Muhammed(SAV),değerli inci, Allah’ ın rahmeti

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Muhammed(SAV),değerli inci, Allah’ ın rahmeti

Mesaj gönderen Gariban »

Resim

Muhammed (SAV), en değerli inci, Allah’ ın rahmeti

M. R. Bawa Muhaiyaddeen

Orijinal Adi:
Resonance of Allah:
Chapter 17. A hadith. Muhammad (SAW) the Precious Pearl, Allah’s Grace (Rahmat)


M. R. Bawa Muhaiyaddeen
The Fellowship Press Philadelphia,


Tercüme: Barbaros Sert

Bu kitabın telif hakları aşağıda adresi verilen kuruma aittir:
Copyright©1997
The Bawa Muhaiyaddeen Fellowship
5820 Overbrook Avenue, Philadelphia, Pennsylvania 19131, USA


Resim

M.R.Bawa Muhaiyaddeen Hakkında :

M.R.Bawa Muhaiyaddeen’in kişisel öz geçmişi hakkında , 50 yıl önce Sri Lanka’nın ormanlarında belirmesi ve kendisinden öğretmesi istenilmesinden öncesine ait çok az bir bilgi mevcuttur. O zaten kendisinden çok nadiren bahsetti ve asla bir Tanrı üzerinde odaklaşmaktan sapmadı.

Hakikat hiç bir sınır ve çevreleyen bölümlere sahip olmadığından, asla herhangi bir dinle sınırlanamaz .
Böylece, tamamiyle ümmi olmasına rağmen, bir Hintliyle Tanrı hakkında hinduizm’in detaylı sözcükleriyle konuşurdu, bir yahudi yada katolik ile katoliklik ve yahudiliğin detaylı terimleriyle konuşurdu, bir müslümana da İslâm’i terimler ile konuşurdu.
Fakat bir ateiste karşı bir araba tamircisiymis gibiydi ve Tanrı hakkında arabalarla ilgili teknik kelimelerle konuşur, her ne sözcük kişiye kolay gelirse ona öyle açıklama yapardı.

Onun fiilleri konuştuğu hakikatin yaşayan bir örneğiydi.
O o anda her ne gerekliyse, o hakikatin bir örneğiydi.
O, bazen kendini “karınca adam” olarak adlandırırdı yada en küçük karıncadan bile daha küçük olan bir karınca.

M.R .Bawa Muhaiyaddeen artık fiziksel olarak bizimle değil. 8 Aralık 1986’da vefat etti.
Gerçek ve kesinlikle saf bir veli bulmak enderden de enderdir.
Tamamen Tanrının niteliklerine teslim olmuş, söyledikleri ile ve kendi ile arasında herhangi bir boşluk bulunmayan, söyledikleri hakikat olan bir kişiyi bulmak çok zordur.
Böyle bir kişiyi bulmak , onunla kendimizi bulabilip hakikatlerimizi görebileceğimiz bir saf aynayı bulmak gibidir.
Böyle mükemmel bir rehber, tanrıyla sürekli olarak bağlantıda yaşar.
Bu bağlantı asla doğmaz ve asla ölmez.
Bu bağlantı şeyh ve Tanrının hakikatının öğretileridir.

Bu tanitim Bawa Muhaiyaddeen’in Dostları adlı sitenin Bawa hakkında yazdığı tanıtımdan türkçeye çevrilmiştir.
Orjinali için bkz. “http://www.bmf.org”


Çevirmenin ön sözü:

Sevgili dostlarım bu metin Bawa Muhaiyaddeen (ks)’nın yazdığı “The Resonance of Allah: Allah Rezonansı” adlı kıtabın 17. bölümünün çevirisidir.
Çeviri, BMF’nin yayımladığı ingilizce kitaptan yapılmıştır.
Elimden geldiğince metni birebir çevirmeye gayret ettim, metnin içinde parantez içinde Kur’ânda işaret edilebilecek âyetleri kendi anladığım ölçüde referans olarak vermeye çalıştım, eğer bu referanslarda bir yanlışlık varsa bu bana aittir.
Bunu yaparken niyetim; okuduğumuz metinlerde saklı bir çok âyet olduğunu farkettirmektir.
Fakat takdir edersiniz ki böyle velilerin sözlerinin ardındaki hakikatleri tamamen görebilmek benim gibi bir acizin harcı değildir.
Her okuyanın kendi ilmi nisbetinde faydalar bulacağını umuyorum.
Hatalarımın ve eksiklerimin şerrinden Allah’u Teâlâ’nın rahmetine sığınırım.



17.Bölüm

Resim


Muhammed (sav), değerli inci, Allah’ ın rahmeti

Allah’ın yüceliğini (sanını) sadece Allah bilir.
Kudretini ve yarattıklarını sadece Allah bilir.
Âmin.

Bismillâhirrahmânirrahîm,

Zâhir olan ve görünmeyen dünyaları (alem ve ervah) yaratan Allahu Teâlâ, her üç dünya (mubarekât [1] ) içinde bereket olmak üzere, onun rahmet yağmurlarını indirdi.
Muhammed (SAV), paha biçilmez inci (Mutham Muhammed), onun en değerli serveti (rahmet ), öyle nadir ve bilmesi zor, bu dünya üzerine âhiret üzerine ve heryerin hepsi üzerine dökmek için. Sayısız milyonlarca harika yaşam, yaratıklar ve yeryüzünde, göklerde ve her yerde yaşayan canlılar;
Ve yeryüzünde, tepelerde ve göklerde var olan bütün ruh yaşamlar;
Hevesli bir şekilde, Allah’ ın rahmeti [2] olan incilerin yağmurunun titreşimini, sesini ve tınlamasını beklerken,
başlar eğilmiş, kalbler [3] erirken ve iç kalbleri açık, imanlarını muhafaza eder bir şekilde beklerlerken, arzuyla bekliyen eğilimlenmiş kulaklara,

“O”nun “Mutham Muhammed” (Muhammed Merhamet incisi) denilen mübarek yağmuru, üç dünya [4] üzerine de döküldü.

[1] Mübarekât: Tamil dilinde “mu” ön eki “üç” demektir. Berekât; arapçada bereketler, meymenetler, saâdetler, mutluluklar demektir. Tasavvufta İlâhî ve Muhammedî Bilelik Birrinde buluşmadır. Akdeniz'e ulaşan damla Akdeniz'dir. Damladır, deryadır. Mu+ Berekât ise bu nedenle üç dünya içinde bereketler yahut üç kez bereketli gibi bir mânâya işaret eder.
Muhammedî Haikkat’a ulaşım yolu olan üç makam; MuhammedîŞeriat, Muhammedî Tarikat, Muhammedî Mârifet üçlüsü…
Belki de “Muhammed” ismindeki üç mim’e işarettir.


[2] Rahmeti: Allah’ın hiç dinmeyen ve değişmeyen rahmet ve bütünlük serveti. O’nun merhameti, affediciliği ve şefkati, inayeti ve serveti. Allah’tan aldığımız bütün iyi şeyler O’nun rahmeti olarak adlandırılır. Allah’taki her şey rahmettir, ve eğer O bu rahmeti verseydi, bu bizim için sınırsız ve bitmeyen bir servet olurdu. Dünyevi servet (değişmeye ve yok olmaya mahkum olan bir servet) O’ndan atılmıştır (ihraç edilmiş, çıkarılmış).

[3] Kalbler: iç kalb. Birisinin içinde tek başına dürüp, yalnız BİR olana ibadet ettiği mâbed. Fuad.

[4]Üç dünya: Yaradılışın başlanğıcı, bu dünya ve âhiret.


Resim

Paha biçilmez değerdeki damlalar düşmeye başladığında, okyanusun derinliklerinden bir istiridye yüzeye yükselir, imanını muhafaza ederek (yukarıda tutarak) derki :

“Yâ Mutham Muhammed!
Her iki dünyada da benim kurtarıcım!
Ey Allah’ ın rahmet nuru olan yağmur!
Ey rahmet incisi!..”


Ağzı açık , bu tınlamaya (rezonansa) dikkatini ve bakışını odaklaştırmış bir biçimde, pür dikkat ile orada kalır (yüzeyde bekler).


Resim

Tam bu anda ağzına, Allah’ ın rahmet yağmurundan iki damla düşer. İstiridye, ağzını derhal kapatıp, değerli damlaları [5] saklamak ve muhafaza etmek için , okyanusun derinliklerine iner ve kendisini kayalıklı bir tepe üzerine yapıştırır,
Kendini özenle besler ve korur,
Vakta ki rahmet incisi ağzında şekil alana ve olgunluğa erişinceye ve hakiki değerinde değerlendirileceği zamana kadar.
Bu zamana kadar, istiridye okyanusun yatağında bu kayaya sıkı bir şekilde yapışır, onu asla bırakmaz.

[5] Hurma ağacı üzerinde bir kez meyveler belirmeye başladığında, belirli sıcaklıkta bir rüzgarın onları olgunlaştırmasına ihtiyaç duyarlar. Sadece, hurma ağacı ve onun meyveleri bu rüzgarı hissedebilirler. Diğer meyveler bundan etkilenmezler. Fakat hurma ağacının kendine ozgü doğası, meyvelerinin olgunlaşması için kızgın bir rüzgara ihtiyaç duyar.

Buna benzer bir şekilde, bir istiridye belirli bir çeşit soğuk yağmura ihtiyaç duyar. Bütün yağmurlar aynı değildir. Soğuk bir rüzgar eşliğinde gelen bu özel yağmur, denize yılda sadece bir ya da iki kez yağar. Bazen bu bir kaç saniyedir, bazen de 4-5 dakika sürer. İstiridye bu yağmurun geleceğini sezinler ve yüzeye yükselerek ağzı açık bir şekilde bekler. Ağzına bir damlanın yarısı kadarı dahi düşse bile, bu damla paha biçilmez bir inciye dönüştürülecektir.

İnsan içinde bu böyledir. Gayret gösterdiği, çabaladığı sırada, doğru bir an da irfan (hikmet) yağmuru yağar. Bu yağmuru umarak hevesli bir şekilde beklerse, bu onun açık kalbinin içine düşecektir. İrfan incisi olgunlaşana dek, derhal bu kalbi dikkatli şekilde korumaya çabalamalıdır.

Böylece hurmalar sadece sıcak rüzgar esdiği zaman olgunlaşacak, istiridye inciyi sadece özel bir yağmuru aldığı zaman şekillendirecek, ve insan da (eğer kalbini niyetli bir şekilde hazır tutarsa)bir ya da diğer bir yolla, zamandan zamana, insanlık için düşen rahmet yağmuruna ulaşır.

Bu nedenle, yorulmaksızın çalışmaya devam etmeliyiz. Ve eğer hazır bir durumda kalırsak, ilahi ilim (marifet, hakikat ilmi) incisine dönüşecek olan irfan yağmuruna ulaşabiliriz. Her söz, aldığımız her irfan telaffuzu değerli bir inciye olgunlaşacaktır. Bizim irfandan ” gnana muthu”, ilahi ilim incisi diyerek bahsetmemizin sebebi işte bu dur.


Bu sırada, günlük ekmeğini dalıp inci çıkartarak kazanan adamlar, patronlarına yalvararak :
“Biz çok açız! Ne olur bize yiyecek satın alabilmemiz için 5 rupi [6] ver, o zaman biz de sana inci çıkarmak için dalarız!” derler.

Böyle söyleyerek, önden peşin bir ücret alırlar, onu eşlerine ve çocuklarına verirler, ve böylece inci istiridyeleri çıkarmak için dalmaya giderler.

Fakat Allah ve Resûlünü kalblerinde korurlarken ve tesbih ederlerken, saf olanın bulunduğu kalbi saflaştırırken,
Dualarını kendi yaşamları (çıkarları) aşkı için eden bazı diğer kişiler vardır ki,

Bunlar gider dualarının tüccarlığını yaparlar ve :
“Gelin! Bakın! Allah ve Resûl’ü bununla.
Bana 5 rupi ver, yarın Kur’ân-ın 30 cüzünü okuyacağım!” diyerek fiyat üzerinde sıkı pazarlık yaparlar.

Evden eve ve kapıdan kapıya sürünerek, Kur’ân’ ın içindekilerin tüccarlığını yaparak ve onun fiyatını 2 rupi’den 10 rupi’ye herhangi bir fiyat ile fiyatlandırarak, Kur’ân’ı kendi bencil amaçları uğruna rehine (ipotek) ederler ve Kur’ân’ı geçimleri için okurlar (*).

(*) İsaret edilen hadis:433 –….Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)`in söyle söyledigini isittim: "Kim Kur`ân okursa (isteyecegini) Allah`tan istesin. Zira bir takim insanlar zuhur edecek, onlar Kur`ân okuyup, okuduklari mukabilinde halktan (dünyalik) isteyecekler.”
(Tirmizî, Sevabu`l-Kur`ân 20, 2918.)

[6]Rupi: Sri Lanka ve Hindistan’ın para birimi.

Böylece , bu insanlar, Allah ve Muhammed (SAV)’i tanıyan (bilen) bir iman halinden noksan ,
Ve “NÛR” olan inciyi tanıyamamanın gafleti içerisinde,
Bu incileri Allah’ ın rahmetinin bahr-ul ilmi [7] olan İlahî ilmin okyanusunun derinliklerinde saklı oldukları yerden çıkarırlar ki,
Onlar o yerde “O” nun ismini yüceltiyorlar, kendilerini unutuyorlar ve sadece Rabb’lerini zikrediyorlardı.

[7]Bahr-ül ilm: İlim okyanusu yahut denizi.


Resim

Bu paraya karşılık olarak (kendi kazancı için alınan) okyanusa atlarlar, derinliklerde bulunan istiridye kabuklarını koparıp çıkarırlar ve patronlarına verirler ki patronları 4 istiridye için 1 sent öder.
Böylece aldıkları 5 rupi için, patronlarına 2000 istiridye çıkarmak zorundadırlar.
Patron istiridyeleri 4 taneye 1 sent ödeyerek dalgıçlardan alır ve herbirini 5 ya da 10 sente satar.
Sonra istiridye ticareti bilen bir iş adamı gelir bütün istiridyeleri toptan satın alır,
Onları suyla dolu bir varilin içine koyar ve onları çürümeye bırakır.
Bir süre sonra , gelip istiridyeleri pisliklerden temizlemek için tekrar tekrar yıkar,
Sonra içlerinde büyümüş olan incileri çıkarır ve onları parçası yarım milyon yada 1 milyon rupiye incinin değerinden anlayan simsarlara sunar.

Oğlum!

İstiridye gibi, istikrarlı kati bir imana sahip kimseler de (Allah’ ı bilerek ve rahmet yağmurunun rezonansını, onun rahmeti olan elçisi Resûlü bilerek kazanılmış olan iman) ağızları açık bir şekilde beklerler,

Yukarı doğru bu yağmura hevesli bir şekilde bakarlar,
Ve iki inci damlası “ALLAH ve MUHAMMED” (açıklama için ileriye bkz) ağızlarına düşer, onlar bu damlaları alıp kendi derinliklerine götürür, korur ve şefkatlice severler,
Selâmetle kalbdeki Kâbe’yi, Allah’ın evini açarlar,
“El hamd” denilen iç kalbin okyanusunun derinliklerine girerler,
Ve derinliği doğru bir şekilde ölçerek,
Sıkı bir şekilde “Bismillâhirrahmânirrahîm” kayasına tutunurlar…

(Çevirmen-Barbaros Sert: Bu kısımda Mesnevi’deki çenk çalan ihtiyar hikayesinde Mevlânâ hazretlerinin (ks) böyle bir bekleyişi anlatımını bu yazıya referans etmeyi uygun gördüm:

“Peygamber : “Hakk’ın güzel ve temiz kokuları, bu günlerde esecek o vakitlere kulak verin, aklınız o vakitlerde olsun ki, bu çeşit güzel kokuları alasınız, bu fırsatı kaçırmayınız” dedi.
Güzel koku geldi, sizin haberiniz yokken esip, esip gitti... Dilediğine can bağışlayıp geçti. Başka bir koku daha erişti; uyanık ol ey arkadaş,
Uyanık ol ki bundan da mahrum kalmayasın!
Ateş meşrepli olan can, ondan ateş söndürme kabiliyetini kazandı. Hoş olmayan can, onun lütfu ile hoş bir hale geldi. Ateşli can, onun yüzünden söndü.
Ölü, onun aydınlığından kaftan giyindi.Bu tazelik, Tubâ ağacının tazeliği; bu hareket, Tubâ ağacının hareketidir. Halkın hareketlerine benzemez.
Eğer bu ebedi nefha, yere göğe nazil olsa yer ehliyle gök ehlinin ödleri su kesilirdi. Esasen bu nihâyeti olmayan nefhanın korkusundan, gökler, yeryüzü ve dağlar o emaneti yüklenmekten çekindiler.
“Feebeyne en yahmilneh┠âyetini okuda gör!
Korkusundan dağın yüreği kan olmasaydı “Eşfekna minha” denir miydi?
Bu Tanrı kokusu dün gece bize bir başka türlü zuhur etti, fakat birkaç lokma geldi, kapıyı kapadı. Lokma için bir Lokman rehin oldu.
Şimdi Lokman'ın sırası; ey lokma sen çekil.
Bir mihnet ve meşakkat lokması yüzünden Lokman'ın ayağına batan dikeni çıkarın. Onun ayağında diken değil, gölgesi bile yok.
Fakat siz, hırstan onu fark edemiyorsunuz...)


“İnna aradnel emanete ales semavati vel erdi vel cibali fe ebeyne ey yahmilneha ve eşfakna minha ve hamelehel insan innehu kane zalumen cehula : Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72) )

Bu incileri derinliklerden çıkardıktan sonra, pazarlıkçılar bunları yol kenarına yayıp, 1600 kabuğu 4 rupi’ye yani 4 tanesini 1 sent’e işportacılara satarlar.


Resim

Oğul, bunu biraz daha açıklayayım.
Bu istikrarlı, kati ve iman denilen kesin inanca sahip olanlar;
Allah’ ın Resûlünün rezonansını işittikleri,
“İbadet, Tesbih, Selâm ve Salavat ve Zikir” in rezonansını işittikleri zaman ve, Muhteşem Kur’ân’ın rezonansını ve,
Allah Resûlü’nün “Lâ ilâhe illallahu” [8] zikrini işittiklerinde ki bu rezonans bütün yaşamlar tarafından heryerde işitilir…
Ve bütün sonsuzlukta işitilir
(Nur/41, Hadid/1, Haşr/1, Haşr/24, Saff/1, Cuma/1, Tegabun/1’e işaret).

Böyle yaşamlar onu işittiği zaman imanlarını yukarı tutup,
İman kalbini (iç kalbini) açar ve kalbin iman ağzını açık tutarlar,
Tam bu anda, ALLAH – MUHAMMED [9] denilen parıldayan nur (iki inci damlası gibi) bu kalbin ağzından : “Es selâmu a’leykum! “ diyerek içeri düşer.

[8] Lâ ilahe illallahu: Bu kelimenin iki görünüşü vardır. “Lâ ilahe” yaratılmış şeylere (sıfatların mânâlarının zuhuruna) işaret ederken “İllallahu”ise Allah’ın zatına işaret eder. Bütün bu zuhur edenler, bütün hilkat “Lâ ilahe” ile gösterilirken. Zuhura gelmiş her şeyi yaratmış olan ise “İllallahu”ile gösterilmiştir. “İllallahu”nun mânâsi” SEN den gayri bir şey yok” tur. İlah olan sadece SEN’sin. Bunu kararlılıkla kabul etmek, birisinin imanını güçlendirmesi, ve sonra bu kelimeyi teyit etmesi İslam’dir. Bawa Muhyiddin bu kelimeyi farklı şekillerde açmıştır:

SEN’den başka ibadet edilmeye layık olan hiç bir şey yoktur, sadece SEN ALLAH’sın.
SEN’den başka hiç bir şey yoktur, sadece SEN varsın.
SEN’in dışında hiç bir hakikat yoktur, Sadece SEN HAKK’ sin.
BEN değilim, Ya ALLAH, Sadece SEN’sin.
BEN değilim, Sadece SEN varsın, Ya ALLAH!


[9] Muhammed (SAV)'e birçok isim verilmiştir, fakat bunlardan 11'i sebepsel olan ve Muhammed (SAV)'e Allah'da olduğu ve açığa çıkarıldığı zaman, Allah tarafından verilmiş isimlerdir. Bütün diğer isimler daha sonra, Muhammed (SAV) açığa çıkarıldıktan sonra verilmiş olanlardır ki bunlar onun vilayetleridir. Bu isimler Muhammed (SAV) Allah’ın parıltısı olduğunda Ervah'ta verilmiştir. Bu parlaklık her insanda vardır ve eğer birisi içeri doğru bakarsa, o bu güzellik olarak görülebilir.İste ALLAH-MUHAMMED denilen parıldayan nur bu aşağıdaki 11 isimden 9. olandır.

Muhammed (SAV)'in Bawa Muhyiddin tarafından açıkladığı bu 11 İsmi:

1.Anathi Muhammed: Açığa çıkmış (Tecellî etmiş).
2.Athi Muhammed: Açığa çıkmamış (Tecellî etmemiş).
3.Evvel Muhammed: Başlangıç ve yaratışın belirmesi.
4.Hayat Muhammed: Ruh, ruhun belirmesi.
5.An'am Muhammed: Bütün yaratılan için Yiyecek, Rızk ya da besin.
6.Ahmed: Kalb
7.Muhammed: Yüzün güzelliği ki kalbin güzelliğinin bir yansımasıdır.
8.Nur Muhammed: Allah'da tamamlılık olmuş ve çıkmış olan, ışık.
9.Allah-Muhammed: Muhammed (SAV)'deki Allah’ın nuru ve Allah'daki Muhammed (SAV)'in nuru. Sınırsız parlak NUR’un orijinalde kendisinden belirdiği, onun Allah’ın mükemmelliğini bir kez daha görmesi durumunda Allah’ın Muhammed (SAV)’e verdiği isimdir. Bu mükemmellikten zuhur ettikten ve bütün hilkatte tahayyün ettikten sonra bu nur bir kez daha kendisini çıkış kaynağında kaybetmiştir. Böylece iki BİR oldu, ve Allah bunu ALLAH-MUHAMMED (SAV) diye adlandırdı. MUHAMMED (SAV) denilen Allah’ın bulunduğu ve oradan konuştuğu damardır. 9 Muhammed isminden dokuzuncusu olan bu en yükseğidir. Bu safhada Muhammed (SAV), O’nun zât ve sıfatlarının Tecellî aracı olmak üzere tamamiyle Allah’ta kaybolmuştur. Sadece Muhammed SAV’in suretinin örtusu (örtünün kendisini kamufle eden aldatıcı görünüş, bahane mânâları da vardır) oradadır, çünkü Allah şekilsizdir (suretsizdir), Muhammed (SAV)’in sureti varlığa zuhur eder ki Görünmeyenin rahmeti ve mükemmel güzelliği görünür olsun.
10.Rathina Muhammed: Yukarıdaki 9 isim birleşince oluşan, 9 kıymetli taştan oluşan mücevher Muhammed.
11.Karanam Muhammed: Sebepsel Muhammed. Tarihin hepsi ve bütün yaratılanın sebebi.


Derhal : “Ve aleykum selâm, Elhamdülillah, er rahmânirrahîm. Amin” diye cevap vererek ağızlarını kapatırlar.
O zaman;
Bu iç kalbin derinliklerine dalarken (iman ya da mükemmel inancın okyanusu), Orada kendilerini saklayıp korurlarken,
“ENE”yi (ego-benlik) inkar edip kendini tanırlarken,
Efendileri olan (Rabbleri) ALLAH’ı bilirlerken (Nefsini bilen Rabb’ini bilir hadisine isaret) ve, Sadece ona hamd ederlerken (Ona olan hamd tek hakiki hamd’dir.),
Bu varlıklar günde 70 bin kez onu över (ona hamdeder) ve ona ibadet ederler,

Günde 70 bin kez secde ederek daima Allahu Teâlâ ve onun Resûlünü kalbin (Allah’ ın rahmeti ile dolu) okyanusunda yerleştirerek ve onları orada daima koruyarak ve onları hep şu kesin beyan ile sıkıca kucaklayarak :

“Lâ ilahe illallah, senin bir eşitin, şerikin ve yardımcın yoktur”

Bunu söylerken, diğerleri tarafından bilinmeyen böyleleri kendilerini, sadece Allah’ ın hakikatini bilmeyle meşgul bir şekilde iç kalbin okyanusunda saklarlar…

* Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Üstelik, kendilerinde bu inciye sahip olan bu varlıklar,
Sürekli Allah’ ı överler, ona yakarıp niyaz ederek :
“Allah’ım! Asıl mucizevî Kur’ân, Senin rahmetinin mucizevî ışığının parlak şekli,
Kati imana sahip olan ve saklı olan hazineyi koruma yeteneği olanlar tarafından korunsun ve aziz sayılsın ki;
Bunlar Senin sabrının güzelliğine,
Senin şefkatinin sûretine ve Senin hakikatine,
Senin adaletine,
Senin dürüstlüğüne,
Senin iç sabrına (sabır),
Senin şükrüne, irfanına (arivu), İlahî tahlili irfan (pahuth arivu), ve İlahî parlayan irfanına (per arivu. Bu irfan seviyeleri icin bölüm sonu notlarina bkz.) sahiptirler!
Amin! Yâ Rabbülâlemin!.”
Bu yönde şimdi ve daima yakarmaya (niyaz etmeye) devam ederler.

Bu mükemmel varlıklar olan İnsân-ı Kâmil’ler;
Allah’ ın zikri ile kendilerini kaybetmişlerken,
Böylece sürekli yalvarırlarken,
“O”nun ilm okyanusunda Allah’a övgü dualarıyla yakarırlarken, Hakiki imanın, sabrın, adaletin, dürüstlüğün, iç sabrın, aklın, kelime-yi şehâdetin, ALLAH - MUHAMMED’in yada Kur’ân’ın hikmetinin (şerefini) değerini farketmeyen bu günlük dünyadaki insanlar, böyle insanlar, mükemmel olanlara saldırmaya, onları ezmeye cesaret ederler.

Tıpkı inci dalgıçlarının ağlarını attığı, istiridye kabuklarını kırıp kopardıkları ve sattıkları gibi aynı şekilde, kendi çıkarları ile motive olan insanlarda illüzyondan oluşan bencil tutkularının ağlarını atarlar.

Allah’ın hakikatini fark etmiş olan ve imanın sarhoş edici özünden içmiş olan ve Allah’ın rahmet okyanusunda büyülenmiş bir halde yatan, mükemmel varlıkları, İnsân-ı Kâmilleri yakalamak maksadıyla illüzyondan [10] oluşan bencil tutkularının ağlarını atarlar.

[10]illüzyondan : Lât. Cisimleri yanlış idrak etme. Meselâ su borusunu yılan
gibi görme.


Bir kere bu dünyanın açlığına ve hastalığına yakalanmış olan bu insanlar, yüceltilmiş olanları yakaladıklarında, onları bu illüzyon dünyasının pazarında satarlar.

Resim

Ve tıpkı inci dalgıçlarının istiridyedeki incinin değerini düşürdükleri gibi,
Bu insanlarda Allah’ ın kati imanını bilmedikleri,
Onun övgüsünün, onun hakikatinin mânâlarını, ya da onların kendi ölüm ve hayatlarının mânâlarını bilmedikleri, onun yerine bu illüzyon dünyasının tutkularıyla hastalandıkları ve bu dünyada da sürekli yaşayacaklarını sandıkları hayali bir inanca tutunarak,
Allah’ın hakikati ve kati imanın parlaklığı ile kendinden geçmiş olan bu mükemmel varlıkları tuzağa düşürecekler ve onlardaki Allah’ın rahmet sûretinin değerini indirip düşüreceklerdir.

Sonuç olarak Allah’ın hakikati etrafa yayılır ve kaybedilir,
O’nun sabrının güzelliği illüzyon dünyasında solar,
İmanın parlaklığı, illüzyon ile gelen tutkuların eşiğinde söndürülür ve aklın (irfanın) parlaklığı onlardan uçar gider (uzaklaşır)…

Bütünlük, adalet ve bütün erdemler onları terk eder ve güvenli bir yer için Allah’ ın rahmet okyanusuna geriye dalarlar.
Orada bu erdemli (faziletli) nitelikler, halen aynı okyanusta ağızları güvenli şekilde kapalı olarak yatan ve gizlenen mükemmel varlıklar da (İnsân-ı Kâmiller) tekrar saklanırlar.

Ve zamandan zamana bir kaçı kaçarak fırsat bulduklarında, başlarını kaldırıp, yukarıda bahsedilen tiplerin ellerine düşmemeye dikkat ederek, bu mükemmel varlıklar tekrar ve tekrar Allah’ ın hakikatini dünyaya açıklarlar.

Fakat bu hakikati açıklayan varlıkları yok etmek ve yıkmak maksadıyla, irfanlarını yitirmiş olan insanlar (Her yüz binin 99,999’u ) bu hakikatin saklı ve mucizevî hazinesini yok etmek için sürekli savaşırlar
(Sebe 34/13’e isaret:”Kullarımdan hakkıyla şükredenler ne kadar da azdır!” ).

Ve dahası,
Bu hakikatin güzelliğini açığa vurmak maksadıyla ve çoğu insana bunu bildirmek için, mükemmel olanlar kapalılıklarının dışına çıkarlar (gizlendikleri örtülerinin ardından kendilerini gösterirler) ve derler ki :

“Benim sevgili oğlum!
Gözümün mücevheri!
Gel ve tad bu harika balı bu parlaklığı ki, bu bütün âlemde ve heryerde parlar,
Bu gerçeklik ki, bütün âlemdeki hakikatın rahmetinin sûretinde durur,
Bu el-iksir ki bütün susuzluğu giderir!
Tad onu ve kendin gör!
Allah-u Teâlâ Noyan’ ın bu mucizevî rahmet gölüne bak!
O sabır ile dolu, şefkatin güzel sûretine sahip dürüstlük ve bütünlük kanunları ile bulunur ve daima var olur, ölümsüz ve bâkidir [/color](sonsuz süreklidir. <Nur 35 ve Rahman 27’e işaret>)

İnsan’ın sûretinde var olan şu göle bak!
Bu göl ki herşeyin hepsini doldurur ve şekilsizlikle karışmıştır. Orada su vardır, orada süt vardır, orada yağ vardır ve orada tatlı bal vardır. Gel iç onu ve kendin gör!”
(Muhammed/15’e işaret),

Oğul!
Saklı kalan mükemmel olanlar, gizliliklerinden soyundukları zaman (Okyanusta saklı yatan istiridyeler gibi) ve bu şeylere işaret edip gösterdiklerinde, istiridyeleri çıkaran ve her birini bir çeyrek sente satan insanlar gibi irfanlarını yitirmiş olan insanlar, mükemmel olanlara :

“Hey, seni aptal!
Ahmak! Cahil ahmak!
Seni iki gözü de kör olan aptal!
Bu güzel dünyada bir insan olarak doğmana rağmen,
ne ondaki harika görünen mucizevî manzaralardan zevk alıyor,
ne yiyeceklerinden zevk alıyor ve lezzetlerini tadıyor (ve böylece bitkinliğini zayıflığını, acılarını ve çilelerini gideriyor),
ne de bu dünyanın sunmakta olduğu zevkleri deneyim ediyorsun!
Bunun dışında daha büyük ne mutluluk olabilir ki seni ahmak?”


diyerek alay edeceklerdir.

Onu böylece tâciz ettikten sonra :

“Bu senin bahsettiğin değerli göl nerede, seni embesil?
Bu harika göl, bu değerli bal, bu lezzetli süt, bu bal bu dünyanın neresinde?”


diyerek onunla dalga geçmeye devam edeceklerdir.

Sevgili oğlum, gözümün mücevheri!

Dört tipte insan vardır :

Birinci tip insan aptaldır.
Eğer ona gölü gösterirsen, deliklerle dolu bir kap ile (kalbur-elek) gelecek ve onu suyun içine daldıracak ve onunla su götürmeye çalışacaktır.

Kalbini, tamamen doldursa bile, kıyıya çıkana kadar içinde hiç su kalmayacaktır.

Bir çok kez kendini beğenen bir tavırla suyu sızan kapla götürmeye teşebbüs ettikten sonra, kabahati rahmet gölünde bulup :

“Bu aptal, ne delilikler geveliyor!
Rahmet suyu ha, gerçekten!
Saflık balı ha!
Bu kapta bir damla bile su göremiyorum?”


Mükemmel olana bir çok yönde tâciz ve hakarette bulunarak, bu aptal insan, sızdıran kabını atıp bırakacaktir. Ona irfanı, hakikati ve Allah’ın rahmetini söylemeden evvel her ne kadar basitleştirsen ve açıklasan da, bu lezzeti tadacak irfan ve algı noksanlığından dolayı, o asla bu açıklamaları kabul etmeyecektir
(Bakara /18,Bakara /171, Rad/19,Hac/46 v.b. Basiretin körelmesini anlatan âyetlere isaret).

ikinci tip ise bir bufalonun doğasına sahiptir.
O’da hakaret edecek ve tâciz edici şekilde bağıracaktır :

“Seni çılgın ahmak! Nerede bu senin göl dediğin şey?
Göster bana. Benim susuzluğumu hiç giderebilir mi?”


Fakat ona gölü gösterirseniz, bu aptal bufalo, susuzluğu gideren rahmet suyunu deneyim etmekten âciz olan, ya da ayna gibi parlayan suyun temizliğini görmekten âciz, ya da onun mükemmel lezzetini bilmekten âciz suda kendi aksini durup seyretmek yerine, acele ile içine baş aşağı dalacak ve heryerini karıştıracak, bozacak ve ona bir sürü çamur karıştıracaktır.

Sadece onu çamurladıktan sonra suyu içmeye çalışacak, ve sonra mükemmel (kâmil) olanı dürtükleyip eğlenerek :

“Hey! Seni embesil!
Sen, bu suyun gümüş gibi olduğunu söylerdin.
Sen, onda yüzünü görebilirsin derdin.
Sen, onun çok tatlı bir lezzette olduğunu söylerdin.
Seni ahmak!
Ben onda sadece çamur kokluyorum.
Burası çamur ve balçık dolu.”


(Resim 7)
Resim

Bu yönde ona hakaret etmeye devam ederek, ağzına gelen herşeyi söyleyecektir.

Gölün içine işeyecek ve pisleyecek, ve yuvarlanıp su sıçratacak.
Sonunda çamurlanmış olduktan ve Allah’ın hakikatinin rahmetini rahatsız etmiş olduktan sonra uzaklaşacaktır (Bakara/ 42, Ali İmran/ 71’e işaret).

Böyle niteliklerle olan bir kişi aptal bufalo tipidir.
Allah’ın hakikatinin rahmetini ona açıklamaya çalışmadan önce bunun bilincinde olmalısınız.

Sevgili oğlum, gözümün mücevheri!
Üçüncü tip bir kalbur gibidir ki o sadece çöplük ve pislikleri tutar.

Onu beslemeden önce, Allah’ın hakiki rahmet balını ne kadar ince ve güzel şekilde rafine ederseniz edin, şikâyet edecek :

“Seni ahmak! Bu ekşi!”

Ya da :

“Bu çiğ lezzette, senin rahmet balı dediğin şey bu mu, a seni aptal? Sen kimi kandırmaya çalışıyorsun?
Ey doğumu bozuk olan!
Ey sihirin karanlık sûreti!
Ey altın Maya (bkz. Bölüm sonu kavramlar.) dünyasının tatlılığını tadmamış olan adam! Kafatasın var ama beynin yok senin.
Dünyanın bütün güzel ve harika şeyleri tam senin gözünün önünde duruyor, fakat sen onların rahatından zevk alamayan ya da sevemeyen ahmak ve aptalın birisin.
Ey aptal! Sen yoksulluğun getirdiği perişan açlığı tatmin edecek kolay vasıtaları kâle almıyorsun.
Ey gözlerinin önünde duran, sevilmeyi bekleyen bütün şeyleri önemsemeyen ve görülmeyen yerlerdeki şeyleri aramak için gezinen.
Nerede senin bu konuşup durduğun rahmet balı?”


Onun irfanı (aklı) bir kalbur gibi olduğundan, ona rahmet balı verirseniz, onun hepsini kalburdan sızdırıp yere akıtacak ve sadece pislik ve kendinden gelen maya’nın pisliğini tutacaktır.
(Ali İmran/ 7, Rad/19, İbrahim/ 52’e isaret).

Resim

Bunu görünce, azarlayacak :

“Hey, seni çılgın aptal!
Sen bunun en ender bal şurubu olduğunu söyledin.
Fakat ben sadece pislik, kurtlar ve böcekler görüyorum !“


Ve hatta o kâmil olan nazikçe söylese bile :

“Canım benim, neden balın sızıp gitmesine izin verdin ve sadece pislik ve çöpü tuttun?”

O mükemmel olana deli bir adam diye hitap edecek ve bütün dünyanın her yerine gidip, tekrar ve tekrar heryerde ona bütün elinde kalan pislik ve çöpü göstererek ona hakaret edip onu kötüleyecektir (Kehf/ 56’ya isaret).

İyi kısımın kalburdan geçmesine izin verdikten sonra, tutup günah dolu fiillerin, yanlışlık ve kıskançlığın, dünyanın artığının ve en şeytani günahların kurtlarla dolu cehennemlerinde yatan kurt ve solucanları gösterime sunacaktır.

O kendisi bütün bu şeytani fiilleri sergileyecektir, fakat mükemmel olana işaret ederek diyecektir ki :

“Bu aptal bunun rahmet balı olduğunu söylüyor!
İşte bu onun hazine diye gördüğü şey!
Bakın ve görün!”


Bu istikamette hakaret etmeye ve azarlamaya devam edecektir.
Her ne kadar hakikatler açıklanırsa açıklansın ve ona verilirse verilsin, ve bu hakikatler ne kadar lezzetli olursa olsun, onun algısı ve irfanı bir kalbur gibi olduğundan, asla onlardan bir yarar görmeyecektir.
(Bakara/18, Zuhruf/40 v.b. Âyetlere isaret).

Gözlerimin mücevherleri!
Dördüncü grup farklı bir çeşittir.
Bu grup kuğu gibidir.
Kuğular, koklama duyularıyla sütün nerede olduğunu keşfedebilir ve onun inek sütümü yoksa keçi sütümü olup olmadığını bilirler. Onlar çok iyi bilirler ki diğer çeşit sütlerde kesinlikle bu ikisi gibi görünürler. Bu yüzden aromayı koklarlar, düşünür taşınırlar ve sonra , onun gerçekte inekten gelen bir süt yada keçiden gelen bir süt olup olmadığına en az bir şüphe dahi duymaksızın emin olduktan sonra, ihtiyaç duydukları sütün bu oldugunu bilerek gelecek ve orada aydınlanacaklardır.

Resim

Marifet ehli Şeyh, bu kuşu gördüğünde düşünecek :

“ Heh! Bu kuğu kesinlikle süt aramaya geldi, kesinlikle milyonlarca kuş kuğu gibi aynı beyazlığa, biçime, gaga yapısına sahiptirler, fakat kuğunun nitelikleri onda yoktur.
Eğer bu kuş hakikaten kuğu ise, bir kuğunun hakiki karakteristik yapısını gösterecektir.”


Bu yönden hareket ederek, ve bu kuğuyu test etmek maksadı ile, Marifet ehli Seyh yarım ölçü süt ile yarim ölçü suyu alacak, onları birlikte iyice karıştıracak ve bu karışımı kuğunun önüne yerleştirecektir.
Şimdi, eğer bu kuş hakikaten bir kuğu ise o, sütü sudan gagası ile ayıracak, suyu ardında bırakarak sadece sütü içecektir.
(Ali İmran/ 7 ve Vakia/79’a isaret).

Marifet ehli Şeyh, kuğunun bitirdiğini gördüğünde arda kalan suyu ölçecektir.
Eğer kalan su miktarı daha önceden döktüğü su miktarına kesinlikle eşit ise, bilecektir ki bu saf bir kuğudur ve rahmet kadehini (ki o onun idrakı ve bilinçliliğidir) Allah’ın rahmetinin parlayan irfanının yağı [11] ile dolduracaktır.

[11] Ghee yağı: Bawa Muhyiddinin ismini kullandığı bu yağ doğu ülkelerinde yemek için kullanılan bir tür saflaştırılmış hayvansal yağdır. Sembolik olarak kullanılmıştır.

Kuğu rahmet fincanında kendi yansımasını gördüğü zaman, vücudunda gördüğü kirlerden kendini arındırmak isteyecektir ve fincanın içine düşecek ve bu değerli yağda banyo yapacaktır
(Tevbe/108, Fatir/18’e isaret).

Resim

Banyo yapar yapmaz, vücudundaki bütün kir yumuşayacak ve düşecektir, bu merhamet yağının bütün güçleri vücuduna sızacak, ona direnç ve pırıldayan bir parlaklık verecektir.
Sonuç olarak, kuğunun vücudu bir ayna gibi parıldayacaktır.
O zaman, hatta eğer toz yada kir üstüne düşse bile, ona yapışmak yerine aşağı kayacak ve düşecektir.
Sadece, harika güzelliğin rahmet yağı, bu vücutta parlayan ve parıldayarak görülecektir.
Bu zarif güzelliğin kuğusu, bu harika yağının aynasında kendini tekrar tekrar inceleyerek, kendini noktasız saflığa dönüştürecektir (Ala/14, Sems/9’a isaret).
Bu kuğunun harika irfanına sahip olanlar:
İstikrarın, imanın, şefkatin, merhametin, empatinin (anlayışın), dürüstlüğün, kelimenin hakikatinin, adaletin hakikatinin , ve sabrın güzelliğinin ululuğunu fark eden,
Allah ve Resûlü (SAV)’nün [12] hakikatini kabul eden,
Bütün dünyalarda yok olmaksızın, yada sonlanmaksızın, hakiki bir parlaklık ile ebedi bir şekilde parıldayan, Thiru Kur’ân’daki hakikatin gömülü definelerinin bilincine varan, kendilerini farkeden Rabbleri olan Tanrıyı fark eden, dünyayı unutan, Sultan Mahmud [13] olan Resûlullah’ı öven (sessiz bir halde iken), onun parlaklığından beslenen, Ati Muhammed’in beş dilli anahtarını [14] alan, onu en iç kalblerinin evini açmak için

[12] Resul (SAV): Nurullah’tan zuhur eden parlaklık, Nuru Mim.

[13] Mahmud: Resulullah SAV’in bir ismi. Kendisine hamd edilen övülen. Yargı gününde diriltilenler tarafından övülen ve imanlılar için aracılık yapacak ve ricada bulunmasına izin verilecek olan tek kişi. Makam el Mahmud’a yükseltilmiş olan (İsra Suresi 79. Ayetine bkz.) Muhammed (SAV)’in, Daud (A.S)’in Zeburun’da anıldığı isim.

[14] Ati Muhammed: Tecellî etmiş. Ati , Allah’ın özü (zâtî) O’ndan meydana çıktığı ilk başlangıçtır. O’nun özü, O’nun güzelliğine katılıp O’ndan açığa çıktığı zaman, O onu nur olarak gördü. O’nun gördüğü nur, O’nun kendi yüzüydü (Muham), ve O ona Muhammed adını verdi. Bu işte Athi Muhammed’dir. Burada bahsedilen beş dilli anahtar ise “Elif+Lam+Ha+Mim+Dal” beş harf dişinden oluşan anahtardir.

kullanan, 70 bin şeytani pislik perdesini yırtan, ve onu yıkayıp saflaştıran böyle varlıklar,
Bu Kâbe’deki harika seccadeyi yayacak, onun üzerine oturacak ve tekrar ve tekrar abdestlerini [15] bozarak saflıklarını bozmaksızın , tekrar ve tekrar günde 70 bin secde ve 700 bin tesbih çekeceklerdir.

Bu Kâbe’de, Allah’ın Resûlünü (SAV) imam [16] olarak yerleştirip, yüzlerini Allah’a dönecekler ve dua etmeye, namaz kılmaya ve zamanın sonsuz basamaklı bir kesiminde dahi durmaksızın secdeye devam edeceklerdir (Nisa 125 ve Lokman 22’ye isaret).

[15] Abdest: (1)Kelime-i Tevhid suyunu kullanarak kalbi, bağımlılıklardan ve duyulardan gelen bütün düşünce ve niyetlerden temizlemek, öyle ki orda sadece Allah’ın zikri kalsın. Kandili yanmış olsun. (2)Namaz ve Kur’an okumak gibi dini ibadetlerden önce saflık halini kazandırmak için yapılan temizleme eylemidir.

[16] imam: Allah’ın ilahi ilminin rahmetini almış olan birisi, saf irfana rehber olan birisidir. Bu durağa geldiğin zaman ve bu hal ile dua ettiğinde, önünde imam olarak sadece Nuru Muhammedi (SAV)’yi göreceksin. İşte bu imama eğilip saygı göstereceksin. Onun arkasında kıyam durup Allah’a ibadet edeceksin. Hakiki ibadetin netliği, her namaz vaktinde kalbinde imam olarak Resul (SAV)’un nurunu görebilecek şekilde kararlılığa sahip bir şekilde ibadet etmendir.

Böyle insanlar, Allah’ ın elçisi Resûl (SAV)’e tutunacaklar ve onu takip edecek (daima Allah’a bakışları yönelmiş bir şekilde ileri doğru bakarak) ve sonunda Allah’a katılacaklar (Bakara 112’e isaret). Onlar artık dünyayı arzulayan nefslerine ait niyetlerin diyarında olmayacaklardır.

Bunun yerine kendilerini temizleyip,
Kendilerindeki bütün kiri ortadan kaldırıp,
Ve Allah’ ın rahmetinden ağızlarına iki damla rahmet suyu düşer düşmez ağızlarını kapayan istiridye gibi,
Kalbin derinliklerinde Allah’ın özünün (onun zâtının) okyanusuna ineceklerdir ve ağızlarını emin bir şekilde kapalı tutarak, orada gizli kalacaklardır.
Bu zikir, fikir, Allah ve Resûlü’nün dualarının rezonansının dalgaları ile dolu bu okyanusta, dalgalar arasında bu rezonansları işiterek ve onlar ile rezonans ederek bir oraya bir buraya sürükleneceklerdir.

Allah rezone ettiği zaman, onlarda rezone edecekler,
Resûl rezone ettiği zaman, onlarda rezone edecekler.
Ve bütün üçü birlikte rezone ettiği zaman, bunun yanında bu kalb okyanusunda olan bütün varlıklar bu sesleri işittikleri zaman rezone etmeye başlıyacaklar.

Ímanın, istikrarın kapalı ağzında, Allahu Lâ ilahe illahu’nun
Rezonansı tarafından şekillenmiş inciye sahip olanlar;
Kur’ân’ın hakikatini,
Allah’ın Resûlü’nün hakikatini ve
Allah’ın hakikatını bileceklerdir.

Allah’ın rahmetinin esansı olan kalbin, kalb evinde yatan sırları sadece onlar bileceklerdir.

Kalb denilen bu evin içinde bu dünya gibi 70 bin dünya vardır. Sadece bu evi bilenler bu dünyaları bileceklerdir.

Gizli kalarak, yalnız Allah ve Resûlü’nün lezzetinden hoşlanan ve bununla ruhu besleyen, bu ruhu rahmetin pırıltılı ışığına çeviren ve bu pırıltıyı

çalışıp ve araştırıp öğrenmek maksadı ile 70 bin muhteşem evrene götürenler,
Onlar ki (yani bu kisiler) bu parıldayan ruha öğreten ve bu parıldayan ruhun,
bütün gizemli sırları (Hikmetü’l- Sır [17] :Sırların hikmetini),
bu sırları yaratan Rabbin mucizesini,
Kur’ân’ın hakikatini,
Resûl (SAV)’ ün hakikatini,
28 harfteki Allah’ın özünü, rahmetin pırıltısını, bu harflerdeki karanlığı,
İnsanın şerefi “İNSAN” ı,
İman denen kati inancın gücünü,
Şefkatin güzelliğini ve şeklini,
Sabrın güzelliğini,
Kelime’ (Kelimeyi Sehadet) nin iç anlamını,

[17] Hikmetü’l- Sır: Her ne zaman söylenen bir kelime dışarı çıkarsa, hikmetü’l-sır içerde kalan açığa vurulamaz bölümüdür. İnsanın kendinde tuttuğu konuşulamaz olan kısımdır. Hikmetü’l –Sır içeride kalır çunku açıklanamaz yada tarif edilemez olan, sadece birinin kendisi ve Allah’ın bileceği bir şeydir.

Beş harf (Elif +lam+ha+mim+dal [18] ) ve ondaki ince sırların bulunduğu iç kalbi, kalbi yöneten âlemlerin Rabbi’nin adaletinin mucizeleri (harikaları), Resûl (SAV)’ün görkemini ve Tiru Kur’ân’ın [19] parıldayan hakikatini anlamasını sağlayanlardır.

[18] Tiru Kur’ân : Orjinal ilk Kur’ân. Tiru Tamilce de üçlü demektir.
İnsan’ın iç kalbine başlangıçta yazılan İlahî yazıt.
İlahi sözlerin açıklamaları ki bunlar iç kalbde sonsuza dek var olurlar.
Thiru Kur’ân içinde, Allah, üç dünyanın (başlangıç, bu dünya ve âhiret), O’nun rahmetinin (zatin özü) özü hakkındaki açıklamaları, O’nun üçlü radyansının (Allah-Nur-Muhammed ya da Elif-Lam-Mim) ve hilkatinin (sıfat) bütün sır ve özlerini gömdü.

Bu üçlü radyans başlangıçtan beri daima O’nunla beraber idi, üçü birden aynı yerde var idi. Yaratılmışın olmadığı bir halden,
Allah’tan Nur açığa çıktı,
Sonra bu Nur’dan Muhammed açığa çıktı ve bundan bütün hilkat meydana geldi.
Thiru Kur’ân, Kur’ân-ı meydana getiren ayni 28 harften oluşmuştur ki bu 28 harf insanın latif vücudunu meydana getirmiştir.
Bu 28 harfden doğru Thiru Kur’ân-ın 6666 âyetinin mânâları açığa vurulur.
Herşeyin hepsi Allah döktükçe ondan yayılır.


[19] E-L-H-M-D: İnsanın iç kalbini meydana getiren ya da iç kalbde bulunan 5 arap harfi. Allah’ı hamd eden kisim. Elif, Lam, Ha,Mim ve Dal. Bunlardan Elif:Allah’ ı,
Lam: İrfan yahut kutbiyat Nur’unu,
Mim: Muhammed (SAV)’i,
Ha: Fiziksel vucudu temsil ediyor ve
Dal: Dunyayi temsil ediyor. Bunlar kamil insanda birlesip hamdi gerçeklestiriyor.


Bütün bunları Ruh’a gösterir ve bunların hepsinin bilincinde olmasını sağlayarak,
Ruh’u Allah’ın rahmetine çevirecekler insanın İlahî analitik irfanını, İlahî nur saçan irfan’ın [20] pırıltısına dönüştürecekler, bu ruhu ve İlahî analitik irfanı, İlahî parlayan irfanın [21] pırıltısında kaybettirecek ve yok ettirecekler, bu yokluğu Nur’a dönüştürecekler, ve sonra Nur’un kendisini Allah’ın görkemli nurunda kaybettireceklerdir.

Bunu yapabilen birisi, mükemmel biri, bir İnsan-ı Kâmil’dir.
O mükemmel saflığın dini İslâm olacaktır.
O insanlar arasındaki 73 grubun [21] dışındaki bir grupta olacaktır ki Allah’a ve Resûlüne yakın olacaktır.
Bu dindir.

Din mükemmel saflıktır.
Mükemmel saflık, lekesizlik ve kusursuzluktur.
Kusursuz (lekesiz) olmak Dinü’l- İslam’ın mânâsıdır.
Bu mânâ Kur’ân’dır.
Kur’ân Allah’ın özü onun zâtıdır.
Bu öz Nur’dur.
Bu Nur “O”nun parıltısıdır.
Bu parıltı Allah’tır ve insan Allah’ ın sıfat ve sırrı’dır.

Bütün bunu anlamak ve kendini bilmek Dinü’l- İslâm’dır.
Bu Dinü’l- İslâm olanlar istiridye gibi bu (Allah, Muhammed ve Muhyiddin) üçlü radyansı (açıklamalar kısmına bkz.), İslâm’ ın hakikatine ait parlak rahmet ışığı olan rahmet incisini kendilerinde güvenle saklarlar.

Onlar kalblerindeki temizliğe katılana dek,
Allah’ ın okyanusundaki (bahr) saklı olan Allah-Muhammed (sav)’e sıkıca tutunana ve kucaklayana dek, analiz etmeye ve araştırmaya devam edeceklerdir, tâ ki incideki ışık parıldayana kadar ve Allah’ın o zaman,

[20] İrfan Seviyeleri: Bu yedi bilinç seviyesi için bölümün sonuna bakiniz. Çok
uzun olduğu için konuyu bolmemek için oraya koyulmuştur.


[21] 73 firka: (İsrailoğulları 72 fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan bir fırkanın dışında, hepsi cehenneme gidecektir. Kurtulan fırka, benim ve Ashabımın yolu üzerine olanlardır.) [Tirmizi, Darimi]

zamandan zamana, rahmetinin hakikatini açığa vurmak için dışarıda belirene kadar.

Fakat, illüzyon dünyasının hipnotik hayalinin karanlığı ile gizlenmiş ve kefenlenmiş, sersemlik içinde yatan bazıları, böyle mükemmel bir varlığın açıkladığı ve tanımladığı, sırda yatan hakikate karşı çıkacak ve onu gizleyeceklerdir.

Sarhoşluklar içinde, nefsaniyetleri tarafından zehirlenmiş bir halde, onunla ve hakikatiyle savaşacaklar ve sahtekarlık, yalancılık, nefret ya da planlar ile, herhangi bir yolla, bu hakikati getireni toprağından dışarı sürmeye çalışacak ve hatta öldürmeye çalışacaklardır.
Bununla birlikte, hakikat ile yaşıyan kişi onların planları ve hileleri ile asla öldürülemez.
(Burada Enfal/30, Araf/195, Hud/54-55, Fatır/10, Saffat/98 ve Tur/42ye işaret var).

Nede onu yaratan Allah yok edilebilir.
(Muhammed/32, Ali imran/ 176-177, Hud/57, Tevbe/39’a işaret).

Bu hakikati içen kişiler, zaman zaman belirmeye devam edeceklerdir. Allah’ın evvel ve âhirinden var olan hakikatinin görkemli ışığını hiç bir karanlık örtemez yada gizleyemez.
(Burada Tevbe/32, Saff / 8, Bakara/ 42, Kehf/ 56, Fussilet/42 ‘e işaret).

Bu görkemli parlak nurun ışınlarına karşı koyamayınca, bu karanlık kırılıp parçalarına ayrılır.
(Enbiya/18, isra/ 81, Sebe/ 49, Sura/ 24’ e işaret).

Bu Allah’ın elçisi , Resûl’den gelen rahmet sözlerinden biridir.

Oğlum!
Hakikati fark et ve istiridye ve kuğu gibi ol!
Hakikatin üçlü hazinesi, üçlü radyansı olan, Allah - Muhammed (SAV) ve Muhyiddin olan iyi şeyi içer;
İlahi analitik irfan’ ın (pahutharivu) bilinçliliğinde onu olgunluğa getir ve koru,
bunu İlahî parlayan irfan (perarivu) da zarfla,
iç kalbe doğru emekle ki o Allah’ın rahmet okyanusudur ve kendini orada yok et (kaybet)!
Sonra bu defineyi define sandığında kitleyip,
ve onu güvenli bir şekilde sakla!
Bu sandık neden yapılmalıdır?
Onu nasıl inşa etmelisin?

Resim

Sabrı oda yap,
Adalet ve dürüstlüğü pencereler yap,
İmanı istikrar yap ve
Kararlılığı kapı yap, ve
Sabrı kapı çevresi yap!
Bir kere sandığı bu yönde inşa ettikten sonra,
hazineyi sabır denilen nazik çembere yerleştir,
kelime anahtarı ile onu kilitle,
ve en büyük özenle onu koru!
Bu çok önemli!

Sandığı bu yönde inşaa etmedikçe defineyi saklayamaz ya da koruyamazsınız.
Eğer siz onu başka bir yerde yerleştirirseniz,
gözden kaybolacaktır.
Bu nedenle, yakından dikkatle uygulama yapmanız ve tetikte, uyanık olmanız, ve onu İlahî analitik irfan (pahutharivu) da korumanız çok önemlidir.

Lütfen bu halin İslâm olduğunu fark edin!
Bunu fark ettiğiniz anda, Allah size yardım edecektir!
Âmin! Ya Rabbül âlemin!
Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühu küllühu.
Âmin! Ey Âlemlerin Rabbi!
Allah’ın Selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin


Bazi Kelimelerin Aciklamalari:

Bilinclilik Seviyeleri:
BawaMuhyiddin (KS), kitaplarında insan için 7 bilinç düzeyi tanımlar bunlar sırasıyla:
1) hissetme,
2) uyanıklık
3) akıl,
4) muhakeme
5) incelik irfanı (arivu)


Arivu : tâmilce bir kelime “ince irfan” demektir.
Bawa Muhyiddin ilk 4 seviyede bizler beş elementin sınırlarını keşfedebiliyoruz diyor.
Fakat besinci seviyede yani arivu seviyesinde insan 6.çeşit hayatın, nur hayatın, yani insan ruhunun potansiyellerini sorgulamaya ve öğrenmeye başlıyor.
Bu irfan seviyesiyle Allah’ın nitelik ve hareketlerini incelemeli ve bu öğrenilenler ile insandaki egoizm, bencillik, haset, öfke, şehvet vesaire kotu insan niteliklerinin üstesinden gelmelidir.
Bunu yaparken kişi :”Allah’ın niteliklerine sahip, onlara boyanmış bir kişi bu durumda ne yapardı?” diye sorgulamaya baslar ona göre hareket eder.

6. ilahi tahlili (analitik) irfan (pahuth arivu):
Bu seviye 6. Seviye bilinci yani ince irfanın bir üstünü temsil ediyor.
Bu irfan yakîn bilgiye malik olma özelliği gösterir.
O sadece insanlıkta bulunan, nüfuz edici mistik rehber ya da mürşid, Kutbiyyattır.
Derhal içeriden (içten),
-doğru ve yanlış
-hayır, ve şerr (iyiyi ve kötüyü)
-sürekli (hakiki) ve silinip giden (hayali)
arasında ayırd edici kesin cevaplar verir.
Bu yüzden tahlili denmiş ayırım yapıyor yani işin tahlilini yapıyor. Bu yönde, ilahi tahlili irfan Allah ile bağlantıyı koruyarak bir huzur halini muhafaza eder.
Bu irfan nuru, nefsaî arzuların yedi okyanusunun uzunluğunu ve enini ölçer,
Mahvedilip maya okyanusuna gömülmüş ne kadar hakikat varsa bunları uyandırır, hakiki imanı uyandırır. Hayata onun saflık halini yaratılışın başlanğıcında evvelde var olduğu, Allah’ın özünün rahmetini açıklar, onu hayatın saflığı olarak uyandırır ve onu ilahi Rezonansa çevirir.

7. ilahi parlayan nur irfanı (per arivu):
Bu Allah’ın insana verdiği en kıymetli hediye, nihai irfandır, öyle ki bu insandaki “duality: ikilik” ve “ben” i yani insanin egosunun bütün izlerini ondan kaldırır.
Başlangıçta Âdem’in alnına damgalanan “Nur” yani Allah’ın Nurunun irfanıdır.
Böylece bu her insan olanın doğum hakkıdır (fıtratında vardır gibi düşünebiliriz bu cümleyi).
İnsan fark eder ki Allah ondadır ve o Allah’dadır.
Allah’tan başka mevcud yoktur (Lâ mevcude illâ Allah) bilmenin son mârifet noktasıdır.
Şimdi “Ruh” Allah ile sürekli birlik halindedir ve hayatını, rızkını, irfanını her şeyini O’ndan alıyordur ki “Ruh” izzetini (muhteşemliğini) rezone etmeye devam eder.

Maya : Tecellî etmiş dünya’nın gerçeksizliği, illüzyonun karanlığında görülen pırıltılar. 105 milyon yeniden doğuşa sebep olan, aklın karanlığında görülen 105 milyon parıltı. Bir çeşit enerji ki bu enerji çeşitli şekillere bürünerek insanın aklını karıştırır, irfanını kitler, onu yanıltır. İnsan ne zaman bu şekilleri aklıyla yakalamak istese şekil değiştirip yeni bir şekle bürünüyor. Bana bu bir yerde “Vehim” mânâsı veriyor. Bence Maya Vehim gibidir. Bir çeşit seraptır. Kişi hayatı boyunca nefsinin isteği doğrultusunda vehim gücü ile çeşitli şeylerin hayalini kurar ama aslında bu peşinden gittiği şeyler birer hayal ve seraptan başka bir şey değildir. Bu durumu anlatmaya çalışan bir sözcük. Hint kökenli bir sözcük.

Muham :
Muham Tamil dilinde esma yani yüz demek.Fakat Muhammed kelimesinde özel bir kullanımı var yani yüzde görülen Allah’ın güzelliği , cehrenin simanın yada cemalinin güzelliği.

Rezone :
Rezone etmek fizikte rezonans yapmak yani tınlamak, çınlamak, yankı yapmak ve belli bir frekansta titreşmek mânâsınadır. Kalbdeki Allah isminin titreşimi gibide düşünebilirsiniz. Gözümüzün görüp görmediği bütün ışık ve ışınlar titreşerek bize ulaşmakta. Zerre (atom) dahi sürekli titreşim içerisinde ve Allah’ı tesbih etmede, Allah ismi de kalbde bir titreşim halinde mesela Bawa (K.S) bir konuşmasında zikri öğretirken şu kelimeleri kullanıyor:

"Tanrı bir Kudrettir,
Kudret(Kuvvet) ışık olur,
Işık titreşime dönüşür,
Titreşim ses olur,
Ses kelime olur,
Kelime dil olur,
Dil yazıt olur
Bunun gibi
Kaynağa geri dön."


Şimdi bunu biraz daha açalım, rezonans kelimesi bazen fizikte iki frekansın bir birine uyumu olarakta bilinir. Dr.Münir Derman’ın bahsettiği radyo örneğini hatırlıyalım, bu radyo cihazı belli titreşimde rezone eden dalgaları alır fakat bu titreşime cihazın frekansının uyması yani o rezonansı cihazın yakalaması gerekir işte Tecellînin vuku bulması için kalbin rezonansı yakalayışına işaret ediliyor diye düşünüyorum.

Allah, Muhammed ve Muhyiddin Üçlüsü: Bu üçlü isimde geçen Muhyiddin aslında Elif –Lam-Mim’de bahsedilen “Lam”ın tarifinde geçer. Elif Allah’a, Lam ise Nur’a ve Mim’de Muhammed SAV’e işaret eder. Muhyiddin, kutbun sembolu olan irfanın parlaklığıdır. Allah’ın zatının Nur’undan beliren irfanın Tecellîsi olan Kutb Nuru’dur. Bilinç seviyelerindeki 6.seviye ilahi analitik irfan nuruda denilir. Bawa Muhyiddin’in bunu anlatan “üçlü alev-sufizmin iç mânâları” ismindeki kitabında bu konu daha detaylı işlenmiştir. O kitaptan küçük bir paragraf alıntıda şöyle söylüyor: …..Kutb ve Muhammed (SAV) Allah’tan iki lamba olarak belirdi. Birisi sabittir ve diğeri kıpırdar, birisi korur, birisi destekler ve diğeri analiz eder (sınar), tahlil edici ve vericidir. Onlar iki göz , iki zikir olarak vardır ve bu iki yolla görülür, buna rağmen sorumluluk Allah’a aittir. Muhammed (SAV), Aziz olan Allah’tan bir şey alır, korur ve onu zuhur ettirir (ikram eder, sunar, teklif eder v.b). Kutb ise Muhammed (SAV)’den bir şey alır korur ver onu dağıtır.Bunun mânâsını bir insan-i kamil anlar….

Bir başka alıntı: ….Kalbin aromasında hayret verici bir nur, üçlü bir alev , Allah, Muhammed, Muhyiddin vardır. Bu nur okyanusunu, bu harika okyanusu tahlil et.Melik olanı (yöneteni) bildiğinde, bu müthiş okyanusun sırları âşıkâr olacaktır….

İnşaallah bu konu ileride yapılacak çeviriler ile biraz daha açıklığa kavuşacaktır.

Radyans : Radya etmek kelimesinden gelir, peki bu ne demektir? Yayılım yapmak , ışık saçmak yani saçılım yapmak mânâları vardır ki bildiğimiz Radyasyon kelimesi buradan gelir. Radyans işte bu yayım yapan, ışıma yapan demektir. Bir lambanın ışık saçması, ışığı radye etmesidir.


Hipnotik hayal :
İnsanı hipnotize eden hayaller yani aklın işleyişini donduran, kişiyi illüze eden gibi bir mânâsı var.
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Esselamu aleyküm.
Rasulullah s.a.v. adına, hesabına, şerefine değerli hasbi hizmetçi gariban abim.
Allah c.c. ve Rasulullah s.a.v. efendimiz değerli, gayretli ve zahmetli hizmetinden razı ve memnun olsun inşaallah...
Emeğine, o güzel yüreğine ve aklına sağlık...
BİZlik ve BİRlik adına Muhammedi muhabbet ve hasbi hizmetinden güzel neticeler olsun ve Muhammedi hazmı olsun, cümlemize olsun inşaallah...

Muhammedi muhabbetler dilerim abiciğim...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

[16] imam: Allah’ın ilahi ilminin rahmetini almış olan birisi, saf irfana rehber olan birisidir. Bu durağa geldiğin zaman ve bu hal ile dua ettiğinde, önünde imam olarak sadece Nuru Muhammedi (SAV)’yi göreceksin. İşte bu imama eğilip saygı göstereceksin. Onun arkasında kıyam durup Allah’a ibadet edeceksin. Hakiki ibadetin netliği, her namaz vaktinde kalbinde imam olarak Resul (SAV)’un nurunu görebilecek şekilde kararlılığa sahip bir şekilde ibadet etmendir.

Böyle insanlar, Allah’ ın elçisi Resûl (SAV)’e tutunacaklar ve onu takip edecek (daima Allah’a bakışları yönelmiş bir şekilde ileri doğru bakarak) ve sonunda Allah’a katılacaklar (Bakara 112’e isaret). Onlar artık dünyayı arzulayan nefslerine ait niyetlerin diyarında olmayacaklardır.

Bunun yerine kendilerini temizleyip,
Kendilerindeki bütün kiri ortadan kaldırıp,
Ve Allah’ ın rahmetinden ağızlarına iki damla rahmet suyu düşer düşmez ağızlarını kapayan istiridye gibi,
Kalbin derinliklerinde Allah’ın özünün (onun zâtının) okyanusuna ineceklerdir ve ağızlarını emin bir şekilde kapalı tutarak, orada gizli kalacaklardır.
Bu zikir, fikir, Allah ve Resûlü’nün dualarının rezonansının dalgaları ile dolu bu okyanusta, dalgalar arasında bu rezonansları işiterek ve onlar ile rezonans ederek bir oraya bir buraya sürükleneceklerdir.

Allah rezone ettiği zaman, onlarda rezone edecekler,
Resûl rezone ettiği zaman, onlarda rezone edecekler.
Ve bütün üçü birlikte rezone ettiği zaman, bunun yanında bu kalb okyanusunda olan bütün varlıklar bu sesleri işittikleri zaman rezone etmeye başlıyacaklar.

Ímanın, istikrarın kapalı ağzında, Allahu Lâ ilahe illahu’nun
Rezonansı tarafından şekillenmiş inciye sahip olanlar;
Kur’ân’ın hakikatini,
Allah’ın Resûlü’nün hakikatini ve
Allah’ın hakikatını bileceklerdir.

Allah’ın rahmetinin esansı olan kalbin, kalb evinde yatan sırları sadece onlar bileceklerdir.

Kalb denilen bu evin içinde bu dünya gibi 70 bin dünya vardır. Sadece bu evi bilenler bu dünyaları bileceklerdir.

Gizli kalarak, yalnız Allah ve Resûlü’nün lezzetinden hoşlanan ve bununla ruhu besleyen, bu ruhu rahmetin pırıltılı ışığına çeviren ve bu pırıltıyı

çalışıp ve araştırıp öğrenmek maksadı ile 70 bin muhteşem evrene götürenler,
Onlar ki (yani bu kisiler) bu parıldayan ruha öğreten ve bu parıldayan ruhun,
bütün gizemli sırları (Hikmetü’l- Sır [17] :Sırların hikmetini),
bu sırları yaratan Rabbin mucizesini,
Kur’ân’ın hakikatini,
Resûl (SAV)’ ün hakikatini,
28 harfteki Allah’ın özünü, rahmetin pırıltısını, bu harflerdeki karanlığı,
İnsanın şerefi “İNSAN” ı,
İman denen kati inancın gücünü,
Şefkatin güzelliğini ve şeklini,
Sabrın güzelliğini,
Kelime’ (Kelimeyi Sehadet) nin iç anlamını,

[17] Hikmetü’l- Sır: Her ne zaman söylenen bir kelime dışarı çıkarsa, hikmetü’l-sır içerde kalan açığa vurulamaz bölümüdür. İnsanın kendinde tuttuğu konuşulamaz olan kısımdır. Hikmetü’l –Sır içeride kalır çunku açıklanamaz yada tarif edilemez olan, sadece birinin kendisi ve Allah’ın bileceği bir şeydir.

Beş harf (Elif +lam+ha+mim+dal [18] ) ve ondaki ince sırların bulunduğu iç kalbi, kalbi yöneten âlemlerin Rabbi’nin adaletinin mucizeleri (harikaları), Resûl (SAV)’ün görkemini ve Tiru Kur’ân’ın [19] parıldayan hakikatini anlamasını sağlayanlardır.

[18] Tiru Kur’ân : Orjinal ilk Kur’ân. Tiru Tamilce de üçlü demektir.
İnsan’ın iç kalbine başlangıçta yazılan İlahî yazıt.
İlahi sözlerin açıklamaları ki bunlar iç kalbde sonsuza dek var olurlar.
Thiru Kur’ân içinde, Allah, üç dünyanın (başlangıç, bu dünya ve âhiret), O’nun rahmetinin (zatin özü) özü hakkındaki açıklamaları, O’nun üçlü radyansının (Allah-Nur-Muhammed ya da Elif-Lam-Mim) ve hilkatinin (sıfat) bütün sır ve özlerini gömdü.

Bu üçlü radyans başlangıçtan beri daima O’nunla beraber idi, üçü birden aynı yerde var idi. Yaratılmışın olmadığı bir halden,
Allah’tan Nur açığa çıktı,
Sonra bu Nur’dan Muhammed açığa çıktı ve bundan bütün hilkat meydana geldi.
Thiru Kur’ân, Kur’ân-ı meydana getiren ayni 28 harften oluşmuştur ki bu 28 harf insanın latif vücudunu meydana getirmiştir.
Bu 28 harfden doğru Thiru Kur’ân-ın 6666 âyetinin mânâları açığa vurulur.
Herşeyin hepsi Allah döktükçe ondan yayılır.

[19] E-L-H-M-D: İnsanın iç kalbini meydana getiren ya da iç kalbde bulunan 5 arap harfi. Allah’ı hamd eden kisim. Elif, Lam, Ha,Mim ve Dal. Bunlardan Elif:Allah’ ı,
Lam: İrfan yahut kutbiyat Nur’unu,
Mim: Muhammed (SAV)’i,
Ha: Fiziksel vucudu temsil ediyor ve
Dal: Dunyayi temsil ediyor. Bunlar kamil insanda birlesip hamdi gerçeklestiriyor.

Bütün bunları Ruh’a gösterir ve bunların hepsinin bilincinde olmasını sağlayarak,
Ruh’u Allah’ın rahmetine çevirecekler insanın İlahî analitik irfanını, İlahî nur saçan irfan’ın [20] pırıltısına dönüştürecekler, bu ruhu ve İlahî analitik irfanı, İlahî parlayan irfanın [21] pırıltısında kaybettirecek ve yok ettirecekler, bu yokluğu Nur’a dönüştürecekler, ve sonra Nur’un kendisini Allah’ın görkemli nurunda kaybettireceklerdir.

Bunu yapabilen birisi, mükemmel biri, bir İnsan-ı Kâmil’dir.
O mükemmel saflığın dini İslâm olacaktır.
O insanlar arasındaki 73 grubun [21] dışındaki bir grupta olacaktır ki Allah’a ve Resûlüne yakın olacaktır.
Bu dindir.

Din mükemmel saflıktır.
Mükemmel saflık, lekesizlik ve kusursuzluktur.
Kusursuz (lekesiz) olmak Dinü’l- İslam’ın mânâsıdır.
Bu mânâ Kur’ân’dır.
Kur’ân Allah’ın özü onun zâtıdır.
Bu öz Nur’dur.
Bu Nur “O”nun parıltısıdır.
Bu parıltı Allah’tır ve insan Allah’ ın sıfat ve sırrı’dır.

Bütün bunu anlamak ve kendini bilmek Dinü’l- İslâm’dır.
Bu Dinü’l- İslâm olanlar istiridye gibi bu (Allah, Muhammed ve Muhyiddin) üçlü radyansı (açıklamalar kısmına bkz.), İslâm’ ın hakikatine ait parlak rahmet ışığı olan rahmet incisini kendilerinde güvenle saklarlar.



Can kardeşim defalarca okudum Rabbim hazmını versin.
Çevirilerinin zorluğunu düşünebiliyorum Rabbim kolaylıklar ihsan etsin.
Çok istifade ediyoruz KARINCA ADAMımızdan HİMMETi BİZe olsun İnşaallah!...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Ve Aleykümmeselâm Anka & Nur-Ye Ablam
Güzel söz ve teşvikleriniz için Allah razı olsun. Allah cümlemizi Resûlullah SAV'in gönül BİZ ve BİR'liginde SILA bağı ile bağlanmış, omuz omuza ALLAH'a kiyam eden kullar eylesin.

Selâm sevgi ve muhabbetlerimle
Gariban
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön