MÜHR-ü NÜBÜVVET

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

mim ile nun yazdı:Hayırlı vakitler Nübüvvet mührü hakkında bilgi verebilirmisiniz nübüvvet mührünün manası nedir ? teşekkür ederim.
değerli can,
İslam Dinimiz Nakil ve Mesnede dayalı bir Akıl ve Mantık dinidir.
Gereken gerçekler ise, İlim-Edeb-İrfân-erkânla İlim-İrade-İdrak ve İştirakle;
BİLinir, BULunur, OLunur ve YAŞAnır hale gelir..
Geçmiş çağların mederese tekelindeki birbirinden aktarma, çoğu mesnedsiz ve kudsanmış bilgileri yerine ciddi emeklere dayalı, abartısız ve budanmamış bilgiler peşinde nice genç ilim adamlarımızın yeni çalışmaları bulunmaktadır..
Sakarya Ünîversitesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd.Doç Dr Erdinç AHATLI Bey de bunlardan birsidir.
Kendisine başarı duası ve teşekkür ederiz…
Resim

NÜBÜVVET MÜHRÜ

(Târihî süreçteki algılanması ve anlamlandırılması)

Erdinç AHATLI

Sakarya Ünîversitesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd.Doç Dr.

İt is narrated in the Hadith literatüre that there was a big spot in betvveen the two shoulder blades of the Prophet of islam. This 'spot' was deseribed by the narrator, namely the Companîons, based on their own perceptions and levels of understanding. It has also been named as the 'seal of the prophethood' (khâ- tam al-Nîıbuwwah) in the relevant sources. The quesüon of what this definîtion meant has lcd to various interpretations. As understood from the life story of Salman al-Fârisî, it is well assumed that the People of the Book knew about this 'spot'.
We understand from the sources that in the course of time this 'seal' has been given miraculous meanîngs to serve as onc of the evidences to prove the prophethood of Muhammad (puh). As part of this understanding of the 'extra- ordinariness', in conneetion to the narrations of 'sharh as- sadr' (opennîng the ehest) this spot has been assumed to have been put on as a seal by the angel after the birth of the Prophet, not before the birth. However, when these narrations are analysed, it can be seen that they cannot be taken as authentic enough.


*

Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasında bulunan ve herhangi bir insandaki normal bir benden daha büyükçe olan "ben", ilgili kaynaklarda genellikle onun sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlik alâmetlerinden birisi olarak değerlendirilmiş ve "nübüvvet/ peygamberlik mührü" anlamına gelen "hâtemü'n-nübüvve" diye isimlendirilmiştir. Bu nedenle nübüvvet mührü, Hz. Peygamber'in nübüvvetinî konu alan ilim dallarından şemail, delâil ve hasâis türü eserlerin mutlaka yer verdikleri1* temel konulardan birisi olmuştur.

Kaynaklarda güvercin2* veya keklik yumurtası/gerdek çadırının düğmesi3* , yumruk halinde veya insan bedenînde çıkan siğile4* ve daha başka şeylere benzetilerek yapılan bu tasvirlerin5* ortak noktası, Allah Rasûlü'nün sırtında iki kürek kemiği arasında, sol kürek kemiğine yakın irice bir et parçasının bulunduğudur. Bu çalışmanın hedefi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kürek kemikleri arasında bulunan bu benîn hadis kitaplarında ve ilgili diğer eserlerde nasıl tasvir edildiğinîn dökümünü yapmak değildir. Nîtekim nübüvvet mührü bahis konusu olduğunda verilen bilgilerin neredeyse tamamının, mezkur benîn ilgili kaynaklarda yapılan tasvirleri etrafında odaklaştığı müşahede edilmektedir. Bu çalışmanın asıl amacı, sözkonusu "ben"in hangi özelliği sebebiyle "nübüvvet mührü" isminî aldığı ve bunun tarihî süreçte nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığı sorularına cevap aramaktır. Bir başka ifadeyle nübüvvet mührü, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in peygamberliğinî ne yönüyle kanıtlayan bir delildir?

Bu soruya ilgili rivâyetler ve yapılan değerlendirmeler ışığında iki tür cevap verilebilir. Birincisi, kadîm semavi kitaplarda ileride gelecek son peygamber Hz. Muhammed'in tanınmasını sağlayacak alâmetlerden birisi olarak, onun fizik süretinî resmeden bilgiler sadedinde iki kürek kemiği arasında irice bir benîn bulunduğundan bahsedilmesidir. İkincisi ise, birinci cevabı dışlamamakla birlikte anılan bu benîn normal bir insanda bulunandan ayrı ve mucizevî bir özellik arzettiğidir.

Birinci cevabın tahlilinî çalışmanın son kısmına bırakarak ikincisinden başlamak ve konunun boyutlarını bu merkezde ele almaya çalışmak daha isabetli olacaktır. Meseleye bu açıdan bakıldığında karşımıza yine bir soru çıkmaktadır: Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki bu benîn olağanüstülük yönü nedir? Bu ben hangi ayırıcı vasıflarıyla peygamber olmayan diğer insanlarda da bulunabilecek benlerden ayrılmaktadır? Konuyla ilgilenen İslâm âlimlerinîn ki bu yönüyle konu üzerinde az durulmuştur- bu soruya verdikleri cevap nübüvvet mührüne yükledikleri anlamda kendisinî belli etmektedir. Buna göre, Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasındaki bu et parçası doğuştan meydana gelmiş tabiî bir ben değil, melekler tarafından onun peygamberliğinîn kamu olmak üzere sonradan, âdeta bir mühür gibi mühürlenmek suretiyle oluşmuş mucizevî bir bendir6*. Bu nedenle anılan benîn doğuştan olduğunu bildiren haberler hep zayıf kabul edilmiş ve itimâda şâyan bulunmamıştır?7*

Bu benin doğuştan olmayıp sonradan melekler tarafından gerçekleştirilen bir ameliye ile meydana geldiği ileri sürüldüğünde de problem tam olarak çözüme kavuşmamakta ve "ne zaman" sorusu gündeme gelmektedir. İşte burada konu "şakku's- sadr" veya "şerhu's- sadr" ismi verilen, Hz. Peygamberdin göğsünün yarılıp kalbinîn çıkarılması ve temizlendikten sonra tekrar yerine konması ile ilgili rivâyetlerle8* direkt olarak irtibatlı hale gelmektedir. Ne var ki şerhu's- sadr olayını anlatan rivâyetler Allah Rasûlü'nün hayatında bu hadisenîn dört ayrı zamanda gerçekleştiğinî bildirmektedir. Bunlar; süt annesi Halime'nîn yanındayken dört beş yaşlarında, on küsur yaşlarında, ilk vahiy inmezden önce ve Mîrâc'a çıkmadan önce olmak üzere zikredilen rivâyetlerdir9*. Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasına nübüvvet mührünün vurulmasını şerhu's- sadr rivâyetlerindeki bilgilerle açıklamaya çalışan âlimler, anılan rivâyetlerin bizzat kendilerinden kaynaklanan farklı malumat dolayısıyla konuyu izah etmeye gayret etmişlerdir.
(devam edecek)

1* Msl. bk. Ali el-Kâri, Cem'u'l-vesâil, I, 67-90; Beyhakî, Delâil, I, 259-267; Suyûtî, el-Hasâis, I, 147- 151.
2* Müslim, Fedâil 110; Tinnîzî, Menâkıb 11; Ahmed b. Hanbel, V, 107; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VII, 447; İbn Belbân, el-İhsin, XIV, 207, 209, no: 6298, 6301.
3* Buhârî, Vudu' 40; Tirmizî, Menâkıb 11; Hadis metnînde geçen "zirru'l-hacele" ifadesi hem keklik yumurtası hem de gerdek çadırının düğmesi anlamına gelmektedir (bk. Münâvİ, Şerhu'ş-Şemiil, I, 71-72; A1i el-Kârî, Ecm'u'l-vesâü, 1.71; Beycûrî, el-Mevâhib, s. 32).
4* Müslim, Fedâil 112.
5* Şâmî (ö.942/1535), Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki bu benîn neye benzediğine dair tasvirleri, rivâyetler arasında güvenîlirlik açısından değerlendirme yapıp herhangi bir sınırlamaya gitmeksizin bir araya getirmiş ve toplam yirmibir benzetmeyi kaynaklarım belirterek sıralamıştır (bk. Sübü'l-hüdâ, II, 63-68).
6* Krş. Yardım, Peygam berimiz 'in Şemaili, s. 74-75.
7* Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması olayına dair rivâyetler ve bunların değerlendirilmesi için bk. Ahatlı, Muhaddislerc Göre Peygamberlik Delilleri, s. 94-107.
8* Ahatlı, Muhaddislerc Göre Peygamberlik Delilleri, s. 96.
9*Bu olay ilgili rivayetlerde özetle, Allah Rasûlü'nîin süt kardeşlerinden birisi olan Abdullah'la birlikte ailenîn kuzularım otlatmaya gittiklerinde cereyan etmiştir. Bu esnada kuş şekline girmiş iki melek gelerek Hz. Peygamber'in göğsünü yarıp kalbim çıkarmışlar ve içinî kar suyu, kalbinî de dolu suyuyla yıkadıktan sonra kalbine, huzur, sükun ve itmi'nân anlamına gelen "sekîne*yi yerleştirmişler ve göğsünü dikmişlerdir. Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e "nübüvvet mührü" vurulmuş ve manevî anlamda onun üstünlüğünü göstermek için, ümmetinden bin kişiyle tartılmış ve Hz. Peygamber hepsine ağır basmıştır (bk, Ahmed b. Hanbel, IV, 184-185; Dârimî, Mukaddime 3; İbn îshâk, Sîrâ, s. 27-28; İbn Hişâm, es-Sîra, 1,134-135; İbn Sa'd, et-Tabakat, I, 90, 119; Taberî, Târîh, H, 161-162; İbn Belbân, el-îhsin, XIV, 246-247; Hâkim, el- Müstedrek, II, 616; Ebû Nuaym, Delâil, I, 195, 202; Beyhakî, Delâil, I, 135, 145-146; II, 7-8; Zehebî, Târihu'l-Îslam (es-Sîra), s. 47; İbn Kesîr, es-Sîn, I, 113; Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, VIII, 221-222; Suyûtî, el-Hasâis, I, 136-138, 140-141; Kastalânî, el-Mevâhib, I, 157).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

Nübüvvet mührünün vurulmasını Hz. Peygamberin göğsünün yarılması olayı ile irtibatlandıran görüşler ve rivâyetler:

Tespit edilebildiği kadarıyla konuya ilk temas edenler arasında olan Kâdî Iyâd (ö.544/1149) bu mührü, iki meleğin Hz. Peygamber'in (göğsünü) yarmasının10 izi olarak açıklamıştır11*
Nevevî (Ö.676/1277) bu görüşü kabul etmez ve Kâdî Iyâd'ın söylediğinîn zayıf hatta bâtıl olduğunu ifade eder. Zira rivâyetlerde geçen Hz. Peygamber'in yarılması, göğsünde ve karnında icrâ edilmiştir12*. Dolayısıyla onun sırtında kürek kemikleri arasında bulunan bu iz, göğsünde gerçekleştirilen ameliyeden kaynaklanmamaktadır. Muhtemelen Nevevî bu neticeye, mevzuyla ilgili Müslim'de geçen kısa rivayetin sonuna, hadisin sahâbî râvîsi Enes b. Mâlik tarafından düşülen şu açıklama nedenîyle varmıştır: "Ben Hz. Peygamber'in göğsündeki o iğne/dikiş izinî görürdüm".13*
Keza Kurtubî de (Ö.656/1258) Kâdî Iyâd'a benzer eleştiriyi yöneltmiştir. Ona göre, rivâyetlerde Hz. Peygamber'in göğsünden karın boşluğuna doğru bir yarılmadan söz edilmektedir. Bu yarılmanın onun sırtına nüfüz edip orada iz bıraktığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Şayet böyle olsaydı Allah Rasûlü'nün kürek kemiklerinden beline doğru inen bir izin bulunması gerekirdi. Çünkü, göğüste gerçekleşen bu ameliyenîn paraleli sırtta ancak bu şekilde tezâhür eder14*.
İlginçtir, olayın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in süt annesi Halîme'nîn yamndayken gerçekleştiği anlatılan rivâyetler tarandığında onun "iki kürek kemiği arasına" bu mührün vurulduğuna dair İbn Asâkir'in (5.571/1175) kaydettiği bir rivâyet dışında sarîh bir ifadeye rastlanılmamaktadır, Tarih ve siyer kitapları bağlamında değerlendirildiğinde hemen tamamı İbn îshâk'a dayandırılan rivâyetlerin hiçbirinde îmâlı dahi olsa nübüvvet mührüne dair bir bügi zikredilmedıği görülmektedir15*.
Diğer taraftan hadis kaynaklarında geçen, sahâbî râvîsi Utbe b. Abd es-Sülemî'nîn naklettiği konuyla ilgili başka bir hadisde göğsün yarılıp kapatılması işi bittikten sonra, zamirin mercii belirtilmeksizin "onun üzerinî nübüvvet mührüyle mühürledi (ve hateme aleyhi bihâtemi'n-nübüvveti)" ifadesi yer almıştır.16*Hadisin gelişinden (sibâk) olayın hep Hz. Peygamber'in göğüs ve karın bölgesinde, yanî ön tarafında geçtiği göz önünde bulundurulursa bu ibareden kürek kemiklerinîn mühürlendiğinî çıkarmak doğru bir istidlâl tarzı olamaz. Nîtekim aynı olayı anlatan Taberi’nîn (ö. 310/922) bir rivayetinden öğrendiğimize göre, bu mühür net olarak Hz. Peygamber'in kalbine vurulmuştur. Taberî, bu mührün nîteliği hakkında da sarih bilgiler sunmuştur. Bu, bakanları hayrette bırakacak nurdan bir mühür, yanî nübüvvet vc hikmet mührüdür17*.
Görüldüğü gibi Taberî'deki bu ifadeler, Allah Rasûlü'nün peygamberliğe hazırlanma sürecinî beyan eden sembolik anlatımlardır ve olayın zâhiren gerçekleştiğinî yansıtmamaktadır. Bunlara ilâve olarak Utbe b. Abd es-Sülemî hadisinîn senedinde geçen Bakıyye b. el-Velıd b. Sâid, hakkında hem müsbet hem de menfî görüşler dile getirilen bir râvîdir. Onun tedlis yaptığı, bol miktarda ferd (garîb) ve münker rivayetlerinîn olduğu hadis tenkit otoritelerince cerh sebebi olarak zikredil-miştir18*.
Nîtekim Şiblî, ilgili etüdünde anılan bu râvî nedenîyle sözkonusu hadisin makbul olarak nîtelendirilemiyeceğİnî İhsas eder19*.
Sözkonusu hadisin güvenîlir olmadığını ortaya koyan bu açıklamalardan sonra İbn Hacer'in, Nevevî ve Kurtubî'nîn Kâdî Iyâd'a yönelttikleri yukarıda temas edüen tenkitleri bertaraf etmek için getirdiği savunma da ikna edici gözükmemektedir. İbn Hacer, Utbe b. Abd hadisinde geçen "onun üzerinî nübüvvet mührüyle mühürledi" ifâdesinîn göğsün yarılmasından neşet eden ize değil, sırtın mühürlenmesinden kaynaklanan ize delâlet ettiğinî ileri sürmektedir20*.

(devam edecek)


Dip NOtlar:


11* Nevevî, Şerhu Müslim, XV, 99; İbn Hacer, Fethu'l-bârî, VI, 561; Sıddîk b. Hasen, es-Sırâcü'l- vehhâc, IX, 74.
12* Nevevî, Şerhu Müslim, XV, 99.
13* Bk. Müslim, îman 261; Ahmed b. Hanbel, III, 121, 149, 288.
14* İbn Hacer, Fethu'l-bâri, VI, 561; Şâmî, Sübülü'l-hüdâ, II, 71; Sıddîk b. Hasen, es-Sırâcü’l-vehhac, IX, 75.
15* Bk. İbn İshâk, Sîra, s. 27-28; krş, İbn Hişâm, es-Sîrz, 1,134-135; İbn Sa'd, et-Tabakât, -I, 90,119; Taberî, Târih, II, 160; İbn Belbân, el-İhsân XIV, 246-247; Ebû Nuaym, Delâil, I, 195, 202; Beyhakî, Delâil, I, 135, 145-146; Suyûtî, el-Hasâisy I, 135-136.
16* Ahmed b. Hanbel, IV, 184-185; Dârimî, Mukıddıme 3; Hâkim, el-Müstedrek, II, 616; Beyhakî, Delâil, D, 8; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, VIII, 221-222.
17* Taberî, Târih, II, 162; krş. Suyûtî, el-Hasâıs, I, 141.
18* Zehebî (ö.784/1347), Bakiyye b. el-Velîd hakkında söylenenleri derli toplu bir şekilde hülâsa etmiştir (bk. Mizân, I, 331-339).
19* Şiblî, Asr-i Sâadet, m, 467-468; krş. Aydınlı, Sünen-i Dirimi, I, 92 (dipnot:63)
20* İbh Hacer, Fethu'l-bârî, VI, 561; krş. Şâmî, Sübülü'l-hüdâ, II, 71; Kastalânî, el-Mevâhib, I, 165.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

Öte yandan İbn Asâkir'in Târih'inde Şeddâd b, Evs'ten naklettiği ve Hz. Peygamber'in çocukluğunda iki omuzu arasına mührün vurulduğunu zikreden yegâne rivayet ise21*, konuyla ilgili diğer rivâyetler ve genel kabul görmüş tarihi bilgilerle pek çok yerde çelişmektedir. Âmiroğullarından yaşlı bir adamın peygamberliği hakkında soru sorması üzerine Allah Rasûlü'nün çocukluğunu anlattığı bu rivâyette olaylar ve şahıslar birbirine karıştırılmıştır. Anılan rivayetteki soruyu soran Âmiroğullarından yaşlı zatın, putperest bir arab kabilesine mensup olmasına rağmen22* , önceki peygamberler ve peygamberlik konusundaki şaşırncı bilgisi, Hz. Peygamber'in annesinîn vefatından sonra dedesi Abdülmuttalib'in değil amcası Ebû Tâlib'in himâyesine girdiğinîn belirtilmesi, yine göğsünün yarılması olayı anlatılırken yanında pek çok çocuğun bulunduğu ve bu çocukların ilk anda kaçtıktan sonra geri gelerek Allah Rasûlü'nü kurtarmak için, ona şerhu's- sadr'ı icra edecek üç kişiye fidye teklif etmeleri gibi bilgiler bu konudaki diğer haberlerle tamamen teâruz halindedir23* . Bütün bunlar, sözkonusu rivayetin, içerisine bazı doğru bilgiler katıştırılarak kurgulanmış olduğu kanaatinî güçlendirmektedir.

Diğer taraftan Nübüvvet mührünün şerhu's- sadr esnasında vurulduğunu ispatlamak için Süheylî (Ö.581/1185) ve İbn Hacer (ö.852/1448) tarafından getirilen delillerden24* birisi de Ebû Zerr el-Ğıfâri'nîn rivâyet ettiği hadistir. Ebû Zerr, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e peygamberlikle görevlendirildiğinde bunu nasıl bilip emin olduğunu sormuş, o da sallallahu aleyhi ve sellem Mekke vâdisinde bir yerdeyken kendisine iki meleğin geldiğinî, aralarında cereyan eden konuşmayla onu teşhis ettiklerinî, akabinde sırasıyla bir, on, yüz ve bin adamla tartılıp hepsine ağır bastığını, sonra kalbinîn yarılarak temizlendiğinî anlatmış ve nîhayet şöyle bir ifadeyle işlemin bittiğinî söylemiştir: " (Melek) iki kürek kemiğimin arasına mührü vurdu (ve ce'ale'l-hiteme beyne ketifeyye)"25*. Bu hadisin senedindeki Ca'fer b. Abdullah b, Osman'ı, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hibbân tevsik etmiştir26*. Fakat Ukaylı, bu râvînîn hadislerinde vehim ve ıztırâb olduğu gerekçesiyle onu zayıf saymıştır. Bu yüzden Ca'fer b. Abdullah muztaribü'l-hadîs27* kabul edilir. Ukaylı, Cafer'in söz konusu hadisinî misâl olarak zikrettikten sonra lâ yutâbe’u aleyh28* değerlendirmesinî yapar29*. Ayrıca Bezzâr, hadisin Ebû Zerr'den sadece bu senedle rivayet edildiğinî ve ondan hadisi rivâyet eden Urve b. ez-Zübeyr'in Ebû Zerr'den semâmı bilmediklerinî belirterek rivayetin zayıflığını açıklar.30*

Bu rivâyette anlatılan olayın, Hz. Peygamber süt annesi Halîme'nîn yanında iken gerçekleştiği kabul edilir. Ne ki, böyle kabul edilmesi durumunda metinde bir problem ortaya çıkmaktadır. Hadis metnînde hâdisenîn "Mekke vadisinde bir yerdeyken" geçtiği açıkça belirtilmiştir. Oysa Allah Rasûlü'nün süt annesinîn yaşadığı yer, Mekke'nîn dışında Bekr b. Sa'doğulları yurdu olarak bilinen, başka bir yerleşim bölgesidir. Nîtekim Süheyl! de metindeki bu müşkile dikkat çekmiş ve bunun râvîlerden kaynaklanan vehim eseri bir ilave olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Bezzâr'ın aynı hadisi eserinde verirken "Mekke vadisi" ifadesinîn geçmemesi yukarıdaki görüşünü destekleyen bir delildir31*. Süheylî'nîn tespitinîn doğruluğunu Bezzâr'ın kendi eserine ulaşamamamız nedenîyle test etme imkanı bulamamakla birlikte, Heysemî'nîn Bezzâr'a yaptığı Zevâid'de "Mekke vadisi" ibaresinîn geçtiği belirlenmiştir32*. Öte yandan, bu olayın Süheylî'nîn dediği gibi Hz. Peygamber'in süt annesi Halîme'nîn yanında iken gerçekleştiği kabul edildiğinde, Ebû Zerr'in sorusuna Allah Resûlü'nün verdiği cevaptan anlaşıldığı kadarıyla onun tâ çocukluğundan beri peygamberliği konusunda bir bilgisinîn olduğu anlaşılır. Bu ise, risâlet görevine hazırlanma maksadıyla vahiy almaya yakın Hz. Peygamber'in başından geçen bazı rivayetler istisna edilirse, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kendisine ilk vahiy inene kadar nübüvvet konusunda bir beklentisinîn ve çabasının olmadığım ortaya koyan müsellem haberlerle çelişmektedir. Nîtekim Hz. Peygamber'in hayatının bu yönü onun gerçek bir peygamber olduğunun önemli kanıtları arasında sayılmıştır. Ayrıca, burada Hz. Peygamber'in ümmetinden bahsedilmesi de olayın çocukluğunda değil, ilk vahiy alma sırasında gerçekleştiğinîn bir kanıtıdır33*.

Hz. Peygamber'in nübüvvet mührü olarak isimlendirilen kürek kemikleri arasındaki benîn şerhu's- sadrla birlikte melek tarafından vurulduğuna ilişkin getirilen delillerden sonuncusu, onun sallallahu aleyhi ve sellem ilk vahiy aldığında gerçekleştiği söylenen rivâyettir. Bu rivâyetin konumuzu ilgilendiren kısmında Cibril, Hz. Peygamber'i sırt üstü yatırıp karnını yarmış, kalbim çıkarmış ve altın bir tasta bulunan zemzem suyu üe yıkadıktan sonra tekrar yerine koymuş akabinde sırtını mühürlemiştir (hateme fi zahlî)34*. Bu rivayetin Tayâlisî'nîn Müsned'indeki senedde hadisi Hz. Âişe'den nakleden râvînîn ismi "bir adam (racül)" denîlerek zikredilmemiştir. Bununla birlikte Ebû Nuaym'ın rivâyeîdnde bu adamın ismi Yezîd b. Bâbenûs olarak geçmektedir. İbn Hacer, Yezîd'in üçüncü tabakadan makbûl bir râvî olduğunu söylese de35* , Zehebî'nîn verdiği bilgilerden onun dördüncü halife Ali ile çarpışan Şiî'lerden olduğu anlatılmaktadır36*. Dahası Ebû Nuaym'ın senedindeki diğer bir râvî Dâvud b. el-Muhabber metrûktür37*. Diğer taraftan, rivâyet metin açısından tahlil edildiğinde, Hz. Peygamber'in ilk hanımı Hatice (r.ah.) ile birlikte Ramazan'a denk gelen bir ay müddetle Hirâ'da îtikafa girdikleri bilgisi, vahyin başlangıcını anlatan diğer sahih hadislerle uyuşmamaktadır. Keza bu rivâyetin diğer kısımları da vahyin başlangıcım tasvir eden sahih hadislerle açık bir çelişki arzetmektedir38*. Ayrıca Beyhakî'nîn zikrettiği benzer bir rivâyette olay Hz. Peygamber'in gördüğü bir rüyadan ibarettir39*. Bu durumda ilk vahyin hakiki olarak inîşinî anlatan rivayetler ile yukarıda zikredilen rivâyetin mahiyet dışında bir ilgisi yoktur. Çünkü birisi gerçek bir olayı öbürü ise bir rüyayı anlatmaktadır.
(devam edecek)

DipNOTlar:


21* Bk. İbn Manzûr, Muhtâsar, II, 84. Diğer taraftan Suyûtî'nîn Şeddâd b. Evs'den Ebû Ya'lâ, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir'in tahric ettiğinî beyan ederek zikrettiği rivayet (bk. el-Hasâis, I, 140-141), metinde değerlendirdiğimiz İbn Asâkir rivayetinden çok farklıdır. Bu nedenle Suyûtî'nîn eserine aldığı ya Ebû Ya'lâ ya da Ebû Nuaym rivayetidir. Hangisi olursa olsun rivayetin muhtevası İbn Asikir metnînî değil, yukarıda atıfta bulunduğumuz Taberî'nîn naklettiği sembolik anlatımı desteklemek-tedir. Nîtekim Taberî'nîn rivayeti de Şeddâd b. Evs'e dayankata olup aynı olayı anlatmasına karşın, Hz. Peygamber'in iki omuzu arasına mührün vurulduğu zikredilmemiştir (bk. Târîh, II, 160-165).
22* Zû'l-Lebâ putunun hizmetinî Benû Amir soyunun deruhte ettiğine dair bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 375-376.
23* Krş. Şiblî, Asr-ı Saadet, II, 466.
24* Bk. Süheylî, er-Rıvdu'l-ünüf, n, 168-170; İbn Hacer, Fethu'l-bâri; VI, 562.
25* Taberî, Târih, II, 304-305; Ebû Nuaym, Delâil, 1, 286-287; Ebu'l-Kâsım, Delâil, I, 248-250;. Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, VIII, 255-256; a. mlf., Keşfu'l-estar, III, 115, no; 2371; Suyûtî, el-Hasâis, I, 161.
26* Bk. İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-ta'dîl, II, 482; İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 159; İbn Hacer, Lisânü'l-mîzân, II, 116.
27* Irâkîye göre cerhin dördüncü, Sehâvîye göre beşinci mertebesinde bulunan bir râvi hakkında kullanılan bir sîga (bk. Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 124).
28* Râvî'ııin rivâyet etmiş olduğu hadisin başkaları tarafından rivâyet edilmediğinî belirten. ıstılah (bk. Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 87).
29* Ukaylî, ed-Du'afâ, I, 183; Zehebî, Mîzân, I, 412; a. mlf; el-Muğnî, I, 133; İbn Hacer, Lisinü'L- mîzân, Iı, 117.
30* Heysemî, Keşfü’l-estâr, Uf, 116.
31* Süheylî, er-Ravda'I-ünüf, II, 171.
32* Bk. Heysemî, Keşfü’l-estâr, m, 115, no: 2371.
33* Şiblî, Asr-ı Sâadet, II, 465.
34* Tayâlisî, Müsned, s. 215-216, no: 1539; Sâ'âtf, Minhatü'l-ma'bûd, II, 86-87, no: 2318; Ebû Nuaym, Delâil, I, 278-279; Suyûtî, el-Hasâis, I, 240-241. Metnîn tercümesi Ebû Nuaym'ın eserine göre verilmiştir. Zira Tayâlisî'nîn Müsnetfinde "kalp ve "zemzem suyu" vb. ayrıntılar geçmemektedir.
35* İbn Hacer, Takrîb, D, 362.
36* Zehebî, Mîzân, IV, 420.
37* Zehebî, Mîzân, II, 20; İbn Hacer, Takrib, I, 234.
38* Vahyin başlangıcı ile İlgili rivâyetler için bk. Buhârî, Bed'ü'l-vahy 1-4; Müslim, îmân 252; İbn Hacer, Fethu’l- barî, I, 8-28.
39* Beyhakı, Delâil II, 142. Bu rivâyetin senedi sahâbiye râvîsi Hz. Âişe dışında metindeki hadisten tamamen farklıdır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

Şâmî (ö. 942/1535), Hz. Peygamber'in çocukluğunda süt annesinîn yanında iken ve ilk vahiy alma esnasında olmak üzere nübüvvet mührünün vurulmasının, yukarıda zikredilen ve güvenîlir olmadığı anlaşılan rivâyetlerden hareketle, iki defa tekrarlandığı görüşüne "isrâ ve mîrac gecesi" riayetlerinî de katarak bu tekrarı üçe çıkarmaktadır40*. Zürkânî de aynı iddiayı tekrarlayıp isrâ gecesine dair Ebû Hureyre'den rivâyet edilen bir hadis bulunduğunu söylemiştir41*. Ne var ki, tespit edilebildiği kadarıyla isrâ ve mîrac rivâyederinde sadece göğsün yarılmasından bahsedilmekte olup42* , nübüvvet mührüne ilişkin herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
Ayrıca sahihliği bir tarafa, böyle bir haber ancak, Şâmî'nîn dediği gibi olayın tekrarlandığını gösterir ve genel olarak kabul edildiği üzere, önceki rivayetlerde geçtiği şekliyle mühürlemenîn izinîn Hz. Peygamber'in sırtında kaldığım nakzetmez. Dolayısıyla, bu rivayetin kaynaklarda gerçekten olup olmaması, değerlendirmenîn sonucuna bir etki etmemektedir. Zira, bu açıklamalara göre, ilk olayda geçtiği söylenen mühürlemenîn izi, Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasında zaten kalmış demektir.

Buraya kadar serdedilen riayetlerin, hadis tenkit kriterleri esas alınarak yapılan değerlendirme neticesinde güvenîlir olmadıkları anlaşılmaktadır. Bunun anlamı, Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki benîn doğuştan olmadığı ve fakat şerhu's- sadr rivâyetleriyle ilintili olarak, hayatının çocukluğundan sonraki bir safhasında melek tarafından âdetâ mühür şeklinde vurulduğu görüşünün itimada şâyan bulunmadığıdır.

Nübüvvet mührüne dair güvenîlir olmayan diğer bazı haberler:

Güvenîlir olmayan mezkur rivayetler sayesinde Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasındaki bu bene yüklenen olağanüstülük, beraberinde başka gayri mûteber rivayetleri de tevlîd etmiştir. Bunların en dikkat çekenlerinden birisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in vefatının hemen akabinde geçtiği zikredilen şu haberdir: (Allah Rasûlü vefat ettikden sonra) onun (gerçekten) ölüp ölmediği konusunda şüpheye düşülmüş, görüş beyan edenlerden bazüarı öldü derken, diğer bazüarı da ölmediğinî iddia etmiştir. Bunun üzerine Esma bt. Umeys elinî Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasına sokmuş ve şöyle demiştir: "Allah Rasûlü vefat etmiştir. Zira iki kürek kemiği arasındaki mühür kaldırılmıştır".43* Farklı değerlendirmeler bulunmakla birlikte Zehebî'nîn yaptığı son tahlilde "zayıflığı (vehn) hakkında icmâ gerçekleşmiştir" dediği44* Vâkıdî'ye dayanan bu hadis için, İbn Kesîr ve Şâmî şiddetli tenkitler yönelt-mişlerdir45*. Aynı olayın Esmâ bt. Umeys'in yerinde Hz. Âişe'nîn ismi zikredilerek geçtiği kayıtlara da rastlanmaktadır46*. Öyle görünüyor ki, sahih hadislerde bildirildiği
şekliyle, Allah Rasûlü vefat ettikten sonra, Hz. Ömer'in öncülük ettiği onun (s,a.) ölmediği konusundaki iddialara gayet mâhirâne ve selîm bir akılla cevap verip ashabı yatıştıran Ebû Bekr'in (r.a.) getirdiği deliller47* yeterli görülmeyerek, bunu desteklemeye matuf yukarıdaki haberler formüle edilmiştir.

Yine bu bene yüklenen olağanüstülüğün neticesi olarak ortaya çıkan şu haber enteresandır: Sahâbî râvîsi Abdullah b. Ömer olarak gösterilen haberde o şöyle demiştir: "Allah Rasûlü'nün sırtındaki nübüvvet mührü ur gibi (misle'1-bündükati) bir et parçasıydı. Üzerinde "Muhammed Rasûlullah" yazılıydı."48* Heysemı'nîn (Ö.807/1404) isabetle belirttiği gibi, bu rivâyet, Hz. Peygamber'in resmî devlet mektuplarını gönderirken mühürlemek için kullandığı ve üzerinde "Muhammed Rasûlullah" yazılı gümüş yüzük ile karıştırılmıştır49*. Çünkü hem Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kürek kemikleri arasındaki ben hem de bu yüzük "hâtem" kelimesiyle adlandırılmaktadır. Fakat birincisine "hâtemü'n-nübüvve" ikincisine ise, "hâtemü'n-nebî" veya "hâtemü Rasûlillah" denîlmektedir. Dikkat edilmediği takdirde bu tabirlerin birbirleriyle karışması mümkün olmaktadır. Birinci ifade Hz. Peygamber'in sırtındaki bene işaret olarak "peygamberlik mührü" anlamına gelirken, ikincisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in mektuplarda kullandığı mührü belirtmektedir50*. İbn Hacer, İbn Hibbân'nın bu rivayeti sahih kabul ederek eserine almasına aldanılmaması gerektiğinî, zira onun bu konuda yanıldığım vurgular51*. Nîtekim sözkonusu rivâyetin, senedinde geçen Semerkand kadısı îshâk b. îbrâhim52* nedenîyle de makbul olmadığı ifade edilmiştir. İbn Hibbân, diğer cerh ve ta'dil imamlarının aksine, bu râvîyi sika kabul etmekle teferrüd etmiştir53*.

Hz. Peygamber'in sırtındaki bu benîn üzerinde, burada zikredilmeye gerek görülmeyen daha başka şeylerin yazılı olduğuna ilişkin asılsız bazı haberler de bulunmaktadır54*. Bu tür asılsız haberlerin ortaya çıkışını, nübüvvet mührü olarak isimlendirilen bu benîn, Hz. Peygamber'in resmî devlet mektuplarım gönderirken mühürlemek için kullandığı gümüş yüzük ile sehven karıştırılmasının yanında, nübüvvet mührüne yüklenen olağanüstülük anlamının gereği olarak formüle edildiğinî düşünmek de ihtimal dahilindedir. Zira, bu mantıkla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in peygamberliğine delil olarak sunulan bu benîn kanıt değeri, üzerinde bunu destekleyen bazı yazıların bulunmasıyla bir kat daha artmaktadır.

DİP NOTlar:


40* Şâmî, Sübülü'l-hüdâ II, 70.
41* Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhıb, I, 160.
42* Krş. Buhâri, Sâlat 1; Hac 76; Bed'ü'l- halk 6; Menâkıbu'l-ensâr 42; Enbiyâ 5; Tevhîd 37; Müslim, îmân 263, 264; Tirmizî, Tefsîr (İnşırâh) 83; Nesâî, Sâlat 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 208; V, 143; İbn Mende, Kitâbü'l-îmân, II, 707, 715, 718 vd.; Beyhakî, Delâil, II, 373-374, 379; Ebu'l-Kâsım, Delâil, I, 255, 257.
43* İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 208; Beyhakî, Delâil,, VII, 219; İbn Kesîr, el-Bidâyey V, 231; Münâvî, Şerbu'ş-Şemâil, 1,71; Ali el-Kârî, Cem'u'l-vesâil, 1,70; krş. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1102.
44* Zehebî, Mîzân, IH, 666.
45* Bk. İbn Kesîr, el-Bİdâye, V, 231; Şâmî, Sübülü'l-hüdâ, II, 73.
46* Bk, Şâmî, Sübülü'l-hüdây II, 73. Şâmî, Hâkim'in Târih'inde bulunduğu söylenen bu habere mezkur eserin yansını taramasına rağmen tesadüf edemediğinî ve burada bulunmadığına kanaat getirdiğinî ifade eder. Öte yandan Beyhakî'nîn Esmâ bt. Umeys haberinî hocası Hâkim'den aldığı görülmekte¬dir. (bk. Beyhakî, Delâil, VII, 219). Muhtemelen Şâmî'nîn sözünü ettiği rivâyette, Hz. Aişe'nîn kızkardeşi Esmâ bt. Ebû Bekr ile yukarıdaki hadisin râvîsi ve aynı zamanda Allah Rasûlü'nün hanımı Meymûne'nîn kızkardeşi olan Esmâ bt. Umeys karıştırılmış ve sahîh hadislerde Hz. Peygamber'in başı Aişe'nîn kucağında olduğu halde vefat ettiği geçtiğinden (bk. Buhaıi, Megâzî 83, V, 142) bu haberin onun tarafından kızkardeşi Esmâ'ya nakledildiği varsayılarak ikinci rivâyet Hz. Âişe'ye dayandırılmış olabilir. Tabi bu yorum, rivâyetin güvenîlir olmadığını ortadan kaldırmaz.
47* Hz. Ebû Bekr'in Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatıyla ilgili tartışmayı Âl-i İmrân (3), 144, âyetinî delil getir¬erek nîhayete erdiren konuşması için bk. Buhârî, Cenâiz 3; Megâzî 83, V, 143; İbn Mâce, Cenâiz 65, no: 1627).
48* İbn Belbân, el-İbsân, XIV, 210, no: 6302; İbn Manzûr, Muhtasar, II, 164 ("misle’s- serakati” şeklinde); krş. Şuyûtî, el-Hasâis I, 150.)
49* İbn Belbân, el-İhsân, XIV, 211 (nâşirin dipnotu); Şâmı, Sübülü'l-hüdâ, II, 65; Münâvî, Şerhu'ş- Şemâil, I, 72; Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhib, I, 157; krş, Şiblî, Asr-ı Saadet, III, 165; Yardım, Peygamberimiz 'in Şemâili, s. 77-78.
50* Hz. Peygamberi'in mühür olarak kullandığı yüzüğü hakkında bk. Ah el-Kâri, Cem'u'l-vesâİl, I, 168- 183; Beycûrî, el-Mevâhib, s. 70-74; Yardım, Peygamberimizi Şemaili, s. 139-147.
51* İbn Hacer, Fethu'l-bâri VI, 563; krş. Şâmî, Sübüiü'l-büdâ, II, 72; Münâvi, Şerhu'ş-Şemiil, I, 72; Ali el-Kâri, Cem'u-vesâil, I, 72.
52* Irâkî, Zeyl 'alâ Mîzân, s. 31,
53* İbn Belbân, el-İhs4n, XIV, 210 (nâşirin dipnotu); Şâmî, Sübülü'l-hüdâ, II, 65.

54* Bk. İbn Hacer, Fethu'l-bari, VI, 563; Suyûtî, el-Hasâis, I, 150; Şamî Sübülü'l-hüdâ, II, 72. İbn Hacer ve Şâmî bu haberlerin muteber olmadığım, gösterilen yerlerde açıkça ifâde ederler.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »


Nübüvvet mührünün tabiî bir ben olarak algılanması:

Diğer taraftan, Doğu Arabistan'ın Teymu'r-Rebâb kabilesine mensup tabîb ve cerrah Ebû Rimse et-Teymî'nîn55* müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber'i görmeye gelmesi ve aralarında geçen konuşma, Allah Rasûlü'nün sırtındaki bu benîn her insanda bulunabilecek normal bir ben şeklinde algılandığını göstermesi bakımından enteresandır.
Muhtelif kaynaklarda kaydedilen bu hadise göre, Ebû Rimse et-Teymî Hz. Peygamber'den sırtındaki ura benzeyen yumru çıkıntıyı göstermesinî istemiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ne yapacağını sorunca, cerrâhı bir müdahaleyle onu kesip almak istediğinî ifade etmiş, bunun üzerine Allah Rasûlü "sen tabîb değil refiksin, tabîb ise, onu yaratan Allah'tır" buyurarak bu teklifi reddetmiştir56*.
Sözkonusu rivayete yer veren bütün kaynaklarda57* Hz. Peygamber'in, bu teklifi reddederken mezkur benîn olağanüstülüğünü gösteren herhangi bir beyanda bulunmaması, bunun her insanda bulunabilecek normal bir ben olarak nîtelendirilebileceğinî gösteren önemli belgelerden biri sayılmalıdır.
Ebû Rimse'nîn teklifine benzer başka bir öneriyi, kendisinî "Arapların en tabibi" olarak tanıtan Benû Amir kabilesine mensup bir adamın daha Hz. Peygamber'e yaptığı nakledilmektedir58*.

Nübüvvet mührünün doğuştan olduğuna ifade eden rivayetler:

Hz. Peygamber'in sırtındaki bu benîn, yukarıda zikredilen rivâyetlerde geçtiği şekilde, doğumundan sonraki bir zaman diliminde vurulduğunu beyan eden haberlerin aksine, bunun doğuştan olduğunu gösteren diğer bazı rivayetler de vardır.
Sözgelimi kaynaklarda senedi Hişâm b. Urve-Babası-Âişe (r.ah) şeklinde aynı olup Hişâm'dan sonraki râvîlerin bazı kaynaklarda değiştiği bir rivâyete göre, Mekke'de ticaretlc iştigal eden bir yahûdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in doğduğu gece Kureyş'ten bir topluluğun yanına gelerek, bu gece sizlerden birisinîn çocuğu doğdu mu, şeklinde bir soru yöneltmiş.
Topluluk, bilmediklerinî söyleyince yahûdi, yemin ederek, bu gece bu ümmetin nebîsi son peygamber Ahmed'in doğduğunu ve iki omuzu arasında peygamberlik alâmeti olan etrafı tüylü bir benîn bulunduğunu söylemiş.
Kureyşliler evlerine dağılıp durumu tetkik edince, Abdullah'ın bir erkek çocuğunun dünyaya geldiğinî ve isminî Muhammed koyduklarını öğrenmişler.
Bu olay yahûdîye bildirilmiş. Onun isteği üzerine çocuk yahûdîye gösterilmiş. Yahûdi, çocuğun sırtındaki benî görür görmez bayılmış.
Ayıldığında kendisine, nîçin bayıldığı sorulunca, şöyle cevap vermiş: "Artık İsrâiloğullarından peygamberlik gitti, ellerinden kitap çıktı. Bu peygamberin, yahûdîleri mahvedeceği ve hahamlarına galebe çalacağı ilâhî takdirde verilmiş bir hükümdür. Araplar nübüvvetin kendilerine geçmesiyle kurtuluşa erdiler"59*.

Bu rivâyet hakkında Zehebî, Hâkim'in bu hadisi "sahih" olarak nîtelendirmesine iştirak etmezken60* İbn Hacer "hasen" demiştir61*.
Buhârî, Hâkim'in senedinde ismi geçen Ebû Gassân Muhammed b. Yahya el-Kinânî'den Mâlik ve Zühlî yoluyla hadis nakletmiştir. es-Süleymânî ise, Ebû Gassân'ın hadisinîn münker olduğunu söyler62*. Ayrıca Ebû Gassân'ın kendisinden bu hadisi aldığı babası Yahya b. Ali el-Kinânî mecbûl bir râvîdir.63*

Diğer taraftan İbn Sa'd'ın, Hişâm b. Urve'den sonra farklı bir senedle naklettiği bu hadisde64* İbn Sa'd'ın kendisinden bu hadisi rivâyet ettiği Ali b. Muhammed b. Abdullah tarihçi olup bazılarınca hadis rivâyetinde zayıf görülmekle birlikte Yahya b. Ma'în onu sika kabul eder65*.
Bu senedde ismi geçen diğer bir râvî Ebû Ubeydc b, Abdullah ise mechûi olup hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. 66*

DİP NOTlar:

55* Bk. İbn Ebû Usaybia, 'Uyûnü'l-enbâ, s. 170; Sâid el-Endelüsî, Tabakitü'l-ümem, s, 127; Hamidullah, İslâm Peygamberi, n, 803. Tirmizî, Ebû Rimse'nîn isminîn Habîb b. Hayyân veya Bifâ'a b. Yesribî olduğu bilgisinî verir. (Tirmizî, Edeb 48, no: 2812).
56* Ahmed b. Hanbel, II, 227.
57* Bk. İbn SaM, er-Tabaat, I, 328; Ahmed b. Hanbel, II, 227, 228; Ebû Dâvud, Teraccül 18, no: 4207; Beyhakî, Delâil, I, 265; İbn Kesîr, el-Bidaye, VI, 28; krş. Kettânî, et-Terâtıbu'l-idâriyye, H, 218; Hamidullah, İslim Peygamberi, II, 803; Erul, Sahabenîn Sünnet Anlayışı, s. 84.
58* Taberî, Târih, II, 297. Bu rivayetin devamında Hz. Peygamber'in gösterdiği bir mucize olarak, adama karşıdaki hurma dalını yanına çağırması söylenîr. Adam istenîlenî yapmış ve hurma dalı yanına gelip tekrar yerine dönmüştür.
59* Hâkim, ei-Müstedrek, TL, 601-602; Beyhakî, Delâil, ı, 108-109; İbn Manzûr, Muhtasır, II, 47-48; Suyûtî, eI-Hâsais, 1, 123-124.
60* Zehebî, Telhisu'l-Müstedrek, II, 602.
61* İbn Hacer, Fethu'l-bâri, VI, 583.
62* Zehebî, Mîzân, IV, 62.
63* Şiblî, Asr-ı Sadet, UI, 176.
64* İbn Sa'd, et-Tâbakât, I, 129.
65* Zehebî, Mîzân, D3, 153.
66* Ömerî, es Sîra 1, 101
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

Önceki kitap ehlinden nübüvvet mührüne ilişkin gelen bilgiler:

Çalışmanın başında zikredilen, Hz. Peygamber'in önceki kitap ehli tarafından sırtındaki bir ben vasıtasıyla tanınacağına ilişkin birinci maddede belirtilen husus, anılan benîn "nübüvvet mührü" isminî almasına önemli bir katkı sağlamış olmalıdır. Nîtekim kitap ehlinîn Hz. Peygamber'i tanımaya yarayacak bir özellik olarak, onun iki kürek kemikleri arasındaki bu benden haberdâr olduğu, kaynaklarda zikredilmektedir67*.

Bu konudaki en meşhur haber, sahâbeden Selmân-ı Fârisî'nîn (r.a.) hayat hikâyesinî ve müslüman oluşunu anlatan rivâyetlerdir, iran'ın Isfahan şehrindeki Cey isimli bir köyde oturan ve Zerdüşt dinîne müntesip Selmân-ı Fârisî, İsfahan'da bulunan bir papaz vesilesiyle Hristiyanlık ile tanışır ve bu dinî kabul eder. Bu papazın öleceği sıra kendisine yaptığı tavsiye ile Musul'daki başka bir râhibin yanına gider. Mezkur rahibin tavsiyesi üzerine onun ölümünden sonra Nusaybin'e, diğer bir râhibin yanma gelir ve nîhâyet onun da ölümünü müteakip yine aynı tavsiye üe Ammûriye'ye varır. Ammûriye'de bir süre hizmetinde bulunup bilgisinden hayli istifâde ettiği râhibin de ölüm vakti yaklaşınca o, Selmân'a, artık Arapların bölgesinde İbrâhîm peygamberin dinî üzere gönderilecek son nebinîn gelmesinîn çok yaklaştığım ve onun peygamber olduktan sonra doğduğu topraklardan hurmalık bir bölgeye (Medine) hicret edeceğinî haber verir. Râhib, bu peygamberin özellikleri olarak hediye kabul edip sadaka olarak verüen şeyleri yememesinden ve iki kürek kemiği arasında bulunan "nübüvvet mührü"nden tanınabileceğinî Selmân-ı Fârisî'ye bildirir. Daha sonra Selmân-ı Fârisî, kendisinî Arabistan'a götürmek üzere anlaştığı bir Arap tâcir tarafından aldatılarak, Şam'la Medînc arasındaki ticaret kervanlarının güzergâhı olan yahûdîlerin meskûn bulunduğu Vâdi'l-kurâ'daki bir yahûdîye köle olarak satılmıştır. Selmân bir iş nedenîyle Medine'ye geldiği esnada Hz. Peygamber'in de oraya hicret ettiğinî öğrenmiş ve râhipden aldığı bilgileri Allah Resûlü'nde sınayarak doğruluğunu gördükten sonra müslüman olmuştur68*.

Yine önceki kitap ehlinîn Hz. Peygamber'in sırtındaki bu benden haberdâr olduğunu gösteren diğer bir belge, Allah Rasûlü'nün Rûm Kayser'ine, İslâm'a davet etmek için bir mektupla beraber gönderdiği elçisine karşılık olarak Kayser'in gönderdiği elçinîn sözleridir. Buna göre, Kayser elçisine, Hz. Peygamber'in yanına varınca sırtında bir alem olup olmadığına bakmasını söylemiştir. Kayser'in elçisi denîlenî yerine getirerek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sırtındaki bu benî görmüştür69*.

Bunlara ilave olarak sened ve metin açısından pek çok zaafları bulunan başka haberlerde de benzer bilgilere rastlanılmaktadır. Meselâ, Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in, arkadaşı Necrân piskoposu (üsküf) ile Kâbe'nîn yanındaki Hicr'da otururken yanlarına o sırada küçük bir çocuk olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in gelmesi üzerine, piskopos onun gözlerine, sırtına ve ayaklarına bakıp Abdülmuttalib'e son peygamberin o olacağını söylemesi bu tür haberlerderdir70*.
Yine Kabe'yi yıkmaya gelen Yemen kralı Ebrehe'den sonra oraya kral olan Seyf b. Zî Yezen'i, Kureyş'in önde gelen kişilerinden oluşan bir heyetle birlikte tebrik etmeye giden Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'e Seyf b. Zî Yezen'in söylediği sözler benzer örneklerdendir. O, Abdülmuttalib'e şöyle demiştir: "Tihâme (Mekke) bölgesinde bir çocuk doğacak, alâmet olarak iki kürek kemiği arasında bir ben bulunacak"71*.
Ayrıca Hanîflerden Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in yahûdî ve hıristiyanlardan öğrenerek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sırtındaki benden söz etmesi 72*, Hevâzin kâhinînîn73*, Hz. Peygamber'i süt annesi Halîme'nîn elinden almaya çalışan Habeş hıristiyanlarının74*, Medine'ye dayılarını ziyarete geldiğinde sırtına bakan yahûdîlerin75*, ilk Şam seferinde karşılaştığı nakledilen râhib Bahîrâ'nın76* anılan benî Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kürek kemikleri arasında teşhis etmeleri, kadîm semâvî dinlerin sâliklerinîn bu konuda bilgisi olduğunu gösteren diğer haberlerdir.

Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki bu bene, Kitâb-ı Mukaddes'in İsaya kitabından delil getiren AH b. Rabben et-Taberî'nîn (ö.265/878) verdiği bilgiler, yukarıdaki haberleri teyit etmesi açısından önem arzetmektedir. Zira, bilindiği kadarıyla Ali b. Rabben, önce iyi bir hıristiyan din bilginî olup ihtidâ ederek müslüman olan ve Hz. Peygamber'in Kitâb-ı Mukaddes'de haber verildiğine dair kendince tespit ettiği delilleri bir araya getirip bir kitap yazan ilk müelliflerdendir. Ali b. Rabben'in ed-Dîn ve'd-devle fi isbâti nübüvveti'n-nebî Mııhammed adlı bu eseri konuyla ilgili günümüze ulaşan ilk çalışma olma özelliğinî hâlâ devam ettirmektedir. Onun açtığı bu yoldan devam eden pek çok müellif mezkur konuyla ilgili eserler kaleme alarak azımsanmayacak bir "beşârât" literatürünün oluşmasına zemin hazırlamışlardır.

Ali b. Rabben, İşaya kitabının beşinci faslında şöyle bir ifadenîn yer aldığım söyler:"Bize bir çocuk doğdu. Bize bir oğul bahşedildi. Sultanlığı onun kürek kemikleri üzerindedir."Bunun manası, nübüvvet onun kürek kemikleri/omuzları üzerindedir, demektir. Nîtekim Markos'un tefsir ettiği Süryânîce kitaplarda böyledir. Oysa (Kitâb-ı Mukaddes'in) îbrânîce (nüshaların)da "Kürek kemiği üzerinde nübüvvet alâmeti vardır" şeklindedir. O, müslümanların "nübüvvet mührü" (hâtemü'n-nübüvve) diye isimlendirdikleri şeydir. İşte bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in nîteliklerine bir açıklama ve onun sürerine ve (tanınmasını sağlayan) nîşanlarına bir işarettir"77*.


DipNOTlar:

67* Bk. İbn Hacer, Fethu'l-bârî,Vl, 561; Aynî, Umdetü'l-kâri, HU, 161; Ali el-Kâri, Şerhu'ş-Şifâ, 1,739.
68* İbn îshâk, Sıra, s. 68-69; Ahmed b. Hanbel, V, 441-444 (Ahmed b. Hanbel'in bu rivayeti İbn İshâk'a dayanır. O, İbn İshâk'dan Megâzî konusunda hadis yazılabileceği kanaatindedir, bk. Beyhakî, Delâil, I, 37). Selmân'ın müslüman olmasıyla ilgili ojup da içinde nübüvvet mühründen bahsedilen diğer rivâyetler için bk. İbn Hişâm, es-Sîrâ, I, 175, 177; Ahmed b. Hanbel, V, 354, 438 (Sadece Hz. Peygamberce tanışıp ondaki alâmetleri sınadığı kısım); İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VHI, 453-454; Hâkim, el-Müstedrek, III, 602,604; Ebû Nuaym, Delâil, ı 343, 345; Beyhakî, Delâil, II, 89,91, 95, 97; Zehebî, Târihu'l-İslâm (es-Sîra), ss. 99,101.
69* bk. Ahmed, b. Hanbel, IV, 74-75 (Bu rivâyet Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'ın Müsned'e yaptığı ziyâdelerdendir); krş. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1102.
70* Ebû Nuaym, Delâil, I, 207; Suyûti, el-Hasâis, I, 202.
71* Ebû Nuaym, Delâil, 1,117; Beyhakî, Delâil, E, 12; Suyûtî, el-Hasâis, I, 203.
72* Mâverdî, As. 238; İbn Kesîr, el-Bidâyc, VI, 65.
73* Ebû Nuaym, Delâil, I, 201jkrj. Koksal, İslâm Târihi (Mekke Devri), n, 36.
74* Ebû Nuaym, Delâil, I, 200; krş Koksal, İslâm Târihi (Mekke Devri), II, 50.
75* Ebu Nuaym, Delâil, I, 204; Suyûtî, el-Hasâis, I, 196; kış. Koksal, İslâm Târihi (Mekke Devri), I, 50.
76* İbn İshâk, Sîra, s. 55; İbn S'ad, et-Tabikâty 1,123; Taberî, Târih, II, 277; Bu rivayetin pek çok hadis siyer ve delâii eserinde zikredilen diğer bütün kaynakları için bk. Ahatlı, Muhaddislere Göre Peygamberlik Delilleri, s. 108, 113.
77* Ali b. Rabben, ed-Dîn ve'd-devle, s. 146-147; krş. Ebû Hâtim er-Râzî, A'lâm, s. 197; Cisrî, Risâle- i Hamîdiyye, s. 77.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

Gerçekten elde mevcut genel kabul görmüş Kitâb-ı Mukaddes'in güncelleştirilmiş Türkçe tercümesinde, Ali b. Rabben'in Süryânîce nüshasına atfen söylediği ifâdelerin hemen hemen aynen yer alması dikkat çekicidir: " Çünkü bize bir çocuk doğdu, bize bir oğul verildi; ve reislik onun omuzu üzerinde olacak, ve onun adı: Acîp Öğütçü, Kadir Allah, Ebediyet Babası, Selamet Reisi çağırılacaktır" 78*.
Ali b. Rabben'in işaret ettiği, ibaresi gayet açık bir şekilde Hz. Peygamber'in sırtındaki nübüvvet mührünü gösteren îbrânîce nüsha bir tarafa, Süryânîce nüshadan da bunu destekleyen işaretler çıkarmak mümkün gözükmektedir. Şöyle ki: "Sultanlığı onun kürek kemikleri/omuzları üzerindedir" ifadesi ilk anda mecâzî/sembolik bir anlam çağrıştıran bir ifadedir. Nîtekim, Türkçede de bir kimsenîn herhangi bir işi yapmayı kabullenmesi anlamında "işi omuzlarına aldı/yüklendi" deyimi kullanılır. Öte yandan "sâhibu's-sultân" terkibi Hz. Peygamber'in isimlerinî sayan eserlerde "nübüvvet sahibi" olarak açıklanmıştır79*.
Bu durumda cümlenîn mecazî anlamının, nübüvvet görevinî üstlendi şeklinde anlaşılması mümkündür. Zaten son asırlarda mütedâvil Arapça80* , Osmanlıca ve Türkçe Kitâb-ı Mukaddes tercümelerinde "reislik onun omuzu üzerinde olacak" ifâdesinîn geçmesi bu manayı gösterir. Zira Hz. îsâ'ya kadar yahûdîlikte peygamberler hem dînî hem de dünyevî otoriteyi temsil eden "kral peygamber" olarak kabul edilmiştir.

Diğer taraftan ilgili kaynaklarda Hz. Peygamber'in sırtındaki benîn varlığı, sadece ona ait bir özellik olarak (hasâis), omuzlarına peygamberlik görevinîn yüklendiğinîn somut bir göstergesi şeklinde, hem sembolik hem de gerçek anlamda izah edilmiştir. Nîtekim ehl-i kitaptan aldığı bilgilerle tanınan Vehb b. Münebbih'den (ö.114/732) gelen mürsel bir haberde o şöyle demiştir: "Allah sağ elinde nübüvvet nîşanı/benî bulunmayan hiç bir peygamber göndermemiştir. Bizim nebimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem bunun istisnâsıdır. Zira onun nübüvvet benî iki kürek kemiği arasındadır." 81*

Her ne kadar hıristiyan din bilginleri bu ifadede kastedilenîn Hz. İsâ olduğunu, İşaya 9/6 cümlesiyle irtibatlı görülen Kitâb-ı Mukaddes'in diğer bölümlerine yaptıkları referanslarla açıklamaya çalışsalar da82*, bu İzahların itiraz götürmez birer gerçek olduğunu söylemek hayli zordur. Şu sebeple ki, Hz. İsâ, îsrâiloğullarının önceki peygamberlerinde görüldüğü gibi, dünyevî saltanatı üsdenen bir peygamber hiç bir zaman olmamıştır. Dolayısıyla "reislik onun omuzu üzerinde olacak" ifadesine delil olarak getirilen "îsa yanlarına geldi, ve onlara söyleyip dedi: Gökte ve yeryüzünde bütün hâkimiyet bana verildi"83* cümlesi ile "Çünkü bütün düşmanları kendi ayakları altına koyuncaya kadar, onun saltanat sürmesi lazımdır"84* cümlelerinî Hz. İsâ'nın hayatını anlatan dört încil de doğrulamamaktadır. Zira bu İncillerde anlatıldığına göre Hz. İsâ, bırakın yeryüzünün bütün hâkimiyetinî ele geçirmeyi, kendi hayatım dahi kurtaramamış ve çarmıha gerilmek suretiyle Öldürülmüştür. Yine bu İndilerin anlattığına itibar edilirse, bu kutsî peygamberin, hayatının hiç bir devresinde böyle bir saltanat sürmediği görülür. Oysa Hz. Muhammed uhrevî ve dünyevî hükümranlığı bünyesinde toplayan bir peygamber olmuştur ve bu ifade Hz. İsâ'dan çok ona sallallahu aleyhi ve sellem) uymaktadır.

Öte yandan "Acip Öğütçü" ifadesi, dinî tebliğ vazifesinî en iyi şekilde yerine getirdiklerinden her iki peygamber için de kullanılabir. "Kadîr Allah" ve "Ebediyet Babası" ifadeleri ilk anda anlaşılması zor muğlak iki nîtelemedir. "Kadîr" kelimesinîn Hz. Peygamber'in isimlerinden olması manîdardır85*. Muhtemelen aslı "Kadîrullâh", yanî Allah'ın kadiri anlamına gelen bu isim tamlaması, sonraları hıristiyan akidesine hakim olan teslis doktrinî sayesinde bu şekli almış olabilir. Keza "Ebediyet Babası" için de aynı mülâhazalar ileri sürülebilir. Çünkü Tevrat'ta Allah, müşfik bir yaratıcı ve hâmî oluşu sebebiyle Baba olarak zikredilmişken, hıristiyanlar bu ismi kötüye kullanmışlardır. 86* "Selâmet Reisi" ifadesinîn ise, Hz. Muhammed'e tam olarak uyduğunu söylemek abartılı bir görüş olmasa gerektir. Zira, silm, selâm, selâmet ve îslâm hepsi aynı kökten türemiş olup Hz. Peygamber'in getirdiği son dinîn adlarıdır. Bu son dört isimle ilgili burada yapılan yorumlar, konuyu direkt ilgilendirmemesi nedenîyle, derinlemesine yapılan bir araştırmanın sonucu değildir. Bu konuda, Dinler Târihi sahasında çalışan bilim adamlarının, daha genîş çaplı araştırmalarla mevzuyu inceleyip değerlendirmeleri, meselenîn aydınlanmasına büyük katkı sağlayacaktır.


DipNOTlar:


78* İşaya 9/6 (İstanbul 1985). Bu baskıdan tam yüz yıl önce basılmış eski bîr Osmanlıca tercümede ifade şöyledir: "Zira bize bir çocuk doğdu, bize bir oğul verildi ve ve riyâset onun omuzunda olacak ve ona Acîb Müşîr, Allah el-Kâdir, Ebedî Peder, Selâmet Reisi tesmiye olunacaktır (İstanbul 1885).
79* Bk. Nebhânî, Fezâil-i Muhammediyye, s. 29.
80* "ve tekûnü'r-riyâsetü 'ala ketfihi" şeklinde, bk. İşaya 9/6 (Dâru'l- kitâbi'l-mukaddes fi'ş-şarkı'i- evsat, baskı yeri yok, 1992)
81* Hâkim, el-Müstedrek, H, 577.
82* Bk. Luka 2/11; Yuhanna 3/16; Matta 28/18; Korintoslulara I. Mektup 15/25; Hâkimler 13/18; Tkusa 2/13; Efesoslulara II. Mektup 2/14 (Kitâb-ı Mukaddes, İstanbul 1885, s. 789, dipnotlar).
83* Matta 28/18.
84* Korintoslıılara I. mektup 15/25.
85* Bk. Nebhânî, Fezâil-i Mııhûmmediyye, s. 30. Bu isim Allah için kullanıldığında "Kâdir"; Hz.Peygamber için kullanıldığında ise "Kadîr" şeklindedir. Bu yüzden Nebhânî bunu Allah Rasûlü'nün ismi olarak "Abdülkâdir” şeklinde vermiştir.
86* Dâvud, Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed, s. 20-21.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

SONUÇ:

Tüm bu anlatılanların ışığında bu çalışmada varılan sonuçlar hakkında şunlar söylenebilir: Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasında, görgü şahitlerinîn algılama ve anlatma kapasitesine göre değişik şekillerde tasvir ettikleri bir et parçası veya irice bir benîn olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Bu ben, kaynaklarda genellikle peygamberlik mührü anlamına gelen "hâtemü'n-nübüvve" diye isimlendirilmiştir. Bu tabirin ne ifade ettiği hususu beraberinde farklı anlamaları ve anlamlandırmaları tevlid etmiştir. Selmân-ı Fârisî'nîn hayat hikayesinden bâriz bir şekilde ortaya çıktığı üzere, önceki kitap ehlinîn Hz. Peygamber'in sırtındaki bu benden haberdâr olduk-ları anlaşılmaktadır. Selmân-ı Fârisî'nîn, Allah Rasûlü Medine'ye hicret eder etmez, hemen onun yanına gelip müslüman olmasından hareketle, nübüvvet mührüne ilişkin bilginîn Medîne döneminîn başından itibaren yaygınlaştığı söylenebilir.

Öyle anlaşılıyor ki, zaman içerisinde bu bene mucizevî bazı anlamlar yüklenmiş ve Hz. Peygamber'in nübüvvetinî ispat eden kanıtlar arasında, bu yönü ağır basan bir manada sayılmıştır. Dolayısıyla sözkonusu olağanüstülük anlayışının bir uzantısı olarak, bu benîn doğuştan olmadığı ve fakat genellikle şerhu's-sadr rivâyederiyle irtibatlandırılarak sonraki bir dönemde melek tarafından âdeta bir mühür şeklinde vurulduğu kabul edilmiştir. Halbuki bu iddiaya delil olarak getirilen rivâyetler tahlil edildiğinde, bunların hem sened hem de metin açısından pek çok zaaflarının bulunduğu ve itimâda şâyan olmadıkları görülmektedir. Aynı şekilde bu benîn doğuştan olduğunu gösteren rivâyetler de sahih olarak nîtelendirilemez. Ancak konuyla ilgili bütün sahih rivâyetlerde, bu benîn olağanüstülüğünü gösteren Hz. Peygamber'in ağzından bir ifadenîn bulunmaması, mezkur benîn doğuştan gelen tabiî bir fizyonomik durum olduğu kanaatinî haklı çıkarmaktadır. Nîtekim bu konuya dair sahîh rivâyetler, sadece nübüvvet mührünün çeşitli tasvirlerinî içermektedir. Ayrıca Ebû Rimse et-Temîmî hadisi de bunun tabiî bir ben şeklinde algılandığını destekler mahiyettedir.

Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in sırtındaki bu ben, bir yönüyle onun peygamberliğinî ispat eden delillerden sayılabilir. Bu cihet, kitap ehlinîn sözkonusu ben hakkında bilgisinîn olması yönüdür. Onlara, ileride gönderilecek son peygamberin fizik süretinden bahsedilirken, onu tanımaya yarayacak ayırıcı bir özellik olarak, iki kürek kemiği arasında irice bir benîn olacağı bildirilmiştir, Zira bu tür bir ben insanlar arasında çok sık görülmez. Dolayısıyla bu benîn, Hz. Peygamber hakkında mümeyyiz bir vasıf olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle, sırtında bu ben bulunmayan birisi, asla geleceği bildirilen son peygamber değildir. Ancak çok nadir de olsa, sıradan herhangi bir insanda Hz. Peygamber'de bulunan bu bene benzer bir ben bulunabilir. Fakat sadece bu ben, o insanın peygamberliği için yeterli bir kanıt değildir. Netice itibariyle, "nübüvvet mührü" kavramının içinîn, yukarıda uzunca değerlendirilmeye çalışılan olağanüstülük anlayışıyla izah edilen rivayetlerle değil; önceki kitap ehline geleceği bildirilen son peygamberin, fizik süretinde tanınmasını sağlayacak tabiî bir ben şeklinde doldurulmasının daha doğru bir yaklaşım olacağı söylenebilir.



BİBLİYOGRAFYA

* Ahatlı, Erdinç, Muhaddislere Göre Peygamberlik Delilleri (Delâilü'n-nübüvve), (Doktora Tezi), Marmara Ünîversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1999.
* Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah, Müsnedü Ahmed b. Han bel, I-VI, İstanbul 1402/1982.

* Ali b. Rab ben et-Taberî, ed-Dîn ve'd-devle fi isbâti nübüvveti'n-nebiyyi Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem (nşr. Âdil Nüveyhıd), Beyrut 1402/1982.

* Ali el-Kârî, Nûreddîn Ali b. Muhammed, Şerhuı’ş-Şifâ li'l-Kâdî 'Iyâd, II-I, Beyrût ts.
………, Cem'u'l-vesâil fî şerhi'ş-Şemâil, I-II, Karaçi ts.

* Aydınh, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 1987.
—Sünen-i Dârimî (Tercüme, Şerh ve Tahkik)y I-VI, İstanbul 1994.

* Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed, 'Umdetü'l-kârî şerha Sahîhi'l-Buhârî, I-XX, Mısır 1392/1972.

* Beycûrî, İbrâhîm, el-Mevûhibü'l-ledünnîyye 'ale'ş-Şemâili'l-Muhammediyye, İstanbul ts.

* Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, Deîâilü'n-nübüvve ve ma'rifetü ahvâli sâhibi'ş-şerîa. (nşr. Abdülmu'tî Kal'acî), I-VII, Beyrût 1405/1985.

* Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâîl, Sahîhu'l-Buhârî (el-Câmi'u's-sahîh), I- VIII, İstanbul 1401/1981.

* Cisrî, Hüseyin, Risâle-i Hamîdiyye (trc. Manastırlı İsmâîl Hakkı, sadeleştiren: Ahmet Gül), İstan bul 1980.

* Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdurrahmân, Sünenü 'd-Dârimî, I-II, İstanbul 1401/1981.

* Dâvud, Abdulahad, Tevrat ve İncil'e Göre Hz. Muhammed (trc. Nusret Çam), İzmir 1988.

* Ebu'l-Kâsım el-Isbahânî, İsmâil b. Muhammed, Delâİlü'n-nübüvve (nşr. Müsâid b. Süleymân er-Râşid el-Hamîd), I-IV, Riyad 1412.

* Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvud, I-V, İstanbul 1401/1981.

* Ebû Hâtim er-Râzî, A'lâmü'n-nübüvvc (nşr. Salâh es-Sâvî-Gulâm Rıdâ Âvânî), Tahran 1977.

* Ebû Nuaym el-Isfehânî, Deîâilü'n-nübüvve (nşr. Muhammed Ravvâs Kai'acî- Abdülber Abbâs), Haleb 1390/1970 (I. cüt)-1392/1972 (II. cüt).

* Erul, Bünyamin, Sahabenîn Sünnet Anlayışı, Ankara 1999.

* Hâkim, Ebû Abdullah en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek 'ale's-Sahîhayn (nşr. Yûsuf Abdurrahmân el-Mer'aşlî), I-IV, Beyrût ts.

* Hamidullah, Muhammad, îslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti) (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1411/1990.

* Heysemî, Nûreddîn Ali b. Ebû Bekr, Mecma'u'z-zevâid ve menbe'u'l-fevâid, I-X, Beyrût 1402/1982.
……., Keşfü'l-estâr (an zevâidi'l-Bezzâr 'ale'l-kütübi's-sitte (nşr. Habîburrahmân el-A'zamî), I-III, Bcyrût 1404/1984.

* Irâkî, Ebü'1-Fadl Zeynüddîn b. Abdürrahîm b. Hasen, Zeyl 'alâ Mîzânî'l-i'tidâl (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), Beyrut 1407/1987.

* İbn Belbân, Alâaddın Ali el-Fârisî, el-îhsân fî takrîbî Sahîhi İbn Hibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), I-XVnî, Beyrût 1412/1991.

* İbn Ebû Şeybe, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah, el-Musannef fî’l-ehâdîs ve'l-âsâr (nşr. Saîd el-Lahhâm), I-XI, Beyrût 1409/1989.

* İbn Ebû Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahmân er-Râzî, Kitâbü '7-cerh ve 't-tâ 'dîl, I- IX, Beyrût 1371/1952.

* İbn Ebû Usaybia, Uyûnü'l-enbâ 6. tebakâti'l-etıbbâ (nşr, Nîzar Rıza), Beyrut 1965.

* İbn Hacer, Ahmed b. Ah el-Askalinî, Fethu 'l-bâri bişerhi Sahîhi'l-Buharı (nşr. Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz), I-XIII, Beyrût ts.
……., Lisânü'l-mîzân, I-VII, Kâhire ts.
….., Takrîbü 't-Tchzîb (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), MI, Beyrût
1395/1975.

* İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed, Kitâbü's-sikât, I-IX, Haydarâbad 1401/1981.

* İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîratü 'n-nebeviyye (nşr. Mustafa es- Sekkâ-İbrâhîm el-Ebyârî-Abdülhafîz Şelebî), I-IV, Beyrût 1410/1990.

* İbn İshâk, Muhammed b. İshâk b. Yesâr, Sîratü İbn îshâk el-müsemmâ bi kitâbi'l- mübtede' ve'l-meb'âs ve'l-meğâzî (nşr. Muhammed Hamîdullah), Konya 1401/1981.

* İbn Kesîr, Ebu'l-Fidâ İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve'n-nîhâye (nşr. Ahmed Abdülvehhâb Füteyh), I-XIV, Kâhirc 1413/1992.
……, es-Sîratü 'n-nebeviyye (nşr. Ahmed Abdüşşâfî), I-II, Beyrût ts.

* İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenü İbn Mâce (nşr. Muhammed FuAd Abdülbâkî), İstanbul 1401/1981.

* İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Muhtasaru Târîhi Dımeşk l'İbn-i 'Asâkir (nşr. Ravhiyye en-Nahhâs-Rıyâd Abdülhamıd Murâd-Muhammed Mutî' el- Hâfiz), I-XXIX, Dımeşk 1404/1984.

* İbn Mende, Muhammed b. İshâk b. Yahyâ, Kitâbü'i-îmân (nşr. Ali b. Muhammed b. Nâsır el-Fakîhî), I-II, Beyrût 1406/1985.

* İbn Sa'd, Muhammed b. Menî', et-Tabakâtü '1-kübrâ (nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ), I-IX, Beyrût 1410/1990.

* İbn Seyyidinnâs, Ebu'l-Feth Muhammed b. Muhammed, ' Uyûnü'l-eser â fiinûnî'l- meğâzî ve'ş-şemâil ve's-siyery I-II, Beyrût ts.

* Kâdî 'Iyâd, Ebu'1-Fadl el-Yahsûbî, eş-Şifâ bi ta'rîfi hukûki'I-Mustafa, I-II, Beyrût 1409/1988.

* Kastalânî, Ahmed b. Muhammed, el-Mevâhibü'l-ledünnîyye bi'l-minahi'l- Muhammediyye (nşr. Salih Ahmed eş-Şâmı), I-IV, Beyrût 1412/1991.

* Kettânî, Muhammed Abdülhay, et-Terâtibu'l-idâriyye, Hz. Peygamber'in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar (Kaynakların tespiti ve ilâvelerle trc. Ahmet Özel), I-III, istanbul 1990.

* Kitabı Mukaddes Eski ve Yem Ahit (Tevrat ve İncil), İstanbul 1985.

* Kitab-ı Mukaddes, Yanî Ahd-i Atîk veAhd-i Cedîd, İstanbul 1885 (Boyacıyan Agop Matbaası).

* Koksal, Mustafa Asım, İslam Tarihi (Mekke Devri), I-VII, İstanbul 1987
* Mâverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammcd, Aİâmii'n-nübüvve (nşr. Muhammed el- Mu'tasımbiliâh el-Bağdâdî), Beyrût 1407/1987.

* Münâvî, Abdürraûf, Şerhu'ş-Şemâil, Karaçi ts. (Ali el-Kârî'nîn CemVl-vesâü fî şerhi'ş-ŞemâiTinîn kenarında).

* Müslim, Ebu'l-Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim (nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-V, İstanbul ts.

* Nebhânî, Yusuf b. İsmâü, Fezâil-i Mııhammediyye, Hz. Muhammed'in Fazilcderi (trc. Fethi Güngör), İstanbul 1996.

* Nesâî, Ahmed b. Ali, Sünenü'n-Nesâî, I-VIII, İstanbul 1401/1981.

* Nevevî, Muhyiddîn Yahyâ b. Şerefuddîn, Sahîh-i Müslim bi şerhi'n-Nevevî, I-XVIII, Beyrut 1392/1972.

* Ömerî, Ekrem Dıyâ', es-Sîratü'n-nebeviyye es-sahîha, I-II, Medîne 1412/1992.

* Sâid el-Endelusî, Tabakâtü'l-ümem (nşr. Hayeh Bualvân), Beyrût 1985.

* Sâ'âtî, Ahmed Abdurrahmân el-Bennâ, Minhatü'l-ma'bûd fî tertibi Müsnedi't- Tayâlisî Ebî Dâvud, I-II, Beyrût 1400.
* Sıddîk b. Hasen Han, Ebu't-Tayyib, es-Sirâcü'l-vehhâc min keşfî metâlibi Sahîh-i Müslim b. el-Haccâc (nşr. Abdüttevvâb Heykel), Devha/Katar 1995.

* Suyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, el-Hasâisu'l-kübrâ ev kifâyetü't-talibi'l-lebîb fî hasâisi'l-habîb (nşr. Muhammed Halil Herrâs), Mü, Mısır 1387/1967.

* Süheylî, Abdurrahmân, er-Ravdu'l-ünüf â şerhi's-Sîrati'n-nebeviyye l'İbnî Hişâm (nşr. Abdurrahmân el-Vekîl), I-VII, Kahire 1387/1967.

* Şâmî, Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî, Sübülü'l-hüdâ ve'r-raşâd S. sîrati hayri'l-'ıbâd (nşr. Mustafa Abdülvâhid), I-VIII, Kâhire 1410/1990.

* Şiblî, -Mevlânâ, Asr-ı Saadet (îslâm Tarihi) (trc. Ömer Rıza Doğrul), I-V, İstanbul 1978.

* Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu'r-rusül ve'l-mülûk (nşr. Muhammed Ebu'1-Fadl İbrâhîm), I-X, Kâhire ts.

* Tayâlisî, Ebû Dâvud Süleymân b. Dâvud, Müsnedü't-Tayâlisî, Haydarâbâd 1321. Tirmizî, Ebû îsâ Muhammed b. îsâ, Sünenü't-

* Tirmizî, I-V, İstanbul 1401/1981.

* Ukaylı, Ebû Ca'fer Muhammed b. 'Amr, Kitâbu'd-du 'afâi'l-kebir (nşr. Abdülmu'ti Emin Kal’acî), I-IV, Beyrût 1404/1984.
* Yardım, Ali, Peygamberimiz'in Şemaili, İstanbul 1997.

* Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Mîzânü'l-i'tidâl â nakdı'r-ricâl (nşr. Ali Muhammed el-Becâvî), I-IV, Beyrût ts.
….. , el-Muğnî â'd-du'a/a (nşr. Nûreddîn 'Itr), I-II, Haleb 1391/1971.
…., Târîhu'l-îslâm ve vefeyâtü'I-meşâhîri ve'l-a'lam (es-Sîratü'n-nebeviye) cildi (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmurî), Beyrût 1409/1989.
…., Telhîsul'i-Müstedrek (nşr. Yûsuf Abdurrahmân el-Mer'aşlî), I-IV, Beyrût ts (Hâkim'in el-Müstedrek'iyle birlikte).

* Zürkânı, Muhammed b. Abdulbâkî, Şerhü'l-'allâme ez-Zürkânî 'ale'l-Mevâhibi'l- ledünnîyye li'l-Kastalânî, I-VIII, Beyrût 1393/1983.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim ile nun
Üye
Üye
Mesajlar: 48
Kayıt: 08 Kas 2012, 18:22

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen mim ile nun »

Allah razı olsun
Muhabbet benliğin en mühim merhemidir ⊙
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MÜHR-ü NÜBÜVVET

Mesaj gönderen kulihvani »

NübüVVet MüHRü.:

Kaynaklarda güvercin veya keklik yumurtası/gerdek çadırının düğmesi, yumruk halinde veya insan bedeninde çıkan siğile ve daha başka şeylere benzetilerek yapılan bu tasvirlerin ortak noktası, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sırtında iki kürek kemiği arasında, sol kürek kemiğine yakın irice bir et parçasının bulunduğudur..

Geniş bilgi için bkz..: İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VII, 447; Ahmed b. Hanbel, V, 107; Buhârî, Vüdû‘ 40; Müslim, Fedâil 110, 112; Tirmizî, Menâkıb 11; İbn Belbân, el-İhsân, XIV, 207, 209, r. 6298, 6301..
Resim
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön