MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »


MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALBLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

ALLAH KORKUSU


Maneviyat

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
«-Ulu ALLAH (celle celâlihu), kanatlarının biri doğuya, öbürü batıya uzanan ve ayakları yedinci kat yere inen bir kuş yarattı. Kuşun üzerinde bütün varlıkların sayısı kadar tüy vardır.

Ümmetimden kadın - erkek herhangi bir kimse bana selât-ü selâm getirdiği zaman ulu Allah bu kuşa, Arş'ın altında bulunan nurdan bir denize dalmasını emreder. Kuş denize dalıp çıkarak kanatlarını silkeleyince her tüyünden bir damla akar. Ulu Allah akan her damladan, üzerime kıyamete kadar selât-ü selâm getiren kul hesabına istiğfar edecek bir melek yaratır.»

Ehl-i Hikmet'ten biri şöyle der:

«Vücudun selâmeti az yemekte, ruhun selâmeti az günah işlemekte ve dinin selâmeti de varlıkların en hayırlısına (Peygamber'imize) selât-ü selâm getirmektedir.»

Ulu ALLAH (celle celâlihu) buyuruyor ki:

« Ey iman edenler! Allah'dan korkunuz ve O'na itaat ediniz ve herkes yarını için (kıyamet gününe ne amel işlediğine) baksın (yani sadaka verin ve Allah'ın emrine uygun ameller işleyin ki, Kıyamet günü sevabını bulasınız) Allah'dan korkunuz, çünkü O, (iyilik olsun, kötülük olsun) yaptığınız her hareketten haberdardır» (Haşr Sûresi, 18).

Çünkü Kıyamet günü melekler, gökler, yeryüzü, gece, gündüz, iyilik olsun, kötülük olsun insanoğlunun işlediği her şeye şahitlik edeceklerdir. Hatta vücudun azaları bile insanoğluna karşı şahit tutulacaktır.

Yeryüzü, günah işlemekten sakınarak iyiliğe koşan (zahid) ve mü-min kulun lehine şahitlik ederek «bu adam üzerimde namaz kıldı, oruç tuttu, hacca gitti, cihad etti» diyecek, günahtan sakınarak iyiliğe koşan mümin kul da bu şahitliğe sevinecektir.

Buna karşılık ayni yeryüzü, kâfir ve günahkârların aleyhinde de şa-hitlik ederek «bu adam üzerimde Allah'a şirk koştu, zina işledi, içki içti, haram yedi» diyecektir. Merhametlilerin en merhametlisi olan ulu Allah (celle celâlihu) kâfir ve günahkârları inceden inceye sorguya çekerse vay hallerine!

Mümin, vücudunun bütün âzaları ile Allah'dan korkandır. Nitekim büyük ahlâk ve fıkıh bilgini Ebu Leys es-Semerkandî der ki:

Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:

Birinci alâmet dil'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alıkor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgûl eder.

İkinci alâmet kalbde belirir: Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer» (yok eder)

Bilesin ki, kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir.

Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe... (kısacası) haram olan hiç bir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: «Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur.»

Dördüncü alâmet karın'da belirir: Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biri-dir. Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

insanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lânet yağdırırlar O lokmayı hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir.»

Beşinci alâmet eller'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil. Allah'ın rızasına uygun şeylere doğru uzatır. Nitekim sa-habîlerden Kâ'b'ul Ahbar'ın (R.A.) şöyle dediği rivayet edilir:

Ulu Allah; .her bir bölümü yetmiş bin gözlü yetmiş bin bölümü olan yakuttan yapılma bir köşk yaratmıştır. Kıyamet günü bu köşke ancak önlerine çıkan haram şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir.»

Altıncı alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.

Yedinci alâmet Amel'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden biri olur:

« Rabb'ının katında Ahiret, günahlardan korkanlar İçindir (Zuhruf Sûresi, 35). Böyleleri için Ulu Allah başka bir ayette şöyle buyurur:

Günahlardan sakınanlar, hiç şüphesiz, cennetlerde ve pınarlar(ının başların) dadırlar» (Zariyat Sûresi, 15).

Boşka bir âyette de şöyle buyuruluyor:

« Günahlardan sakınanlar cennet ve nimetler içindedirler» (Tur Sûresi, 17),

Diğer bir âyette de şöyle buyurulur;

« Günahlardan sakınanlar emin bir makamdadırlar» (Duhan Sûre-i Celilesi. 51).

Bu âyetlere bakınca Ulu Allah'ın neredeyse «bu kimseler. Kıyamet günü cehennemden kurtulurlar» diye buyurduğu görülür.

Müminin korku ile ümit arasında bulunması gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah'ın rahmetini beklerken diğer yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder.

Nitekim ulu ALLAH (celle celâlihu) şöyle buyurur:

«Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin» (Duhan Sûre-i Celilesi. 51).

HİKÂYE

Hz. Davud (aleyhisselâm) Allah'ın selâmı üzerine olsun kürsü üzerine oturmuş, Zebûr okurken gözleri yerde sürünen kırmızı bir kurda ilişir ve içinden «Acaba Allah'ın bu kurdu yaratmaktan muradı, ne ola ki» diye düşünür. Bunun üzerine Allah'ın izni ile dile gelen kurt O'na şöyle der. «Ey Allahın Resulü! Her gün, gündüzleri bin kere Subhanellahi velhamdülillâhi ve lâilâhe illellahu vellahu ekber (Allahı noksanlıkların her türlüsünden tenzih ederim, hamd O'na mahsustur, O'ndan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür)» demeyi, Allah bana ilham etti. Geceleri ise yine bin kere Ellahumme salli alâ seyyidina Muhammedininnebiyyil ümmiyyi ve alâ alihi ve sahbihi ve sellem (Allah'ım! Okuma-yazmasız Peygamberin olan Muhammed'e, O'nun soyundan gelenlere ve O'nun sahabilerine rahmet ve selâm ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsan bana da bildir de istifade edeyim,»

Bu sözleri işiten Hz. Davud (aleyhisselâm) kırmızı kurdu küçümsediğine pişman olur, Allah'dan korkarak O'na tevbe eder ve dergâhına sığınır.

Hz. İbrahim (aleyhisselâm) işlediği bir günahı hatırlayınca baygınlık geçirir ve kalbinin çarpıntısı (neredeyse) bir mil uzaklıktan duyulurdu. Allah'ın emri ile bir gün kendisine Cebrail (aleyhisselâm) gelir ve der ki, «Allah sana selâm ediyor ve dostundan korkan bir dost gördün mü? diye soruyor.

Hz. İbrahim (aleyhisselâm) Cebrail'e şöyle cevap verir; «Ey Cebrail! Kusurum aklıma gelince ve cezasını da düşününce dostluğumu unutuyorum.»

İşte peygamberlerin, velilerin ve salihlerin tutumu budur. Ötesini var sen düşün.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

1-ALLAH KORKUSU

Maneviyat

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
«-Ulu ALLAH (celle celâlihu), kanatlarının biri doğuya, öbürü batıya uzanan ve ayakları yedinci kat yere inen bir kuş yarattı. Kuşun üzerinde bütün varlıkların sayısı kadar tüy vardır.

Ümmetimden kadın - erkek herhangi bir kimse bana selât-ü selâm getirdiği zaman ulu Allah bu kuşa, Arş'ın altında bulunan nurdan bir denize dalmasını emreder. Kuş denize dalıp çıkarak kanatlarını silkeleyince her tüyünden bir damla akar. Ulu Allah akan her damladan, üzerime kıyamete kadar selât-ü selâm getiren kul hesabına istiğfar edecek bir melek yaratır.»

Ehl-i Hikmet'ten biri şöyle der:

«Vücudun selâmeti az yemekte, ruhun selâmeti az günah işlemekte ve dinin selâmeti de varlıkların en hayırlısına (Peygamber'imize) selât-ü selâm getirmektedir.»

Ulu ALLAH (celle celâlihu) buyuruyor ki:

« Ey iman edenler! Allah'dan korkunuz ve O'na itaat ediniz ve herkes yarını için (kıyamet gününe ne amel işlediğine) baksın (yani sadaka verin ve Allah'ın emrine uygun ameller işleyin ki, Kıyamet günü sevabını bulasınız) Allah'dan korkunuz, çünkü O, (iyilik olsun, kötülük olsun) yaptığınız her hareketten haberdardır» (Haşr Sûresi, 18).

Çünkü Kıyamet günü melekler, gökler, yeryüzü, gece, gündüz, iyilik olsun, kötülük olsun insanoğlunun işlediği her şeye şahitlik edeceklerdir. Hatta vücudun azaları bile insanoğluna karşı şahit tutulacaktır.

Yeryüzü, günah işlemekten sakınarak iyiliğe koşan (zahid) ve mü-min kulun lehine şahitlik ederek «bu adam üzerimde namaz kıldı, oruç tuttu, hacca gitti, cihad etti» diyecek, günahtan sakınarak iyiliğe koşan mümin kul da bu şahitliğe sevinecektir.

Buna karşılık ayni yeryüzü, kâfir ve günahkârların aleyhinde de şa-hitlik ederek «bu adam üzerimde Allah'a şirk koştu, zina işledi, içki içti, haram yedi» diyecektir. Merhametlilerin en merhametlisi olan ulu Allah (celle celâlihu) kâfir ve günahkârları inceden inceye sorguya çekerse vay hallerine!

Mümin, vücudunun bütün âzaları ile Allah'dan korkandır. Nitekim büyük ahlâk ve fıkıh bilgini Ebu Leys es-Semerkandî der ki:

Allah korkusunun, yedi alâmeti vardır:

Birinci alâmet dil'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alıkor, bunlar yerine onu zikirle, Kur'an okumakla ve ilmî konuşmalarla meşgûl eder.

İkinci alâmet kalbde belirir: Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer» (yok eder)

Bilesin ki, kıskançlık, kalb hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir.

Üçüncü alâmet göz'de belirir: Allah korkusu taşıyan kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe... (kısacası) haram olan hiç bir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helâl olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: «Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur.»

Dördüncü alâmet karın'da belirir: Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biri-dir. Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

insanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lânet yağdırırlar O lokmayı hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir.»

Beşinci alâmet eller'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil. Allah'ın rızasına uygun şeylere doğru uzatır. Nitekim sa-habîlerden Kâ'b'ul Ahbar'ın (R.A.) şöyle dediği rivayet edilir:

Ulu Allah; .her bir bölümü yetmiş bin gözlü yetmiş bin bölümü olan yakuttan yapılma bir köşk yaratmıştır. Kıyamet günü bu köşke ancak önlerine çıkan haram şeylerden Allah korkusu ile uzak duranlar girebileceklerdir.»

Altıncı alâmet ayaklarda belirir: Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.

Yedinci alâmet Amel'de belirir: Allah korkusu taşıyan kimse ibadetini sırf Allah rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden biri olur:

« Rabb'ının katında Ahiret, günahlardan korkanlar İçindir (Zuhruf Sûresi, 35). Böyleleri için Ulu Allah başka bir ayette şöyle buyurur:

Günahlardan sakınanlar, hiç şüphesiz, cennetlerde ve pınarlar(ının başların) dadırlar» (Zariyat Sûresi, 15).

Boşka bir âyette de şöyle buyuruluyor:

« Günahlardan sakınanlar cennet ve nimetler içindedirler» (Tur Sûresi, 17),

Diğer bir âyette de şöyle buyurulur;

« Günahlardan sakınanlar emin bir makamdadırlar» (Duhan Sûre-i Celilesi. 51).

Bu âyetlere bakınca Ulu Allah'ın neredeyse «bu kimseler. Kıyamet günü cehennemden kurtulurlar» diye buyurduğu görülür.

Müminin korku ile ümit arasında bulunması gerekir. Buna göre bir yandan ümit kesmeksizin Allah'ın rahmetini beklerken diğer yandan ibadet hali içinde çirkin hareketlerden vazgeçerek Allah'a tevbe eder.

Nitekim ulu ALLAH (celle celâlihu) şöyle buyurur:

«Sakın Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin»

HİKÂYE

Hz. Davud (aleyhisselâm) Allah'ın selâmı üzerine olsun kürsü üzerine oturmuş, Zebûr okurken gözleri yerde sürünen kırmızı bir kurda ilişir ve içinden «Acaba Allah'ın bu kurdu yaratmaktan muradı, ne ola ki» diye düşünür. Bunun üzerine Allah'ın izni ile dile gelen kurt O'na şöyle der. «Ey Allahın Resulü! Her gün, gündüzleri bin kere Subhanellahi velhamdülillâhi ve lâilâhe illellahu vellahu ekber (Allahı noksanlıkların her türlüsünden tenzih ederim, hamd O'na mahsustur, O'ndan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür)» demeyi, Allah bana ilham etti. Geceleri ise yine bin kere Ellahumme salli alâ seyyidina Muhammedininnebiyyil ümmiyyi ve alâ alihi ve sahbihi ve sellem (Allah'ım! Okuma-yazmasız Peygamberin olan Muhammed'e, O'nun soyundan gelenlere ve O'nun sahabilerine rahmet ve selâm ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsan bana da bildir de istifade edeyim,»

Bu sözleri işiten Hz. Davud (aleyhisselâm) kırmızı kurdu küçümsediğine pişman olur, Allah'dan korkarak O'na tevbe eder ve dergâhına sığınır.

Hz. İbrahim (aleyhisselâm) işlediği bir günahı hatırlayınca baygınlık geçirir ve kalbinin çarpıntısı (neredeyse) bir mil uzaklıktan duyulurdu. Allah'ın emri ile bir gün kendisine Cebrail (aleyhisselâm) gelir ve der ki, «Allah sana selâm ediyor ve dostundan korkan bir dost gördün mü? diye soruyor.

Hz. İbrahim (aleyhisselâm) Cebrail'e şöyle cevap verir; «Ey Cebrail! Kusurum aklıma gelince ve cezasını da düşününce dostluğumu unutuyorum.»

İşte peygamberlerin, velilerin ve salihlerin tutumu budur. Ötesini var sen düşün.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

YİNE ALLAH KORKUSU

ALLAH KORKUSU

IKINCI BÖLÜM


Büyük ahlâk ve fıkıh âlimi Ebü'l - Leys es- Semerkandî (rahimehuffahu) şöyle der:

Allah'ın yedinci kat semada birtakım melekleri var ki, yaratıldıkları andan beri secdededirler. Böğürleri Allah korkusu ile devamlı titrer haldedir. Kıyamet günü başlarını secdeden kaldırarak «Ey noksanlıkların her türlüsünden berî olan Allah'ımız! Sana lâyık olduğun derecede ibadet edebilmiş değiliz» diyeceklerdir.

Kur'ân-ı Kerim'in şu âyeti, onların bu hâllerine işaret eder;

« (Üstlerindeki Rabb'lerinden korkarlar ve emrolunduklarını yaparlar (göz açıp kapayana kadar bile Allah'ın emrini kırmazlar)» (Kur'ân-i Kerim/Nehr Sûresi, 50).

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

« Kulun vücuda, Allah korkusu ile ürperdiği zaman, yaprakları dökülen ağaç gibi günahlarından sıyrılır.»

HİKÂYE

Adamın biri bir kadına tutulur. Günün birinde kadın bir iş için yolculuğa çıkar. Adam de peşine takılır. Kafilenin mola verdiği bir sırada yol arkadaşlarının uykuya dalmalarını fırsat bilerek kadınla başbaşa kalmayı başaran âşık ona sırrını açar, Kadın adama «bak bakalım herkes uyuyor mu» der. Bu sözü, karşı tarafın arzusuna ram olmak üzere olduğu şeklinde yorumlayarak sevince kapılan âşık derhal yerinden fırlayarak kafilenin etrafında bir tur atar. Herkesin mışıl mışıl uyuduğunu görür. Kadının yanına dönerek «evet, herkes uyuyor» der. Bunun üzerine kadın adama «acaba Allah hakkında ne dersin, o da mı uyuyor» diye sorar. Adam «Allah uyumaz. O'nu hiç bir zaman ne uyku ve ne de uyuklama hali yakalamaz» diye karşılık verir. O zaman kadın der ki, «insanlar bizi görmüyorsa da şu anda uykuda olmayan ve hiç bir zaman uyumayan Allah bizi görüyor. Buna göre asıl O'ndan korkmalıyız»

Kadının bu sözleri üzerine adam Allah'dan korkarak tuttuğu kötü yoldan vazgeçer de kadının yanından ayrılır, evine döner.

Öldüğü zaman bir tanıdığı onu rüyasında görür, «Allah sana nasıl muamele etti» diye sorar. Adam «Allah'dan korkarak o günahı işlemediğim için O beni affetti» diye cevap verir.

HİKÂYE

Zamanın birinde İsrailoğullarından biri vardı, adam kendini ibadete vermişti. Çoluk çocuk sahibi idi. Günün birinde ailece aç kalırlar. Tamamen çaresiz kaldığı için yiyecek bir şeyler bulup getirsin diye karısını dışarıya gönderir.

Kadın bir tüccarın evine varır, çoluk çocuğuna yedirecek bir şeyler ister. Tüccar, kadına «olur, fakat önce bana kendini teslim et» diye teklif eder. Kadın hiç bir cevap vermeden çıkar, evine döner. Yavrularını «anneciğim! Açlıktan öleceğiz, bize yiyecek bir şey ver» diye feryad eder durumda bulur.

Geri çıkarak tekrar tüccarın yanına varır, yavrularının acıklı durumunu anlatır. Tüccar «istediğim olacak mı?» diye sorar. Kadın «evet» der.

İkisi başbaşa kalınca kadının mafsalları (eklemleri) öylesine titremeye başlar ki, azaları yerlerinden çıkacak gibi olur. Tüccar «ne oluyor sana» diye sorar. Kadın «Allah'dan korkuyorum» diye cevap verir.

Aldığı cevap üzerine kendine gelen adam «sen şu sıkışık durumuna rağmen bu günahtan dolayı Allah'dan korkuyorsun, oysa asıl benim korkmam gerekir» diyerek yapacağı işten vazgeçer. İstediklerini vererek kadını gönderir. Kadın kucağındaki yiyecekler ile yavrularına döner. Çocukların sevinci sonsuzdur.

Bu sırada ulu Allah'dan tüccar hakkında Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) vahiy gelir. Allah «falan, oğlu filâna bütün günahlarını affettiğimi söyle» diye bildirir;

Bunun üzerine Hz. Musa (aleyhisselâm) tüccarı bulur, ona «mutlaka Allah ile aranızda sır kalan bir hayır işlemiş olmalısın» der. O zaman tüccar kendisine yoksul kadınla arasında geçenleri anlatır. Hz. Musa (aleyhisselâm) «işte bu yüzden Allah, geçmiş bütün günahlarını bağışladı» diyerek tüccara müjdeyi verir (Mecmu'ul Letaif).

Rivayete göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem demiştir ki: << Uıu Allah şöyle buyurur: Şu iki korku ile iki gün aynı kulumda blraraya getirmem. Dünyada benden korkanın Ahiretini emin kılarım. Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde taşımayanları Kıyamet günü korkuya düşürürüm.»

Ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor:

İnsanlardan değil, benden korkunuz» (Kur'an-ı Kerim/Maide Sûresi, 44). Diğer bir Âyette de şöyle buyurur:

Eğer müminseniz, onlardan değil, benden korkunuzu (Kur'an-ı Kerim/Al-i imran Sûresi, 175)

Hz. Ömer (R.A.) Kur'ândan bir âyet dinlediği zaman yere baygın düşerdi. Bir gün eline bir saman kırıntısı alarak şöyle dedi, «keski ben de bir saman kırıntısı olsaydım, adı anılmaya değer bir şey olmasaydım. Keski anam beni doğurmamış olsaydı.»

O çok ağlardı, hüngür hüngür yaş dökerdi. Bu yüzden yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her zaman yüzünde görülürdü.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

Sağılan süt memeye dönmedikçe Allah korkusu ile ağlayan kimde cehenneme girmez.»

Rivayet edilir ki, Kıyamet günü bir kul Allah katına çıkılacak ve günahlarının ağır bastığı görülerek cehenneme atılması emredilecektir. Bu sırada kirpiklerinden bir tel dile gelerek şöyle diyecektir: Ey Rabb'im! Se-nin Resul'ün Muhammed «kim Allah korkusu ile ağlarsa Allah onun yaş döken gözlerini cehenneme haram kılar» diye bildirdi. Ben senin korkundan ağlamıştım.

Bunun üzerine dünyada Allah korkusu ile ağlayan bir kirpik teli sayesinde adam affedilecektir. Cebrail (aleyhisselâm) «falan oğlu filân bir tel kirpik sayesinde kurtuldu» diyerek bu durumu ilân edecektir. (Rekaik-ul Ahbar)

Rivayet edilir ki, Kıyamet günü cehennem ortaya çıkınca öylesine kükreyecek ki, bütün ümmetler dehşetinden dizüstü" kapaklanacaklardır. Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor ki:

« ... Ve sen her ümmeti dizüstü çökmüş (ne olacağını endişe ile bekler) görürsün. Hem ümmet amel defterini almaya çağılır (Kur'an-ı Kerim/Casiye Sûresi, 28)

İnsanlar cehenneme yaklaştırıldıklarında onun öfke ve kükreyişini duyacaklar, bu kükreyiş beşyüz yıllık mesafeden duyulacaktır.

O zaman peygamberler dahil herkes kendi derdine düşerek «ben ne olacağım, ben ne olacağım» diyecektir. Yalnız peygamberlerin ulusu olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem müstesna, O «ümmetim ne olacak, ümmetim ne olacak» diyecektir.

O sırada cehennemden dağlar gibi bir ateş kütlesi çıkacaktır. Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti «ey ateş kütlesi! Namaz kılanlar, doğruluktan ayrılmayanlar, Allah'dan korkanlar ve oruç tutanlar hakkı için geri döner misin» diye yalvararak ateşi geldiği yere göndermeye çalışacaklar, fakat ateş geri dönmeyecektir.

Bu sırada Cebrail'in (aleyhisselâm) «ateş kütlesi Muhammed'in ümmeti üzerine yöneldi» diye seslendiği duyulacaktır. Bunun üzerine Cebrail, bir bardak su getirerek Peygamber'imize uzatacak ve «ey Allah'ın Resulü! Bunu al, ateşin üzerine at» diyecektir. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail'den aldığı bardağı ateşin üzerine boşaltır boşaltmaz ateş sönecektir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem «bu su nedir? diye soracak ve Cebrail'den (aleyhisselâm) şu cevabı alacaktır: Bu senin ümmetinin, Allah korkusu ile ağlayan günahkârlarının gözyaşıdır. Şimdi ateşin üzerine serpip onu Allah'ın izni ile söndüresin diye sana getirme emri aldım» (Bidayet-ül Hidâye).

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi: ,

-Allah'ım! Bana senin korkun ile ağlayan iki göz bağışla».

Gözyaşı dökmek konusunda şu beyit ne kadar düşündürücüdür:

Ey gözlerim, günahıma ağlar mısınız?

Ömrüm ellerimden uçtu, gitti de farkında olmadım.

Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu bildiriliyor:

Hiç bîr mümin düşünülemez ki, Allah korkusu ile gözünden sinek başı kadar yaş çıksın ve elmacık kemiğine kadar insin de o kula cehennem ateşi değsin.»

HİKÂYE

Anlatıldığına göre Muhammed İbni Munzir rahimehullahialeyh ağladığı zaman gözyaşları ile yüzünü, sakalını ovar «duyduğuma göre gözyaşı değen yere cehennem ateşi değmez» derdi.

Mümin Allah'ın gazabından korkmalı ve kendini nefsin azgın arzularına uymaktan sakındırmalîdır. Nitekim (Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

Nefsinin azgın arzularına uyan ve dünya hayatını (Ahirete) tercih edenlerin varacağı yer cehennemdir. Rabb'ının makamından ve nefsini azgın arzulardan alıkoyanların varacağı yer ise cennettir» (Kur'an-ı Kerim/Naziat Sûresi, 37-41).

Allah'ın gazabından kurtularak sevab ve rahmetine nail olmak isteyenler, dünyanın sıkıntılarına sabırla katlanmalı, Allah'ın buyruklarına uymakta ısrar etmeli ve günahlardan sakınmalıdırlar.

Rivayete göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

Cennetlikler cennete girdikleri zaman melekler onları türlü türlü hayır ve nimetlerle karşılarlar, onlar için sedirler kurularak döşenir. Ken-dilerine çeşit çeşit yemek ve meyvalar ikram edilir.

Bu nimetlere rağmen üzerlerinde bir durgunluk farkedilir, belirli bir bekleyiş havası içinde bulundukları görülür. O zaman ulu Aüah «ey Kullarım! Burası durgun ve bekleyiş içinde olunacak bir yer olmadığı hal-de sizdeki bu durgunluk ve bekleme hali nedir» diye buyurur. Cennetlikler «bize yapılmış bir vaad vardı, şimdi zamanı geldi» diye cevap verirler.

Bu cevap üzerine Allah (celle celâlihu) meleklere «perdeleri yüzlerinden kaldırın» diye emir buyurur. Melekler «ey Rabb'imiz! Bunlar seni nasıl görebilirler, dünyada günah işlemişlerdi» derler. Meleklerin bu sözlerine karşılık ulu Allah emrini tekrar ederek şöyle buyurur: «Perdeleri kaldırın, onlar dünyada iken bana kavuşmak arzusu ile zikretmişler, secde etmişler ve gözyaşı dökmüşlerdir,»

Perdeler kaldırılır ve bakarlar, ansızın Allah katında secdeye kapanırlar. O zaman Allah onlara «kaldırın başınızı, zira burası amel yeri değil, bağış ve mükâfat yeridir» diye buyurur. Başlarını kaldırınca keyfiyet ölçüleri dışında onlara cemalini gösterir.

Arkasından sevinçlerini zirveye çıkarmak üzere onlara şöyle seslenir, «ey kullarım, selâm üzerinize olsun! Ben sizden hoşnudum, siz de benden hoşnud oldunuz mu?» Cennetlikler şöyle karşılık verirler, «ey Rabb'imiz! Nasıl hoşnud olmayalım ki, sen bize hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hayalinde canlandırmadığı nimetler verdin»
(Zehr-ur riyaz).

Bu konuda ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur:

Allah onlardan hoşnud oldu, onlar da Allah'dan hoşnud oldu»(Kur'an-ı Kerim/Beyyine Sûresi,8 )

Diğer bir âyette de şöyle buyurur:

Rahim olan Rabb'den selâm vardır (onlara)» (Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi. 58).


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

ÜCÜNCÜ BÖLÜM - SABIR VE HASTALIK

Allah'ın azabından kurtulmak, O'nun sevab ve rahmetine nail olarak cennetine girmek isteyenler, nefislerini dünyaya ait azgın arzulara kapılmaktan alıkoymalı, hayatın sıkıntısı ve musibetlerine karşı sabırla katlanmalıdırlar. Nitekim ulu Allah (celle celâlihu)

«Allah sabredenleri sever» buyuruyor. (Al-i Imran Suresi, 146)

Sabır birkaç türlüdür: Allah'ın emirlerine uymakta sabretmek (sebat), Allah'ın yasaklarından uzak durmada sabretmek (direnmek), musibete, bilhassa ilk şok anının sarsıntısına karşı sabretmek (katlanmak)

Allah'ın buyruklarına uymakta (itaatte) sabır gösterenlere Allah, Kıyamet günü cennette, her biri yerle gök arası kadar olan üçyüz derece verecektir.

Allah'ın yasaklarından uzak durmada sabır gösterenlere Allah, Kıyamet günü, her biri yedinci yerle yedinci gök arası kadar olan altıyüz derece verecektir.

Allah'dan gelen musibetlere sabırla katlananlara Allah, Kıyamet günü her biri Arş ile yeryüzü arası kadar olan yediyüz derece verecektir.

HİKÂYE

Anlatıldığına göre Zekeriyya (aleyhisselâm) bir gün yahudîlerden kaçar, onlar da ardına düşerler. İz sürücüler kendisine yaklaşınca kalın dallı bir ağaç görür, «Ey ağaç yarıl da beni içine al» diye yalvarır. Bu sırada açılan ağaç Hz. Zekeriyya'yı gövdesine aldıktan sonra tekrar kapanır.

Derken İblis ortaya çıkar, iz sürücülerini iri gövdeli ağacın yanına getirir, bir testere ile ağacı keserek Hz. Zekerriya'nın ölmesini sağlamalarını söyledi. Onlar da İblisin dediği gibi yaparlar. Hz. Zekerriyya (aleyhisselâm) Allah'a değil, ağaca sığındığı için bu yanlış tutum, helâkine yol açar ve testereyle ikiye bölünür.

Nitekim Peygamber'imizden sallallahu aleyhi ve sellem gelen bir rivayette: Ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur:

Başına bir belâ geldiği zaman bana sığınan kulun, daha o hiç bir istekte bulunmadan, dileğini yerine getirir ve daha yalvarmadan duasını kabul ederim. Buna karşılık başına bir belâ geldiği zaman bana değil de varlıklardan birine sığınan kulun yüzüne bütün gökyüzü kapılarını kitlerim». demiştir.

(Hikâyeye devam edelim:) Testerenin dişleri beynine geçince Hz. Zekeriyya (aleyhisselâm) feryadı koparır. Bunun üzerine kendisine şöyle seslenilir:

Ey Zekeriyya! Allah sana şöyle buyuruyor: Niye belâya sabretmiyorsun da «ah» diyorsun. Eğer bu sözü ikinci sefer tekrar edersen adını peygamberler defterinden silerim.»

Bu ağır ihtar üzerine Hz. Zekeriyya ağzından hiç bir feryad ifadesi kaçmasın diye dudaklarını ısırır, iki parçaya biçilinceye kadar sabreder.

Aklı başında, olan kimse şikâyetçi olmaksızın başına gelen belâya sabretmeli, dünya ve ahiret azabından kurtulmalıdır. Zira belâların (imtihanların) en çetini ile peygamberler ve veliler karşılaşır.

Cüneydi Bağdadî (rahimehullahu Aleyh) der ki: «Belâ, ariflerin kandili, muridlerin uyarıcısı, müminlerin silâhı ve gafillerin helâk alma sebebidir. Başına belâ gelip de hoşnutluk ve sabır göstermedikçe hiç kimse imanın tadına varamaz.»

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

Bir gece hastalanıp da Allah'dan gelen acıya gönül hoşnudluğu ile katlanan kimse, anasından doğduğu gün gibi günahlardan arınır. O halde hasta olduğunuz zaman iyileşmeyi temenni etmeyiniz.»

Dahhak der ki, «her kırk gecede bir başına ya bir belâ ya bir keder veya bir musibet gelmeyen kimsenin hesabına, Allah katında hiç bir hayır yazılmaz».

Muaz Îbni Cebel (R.A.) der ki, «Allah bir kulun başına bir hastalık verince sol yanındaki meleğe «çek ondan kalemi», sağ yanındaki meleğe de «bu kulumun hesabına yapageldiği amellerin en iyilerini yaz» diye talimat verir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

Bir kul hastalanınca Allah ona iki melek göndererek «bakın bakalım, kulum ne diyor» diye talimat verir. Eğer hasta «Elhamdülillah» derse bu sözü melekler tarafından Allah'a ulaştırılır. O, zaten bilir ya! O zaman Allah buyurur ki, «bu kulumun eğer canını alırsam onu kesinlikle cennete yerleştireceğim ve eğer ona şifa verirsem etini daha semiz etterle, kanını daha daha yarayışlı bir kanla değiştireceğim gibi günahlarını da muhakkak sileceğim.»

H İ K Â YE

İsrailoğulları arasında bir fasık vardı, fasıklıktan bir türlü vazgeçmiyordu, günün birinde beldesinin halkı ondan iyice bıktı, koyulduğu kötü yoldan onu vazgeçirmekten ümitler kesilince ondan kurtulmak için Allah'a yalvardılar.

Allah (celle celâlihu) Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) vahyetti ki, «İsrailoğulları arasında fasık bir delikanlı var, onu beldelerinden sür ki, onun kötülüğü yüzünden üzerlerine ateş yağmasın.»

Hz. Musa da o beldeye vararak delikanlıyı sürdü. Delikanlı beldesinden çıkarak bir köye sığındı. Bunun üzerine Allah'dan o köyden de onu kovma emrini alan Hz. Musa, delikanlıyı yeni yurdundan da çıkardı.

İkinci sefer sürgüne çıkan delikanlı bu defa insansız, bitkisiz, vahşî hayvansız ve kuş uçmaz bir mağaraya sığındı. Bu ıpıssız mağarada yalnız, kendisi ile başbaşa kalan delikanlı çok geçmeden hastalandı, yanında bakacak hiç kimsesi yoktu.

Toprağın üzerine yığıldı, başını da yere koydu. Bu acıklı durumda dudaklarından şöyle mırıldandı, «Annem başucumda olsaydı, halime acır ve zilletime ağlardı. Babam yanımda olsa yardımıma koşar, başımın çaresine bakardı. Karım burada olsa ayrılığımızın acısına ağlardı... Çocuklarım yanımda olsalar, cenazemin arkasından gözyaşı döker ve «Allah'ımız! Garib, zavallı, günahkâr, beldesinden yabancı bir köye sürülmüş, orada da barındırılmayacak ıssız bir mağaraya koyulmuş ve ıssız mağarada da dünyadan ayrılarak ümitsiz bir ahiret yolculuğuna çıkmak üzere olan babamızı sen af eyle» diye dua ederlerdi.

Allah'ım! Beni ana babamdan, evlâdımdan, karımdan ayrı düşürdün, fakat rahmetinden mahrum etme. Onların acısı ile kalbimi yaktın, fakat günahıma karşılık beni ateşinde yakma.

Delikanlının bu acıklı yalvarmaları üzerine Allah, delikanlıya anası ve karısı kılığında birer huri, çocuklarının kılığına girmiş genç melekler ve babası kılığında da bir melek gönderdi. Gelen huri ve melekler yanıbaşına oturarak üzerine ağladılar. Delikanlı da «İşte ana babam, karım ve çocuklarım, sonunda bana gelmişler!» diyerek ölçüsüz bir sevince boğuldu, gönlü feraha kavuşarak günahtan arınmış ve affa uğramış bir halde Allah'ın rahmetine kavuştu.

Bunun üzerine Allah (celle celâlihu) Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) bildirdi ki, «filân yerdeki falan kuytu mağaraya git, orada velilerimden bir veli öldü, yanına var, ona karşı yapılacak görevleri bizzat yürüterek ölüsünü defnet.»

Allah'ın bu talimatına uyan Hz. Musa (aleyhisselâm) kuytu mağaraya varınca Allah'ın emri ile önce kendi beldesinden ve sonra sürgün olarak yaşadığı köyden kovduğu delikanlının ölüsü ile karşı karşıya olduğunu ve cenazesinin çevresini melekler ile hurilerin tuttuğunu görür.

O zaman Hz. Musa (aleyhisselâm) Allah'a «Allah'ım! Bu ölü, senin emrin uyarınca beldesinden ve sürgün yerinden kovduğum delikanlı değil mi» diye sorar.

Ulu Allah Hz. Musa'ya cevap verir, «evet ya Musa, fakat sonra ben onu rahmetimin şemsiyesi altına alarak affettim. Çünkü toprak üzerinde uzanmış, yatarken bana yakardı. Memleket, ana baba, eş ve çocuk hasretine katlandı. Ona son nefesinde gurbetteki acıklı durumunun elemine katılsınlar diye son nefesinde anası ve eşi kılığına birer huri, babası ve çocukları kılığında melekler gönderdim.

Bilirsin ki, bir garip öldüğü zaman yer ve gök ehlinin hepsi onun için yas tutarlar. Ben merhametlilerin en merhametlisi iken ona nasıl acımazdım.
»

Garip bir kimse komaya girdiği zaman Allah meleklerine buyurur ki, «ey meleklerim! Bu adam gariptir, yolcudur, çoluk çocuğundan, eşinden, ana babasından ayrı düştü. Ölünce arkasından ağlayacak, yasını tutacak bir kimsesi yoktur.»

Arkasından Allah, meleklerden birini babası kılığına, bir başkasını çocuğu kılığına, bir diğerini yakın akrabasından birisi kılığına koyar.

Bunlar son nefesinde yanına varırlar. Garip hasta gözlerini açar. ana babasını, eşini görür, yüreği rahatlar, ruhunu huzur ve sevinç içinde teslimeder.

Daha sonra cenazesi yola çıkarıldığı zaman, melekler onu uğurlar ve mezarı başında Kıyamet gününe kadar dua ederler.

İşte ulu Allah'ın (celle celâlihu) «Allah'ın kullarına karşı lütuf sahibidir» âyeti celilesinin tecellilerinden birisi de budur.

İbni Ata (rahimehullahu aleyh) der ki, «Kulun gerçek mümin olup olmadığı belâ ve ferahlıkla karşılaştığı anlarda belli olur. Ferahlık günlerinde şükredip belâ günlerinde sızlanan kimse, (kulluk ve müminlik iddiasında) yalancıdır.

Eğer bir kimse bütün insanların ve cinlerin bilgisini nefsinde toplamış olsa da üzerine doğru belâ rüzgârı estiği zaman başına gelenlerden ötürü açıktan açığa şikâyet ederse, ilminin ve amelinin ona hiç bir faydası yoktur.»

Nitekim bir Hadisi Kudsî'de şöyle buyurulur:

Benim takdirime razı olmayanlar ve benim verdiğime şükretme yenler benden başka bir rabb arasınlar.»

Vehb İbni Münebbih (rehimehullahu) in anlattığına göre peygamberlerden biri elli yıl Allah'a ibadet etmiş. Allah da ona «seni affettim» diye bildirmiş. Peygamber de bu bildiriye karşı «Allah'ım, hiç bir günah işlemedim ki, neyimi affediyorsun» demiş.

Bunun üzerine Allah boyun damarlarından birine hızla atmasını emretmiş, Peygamber o gece uyuyamamış. Gün ağardığı zaman sabah meleği yanına gelince boyun damarının hızlı atışından ötürü çektiği rahatsızlıktan ona yakınmış. O zaman melek ona şöyle demiş, «Allah'ın sana diyor ki, elli senelik ibadetinin sevabı boyun damarından şikâyet etmenin günahını bile karşılayamaz.»


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

4. BÖLÜM RİYAZET VE NEFSANİ SEHVET

Ulu Allah (celle celâlihu) Hazreti Musa'ya (aleyhisselâm) bildirdi ki, «Ya Musa! Eğer benim sana sözümün, diline, içinden geçenlerle ruhunun bedenine, görme gücünün gözüne ve işitme gücünün kulağına olan yakınlığından daha yakın olmamı istiyorsan Muhammed'e sallallahu aleyhi ve selleme çok selâtü selâm getir.»

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur:

— Herkes yarın ne gönderdiğine (Kıyamet günü için ne amel işlediğine) baksın» (Kur'an-ı Kerim/-Haşr Sûresi, 18)

Ey insan! Bilmelisin ki, kötülüğü ısrarla emreden nefis, sana İblis'den daha düşmandır. Şeytan, ancak nefsin heva ve azgın istekleri yolu ile senin üzerinde baskı kurabilir. Nefsin seni aşırı emellerle ve dayanaksız kuruntularla aldatmasın.

Çünkü gamsızlık, gaflet, vurdumduymazlık, rehavet düşkünlüğü, tembellik ve miskinlik nefsin karakteristik özelliklerindendir. Her zaman eğri hedefleri ileri sürer, onun her şeyi kof ve dayanaksızdır.

Ondan hoşnut olup dediğine uyarsan mahvolursun, onu bir an kontrol ve hesabından kaçınırsan batarsın, ona karşı gelmeyi başaramayıp arzularına boyun eğersen seni cehenneme götürür. Hayra yöneltilemez, belâların başı, rezilliklerin kaynağı» şeytanın hazinesi, her türlü kötülüğün sığınağıdır. Onu ancak yaratıcısı bilin Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur.

— Âllah'dan korkunuz. Çünkü O, (iyikötü) yaptığınız her şeyden haberdardır» (Kur'an-ı Kerim/-Haşr Sûresi, 18)

Kul, Ahiret hazırlığı yolunda kullanıp kullanmadığı noktai nazarından ömrünün geride kalan kısmını değerlendirse, bu düşünme ameliyesi kalb hesabına bir temizlenme fırsatı olur. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

«— Bir saat düşünmek, bir yıllık «nâfile ve câhilâne olarak yapılan) ibadetten daha hayırlıdır» (Ebu'l Leys'in Tefsirinden böyle beyan edilmiştir.)

Aklı başında olanın geçmiş günahlarına tevbe etmesi, âhirette kendisini kurtarıp saadete ulaştıracak şeyler üzerine düşünmesi, aşırı emelleri gemlemesi, zaman geçirmeden tevbe etmesi, Allah'ı zikretmesi, yasaklardan kaçınması, nefsine karşı direnmesi ve onun azgın arzularına boyun eğlemesi gerekir.

Nefis bir puttur, nefsine boyun eğen puta tapmış olur Allah'a ihlâsla kul olanlar, sırf O'na kulluk etmeyi başaranlar, nefislerine yenen kimselerdir.

Rivayet edilir ki, Malik İbni Dinar (rahimehullahu) bir gün Basra çarşısında gezinirken gözü incire takılır, canı çeker. Yanında parası olmadığı için ayağındaki terliği çıkararak bakkala verir, .«karşılığında bana incir ver» diye teklif eder.Terliği gözden geçiren bakkal «bu hiç bir şey etmez» der. Malik de geçer, gider.

Bakkala «bu adamı tanımıyor musun» diye sorarlar, bakkal «hayır»

der, ona «bu adam Malik İbni Dinar'dır» derler.

Bunun üzerine bakkal bir tabağa incir doldurarak kölesinin başı üzerine yerleştirir ve «şu ilerde yürüyen adam bu incir tabağını senin elinden almayı kabul ederse seni âzâd edeceğim» der.

Köle Malikin peşinden koşar, yetişinçe ona «bu incir dolu tabağıbenim elimden almayi kabul buyur der, Malik reddeder. Bunun üzerine köle "Kabul etmen benim azad edilmemi saglayacakti" der. Malik köleye "senin azad edilmeni saglayacak ama benim de azaba carpilmamin sebebi olacak"
Kölenin israr etmesi üzerine, Malik ona "incir karsiliginda dinimi satmamaya ve kiyamet gününe kadar incir yememeğe yemin ettim" diye karsilik verir.

Yine anlatildigina göre Malik ibni Dinar (rahimullahu) ölümü ile nihayetlenen son hastaligi sirasinda cani, icine sicak cörek dogranmis bir bardak balli süt ister, hizmetci istedigini ona bulup getirir.

Malik sütü eline alir, bir müddet ona bakar ve "Ey nefs! Otuz sene sabrettin, simdi bir saat ömrün kaldi" diyerek bardagi yere atar. Böylece nefsinin istegine karsi direnerek karsi verir.

iste Peygamberlerin, velilerin, dogrularin, halk asiklarinin ve dünyaya aldanmayanlarin halleri budur.

Süleyman ibni Davud (aleyhisselâm) "nefisne hakim olan kimse, tek basina bir sehir fetheden bir komutandan daha kahramandir" der.

Hz.Ali (Kerremellahu vechehu) der ki:"Nefsimle ben, koyun sürüsü ile cobana benzeriz. Coban sürüyü hangi taraftan birlestirse diger taraftan dagilir. Nefsini öldüren kimse rahmet kefenine sarilarak seref ve mükafat topragina gömülür. Bunun tersine kalbini öldüren kimse lanet kefenine sarilarak azab tapragina gömülür."

Yahya ibni Muaz Er Razi (rahimullahu) der ki, "Allah (celle celâlihu)´in emirlerine uyarak ve nefsinin azgin arzularina karsi koyarak nefsinle cihad eyle." Riyazet, az uyumak, az konusmak, canlilari incitmemek ve az yemektir.

Cünkü az uyku, irada kararligi saglar, az konusmak, bir cok belalari önler, canlilari incitmemek insanin amacina ulasmasini kolaylastirir, az uyku nefsin azgin arzularini öldürür.

Cok yemek kalbi katilastirir, nurunu giderir, hikmetin nuru aclikla bagdasir. Oburluk, ulu Allah (celle celâlihu)´dan uzaklastirir.

Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Kalblerinizi aclikla aydinlatiniz. Aclik ve susuzlukla nefsinizin azgin isteklerine karsi koyunuz.

Yine aclikla cennetin kapisina israrla caliniz. Bütün mükafati, Allah (celle celâlihu) yolunda cihad denin mükafatina denktir. Allah (celle celâlihu) katinda aclik ve susuzluk cekmekten daha sevimli bir ibadet yoktur. Karnini tika-basa doldurarak ibadet lezzetini kaybeden kimse göklerdeki meleküt alemine giremez."


Hz. Ebubekir (R.A.) söyle buyurur. "Allah (celle celâlihu)'a ibadet etmenin tadina varayim diye müslüman oldugumdan beri doyasiya yemedim. Allah'a kavusmak sevki ile kanasiya içmedim. Çünkü, çok yemek, az ibadete sebep olur, insan çok yiyince vücudu agirlasir, gözkapaklarina agirlik çöker, azalar gevser. Böyle bir kimsenin elinden, kendini ne kadar zorlarsa zorlasin, uykudan baska bir sey gelmez, cöplüge atilmis bir les gibi olur"
Minhacil - Abidin´de böyle denilmistir.

Lokmanı Hakim demişti. «Oğlum! Uykuda ve yemekte ölçüyü kaçırma. Çünkü çok yiyip çok uyuyanlar; Kıyamet gününe, salih amel yönünden eli boş varırlar» Münyetil Müthi'de böyle denilmiştir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Çok yeyip içerek kalbi öldürmeyin. Çünkü çok sulanmış bitkinin kuruması gibi oburluk da kalbi öldürür.»

Salihlerden biri mideyi, kalbin altında kaynayan ve buharı kalbi saran bir kazana benzetir, buharın çokluğu kalbi lekeler, hatta karartır.

Oburluk, anlayış ve bilgi azlığına yol açar, mide şişkinliği. zekâ keskinliğini giderir.

Anlatıldığına göre bir gün Yahya İbni Zekeriyya (aleyhisselâm) şeytan ile karşılaşır. İblisin kucağında bir tomar yular vardır. Hz. Yahya ona «bunlar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanoğullarını avlamama yarayan azgın nefsi arzulardır» diye cevap verir.

Hz. Yahya «aralarında bana ait bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır yok, yalnız sen bir gece yemeği fazla kaçırmıştın da seni namazdan alakoyduk» karşılığını verir.

Bunun üzerine Hz. Yahya «öyleyse bundan sonra hiç bir zaman doyasıya yememeye kesinlikle karar veriyorum» der. Şeytan da «o halde ben de bundan sonra hiç kimseye nasihat vermemeye kesin karar veriyorum» karşılığını verir.

Bu durum ömründe bir gece yemeğinin ölçüsünü kaçıran içindir, buna karşılık ömründe bir gece bile acıkdığını hissetmeyen ve buna rağmen kendini ibadet heveslisi sayan kimsenin haline ne dersiniz?!

Yine anlatıldığına göre Yahya Bin Hz. Zekeriyya (aleyhisselâm) bir keresinde karnını arpa ekmeği ile fazlaca doyurur, o gece her zamanki zikrini yapamadan uykuya dalar. Allah (celle celâlihu) O'nu vahiy yolu ile şöyle azarlar, «ey Yahya! Benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun, yoksa bana yakın olmaktan sana daha faydalı bir muhit mi buldun? izzet ve celâlim hakkı için, eğer Firdevs ile cehennemin her ikisini yakından görüp mukayese etsen gözyaşı yerine irin ağlar ve dikişli elbise yerine demir giyerdin.»

Hz. Ebubekir (Radıyallahü anh) şöyle buyurur, «Allah'a ibadet etmenin tadına varayım diye müslüman olduğumdan beri doyasıya yemedim. Allah'a kavuşmak şevki ile kanasıya içmedim. Çünkü, çok yemek, az ibadete sebep olur, insan çok yiyince vücudu ağırlaşır, gözkapaklarına ağırlık çöker, azalan gevşer. Böyle bir kimsenin elinden, kendini ne kadar zorlarsa zorlasın uykudan başka bir şey gelmez, çöplüğe atılmış bir leş gibi olur» Minlacil alezhinde böyle denilmiştir.

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

5. BÖLÜM-NEFSİ YENMEK VE ŞEYTANA KARSI KOYMAK


Aklı başında olan kimsenin, nefsin azgın arzularını açlıkla sindirmesi gerekir. Çünkü Allah'ın (celle celâlihu) düşmanını (nefsin azgın arzularını) ancak açlık gemleyebilir.

Nefsin azgın arzuları, yemek ve içmek şeytanın vasıtalarıdır. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

— Şeytan, insan vücudunda kan damarları yolu ile dolaşır, Binanaleyh siz onun dolaşım yolunu açlıkla daraltınız. Kıyamet günü, insanların Allah'a en yakın olanı, en uzun müddet aç ve susuz kalanıdır.»

İnsanoğlu hesabına en büyük tehlike kaynağı, midenin doyumsuz arzularıdır. Hz. Adem (aleyhisselâm) ile Havva'nın huzur ve istikrar yurdundan (cennetten) çıkarılarak horluk ve yokluk diyarına (dünyaya) gönderilmelerinin sebebi odur.

Bilindiği gibi bir ağaç meyvesinden yemek, kendilerine Allah tarafından yasaklandığı halde azgın arzularına yenilerek sözkonusu ağacın meyvesinden yediler de çırılçıplak kalıverdiler.

Tahkike göre, mide, aşırı arzuların kaynağıdır. Hikmet ehlinden biri der ki, «nefsinin kontrolu altına giren kimse, onun azgın arzularından hoşlanmaya mahkûm olmuş, onun yanılmalar zindanında tutuklanmış ve kalbini faydalı şeylerden mahrunr etmiş olur. Vücud azaları toprağını azgın arzularla sulayanlar, kalblerinde pişmanlık ağacı dikmiş olurlar.»

Ulu Allah (celle celâlihu) canlıları üç türlü yaratmıştır: Melekleri akıllı ve fakat azgın isteksiz yaratmıştır. Hayvanları azgın isteklerle donatmış fakat onların yapısına akıl katmamıştır.

İnsanoğlunu ise akıl ve arzuları birarada yapısına katarak yaratmıştır. Buna göre aklını azgın arzularının kontrolüne veren kimse hayvanlardan aşağıdır, bunun tersine azgın arzularını aklının kontrolü altında tutan kimse de meleklerden üstündür.

HİKÂYE

İbrahim Havvas (raimehullahu) anlatıyor: Bir gün Likâm dağında idim. Bir nar ağacı gördüm, canım çekti, ondan bir nar kopararak yardım, ekşiymiş, elimden attım ve yoluma devam ettim. Az ileride birini gördüm, yere serilmiş ve üzerine arılar üşüşmüştü.

Adama selâm verince «aleykümselâm, ya İbrahim» diye cevap verdi. «Beni nereden tanıyorsun» diye sordum. «Allah'ı tanıyanlara hiç bir şey saklı değildir» karşılığını verdi. Ona «anlaşılan Allah ile münasebetin var, şu arılardan seni kurtarmasını O'ndan istesene» diye takıldım.

Bana şu cevabı verdi, «ben de senin Allah ile münasebetin olduğunu sanıyordum. Asıl kendin, nar düşkünlüğünden seni kurtarmasını istesene! Nar düşkünlüğünün acısını insan ahirette çeker, oysa arı sokmasının acısı dünyadadır. Öte yandan arı sokması vücudu incittiği halde azgın arzular, iğnelerini kalbe batırırlar.»

Bana ağır, fakat faydalı bir ders veren adamı kendi halinde bırakarak yoluma devam ettim.» .

Nefsin aşırı arzuları padişahları köle yaptığı gibi sabır da köleleri pa dişahlığa yükseltir. Hz. Yusuf (aleyhisselâm) sabrı sayesinde Mısır meliki oldu. Buna karşılık Züleyha, nefsinin azgın arzusu yüzünden, Hz. Yusuf'a (aleyhisselâm) karşı duyduğu aşkı gemleyemediği için zavallı, düşkün, yoksul, yaşlı ve gözlerinden mahrum bir duruma düştü.

Ebul Hasan Errazi'nin (rehimehullahu) anlattığına göre,ölümünden iki yıl sonra babasını rüyasında görür, üzerinde katrandan bir elbise vardır. Ona sorar, «babacığım, niye seni cehennemliklerin kılığı içinde görüyorum.»

Babası «yavrum, nefsim beni cehenneme sürükledi! Sakın nefsine aldanma» der.

Şairin biri bu konuda şöyle der:

Başıma dört belâ sarıldı.

Sapıklığım ve iradesizliğim yüzünden düştüm pençelerine:

Şeytan, dünya, nefsim ve sonu olmayan arzular. '

Hepsi de düşmanım, acaba kurtuluş nasıl?

İhtiras ve kuruntuların karanlığında

Nefsimin beni sonu olmayan arzulara çağırdığını görüyorum.»

. .

Hatem'ül Asam (rehimehullahu) der ki, «nefsim ayakbağım, ilmim silâhım günahım hayal kırıklığım ve şeytan da düşmanımdır. Nefsimin arzusuna, hiç bir zaman, uymam.»

Ehli marifetten bir zatın şöyle, dediği nakledilir: Cihad üç türlüdür. Birincisi kâfirlerle savaşmaktır ki, bu zahirî cihad'dır. Ulu Allah'ın «Allah yolunda cihad edenler...» âyeti celilesinde, cihadın bu çeşidine işaret edilmiştir (Kur'an-ı Kerim/Maide Suresi, 54).

İkinci çeşit cihad ilimle ve inandırıcı deliller ile batılın taraftarlarına karşı verilen cihaddır. «En iyi usulle onlara karşı koy» âyeti kerimesi, bu çeşit cihada işaret eder. (Kur'an-ı Kerim/Nahl Sûresi, 125)

Üçüncü çeşit cihad, kötülüğü emreden nefse karşı verilen cihaddır. Bunun hakkında Allah şöyle buyurur:

—Bizim uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz» (Kur'an-ı Kerim/Ankebut Sûresi, 69).

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem de bu konuda şöyle buyurur:

— En faziletli cihad, nefse karşı verilen cihaddır.»

Nitekim sahabîler (Allah onlardan razı olsun) kâfirlere karşı verilen bir savaştan dönünce «küçük cihaddan büyük cihada döndük» derlerdi.

Nefse, şeytana ve azgın isteklere karşı verilen cihada «büyük cihad» ismini vermelerinin sebebi şudur: Nefse ve azgın arzulara karşı verilen cihad aralıksızdır, oysa kâfire karşı arasıra savaş verilir. Öte yandan cephe savaşçısı düşmanını görür, fakat şeytan görünmez, görünür düşmana karşı cihad vermek, görünmez düşmanla cihad etmekten daha kolaydır.

Bir de şeytana karşı savaşırken onun, senin nefsinde bir destekçisi vardır, bu destekçi nefsin azgın arzularıdır, oysa ki kâfirlerle yapılan savaşta onların senin nefsinde öyle bir yardımcıları yoktur, bu yüzden şeytana karşı verilen cihad daha çetindir.

Yine savaşta kâfir öldürürsen zafer ve ganimet elde edersin, kâfir seni öldürürse şehitlik rütbesi ile cennet kazanırsın. Halbuki şeytanı öldüremezsin, ama eğer o seni öldürecek olursa Allah'ın cezasına çarpılırsın.

Nitekim derler ki: «Savaşta atını elinden kaçıran kimse düşmanın eline düşer, buna karşılık imanını yitiren kimse Allah'ın gazabına uğrar, böyle bir şeyden Allah'a sığınırız!...»

Diğer yandan, kâfirlerin eline esir düşen kimsenin elleri boynuna bağlanmaz, ayaklarına pranga vurulmaz, aç ve çıplak bırakılmaz. Oysa Allah'ın öfkesine muhatap olan kimsenin yüzü kara olur, elleri boynuna kelepçelenir, ayakları ateşten prangalara vurulur, yediği ateş, giydiği ateş ve içtiği ateş olur.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

ALTINCI BÖLÜM -GAFLET


Gaflet pişmanlığa yol açar. Gaflet nimetin elden gitmesine sebep olur. Gaflet faydalılığı engeller. Gaflet kıskançlığı azdırır. Gaflet kınanmaya ve nedamete sebep olur.

Hikâye edilir ki, salihlerden biri rüyasında hocasını görür ve ona «en çok neden pişmansınız» diye sorar. Hocası da ona «en büyük pişmanlığım gafletimdendir» diye cevap verir.

Yine anlatılır ki, salihlerden biri Zunnuni Mısrî'yi (rehimehullahu) rüyasında görür ve ona «Allah sana ne yaptı» diye sorar.

Zunnuni Mısrî de «beni karşısına dikerek seni gidi palavracı, seni gidi yalancı! Beni sevdiğini ileri sürdün, sonra da benden gaflete düştün diye beni azarladı» cevabını verdi.

Şair bu konuda şöyle der:

Kendin gaflettesin, kalbin yanılmada
Ömür geçti, günahlar olduğu gibi

Anlatıldığına göre salihlerden biri babasını rüyasında görür, ona «babacığım! Nasılsın, durumun nasıl» diye sorar. Babası da «yavrum! Dünyada gafil yaşadık ve gafil olarak öldük» diye cevap verir.

Zehril Riyazda rivayet edildiğine göre Hz. Yakub (aleyhisselâm) ölüm meleği (azrail) ile dosttu. Bir gün Azrail, Hz. Yakub'u ziyarete gider. Hz. Yakub O'na «Ya Azrail, görüşmeye mi geldin, yoksa canımı almaya mı» diye sorar. Azrail «gelişim ziyaret içindir» cevabını verir.

Hz. Yakub «senden bir ricam var» der. Azrail «nedir» der. Hz. Yakub «ölümümün yaklaştığını, canımı almaya hazırlandığını bana önceden bildirmeni istiyorum» der, Azrail «hay hay, sana iki veya üç haberci gönderirim» karşılığını verir.

Hz, Yakub'un ömrü dolunca bir gün yine ölüm meleği karşısına dikilir. Hz. Yakub yine sorar, «ziyaretçi misin, yoksa canımı almaya mı geldin» Azrail «canını almaya geldim» cevabını verir.

Hz. Yakub «sen bana daha önce iki veya üç haberci göndereceğini söylemedin mi» diye sorar. Azrail şu cevabı verir, «söylediğimi yaparak sana üç haberci gönderdim: Önce siyah iken sonra ağaran saçın, güçlü iken halsizleşen vücudun ve dimdik iken kamburlaşan vücudun, ey Yakub, işte bunlar benim ademoğullarına gönderdiğim ön habercilerdir.»

Şair bu durumu şöyle tasvir eder:

Geçti yıllar, günler, günahlar üremekte

Geldi ölüm habercisi, fakat kalb gafil

Dünyadan nasibin aldanmak ve pişmanlık

Dünyada kalman ise imkânsız ve boş kuruntu

Ebu Ali edDekkak (rehimehullahu) anlatıyor: «Hasta olan salih bir dostumu ziyaret etmeye vardım, büyük bir şeyh idi, etrafını talebeleri çevirmişti, ağlıyordu, iyice yaşlanmıştı. «Ey şeyh! Neye ağlıyorsun, yoksa dünyaya mı» diye sordum. «Asla! Kaçırdığım namazlara ağlıyorum» diye cevap verdi. «Nasıl olur, sen namazını kaçırmazdın» dedim. Bana şu cevabı verdi. «Şu günüme kadar geldim, ne gafletsiz secdeye vardığım oldu, ne de gafletsiz secceden başımı kaldırdığım var. İşte şimdi de gaflet içinde ölüyorum.»

Arkasından derin bir nefes çekerek şu şiiri söyledi: Mezarımdan doğrulacağım günü ve mahşere varacağımı düşündüm Dört köşelik çukurumdaki ikamet süremi Yapayalnız ve tek başıma, nice izzet ve mevkiden sonra Günahımın ve toprağımın tutuklusu olarak, onunla başbaşa hesaplaşman üzerinde eni boyu düşündüm.

Ve amel defterim verildiği zamanki halimin perişanlığını

Fakat ümidim sendedir, Rabb'im, yaratıcım!

Umarım ki, ey Allah'ım sen bağışlarsın günahkârı!

Uyunul Ahbar adlı eserde Şakık elBelhî'nin (rehimehullahu) şu sözleri nakledilir: «İnsanlar şu üç sözü söylerler, ama davranışları sözlerine ters düşer. Birincisi «biz Allah'ın kuluyuz» derler, fakat başıboşlar gibi davranırlar, bu durum sözlerine ters düşer, «Allah bizim rızkımıza kefildir» derler, fakat kalbleri yalnız dünya ile dünya varlığı biriktirmekle tatmin olur. Bu davranış da sözlerine ters düşer. «Ölümden kurtuluşmuz yoktur» derler, fakat hiç ölmeyecekmiş gibi hareket ederler, bu durum da hiç şüphesiz sözlerine ters düşer.

Ey kardeşim, sen kendine bak! Hangi vücudla Allah'ın huzuruna dikileceksin, hangi dille O'na cevap vereceksin, her şeyi inceden inceye sana sorduğunda ne cevap vereceksin.

Sorulara cevap ve cevaplara doğruluk hazırla, Allah'dan kork, çünkü «O, iyikötü bütün davranışlarınızdan haberdardır.»

Şakıkul Belhî sözlerine devam ederek müminlere, Allah'ın emrinden ayrılmamalarını ve gizli açık her durumda O'nu tek ilâh olarak bilmelerini öğütledi.

Hadisi Şerif'de varid olduğuna göre: Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur.

— Arş'ın direğinde yazar ki, «bana itaat edenin ben de mükâfatını veririm, beni seveni ben de severim, bana yalvaranın isteğini karşılarım, benden af dileyenin günahlarını bağışlarım.»

Aklı başında olan kimsenin Allah'a korku içinde ve ibadetini sırf O'na yönelterek O'nun takdirinden hoşnut olarak O'ndan gelen belâya sabırla katlanarak verdiği nimetlere şükreder ve verdiği ile yetinerek itaat etmesi gerekir.

Nitekim ulu Allah buyurur ki, «benim takdir ettiğimden hoşnut olmayanlar, gönderdiğim belâya sabırla katlanmayanlar, nimetlerime şükretmeyenler ve verdiğimi yeterli bulmayanlar, benden başka Allah arasınlar.»

Biri Hasan elBasrî'ye (rehimehullahu) «ibadetten zevk almıyorum» der. Hasan elBasrî de ona «her halde sen Allah'dan korkmayan birinin yüzüne bakmışsın! Kulluk, her şeyden hakkıyla sıyrılarak Allah'a yönelmektir» cevabını verir.

Başka birisi de aynı konuyu Ebu Yezid olBestamî'ye (rehimehullahu) açar, «ibadetten zevk almıyorum» der. Ebu Yezid elBestamî de ona şöyle cevap verir. «Çünkü sen ibadete tapıyorsun, Allah'a ibadet etmiyorsun! Allah'a ibadet et ki, ibadetten lezzet alasın.»

Anlatıldığına göre adamın biri namaza durur, «fatiha» süresini okurken sıra «iyyake na'budü (sırf sana kulluk ederiz)» ayetine geldiği zaman gerçekten sırf Allah'a kulluk ettiğini içinden geçirir. O sırada gizli bir ses ona «yalan söylüyorsun, sen insanlara kulluk ediyorsun» diye seslenir. Hemen tevbe eder. insanlarla münasebetlerini keser ve yine namaza durur.

Yine sıra «iyyake na'budü» ayetine gelince ayni sesi bir kere daha duyar. «Yalan söylüyorsun, sen servetine tapıyorsun» Bu azar üzerine bütün varlığını fakirlere dağıtır, yine namaza durur, sıra yine «iyyake na'budü» ayetine geldiği zaman gizli ses bir daha kulağına gelir, «yalan söylüyorsun, sen elbiselerinin kölesisin.»

Derhal vücudunu örtmek için gerekli olanlarının dışında kalan bütün elbiselerini fakirlere verir ve namaza durur. Sıra bir daha «iyyake na'budü» ayetine gelince bu sefer gizli ses kulağına şöyle seslenir, «şimdi doğru söylüyorsun, gerçekten şu anda sen sırf Allah'a kulluk ediyorsun.»

Revnakul Meranîs de der ki: «Adamın biri heybesini kaybetmiş,

kime verdiğini bir türlü hatırlayamıyormuş, bu düşünce içinde namaza durmuş, namazda iken heybeyi kime verdiğini hatırlamış. Selâm verince kölesini çağırmış, «falan oğlu filâna git heybemizi geri al» demiş.

Köle «onda olduğu ne zaman hatırına geldi» diye sormuş, adam «namazda iken» diye cevap vermiş. Bunun üzerine köle ona şöyle demiş, «efendim, demek ki sen Allah'ın rızası peşinde değil, heybenin peşinde imişsin» Adam da sağlam itikadına hürmet ederek köleyi derhal azad etmiş.

Bundan dolayı aklı başında olan kimsenin dünyadan gönül sıyırarak sırf Allah'a kulluk etmesi, ilerisini düşünerek ahiret saadetini araması gerekir. Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

— Kim ki, Ahiret ürününü (sevabını) dilerse onun ürününü artırırız. Buna karşılık dünya ürününe (elbise, yiyecek, içecek gibi dünya lezzetlerine) talip ise ondan payını veririz, fakat onun ahirette hiç bir payı olmaz (ahiret sevgisi kalbinden çıkarılır)»(Kur'an-ı Kerim/Şûra Sûresi. 20).

Böyle olduğu içindir ki. Hz. Ebubekir (Radıyallahü anh) Peygamber'imiz uğruna kırk bin dinar açıktan ve kırk bin dinar gizlice harcamış ve sonunda kendisine hiç bir şey bırakmamıştır. Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem kendisi olsun, yakınları olsun dünyadan, onun azgın istek ve arzularından yüz çevirmişlerdi.

Nitekim Hz. Fatma (R. Anha) nın Hz. Ali (kerremellahu vechehu) ile evlendiği zaman çeyizi debbağlanmış koç derisi bir post ile içine ağaç kabuğu doldurulmuş deri bir yastıktan ibaretti.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L-KULÛB-KALPLERİN KEŞFİ- İMÂM-I GAZALÎ

Mesaj gönderen tahaakb »

YEDİNCİ BÖLÜM - ALLAH'I UNUTMAK, FASIKLIK VE NİFAK


Kadının biri Hasan elBasrî'ye (rehimehullahu) gelir, «genç bir kızım vardı, öldü, onu rüyamda görmek istiyorum, onu rüyada görmeni sağlayacak bir dua öğretesin diye sana geldim» der.

Hasan elBasrî (rehimehullahu) da kadının arzusunu yerine getirir. Kadın kızını rüyasında görür ki, aman Allah'ım! Üzerinde katrandan bir elbise, boynuna bukağu ve ayaklarına prangalar vurulmuş.

Durumu Hasan elBasrî'ye bildirir, veli de bu hale üzülür.

Aradan zaman geçer, bu defa kızı rüyasında Hasan elBasrî görür. Kız cennettedir ve başı taçlıdır. Kız «Veli»ye «beni hatırladın mı? Ben sana gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım» der.

Hasan elBasrî «seni gördüğüm duruma getiren sebep nedir» diye sorar. Kız şu cevabı verir, «Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçerken Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem bir defa selâtü selâm getirdi, mezarlıkta azâb çeken beşyüz elli ölü vardık. O adamın selât selâmı sayesinde —bunlardan azabı kaldırın— diye emir geldi.»

Şimdi düşünelim. Bir adamın Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem getirdiği selâtü selâm hürmetine o kadar kişi affedilince elli yıllık ömrü boyunca O'na selâtü selâm getiren kimsenin Kıyamet günü, O'nun şefaatine nail olmaması düşünülebilir mi?

Ulu Allah (celle celâlihu) «o kimseler gibi (yâni münafıklar gibi) olmayın (günaha dalmayın) ki, onlar Allah'ı unutmuşlardır (yani Allah'ın emrinden ayrılarak tersini yapmışlar, dünyalık azgın arzulardan tad almışlar ve onun aldatıcı görüntülerine gönül vermişlerdir).»

Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem «mümin ve münafık kimdir» diye sormuşlar, Peygamber'imiz şu cevabı vermiştir:

— Müminin gözü namazda, oruçta olur, münafığın gözü işe —hayvanlarda olduğu gibi— yemekte, içmekte, ibadet ve namazdan uzak durmakta olur. Mümin, eli vardıkça sadaka verir, Allah'dan günahlarının affedilmesini diler. Münafık ise ihtiras ve boş kuruntular peşindedir. Müminin Allah'dan başka hiç bir kimsede umudu olmaz, münafık ise AIlah'dan başka herkese umut bağlar.

Mümin, dini yerine malını feda eder, münafık ise malı uğruna dinini satar. Mümin Allah'dan başka hiç kimseden korkmaz. Münafık ise Allahdan başka herkesten çekinir. Mümin iyilik işlemekle birlikte ağlar, münafık ise kötülük işlediği halde güler.

Mümin yalnızlıktan ve kendi başına kalmaktan hoşlanır. Münafık ise girişkenlikten ve kalabalıktan hoşlanır.

Mümin tohum eker, (yapıcı ve üreticidir) kargaşalıktan hoşlanmaz, münafık ise yıkıcıdır, bununla birlikte emeksiz ürün peşindedir. Mümin dininin prensiplerine uygun bir idare uğruna emir verir ve yasaklar koyar, düzelticidir. Münafık ise baş olma ihtirası uğruna emirler verir ve yasaklar koyar, yıkıcıdır. Daha doğrusu kötülüğü emrederken iyiliği ve doğruyu yasaklar.»


Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor;

— Münafık erkekler de münafık kadınlar da biribirlerinin parçalarıdırlar (hepsi biribirine benzer) Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar. Onlar avuçlarını yumarlar (cimridirler) Onlar Allah'ı unutmuşlardır, Allah da onları unuttu. Hiç şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridirler.

Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebediyyen kalmak üzere cehennem ateşini. va'detmiştir. Bu onlara yeter. Ayrıca Allah onları rahmetinden kovdu, onlar için tükenmez azap vardır»
(Kur'an-ı Kerim/Tevbe Sûresi, 67-68).

Yine ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur:

«— Allah münafıklar ile kâfirlerin hepsini (kâfir ve münafık olarak öldükleri takdirde) cehennemde biraraya getirecektir» (Kur'an-ı Kerimı/Nisa Sûresi, 140).

Âyeti celilede münafıkların daha önce zikredilmelerinin sebebi, bunların kâfirlerden daha kötü olmaları yüzündedir. Arkasından da her iki zümrenin birlikte varacağı yerin cehennem olduğunu bildirmiştir.

Yine ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

— Hiç şüphesiz, Münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Onlar için hiç bir kurtarıcı bulamayacaksın» (Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 145).

Münafık kelime manas bakımından «nafikul Yerbu» deyiminden türemiştir. Tarla faresinin yuvasında karşılıklı iki delik bulunduğu söylenir, birine «nafıka» diğerine «kasıa» denir. Tarla faresi birinin ucundan başını gösterir, Öbüründen çıkıp gider.

İşte münafığa o yüzden bu ad takılmıştır. Çünkü kendini müslümanmış gibi gösterir, öte yandan İslâmdan çıkarak kâfirliğe girer.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

Münafık, iki koyun sürüsü arasında gâh sürünün birine, gâh öbürüne katılan şaşkın bir koyun gibidir. O bu sürülerin hiç birinde devamlı barınmaz, çünkü her iki sürüye de yabancıdır. Münafık da tıpkı böyledir, ne tamamen müslümanlarla kaynaşabilir ve ne de kâfirlerle.»

Ulu Allah (celle celâlihu) cehennemi yedi kapılı olarak yaratmıştır. Nitekim

«cehennemin yedi kapısı vardır» diye buyuruyor (Kur'an-ı Kerim/Hıcr Sûresi, 44)

Bu kapılar, lânetle kaplanmış demirdendir, cehennem duvarlarının dış yüzü bakırdan ve iç yüzü kurşundandır. Tabanında azap ve tavanında öfke ve acımazlık vardır. Zemini cam, kurşun, bakır ve demir karışımıdır. Cehennemlikler üstten, alttan, sağdan ve soldan ateşle kuşatılmışlardır. Birbiri üzerinde duran katlardan meydana gelmiştir. İşte münafıklar için bu katların en altta olanı ayrılmıştır.

Rivayete göre Cebrail'in (aleyhisselâm) gelişlerinden birinde Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem O'na «ya Cebrail, bana cehennemi ve onun hararet derecesini tasvir et» der. Cebrail de Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem isteği üzerine şunları anlatır, «Ulu Allah, cehennem ateşini yarattıktan sonra bin yıl boyunca yaktı, sonunda kıpkırmızı oldu. Arkasından bin yıl daha yaktı, nihayet ağardı. Daha sonra onu koyu bir kara renge bürününceye kadar bin yıl daha yaktı.

Seni hak dinle Peygamber olarak gönderen Allah adına yemin ederim ki, cehennemliklerin üzerlerindeki elbiselerden biri yeryüzü halkına gösterilecek olsa, hepsi ölürlerdi. Yine eğer cehennem içeceğinin bir tek kovası yervüzü sularının tamamına katılsa, tadanlar derhal ölürdü.

Ulu Allah'ın «sonra onu boyu yetmiş arşın zincire vururuz» ayetinde belirttiği zincirden bir arşın kadarı —ki o arşının uzunluğu doğu ile batı arası kadardır— dünya dağlarına düşse, dağlar erirdi. Eğer aranızdan biri cehenneme girdikten sonra çıkarılarak aranıza gönderilse yeryüzündekiler, kokusununun keskinliğinden bayılarak ölürlerdi.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail'in sözünün burasında araya girerek «ya Cebrail, bana cehennemin kapılarını tarif et, şu bildiğimiz kapılar gibi midirler?» diye sordu.

Cebrail (aleyhisselâm) «hayır», Ya Rasulellah fakat birbiri üzerinde katlar halindedirler. Kapıdan kapıya yetmiş yıllık mesafe vardır. Her kapının ısı derecesi üzerindekinden yetmiş kat fazladır.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail'e bu kapılara tekabül eden katlara kimlerin gireceğini sordu, Cebrail şöyle cevap verdi, «ismi —haviye— olan en alt katın kapısından münafıklar gireceklerdir. Nitekim ulu Allah

«hiç şüphesiz, münafıklar cehennemin en alt katindadırlar» buyuruyor (Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi/145) İsmi —cahim— olan ikinci katın kapısından Allah'a ortak koşanlar gireceklerdir. İsmi —Sakar— olan üçüncü katın kapısından yıldızlara tapan putperestler (sabiiler) gireceklerdir.

Adı —Lezza— olan dördüncü katın kapısından şeytan ile birlikte ona uyan ateşperestler girecektir Adı —hutame— olan beşinci katın kapısından yahudiler gireceklerdir. İsmi Sair— olan altıncı katın kapısından hristiyanlar gireceklerdir.»

Cebrâil, sözünün burasında susunca Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem «hani yedinci katın kapısından girecek olanları söylemedin» diye sordu. Cebrail bu soruya Ya Muhammed «onu sorma» diye cevap verdi. Peygamber'imiz «söyle» diye ısrar edince Cebrail «yedinci kapıdan da senin ümmetinden tevbesiz ölen büyük günahkârlar gireceklerdir» diye sözünü tamamladı. Rivayete göre:

«Hepiniz teker teker oraya (cehenneme) mutlaka gireceksiniz»

mealindeki âyeti kerime indiği zaman Peygamber'imizin ümmeti hesabına duyduğu korku artmış ve hüngür hüngür ağlamıştı (Kur'an-ı Kerim/Meryem Sûresi, 71).

Allah'ı tanıyan, O'nun sillesinin ve hışmının şiddetini bilen kimse O'ndan olanca derecesi ile korkar. Anlatılan sıkıntılarla henüz karşılaşmadan, o korkunç ve ürkütücü ev (cehennem) gözü önüne dikilmeden, perde düşüp intikamı pek çetin olan Allah'ın (celle celâlihu) huzuruna çıkarılmadan ve cehenneme sevkedilmeden kendine ve sapıklıklarına gözyaşı döker.

Orada nice yaşlı kimse «hey gidi yaşlılığım» diye feryad eder, nice genç «eyvah gençliğime» diye bağırır. Nice kadın da «eyvah rezilliklerime, yazık yırtılan sır perdelerime» diye figan eder. Orada herkesin yüzü ve vücudu kapkaradır, beli bükülecektir.

Ne büyüklere saygı gösterilir, ne de küçüklere acınır, kadınlar çırılçıplaktır.

Allah'ım, ey bağışlayıcıların ulusu! Rahmetin sayesinde bizi ateşten ve ateşe yaklaştıracak her türlü kötülükten koru, bizi iyilerle birlikte cennete koy.

Allah'ım! Kusurlarımıza göz yum, başırnızdakileri güvenilir kıl. ayak sürçmelerimizden sonra dengeye kavuşmamızı nasib eyle ve huzurunda bizi rezil eyleme, ey merhametlilerin en merhametlisi.

Salât ve selâm Peygamber'imize, O'nun yakınları ile sahabîleri üzerine olsun.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

SEKİZİNCİ BÖLÜM- TEVBE


Tevbe her müslûman erkek ve kadına farzdır.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Dönülmez bir tevbe ile Allah'a yöneliniz"
(Tahrim -8)

Emir vücup içindir.

Yine ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

"Allah'ı unuttukları için Allah'ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayınız. Onlar fasıkların ta kendileridir".
Haşr Sûresi. 19

Ayet-i kerimedeki «Allah'ı unuttular» ifadesi. Allah (celle celâlihu) 'a daha önce söz vermiş oldukları halde O'nun kitabına, uymaktan cayanlar demektir.
«Allah de onlara kendi kendilerini unutturdu» cümlesı de kötülüklerinden vazgeçip kendileri hesabına iyi davranışlara girişmek üzere kendi kendilerini değerlendirilmelerini hatırlarına getirmedi demektir.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Allah'a kavuşmayı dileyen kimseye kavuşmaktan Allah (celle celâlihu) hoşnut olur. Buna karsılık Allah (celle celâlihu) 'a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseye kavuşmayı Allah (celle celâlihu) ´da istemez."

Ayetteki «onlar fasıkların ta kendileridir» ifadesi de günah işlemeyi tabi bir yol haline getirenler, verdiklerı sözden cayanlar, hidayet, rahmet ve mağfiret yolundan sapanlar demektir.
«Fasık» iki türlüdür: biri «kâfır fasık». diğeri «facir fasık», «kâfir fasık» Allah (celle celâlihu) 'a ve O'nun Resul'üne inanmayan, hidayet yolundan çıkarak sapıklık çıkmazına koyulan kimsedir.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) böylesı fasıklar hakkında söyle buyuruyor:
"O, Rabb'inin emrinden çıkmıştır"(Kehf suresi 50)Yani iman ederek Allah (celle celâlihu) 'ın emrine uyma yolundan ayrılmıştır.

Facir fasık»a gelince içki içen, haram yiyen, zina eden, çeşitli günahlar işleyerek ibadet yolundan sapıp isyan yoluna giren ve fakat Allah'a ortak koşmamış olan kimselerdir.

Aralarında fark da şudur. Ölmeden önce tevbe edip kelime-i şahadet getirmedikçe kâfir fasığın affedilmesi umulmaz. Buna karşılık facir fasık, ölmeden önce sadece tevbe ederek işlediklerinden pişmanlık duyduğu takdirde affa uğraması beklenebilir.

Bilinmelidir ki, sebebi nefsin azgın arzuları olan her günahın affedilmesi beklenebilir. Buna karşılık sebebi kibir olan günahın affı beklenemez. Nitekim şeytanın baş kaldırmasına sebep kibri olduğu için affedilmemiştir.

Buna göre ölmeden önce günahlarından vazgeçip Allah (celle celâlihu) 'a tevbe etmen gerekir ki, Allah (celle celâlihu) 'ın dileğini kabul buyurmasını beklemeye haklı olasın.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur:
"Kullarından gelen tevbeleri kabul ederek kötülükleri affeden O' dur" (42-Sura Suresı 25)

Demek ki ulu Allah (celle celâlihu) , tevbeyi kabul ederek yapılmış olan kötülükleri bağışlıyor.
Nitekim Peygamber'ımız sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:

"Günahlarından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir."

Anlatıldığına göre adamın biri her günah işlediğinde işlediği günahı bir deftere yazardı. Günün birinde yeni bir günah daha işler, yazmak için defterini açar. Fakat günah listesinin kayıtlı olduğu sayfalarda

o kimseler ki Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir» mealindeki ayet-i kerimeden başka hiç bir satır bulamaz (33) Ayetten murat Allah şirkin yerine imanı, zinanın yerine affı, günahın yerine ismet ve taatı değiştirir demektir.

Yine anlatıldığına göre Hz. Ömer Radıyallahü anh bir gün Medine mahallelerin-den birini dolaşırken bir delikanlı ile karşılaşır. «delikanlı, elbisenin altında ne var» diye sorar. Delikanlı az kalsın «İçki» diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. «Allah'ım! Beni Ömer'in karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki içmeyeceğim.» Arkasından «Ey Emirü'l - Mü'minin elbisemi altında taşıdığım sirke şişesidir» diye cevap verir.

Hz. Ömer Radıyallahü anh «göreyim» der. Delikanlı elbisesini kaldırır, Hz. Ömer Radıyallahü anh bakar gerçekten şişe sirke olmuştur! Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür. Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı Allah (celle celâlihu) 'ın içkisini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkâr, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazgeçecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştürecektir.

Ebu Hureyre Radıyallahü anh anlatıyor:

Bir gece yatsı namazını Allah Rasulü ile birlikte kıldıktan sonra yola çıktım, yürürken önüme bir kadın çıktı, «ey Ebu Hureyre, ben bir günah işledim, acaba tevbem kabul olur mu» diye sordu.

«İşlediğin günâh nedir» diye sordum. Kadın «zina yaptım ve zinadan peydahladığım çocuğu da öldürdüm» cevabını verdi. Kadına «mahvoldun ve cana kıydın, yemin ederim ki, senin yapacağın tevbe kabul edilmez» karşılığını verdim, ben böyle derdemez kadın bayılarak yere düştü.

Yoluma devam ettim, yürürken içimden «Allah Rasul'ü henüz aramızda iken ben fetva veriyorum, bu doğru değil» dedim. Bu düşünce ile geriye döndüm, Peygamber'imize vardım, karşılaştığım olayı O'na anlattım.

Bana dedi ki, «mahvoldun ve kadını da mahvettin. Şu ayetler nerede, senin tutumun nerede!"

Ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyuruyor:

Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir ilâh katıp tapmazlar, kesin bir adalet hükmü olmaksızın Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar, zina etmezler (işte onlar Allah'ın gerçek kullarıdırlar) Kim bu haramları işlerse cezaya çarpılır.

Kıyamet günü o kimsenin azabı kat kat olur ve perişanlık içinde azab ile ebediyyen başbaşa bırakılır. Yalnız tevbe ederek salih ameller işleyen
müstesna. Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir."
(Furkân 63 - 70).

Bunun üzerine Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem yanından hemen çıktım, «az önce benden bir konuda fetva isteyen kadının yanına beni götürecek kimse var mı» diye seslendim. Çocuklar «Ebu Hureyre delirmiş» diye bağırmaya basladılar.
Sonunda kadının yanına vararak Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellemin verdiği fetvayı ona bildirdim, kadın sevinçten coşarak nara attı ve «bir bahçem var, onu Allah (celle celâlihu) ve O'nun Rasul'ü sallallahu aleyhi ve sellem uğruna sadaka olarak vereceğim» dedi.

Alimlerden birine soruldu ki. «kul, tevbe ettiği zaman tevbesinin kabul edilip edilmediğini bilebilir mi?»
Alim bu soruya su cevabı verdi: «Bu konuda kimse kesin bir hükme varamaz, fakat tevbenin kabul edilip edilmediğine işaret eden bazı alâmetler vardır.

Başlıcaları söyle sıralanabilir:
1 — Kulun kendisini günahtan uzak hissetmesi gerekir.
2 — Kalbinden sevincin silindiğini, her baktığı yerde Allah (celle celâlihu) 'ın varlığını hissetmesi gerekir.
3 — Günahkârlardan uzak durarak iyilik işleyenlere yakınlık duyması gerekir.
4 — Dünya kazancının azmi çok, ahiret amelinin çoğunu az görmesi gerekir.
5 — Kalbini devamlı olarak Allah (celle celâlihu) 'ın farz kıldığı ibadetler ile ilgili görmelidir.
6 — Az konuşması, aralıksız bir düşünce hali yaşaması, daha evvel işlediği günahlardan dolayı devamlı olarak üzgün ve pişman görünmesi gerekir.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

DOKUZUNCU BÖLÜM- SEVGİ

Anlatıldığına göre adamın biri çöl ortasında yürürken gözünün önüne çirkin bir yüz dikilir. Adam «sen kimsin» der. Çirkin yüz «ben senin çirkin amellerinim», diye cevap verir. Adama «senden kurtulmanın yolu nedir» diye sorar. Adam «Peygamber'e selât-ü selâm getirmektir.»

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

— Bana getirilen selât-ü selâm, sırat köprüsü üzerinde ışıktır, cuma günü seksen kere selât-ü selâm getiren kimsenin geçmiş seksen yıllık günahı affedilir» der.

Yine anlatıldığına göre adamın biri Peygamber'imize Hz. Muhammed'e selâm getirmezdi, bir gece rüyasında Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem görür, fakat Peygamber'imiz yüzünü adama çevirmez. Adam «ey Allah'ın Resul'ü! Yoksa bana kızgın mısın» diye sorar, Peygamber'imiz «hayır» diye cevap verir. Adam «o halde niye yüzüme bakmıyorsun» diye sorar. Peygamber'imiz «çünkü seni tanımıyorum» diye karşılık verir.

Adam «beni nasıl tanımazsın, ben senin ümmetinden biriyim, alimlerin anlattığına göre sen ümmetini ananın çocuğunu tanıdığından daha iyi tanırsın» der. Peygamber'imizin cevabı şöyle olur: «Alimler doğru söylemişler, yalnız sen üzerime selât-ü selâm getirerek beni hatırlamadın ki! Benim ümmetimi tanımam, üzerime getirecekleri selât-ü selâm ile ölçülüdür.»

Bu arada adam uyanır, ve her gün Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem yüz kere selât-ü selâm getirmeyi üzerine borç haline getirir ve bunu yapar. Bir müddet sonra Peygamber'imizi yine rüyasında görür. Peygamber'imiz ona «şimdi seni tanıyorum ve sana şefaat edeceğim» diye müjde verir. Çünki adam Rasulüllahı sever olmuştur.

Allah (celle celâlihu) buyurur ki: ,

«— Ey Rasulüm! De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz da Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayıcı ve esirgeyicidir» (Kur'an-ı Kerim/Al-i İmran Sûresi, 31).

Ayet-i kerimenin nüzül sebebi şöyle nakledilir: Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem K'ab İbni Eşref ile adamlarını İslâmı kabul etmeye davet ettiği zaman onlar da Peygamber'imize «biz Allah'ın oğulları yerindeyiz, o yüzden biz Allah'ı daha çok severiz» diye cevap verdiler.

Adamların bu cevabına karşılık ulu Allah (celle celâlihu) Peygamber'in onlara şu mahiyette bir cevap vermesini murat etmiş olmalıdır: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, tebliğ ettiğim dini kabul ederek bana uyunuz. Çünkü ben O'nun bildirisini size ulaştıran ve sizinle ilgili hükümlerini açıklayan bir Allah Rasûlüyüm. Eğer benim O'nun adına yaptığım davete uyarsanız, o sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Hiç şüphesiz O, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Mü'minlerin Allah'ı sevmesi, O'nun emrine uymakla, ibadetine koşmakla ve hoşnutluğunu aramakla olur.

Allah'ın (celle celâlihu) mü'minleri sevmesi, onlara merhametle muamele etmesi, onları mükâfatlandırması, günahlarını bağışlaması, onlara rahmet günahtan korunma ve başarı ihsan eylemesi demektir.

İmam-ı Gazalî (rehimehullahu) «ihya-ul Ulûm ud-Din» adlı eserinde der ki, «dört şeyi yapmaksızın dört şeyi iddia eden kimse yalancıdır:

1 — Cenneti sevdiğini söylediği halde ibadet etmeyen kimse yalancıdır. '

2— Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem sevdiğini ileri sürdüğü halde alimler ile fakirleri sevmeyen yalancıdır.

3 — Cehennemden korktuğunu iddia ettiği halde günah işlemekten vazgeçmeyen kimse yalancıdır.

Nitekim Rabia-i Adviyye'nin (rahimehullaha) şu iki beyti bu noktayı güzel izah eder:

Allah'a isyan ediyorsun, oysa O'nu sever görünüyorsun

Hayatım hakkı için bu durum, mantık prensiplerini alt-üst eder.

Eğer sevgin doğru olsaydı, O'nun emirlerine uyardın

Çünkü aşık, sevgilisinin sözünden çıkmaz

Sevginin alâmeti, sevgilinin arzusuna, uymak ve onunla ters düşmekten sakınmaktır.

Anlatıldığına göre bir gün bir gurup Şibli'yi (rahirnehullahu) ziyarete gider. Büyük Veli «siz kimsiniz» diye sorar. Gelenler «biz seni sevenleriz» diye, cevap verirler.

Bu sırada Şiblî yüzünü onlara döner, sonra onları taşlamaya başlar, adamlar Veliden kaçarlar. Veli onları «benden niye kaçıyorsunuz, eğer gerçekten beni sevseydiniz, belâmdan kaçınmazdınız» diye azarlar. Arkasından sözlerine şöyle devam eder:

Muhabbet ehli, sevgi kadehinden içtiler, beldeler ve yeryüzü onlara dar geldi, Allah'ı hakkı ile bildiler, O'nun ululuk ve kudreti karşısında şaşkın kaldılar. O'nun sevgi kadehinden içtiler, O'nun ünsiyet denizinde boğuldular, yalnız O'na seslenmekten zevk alır oldular.

Arkasından şu beyti söyledi:

Ey mevlâm! Sevgini hatırlamak sarhoş etti beni

Sen sarhoş olmayan hiç bir aşık gördün mü?


Söylendiğine göre deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez ve her zaman taşıdığının bir kaç katı kadar yük sırtına vurulsa yükleneni taşımazlık etmez. Çünkü kalbinde sevgilisinin hatırası kıpırdayınca artık ne yem yer ve ne de ağır yük taşımaktan kaçınır, sebep sevgilisine karşı duyduğu şevktir.

Deve deve iken sevgilisi uğruna nefsinin isteğini gemleyerek ağır yük taşımaya katlandığı halde siz Allah için hiç bir yiyecek veya içecekten vazgeçtiğiniz oldu mu? Allah (celle celâlihu) için üzerinize herhangi ağır bir yük aldınız mı? Bu sayılan iyi amellerden hiç birini yapmamışsanız, sizin Allah sevgisi iddianız ne dünyada ne de Ahirette ne insanlar gözünde ne Allah katında hiç bir şeye yaramayan boş bir sözden ibarettir.

Hz. Ali (kerremellahu veçhehu) şöyle der:

— Cenneti seven kimse iyiliklere koşar. Cehennemden korkan kimse, Nefsini aşırı arzulardan alakor. Ölümün kaçınılmazlığına inanan kimsenin gözünde dünyalık hazlar önemsizleşir.

İbrahim el-Havvas'a (rehimehullahu) «muhabbet nedir» diye sorarlar. Şu cevabı verir; «İstekleri yoketmek, bütün hacet ve sıfatları yakmak ve kulun kendisini işaretler denizinde boğulmasıdır.»


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

ONUNCU BÖLÜM - AŞK


«Sevgi» canlı varlığın, haz veren bir nesneye karşı meyil duymasıdır. Söz konusu meylin pekişip güçlenmesi haline «aşk» denir.

Aşk duygusu, aşkın sevgilisine kul olması ve sahip olduğu her şeyi uğrunda feda etmesine yol açacağı bir dereceye varabilir.

Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (aleyhisselâm) karşı duyduğu aşkın ne dereceye vardığına bir baksana! Kadının bütün servet ve güzelliği bu uğurda gitmiş. Yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığının var olduğu söylenir, hepsini Hz. Yusuf'un (aleyhisselâm) aşkı uğruna harcamış, «Bu gün Hz. Yusuf'u gördüm» diyen herkese eline geçeni zengin edecek değerde bir mücevher vere vere elinde hiç bir şey kalmamış.

Aşırı aşkından dolayı diğer her şey aklından çıktığı için karşılaştığı her şeyi «Yusuf» diye çağırır olmuş, o kadar ki, başın göğe kaldırdığı zaman Hz. Yusuf'un (aleyhisselâm) adını yıldızların üzerinde yazılı görürmüş.

Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (aleyhisselâm) onunla evlendikten sonra eski aşığı ve yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek kendisini ibadete vermiş, varlığını tamamen Allah'a adamış. Hz. Yusuf (aleyhisselâm) kendisini gündüz yatağa çağırsa «akşama» diye savar, akşam çağırınca da «yarına» diye ertelermiş.

Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (aleyhisselâm) demiş ki, «ben sana Allah'ı tanımadan önce aşık olmuştum, fakat O'nu tanıyınca kendisine karşı duyduğum muhabbet, diğer her şeyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sevgisine bedel istemiyorum.»

Hz. Yusuf Züleyha'nın bu sözlerine şöyle karşılık verdi, «seninle birleşmemi emreden ulu Allah'dır. Senden iki çocuğumuz olacağını ve bunları Peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi.»

Bunun üzerine Züheyla, «Allah sana böyle emrettiğine ve beni deböyle bir neticeye vesile olarak seçtiğine göre Allah'ın emri başım üzerine!» demiş. Bundan sonra ancak kendini Hz. Yusuf'a (aleyhisselâm) teslim etmiştir.

«Leylâ ile Mecnun'un aşk hikâyesini herkes duymuştur» Mecnuna adın nedir diye sorarlar, «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine Mecnuna «Leylâ ölmedi mi» derler. «Hayır, Leylâ kalbimde yaşıyor ölmedi, Leylâ benim» diye karşılık verir.

Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nın evi önüne gider ve gözlerini gök yüzüne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne değil, Leylâ'nın odasının duvarına bak, belki onu görürsün» derler. O böyle diyenlere «gölgesi Leylâ'nın evine düşen yıldız bana yeter» diye cevap verir.

Anlatıldığına göre Hallacı Mansur'u (rehimehullahu) seksen gün hapsetmişler, İmamı Şiblî (rehimehullahu) bir gün ziyaretine gitmiş ve «ey Mansur, Muhabbet nedir» diye sormuş. Mansur «bu soruyu bana bugün değil, yarın sor» demiş. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan çıkarırlar, ve üzerinde boynunu vurmak üzere yere yaygı yayarlar, bu sırada İmamı Şibli çıka gelerek karşısında dikilir. Bu anda Mansur ona seslenir, «ey Şiblî! Sevginin başı yangın, sonu ise ölümdür.

Hallacı Mansur'un nazarında Allah'dan başka her şeyin batıl olduğuna kesin kanaat gelince ve yalnız Allah'ın hak olduğunu bilince, hak isminin onun kendi adı olduğunu unutmuş ve sen kimsin sorusuna muhatap olunca «ben hakkım» diye cevap vermiştir.

Anlatıldığına göre sahici muhabbet, şu üç davranışta belli olur:

1- Aşık, sevdiğinin sözünü diğerlerinin sözlerine tercih eder.

2-Aşık, sevgilisi ile oturup kalkmayı başkaları ile birarada olmaya tercih eder.

3-Yine aşık, sevgilisinin rızasını kazanmayı, başkalarının hoşnutluğunu elde etmeye tercih eder. (El Münteha Nam Kitapta da böyledir.)

Söylendiğine göre «aşk» perdeyi yırtmak ve sırları keşfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varıldığı anda ruhun, arzunun taşkınlığına katlanamamasıdır, öyle ki, bu hali yaşayan kimsenin azalarından biri kesilse hiç bir şey duymaz.

Anlatıldığına göre adamın, biri Fırat nehrinde yıkanıyormuş, bu arada:

«ey günahkârlar! Bugün seçiliniz» mealindeki âyeti kerimeyi okuyan bir adamı duymuş (Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 59). Ayetin içine saldığı dehşetin etkisi ile çırpınmaya başlamış ve sonunda boğulmuş ve ölmüş.

Muhammed İbni Abdullah elBağdadî (rehimehullahu) diyor ki, «Basra şehrinde iken bir gün yüksek bir çatıya çıkmış bir delikanlı gördüm, yüzünü halka dönmüştü, şöyle diyordu: «Aşık olarak ölen kimse işte böyledir. Uğrunda ölüm olmayan aşkın hiç bir değeri yoktur.»

Bu sözlerin arkasından kendini boşluğa attı. «manzarayı hayretle seyreden halk» tarafından «ölüsü» alıp götürüldü.

Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu). «Tasavvuf, ihtiyarı terketmektir» demiştir.

Hikâye edildiğine göre Zünnun'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün Mescidi Haram'a girer, sütunlardan birinin altında çırılçıplak, yerde yatan hasta bir delikanlı görür, delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Şeyh'in kendisinde dinleyelim:

«Yanına sokuldum, selâm verdim ve «ey delikanlı, sen kimsin» diye sordum. «Ben aşık bir garibim» diye cevap verdi. Ne demek istediğini anlamıştım, «ben de senin gibiyim» dedim.

Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana «sen de mi ağlıyorsun» diye sordu, «ben de senin gibiyim» diye karşılık verdim. Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve gür, yüksek bir nara attı, hemencecik ruhunu teslim etti.

Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yanından ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde «sübhanellah» dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu: «Ey Zünnun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik aradı/bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.» «O nerededir?» diye seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: «Samimî muhabbeti, çok ibadet etmesi ve hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Mâlik'in (ulu Allah'ın) yanında sadakat koltuğundadır (Zehr-ur Riyaz)

Şeyhlerden birine «Allah'ı seven nasıl olur, alâmetleri nelerdir» diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: «İnsanlarla az münasebet kurar, zamanının çoğunu kendisi ile başbaşa geçirir, devamlı düşünme halindedir, çok az konuşur, bakar fakat görmez, çağrıldığında duymaz, kendisine söyleneni anlamaz, başına gelen belâya üzülmez, acıktığını hissetmez, vücudunun bir yeri çıplak kalsa farkına varmaz, kendisine ağır söz söylense korkmaz.

Yalnızlığında Allah'a nazar eder. O'nunla ünsiyet kurar, O'na yalvarır. Dünya ehliyle dünya işleri için hiç bir tartışmaya girişmez.

Ebu Türab alNahbaşî (rehimehullahu) Allah sevgisinin alâmetleri hakkında şu beyitleri söylemiştir:

«Sakın aldanma! Sevenin alâmetleri vardır.

Onun üzerinde sevgili tarafından armağan edilmiş nişanlar vardır.

Bunlardan biri ondan gelen belâdan haz duymasıdır.

Onun her yaptığına sevinmesidir.

Ondan gelen yokluk, makbul bir hediyedir.

Yoksulluk ise bir ikram, bir geçici ihsandır.

Delillerden biri, onun kararlı görmedir.

Sevgilisine itaat hususunda bütün kışkırtıcı kınamalara rağmen

Delillerden biri güler yüzlü görünmesidir.

Kalbinde sevgiliden gelen heyecan kaynaşır

Delillerden biri anlayışlı görünmesidir

Nazarında sevgi sahibi olan bir soranın sözüne karşı

Delillerden biri de tedirgin görünmesidir

Söylediği her sözü tartarak konuşan.

Nakledildiğine göre Hz. İsa (aleyhisselâm) bir gün bahçe sulayan bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin zerre ağırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen zerre kadarına dayanamazsın» diye karşılık verir. Delikanlı «o halde zerre kadarının yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i! bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla» diye dua eder ve yoluna devam eder.

Epeyce bir müddet sonra Hz. isa'nın (aleyhisselâm) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı kendisine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar arasında görür; onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta dururken bulur.

Hz. İsa (aleyhisselâm) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz, «ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken ulu Allah'dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar m»? İzzet ve celâlim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.»

Üç şeyden kendini kurtarmaksızın şu üç şeyi iddia eden kimse aldanmıştır:

1 — Dünyayı sevmesine rağmen Allah'ı zikretmekten lezzet aldığını söyleyen kimse,

2 — İnsanları pohpohlamayı sevdiği halde amelde ihlâsı sevdiğini iddia eden kimse,

3 —Nefsinin burnunu kırmaksızın Allah'ı sevdiğini ileri süren kimse

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi sevecektir:

1-Dünyayı sevecek, ahireti unutacaklardır.

2-Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacaklardır.

3-Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı unutacaklardır,

4-Günahları sevecekler, tevbeyi unutacaklardır.

5-Köşkleri sevecekler, mezarları unutacaklardır.


Mansur İbni Ammar (rehimehullahu), bir delikanlıya öğüt verirken ona der ki, «ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara dalarak tevbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç vardır ki» «Yarın, ya da öbür gün tevbe edeceğim» diye cevap verir. Oysa tevbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir ve kabrin boşluğuna yuvarlanır, artık orada ona ne malın, ne kölenin, ne çolukçocuğun ve ne de anababanın bir faydası vardır.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

— Ne malın ve nede çolukçocuğun fayda vermediği gün. Yalnız Allah'a temiz kalb ile gelen müstesna» (Kur'an-i Kerim - Suara Sûresi, 88—89).

Allah'ım! Bize ölmeden evvel tevbe etmeyi nasib eyle, gaflette iken bizi ikaz buyur ve elçilerin önderi olan Peygamber'imizin şefaatinden faydalanmamızı müyesser eyle.

Müminin özelliği, günah işlerişlemez hemen o gün, hatta o anda tevbe etmesi, işlediği kusura karşı pişmanlık duyması, dünyadan azık edecek kadar bir paya razı olarak onun ile oyalanmaması, kendini ahiret için amel etmeye vermesi ve Allah'a ihlâs içinde ibadet etmesidir.

Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış, karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde boşayacağını söylemiş.

Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve «ey hane halkı! Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz,» diye seslenmiş, kadın da dilenciye üç çörek vermiş, dilenci yolda münafıkla karşılaşmış, adam «bu çörekleri sana kim verdi» diye sormuş, dilenci de «işte şu evin hanımı» diye cevap vermiş, dilencinin tarif ettiği ev, kendi eviymiş.

Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen «hiç kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi» diye bağırmış. Kadın «Allah için verdim» diye cevap vermiş.

Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına «kalk, kendini Allah için şu tandıra at bakalım» diye emretmiş. Kadın kalkmış ziynetlerini almış Münafık ziynetlerini bırak» diye bağırmış, kadın «seven sevgilisi için süslenir, ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum» diyerek yeni elbiselerini giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağını kapatarak oradan uzaklaşmış.

Aradan üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gelmiş kapağını kaldırınca kadının Allah'ın izni ile yanmadan içerde sapasağlam durduğunu görerek şaşkına dönmüş, o sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş, «ateşin sevdiklerimizi yakmadığını bilmiyor muydun?»

Nakledildiğine göre Firavun'un karısı Asiye kocasından gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğrenince, ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden geçirildikten sonra Firavun ona «imanından dön» diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş.

Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Asiye'nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra. Firavun karısına bir daha «dininden dön» diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiş, «senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allah'ın himayesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah'a karşı duyduğum sevginin artmasına sebep olabilirsin.»

Derken Hz. Musa (aleyhisselâm) Asiye'nin yanma varmış, Asiye onu görünce «ey Musa! Söyle bana, Rabb'im benden hoşnut mu, yoksa bana kızgın mı?» diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş, «ey Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, ulu Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine getirilecektir.»

Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş, Asiye'nin bu duası Kur'anı kerimde Allah tarafından bize nakledilmektedir. Ulu Allah şöyle buyuruyor:

—EyRabb'im! Bana Cennette senin yanında bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler gürühundan kurtar» (Kur'an-ı Kerim/Tahrim Sûresi. 11).

Selmanı Farisî'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavu'nun karısı Asiye'ye uygulanan işkencelerden birisi de kızgın güneş altında yanmaya bırakılması idi» fakat işkenceciler çekilip gidince, melekler onu kanatlarının gölgesi altına alırlardı, bu sırada cennetteki evini görürdü.

Hz. Ebu Hüreyre'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavun, karısı Asiye için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış, göğsünün üstüne bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe doğru çevirip yanmaya bırakmış. Asiye bu halde iken başını göğe kaldırarak az önce naklettiğimiz ayetteki dua ile Allah'a seslenmiş ve «Ey Rabbim bana cennette senin yanında bir ev yap...» demiş.

Hasanül Basrî (rahimehullahu) der ki, «Allah O'nu en şerefli bir şekilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer, içer.» Bundan anlaşıldığına göre Allah'a (celle celâlihu) sığınmak, O'ndan yardım dilemek, sıkıntı ve belâ anında O'ndan kurtuluş istemek salihlerin bir geleneği ve müminlerin bir göreneğidir.

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Allâh'a itaat. O'nu Sevmek, Rasûlunu sevmek


Ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor:

— De ki, «eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin» (Kuran-ı Kerim/Al- imran Sûresi. 31).

Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, bil ki, kulun Allah'ı ve O'nun Resul'ünü sevmesi, onlara boyun eğmekle, onların emrine uymakla olur. Allah'ın kullarını sevmesi de onlara mağfiret suretiyle ikramda bulunmasıdır.

Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalnız Allah'da olduğunu, kendisine veya başkasında gördüğü her kemâlin gerçek kemalin Allah'dan ve Allah sayesinde olduğunu bilince ne Allah'dan başkasını sevebilir ve ne de Allah'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.

Bu bilgi de Allah'a ibadet etmek isteğini, O'na yaklaştıracak davranışları arzu etmeyi gerektirir. Böyle olduğu için Allah sevgisi, ibadet isteği ile yorumlanmış ve yine bu sevgi ibadet ederken Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem uyma ona itaate teşvik şartına bağlanmıştır.

Hasan elBasrî'den (rehimehullahu) rivayet edildiğine göre Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bir takım kimseler «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi çok severiz» demeleri üzerine yukarıdaki ayeti kerime inmiştir.

Bişr elHafi Radıyallahü anh diyor ki, «bir gece Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem rüyamda gördüm, bana dedi ki, «ey Bişr! Allah senin dereceni arkadaşların arasında neden yüksek kıldı, biliyor musun? «Hayır, ya Rasulellah» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz, salihlere hizmet ettiğin için, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin için, dostlarını ve yolumdan ayrılmayanları sevdiğin için ve yolumdan gittiğin için» diye kendi sorusuna cevap verdi. Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Benim sünnetimi ihya eden beni sevmiş olur, beni sevenler de Kıyamet günü cennette benimle birlikte olurlar.»

Bize kadar intikal eden bütün meşhur islâmî eserlerde belirtildiğine göre ahlâkın bozulduğu ve halkın çeşit çeşit mezheplere kapıldığı zamanlarda Resullerin efendisi olan Peygamber'imizin sünnetine sımsıkı sarılanlara yüz şehidin ecri verilecektir. Meşhur «Şıratül İslâm» adlı kitabda da böyle yazar.

Yine Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

— Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete girecektir» Sahabîler sordular, «ey Allah'ın Resul'ü! Yüz çevirenler, kimlerdir?» Peygamber'imiz sözlerine şöyle devam etti, «kim bana uyarsa cennete girecek, bana isyan edenler, bana yüz çevirmişler demektir. Sünnetime uygun olarak yapılmayan her iş, isyandır.»

Ehli tasavvuftan biri der ki Allah'ın farz, kıldığı ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan bir şeyhi havada uçarken, denizde yürürken, ateş yerken veya daha başka olağanüstü davranışlar gösterirken görseniz, bütün bunlara rağmen adamın davasında yalancı olduğunu, gösterdiği olağanüstülüklerin «keramet» değil, olsa olsa «istidrac» olduğunu biliniz. Allah böyle kimselerden cümlemizi korusun.

Cüneyd ülBağdadî (rehimehullahu) der ki, «Allah'a ancak yine Allah'ın sayesinde ulaşılabilir, Allah'a ulaşmanın yolu da Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem yoludur.»

Ahmed ülHıvarî (rehimehullahu) der ki, «sünnete uymaksızın işlenen her amel batıldır. Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

Şiratül islâmda bildirilmiştir.

— Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.»

Hikâye edildiğine göre, adamın biri bir delinin cahil sayılacak bir işini görür ve durumu Ma'ruf ul Kerhî'ye (rahimehullahu) bildirir. Ma'ruf gülümseyerek der ki. «kardeşim! Allah'ı sevenler içinde küçüğü, büyüğü, akıllısı, delisi vardır. Senin gördüğün bu adam, onların delilerinden biridir.»

Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «bir gün şeyhimiz Sırri (rehimehullahu) hastalandı, hastalığının ne sebebini anlayabildik ve ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik.

Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler,şeyhin idrarını bir şişeye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize dönerek «zannederim bu idrar aşık birine ait olsa» dedi. Ben bir nara koyuvererek bayılmışım, idrar şişesi de elimden düşmüş.

Dönünce Sırrîye durumu anlattım, gülümseyerek «Allah canını almasın, nasıl da gördü!» diye cevap verdi. «Şeyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmuş» dedim, bana «tabii» karşılığını verdi.

Fudayl (rehimehullahu) der ki, «sana, Allah'ı seviyor musun, diye sordukları zaman, sus. cevap verme. Çünkü eğer, hayır, diyecek olsan imandan çıkarsın, buna karşılık, evet, diyecek olsan ve Allah'ı sevenlere yakışmayacak tavsif de bulunsan Allah'ın gazabından kork.»

Süfyan (rehimehullahu) der ki. «Allah'ı sevenleri seven kimse aslında Allah'ı seviyor demektir. Allah'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslında Allah'a ikram ediyor demektir.»

Sehl (rehimehullahu) der ki, «Allah'ı sevmenin alâmeti Kur'anı kerimi sevmektir. Allah ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sevmektir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sevgisinin alâmeti ise sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise, Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise dünyadan hoşlanmamaktır. Dünyadan hoşlanmamanın alâmeti de Ahiret azığı olabilecek kadarının dışında onun varlığından uzak durmaktır.»

Ebul Hasan ülZencanî (rehimehullahu) der ki. «İbadet binasının temeli üç direk üzerinde oturur. Göz, kalb ve dil. Gözün ibadeti, ibret almakladır. Kalbin ibadeti, düşünmek ve duymakladır. Dilin ibadeti ise doğru konuşmak ve Allah'ı zikretmekle olur. Nitekim ulu Allah şöyle buyurur

— Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikrediniz. O'nu sabah akşam noksan sıfatlardan tenzih ediniz.» (Kur'an-ı Kerim/Ahzab Suresi, 41).

Anlatıldığına göre bir gün Abdullah ile Ahmed İbni Hab bir yerde birlikte bulunuyorlardı. Bu arada Ahmed İbni Hab yerden bir ot kopardı. Bunun üzerine Abdullah ona dedi ki. «bu hareket sana beş şeye mal oldu

1 — Bu hareketle kalbini Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.

2 — Bu hareketle kendini Allah'ın zikrinden başka bir işle oyalanmaya alıştırdın.

3 — Bu hareketinle başkalarının da aynı davranışta bulunmalarına önayak oldun.

4 — O ot parçasını Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.

5 — Bu hareketinle Kıyamet günü Allah'a kendi aleyhinde bir delil meydana getirdin,» (Revmakül Mucaniste böyle anlatılmıştır.)

Sirrî Radıyallahü anh der ki, «bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un yutarken gördüm, «neden başka bir şey yemiyorsun» diye sordum,bana şöyle dedi: Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tesbihlik bir zaman geçtiğini hesab ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim.»

Nakledildiğine göre Sehl İbni Abdullah onbeş günde bir yemek yerdi. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen yetmiş gün geçer de hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman zayıflar, aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescidi Haram'da otuz yıl Ebu Hammad ülEsved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görülmedi, her an Allah'ı zikrederdi.

Anlatıldığına göre Amr İbni Ubeyd {rehimehullahu) yalnız şu üç şey için evinden dışarı çıkardı:

1 — Cemaatle namaz kılmak

2 — Hasta ziyaret etmek

3—Cenaze namazı kılmak


O derdi ki, «insanları hırsız ve yankesici olarak görüyorum. Ömür, paha biçilmez bir nadide mücevherdir. Ondan Ahirete kalacak bir hazine doldurmak gerekir. İyi bilmelisiniz ki, Ahirete talip olanların dünya hayatından eletek çekmeleri gerekir. Ancak o zaman kulun ulaşmak istediği hedef tek olur ve içi ile dışı arasında uyumsuzluk kalmaz. Böyle bir hali muhafaza etmek, ancak kulun içini ve dışını devamlı kontrol altında tutması İle mümkündür.

İmamı Şiblî (rehimehullahu) der ki, «İlk intisap ettiğim günlerde uykum bastırınca göz kapaklarıma tuz sürerdim. Durum daha da ağırlaşınca mili kızdırıp göz kapaklarıma sürme çekerdim.»

İbrahim İbni Hâkim der ki, «babamın uykusu geldiği zaman denize girer yüzmeye başlardı, o yüzerken denizdeki balıklar etrafına üşüşür, onunla birlikte teşbih ederlerdi.»

Anlatıldığına göre Vehb İbni Münebbih (rahimehullahu), geceleyin uyuma ihtiyacının üzerinden kaldırması için Allah'a dua etmiş ve duası kabul edilerek kırk yıl hiç uykusu gelmemiştir.

Hasan ElHallac (rehimehullahu), kendi kendine topuğundan dizine kadar onüç pranga vurur ve bu durumda her gün ve gece bin rekat namaz kılardı.

Cüneyd ülBağdadî (rehimehullahu) ilk intisab ettiği günlerde çarşıya gelir, mağazasını açar, içeri girer ve hemen namaza dururdu. Dört yüz rekat kıldıktan sonra evine dönerdi.

Habeşî İbnî Davud'un (rehimehullahu) kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı bildirilmiştir.

Mü'minin her zaman abdestli bulunması gerekir. Her abdest bozduğunda abdest tazeleyerek iki rek'at namaz kılmalıdır. Nerede oturursa otursun, kıbleye yüzünün dönük bulunmasına dikkat etmesi gerekir. Kendisini daima Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem huzurunda oturuyormuş gibi farz ederek ona göre kendisine çeki düzen vermelidir. Ta ki, bu düşünce altında her hareketi vakar ve ağırbaşlı olsun, kabalıklara katlanarak her çirkin harekete karşılık vermesin, kusurlarına karşılık hemen istiğfar etsin, kendini ve amelini beğenip böbürlenmesin. Çünkü kendini beğenmek, şeytanın sıfatlarındandır. Tersine kendini küçümsesin, buna karşılık salihlere hürmet ve mühimseme nazarı ile baksın. Çünkü salihlere hürmet etmeyi bilmeyenleri Allah (celle celâlihu) onlarla birarada bulunma nimetinden mahrum eder. İbadete hürmet etmeyi bilmeyenlerin de Allah, kalblerinden ibadet lezzetini çıkarır.

Anlatıldığına göre Ebu Ali, Fudayl İbni İyad'a (rahimehullahu) sordular ki, «ey Şeyh! İnsan ne zaman salih sıfatını kazanır?» O şöyle cevap verdi: «Kulun niyeti, başkalarına nasihat etmek, kalbinde Allah korkusu, dilinde doğru sözlülük bulunur ve bütün davranışları salih amel olduğu zaman o kimse salih sıfatını taşımaya hak kazanır. Ulu Allah Mi'rac'da Peygamber'imize «ey Ahmed! Eğer insanların günahlardan en kaçınanı ve dünyadan en eletek çekmişi olmak istiyorsan, Ahirete yönel>>
diye buyurdu. Peygamber'imiz «dünyadan nasıl eletek çekeyim» diye sordu. Ulu Allah «dünya varlığı olarak sadece yiyecek, içecek ve giyecek kadar yanında bulundur. Yarın için hiç bir şey biriktirme, hiç durmadan beni zikret» diye buyurdu.

Bunun üzerine Peygamber'imiz «Allah'ım! Seni nasıl devamlı zikredeyim» diye sordu. Ulu Allah «insanlardan uzak durmakla; uykunu namaz, yemeğini açlık yap» .diye buyurdu.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Dünyadan uzak durmak hem bedeni ve hem de kalbi huzura kavuşturur. Buna karşılık dünya tutkunluğu keder ve üzüntüyü artırır. Dünya sevgisi, her günahın başıdır, ondan uzak durmak da her iyilik ve ibadetin ilk adımıdır.»

Anlatıldığına göre salihlerden biri bir cematin yanından geçiyordu. Baktı ki, bir doktor, hastalıkları sayıyor ve bahsettiği her hastalığın nasıl tedavi edileceğini tarif ediyordu. Salih kişi doktora seslendi, «ey bedenlerin tedavi edicisi! Kalbleri de tedavi edebilir misin?» Doktor «evet, hastalığını bana anlat» dedi. Salih kimse «bahsettiğim kalbi atışında da büzülüşünde de günahlar karartmıştır. Onun tedavisi var mıdır?» dedi.

Doktor şu cevabı verdi, «böyle bir kalbin ilâcı, gecegündüz Allah'a yalvarmak, yakarmak, O'ndan af dilemek, O'na ibadet etmeye koyulmak. O'ndan özür dilemektir. Kalblerin tedavisi böyledir, şifa ise gayblerin bilicisi olan Allah'dandır.»

Doktordan bu cevabı alan salih kişi yüksek bir nara atarak ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Yürürken şöyle dedi, «Sen ne iyi doktorsun, kalbimin tedavisini doğru bildin» Doktor sözlerini şöyle bitirdi, «bu tarifim, tevbe ederek kalbiyle tevbelerin kabul edicisi olan Allah'a yönelenlerin tedavisidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri bir köle satın alır. Köle efendisine der ki, «efendim, aramızda şu üç şart bulunacak.

1 — Vakit geldiğinde farz namazları kılmama engel olmayacaksın

2 — Gündüz bana ne iş buyurursan buyur, geceleri bana iş vermeyeceksin.

3 — Evinde bana, benden başka hiç kimsenin giremeyeceği bir oda ayıracaksın.»


Adam köleye «bu şartlarını kabul ediyorum, kalk evleri gez, kendine kendin bir oda seç» der.

Evleri dolaşan köle orada yıkık bir ev bulunca «burayı seçtim» der; Adam «oğlum, neden yıkık bir ev seçtin» der. Köle «efendim. Allah ile birlikte olunca yıkıntıların bakımlı bahçe gibi olduğunu bilmiyor musunuz» der.

Köle gündüzleri efendisine hizmet eder, geceleri Allah'ına ibadete ayırırdı.

Bu böyle devam edip giderken bir gece «efendi evi gezmeye çıkar, kölenin kapısı önüne varınca odayı apaydınlık içinde ve köleyi de secdeye kapanmış görür, başından aşağı yerle gök arasına asılmış bir kandil göz kamaştırıcı bir ışık saçmaktadır. Köle Allah'ına şu sözlerle yalvarıp seslenmektedir. «Allah'ım! Efendimin hakkını omuzlarıma yükledin, ben de ona gündüzleri hizmet ediyorum. Eğer böyle olmasaydı, gecegündüzünü sırf sana ibadet ederek geçirirdim. Beni mazur gör, ya Rabb'i.»

Köle secdeye kapanmış böyle dua ederken efendisi ondan gözlerini ayırmıyor, nihayet tanyeri ağarır, kandil geri alınır ve odanın tavanı geriye kapanır.

Adam geri döner, varıp olup bitenleri karısına anlatır. Ertesi gece olunca bu sefer karısının elinden tutarak odanın kapısı önüne ikisi gelirler. Köle yine secdeye kapanmıştır, kandil yine başından, aşağı sarkmıştır.

Karıkoca kapının önünde dikilip gözyaşları içinde köleye bakarlar. Sonunda yine gün ağarır.

Bunun üzerine efendi köleyi çağırarak ona der ki, «sen Allah rizası için azadsın, böylelikle kendini artık tamamen kendisine mazeret beyan ettiğinin (Allah'ın) ibadetine verebilesin.» /

Köle ellerini havaya kaldırarak şu beyti söyler:

Ey sır sahibi! Artık o sır açığa çıktı.

Halim başkalarına malum olduktan sonra artık yaşamak istemiyorum.

Sonra Allah'a şöyle yalvarır, «Allah'ım! Senden ölüm istiyorum» Duası biter bitmez derhal yere düşer ve ölür.

İşte salihlerin, Allah aşıklarının ve O'nun rızası peşinde koşanların hali!

Zehri Riyaz'da rivayet edildiğine göre Hz. Musa (aleyhisselâm) nın samimi bir arkadaşı vardır, birlikte hoş vakit geçirirlerdi. Bir gün dostu Hz. Musa'ya «Allah'a yalvar, kendini bana iyice tanıtsın» der. Dostunun ricasına uyarak Allah'a dua eden Hz. Musa'nın duası kabul edilir.

Bir müddet sonra Hz. Musa'nın dostu dağlara düşer, vahşî hayvanlara karışır, Musa onu iyice kaybetmiştir. Allah'a şöyle yakarır, «Rabb'ım! O benim yakın dostum, kardeşimdi. Şimdi onu kaybettim.»

Gizli bir ses ona der ki, «ey Musa! Beni iyice tanıyan kimse artık hiç bir insanoğlu ile düşüp kalkmaz.»

Rivayete göre bir gün Hz. Yahya (aleyhisselâm) ile Hz. İsa (aleyhisselâm) çarşıda yürürken karşıdan gelen bir kadın aralarından çarparak geçer. Hz. Yahya «vallahi ben bir şey anlamadım» der. Hz. İsa, Yahya'ya «sübhanellah! Vücudun yanımda, ama kalbin nerede» der.

Hz. Yahya şöyle karşılık verir, «Ey Halamoğlu göz kapayıp açasıya kadar bile kalbim Allah'ımdan başkası ile irtibat kursa Allah'ı tanımadığımı anlarım.»

Bildirildiğine göre Allah'ı gerçekten tanımak, dünya ve Ahiretin her ikisinden sıyrılarak sırf Allah'a yönelmek, muhabbet şarabı ile bir kere sarhoş olduktan sonra onun cemalini görünceye kadar ayılmamaktır. O kimse rabbinin nuru içindedir.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

İblis Ve Azabını Beyan


Ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

— Eğer dönerlerse (Allah'ın emrine uymaktan ve Resul'ünün gösterdiği yoldan yüz çevirirlerse) bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez (onların ne tevbelerini kabul eder ve ne de günahlarını bağışlar)» (Kur'an-ı Kerim/Al- İmran, 32).

Nitekim ulu Allah kendini büyük görüp Allah'ın ululuğunu kabul etmediği için iblisin tevbesini kabul etmemiştir. Buna karşılık Hz. Adem'e tevbe etmeyi ilham etmesi ve tevbesini kabul etmesi, kendi dili ile günahını itiraf etmesi, pişmanlık duyması ve kendini suçlamasından dolayıdır.

Üstelik Hz. Adem'in (aleyhisselâm) işlediği kusur, gerçek manada günah sayılmaz. Çünkü peygamberler (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) masumdurlar alimler tarafından kabul edilen sahih görüşe göre ne peygamber olmadan önce ve ne de peygamberken günah işlemezler, günaha düşmekten korunmuşturlar. Hz. Adem'in (aleyhisselâm) kusuru, sadece görünüşte günahtır Buna rağmen o ve Havva, Allah'a şöyle seslenmişlerdir: Kur'anı kerimde ulu Allah bize onların yakarışını şöyle bildirmektedir:

— Ey Rabb'imiz! Biz kendi kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz hüsrana uğrayanlardan olacağız» (Kur'an-ı Kerim/A'raf Sûresi, 23).

Görülüyor ki, Hz, Adem (aleyhisselâm) ve Havva yaptıklarına pişman olarak hemen tevbeye yönelmişler ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmemişlerdir.

Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor:

— Allah'ın rahmetinden sakın ümit kesmeyiniz» (Kur'an-ı Kerim/Zumer Sûresi, 53).

İblise gelince, o ne günahını itiraf etmiş, ne yaptığına pişman olmuş, ne kendini suçlamış ve ne de tevbe etmeye yönelmiş, üstelik de Allah'ın rahmetinden ümit kesmiş, kendini beğenmiştir.

Her kim ki, tutumu şeytan gibi olursa tevbesi kabul edilmez. Buna karşılık günah işledikten sonraki tavrı Hz. Adem (aleyhisselâm) gibi olanların tevbelerini Allah kabul eder.

Çünkü kaynağı nefsî arzuların azgınlığı olan her günahın affedilmesi umulur, ama kendini beğenmişliğe dayanan hiç bir günahın affedilmesi beklenemez. Hz. Adem'in (aleyhisselâm) kusuru nefsî arzuların azgınlığına dayanıyorken şeytanın günahı ise kendini, beğenmişlikten ileri geliyordu.

Anlatıldığına göre İblis bir gün Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) gelir ve ona sorar ki, «Allah'ın kendisine elci olarak seçtiği ve zaman zaman konuştuğu kimse sen misin?» Hz. Musa «evet, fakat sen kimsin ve ne istiyorsun» diye karşılık verir.

Şeytan kendini tanıtmadan Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) şu teklifte bulunur, «Allah'ına bildir ki yarattıklarından biri senden tevbesinin kabul edilmesini diliyor.»

Bunun üzerine Allah'dan Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) şu vahiy gelir, «ey Musa, ona de ki, senin hatırın için dileğini kabul ediyorum. Yalnız ona Hz. Adem'in kabrine secde etmesini söyle. Eğer secde ederse tevbesini kabul ederek günahlarını bağışlayacağım.»

Hz. Musa (aleyhisselâm) durumu şeytana bildirince o küplere biner, eski büyüklenme edasını yine takınarak şöyle der, «ey Musa! Ben ona cennette iken secde etmemiştim de şimdi ölüsüne mi secde edeceğim.»

Rivayete göre cehennemde İblis'in azabı ağırlaştırır ve ona «Allah'ın azabını nasıl buluyorsun» diye sorulur, «olabileceğinden daha ağır» diye cevap verir. Bunun üzerine ona denir ki, «Adem, cennet bahçelerindedir. Ona secde et, özür dile de bağışlanasın.» Fakat o bu teklifi kabul etmeye yanaşmaz, bunun üzerine çektiği azab, bütün cehennemliklerin azabının yetmiş bin katı kadar ağırlaştırılır.

Haberde bildirildiğine göre ulu Allah, her yüz bin senelik azab devresinden sonra şeytanı cehennemden çıkarır ve Hz. Adem'i (aleyhisselâm) cennetten çıkararak şeytana ona secde etmesini emreder, fakat şeytan bu emre uymaya yanaşmayınca yeniden ateşe atılır.

Kardeşlerim! Şeytan'dan kurtulmak istiyorsanız, Allah'a sarılınız, O'na sığınınız.

Kıyamet günü gelince meydana ateşten bir kürsi kurulur, üzerinde İblis çıkar; bütün şeytanlar ve kâfirler çevresinde toplanır, sesi anıran bir eşek sesi gibidir, şöyle konuşur, «ey cehennemlikler! Allah'ın daha evvel va'dettikieri bugün nasıl buldunuz?» Etrafındakiler hep bir ağızdan <

Şeytan da onlara der ki, «bu gün merhametten umut kestiğim bir gündür.» Bunun üzerine Allah meleklere onu ve yardakçılarını ateşten topuzlarla dövmelerini emreder. Ebediyen çıkarma emri duymaksızın kırk sene burada işkence çekerler. Cehennem azabından Allah'a sığınırız.

Anlatıldığına göre Kıyamet günü İblis mahşere getirilir, daha önce kurulan ateşten bir koltuğa oturması emredilir. Boynunda lânet halkası vardır. Allah azab meleklerine onu oturduğu koltuktan sürükleyerek cehenneme atmalarını emreder. Fakat boynundaki halkaya asılan melekler, onu sürüklemeyi başaramazlar.

Bunun üzerine Allah Cebrail'e yanına seksen bin melek alarak onu cehenneme çekmelerini emreder, fakat o da başaramaz. Arkasından Allah İsrafil ve Azrail'e de yanlarına atacakları seksen biner kişi ile birlikte ayni emri verir, fakat bunlar da onu yerinden kıpırdatamaz. Bunun üzerine Allah buyurur ki, «boynunda o lânet halkası varken yaratmış olduğum bütün meleklerin bin kaç katı bile biraraya gelseler, onu cehenneme taşıyamazlar.»

Anlatıldığına göre, İblisin birinci kat gökte iken ismi «Abid», ikinci kat gökte iken ismi «Zahid», üçüncü, kat gökte iken ismi «Arif», dördüncü kat gökte iken ismi «Veli», beşinci kat gökte iken adı «Takı», altıncı kat gökte iken adı «Hazin», yedinci kat gökte iken adı «Azazil» idi.

Fakat Levhi Mahfuz'daki adı, «İblis» idi, o sonunda başına gelecek olanları bilmiyordu.

Ulu Allah kendisine Hz. Adem'e (aleyhisselâm) secde etmesini emredince Allah'a dedi ki, «onu benden üstün mü tutuyorsun? Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın» Allah şeytana «ben dilediğimi yaparım» diye cevap verdi.

Kendini daha şerefli gördüğü için burun kıvırarak ve tepeden bakarak Hz. Adem'e (aleyhisselâm) secde edeceği yerde arkasını çevirdi, diğer bütün melekler bu emre Uyarak kapandıkları secdede uzun bir müddet beklerken o sipsivri olarak ayakta kaldı.

Melekler başlarını kaldırıp da onun kendileri ile birlikte secde etmemiş olduğunu görünce şükür maksadı ile ikinci sefer secdeye kapandılar. O ise arkadaşlarına yan yan bakarak, onlara katılmayı asla düşünmeyerek ve Allah'ın emrini kırdı diye hiç bir pişmanlık duymayarak yine tek başına ayakta kaldı.

Bunun üzerine Allah yakışıklı vücudunu bozdu, onu domuz suretine çevirdi, başını deve başı ve göğsünü büyük deve hörgüçü biçimine koydu, yüzü maymun yüzüne döndü, gözleri yüzü boyunca uzanan iki yarık halini aldı, burun delikleri hakamet çanağı gibi açıldı, dudakları öküzünkilere döndü, azı dişleri domuzunkiler gibi ağzından dışarıya fırladı, sakalı yolundu, çenesinde sadece yedi seyrek tüy kaldı.

Allah onu önce cennetten, sonra gökten ve daha sonra yeryüzünden kovarak adalara sürdü. Şimdi yeryüzüne ancak gizli gizli ayak basabiliyor. Kâfirlerden biri olduğu için Allah'ın lâneti Kıyamet gününe kadar onunla birliktedir.

Oysa ki, daha önce yakışıklı, dört kanadlı, bilgili, çok ibadet işleyen, meleklerin Tavusu ve en büyüğü olan, daha bir çok imrenilir, sıfatlar taşıyan bir kimse idi. Bunların hiç birisinin ona faydası olmadı. Bundan herkesin ibret alması gerekir.

Söylendiğine göre İblis tuzağa düşürülünce Cebrail ve Mikâil ağlamaya başlarlar. Allah, onlara «niye ağlıyorsunuz» diye sorar. Onlar da «sana varan yolda tuzağa düşmeyeceğimizden emin değiliz» derler, Ulu Allah da onlara «işte öyle olunuz, benim yolumda tuzağa düşmeyeceğinize hiç bir zaman güvenmeyiniz» buyurur.

Anlatıldığına göre İblis Allah'ın katından kovulunca O'na der ki, «ey Rabb'ım! Adem yüzünden beni cennetten kovdun. Ben ondan kendi başıma öç alamam, ancak sen beni üzerine salarsan öcümü alabilirim» Allah ona «seni onun oğulları üzerine salıyorum,çünkü peygamberler senin tuzağından korunmuşlardır» diye karşılık verir.

O «daha başka imkânlar istiyorum» der. Allah ona «O'nun soyundan gelen her çocuğa karşılık senin soyun iki kat hızla üreyecek» diye cevap verir.

Şeytan yine «daha da isterim» der. Allah ona «onun soyundan gelenlerin kalbleri senin yatağındır, onların damarlarında dolaşabilirsin» diye karşılık verir. Şeytan «daha da isterim» der. Allah ona «atlı yaya bütün yardakçılarını onun soyundan gelenlerin üzerine sal, mallarına ortak ol, yani haram yollardan kazanarak meşru olmayan yerlere sarfetmelerini sağlamaya çalış. Çocuklarına ortak ol, yani onların haram yollardan veya günah olan çiftleşme şekilleri ile çocuk peydahlamalarına çalış, çocuklarına putperestlik inancını hortlatan isimler taktırmaya çalış, batıl dinlere ve gayrı meşru mesleklere yönlendirilmelerine sebep ol. Onları kandırabilmek için bol bol asılsız vaadlerde bulun.Meselâ putların koruyuculuğuna güvenmelerini sağlamaya çalış. Babalarının soyluluğundan medet ummayı tavsiye et, tevbeyi sonraya bırakabilecekleri hususunda onları, kandırmaya çalış» diye cevap verdi. Ama, Allahın tavsiyesi tehdit yolu ile olmuştur. Nitekim, «dilediğinizi yapın» âyetinde de böyledir.

Şeytanın bu tuzağına karşı Hz. Adem (aleyhisselâm) de Allah'a der ki, «ya Rabb'i! Onu benim üzerime saldın, eğer senin yardımın olmazsa ona karşı kendimi savunamam» Allah Hz. Adem'e «senin soyundan her yeni doğan çocuğun başına meleklerden bir koruyucu veriyorum» diye cevap verir.

Hz. Adem «daha çok isterim» der. Allah ona «iyiliklerin mükâfatı on kattır» diye karşılık verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Allah ona «zürriyetinin canları çıkmadıkça tevbe etme imkânını ellerinden almam» diye cevap verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Nihayet Allah «ince eleyip sık dokumadan onları affederim» diye cevap verince Hz. Adem «Bununla yetiniyorum» der.

Bunun üzerine İblis tekrar ortaya çıkarak der ki, «ya Rabb'i! Adem'in soyundan peygamberler yarattın, onlara kitaplar indirdin, hani benim elçilerim» Allah «kâhinler» diye cevap verir. Şeytan «kitaplarım ne olacak» diye sorar. Allah «vücudlara döğmeler yolu ile işlenen yazı ve resimler» cevabını verir. Şeytan «sözüm ne olacak» der. Allah «yalan» diye karşılık verir. Şeytan «Kur'ânım ne olacak» der. Allah «şiir» diye cevap verir. Şeytan «müezzinim kim olacak» der. Allah «çalgı âletleri» diye cevap verir.

Şeytan «mescidim neresi» der. AlIah «çarşı ve pazar» diye karşılık verîr. Şeytan «Evim neresi» diye sorar. Allah «hamam» diye cevap verir..

Şeytan «yiyeceğim ne olacak» der. Allah «üzerinde adım anılmayan her türlü gıda maddesi» diye karşılık verir.

Şeytan «ne içeceğim» Her. Allah «sarhoşluk veren bütün içecekler senin» karşılığını verir Seytan « tuzağım neler olacak» der. Allah «kadınlar» cevabını verir.

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Emanet

Ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor ki:

— Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara arzettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan ürktüler« (Kur'an-ı Kerim/Ahzab Sûresi,72)

Âyeti kerimedeki «emanet» in mânası, karşılığında sevap yahut ceza tahakkuk eden ibadet ve farzlardır.

Kurtubî'ye göre «emanet» bütün din görevlerini içine alır,âlimlerin çoğunluğunun görüşü ve sahih fetva bu şekildedir. Fakat ayrıntılarda çeşitli görüşler vardır. îbni Mes'ud'a göre âyeti,kerime, mal güvenliği ile ilgilidir, emanetler ve benzeri gibi. Yine ona isnad edilen başka bir görüşe göre âyette bütün farzlar kasdedilmekle birlikte özellikle mal güvenliği sözkonusudur.

Ebu Derda «cünübluktan arınmak emanettir» der. İbni Ömer «insan vücudunda Allah'ın ilk yarattığı organ cinsiyet uzvudur. Sanki Allah kutuna «bu uzuv,senin uhdene tevdi edilmiş bir emanettir, onu mutlaka yerinde kullan,onu koruduğun müddetçe ben de seni korurum» demlştir. Buna göre cinsiyet uzvu bir emanettir, söz gibi emanettir, kulaklar birer emanettir,dil bir emanetir,karın,eller ve ayaklar birer emanettir.Emaneti korumayanın imanı yoktur.

Hasan der ki, «emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi, bunların hepsi içindekilerle beraber titrediler. Çünkü Allah onlara teker teker «eğer emaneti iyi kullanırsan seni mükâfatlandırırım, eğer kötüye kullanırsan cezalandırırım» diye buyurdu.

Bunun için her biri «hayır» cevabını verdi.

Mucahid (rehimehullahu) der ki, «Allah Hz. Adem'i yarattığı zaman emaneti ona da ayni şartlarla teklif etti. Adem «onu yükleniyorum» dedi.

Hiç şüphesiz Allah emaneti göklere, yere ve dağlara mecbur tutarak değil, onları gönüllü bırakarak arzetmiştlr. Yoksa eğer onu onlara, mecbur tutarak teklif etmiş olsaydı, onlar da onu üzerlerine almaktan kaçınmazlardı.

Kaffal ve onun görüşünde olanlara göre âyetteki «arzetme, teklif etme» ifadesi sembolik (temsilî) dir. Yani gökyüzü, yer ve dağlar, bütün iriliklerine rağmen, eğer emaneti yüklenmeye elverişli olsalardı, karşılığı olan mükâfat ve azabın önemi yüzünden, şeriatı omuzlamak bunlara ağır gelirdi Demektir ki, şeriatı yüklenmek, göklerin, yeryüzünün ve dağların kaçınmasını haklı çıkaracak kadar dev bir iştir.

Bununla birlikte ulu Allah'ın «insan onu yüklendi» diye belirttiği üzere, insanoğlu bu yükün altına girmiştir. Yani Hz. Adem tohum âleminde zürriyeti belinden çıkarken ve onlardan Allah'ı tanıyacaklarına dair söz alınırken kendisine arzedilen emanetin sorumluluğunu benimsemiştir.

Ulu Allah âyeti kerimenin devamında «hiç şüphesiz o, (yani insan) çok zalim ve pek cahildir» buyuruyor. Demektir ki, o, bu yükü yüklenirken nefsine ağır şekilde zulmetmiştir, ayrıca yüklendiği sorumluluğun ağırlığı hususunda pek cahildir veya Allah'ın emirlerinin ne olduğunu bilmemektedir.

İbni Abbas'dan Radıyallahü anh rivayet edildiğine göre şöyle buyuruyor: Emanet, Hz. Adem'e arzedildi, «bunu içindekilerle birlikte al, eğer itaat edersen seni affederim. Eğer emrimi kırarsan seni azaba çarptırırım» denildi. Hz. Adem «peki, onu içindekilerle birlikte kabul ediyorum» diye cevap verdi. Fakat o günün ikindisi ile akşamı arasındaki kadar bir zaman henüz geçmişti ki, Hz. Adem yasak ağacın meyvasını yedi. Ne var ki, Allah hemen rahmetini arkasından yetiştirdi de kusuruna karşılık tevbe «ederek yine doğru yola döndü.

«Emanet» kelime olarak «iman» kelimesi ile ayni köktendir. Buna göre Allah'ın emanetini koruyan kimsenin Allah da imanını korur. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

« — Emanete karşı titizlik göstermeyenlerin imanı yoktur.Sözünde durmayanın dini de yoktur.»

Bu konuda bir şair şöyle der:

Korkarak hiyanete razı olanın boynu devrilsin!

O yüzden emaneti korumaya yan çizenin

Dini ve insanlığı bir yana bırakarak başını alıp gitmiştir.

Yaşadıkça başına gelecek belâlar birbirini takip edecektir.

Diğer bir şair de şöyle der:

Hıyanete boyun eğmeği huy edinen kimse

Pek kısa zamanda sıranın kendisine gelmesine lâyıktır.

Zilletler durmadan elemlerini yağdırırlar

Zimmetine hıyanet edenler ile sözünü tutmayanlara.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

« Mü'min hıyanet ve yalan ile ilgisi olmayan her huyu edinebilir.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Ümmetim, emaneti ganimet ve sadakayı angarya saymadıkça iyi yoldadır»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Emaneti güvendiğin kimseye teslim et, sana hainlik edene sen de karşılık verme.»

Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre'den Radıyallahü anh rivayet edilerek nakledildiğine göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

— Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, verdiği sözü tutmaz, uhdesine verilen emanete hiyanet eder.»

Demektir ki, münafık bir kimseye birisi güvenip bir sır verse hemen hıyanet ederek onu başkalarına açar, uhdesine maddî bir emanet tevdi edilse onu inkâr ederek veya korumayarak veyahut izinsiz kullanarak ona karşı hıyanet eder.

Emaneti korumak, mukarreb meleklerin, peygamberler'in sıfatı ve Allah korkusu taşıyan iyilerin huyudur. Ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyurur:

— Hiç şüphesiz Allah size emanetleri lâyık olanlara vermenizi emreder.» (Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 58)

Bütün tefsir âlimleri, bu âyeti kerimenin şeriatın bir çok temel prensibini kapsadığı görüşündedirler. Âyeti kerimenin muhatabı idare eden olsun, idare edilen olsun, bütün mükelleflerdir.

Buna göre idarecilerin mazlumu destekleyip hakkını ortaya çıkarmaları gerekir, bu bir emanettir. Başta yetimler olmak üzere müslümanİarın mallarını korumaları gerekir, çünkü o bir emanettir. Âlimlerin halka dinin hükümlerini öğretmeleri gerekir, bu âlimlerin koruyuculuğuna teslim edilmiş bir emanettir.

Anababanın çocuğuna iyi terbiye vererek göz kulak olması gerekir, çünkü çocuk ana babaya teslim edilmiş bir emanettir.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

— Hepiniz ayrı ayrı birer çobansınız, herkes sürüsünden sorumludur.»

Zehrur Rİyaz adlı kitapta anlatıldığına göre bir kul Kıyamet günü getiririlerek ulu Allah'ın huzuruna dikilir. Ulu Allah ona «falanın emanetini geri verdin mi» diye sorar. Kul «hayır, ya Rabbl!» diye cevap verir.

Bunun üzerine Allah bir meleğe emir verir, elinden tutar, onu cehenneme götürür ve cehennemin dibine düşmüş olan o emaneti adama gösterir ve onu ateşe atar. Adam, cehennemin dibine ininceye kadar yetmiş yıl ateşte batmaya devam eder. Dibe inince orada duran emaneti alıp yükselmeye başlar. Cehennemin ağzına çıkınca ayağı kayar, yine batmaya başlar. Sonra yine yükselir, yine batar. Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem şefaati sayesinde Allah'ın lütfu imdadına yetişerek emanet sahibi ona hakkını helâl edinceye kadar bu iniş çıkışlar ayni şekilde devam eder.

Ebu Seleme Radıyallahü anh şöyle rivayet ediyor, «bir gün Peygamber'imizle sallallahu aleyhi ve sellem birlikte oturuyorken bir cenaze getirildi, namazı kılınacaktı. Peygamber'imiz «üzerinde borç var mı» diye sordu, «hayır» diye cevap verdiler. Bunun üzerine cenaze namazını kıldırdı.

Arkasından bir başka cenaze getirdiler. Peygamber'imiz yine «borcu var mı» diye sordu, «evet, var» diye cevap verdiler. Peygamber «arkada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «evet, üç dinar» dediler. Bunun üzerine Peygamber'imiz bu cenazenin de. namazını kıldırdı.

Derken üçüncü bir cenaze getirdiler, Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem «borcu var mı» diye sordu, «evet,» diye cevap verdiler. Peygamber'imiz «arkada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «hayır» dediler. Bunun üzerine «arkadaşınızın cenaze namazını siz kılınız» dedi.

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namazı Huzur Ve Huşu İle Tamamlamak


Ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor ki:

— Namazlarında huşu içinde olan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir» (Kur'anı Kerim/Müminun Sûresi, 1).

Bilesin ki, dil âlimleri «huşu» kelimesini «korkmak» ve «çekinmek» gibi kalb eylemlerinden» sayar, bazıları da «sükûnet», «öteye beriye bakmamak» ve «oynamamak» gibi davranış eylemlerinden kabul eder.

Fıkıh âlimleri «huşu»un namazın farzlarından mı olduğu, yoksa faziletlerinden mi sayılması gerektiği hususunda anlaşmazlık halindedirler, her iki görüşü de ileri sürenler vardır. Birinci görüşü savunanlar şu hadis ve âyete dayanıyorlar. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Kulun ancak aklı tam yerinde iken kıldığı namaz, namaz yerine geçer.»

Ulu Allah (celle celâlihu) buyuruyor ki: «— Namazı beni hatırlamak için kıl!» (Tahâ: 14). İlk görüşü savunanlara göre gaflet hali «zikir» le, yani Allah'ı hatırda tutma eylemi ile bağdaşmaz, bu yüzden ulu Allah:

«Sakın gafillerden olma» diye buyurur (Kur'anı Kerim/Araf Sûresi, 205).

Beyhakî'nin Muhammed İbni Sirin Radıyallahü anh dan rivayetine göre Muhammed İbni Sirin şöyle demiştir «Haber aldım ki Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken gözlerini havaya kaldırdığı için bu âyet inmiştir.» Abdurrezzak'ın Radıyallahü anh ayni konudaki rivayetinde bu âyet inince Peygamber'imizin kendisine namazda huşu içinde olmasını ve gözlerini secde yerinden ayırmamasını emrettiği ilâve edilmektedir.

Hakim ve Beyhakî'nin birlikte Ebu Hureyre Radıyallahü anh dan naklettiklerine göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem namaz kıldığı vakit gözlerini semaya dikerdi. Bunun üzerine kendisine yukardaki âyet inmiş, oda hemen başını eğmişti.»

Hasan'dan Radıyallahü anh rivayet edildiğine göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

— Beş vakit namaz, birinizin evin önünden akan suyu çok bir nehir gibidir, her gün beş kere bu nehre girip yıkanırsa üzerinde kir namına bir şey kalabilir mi?»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem demek istiyor ki, büyükleri dışında bütün günahları, geride hiç bir şey bırakmamak üzere, beş vakit namaz giderir. Elbette ki bu durum, huşu içinde ve kalb huzuru ile kılınan namaz için söz konusudur, böyle olmayan namaz da zaten sahibine reddedilir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Dünyanın her şeyi ile ilgisini keserek iki rek'at namaz kılan kimsenin geçmiş »bütün günahları affedilir»

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

Namaz kılmak, hacca gitmek, Beytüllah'ı tavaf etmek ve diğer usulü belirlenen ibadetler,Allah'ı hatırda tutmayı sağlamak için emredilmiştir. Hatırlanan hakkında —ki asıl amaç ve hedef o'dur— kalbinde saygı ve ürperme bulunmayınca böyle bir hatırlamanın (zikrin) ne kıymeti vardır?»

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Kötü ve çirkin davranışlardan sahibine alıkoyamayan namaz kulun Allah'dan daha çok uzaklaşmasına sebep olur,»

Bekir İbni Abdullah der ki, «ey insanoğlu! Allah'ın huzuruna izinsiz girip kendisi ile tercümansız konuşmak istersen bunu yapabilirsin.» Kendisine «bu nasıl olabilir» diye sorarlar. Bekr İbni Abdullah şöyle cevap verir, «iyicene bir abdest alırsın, ve namaz yerine gidersin. İşte o anda Allah'ın huzuruna izinsiz girmiş, tercümansız O'nunla konuşmuş olursun.»

Hz. Ayşe Radıyallahü anha diyor ki, «Rasulüllah ile karşılıklı konuşurduk O bize bir şey der, biz de O'na karşılığında bir şey söylerdik. Fakat namaz vakti girince Allah'ın azameti ile öylesine meşgul olurdu ki, sanki ne O bizi tanır ve ne de biz O'nu tanır olurduk.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Allah, kulun kalbi ile bedenini birlikte hazırlayarak kılmadığı namazin tarafına bakmaz.»

Allah'ın dostu Hz. İbrahim (aleyhisselâm) namaza durduğu zaman iki mil uzaktan kalbinin atışı duyulurdu.

Said ülTenuhî (rehimehullahu) namaz kılarken yanağından sakalına süzülen göz yaşlan dinmezdi.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem adamın birini namazda sakalı ile oynarken gördü ve «eğer bu adamın kalbi Allah korkusu taşısa azaları da taşırdı» diye buyurdu.

Anlatıldığına göre Hz. Ali (kerremellahu vechehu) namaz vakti girince titremeye başlar, rengi atardı. »Ne oluyor sana, ya emirülmüminin» dediklerinde «göklere yere ve dağlara arzedilince ürkerek yüklenmekten çekindikleri halde benim üzerime aldığım emânetin vakti geldi» diye cevap verirdi.

Rivayete göre Ali İbni Hüseyin (rehimehullahu) abdest alırken rengi sararırdı, yakınları ona «abdest alırken sana niye böyle oluyor» sorarlar, O da şu cevabı verirdi, «kimin karşısına dikilmek istediğimi biliyor musunuz?»

Rivayete göre Hatem ül.Asam'a Radıyallahü anh namazı nasıl kıldığı hakkında soru soruldu, o da Şöyle cevap verdi: «Namaz vakti girince güzelcene abdest alır, namaz kılacağım yere varırım. azalarım verine otursun diye önce bir müddet otururum. Sonra kalkar. kaşlarımın arasında Kabe. ayaklarımın altında Sırat köpsüsü, sağımda cennet, solumda cehennem, arkamda_ölüm meleği olan Azrail varmış gibi farzederek ve kılacağım son namazmış gibi kabul ederek korku ve ümid arası bir ruh hali içinde usulüne uygun bir tekbir alarak namaza dururum.

Düzenli bir şekilde «Fatiha» ve «zammı sure » okurum, tevazu içinde ruküa vararak huşu icinde secdeye kapanırım. Sonra sol ayağımın dışını yere, sağ ayağımı baş parmak üzere dikerek bağdaş kurar, otururum,bu yaptıklarıma ihlas halini katarım. Sonunda «kıldığım namaz acaba kabul oldu mu, yoksa olmadı mı» bilemem.

İbni Abbas (R. Anhuma) der ki, «tefekkür hali içinde kılınan ne uzun ne kısa (orta) iki rek'atlık namaz, başıboş bir kalb ile kılınan bir gecelik namazdan daha hayırlıdır.»

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Ahir zamanda ümmetimden öyleleri gelecek ki, camilere varacak, halka kurup oturacaklar. Dillerinden dünya ve dünya sevgisi düşmeyecektir. Öyleleri ile oturup kalkmayın, Allahın onlara hiç bir haceti yoktur.»

Hasan El Basri'den Radıyallahü anh rivayet edildiğine göre: «Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün «size insanlar arasında en çirkin hırsız kimdir, haber vereyim mi» diye buyurdu. Orada bulunanlar «kimdir ya Resulullah» diye sordular. Peygamber'imiz «Namazından çalandır» diye cevap verdi. Oradakiler «namazından çalması nasıl olur» diye sordular. Peygamber'imiz «namazın ruküunu ve secdesini eksik eksik yaparak» cevabını verdi.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

— Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çekilecektir. Namazdan yana bir eksiği çıkmadığı takdirde hesaplaşması kolay geçer.Fakat eğer namazdan yana bir eksiği çıkarsa ulu Allah meleklerine «bu kulumun nafile ibadetleri varsa ondan borca kalmış farzları yerine koyun» diye buyurur.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

—Bir kula verilebilecek en hayırlı hediye iki rek'at namaz kılsın diye kendisine izin vermektir.»

Namaza duracağı zaman Hz. Ömer'in Radıyallahü anh böğürleri titrer ve dişleri takırdardı. Bu halin sebebi kendisine sorulunca «emaneti yerine getirmenin ve farz borcunu ödemenin vakti geldi, bilmem ki, onu nasıl yerine getireceğim?»

Anlatıldığına göre Half İbni Eyyüb Radıyallahü anh bir gün namazda iken bir yerinden arı sokar. Sokulan yer kanar, fakat Half hiç bir şey duymaz.
Bu sırada İbni Said çıkagelir, Half'e üzerinden kan geldiğini bildirir de o da elbisesini yıkar. Ona sorarlar, «nasıl oluyor, arı seni sokuyor, vücudunu kanatıyor da sen hiç bir şey duymuyorsun?»O da şu cevabı verir, «Melik ülCebbar olan Allah'ın huzurunda duran, başından Azrail dikilen, solunda cehennem ve ayaklarının altında Sırat köprüsü bulunan kimse böyle bir şeyi nasıl duyabilir?»

Amr İbni Zerrin (rehimehullahu) eli kanser olmuş, kendisi ibadet ve takvada hayli yüksek dereceye varmış bir zat idi, doktorlar «elini mutlaka kesmemiz gerekiyor» dediler. O da «öyle ise kesin» dedi. Doktorlar «seni ipler ile bağlamadan kesemeyiz» dediler.

Bunun üzerine «beni bağlamanızı istemiyorum, namaza durduğum zaman kesiniz» dedi. Nitekim namaza durunca elini kestiler, o ise hiç bir şey duymadı bile.


Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Şeytanın Düşmanlığı


Her müminin, âlimleri ve salihleri sevmesi, onlar ile düşüp kalkmayı huy edinmesi,gereken bilgileri onlara sorup edinmesi, nasihatlerini tutması, çirkin davranışlardan kaçınması ve şeytanı düşman bilmesi gerekir.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) şöyle buyuruyor:

— Şeytan size düşmandır, siz de onu düşman tutun» (Kur-an-ı Kerim/ En'am Sûre-i Celilesi. 153).

Yani Allah'ın emrine uyarak şeytana karşı çıkın, yoksa Allah'ın emirlerine karşı gelerek ona uymayın. Bütün tutumlarınızda, davranışlarınızda ve inançlarınızda samimiyetle ondan sakının.

Yaptığınız her işte şuurlu olun. Çünkü onun içinize riya sokması çirkin davranışları gözünüzde süslemesi her zaman mümkündür. Ona karşı koyarken Allah'dan yardım dileyin.

Abdullah îbni Mes'ud Radıyallahü anh der ki. «bir gün Peygamber'imiz bize bir çizgi çizdi ve «işte bu, Allah'ın yoludur» dedi. Sonra onun sağından ve solundan birkaç çizgi daha çizdi ve şöyle dedi, «bunların her biri de birer yanyoldur, her birinin üzerinde bu yan yollara sapmaya çağıran birer şeytan vardır.» Arkasından bize şu âyeti kerimeyi okudu:

«Hiç şüphesiz, bu benim dosdoğru yolumdur, hep birlikte bunu takip ediniz. Yan yollara sapmayınız ki, O'nun dosdoğru yolundan sizi ayırmasınlar. Allah bunları size, kötülükten sakınasınız diye emretmektedir (Kur'an-ı Kerim/En'am Sûresi,53)

Âyeti okuduktan sonra, Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem bize şeytanın yollarının çokluğu hakkında açıklama yaptı.

Peygamber'imizden naklen bildirildiğine göre şöyle buyurmuştur. Beni İsrail zamanında bir rahip vardı şeytan bir genç kıza kasdederek onu bogor sonra da ailesine kızlarını rahibin tedavi edebileceğine inandırır, ailesi de kızı rahibe götürür.Rahip önce kızı tedavi etmeye yanaşmaz, fakat ailesinin ısrarlarına dayanamayarak kabul eder. Tedavi için kız rahibin yanında bulunduğu sırada şeytan hemen rahibe koşar, onu kızın ırzına geçmeye teşvik eder» rahip bir müddet direnirse de sonunda şeytana yenilir ve hastasının ırzına geçer, genç kız gebe kalır.

Bunun üzerine şeytan rahibe yeniden sokularak der ki, «kızın ailesi yakında gelir, durumu öğrenirler ise rezil olursun. En iyisi onu öldür, ailesi sorarlarsa «kızınız öldü» dersin. Rahip şeytanın teklifini kabul eder, genç kızı öldürerek gizlice gömer.Bu sırada şeytan yine boş durmaz. Hemen genç kızın ailesine koşar, «rahip kızınızı önce gebe bıraktı, sonra da öldürüp gizlice gömdü» diye olup biteni anlatıp kalplerine vesvese eder.

Bunun üzerine kızın yakınları rahibe koşarlar, «kız nerede» diye sorarlar, rahip şeytanın öğrettiği cevabı verir, «öldü» der. (Durumu gelmeden önce şeytandan öğrenen kız yakınları) rahibi yakalayıp götürürler, kızlarına karşılık onu öldürmeye karar verirler.

Bu sırada şeytan hemen rahibe koşar, «kızı boğulmasına ben sebep oldum, onu sana getirmelerini tavsiye eden de benim. Şimdi de benim dediklerimi yaparsan seni onların ellerinden kurtarırım» der.

«Can korkusuna düşen rahip», «ne yapmamı istiyorsun» diye sorar. Şeytan, «bana iki kere secde edeceksin» der Çaresiz rahip şeytanın teklifini kabul ederek ona üstüste iki secde yapar, her şeyi istediği gibi sonuçlandıran şeytan ikinci secdeden başını kaldıran rahibe son sözlerini söyler, «seninle artık hiç bir ilgim yok» der ve kaybolur.

Ulu Allah (celle celâlihu) bu hıssa hakkında şöyle buyuruyor:

— Yahudileri savaşa kışkırtan münafıkların sözleri, tıpkı şeytanın tutumu gibidir. Hani şeytan insana önce «küfret» dermiş de insan küfredince ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabb'inden korkarım» demişti.» (Kur'an-ı Kerim/Haşr Sûresî.16).

Rivayete göre İblis bir gün İmamı Şâfi''ye (rehimehullahu) sorar, «ey İmam! Beni dilediği gibi yaratan ve dilediği yolda kullanan sonra da dilerse cennete koyacak ve dilerse cehenneme gönderecek olan Allah hakkında ne düşünüyorsun, tutumunda adil midir, yoksa zalim mi?»

Şafiî onun bu sözüne düşünür sonra şöyle cevap verir «behey herif! Eğer seni senin arzuna uyarak yarattı ise sana zulmetmiştir, yok eğer kendi muradına binaen seni varetti ise O, yaptığından mes'ul değildir.»

Şeytan aldığı cevabın karşısında öyle perişan oldu ki, nerede ise yerin dibine geçeyazdı. Fakat çok geçmeden kendisini toparlayarak Şafiiye dedi ki, «ey İmam! Ben bu soru ile yetmiş bin abidin zihnini bulandırarak onları kulluk divanından çıkardım.»

Bilesin ki, kalb bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçirmek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundurmak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayanlar başaramaz.

Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir «farzı ayn»dir. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir.

Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta başarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şeytanın kaleye benzettiğimiz kalbe girmek için kullanacağı yollar ve sızma yerleri kulun bir takım sıfatlarıdır. Bunlar çoktur. Bazıları şunlardır:

1 — Öfke ve azgın istek.

Öfke, aklı ürkütüp kaçıran bir canavardır, akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. insan öfkelendikçe, çocuğun topla oynadığı gibi şeytan onunla oynar.

Anlatıldığına göre Allah'ın velilerinden biri İblise «ademoğlunun nasıl yendiğini bana söyle» der. Şeytan da «öfke ve azgın arzuları kabardığı zaman onu ele alırım» diye cevab verir.


2 — Kıskançlık ve ihtiras.

İnsan bir şeye karşı ihtiras bağlayınca ihtirası, gözünü kör ve kulağını sağır eder. Böyle olunca da şeytana aradığı fırsat verilmiş olur. Aslında kötü ve çirkin de olsa, arzusuna vardıran her vasıta,muhterisin gözüne güzel gelir.

Rivayete göre Hz. Nuh (aleyhisselâm) Allah'ın emrine uyarak her canlı türünden birer çift alarak gemiye bindiği zaman tanımadığı bir ihtiyarın geminin bir köşesine sindiğini görür, ona «gemiye niye girdin» diye sorar. İhtiyar «adamlarının kalblerine sızmak için girdim, öylece kalbleri benim elimde kalırken senin yanında sadece vücudları kalacak» diye cevap verir.

Bu cevap üzerine ihtiyarın kimliğini teşhiste gecikmeyen Hz. Nuh, «defol buradan,, ey Allah'ın düşmanı, sen mel'un şeytandan başkası değilsin» diye onu kovmak ister.

Bu sırada İblis, Hz. Nuh'a «ben insanları beş şey vasıtası ile helâke sürüklerim, şimdi üçünü sana anlatacağım. Fakat geri kalan ikisini söylemem» der.

O anda ulu Allah Hz. Nuh'a «sana ikisini söylesin, geriye kalan üç tanesi mühim değil» diye vahiy gönderir. Bunun üzerine Hz. Nuh şeytana «ikisini söyle yeter» der. Şeytan Hz. Nuh'a şu karşılığı verir, «o ikisi öyle vasıtalardır ki, beni hiç yalancı çıkarmamışlardır, hiç bir zaman beni hedefimden geri bırakmamışlardır, insanları bunlar sayesinde mahvederim. Bunlar ihtiras ve kıskançlıktır. Kıskançlık yüzünden ben kendim lânetlenerek kovuldum. İhtirasa gelince, bir ağacın meyvası dışında cennetteki her şey Adem'e mubah kılınmıştı, ihtirasını alevlendirerek onu yasak ağacın meyvasından yemeye iknâ ettim.»

3 — Oburluktur.

İsterse yenen yemek sırf helâl olsun. Çünkü oburluk nefsin aşırı isteklerini güçlendirir, aşırı arzular da şeytanın silahlarıdır.

Rivayete göre bir gün İblis Hz. Yahya'ya (aleyhisselâm) görünür, elinde çeşitli maddelerden yapılmış bir yular tomarı vardır. Hz. Yahya «bu yularlar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanları yakalamaya yarayan çeşit çeşit arzulardır» diye cevap verir.

Hz. Yahya şeytana «içlerinde bana ait olanı var mı» diye sorar Şeytan der ki, «galiba bir keresinde karnını tıkabasa doyurmuştun da seni böylelikle namazdan ve zikirden alakoymuştuk» Hz. Yahya «başka bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır» der.

Bunun üzerine Hz. Yahya «bir daha karnımı tıkabasa» doldurmamak, bundan sonra boynumun borcu olsun» der.

Şeytan da Hz. Yahya'ya «andolsun ki, bundan sonra bende hiç bir müslümana nasihat etmeyeceğim» diye karşılık verir.


4 — Bu huylardan biri de elbise, ev mobilyada süs düşkünlüğüdür.

Şeytan insanın kalbinde süse düşkünlük olduğunu görünce, bu yoldan tohum atar ve tohumların yumurtlamasını sağlar. Şeytan böyle şeylere karşı zaafı olan kimseyi durmadan yeni evler yapmaya, yapıların duvar ve tavanlarını türlü türlü geleneklere göre süslemeye ve odaların genişletmeye çağırır, çeşit çeşit kıyafetler ve binek hayvanları ile bezenmeye davet eder ve insanı ömrü boyunca bu çeşit arzuların esiri halinde tutar.

Zaten bu yolda şeytan insanı bir kere kandırdıktan sonra ikinci bir sefer onu ele alması gerekmez, çünkü bu zaafların biri diğerini çeker, kulun ömrü doluncaya kadar bu yolda yürür, nihayet günün birinde şeytanın yolunda ve doyumsuz arzuların emrinde iken ölüverir.

Böyle kimselerin akibetinin kötü olmasından korkulur. Allah hepimizi korusun!

5 — Bu huylardan biri insanlara umut bağlamaktır.

Sefvan îbni Selim Radıyallahü anh der ki, «bir gün Abdullah İbni Hanzele'ye İblis görünür ve der ki, «ya İbni Hanzele! Sana bir şey öğretmek istiyorum» İbni Hanzele «ihtiyacım yok» diye karşılık verir.

Şeytan ona «bir dinle de bak, eğer yararlı ise kabul eder, değilse reddedersin» Ey İbni Hanzele, Allah'dan başka hiç kimseden kesin ürnid bağlayarak bir şey isteme. Kızınca ne hale düştüğünü gör, çünkü öfkelendiğin zaman seni kolayca ele geçiririm.»


6.— Bu huylardan biri acelecilik ve sebatsızlıktır.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: — Acelecilik şeytandan ağır davranmak ise Allah'dandır.» Çünkü insan aceleye kapılınca, şeytan ona, hiç ummadığı taraftan kötülüğünü benimsetir.

Rivayete göre Hz. İsa (aleyhisselâm) doğduğu zaman, yandaşları derhal iblise koşup derler ki, «yeryüzünde bütün putların başı eğildi» Şeytan onlara «olan oldu, siz yerinizde kalın» diyerek hemen uçuşa geçer. Yeryüzünün altını üstüne getirir, putların boyun eğmesine sebep olan olayı öğrenemez.

Sonunda Hz. İsa'nın (aleyhisselâm) doğduğunu tesbit eder, çevresini bütün meleklerin kuşattığını görür. Bunun üzerine hemen yandaşlarının yanına döner ve onlara şöyle der, «dün gece dünyaya bir peygamber geldi, bu çocuk hariç, hiç bir gebelik ve doğum hadisesi olmamıştır ki, ben yanında bulunmayayım. Bu geceden sonra artık putlara tapılmaz, bundan ümidinizi kesin. Bundan sonra ademoğullarına acelecilik ve densizlik yolu ile sokulmaya bakın.»


7 — Bu huylardan biri para ve mal düşkünlüğüdür.

Yiyecek içecek ile diğer zarurî ihtiyaçların ötesinde kalan bütün varlık, hayvanat ve akabat şeytanın konağıdır.

Sabit ülBünananî Radıyallahü anh der ki, «Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlik görevi verildiği zaman İblis şeytanlarına şunu söyledi, «bir şey oldu, ama nedir bilmiyorum, gidin iyice öğrenin.»

İblis'in adamları her tarafı araştırdılar, fakat ne olduğunu öğrenemeyerek geri döndüler, «bir şey öğrenemedik» dediler. Bunun üzerine İblis «ben size şimdi haber getiririm» diyerek kayboldu.

Bir müddet sonra çıkageldi ve adamlarına «Allah, Hz, Muhammed'i peygamber olarak görevlendirmiştir» dedi.

Bundan sonra İblis adamlarını Peygamber'imizin sahabilerine (Allah onlardan razı olsun) göndermeye başladı, fakat hepsi her seferinde eli boş ve hayal kırıklığı içinde dönüyorlardı, dönüşte sözleri şunlar oluyordu, «hayatımızda bir gün böyle adamlarla karşılaşmadık, tam yanlarına sokuluyoruz, namaza kalkıyorlar, böylece bütün gayretlerimiz boşa çıkıyor.»

Bu sözleri dinleyen İblis adamlarına şöyle dedi. «onları bir müddet kendi hallerine bırakın, Allah'ın izni ile yakında bütün dünyayı fethedeceklerdir, o zaman biz de onlardan istediklerimizi sızdırırız.»

Rivayete göre Hz. İsa (aleyhisselâm) bir gün bir taş parçasını yastık edinerek yere yaslanıp bu sırada yanına gelen şeytan,ona «ya İsa! Galiba dünyadan hoşlanıyorsun» der.

Bunun üzerine Hz. İsa (aleyhisselâm) taşı başının altından kaldırıp atar ve şeytana «dünya ile birlikte bu da senin olsun» der.

8 — Bu huylardan biri de cimrilik ve yoksul düşme korkusudur.

insanı fakirlere yardım etmekten, sadaka vermekten alakoyan, biriktirme ve varlık yığma hırsını kışkırtarak neticede acı azaba sürükleyen bu huydur. Pintiliğin afetlerinden biri mal biriktirmek için çarşı pazar dolaşmaktır. Zaten böyle yerler şeytanların cirit attıkları yerlerdir.

9 — Bu huylardan biri taassub.

Kendi görüşlerine körü körüne bağlanmak, karşı taraftakilere kin beslemek onlara küçümseyen bakışlarla bakmaktır»

Bu tutum, cemiyetin hem iyilerini ve hem de kötülerini birlikte helâke sürükler.

Hasan ülBasrî der ki, duyduğumuza göre İblis şöyle demiş «Muhammed'in ümmetini ayartarak bazı günahlara soktum, fakat Allah'dan af dileyip kusurlarını bağışlatarak belimi kırdılar. Fakat ben onlara öyle günahlar işletiyorum ki, onlar için Allah'dan af dilemezler. Bunlar boş arzu ve heveslere kapılarak burunlarının doğrusuna gitmeye dayanır.»

Şeytan doğru söylüyor. Böyleleri, saplantıları yüzünden günahlara sürüklendiklerini bilmezler ki tevbe etsinler.

10— Bunlardan biri Müslümanlara sui zânda bulunmaktır.

Bundan hatta kötüleri itham etmekten bile kaçınmak gerekir. Herkesin kusurunu okuyarak, onunbunun hakkında kötü düşünceleri ileri süren kimse gördün mü, bilesin ki, onun, içi pistir ve kendi iç pisliği, dışına sızmaktadır.

Şu halde insan şeytanın içeri girmesini önlemek için kalbinin bu kapılarını kapatmalı. Bunlara karşılık Allah'ı zikretmesine yardımcı olmalıdır.


İbni İshak (rehimehullahu) şöyle der: Kureyş kâfirleri sahabîlerin Mekke'den Medine'ye hicret ettiğini görünce ve Peygamber'imizin sallallahu aleyhi ve sellem yeni taraftarlar kazandığını duyunca O'nun gücünden korkmaya başladılar, çünkü O'nun kendileri ile savaşmak üzere ordu topladığını anlamışlardı.

Bunun üzerine her zamanki toplantı yerleri olan Kuzey İbni Kılâb'ın evi olan (Dar'ül Nedve'de), durumu görüşmek için biraraya geldiler. Kabilenin bütün kararlan bu evde yapılan toplantılarda alındığı için ona bu isim verilmiştir. Kureyş herşeye mutlaka burada karar verirdi. Bu toplantılara kırk yaşını doldurmamış Kureyş'li olmayanlar alınmazdı.Kureyşliler de bu şart aranmazdı.ebü Cehil'in başkanlığında bir cumartesi günü toplanmışlardı. Bundan dolayıdır ki; cumartesi günü Mekir ve Hiyie günüdür» buyurulmuştur Necd'li bir ihtiyar kılığına girmiş olan İblis aralarında bulunuyordu İblis'in aralarına girmesi şöyle oldu. İpek bir cübbe veya taylasan giyerek alımlı bir ihtiyar kılığında kapıda belirmişti.

Münafıklar bu «ihtiyar kimdir» diye sordular. İblis cevap verdi, «Necd li bir adam, ne için toplandığınızı duydum da söyleyeceklerinizi dinlemeye geldi, bazı noktalarda size fikir verme ve nasihatlerde bulunma ihtimali de vardır.» Bunun üzerine ona «içeri gir» dediler, o da girdi ve konuşmalara katıldı.

Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem ne yapılması gerektiği konusunda tartışıyorlardı, yüz kişi idiler, bir rivayete göre ise onbeş kişi idiler. İleri gelenlerinden biri olan Ebul Buhteri —ki kâfir olarak Bedr savaşında öldüşu görüşü ileri sürdü, «O'nu zincire vurup hapsedin, kapıyı üzerine kitleyin ve bundan sonra O'ndan evvel gelip geçmiş şair ve büyücülerin başına gelen akıbetin O'nun da başına gelmesini bekleyin (yani zindanda ölmesini bekleyin).»

Necd'li ihtiyar (yani aslında şeytan) bu fikre karşı çıkarak der ki, «bu fikir isabetli değildir, Allah'a yemin ederim ki, eğer siz O'nu zincire vurup hapsedecek olsanız, daha üzerine kapıyı kapatırkapatmaz başına gelenleri adamları duyacak, hemen baskın düzenleyip O'nu elinizden alacaklar, sonra da karşınızda hindi gibi kabararak mukavemetinizi kıracaklardır, o yüzden bu fikir isabetli değildir, başka bir çare düşünün.

İleri gelenlerden bir diğeri olan Ebul Esved Rabia Bin Amrül Amiri şu görüşü ileri sürer, «O'nu aramızdan çıkarır, beldemizden sürelim nereye isterse gitsin, hiç ilgilenmeyelim.»

Necd'li (Allah'ın lâneti üzerine olsun) bu görüşe de derhal karşı çıkar ve der ki, «Vallahi bu da çıkar yol değildir. Ne güzel konuştuğunu, ne kadar çekici bir mantığa sahip olduğunu ve ileri sürdüğü yeni görüşler ile herkesin kalbini ne biçim büyülediğini görmüyor musunuz?

Eğer O'nu buradan kovacak olursanız, bir arap kabilesine varıp araya yerleşebilir, onları tatlı dili ile kandırarak size karşı kışkırtabilin Sonra da toplayacağı bir ordu ile üzerinize yürüyerek elinizden iktidarı alabilir ve size istediğini yapabilir

O'nun hakkında başka bir çare düşünmelisiniz.»

Bunun üzerine meşhur Ebul Cehl söz alarak der ki, «vallahi, O'nun hakkında benim bir fikrim var, ama sizin sözleriniz buna uzak kalıyor. Bana kalırsa her kabileden gözü pek, atılgan, becerikli birer delikanlı seçeceksiniz, ellerine birer keskin kılıç vereceksiniz, üzerine çullanacaklar, hepsi bir adam vuruyormuş gibi, ayni anda kılıçlarını çekip üzerine indirecekler ve nefes almaya fırsat vermeden canını alacaklar, böylece O'ndan kurtulmuş oluruz.

Bütün kabileler suç ortağı olacağı için O'nun kabilesi olan Abdül Menaf kabilesi, diğerlerinin tümüne karşı O'nun kan davasını gütmeye cesaret edemezler, hep birlikte diyetini veririz, olurbiter.»

Necd'li ihtiyar. (Allah'ın lâneti üzerine olsun) Ebul Cehl'in sözü bitince der ki, «görüş budur, başka çare göremiyorum

Böylece o toplantıda Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem öldürmeye karar vererek dağıldılar.Fakat bu sırada Cebrail (aleyhisselâm) Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem gelerek «bu gece her zamanki yatağında yatman diye talimat verir.

Gece olunca Kureyş kâfirlerinin seçkin silâhşörleri Peygamber'imizin evi önünde pusu kurdular, uyumasını gözetliyorlardı, uyuyunca üzerine çullanacaklardı.

Öte yandan Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali'yi (keremellahu vechehu) o gece yatağında yatmakla görevlendirdi, Hz. Ali bu hadiseden sonra Peygamber'imizin cuma ve bayramlarda giyindiği yeşil bir paltoyu üstüne çekerek yatağa uzandı. Böylelikle Hz. Ali (kerremellahu vechehu» kendini Allah'a adayarak Peygamber'imizin hayatını kurtaran ilk müslüman oldu. Bu konuda bizzat Hz. Ali'nin söylediği bir şiir şöyledir:

Kendini ileri sürerek toprağa ayak basanların en hayırlısını korudum

Beytül Atık'a ve Hacerul Esved'i tavaf edeni.

O Allah'ın Resul'üdür, O'na tuzak kurmalarından çekinmişti.

Kudret eli her yere uzanan ulu Allah O'nu tuzaktan korudu.

Allah'ın Resul'ü, mağarada güven içinde geceyi geçirdi.

Allah'ın örtü ve himayesi altında saklanarak

Ben ise onları ve bana yapabileceklerini bekleyerek geceyi geçirdim. Kendimi ö!üme ve esarete adamıştım.

O gece Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem silâhşörlerin önünde evden çıktı, Allah onların gözünü kararttığı için hiç biri O'nu göremedi, Peygamber'imiz «Yasin» suresinin şu kısmını okuyarak onların her birinin başına daha önce avucuna almış olduğu toprağı saçmıştı. Peygamber'imizin okuduğu âyetler şunlardır. Ulu Allah buyuruyor ki:

— YASİN, Hikmet dolu Kur'an hakkı için, hiç şüphesiz, san peygamberlerden birisin, dosdoğru yol uyarınca. O kitab (Kur'an), gücü her şeye yeten, bağışlayıcı tarafından indirilmiştir, ataları ikaz edilmemiş olan bir kavmi ikaz etmek için. Onların çoğu üzerinde söz (hüküm) gerçekleşti, onlar artık iman etmezler.Biz onların boyunlarına, çenelerine kadar dayanan tasmalar taktık, bu yüzden başlarını sağa sola çeviremezler. Ayrıca biz onların önlerine ve arkalarına birer set çektik ve onları örttük, bundan dolayı göremezler»(Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 1-9).

Böylece Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem evden ayrılarak dilediği yere yolcu oldu.

Bu sırada silâhşörlerin yanına, daha önce aralarında bulunmayan bir yabancı geldi, onlara «burda ne bekliyorsunuz» diye sordu. Silâhşörler «Muhammedi» diye cevap verdiler. Yabancı onlara dedi ki. Allah sizi hayal kırıklığına uğrattı. Vallahi O, sizin önünüzden geçip gitti. Giderken de her birinizin başına toprak serpti ve dilediği yolu tuttu. Başınızın üstüne bakasanıza!.»

Bunun üzerine herkes eli ile başını yokladı, tepelerine toprağın serpildiğini gördüler. Hemen pusudan çıkarak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'ın odasına girdiler, ve Hz. Ali'yi (kerremellahu vechehu) Peygamberimizin paltosuna bürünmüş yatakta buldular, «vallahi, bu Muhammed'dir, işte, paltosuna bürünmüş, uyuyor» dediler.

Bu düşünce ile sabahladılar, fakat yataktan Hz. Ali (keremellahu vechehu) kalktı. O zaman «bizimle geceleyin konuşan yabancı doğru söylemiş» dediler. Kur'anı kerimin şu âyeti bu konuda indi. Ulu Allah şöyle buyuruyor:

—Hani bir keresinde o kâfirler, ya öldürmek veya sürmek üzere seni tutuklamak için tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarlar, ama Allah onların tuzağını boşa çıkarır. Hiç şüphesiz Allah tuzaklarını en hayırlı şekilde boşa çıkarandır» (Kur'an-ı Kerim/Enfal Sûresi. 30).

Bu konuda bir şair şöyle der: Canını sıkma! Zorluğun arkası kolaylıktır. Her şeyin bir vakti ve takdiri vardı^

Takdir sahibi, bizim halimizi şüphesiz görüyor Bizim tedbirimizin üstünde Allah'ın tedbiri vardır.

Bu olayın arkasından ulu Allah Peygamber'imizin Mekke'den Medine'ye göç etmesine izin verdi. İbni Abbas Radıyallahü anh «ey Rabb'im! Bana doğru şekilde girip doğru şekilde çıkmak nasib eyle, bana kendi nezdinden yardıma bir kılavuz ihsan eyle» âyeti kerimesinin tefsiri sırasında «Cebrail, Peygamber'imize yanına Hz. Ebu Bekr'i almasını emretti» der.

Hakim, Hz. Ali'ye dayanarak rivayet eder ki, Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem göçme emrini aldığı zaman Cebrail'e «yanımda kim olacak>> diye sorar, Cebrail (aleyhisselâm) de «Hz. Ebu Bekr» diye cevap verir. Öte yandan Peygamber'imiz çıkışını Hz. Ali'ye bildirdi, yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim etmek üzere onu yerine bıraktı.

Hz. Ayşe Radıyallahü anha hicret olayını şöyle anlatır: Bir gün biz Ebu Bekr'in (babamın) evinde otururken kuşluk sıraları, aşağı yukarı günün en sıcak saatlerinde Peygamber'imizin eve doğru geldiğini gördüm.

Hz. Ebu Bekr'in diğer bir kızı olan Hz. Esma Radıyallahü anha ise Taberanî'nin rivayetine göre olayın bu kısmı hakkında şunları söylemektedir. «Resulüllah. Mekke'de iken biri sabah, öbürü akşamleyin olmak üzere günde iki defa bize gelirdi. O gün ise (hicret öncesi günü) kuşluk vakti eve gelmekte olduğunu görerek babama dedim ki, «babacığım, şu gelen Resulüllah, başını sarmış, buraya doğru geliyor, oysa ki bu saatte bize gelmek huyu değildi.»

Hz. Ebu Bekr, Esma'nın sözlerine şöyle cevap verdi» «anambabam O'nun uğruna feda olsun, yemin ederim ki, bu saatte O'nu buraya gelmeye mutlaka mühim bir olay sevketmiştir.»

Bundan sonra olanları Hz. Ayşe şöyle anlatmaya devam ediyor, «Resulüllah kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi, Hz. Ebu Bekr izin verince içeri girdi. Ebu Bekr oturmakta olduğu sedirden inerek O'na yer verdi. Oturunca Ebu Bekr'e «yanındakileri dışarı çıkar» dedi. Ebu Bekr «bunlar senin ev halkındır yani Ayşe ile Esma'dır dedi.

Başka bir rivayette ise «yabancı yok. İki kızım var burada» diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söze girerek Ebu Bekr'e «göç etmeme izin verildi» dedi. Hz. Ebu Bekr «anababam uğruna feda olsun, benim de yanında gelmemi istiyor musun? diye sordu. Peygamber'imiz «evet» dedi.

Bu sırada Ebu Bekr'in ağladığını gördüm, o zamana kadar hiçbir kimsenin sevincinden ağlayacağını sanmazdım.

Hz. Ebu Bekr Radıyallahü anh Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem«anam babam yoluna feda olsun, şu iki binek hayvanımdan birini kendine al» dedi. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem «eğer parası ile satmaya razı olursan alırım» diye cevap verdi.

— 98 —

Bir rivayette: (Dilersen kıymetini verir alırım) buyurdu, binek hayvanın ancak para karşılığında kabul etmesi, Allah yolunda yapacağı göçün hem mal ve hem de beden ile işlenen bir ibadet haline gelerek eksiksiz bir mahiyet kazanmasını istemesinden ileri geliyordu.

Hemen yol hazırlıklarına giriştik, azık torbalarını hazırladık içine bir pişmiş koyun koyduk. Kız kardeşim Esma bel kuşağından bir parça keserek dağarcığın ağzını bağladı, bu yüzden adı ondan sonra «çift kuşaklı» diye kaldı.

Böylece yola çıkan Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekr Radıyallahü anh «Sevr» mağarasına vardılar, üç gün burada saklandılar. «Sevr» Mekke yakınlarındaki bir dağın adıdır, oraya ilk defa çıkan Sevr İbni Abdü'lMenat'ın adına izafeten bu ismi almıştır.

Diğer bir rivâyete göre Rasûlüllah ile Ebû Bekr, evin arka kapısından çıkarak yola koyuldular. Yine bir rivâyete göre yolda Ebû Cehl ile karşılaştılar, fakat onları onun gözlerinden Allah sakladı ve o farketmeden geçip gittiler.

Hz. Esma Radıyallahü anha der ki, «Hz. Bekr, beş bin dirhem olan bütün parasını yanına alarak bu yolculuğa çıkmıştır.»

Kureyş'liler Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem ellerinden kaçırınca, Mekke'nin her tarafını aradılar, altını üstüne getirdiler. Her tarafa iz sürücüler çıkardılar. Mağaranın yolunu tutan iz'ciler, onların izlerini tesbit ettiler ve mağaranın ağzına kadar izlerini sürdüler.

Peygamber'imizi ellerinden kaçırmak, Kureyş'lilere ağır geldi, bu işe canları çok sıkıldı, bu yüzden O'nu yakalayana yüz deve adadılar.

Kadı İyad'dan Radıyallahü anh rivâyet edildiğine göre Sebir Dağı Peygamberimize «Yâ Rasûlüllah! Benden kaç, çünki üzerimde iken öldürülmenden ve o yüzden Allah'ın lânetine uğramaktan korkuyorum» diye seslendi. Buna karşılık Hıra Dağı da «Bana gel, yâ Rasûlellah!» diye O'na seslendi.

Rivâyete göre Peygamber'imiz ile Ebû Bekr Radıyallahü anh mağaraya girince Allah'ın emri ile mağaranın ağzında hemencecik bir «ummu gayicn» ağacı bitiverdi ve bu ağacın varlığı mağaranın yolunu kâfirlerin gözlerinden sakladı. Öte yandan ulu Allah, örümceğe mağaranın ağzını ağla örmesini emretti, bir çift yabanî güvercin de yine kapıda yuva kurdular.

Bunların hepsi müşrikleri mağaraya girmekten alakoydu. Yine rivâyete göre, bugün Haremi Şerif'de görülen güvercinler o çiftin soyundan gelir. Peygamber'imize sağlamış oldukları himayenin karşılığında, nesillerinin artması ve Harem'de avlanma tehlikesinden uzak olarak güven içinde yaşamakla mükâfatlandırıldılar.

Kureyş kabilesinin her öbeğinden seçilen delikanlılar, elleri sopalı, baltalı ve kılıçlı olarak mağaranın kapısına dayandılar. Aralarından biri ayrılarak mağaranın ağzına sokuldu, orda yuva yapmış bir çift güvercini görünce arkadaşlarının yanına döndü, Ona «Ne var, ne yok» dediler, o da «Kapıda iki yabanî güvercin görünce içerde hiç kimsenin bulunmadığını anladım» diye karşılık verdi. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuşmayı içerden duydu ve Allah'ın düşmanlarını savdığını anladı.

Buna rağmen delikanlılardan biri «içeri girin» dedi. Fakat onlardan biri olan Ümeyye İbni Half ona şu cevabı verdi, «içeri girip ne yapacaksınız. Kapı Muhammed'in doğumundan bile daha eski bir örümcek ağı ile örülmüş, eğer O içeri girmiş olsaydı yumurtaların kırılmış ve ağın parçalanmış olması gerekirdi.»

Bu durum Kureyşlileri askeri harekâta girişmekten kesinlikle alakoydu. Görüyor musun, ağaç, arananı nasıl saklayarak kovalayanı şaşırttı, öte yandan örümcek geldi, mağara kapısını perdeledi,boşluğun yüzünü ağı ile örerek iz'cilerin gözünü bağladı da aramaktan caydılar. Böylelikle örümcek Peygamber'imizi sallallahu aleyhi ve sellem koruma şerefi kazandı. İbni Nakîb'in bu husustaki şiiri ne kadar güzeldir:

«İpek böceği koza örer, her çeşit elbiseye yakışır. Fakat örümcek ondan daha üstündür, Peygamber'in başına ördüğü ağ sayesinde..,»

Buharî ile Müslim'in Hz. Enes'den rivâyet ettiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekr Radıyallahü anh bana şöyle dedi, «Mağarada iken Peygamber'imize «eğer iz'cilerden biri ayaklarının ucuna baksaydı bizi görecekti» dedim, O bana «Sen bu iki kişiyi ne sanıyorsun» bunların üçüncüsü Allah'dır», diye cevap verdi.»

Siyer yazarlarından birine göre Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imize «Bunlardan biri ayak parmaklarının ucuna baksa bizi görecekti» dediği zaman Peygamber'imiz ona şöyle cevap verdi: «Onlar o taraftan bize doğru gelselerdi,, biz de bu taraftan giderdik.»

Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imizin gösterdiği tarafa bakınca mağaranın açıldığını, bir denizin belirdiğini ve bir geminin karaya yanaşmış durduğunu gördü.

Hasan'ül Basrî'den rivâyet edildiğine göre Peygamber'imiz ile Hz. Ebû Bekr, gece mağaraya doğru yol alırlarken Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imizin bazan önünden bazan da arkasından yürüyordu. Peygamber'imiz O'na bu davranışının sebebini sorunca Ebû Bekr Radıyallahü anh şu cevabı verdi, «Kılavuzluk aklıma gelince önün sıra yürüyorum, sonra gözetleme görevimi hatırlayınca geride kalıp arkan sıra yürüyorum.» Peygamber'imiz O'na «Başımıza bir hal gelse benim uğruma seve seve ölür müsün?» diye sordu. Ebû Bekr, «Seni, Hakkı tebliğ etmek üzere gönderene (Allah'a) yemin ederim ki, evet» diye cevap verdi.

Mağaraya vardıklarında Ebû Bekr, Peygamber'imize «Olduğun yerde dur, yâ Rasûlellah, ben mağarayı senin için temizleyeyim» dedi ve öteyiberiyi temizlemeye koyuldu. Mağaranın zeminini el yordamı ile yoklarken rastladığı her deliği paltosundan bir parça keserek tıkıyordu, böyle böyle paltosunu bitirdi, fakat son bir delik açık kaldı, onu da her hangi bir canlı çıkıp Peygamber'imizi ısırmasın diye topuğu ile tıkadı.

Bundan sonra Peygamber'imiz içeri girdi, başını Ebû Bekr'in dizine dayayarak uykuya daldı, o sırada bir canlı Ebû Bekr'in topuğunu ısırdı, fakat Peygamber'imizi uyandırmamak için kımıldamadı, acıdan gözleri yaşarınca damlalardan biri Peygamber'imizin yüzüne aktı ve O'nu uyandırdı. Peygamber'imiz Ebû Bekr'e «Ne oluyor sana» diye sordu, «Anam babam yoluna feda olsun, ısırıldım» diye cevap verdi. Peygamber'imiz sokulan yere tükürük bastı ve acısı dindi. Meşhur İslâm Şâiri Hassan İbni Sâbit Radıyallahü anh bu mevzûda ne güzel söyler:

«O şerefli, mağaradaki iki kişinin ikincisi idi,

O ikisi dağa çıkınca, düşman oranın her tarafını aradı.

Düşmanlar bütün canlılardan öğrendiler ki;

Peygamber'imize karşı duyulan sevginin dengi yoktur.»


Peygamber'imiz Mekke'den perşembe günü yola çıkmıştı, mağaradan da Pazartesi gecesi ayrılmış olmalıydı, çünki orada üç gece kaldı. Bu olay Rebiülevvel ayının başlarında meydana geldi, Rebiülevvel ayının onikinci Cum'a günü ise Medine'ye vardı.

Anlatıldığına göre adı Zekeriyya olan bir Zâhid şiddetli bir hastalığa yakalanır, ölmek üzeredir, son demlerinde bir arkadaşı başına gelir ve ona «Lâilâhe illellah, Muhammed'ür Rasûlüllah» demeyi telkîn eder, fakat zâhid bu telkînı yüzünü ekşiterek reddeder.

Arkadaşı ikinci sefer telkîn eder, zâhid yine yüzünü çevirir, arkadaşının üçüncü telkînini ise «hayır, söylemiyorum» diye sözlü olarak reddeder. Arkasından bayılır, başı arkadaşının dizleri üzerine düşer, bir müddet böyle kalır, arkasından biraz açılır ve gözlerini açınca «bana bir şey dediniz mi?» diye sorar, ona «evet, sana üç kere Kelimei Şehâdet getirmeni telkîn ettik. İki keresinde yüzünü döndün, üçüncüsünde de, «söylemiyorum» diye cevap verdin» derler

Zâhid onlara durumu şöyle açıklar, «Bana İblis geldi, elinde bir bardak su vardı, sağımda durdu, bardağı sallayarak «su ister misin?» dedi, «tabiî» dedim. Bunun üzerine «İsa Allah'ın oğludur» dedi, o yüzden yüzümü öbür tarafa çevirdim.

Sonra ayak uçlarımdan yana bana sokuldu, ayni sözü söyledi, ona yine yüzümü döndüm. Üçüncü defa bana ayni cümleyi tekrar ettirmek isteyince «hayır, söylemiyorum» diye cevap verdim. İşte o zaman su dolu bardağı hırsından yere çaldı ve ortalıktan kayboldu.

İşte ben şeytanı reddettim, yoksa sizin telkîninizi değil, şimdi söylüyorum: «Eşhedü ellâilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühü.»

. Rivâyete göre Ömer Bin Abdülâziz Radıyallahü anh der ki, «Sâlihlerden biri. şeytanın insanoğlunun kalbinin neresinde olduğunu kendisine göstermesini Allâh'dan ister.Bunun üzerine rüyada içi dışından görünen yarı şeffaf bir insan vücudu görür, adamın başı omuz ile kulağı arasındaki boşlukta ve sol omuzu üzerinde kurbağa şekline girmiş olarak şeytanı görür, uzun ince bir hortumu vardır, onu adamın omuzundan kalbine uzatmıştır, bu yoldan oraya vesvese akıtmaktadır. Fakat, adam Allah'ın adını andığı zaman kurbağa kılığına girmiş olan şeytan görünmez oluyor.» . Allah'ım! Lânetlik şeytanı ve kıskançların dilini üzerimize musallat eyleme, Peygamberlerinin sonuncusu olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hürmetine sana zikir ve şükürde bulunmamıza yardım buyur.

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Emânet ve Tevbe

Rivayete göre Muhammed Ibni Münhedir, söyle der:
«Babamin bana söyle anlattigini hatirliyorum:

Bir defa Süfyan'üs - Sevrî, Harem-i Serifi tavaf ederken her adim basinda Peygamberimize sallallahu aleyhi ve sellem salâtü selâm getiren bir adam görür, der ki: «Behey adam! Sen tesbih ve tehlili birakmissin, kendini tamamen Peygamber'imize salât-ü selâm getirmeye vermissin, bu husûsda bir bildigin mi var?» dedim.

Bana «Allah (celle celâlihu) günahini bagislasin, sen kimsin?» diye sordu, ona «Süfyan'üs - Sevrî'yim» diye cevap verdim. Bunun üzerine bana sunlari söyledi: «Eger sen zamaninin en büyük zahidi olmasaydin sana durumumu anlatmaz, seni sirrima ortak etmezdim. Simdi dinle:

Babamla birlikte hacc için yola çikmistik, konak yerlerinden birinde babam hastalandi, yolculuktan geri kalarak onun durumu ile ilgilendim. Fakat sonunda öldü, ruhu çikinca yüzü kapkara kesildi.Ben dehsete kapilarak «Innâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun» (Hiç süphe siz biz Allah içiniz ve O'na dönecegiz) dedim ve yüzünü örttüm.Bu sirada göz kapaklarim agirlasti, üzgün bir ruh hali içinde uykuya daldim. Rüyada, bu kadar güzel yüzlüsünü, bu kadar temiz kılıklısını ve bu derecede hos kokulusunu heyatta görmedigim birini gördüm, agir adimlar ile yürüyerek babamin yanina sokuldu, kefeni yüzünden kaldirarak avucunu çehresinin üzerinden geçirir geçirmez, babamin yüzü agariverdi. Sonra, yerinden kalkmis, gidiyordu, elbisesinin ucuna asilarak "Ey Allah (celle celâlihu) 'in kulu. kimsin sen ki bu gurbet elinde Allah (celle celâlihu) seni babama ihsan buyurdugu ni'mete vâsita kilmistir" diye sordum. Bana söyle cevap verdi: «Beni tanimadin mi? Ben Abdullah oglu Muhammed (S.A.V)'im, Kur'ân'm sahibi.Baban günahkâr bir kimse idi, fakat bana çok salât-ü selâm getirirdi. Ölürken basina bu hal gelince benden imdad istedi, ben ise üzerime salât-ü selâm getirenlerin imdadina hemen kosarim.»

Bu sirada uyandim, bir de baktim ki, babamin yüzü gerçekten bembeyaz oldu.»

Amr Ibni Dinar'in Radıyallahü anh Ebû Cafer'den Radıyallahü anh rivayet ettigine göre. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:

«Bana selât-ü selâm getirmeyi unutanlar, Cennet'in yolunu bulamazlar.»

Bilesin ki, «emânet» kelimesi «emin» (güven) mastarindan türemistir. Çünki bu sifatin varligi, haksizligin önlenmesini güven altina alir. Emânetin ziddi olan «hiyanet» ise «havn» mastarindan türemistir, kelime manâsi ile «eksiklik» demektir. Cünki sen birine her hangi bir husûsda hâinlik ederken, o seyde ona bir eksiklik, bir yetersizlik gösteriyorsun demektir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

«Hile, aldatma ve emânete hiyanet, cehennemliktir»

(Bu sifatlari tasiyanlar cehenneme gireceklerdir.)

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Insanlar île münasebet kurup onlarin hakkini yemeyenler, baskalari ile konusup onlara yalan söylemeyenler, mertligi kemâle erdiren, adalete bagliligini ortaya koyan ve kardeslik duygulari olgunlasmis kimseler; kurtulmalari vâcib olan kimselerdir."

Bir gün bir cöl bedevisi, bir kavmi su sözler ile medhetmisti; «Emânete saygi hakkinda son derece titizdirler, kendilerine teslim edilmis olan hic bir vazifede haktan ayrilmazlar. Hiç bir müslümanin temel haklarindan birini çignemezler. Onlarin omuzlarinda hiç kimsenin mes'ûliyyeti kalmaz. Onlar, ümmetlerin en hayirlisidir.»

Ben de diyorum ki: çöl bedevisinin övdügü bu çesit kimselerin artik soyu kurumustur, biz simdi bu zamanda "sadece insan kiliginda kurtlar görüyoruz."

Nitekim sairin biri söyle der:

«Insan bir sey yapmak isterken kime güvensin

Mert ve soylulari nerede dost bulabilsin?!

Çok azi hariç bu insanlar olmustur.

Vücudlari elbiseli - birer kurt»

Diger bir sâir de ayni konuda söyle der:

«Yok artik kaybedildikleri zaman haklarinda denenler.

«Keski beldeler ve üzerindekiler yerin dibinde geçseydi de, o ölmeseydi.»

Huzeyfe'nin Radıyallahü anh rivayet ettigine göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:

«Gün gelecek, güven öylesine ortadan kalkacaktir ki, insanlar birbirleri ile alis - veris yapacaklar, fakat hiç biri emâneti korumaya yanasmayacak ve «filân ogullan arasinda güvenilir biri var» diye konusulacaktir.»

Bilesin ki, günâhlardan tevbe etmek hem âyet ve hem de hadisler ile farz kilinmistir.

Nitekim ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur:

"Ey iman edenler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz, ola ki, felaha eresiniz"
(Nur Sûre-i celilesi - 31)

Bu Âyet-i Kerime kayitsiz sartsiz bütün mü'minlere umûmî bir emirdir.

Yine ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur:

"Ey imân edenler! Günahlarindan Tevbe-i Nasûh ile tevbe ediniz. Hiç süphesiz Rabb'iniz kusurlarinizi örter ve sizi altindan irmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi île iman edip O'nunla beraber olanlari rezil etmeyecek, bu kimselerin nurlari saglarinda ve önlerinde kosacak, onlar «ey Rabb'imiz, nurumuzu tamamla, günahlarimizi bagisla, hiç süphesiz, sen her seye kadirsin. Diyecekler. (Tahrim Sûrei celilesi-8 )

Ayet-i Kerimede gecen "Nasuh" sifati, "sirf Allah (celle celâlihu) Rizasi icin olan her türlü
lekeden beri olan" demektir ve «nasuh» mastarindan türemistir; tevbenin faziletlisini ifade eder. Yine ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyuruyor:

"Hiç süphesiz, Allah sık sık tevbe edenleri ve tertemiz olanlari sever."
(Bakara Suresi - 222)

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Günâhlarindan tevbe eden, Allah'in sevgilisidir. Günahlarindan tevbe eden, hiç günahi olmayan kimse gibidir."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Ulu Allah (celle celâlihu) , mü'min kulun, günahlarindan tevbe etmesine su adamdan daha çok sevinir:

Adam tehlikeli bir çölde konaklamistir, yaninda yiyecek ev suyunu tasiyan bir binek hayvani vardir, basini yere dayar ve bir müddet uyur, uyaninca görür ki, binek hayvani ortalikta yoktur.Onu aramaya koyulur, fakat uzun dolasmalari esnasinda açliktan, susuzluktan ve bunlara eklenen daha nice sıkıntıdan imani gevremistir. «Konak yerine döneyim, yatip uyuyayim da öyle öleyim» der.

Konak yerine varip yere çöker, basini dizlerine dayar ve «öleyim» diye uyur. Fakat uyaninca binek hayvanini yanibasinda görür, yiyecek ve suyu da hayvanin sirtindadir. Iste. ulu Allah (celle celâlihu) tevbe eden kulu için karsisinda binek hayvanini, hiç ummadigi bir anda buluveren bu çöl yolcusunun duydugu sevinçten daha siddetli bir sevinç île çok sevinir."

Hasan'dan Radıyallahü anh naklen bildirildigine göre Hz. Âdem (aleyhisselâm) kusurundan tevbe edip de tevbesi Allah (celle celâlihu) tarafindan kabul edilince, melekler kendisini tebrik ettiler. Cebrail ile Mikâil (selâm üzerlerine olsun) yanina inerek O"na «Ey Âdem! Gözün aydin, Allah (celle celâlihu) tevbeni kabul etti» dediler.

Hz. Âdem (aleyhisselâm) Cebrail'e (aleyhisselâm) «Ey Cebrail, tevbem kabul buyurulduguna göre, bundan sonraki durumumu ögrenmek istiyorum» dedi. Bunun üzerine ulu Allah (celle celâlihu) vahiy yolu ile Hz. Âdem (A.S)'e sunlari bildirdi; «Yâ Âdem! soyundan gelenlere. Sen sıkıntı ve kederi miras birakiyorsun. Ben de onlara tevbeyi miras sayiyorum. Onlar içinden hangisi bana dua ederse. Senin dilegini nasil yerine getirdimse onun da duasini öylece kabul ederim. Kim Benden günahlarinin bagislanmasini isterse, bagisimi ondan esirgemem. Cünki Ben; Bana el açanlarin en yakini ve dileklerinin karsilayicisiyim. Günahlarindan tevbe edenleri, dualari kabul edilmis, sevinçli ve güleryüzlü olarak kabirlerinden çikarip Mahser'e yolcu ederim.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Günes battigi yerden doguncaya (Kiyamete) kadar ulu Allah (celle celâlihu) gece günah isleyenlere gündüz, gündüz günah isleyenlere de geceleyin elini uzatir."

Buradaki «el uzatmak» ifâdesi, tevbe etmeyi istemekten kinayedir. «Isteyen, kabul edenden» daha geri bir mânâ tasir. Cünki nice «kebûl eden» var ki istemez. Oysa ki, «isteyen» mutlaka kabul eder.

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:

"Üstüste yigilsa da, göge yükselecek kadar çok günah isteseniz bile, arkasindan yaptiklariniza karsi pismanlik duysaniz, kuvvetle ümid edilir ki, Allah (celle celâlihu) tevbenizi kabul eder."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Kul günah isler de o günahla Cennete girer."

Oradakiler: «Bu nasil olur ya Rasûlallah» diye sorarlar.

Peygamberimiz onlara söyle cevap verir. «Göz açip kapayasiya günahindan uzaklasarak hemen tevbe eder, böyle Cennete girer.»

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Günahin kefareti, pismanlik duygusudur."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Günahlarindan tevbe edenler, hiç günahi olmayan kimseler gibi olurlar."

Rivayete göre bir Habes'li Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem gelerek sorar". «Yâ Rasulallah! Eger ben çirkin davranislarda bulunsam tevbem kabul olunur mu?» Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz ona «tabii» diye cevap verdi. Bunun üzerine kalkip gitti, sonra geri dönerek. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize yine sordu: «Ben o çirkin davranislari islerken Allah (celle celâlihu) beni görüyor mu?» Peygamberimiz «tabii» diye cevap verince Habes'li öyle bir nâra basti ki; erkasindan hemen yere düserek can verdi.

Rivayet edildigine göre, Ulu Allah (celle celâlihu) Iblisi dergâhindan kovunca. O. Allah (celle celâlihu) 'dan uzun ömür istedi. Allah (celle celâlihu) da dilegini kabul ederek ona Kiyamet gününe kader ömür tanidi.Bunun üzerine Iblis Allah (celle celâlihu) 'a «izzetin ve celâlin hakki için canli kaldikça ademogulunun kalbinden çikmam» dedi. Buna karsilik ulu Allah (celle celâlihu) da Seytana «izzet ve celâlim hakki için, can teninde durdukça ben de onun tevbesini reddetmem» diye cevap verdi.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Suyun kiri yikayip gidermesi gibi, iyilikler kötülükleri giderir.»

Said Ibni Museyib'in (rahimehullahu) bildirdigine göre, ulu Allah (celle celâlihu) «Süphesiz ki O, günahlarindan dönenleri bagislayicidir» Âyet-i Kerimesini, günah isleyip tevbe ettikten sonra tevbesini bozarak yine günah isledikten sonra tevbe eden bir adam hakkinda indirmistir.

Fudayl Radıyallahü anh der ki: «Ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur; «Günah isleyenleri müjdele ki, eger tevbe ederler ise tevbelerini kabul ederim. Dosdogru yoldan yürüyerek ibadet isleyenler. Siddiklara da bildir ki, eger onlara sirf adaletime göre muamelede bulunursam, onlari azaba çarptiririm.»

Abdullah Ibni Ömer {R.A.) der ki: «Isledigi günah aklina geldigi zaman onun üzerinde duran ve bu yüzden kalbi ürperen kimsenin günahi, ana defterden (ümmül Kitab'dan) silinir.»

Söylendigine göre, peygamberlerden biri günün birnde bir kusur isler, ulu Allah (celle celâlihu) ona bildirir ki: «Izzetim hakki için eger bir daha yaparsan seni azaba çarptiririm.»

Peygamber de, Allah (celle celâlihu) 'a söyle cevap verir: «Yâ Rabb'i Sen sensin, bense ben. Izzetin hakki için eger beni korumazsan, yine o kusuru isleyebilirim.»

Bu cevab üzerine ulu Allah (celle celâlihu) , onu bir daha o kusuru islemekten korudu.

Bildirildigine göre. adamin biri bir gün Ibni Mes'ûd'a Radıyallahü anh içini kemiren bir günahini söyleyerek tevbesinin kabul edilip edilmeyecegini sorar.

Ibni Mes'ûd (R.A)söylediklerini duyunca yüzünü ondan çevirir, sonra adama bakarak göz pinarlarinin yasardigini görür, o zaman ona der ki: «Cennetin sekiz kapisi vardir, hepsi açilir ve kapanir, yalniz tevbe kapisi müstesna, onun basinda her zaman nöbet tutan bir melek bulunur ve hiç bir zaman kapanmaz. Bunu bilerek iyi amel isle ve sakin umudunu kesme.»

Anlatildigina göre, Israilogullarindan bir delikanli, yirmi sene Allah (celle celâlihu) 'a ibadet ettikten sonra sapitarak yirmi sene de günah ve kötülük islemis, bir gün aynaya bakarken sakalina ak düstügünü görür, bu duruma cani sikilir ve Allah (celle celâlihu) 'a söyle seslenir, «Allah (celle celâlihu) 'im! Sana yirmi sene ibadet ettikten sonra sapitarak yirmi yil boyunca günah isledim. Simdi yine sana dö­nersem beni kabul eder misin?»
Kulagina söyle bir gizli ses gelir. «Bizi sevdin, biz de seni sevdik. Bizi biraktin. Biz de seni biraktik. Bize karsi geldin, seni kendi haline biraktik. Eger bize dönersen seni yine kabul ederiz.»

Ibni Abbas'dan Radıyallahü anh rivayet edildigine göre. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz söyle buyuruyor:

"Kul günahindan tevbe ettigi zaman, Allah (celle celâlihu) tevbesini kabul ettigi gibi solundaki meleklere, onun aleyhinde yazmis olduktan kötü amellerini unutturur. Vücudunun azalarina, yeryüzündeki ikametgâhina ve gökteki makamina da günahlarini unutturur. Böylece Kiyamet günü Allah (celle celâlihu) 'in huzuruna gelince aleyhinde sahitlik yapacak hiç bir varlik bulunmaz.»

Hz. Ali'den (kerrermallahu vechehu) rivayet edildigine göre Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Varliklarin yaratilisindan dört bin yil önce Ars'in eteklerinde su yazi vardi: Ben, tevbe eden, iman edip iyi amel isleyen ve sonra da dogru yolda ilerleyenlerin günahlarini mutlaka bagislayacagim."

Bilesin ki, gerek büyük ve gerek ise küçük, bütün günahlardan hemen tevbe etmek «farz-i ayn»´ dir. Cünki küçük günahlari islemeye devam etmek onlari, büyük günahlara dâhil eder.

Nitekim, ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyuruyor:

«— Allah'dan korkan kullar çirkin bir is yaptiklari zaman, yahud nefislerine zulmettikleri vakit, Allah'i hatirlayarak günahlarinin affedilmesini dilerler, zâten Allah'dan baska günahlari kim afvedebiiir? Ayrica bu kimseler bile bile yapmis olduklari kötülüklerde israr etmezler»

(Al-i Imran suresi - 135)

"Nasûh Tevbesi" kulun hem disindan ve hem de içinden, bir daha günah islemeye dönmemek için kesin kararli olarak tevbe etmesidir.

Sâdece distan günahlarina tevbe edenlerin durumu, üzerine ipek örtü serilen bir çöplüge benzer. Insanlar bu ipekle saklanmis yigina hoslanarak bakarlar, fakat örtü kalkinca yüzlerini ondan çevirirler.Bunun gibi. insanlar görünüste ibadet isleyenlere imrenerek bakarlar, ama Kiyamet günü, sirlarin ortaya ektigi gün. örtü kalkinca melekler onlardan yüz çevirir.

Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Allah sizin kaliblariniza, dis görünüslerinize degil, kalblerinize
ve niyyetlerinize bakar."


Ibni Abbas'dan Radıyallahü anh rivayet edildigine göre. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem`imiz buyurur ki:

"Nice tevbekar kimseler vardir ki. Kiyamet günü kendilerini tevbe etmis sanerak Allah (celle celâlihu) 'in huzuruna gelirler. Oysa ki, gerçekte tevbe etmis degildirler."

Çünki onlar tevbenin asagidaki esâslarini tamamlamamislardir. Tevbenin esâslari sunlardir:

1) Pismanlik duygusu.

2) Terkettigi günahi bir daha islememeyi kesin karar vermek.

3) Haksizliga ugratilanlara mümkün ise haklarini geri verip elden geliyorsa bu hususta helâlliklarini almak.

4) Bu mümkün degilse tevbe eden kimsenin gerek kendi hesabina ve gerekse haksizlik ettigi kimseler namina Allah (celle celâlihu) 'dan sik sik magfiret dilemesidir.

Böylelikle, ola ki Allah (celle celâlihu) , haksizliga ugrayanlarin kendisinden hosnut olmalarini soglar.Günahlari unutmak ise en çirkin musibetlerdendir. Buna göre, akli basinda olan herkesin kendisi ile her zaman hesaplasmasi ve günahlarini unutmamasi gerekir.

Nitekim buna dâir. bir sâir söyle der:

«Ey, cürümlerini sayan günahkâr,

Günahlarini unutma, geçmistekileri de hatirla,

ölmeden önce Allah (celle celâlihu) 'a tevbe et ve yenisinden kendini alakoy

Ey âsî! itiraf edeceksen, günâhini itiraf et.»

Fakih Ebû'l-Leys (rahimehullahu) buyurur:

«Bir gün Hz. Ömer. R.A.) Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem huzuruna aglayarak girdi. Peygamberimiz O'na: «Niçin agliyorsun» dive sordu. Hz. Ömer: «Kapida bir delikanli var, öylesine agliyor ki, yüregimi yakti» diye cevap verdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz Hz. Ömer'e «Onu içeri al» buyurdu. Delikanli agla­yarak içeri girdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz ona «Ey delikanli, niçin agliyorsun?» diye sordu. Delikanli «Ey Allah (celle celâlihu) 'in Rasûi'u! Birçok günahima agliyorum, bana kizgin olan Allah (celle celâlihu) 'dan korkuyorum» diye cevap verdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz ona «Allah (celle celâlihu) 'a ortak kostun mu?» diye sordu. Delikanli. «Hayir» dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz: «Haksiz yere adam öldürdün mü?» diye sordu, delikanli «Hayir» dedi.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz, delikanliya «O halde yedi kat gök, yedi ket yer ve daglar kadar bile olsa. Allah (celle celâlihu) günahlarini afveder» dedi.

Delikanli «Yâ Rasûlallah sallallahu aleyhi ve sellem! Benim günahlarim bunlardan daha büyüktür» dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz, delikanliya: «Senin günahlarin Kürsî'den daha mi büyük?» diye sordu, delikanli: «Evet, daha büyük» diye cevap verdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz delikanliya: «Senin günahlarin mi, yoksa Ars mi daha büyüktür» diye sordu. Delikanli: «Günahlarim daha büyük» diye cevap verdi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz delikanliya: «Senin günahlarin mi büyük, yoksa Allah (celle celâlihu) 'in afvi mi?» diye sordu, delikanli: «Hiç süphesiz Allah (celle celâlihu) daha büyük ve uludur» diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Allah (celle celâlihu) ´imiz delikanliya: «Hiç süphesiz, kocaman bir günah yiginni ancak ulu olan Allah (celle celâlihu) afveder, O'nun ulu bagislayiciligi bu yigini silebilir.» dedi.

Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz delikanliyi «Isledigin günahi bana söyle» dedi. delikanli: «Senden utanirim, yâ Rasûlallah» diye cevap verdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz de gencin söylemesi için israr edince, genc sunlari anlatti; «Ben yedi yildan beri kefen soyardim. geçenlerde Ensar'dan bir cariye ölmüstü, vardim kabrini açtim, kefenini soydum.
Kalktim, henüz bir kac adim uzaklasmistim ki. seytan beni dürttü, geri döndüm ve ölü cariyenin irzina geçtim. Yine kalkmis gidiyordum, henüz bir kac adim uzaklasmistim ki, cariyenin ayaklari üzerine dikildigini gördüm, bana söyle sesleniyordu: «Ey delikanli, yazik sana! Mazlumun hakkini zâlimden alan Allah (celle celâlihu) 'dan utanmiyor musun? Beni ölüler arasinda Çiplak ve Allah (celle celâlihu) katinda cünûb biraktin.»

Bu itirafi duyan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz son derece teessür ve hiddete düserek, genci huzurundan disari çikarirlar.
Peygamberimizin huzurundan kovulan genc, kirk gece Allah (celle celâlihu) 'a devamli tevbe etti. Kirkinci gece dolunca basini göge kaldirarak söyle seslendi.

«Ey Muhammed'in, sallallahu aleyhi ve sellem Âdem'in (aleyhisselâm) ve Ibrahim'in (A.S) Rabb'i. Eger beni afvettiysen, bunu Hz. Muhammed'e sallallahu aleyhi ve sellem ve O'nun sahabilerine bildir, degilse gökten ates indir ve beni içinde yok, böylece beni Âhiret azabindan kurtar.»

Bu sirada Cebrail (aleyhisselâm) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize inerek O'na söyle dedi; «Yâ Muhammedi sallallahu aleyhi ve sellem Rabb'in Sena selâm ediyor ve «varliklari sen mi yarattin?» diye soruyor»

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz Cebrail'e «Hâsâ, hem beni ve hem de onlari yaratan, benim ve onlarin rizkini veren O'dur» diye cevcp verdi. Bunun üzerine Cebrail, Peygamberimize «Allah (celle celâlihu) sana bildiriyor ki, Ben o delikanlinin tevbesini kabul ettim.»

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz hemen delikanliyi yanina cagirir ve Allah (celle celâlihu) 'in, tevbesini kabul ettigini kendisine müjdeler.

Anlatildigina göre Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) zamaninda, tevbesinde durmayan, yaptigi her tevbeyi cok geçmeden bozan bir adam vardi. Böylece yirmi yil geçti. Bir gün ulu Allah (celle celâlihu) , bu adam hakkinda Hz. Musa (A.S)'ya «falan kuluma söyle ki, ona gazap ettim» diye vehyetti.

Hz. Müsâ (aleyhisselâm)´da, kendisine bildirileni adama ulastirdi. Adam üzüldü, çöle çikti ve söyle seslendi.

«Allah (celle celâlihu) 'im! Senin rahmetin mi tükendi, yoksa benim günahim, sana bir zarar mi dokundurdu? Yoksa, afv hazinelerin mi bitti, yoksa kullarina karsi cimri mi oldun? Hangi günah senin afvindan daha büyük olabilir ki! Kerem senin makbûl ve eski sifatlarindan biri, düsüklük ise benim fani sifatlarimdan biridir.

Benim sifatim Senin sifatindan daha mi baskin çikiyor yoksa! Kullarini Sen rahmetinden uzak tutarsan, onlar kime yalvarsinlar! Sen onlari kovarsan kime bas vursunlar!

Allah (celle celâlihu) 'im! Eger üzerimdeki rahmetin sona ermis ve beni mutlaka azaba çarptiracaksan, o zaman bütün kullarinin azabini bana yükle, ben nefsimi onlara feda ettim.»

Adamin bu yakarisi üzerine ulu Allah (celle celâlihu) . Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) söyle vahyetti. «Yâ Mûsâ! O kuluma var, de ki: Kudretimin, bagislayaciligimin ve merhametimin kemâli ile beni tanidigina göre, günahlari bütün yeryüzünü doldursa bile seni bagisliyorum.»

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

«Allah (celle celâlihu) katinda en sevimli ses; tevbekâr bir günahkârin; «Yâ Rabb'i» diyen sesidir. Ulu Allah (celle celâlihu) , bu sese söyle cevap verir: «Buyur yâ kulum! Ne istiyorsan söyle, sen benim katimda meleklerimden biri gibisin. Ben senin hem saginda, hem solunda ve hem de üstündeyim, içinden gecen duygularindan sana daha yakinim!

Ey meleklerim, sâhid olun, bu kulumu afvettim!»


Zunnun'ül-Misrî (rahimehullahu) buyurur:

«Allah (celle celâlihu) 'in öyle kullari vardir ki, kalb cicegi diker gibi, günah agaçlari diktiler, onlari tevbe ile suladilar, meyveleri pismanlik ve hüzün oldu. Deli olmadiklari halde delirmis gibi görünürler, bilinenin disinda söyleserek mest olurlar, bunlar Allah (celle celâlihu) 'i ve O'nun Rasûl'ünü taniyan tatli ve düzgün sözlü kimselerdir.

Sefa bardagindan su içmislerdir, uzun süreli belâlara katlanmak onlara miras kalmistir. Kalbleri «Meleküt» âleminde hayrete dalmis, düsünceleri «Ceberut» kivrimlari arasinda dolasmis, pismanlik revaki altinda gölgelenerek günah defterlerini okumuslardir, nefislerini eleme varis saymislar, böylece «vera» merdiveninden tirmanarak «zühd» doruguna ulasmislardir.

Dünyanin ayrilik acisini tatli görmüsler, mezarin sertligini yumusak bulmuslar, böylece kurtulus ipine ve selâmet kulpuna tutunmaya muvaffak olmuslardir.

Yükseklerde uçusan ruhlari «naim» bahçelerine konmus ve hayat denizine dalmislardir. Elem hendeklerini doldurmuslar, azgin nefsî arzularin köprülerini asmislar, böylece ilim vahasina inerek hikmet pinarindan kana kana içmislerdir.

Zekâ gemisine binmisler, selâmet denizinde kurtulus rüzgâri ile yelken sisirerek «rahat» bahçelerine, yücelik ve soyluluk kaynagina ulasmislardir»
Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Merhametli Olmanin Fazileti


Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Cennet'e sadece merhametliler girecektir."

Orada bulunan sahabiler: «yâ Rasûlallah! Biz hepimiz merhametliyiz» derler.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem onlara söyle cevap verir;

"Sırf nefsini esirgeyen kimse merhametli değildir; merhametli kimse hem kendini ve hem de başkalarını esirgeyendir."

İnsanin kendine karşı merhametli olması; kendini Allah (celle celâlihu) 'in azabından esirgemesi, yasaklarını işlemekden, emirlerini yapmaktan sakınmasıdır. Bu da günah işlemekten vazgeçerek, işlenmis günahlardan tevbe ederek, ibadet ederek ve ibadet ederken sırf Allah (celle celâlihu) rızasını gözeterek olur.

Baskasına karşı merhametli olmak da . İslâm'in tesbit ettiği kul haklarına ve canlılara hürmet — riâyet, baskalarına zarar vermemektir.

Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Müslüman eli ile ve dili ile baskalarina zarar vermeyen, hayvanlara merhamet ederek onları güçleri dısında kalan iş ve yüklere kosmayandır."

Peygamber'imiz, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Adamin biri, bir gün yolda giderken susuzluktan yanacak gibi olur, bir kuyu bulur, basamaklarindan inerek suyun yanina ulasir, kana kana içerek yukari çikar. Bu orada gözüne susuzluktan dili sarkmis bir köpek ilisir, içinden (bu zavalli köpek, az önce benim oldugum gibi siddetli bir susuzluk çekiyor) der. Yeniden kuyuya iner, ayakkabisina su doldurur ve köpege bu suyu verir, hayvanin susuzlugunu giderir. Adamin hareketi Allah (celle celâlihu) 'in hosuna gider, karsilik olarak onun günahlarini afveder."

Dinleyen sahabiler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize «Hayvanlardan dolayi da ecir kazanabilir miyiz?» diye sordular. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz «Her ciğeri kurumamıs (canlı) varlık sayesinde ecir kazanılır.»

Enes bin Mâlik Radıyallahü anh buyurur; «Bir gece Hz. Ömer Radıyallahü anh dolaşırken bir köşede konaklamış yolcu kafilesine rastlar, onlara hırsızlık yapılmasından korkar.
Hemen Abdullah Ibni Avf'a Radıyallahü anh varır. Abdullah. Hz. Ömer'e: «Yâ Emirel - mü'minîn! Gecenin bu saatindeki ziyaretinin sebebi nedir?» diye sorar.

Hz. Ömer «Yolda gezinirken bir yolcu kafilesine rastladım, bir köşede konaklamışlar. İçimden «Bunlar şimdi uykuya dalınca, hırsız baskınına uğrayabilirler» dedim. Gel, ikimiz onlara bekçilik edelim» diye ce­vap verir.

Böylece ikisi birlikte yola çikarlar, kafileye yakin bir yerde yere cömelerek sabaha kadar yolculara bekçi olurlar. Tan yeri agarınca Hz. Ömer Radıyallahü anh«Ey yolcular, haydin namaza» diye seslenir. Bunun üzerine yolcularda kipirdamalar başlayinca. Hz. Ömer Radıyallahü anh´de oradan ayrılır.»

Bize düsen, sahabîlerin Allah (celle celâlihu) onlardan razı olsun yolundan ayrılmamaktır. Allah (celle celâlihu) onları «birbirlerine karsi merhametli» diye övmüstür. Onlar hem müslümanlara, hem de bütün canlilara karsi, hattâ müslüman olmayan azinliklara karsi merhametli idiler.

Bildirildigine göre, bir gün Hz. Ömer Radıyallahü anh kapi kapi dolanarak dilenen yasli bir gayri müslim ile karşılaşınca der ki. «Sana karşı haksızlık ettik, gençliğinde senden «cizye» aldık, şimdi ise seni perişan bıraktık.»
Arkasindan da, adamın ölünceye kadarki geçiminin «beytülmabden karşılanmasını emreder.

Hz. Ali. (keremallahu vechehu) buyurur ki: «Bir sabah erken saatlerde Hz. Ömer Radıyallahü anh'i deve üzerinde bir vadide yol alırken gördüm. O'na «Ey mü'minlerin emiri, nereye gidiyorsun?» diye sordum. «Zekât gelirlerinden bir deve kaybolmus da onu arıyorum» diye cevap verdi. Kendisine «Senden sonra gelecek olan Halifelerin canına okudun» diye takıldım.

Bana söyle cevap verdi. «Ey Hasan'in babasi, beni kınama. Hz. Muhammed'i sallallahu aleyhi ve sellem peygamber olarak gönderene Allah (celle celâlihu) ya yemin ederim ki. Fırat nehri kenarında bir kuzu kaybolsa. Kıyamet günü hesabı Ömer'den sorulur. Çünkü ne müslümanları perişan eden devlet baskanına ve ne de mü'minlerin yüreklerine korku salan fasık idareciye itaat yoktur.»

Hz.Hasan'in Radıyallahü anh bildirdigine göre. Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Ümmetimin seçkinleri, çok oruç tuttukları icin ve cok namaz kıldıkları için değil, herkese karşı temiz kalbli, cömert ve merhametli davranmaları sayesinde Cennet'e girerler."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Merhametlileri, Rahman olan Allah (celle celâlihu) esirger. Yeryüzündekilere karşı merhametli davranınızki, gökte olan da sizi esirgesin."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Başkalarına karşı merhametli davranmayanlar, esirgenmez. Baskalarının kusurlarını bağışlamayanların günahları afvedilmez."

Mâlik lbni Enes'den Radıyallahü anh rivayet edildigine göre, Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Yâ Enes, su dört sey müslümanların senin üzerindeki haklarındandır:

1) İyilerini destekleyeceksin.
2) Günahkârlari için Allah (celle celâlihu) 'dan afv dileyeceksin.
3) Hastalarını ziyaret edeceksin.
4) Tevbekarlarına sev´gi göstereceksin.»


Bildirildigine göre. bir gün Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) Allah (celle celâlihu) 'a. «Yâ Rabb'i! Beni ne yüzden kendine safi yaptın?» diye sorar. Ulu Allah (celle celâlihu) da «Yaratıklarıma karsı merhametli davrandığın için» diye cevap verir.

Anlatildigina göre, sahabilerden Ebu'd - Derda Radıyallahü anh çocuklarin arkasindan gider ve yakaladiktan serçeleri onlardan satin atarak «Haydi gidin» diyerek saliverirdi.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Birbirlerine merhametli davranmakta, sevismekte ve aralarinda
yakin münasebetler yürütmekte mü'minler, bir yeri sancidigi zaman geriye kalan kisminin atesi çikan ve uykusu kaçan canlı bir vücûd gibidir."


Büyük bir kıtlık yılında İsrailogullarindan bir abid, yolda yürürken bir kum yığınına rastlar, o anda içinden «Keski, su kum yığını un olsaydı da İsrailoğullarinin karnını doyursaydım» diye geçirir. Bunun üzerine yüce Allah (celle celâlihu) , İsrailoğullarının o günkü peygamberine bildirir ki:
falana söyle «O kum yığını un olsaydı da halkın karnını doyursaydın elde edeceğin sevabı ulu Allah (celle celâlihu) senin amel defterine yazmiştir.»

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Mü'minin niyyeti; emelinden daha hayırlıdır."

Hikâye ederler ki: Hz. İsâ (aleyhisselâm) bir gün yolda İblis ile karşılaşır bir elinde bal, diğerinde kül vardır. Hz. İsâ (aleyhisselâm) ona «Ey Allah (celle celâlihu) 'ın düşmanı, bu bal ile külü ne yapacaksın?» diye sorar. İblis şöyle cevap verir: «Balı dedikoducuların ağzına çalıyorum ki, hiç dilleri takılmadan dedikodunun doruğuna ulaşsınlar. Külü ise başkaları onlara hor gözle baksın diye yetimlerin yüzlerine serpiyorum."

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Yetim, tokatlandığı zaman ağlayınca onun sesindir. «Rahmân'ın
Arşı» sarsılır ve ulu Allah (celle celâlihu) meleklerine şöyle buyurur: «Ey meleklerim!
Ana - babasını toprak altında gizlediğim şu yavruyu kim ağlatıyor?"


Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Kim bir yetimi yedirir, içirir, barındırırsa: ulu Allah (celle celâlihu) onu kesinlikle
Cennete koyar."


«Ravzat'ül - Ulema» adli eserde bildirildiğine göre:

Hz.İbrahim (aleyhisselâm) yemek yiyeceği zaman bir mil yürüyerek, birlikte yiyeceği birini arardı.

Bir gün Hz. Ali (keremallahu vechehu) ağlamış. «Niye ağlıyorsun?» diye sorarlar, O söyle cevap verir; «Yedi gündür evime misafir gelmiyor, ulu Allah (celle celâlihu) beni gözden düşürdü diye korkuyorum.»

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Yalnızca Allah (celle celâlihu) rızasını dileyerek, kim bir açın karnını doyurursa Cennete girmesi kuvvetle umulur. Buna karşılık, kim bir aça yemek vermekten kaçınırsa, ulu Allah (celle celâlihu) da Kıyamet günü, onu faziletlerinden mahrum tutar ve cehennem azabına çarptırır.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Cömert, Allah (celle celâlihu) 'a, Cennete ve insanlara yakın. Cehenneme uzaktır. Buna karşılık cimri ise Allah (celle celâlihu) 'a, Cennete ve insanlara uzak, Cehenneme yakındır."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Câhil, fakat cömert bir mümin: Allah (celle celâlihu) katında ibadete devamlı fakat cimri bir mü'minden daha sevimlidir."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Kiyamet Günü su dört kimse hesaplaşmasız olarak Cennet'e girer:

1 — ilmi ile amel eden âlim.

2 — Hacca varıp döndükten sonra ölünceye kadar onun bununla didişmeyen ve günah işlemekten titizlikle kaçınan kimse.

3 — İslâmiyetin nüfuzunu artırmak için savaş alanında can veren şehid.

4 — Helâl yollardan kazandığı maldan, gösterişe kapılmaksızın Allah (celle celâlihu) yolunda bağışta bulunan cömert kimse.

Bu dört kimse Kıyamet günü «Sen mi daha önce gireceksin, yoksa ben mi? diye Cennet kapısında tartışacaklardır."

Ibni Abbas'dan Radıyallahü anh rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz şöyle buyuruyor:

"Ulu Allah (celle celâlihu) 'in öyle kulları vardır ki, halka fayda versinler diye, Allah (celle celâlihu) onların eline varlık verir. Bu kimseler halkı ni'metlendirmekten kaçındıkları takdirde, Allah (celle celâlihu) ellerindeki varlığı alarak, başkalarına verir."

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Cömertlik, dalları yeryüzüne sarkmış bir Cennet ağacıdır, bu dallardan birine tutunan kimse, onun rehberliğinde Cennet'e varır."
Sahâbîlerden Câbir Radıyallahü anh den rivayet edildiğine göre, Peygamber'imize sallallahu aleyhi ve sellem «En faziletli amel hangisidir?» diye sorarlar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz: «Sabır ve cömertlik» diye cevap verir.

Mikdam Ibni Süreyh (rahimehullah) bildiriyor, o babasından, babası da dedesinden duymuş, dedesi demiş ki: "Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize" «Yâ Rasûlallah! Bana Cennet'e girmeme vesile olacak bir emel söyle» dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´imiz bana şöyle cevap verdi; "Yemek yedirmek, selâm vermek ve tatlı dilli olmak afva uğramayı icâb ettirir..."

Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: MÜKÂŞEFETÜ'L- KULÛB..KALBLERİN KEŞFİ

Mesaj gönderen tahaakb »

Namazda Huşunun Beyânı

Haberde bildirildiğine göre. Cebrail (aleyhisselâm) bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´efendimize gelerek der ki:

«Yâ Rasülallah! Gökte taht üzerinde bir melek görmüştüm, çevresinde yetmis bin melek saf düzeninde durmuş ona hizmet ederlerdi. Onun her nefesinden, ulu Allah (celle celâlihu) bir melek yaratırdı.Fakat aynı meleği simdi kanadı kırık ve ağlarken Kaf dağında gördüm. Beni görünce «Bana şefaat eder misin?» diye yalvardi. «Suçun nedir?» diye sordum, bana söyle cevap verdi. «Mi'râç gecesi tahtıma kurulmuş oturuyorken. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem yanımdan geçiyordu. O'nun için ayağa kalkmadım diye ulu Allah (celle celâlihu) beni bu cezaya çarptırdı, gördüğün gibi beni buraya sürdü.» Ben Allah (celle celâlihu) 'a yalvarıp, yakardım, kırık kanadlı meleğin sucunu bağışlamasını diledim, ulu Allah (celle celâlihu) bana; «Yâ Cebrail, ona söyle de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in üzerine selât-ü selâm getirsin» diye buyurdu.

Varıp ona bildirdim, sana selât-ü selâm getirdi de, Allah (celle celâlihu) onu afvederek kırık kanadı yerine yenisini bitirdi.»

Bilesin ki, KıyametGünü, kulun ilk gözden geçirilecek ameli namaz olacaktır. namazı eksiksiz bulunursa, diger amelleri de birlikte kabul edilir. Eger namazda eksiklik görülürse diger ameller de birlikte reddediiir.

Nitekim Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Farz namazlar teraziye benzer, doğru tartan karşılığını görür.. "

Yezid-ür Rekkasî (rahimehullah) der ki, «Rasûlüllah'in sallallahu aleyhi ve sellem namazı öylesine dengeli ve biteviye olurdu ki, sanki ölçülü oldugu sanilirdi.»

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Ümmetimden iki kişi düsünün, her ikisi de namaza dururlar, rukü ve secdeleri aynidir, fakat ikişinin namazı arasında yer ile gök arası kadar derece farkı vardır.»

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem´mimiz bu hadisi ile huşu içinde kilinan namaz ile rastgele kilinan namaz arasindaki farki belirtmek istemis olmalidir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Rukü ile secde arasında belini dimdik doğrultmayan kula Allah (celle celâlihu) , Kıyamet Günü bakmaz. "

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Kim vaktinde namaz kılarsa, abdestini tam alirsa, rukü ve secdelerini âdabina uyarak yerine getirirse ve namazda husu içinde bulunursa, o kulun namazı bembeyaz ve parlak bir kiliga bürünerek göge yükselir ve yücelirken der ki; Bana karsi nasil titiz davrandinsa Allah (celle celâlihu) da seni öyle korusun.»

Suna karsilik kim namazı vaktini geçirerek kilar, abdestini bastan savma alir, rukü ve secdelerini âdaba aykin sekilde yapar ve namaz esnasinda husu ve saygidan mahrum bir vurdumduymazlik tavri takinirsa, o kimsenin namazı da kapkara bir görünüse bürünerek göge yükselirken «Beni nasil rezil ettiysen, Allah (celle celâlihu) da seni öyie rezil etsin» der.

Allah (celle celâlihu) 'in diledigi gün, gelince de bu namaz kirli bir çamaşır gibi dürülerek sahibinin yüzüne çalinir. "

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"En çirkin hırsızlık, namazından çalanın hırsızlığıdır. "

Ibni Mes`ûd Radıyallahü anh buyurur: «Namaz bir teraziye benzer, kim doğru tartarsa karsiligini alir, kim egri tartarsa bilmelidir ki, ulu Allah (celle celâlihu) :

«Vay eğri tartanların başına geleceklere!» diye buyuruyor. (Mutaffifin Sûresi - 1)

Büyük âlimlerden biri buyurur; «Namaz, ticarete benzer; nasilki tüccar sermayeyi ödemeden kâra geçemez ise, farz namazlarini kilmayan kulun da, nafile namazı kabul edilmez.»

Namaz vakti geldigi vakit Hz. Ebü Bekr Radıyallahü anh yaninda bulunanlara söyle seslenirdi:

«Kalkiniz, kendi elleriniz ile tutusturdugunuz Allah (celle celâlihu) 'in atesini söndürünüz.»

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Namaz, agirbaslilik ve tevazudan baska bir sey degildir. "

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Sahibini çirkin davranislardan ve egriliklerden alakoyamayan namaz, Allâh (celle celâlihu) 'dan daha da uzaklastirir, gafil kimselerin namazı ise çirkin davranislardan ve egriliklerden alakoymaz. "

Yine Peygamber'ime sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Nice namaza duran vardir ki, namazından yorgunlukla, ayaküstü dikilmekten baska bir şey ellerine geçmez. "

Burada kasdedilenler, gafil kimselerdir.

Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Kişi, kıldığı namazın suurlu olarak edâ edebildigi kadarindan sevab bekleyebilir. "

Ehl-i ma'rifete göre namaz dört esâsdan ibarettir:

1 — Bilerek namaza girmek,

2 — Edeb ve haya içinde ayakta durmak,

3 — Bütün rükünlerini hürmet içinde edâ etmek,

4 — Endişe içinde namazdan ayrılmak .

Velilerden biri: «Kalbini hakikat üzere mesgûl etmeyenin namazı fâsiddir» buyurur.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Cennet'te «Efyah» adli bir nehir vardir. Içinde inci ve yakutlar ile oynayan Allah'in zaferandan yarattigi huriler vardir. Ulu Allah (celle celâlihu) 'i yetmis bin dilde tesbih ederler, sesleri Hz. Davud'un (aleyhisselâm) sesinden daha tatlidir. «Biz namazıni husu ve titizlik içinde kılanlara -âitiz» derler. Ulu Allah (celle celâlihu) da «Öylelerini kendi evime yerleştirir ve seni ziyaret edebilenlerden kılarım» diye buyurur. "

Anlatildigina göre ulu Allah (celle celâlihu) Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) söyle vahyetti;

«Yâ Mûsâ, beni zikrettigin zaman vücûdun ürpermesin, beni zikrederken husu içinde ve derli - toplu ol. Beni zikrederken dilinden çikan söz kalbinden süzülüp gelsin, huzurumda durdugun zaman boynu bükük bir kölenin edâsini takin, benden bir sey dilerken kalbin ürkek ve dilin dogru sözlü olsun.»

Rivayete göre, Allah (C.C.) ona söyle vahiy buyurdu:

"Ümmetinin âsilerine söyle de: Benim adımı ağızlarına almasınlar, çünkü adımı ananları anmak benim hükmümdür, buna göre onlar adımı anınca ben de onları lanetle anarım. "

Bu hüküm zikir sırasında gaflette olmayan âsiler için söz konusudur. Gaflet ile asiliği bir araya getirerek Allah (celle celâlihu) 'ı zikredenlerin halini varın siz düsünün!

Sahabinin birisi söyle demistir: «Insanlar mahsere namazdaki durumlan gibi sevkedilirler. Namazda derli - toplu, suurlu olan ve kıldığı namazdan haz ve saadet duyanlar, mahserde de öyle olurlar. Namaz esnasinda tarif ettigimiz edaya zıt bulunanlar mahserde de öyle olurlar.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün namazda sakali ile oynayan birini gördü ve söyle buyurdu:

«Bu adamın eğer kalbinde korku olsa, azalarına aksederdi, kalbinde korku olmayanın namazı kabul olmaz.»

Bilesin ki ulu Allah (celle celâlihu) namazıni huşu ve alçak gönüllülük içinde kilanlari, çesitli âyetlerde övmüstür. Bu husûsdaki âyetlerde geçen bazi ifadeler söyledir:

«Onlar ki namazlarinda huşu içindedirler», «Onlar ki namazlarinda devamlıdırlar.»

Bildirildigine göre namaz kilanlar çoktur, fakat namazıni husu içinde kilanlar azdir. Hacca gidenler çoktur, fakat yaptigi haccin icaplarina uyanlar azdir. Kuslar çoktur, fakat bülbül azdir. Âlim çoktur, fakat bildigine göre amel eden âlim azdir.

Namaz, Allah (celle celâlihu) 'in emirlerine boyun egme yeri, husu ve alçak gönüllülük kaynagidir. namazın kabul edilip edilmediği, bunlar ile anlasilir. namazın caiz olma sartlari ile kabul edilme sartlari ayri ayridir. namazın caiz olma sarti, farzlarinin yerine getirilmesidir. Kabul edilmesinin sarti da husu ve takva içinde kilinmasidir.

Nitekim ulu Allah söyle buyurur:

"Namazlarini huşu içinde kılan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir. "
(Mü'minun: 1-2)

Takva şartı ile ilgili olarak da ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur:

"Ulu Allah, sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder. " (Mâide Sûresi - 27)

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:

"Kalbi ile Allah (celle celâlihu) 'a yönelmiş olarak iki rek'at namaz kılan kimse anasından yeni doğmus gibi bütün günahlarından arınır. "
Bilesin ki, namazda iken insani huşu ve şuur halinde bulunmaktan içe doğan duygu ve düşünceler alıkoyar. Bunları kesinlikle kovmak gerekir. Bunları kovmada basarılı olabilmek için ya loş yerde veya oyalayıcılardan arınmış sade bir yerde namaz kılmak gerekir. Gürültü, işlemeli yer döşemeleri ve süslü elbiseler insani ve şuur halinden alıkoyan başlıca oyalayıcılardır..

Nitekim rivayete göre Ebü Cehm, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize amblemli bir kemer bağı hediye etmisti. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imiz ilk namazdan sonra onu belinden çözdü ve dedi ki; «Onu Ebû Cehm'e geri götürün, çünki o. beni namazda oyaladı.»
Yine Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün takunyesinin çemberinin yenilenmesini emretmisti. Namaza durunca yeni oldugu için gözü ona takıldı., bunun üzerine yeni çemberi sokup eskisini takmalarını emretti.

Peygamberim sallallahu aleyhi ve sellem´izin parmağinda altın yüzük vardı, altın yüzük henüz haram kılınmamıştı, bir mimberde hutbe okurken bu yüzüğü parmağından çıkarıp attı. Sebebini de söyle açıkladı: «Size bakarken zaman zaman gözüm ona takılıyor, beni oyalıyor.»

Yine rivayete göre Ebu Talha Radıyallahü anh bir gün evinin bahçesinde namaz kılıyordu, bu sırada bir kuş bahçedeki ağaçlardan birinin yaprakları arasında uçup kaçmaya çalısıyordu. Manzara Ebû Talha'nin hosuna gitmisti, bir müddet gözünü oradan ayıramadı. Bu arada kaç rek'at kıldığını sasırıverdi.
Namazdan sonra karşılastığı fitneyi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'imize anlattı, ve «O bahçeyi sadaka olarak veriyorum, onu dilediğiniz şekilde değerlendiriniz» dedi.

Yine bir sahabî hakkinda rivayet edildigine göre, bu zat da bahçede namaza durmustu. Hurma ağaçlarinin meyva ile yüklü oldugu bir mevsimdi. Gözüne hurma agaci ilisti ve hosuna gitti. Bu orada kıldığı rek'atlarin sayisini sasirdi.
Namazdan sonra hemen Hz. Osman'a Radıyallahü anh kosarak durumu anlatti ve «O bahçeyi hazîneye bagisliyorum, onu Allah (celle celâlihu) Yolu'nda değerlendir» dedi. Hz. Osman Radıyallahü anh bahçeyi elli bin dirheme satti.

Selefden biri der ki: «Su dört sey namazı zedeler:

1 — Secde yerinden baska tarafa bakmak.

2— Yüzü sivazlamak,

3 — Secde yerinin kum ve çakillarini atmak,

4 — Önünden gelip geçme ihtimalinin bulundugu yerde namaza
durmak.»


Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

"Namaz kılan kimse bakışlarım secde yerinden başka tarafa kaydırtmadıkça Allah (celle celâlihu) , ona doğru dönüktür. "

Hz. Ebû Bekr-es Sıddık Radıyallahü anh namazda direk gibi dimdik dururdu. Bir Kısım sahâbiler rükû'da öylesine düzgün ve uzunca kalırlardi ki. kuşlar onları cansız korkuluklar sanarak sırtlarına konarlardı.

Biliyoruz ki, saygi duyulan yüksek mevkideki kullar önünde bile merasime bagli bazi saygi gösterileri uygulanmasi gerekir. Buna göre padisahlarin padisahi huzurunda dururken belirli bir takim edeb ve hürmet esaslarindan sarf-i nazar etmek nasil düsünülebilir?

Tevrat'ta söyle yazili oldugu bildirilir;

«Ey Âdemoglu! Huzurumda durmus namaz kilarken aglamaktan çekinme, cunki ben sana kalbinden daha yakinim ve nurum gaybi da görür.»

Rivayete göre Hz. Ömer. Radıyallahü anh bir gün mimberde iken söyle dedi:

«İnsan müslüman olarak sakalini agarttigi halde Allah (celle celâlihu) 'in rizasini kazanacak bir tek namaz bile kilmamis olabilir.» Dinleyiciler; «Bu nasil olur?» diye sorunca su cevabi verdi; «Adem yeterince husu ve alcak gönüllülük içinde ve Allah (celle celâlihu) 'a yönelerek namaz kilmaz.»

Ebû Aliye'ye Radıyallahü anh:

"Onlar ki namazda gaflet içindedirler. " (Maun Sûresi - 5)

Âyet-i Kerimesinin mânâsini sordular, o da söyle cevap verdi. «Âyette kasdedilenler. öyle kimselerdir ki, namaz kilarken sasirirlar, daha bir rek'at mi, yoksa iki rek'at mi kilarak selâm vereceklerini kestiremezler.»

Hasan Radıyallahü anh ayni konuda «Oyalanarak namaz vaktini kaçiranlar kasdediliyor» demistir.

Peygamber'imiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

"Ulu Allah (celle celâlihu) söyle buyurur: "Kulum benim azabimdan ancak üzerine farz kıldığım ibadetleri edâ etmekle kurtulabilir. "
Kaynak:Kalplerin Keşfi-İmam Gazali (k.s)
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön