşünebiliyor musun sen? Mesele orada! Düşünebiliyor musun yemeyeni?

Koyun.. Şimdiki koyunlar, getiriyorlar işte davarnan şuralarda, buralarda, eee.. Hacı amca şunu alacak. “Ee aal!”
“Kaça? Ben 5 tâne alacam!” Zengin adam.
“Ee.. 200 Lira!”
“Yav 190 Lira’ya ver!.”
Aldıydı, verdiydi, aldıydı.. ALLAH unutuluyor ortada. Ötekisi Hacı Efendiyi kazıklamaya çalışıyor. Hacı Efendi, biraz eksiğini almak istiyor..
Ama bunlar hakîki içinden gelmiyor. Hakîki kendimizi unuttuk.
Bizim üstümüzdeki iğreti insanlığımızdan geliyor.
Çünkü o koyun, yavru, anası doğurur onu, iki gücün emzirir, hadi ağıla girer yavrular orda melerler, anası orda meler.
Çünkü sütü mandıraya gidecek, satılacak, yağ yapılacak.

Asıl kurban nedir biliyor musun?
İsmâil’i taklid eden kurban olacak. Sen kuzuyu anası süt vermekten artık men edecek.
Anasından hakkı olan, ALLAH’ın verdiği hakkı olan o sütü emecek doyuncaya kadar çocuk. Doydu mu, artık anasından ayrıldı, görmüyor. O kuzuyu alacaksın, büyüteceksin onu. Tarayacaksın, süsleyeceksin. 3-5 ay 6 ay, evdekiler alışacak ona, çocuklar: “kuzum nerde ana?” diyecek. Mektebden gelen onu.. “Bak mektebden ben yaprak getirdim ona” diyecekler, kuzu evin halkından olacak.
Kurban geldiği zaman, şimdi çocuklar gelecek: “Baba kesmeyelim bunu, baba kesmeyelim!”
Hanım: “Yav nasıl kesecez Efendi be, başka bir koyun al, bu bizimkisi.” Aha o İsmâil yerine geçer, üzüntü şekli.. Aha bu kurban olur oğlum. Öteki ne olur?
Öteki müsâdenizle kavurmadan başka bir şey olmaz. “Ama ben kestim oldu!”. Devâm edin öyleyse, olursa.
Hakîki kurbanı söylüyorum, bizim gibi gösteriş için değil.

Nasıl ki biz, ALLAH’ın kelâmını bugün, iki şeyde kullanıyoruz, otomobillerimize küçük Kur’ân asıyoruz, “bizi korusun” diye, bir yere giderken cebimize koyuyoruz. Bi de mezarlık kitabı yaptık Onu O, bizim kitabımız.
Kur’ân, canlının kitabı, mezarın kitabı değil! Onun için “ALLAH!” denilmeyen evde hayır yoktur” oğlum!
Resûlullah buyuruyor, ben uydurmuyorum. Benim lakırtım değil oğlum, ben neyim ki benim lakırtım olsun.

İnsânın cesedi efendi oluuur, birde rûhu efendi olur.
Cesedi efendi olarak doğan bir adam olur, rûhu edebsizdir, rûhu cesedinden utanarak o da efendi olabilir.
Yâhut cesedi onu efendi hâline sokar. Rûhu efendi olan, cesedi efendi değilse, rûhun efendi olması çok güçtür oğlum.

Birisi var, bir adamın bağlıyorlar bir yere, çoluğunu, çocuğunu, karısını, anasını, babasını gözünün önünde kesiyorlar bu adamın. Ve kaçıp gidiyor iki kişi.
Bu cemiyette hergün gazetelerde okursunuz.
Adam ondan sonra iplerini şey ediyor. “Bu adam rûhen maktül müdür?”
Rûhen maktüldür. Çoluğunu çocuğunu gözünün önünde..
Rûhunda anasına, babasına, çocuğuna, karısına âit bir sevgi, bir bağlılık vardı. Sen onu kestin, katlettin bunları. Bu adam maktüldür, yâni katledilmiştir rûhen.
Bu adamda hiddetten gidiyor, o vuran adamları temizliyor.
Cesedinden katıldir bu adam, rûhundan maktûl, cesediyle katıldir.
“Ne cezâ verirsiniz bakayım?.” Konuşmazsınız..
Bir adam, dış görünüşüyle gâyet doğrudur fakat iç görünüşüyle zâlimdir, hırsızdır.
“Ne cezâ verirsiniz buna?”
Bir adam dış görünüşüyle zâlimdir fakat iç görünüşüyle fevkalâde doğru bir insandır.
Bunlar ALLAH’ın hikmetleridir. Onun için hiç kimseyi hakir görmemek lâzımdır.

Nur yüzlü bir genç fakir, elbisesi yok üzerinde, aç, şöyle, böyle.. Aç kalmış, almış başını yürümüş gitmeye.
Gelmiş ki bir şehirde davullar çalınıyor, zurnalar var, askerler, maskerler, şunlar.. “Nedir demiş bu?”
“Efendim” demiş “bizim pâdişahın çok güzel bir kızı var. 30-40 tâne şehzâde başka pâdişahlardan geldi kızına tâlib oldu. Pâdişah da hangisine vereceğini bilmiyor, bunları imtihan ediyor” demiş.
“Yav” demiş “ben açım”, güzel de çocuk: “bende bir tâlib olayım” demiş.
Gitmiş orda oraya girecek adamlara demiş ki: “Ben de tâlibim!”
"Ualan hadi işine git!” demiş.
Ama çocuğun yüzü başka, elbisesi yırtık ama gözleri böyle deniz feneri gibi bakıyor çocuğun.
Ehemmiyet vermemişler, çocuk bir nâra atmış. Pâdişah duymuş. “Nedir o?”
“Efendim, böyle böyle, kızınıza bir tâlib var.”
“Getirin” demiş. Bakmış çocuğa çok yakışıklı.
“Bu tâlibler prens ama” demiş “kimisi çirkin, kimisi iri yarı, kimisi yaşlı, kimisi çok genç, bu çocuğun çok güzel yüzü var” demiş. “Bunu bir elbiseylen giydirin prenslerden güzel olur, o da girsin imtihana” demiş. “Buyur oğlum” demiş.
“Yalnız Efendim” demiş “Ben 3-4 gündür açım, bana bir yemek verin” demiş.
Çocuğu doyurmuşlar. “Ohh elhamdülillâh.” Demiş “ben senelerdir aç, perîşan dolaşıyorum, imtihana girerim, ya kazanırım, ya kazanamam. Kazanırsam prens gibi pâdişahın dâmâdı olurum. Kazanamazsam vursunlar kafamı ne olacak!” demiş.
Nedir imtihan?
Zâten imtihanları olanlar, yapamıyor hep kafa gidiyor beyim, pâdişaha öyle demiş.
“Şurdaki” demiş “ahır var ya” “hıııı” demiş “oraya gireceksin” demiş, çocuğu götürmüşler.
Bir hasırın üstünde belki 30-40, 1-2 ton kadar kum var. Kumun içinde de yine yarım ton kadar pirinç karışık, karmakarışık. Aha bunları sabaha kadar, kumu bi tarafa, şeyi bi tarafa ayıracaksın. Elek, melek yok oğlum, hiçbir âlet yok önünde. Çocuk gelmiş kapıyı da kitlemişler üzerine.
“Yarın sabah olmazsa” demiş.. yemekte koymuşlar.
Çocuk düşünmüş, düşünmüş, “yavvv ben napayım? Ulen ben bunu yapamam” demiş.
Şu koydukları yer bir gecelik pâdişahlık, pâdişahlık, sabah ne yaparsa yapsınlar demiş.
Gece yarısına kadar okumuş, yatmış aşağa. Artık düşünmüyor bize sabah ne olursa.
Gece birden uyanmış, hemen ordaki ibrikten su almış, bi de demiş gece namazı kılayım.
Hepiniz devâm edeceksiniz gece namazına!
Gece namazını kılmış, düşünüyor yine. Şu topuğu, çıplak çocuğun ayağı, topuğunu bişey ısırıvermiş.
Orda işte birde mum yanıyor. Bakmış ki küçük bir karınca.
Almış onu eline: “Hay mübârek, sen ne arıyorsun burda?” demiş. “Ezecektim seni” demiş.
Karınca diklenmiş ayaklarını şöyle. Konuşmaya başlamış: “Bizim gibi mi?”
Onlarında başka türlü konuşması vardır oğlum. Bir hayvanın bacağı kırılır, kan akar, için sızlar, “vah vah” der.
O da sana böyle.. ama konuşuyorsunuz. O sana bişey, acısını duydurdu da sen de konuşuyorsun.
Süleyman nasıl konuşmuş Karıncaylan?
“Sen demiş, bundan 5-6 sene evvel demiş, bizden bir Karınca” Hepsi birbirine söylüyor bunu.
“Bir suyun kenarından geçiyordun ayağına diken battı demiş, oturdun orda o dikeni çıkardın” demiş.
“Bir Karıncacık da o suya gitmişti” demiş. “Şöyle tuttun kurtardın onu da koydun güneşli yere” demiş.
“O Karınca senin bu iyiliğini unutmadı, hepimize yaydı” demiş. “Sen yiğidim, yat otur biz sabaha kadar temizleriz onu” demiş. Yatmış çocuk, sabahleyin kalkmışlar ki, bir tarafta pirinçler, bir tarafta kumlar.
Aha oğlum, dostun olacaksa Karınca’dan olur. Hiç kimseyi hor görme, bakarsın bir Karınca velî olur karşına çıkar. Böyle kafanı kaldırma!
Hazreti Davûd peygamber olduğu halde, bir defa yüzünü yukarı kaldırmamıştır, kibir gelir bana diye.


Resim
Bahçeliev Câmisi: Eskişehir Tepebaşı Bahçelievler Mahallesi câmisi..
Mihrab: Câmide imamın namaz kılarken cemâatin önünde durduğu yer. Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. Mc: Harb âleti. Orman. Melikin husûsî makâmı. Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. Ümit bağlanan yer.
Kerîme: Kız evlâd. Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. Güzîde, seçkin, kıymetli şey. Vücûdun kıymettâr yerlerinden her biri.
Kıyâm: Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ayaklanmak. İsyan. Ölümden sonra tekrar dirilmek. Bir işe başlamak, devâm etmek. Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma. Canlanmak. Kıyâmet günü (mânâsına da gelir). Namazın iftitah tekbiriyle rükû arasındaki ayakta durma kısmı.
Katl: (C.: Mekâtıl) Kesmek.
Maktul: Öldürülmüş, katledilmiş olan.
Tahlil: Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak.
EL BEDİ’:Yegâne: Tek, bir.
Hâsid: Hased eden, kıskanan.
Tecellî: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Musahhar: Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.
Tefahur: Fâhirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
Husûl: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Fazilet: Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riâyet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemâl ve kemâl ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebeb olan keyfiyet.
Hayâ: Hicâb, utanma, edeb, ar, namus. ALLAH korkusu ile günahtan kaçınmak.
Müşkil -Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik. * Edb: Mânasının derinliği veya edebi bir san'atla ifade edilmiş olmasından dolayı teemmül ve tefekkürsüz anlaşılmayacak derecede hafî olan lâfızdır. Mânaca nass'ın mukabilidir.
Münasebet: İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.
Mukarrib: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan. Hotgam: Bencil.

Resim

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Benim için yeryüzü temiz ve mescid kılındı. Kime namaz vakti gelirse, bulunduğu yerde namazını kılar."
(Müslim, Mesâcid 3, hadis no: 521; Buhârî, Salât 56, hadis no: 84)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAHu Teâlâ şöyle buyurmuştur: Âdemoğlunun her ameli kendisi içindir. Fakat oruç böyle değildir. O, sırf benim (rızam) için yapılan ibâdettir. Onun (sayısız) mükâfatını bizzât ben vereceğim.”(Buhârî, Savm, bab: 9)

Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyallâhu anh Peygamber aleyhi’s-salâtu ve’s-selâma gelir ve: “Ey ALLAH’ın Resûlü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişâre etmeye geldim” der. Resûlullah aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm: “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zîra cennet onun ayağının altındadır” buyurur.
(Nesâî, Cihâd, 12)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibâdettir.”
(Ebû Nuaym)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Benim ALLAH ile öyle bir ânım vardır ki o esnâda Bana ne bir mukarreb melek ne de bir nebiyyi mürsel ulaşamaz" buyurur.
(Aclunî, Keşfu'l-Hafa 2/173)

Hazreti ‘Âişe radiyallâhu anha anlatıyor: “Konuşma tarzı olarak Hazreti Fâtıma’dan daha çok Resûlullah’a benzeyen başka bir kimse görmedim. O, babasının yanına geldiği her seferde, Hazreti Peygamber saygı ile ayağa kalkıyor, hatırını sorduktan sonra kendisine âit yere oturtuyordu. O, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onun, Fâtıma'nın yanına girdiğinde de o kalkar, babasını elinden öper, ona yerini verirdi.” buyurdu.
(Ebû Dâvud, No. 5175, Buharî, Edeb el-Mufred)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem rükûda iken torunu gelir, ayaklarını açar bir yönden girer, öbür taraftan çıkardı, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ses çıkarmazdı.
(el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296)

Bâzen secde ederken üzerine bindiğinde, onu yavaşça sırtından indirirdi. Hattâ bir defâsında, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe okurken, Hazreti Hasan aleyhi’s-selâm ile kardeşi Hazreti Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın üzerlerindeki uzun ve kırmızı elbiseleri ile düşe kalka yürüyüp geldiklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarını kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da "ALLAHu Teâlâ:
إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun): Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise ALLAH'ın yanındadır.” (Teğâbün 64/15)
derken doğru buyurmuştur. Şu ikisini bu şekilde görünce sabredemedim" buyurmuştur
(Ahmed b. Hanbel, V, 254; Ebû Dâvud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkıb, 31; İbn Mâce, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-İdeyn, 27; Zehebî, a.g.e., III, 256.)

gÖZ yaşı rahmettir:
İbn–i Abbas’tan rivayet edilmiştir ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in küçük kızı ölüm döşeğinde iken Resûlullah çocuğu kucağına almış, elini çocuğun üzerine koymuştu. Çocuk inliyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ağladı. Ümmü Eymen de ağladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ümmü Eymen’e: “Resûlullah yanında iken niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ağlarken ben niye ağlamayayım?” diye cevap verdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben ağlamıyorum o gözyaşı rahmettir” buyurdu.
(Tecrid–i Sarih tercemesi).

Ümmü Eymen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından 5 ay sonra vefat etmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ''ALLAHü teâlânın himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette himayesine aldığı yedi kimseden biri de yalnız iken ALLAH'ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.''
(Buharî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: '' “Ağlıyamıyorsanız ağlamaya çalışın.”
(Sahihi Buharî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kalbi mahzun olanları şüphesiz ki Allah (CC) sever.”
(Münavî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.”
(Buharî)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.”
(Beyhekî)

Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Sizden, ameli kendisini kurtarabilecek hiçbir kimse yoktur!’ buyurmuştu. “Yâ ResûlALLAH, Seni de mi amelin kurtaramaz?” diye sordular. Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Evet, Beni de amelim kurtaramaz! Ancak, Rabb’im ALLAHü Teâlâ Beni, tarafından bir mağfiret ve rahmetle kuşatır ve korur!” diye cevab verdiler.
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/235)

Resim

وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ
“Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni): Bir de (İbrahîm) şöyle dedi: “- Ben RABBime, (bana emrettiği yere) gidiyorum, O bana yolunu gösterir.”
(Sâffât 37/99)

رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ
“Rabbi heb lî mine’s-sâlihîn(sâlihîne):"RABBim, bana sâlihlerden (olan bir çocuk) armağan et."
(Sâffât 37/100)

فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ
“Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm(halîmin): İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.”
(Sâffât 37/101)

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
“Fe lemmâ belega meahu’s-sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fî’l-menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mine’s-sâbirîn(sâbirîne): Babasıyla berâber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyâda seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevâben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşALLAH beni sabredenlerden bulursun, dedi.”
(Sâffât 37/102)

فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
“Fe lemmâ eslemâ ve tellehu li’l-cebîn(cebîni): Sonunda ikisi de (ALLAH'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmâil'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı.”
(Sâffât 37/103)

وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ
“Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu):Biz ona: "Ey İbrâhim" diye seslendik.”
(Sâffât 37/104)

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
“Kad saddakte’r-ru’yâ, innâ kezâlike neczî’l-muhsinîn(muhsinîne):"Gerçekten sen, rüyâyı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz."
(Sâffât 37/105)

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ
“İnne hâzâ le huve’l-belâu’l-mubîn(mubînu): Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.”
(Sâffât 37/106)

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
“Ve fedeynâhu bi zibhın azîm(azîmin): Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.”
(Sâffât 37/107)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 34” sayfasına dön