Peygamber Efendimiz (S.A.V)

Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

dostemin yazdı:Tümünü okuduğum bu sayfalarda katkısı olan kardeşlerime selam.
Allah (cc) bizleri Muhammed (sav) in nurlu yolundan ayırmasın inşaallah.
BİZ BİR'İZ MUHAMMEDİ'YİZ EYVALLAH...

---------------------------------------------------------------------------------


MUHAMMED (sav)

Dünyayı aydınlatan gökte güneş gibisin
Gelmiş geçmiş en üstün insanlık örneğisin
Hatem-i enbiyasın Resûlullah Nebisin
Er-Rahman’ın elçisi âlemlere rahmetsin

Senden aldık ışığı nurun ile nurlandık
Senden duyduk Kur’anı mesajına inandık
İnsanlığı öğrettin Allah’ın kulu olduk
Abdullah, Resûlullah seninle Hakk’ı bulduk

Allah’ın nuru sensin ümmetine ne mutlu
Kutludur senin yolun, olsun bizlere kutlu
Muhammed Mustafa’ya tâbi' olanlar mutlu
Cennetle müjdelenmiş Müslümanlar umutlu

Ezel ebed Bâki’sin zira Hakk’ın nurusun
Hakk yolunda rehbersin Allah’ın Resûlüsün
Zâhir Bâtın kandilsin En-Nur’un ışığısın
Muhammed-ül Emin’sin her işinde doğrusun

Gülşende Şahgülü’sün gül Muhammed gül Ahmet
Âlemlere rahmetsin nur Muhammed nur Ahmet
Hem Nebi hem Velî’sin sır Muhammed sır Ahmet
Dost Eminin Dostusun yar Muhammed yâr Ahmet

03-01-2008 / Ankara
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

fatmaana yazdı:Peygamberimiz eşlerine nasıl davranırdı?
Bunu kadın-erkek her müslüman iyice okuyup içine sindirsin ki,
aile hayatında eşlerin birbirine sevgi, merhamet, sadakat, sabır, hoşgörü ve ilgi ile
aile yuvasında nasıl mutlu ve huzurlu yaşandğını öğrensin ve uygulasın..
O Güzel Sevgi timsali Peygamberimiz sav'in yaşantısının her noktası BİZler için en güzel bir örnektir.
Allah cc hepimize şefaatıne nail olmak nasib eder İnşaallah...
sevgilerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: Peygamber Efendimiz (S.A.V)

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


Hayatımıza Peygamber Terbiyesi


Sünnet, Hazreti Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- tarafından yaşanmış Kur'an'dır, İslam'dır. Müslümanın örnek alacağı hayat çerçevesidir.

İlk İslam neslinin zorluğu vardı, köhnemiş bir toplumsal yapı içinde yeni bir dine inanıyor olmanın bütün tepkilerini göğüslemeleri gerekiyordu. Ana – babanın bile yol kestiği bir zamandı.
Ama yine o neslin bir avantajı bulunuyordu, yeni dinin mübelliği hayatta idi, onu görüyor, onun elinden tutabiliyor, onun terbiyesi ile yepyeni bir kişilik inşa edebiliyorlardı. Abdullah bin Ömer, vahiyle içiçe yaşamanın hassasiyetini anlatırken “Biz hakkımızda yeni bir ayet iner diye eşlerimizle münakaşa etmekten kaçınırdık” diyor.
Vahiy sımsıcaktı.
Rasulullah, onları bir ateş çukurunun kenarından alıp kurtaran, onların üzerine titreyen, onların yolunun ateşe çıkmaması için kendini helak edercesine gayret gösteren bir mürebbi olarak içlerinde idi.

Rasulullah'ın ahirete irtihalinden sonra gelenlerin zorluğu, böyle bir “Güzel Örnek”le, ancak kitaplarda buluşabiliyor olmalarıdır.
Bu zorluğu Allah Rasulü (s.a.) de görmüş olmalı ki, “Kendisini görmeden iman eden ve izinde gidenler”e özel bir iltifatta bulunuyor, onları “Kardeşlerim” diye niteliyor ve onlara “Kevser havuzunun başında beklediği” müjdesini veriyor.

Hanzale (r.a.) örneğinde olduğu gibi, o çağda bile, Rasulullah'la kalp kalbe bulunmakla, ayrı mekanlarda bulunmanın bir gönül kıvamı farkı meydana getirdiği gözleniyor. “Hanzale münafık oldu” diyor Hanzale (r.a.) yolda karşılaştığı Hazreti Ebubekir'e... Neden? “Çünkü, diyor, Rasulullah'la birlikte bulunduğumda farklıyım, O'ndan ayrıldığımda farklıyım.”
Bu, hiç şüphesiz çok önemli bir fark.
Onun için sonraki nesillerin problemi, “O'nun yokluğunda O'nunla beraber olma” noktasında toplanıyor.

Tasavvufta “Rabıta”nın zarureti, böyle, gıyapta bir birliktelik imkanını temin etmesinden kaynaklanıyor. Allah dostlarından oluşan bir zincirin beslendiği ilk “Menba” olarak Allah Rasulüne ulaşma cehdi, tasavvuf terbiyesinin ana unsurlarından biri oluyor.
Bu durumda “O'nun yokluğunda O'nunla beraber olmaya” çalışırsak, bir anlamda, manen O (s.a.)'nun taht-ı terbiyesine girmiş oluruz, diye düşünmek yanlış olmaz.
“O der ki bize...” diye başlayıp, tüm hayatımıza O’ndan ışıklar taşıyabiliriz.

O zaman O, Kur'an'la inşa eder bizim kişiliğimizi, Kur'an'ın tefsiri mahiyetindeki kutlu sözleriyle inşa eder.
Öyleyse gelin “O der ki bize” diye başlayalım söze:

O der ki bize:
İslam 5 şey üzerine kuruldu. Kelimei şehadet, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek...

O der ki bize.
İmanın esasları altıdır. Allah'a iman, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine iman.

Ve O der ki bize:
İhsan kıvamında yaşa. Yani Allah'ı görüyormuş gibi, sen onu görmesen de, O'nun seni gördüğünden emin olarak bir kulluk düzeni kur.

Sonra mü'min kişiliğimizi, İslam'la, İman'la ve İhsan'la gergef gergef dokumaya yönelir. Her birinin içini tamı tamına doldurmadan gerçek bir Müslümanlık kıvamına ulaşılamaz çünkü.
Kur'ân'dan bir âyeti hatırlatır:
“İman ettik” demekle iş bitmez. “Bu, ancak İslam dairesine girmiş olmayı anlatır. Oysa iman henüz kalplere nüfuz etmemiştir.”
İşin nihayeti, “Allah'ı görüyormuş gibi bir kulluk” kıvamına ulaşmaktır.

Onun için O, “Namaz dinin direğidir” der, O, yalapşap namaz kıldığımızı görürse, “Bu kıldığın namaz olmadı, der, git yeniden kıl.” “Namaz kıldın ama elinde o namazın onda biri ancak kaldı” der. Defalarca yeniden kıldırır. Namazlarımız, oruçlarımız, bizim kişiliğimizi tertemiz kılmıyor, arındırmıyor, yanlışlardan alıkoymuyorsa, yani gerçek namaz ve oruç kıvamında değilse, bizi “Allah sizin eğilip kalkmanıza veya aç kalmanıza muhtaç değil” diye ikaz eder. “Her namazı veda eden insanın namazı gibi, son namazın gibi kıl” der. Her namazda huzuru ilahiye durma idrakini öğretir.

O'nun sözlerinden anlarız ki, Oruç bir kulluk terbiyesidir. Orucu günahlara kalkan edinmemizi, Oruc'un elinden tutup cennete kadar yürümemizi ister bizden. Bir ay süreyle bir çağlayanın altında yıkanır gibi, orucun ikliminde yıkanıp durulmasızı ister.

Zekat ve sadaka için malımızdan pay ayırırken, cimriliğimizin tuttuğunu görürse, “Sevdiklerinizi ve severek infak edin” şeklindeki Kur'an buyruğunu hatırlatır. Yine Kur'an'ın “Sizin burun kıvararak alacağınız şeyleri başkalarına sadaka diye vermeyin” çağrısını hatırlatır. Yine Kuran'ın, “Sadakaları Allah'ın eline veriyormuş gibi verme” ikazını duyurur bize... “Kirli bırakma malını, der. Zekatını vererek fukara hakkından arındır onu!”

İnfak edip, ardından kaba bir sözle veya davranışla eziyet yapmamıza gönlü razı olmaz. Fukara gönlünün incinmesine razı olmaz O'nun yüce gönlü.
Haccı, bir ümmet buluşması, oradan cihana İslam'ın evrensel mesajlarının verildiği cihanşümul bir kongre halinde yaşar ve sunar.

O bir Peygamberdir. Günahsız bir insandır O (s.a.). Ama geceleri kalkıp, ayakları şişinceye kadar Rabbin Huzurunda divanda durmaktadır.
Tek dileği vardır: “Şükreden bir kul olmak!”

İşte, var olmanın idraki bu, kulluğun idraki, ilahi nimetlerin idraki ve bütün bunlardan kaynaklanan şükür duygusu... Bu Peygamber hassasiyeti, bizim hem bunca nimeti kullanıp hem sınır çiğnemekten usanmayan nefsimizin önüne nasıl bir sorgulama sorumluluğu getiriyor.

Buna bir de “Günde yüz kere istiğfarda bulunan Peygamber terbiyesi”ni katalım. “Ellerimizi, yüreklerimizi bin kere yıkasak, bu Peygamber istiğfarının bir tekine denk gelir mi?” kaygısı düşmez mi içimize? Büyük bir günah işleyip de Rasulullah'a “Temizle beni ya Rasulallah!” diye gelen sahabinin kalp âlemindeki sancı, bizim günahlı dünyalarımız için bir ölçü niteliği taşımaz mı? Rasulullah'ın yanında, kirlere bulanmış ve kararmış bir kalble durmak ne kadar tahammülü zor bir hadisedir!

Ya faizle birlikte “Allah'a harp açmak” arasında Kur'an'ın kurduğu bağlantıyı önümüze koyar, faizi ayaklarımın altına aldım diye seslenirse, bizim boyumuza kadar faize batmış dünyamızda bu nasıl yankılanırdı! Nasıl yankılanırdı Kur'an kaynaklı “Faiz yiyenler kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkarlar” tehdidi yüreklerimizde...

Onun, yine Veda Haccında ayaklarının altına aldığı Kan davası hâlâ bir gelenek olarak insanları kör kurşuna kurban ediyorsa, “Bu benim içimdeki kimin yüreği?” diye sormaz mıydık?

Kur'an'ın “Allah'a sarılın – Allah'a koşun” çağrılarını, Peygamber dilinden dinlemenin yüreklerimize taşıyacağı heyecan bir başkadır. “Beni zikredin, sizi zikredeyim” şeklinde bir ilahi çağrı ile gelmiş O (s.a.) “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir” diye bir mucizevi bilgi ile... “O size şah damarınızdan yakın” müjdesi ile... “Gafillerden olmayın” uyarısı ile... Peygamber elinde bu ilahi ikazlarla yoğrulan bir kalbimiz olsaydı, aah!

Dünyaya fazla kapıldığımız ve burada ebedi kalacağımızı sandığımız bir zamanda Rasulullah Efendimiz'in bizi Kur'an'ın “ likaullah”ı, “Din gününün maliki”ni, “Oku kitabını” şeklindeki buyruğunu hatırlatan ayetleriyle uyarması ne kadar sarsıcı olurdu, kim bilir!

Kur'an'ı, yine Rasulullah'ın Kur'an diliyle ifade buyurduğu “Hüden lil müttekıyn” ile yeniden idrak etmek, Muhammed Mustafa (s.a.)'nın Peygamberliğindeki ulvi seviyeyi, esmayı hüsna dünyasından gelen Rauf ve Rahim sıfatlarıyla içimize taşımak nasıl heyecan verirdi!

İslam'ın Medinesini inşa etmek için hicret yolculuğuna çıksak, hayati tehlike, bir örümcek ağı kadar yakınlaşsa ve O'ndan “Hüzne kapılma Allah bizimledir” imti'nanı gelse, yüreğimiz nasıl da durulurdu!

Bir iman kardeşimizi ırkından, renginden, dilinden dolayı kınasak, söz gelimi ona “Kara kadının oğlu desek” ve adımız Ebu Zer gibi bir Peygamber dostu olsa, bu söz yüzünden O'nun mübarek yüzüne, sözüne, gözlerine yansıyan öfkeyi gördüğümüzde nasıl perişan olurduk.

Tarak dişleri gibi eşit bir İslam kardeşliği nedir? Nedir Allah nezdinde en yüce makam? Takva kalitesi nedir? Mütteki nedir? Bunları O'nun diline yansıyan Kur'an ölçülerinden dinlesek, kişiliğimiz farklı yoğrulmaz mıydı?

Bizi, ümmet olarak birbirimizden fersah fersah uzaklaştıran savruluşlarımıza bakıp, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız” diye hesaba çekse... ne yapardık. Bir tarağın dişleri gibi olun, diye yüreğimize bir vasıyet koysa... İçinizde asla kin barındırmayın, kalblerinizi kinden koruması için Allah'a dua edin diye terbiye etse bizi... Kardeş olun, dese, ellerimizi birbirine tutuştursa...

Ya dostlukları karıştırdığımızda, Allah'ın “Dost edinmeyin” diye uyardığı Tağut gibi, Şeytan gibi, “Allah düşmanı” gibi varlıkları dost edinip, “Gerçek Dost”un yolunu kaybettiğimizde, O, bize Kur'an'ın “Hüsran ikazı”nı yapınca nasıl telaşlanırdık!

Savaşta kelime-i şehadet getiren birisini “Korkudan Müslüman oldu” diyerek öldürsek, ve bu iş O'na intikal ettiğinde bu savunmamız, “Kalbini yardın da mı baktın” gibi peş-peşe gelen bir Peygamber itabına muhatab olsa, kalbimizi toparlamak için nasıl çırpınır, “Ah, keşke bugün Müslüman olan birisi olsaydım da Allah Rasulünden bu itabı işitmeseydim” demez miydik?

“Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyen, koca bir ümmetin Peygamberi olduğu halde, sırtında izler bırakan bir hasır üzerinde yatmayı tercih eden Kutlu Önder'in yanında, zenginliklerimiz, şatafatlarımız nasıl sakil dururdu!

Evinde, elbisesinin söküğünü diken bir Peygamber! Eşlerine kaba kuvvet kullanmak nerede, onları sözle bile taciz etmeyen bir aile reisi... Bizim, öfke gelince aklın uçtuğu ruh dünyamız için nedir? Aile sorumluğunu, Peygamberlik gibi ağır bir vazifeyi yaparken bile ihmal etmemek, bizim aile, iş, dava arasında kaybolmuşluğumuza nasıl bir yeni nizam verirdi?
Müşfik.
Vakur.
Mütevazı.
Mütebessim.
Rauf.
Rahim.
Ahlakın tüm güzellikleriyle donanmış bir müstesna karakter.

“Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın” diye bir çağrısını duysak, nasıl canhıraş bir gayretle atılırdık bu muhabbet okyanusuna...

***

“O ne verdiyse alın, sakındırdığından da kaçının!”
Kur'ân'da Halik-ı zülcelal öyle buyuruyor.

Hayatı boyunca güzellikler verendi O (s.a.).
Hayatından sonra da güzellikleriyle yaşayandır O (s.a).
O, Kur'an'la yaşıyor.
Kur'an'ın “en güzel örnek” diye tebcil ettiği güzel hayatıyla yaşıyor.

Onun, içinde yaşadığı nesil, O'nu, canı için can adama ölçüsünde sevdiler, hece hece öğrendiler, birebir aynileşme çabası içinde yaşadılar...
Bu, bir ümmet ahlakı oldu.
Bütün nesillere emanet bir ümmet terbiyesi oldu.

“Ona ümmet olmak”, işte bu terbiyeyi kuşanmaktır.
O'nun ışığını yüreklerimize taşımaktır.
Yolumuzu O'nun ışığı ile aydınlatmaktır.

Ne mutlu, O'nun elinden tutarak bu dünyadaki İslam yolculuğunu tamamlayanlara...
Ne mutlu, dünya yolculuğunun ucu Liva'ül - Hamd'in altında tamamlananlara...
Rabbimizden, Kevser havuzunda, O'nun parmaklarından bir damla su içmeyi nasib etmesini niyaz ediyoruz.


Alıntı: Altınoluk Dergisi Ahmet Taşgetiren
2008 - Nisan, Sayı: 266, Sayfa: 003 Alınmıştır.
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön