PEYGAMBERLERE İMAN

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

PEYGAMBERLERE İMAN ve,
SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED aleyhi's-selâm
Resim

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


ALLAHu zü’l-CeLÂL; varlıkların en şereflisi ve değerlisi olan insana akıl, irade, düşünme, anlama ve benzeri bir çok yetenek vermiş, bununla yetinmemiş ilk insan Âdem (aleyhi's-selâm)'dan itibaren son Peygamber Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'a kadar her topluma bir peygamber göndermiştir.

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
Resim---İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).: Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fâtır, 35/24)

Anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.
ALLAHu zü’l-CeLÂL, peygamberler ve onlara verdiği kitablar ile insanlara yol göstermiş, rehberlik etmiştir. Emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini kisâca dînini insanlara peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir. Peygamberler Allah'ın dinini sözlü ve uygulamalı olarak insanlara açıklamışlar, onlara örnek ve rehber olmuşlardır.
Kur’ân’da “resûl” (elçi) ve "nebî” (haber getiren) kelimeleri ile ifade edilen “peygamber”, Farsça bir kelime olup nebî kelimesi ile aynı anlamda yani “haber getiren” demektir. Kur'ân’da Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm)a bazen “nebi” bazen de “resûl” kelimesiyle hitap edilmiştir.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem nebî hem resûldür:

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resûl) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” (A’raf, 7/157)

Peygamberlerin ilki, Âdem (aleyhi's-selâm) (İ.İ.Ahmed, Müsned,V,178.), sonuncusu ise Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir.:

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---Mâ kâne MuhaMMedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: MuhaMMed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)

.Peygamberlik çalışmakla elde edilecek bir görev değildir.
Peygamberlerin bir kısmının ismi, Kur'ân’da zikredilmiş, bir kısmının ise zikredilmemiştir. ALLAHu zü’l-CeLÂL, bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Resim---Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn(mubtılûne).: Andolsun, biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir âyeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.(Mü’min 40/78)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا
Resim---Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).: Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.(Nisâ 4/164).

Kur'ân'da isimleri geçen peygamberler şunlardır: Âdem, İdris, Nuh, Hud, Sâlih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musâ, Harun, Davut, Süleyman, İlyas, El-Yesa', Zülkifl, Yunus, Zekeriyyâ, Yahya, İsa ve Hz. MuhaMMed. Ayrıca Kur’ân’da haklarında bilgi verilen Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn adlarında üç kişinin peygamber mi velî mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir.

ALLAHu zü’l-CeLÂL, Hz. Âdem’den Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'a kadar pek çok peygamber göndermiştir. Bunların hepsinin isimlerini bilemiyoruz. Bir hadis-i şerifte insanlara gönderilen peygamber sayısının 124 bin olduğu bildirilmektedir.

Sahabeden Ebu Zer’il-Ğıfârî: “Yâ Resûlallah! Nebilerin evvelî hangisidir, diye sormuş Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de; ''Âdem’dir.'' demiştir. “O nebi mi idi?” diye sormuş, “Evet nebi idi” cevabını vermiştir. (İ.Ahmed, Müsned,V, 178.)
“Yâ Nebiyullah! Nebilerin sayısı kaçtır?” diye sormuş, “124.000'dir'” diye cevap vermiştir. (İ.Ahmed, Müsned,V, 266..)
“Yâ Resûlallah! Onlardan kaçı resûldür demiş, ' 315’i' cevabını vermiştir. (İ.Ahmed, Müsned,V, 179.)

Peygamberlerin hepsi aynı derecede değildir.
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Resim---Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).: O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mu’cizeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.” (Bakara 2/253)

Anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir:
Peygamberlerin bir kısmı azim sahibi büyük peygamberlerdir.:

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ بَلَاغٌ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---Fasbir kemâ sabere ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum yevme yerevne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâg(belâgun), fe hel yuhleku illel kavmul fâsikûn(fâsikûne).: O halde (Resûlum), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç!” (Ahkaf 46/35)

Bunlar; Nuh, İbrahim, Musâ, İsa ve MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir. (Taberî, XXVI, 37. Kurtubî XVI, 220)
Bu peygamberler aynı zamanda peygamberlerin seyyîdleri, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) ise bu beşinin seyyîdidir. (Hakim, Müstedrek, II, 546.)

Peygamberlerin 5 ortak özelliği vardır:


1. Sıdk, özü, sözü ve davranışları itibariyle dosdoğru olmak.
2. Emânet, güvenilir olmak.
3. Tebliğ, Allah'tan aldığı vahyi insanlara eksiksiz ulaştırmak.
4. Fetanet, akıllı olmak.
5. İsmet, günahsız olmak.

Bütün peygamberler akıllı, dürüst, doğru sözlü, güvenilir ve günahsız insanlardır. ALLAHu zü’l-CeLÂL, ahmak, akılsız, sahtekâr, yalancı, hâin, zâlim, âsî ve hilekâr insanlardan peygamber seçmemiştir.
Bütün peygamberler müjdeci ve uyarıcılar olarak gönderilmişlerdir :

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (En'âm 6/48)

رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
Resim---Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusul(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).: (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4/165)

İman edip Salih ameller işleyenleri cennet ile müjdelerler, inkâr edip isyan edenleri ise ilâhî azab ile uyarırlar.
Peygamberler de bizim gibi insanlardır. Onlar da bizim gibi oturup kalkmışlar, yiyip içmişler, evlenip çocuk sahibi olmuşlar, hastalanmışlar ve ölmüşlerdir. Peygamberlerin diğer insanlardan farkı, ilâhî vahye mahzar olmaları, büyük günah işlememeleri ve Allah'ın izniyle mu’cize gösterebilmeleridir. Mu’cizeler, bir insanın peygamber olduğunu ispat eden olağan üstü olaylardır. İsa (aleyhi’s-selâm)'ın beşikte iken konuşması:

فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا
Resim---Fe eşâret ileyh(ileyhi), kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ(sabiyyen).: Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?" (Meryem 19/29)

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا
Resim---Kâle innî abdullâh(abdullâhi), âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).: Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı." (Meryem 19/30)

وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا
Resim---Ve cealenî mubâreken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ(hayyen).: Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem 19/31)

وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا
Resim---''Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ(şakıyyen).: Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.(Meryem 19/32)

وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا
Resim---''Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ(hayyen).: Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.” (Meryem 19/33)

Çamurdan kuş yapıp onu canlandırması, körleri ve alaca hastalarını iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi ve insanların evlerinde ne yiyip içtiklerini haber vermesi:

وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne).: O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.(Âl-i İmrân 3/46)

وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِئُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(iznillâhi), ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).: O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mu’cize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.(Âl-i İmrân 3/49)

Musâ (aleyhi’s-selâm)'ın asâsının yılan olması:

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
Resim---Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).: Böylelikle (Musâ) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.” (A'râf, 7/107)

.Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'ın isrâ ve mi’racı:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).: Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (İsrâ 17/1)

فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
Resim---Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.: Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.” ( Necm, 53/10)

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
Resim---Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.: (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm, 53/11)

أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى
Resim---E fe tumâr rûnehu alâ mâ yerâ.: Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?” (Necm, 53/12)

وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى
Resim---Ve lekad reâhu nezleten uhrâ.: Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,” (Necm, 53/13)

عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
Resim---İnde sidretil muntehâ.: Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında.” (Necm, 53/14)

عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى
Resim---İndehâ cennetul me’vâ.: Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.” (Necm, 53/15)


إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى
Resim---''İz yagşes sidrete mâ yagşâ.: Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.” (Necm, 53/16)

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى
Resim---''Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ.: Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.(Necm, 53/17)

لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى
Resim---Lekad reâ min âyâti rabbihil kubrâ.: Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/18)

Birer mu’cizedir. Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'ın en büyük mu’cizesi Kur'ân'dır.
Peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği hak dinin iman, ibadet ve ahlak gibi temel esaslarında bir değişme olmamıştır. İbadetin şekilleri ve sosyal hayatla ilgili bir kısım hükümlerde (muâmelât) bazı değişmeler olmuştur.
Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hak dînin rûhu; dini /ahlakı, nefsi, aklı, nesli ve malı korumaktır..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

PEGAMBERELERE İMAN:

Allah'ın insanlara örnek ve rehber olması için Peygamberler gönderdiğine îman etmek, imanın altı esasından biridir. (Müslim, Îmân, 1. 5. I, 37, 40.)
ALLAHu zü’l-CeLÂL' peygamberlerine iman edilmesini emretmektedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).: Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)

Allah'ın görevlendirdiği peygamberlerden birine îman etmeyen kimse mü’min olamaz. Bu husus Kur'ân'da açıkça ifade edilmektedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).:Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)

Anlamındaki âyet bunun delilidir. ALLAHu zü’l-CeLÂL Kur'ân'da peygamberlerden bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr edenleri "hakîkî kâfirler" olarak nitelemektedir:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
Resim---İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın, ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen): Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;” (Nisâ 4/150)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Resim---Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).: İşte bunlar, gerçekten kafir olanlardır. Kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/151)

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).: Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bakara 2/85)

Dolayısıyla Hz. Âdem'den Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)'a kadar Allah ne kadar peygamber gönderdi ise bunların hepsinin hak ve doğru olduğuna iman etmek şarttır.

SON PEYGAMBER:

Son Peygamber Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm)dır. Bu husus Ahzâb Sûresinin 40. âyetinde açıkça ifade edilmektedir:

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).: MuhaMMed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzâb 33/40)

Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) ile peygamberlik sona ermiştir. Artık kıyamete kadar insanlığa Peygamber gelmeyecektir. Mü’min ve müslüman olabilmek için Hz. MuhaMMed'in hak peygamber olduğunu kabul etmek şarttır. Onun peygamberliğini ve tebliğ ettiği Kur'ân'ı ve dinî esasları kabul etmeyen mü’min olamaz.
Diğer peygamberler, belli bir kavme ve topluluğa peygamber gönderilmişler, Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm) ise bütün cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderilmiştir.:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe' 34/28)

قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا
Resim---Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).: (Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik.” (Cinn 72/1)

يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا
Resim---Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).: Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” (Cin 72/2)

وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
Resim---Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden): İçimizde, (Allah'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır.” (Cin 72/14)

Hz. MuhaMMed (aleyhi’s-selâm), yaratılmışların en üstünü ve en değerlisidir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Biliniz ki ben Allah’ın sevgili kuluyum, dostuyum. (Ancak) övünme yoktur (övünmüyorum)” buyurmuştur.(Tirmizî, Menakıb, 1, V, 588.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah'ın elçisi olduğu gibi dostu ve habibidir. Bir hadîslerinde kendisini kastederek:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah arkadaşınızı halil (dost) edinmiştir" buyurmuştur.(et-Tirmizî, el-Menakib V, 606 h. no: 3655)

Amerikalı Yahudi asıllı Jules Masserman, Time Dergisinde (15/07/1974) “Liderler Nerede” başlıklı yazısında bir çok tarihi şahsiyeti tahlil ettikten sonra: ”bütün zamanların en büyük lideri MuhaMMed’dir” demiştir.
Yine Amerikalı yazar Michael H. Hart, dünyada etkili olmuş 100 kişiyi tanıtan bir eser yazmış, ilk sırayı Peygamberimize vermiştir. (M. H. Hart, En Etkin 100, s. 1. Çeviri, M. Harmancı. İstanbul, 1994.)

“Hamd Sancağı” ona verilecek (İ.Ahmed, Müsned,V, 138.)
Ve bütün peygamberler onun bu sancağı altında toplanacaklardır. (İ.Ahmed, Müsned,I, 281.)
Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm), kıyamet gününde insanların efendisi olacak, (İ.Ahmed, Müsned,I, 5. Müslim, Fedail, 3. II, 1782.)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kıyamet günü geldiğinde, peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi olurum. Bunu övünmek için söylemiyorum.” buyurmuştur.(Tirmizî, İbn Mâce)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben âdem evladının efendisiyim. Bu sözümde övünme yok! Ben kabrinden çıkan ilk insanım. Ben ilk şefaat edenim. Ben ilk şefaati kabul olunanım. 'Liva'ül-Harnd' benim elimdedir. Adem ve ondan sonra gelenler o bayrağın altında toplanırlar.” buyurmuştur.(Tirmizî, (hasen olarak); İbn Mâce, (Ebû Said el-Hudrî'den)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her peygamberin kabul olunan bir duası vardır. Ben o duamı, kıyamet gününe ümmetime, şefaat olarak saklamak istiyorum.” buyurmuştur.(Müslim, Buhârî)

Peygamberimiz son ilâhî kitab Kur'ân'ı insanlara tebliğ etmiş, dinin hükümlerini sözlü ve uygulamalı olarak açıklamıştır. Onun Kur'ân ile ilgili görevlerini şöyle sıralayabiliriz.

PEŞGAMBERİN GÖREVİ:

1-) TİLAVET-KIRAAT ETME:

Kur'ÂN’ı insanlara OKUmak (tilavet - kırâat) ve tebliğ etmek:

"Tilavet" ve "kıraat", âyetleri okuyarak insanlara duyurmadır, tebliğ etmektir:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).: (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
Anlamındaki âyet ile;

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
Resim---Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).:Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara, 2/151)

وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً
Resim---Ve kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâ(tenzîlen).: Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre sûre) ayırdık; ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ 17/106)

Peygamberin bu görevini beyan etmektedir.

"Tebliğ", Kur'ân'ı insanlara ulaştırmaktır. Peygamberin görevi insanları dine zorlama değil sadece duyurmadır:

مَّا عَلَى الرَّسُولِ إِلاَّ الْبَلاَغُ وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
Resim---Mâ aler resûli illel belâg(belâgu) vallâhu ya’lemu mâ tubdûne ve mâ tektumûn(tektumûne).: Resûle düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.(Mâide 5/99)

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Resim---Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(mubînu).: (Ey Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.”(Nahl 16/82)

لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ
Resim---Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın).: Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.(Ğâşiye 88/22)

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ
Resim---Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.: Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.(Kâf 50/45)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »


2-) DAVET, VAAZ ETME VE ÖĞÜT VERME:
İnsanları Kur'ân’a davet etmek, onlara va'z etmek ve öğüt vermek:


"Davet"; insanları İslam’a çağırmak¸ "va'z" ve"öğüt" (tezkire); insanlara nasihat etme, onları iyiye, güzele ve doğruya teşvik etme, ilahî gerçekleri hatırlatma görevidir. ALLAHu zü’l-CeLÂL, Peygamberin bu görevi ile ilgili şöyle buyurmuştur:

ادع الى سبيل ربك بالحكمة و الموعظة الحسنة Rabbi’nin yoluna (insanları) hikmetle ve güzel öğütle çağır...
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Resim---Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).: (Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.
(Nahl 16/125)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).: Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
( Ahzâb 33/45)

وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا
Resim---Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ(munîren).: Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik).
( Ahzâb 33/46)

وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).: Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
(Mü’minûn 23/73)

أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
Resim---Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ(belîgan).: İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.
(Nisâ 4/63)

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
Resim---Fezekkir innemâ ente muzekkir(muzekkirun).: Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.
(Ğâşiye, 88/21)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
(Zâriyat 51/56)

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).: Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.
(Kasas 28/87)


3-) TALİM:
İnsanlara dini öğretmek (talim):


"Talim"; Kitabı, Hikmeti ve insanların bilmediklerini öğretme görevidir.ALLAHu zü’l-CeLÂL bu hususu Kur'ân’da şöyle bildirmektedir:


هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Resim---"Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).: Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.
(Cuma 62/2)


4-) TEBŞİR VE İNZÂR:
İnsanları uyarmak ve müjdelemek (tebşîr ve inzâr):


“Tebşir”; ödül va’d ederek insanları, iman ve sâlih amellere teşvik etmek, iman edip sâlih ameller işleyenleri Allah’ın nimeti ve cenneti ile müjdelemektir.
“İnzâr” ise, ilahî ceza olduğunu bildirerek inkar ve isyan olan inanç, söz, fiiller ve davranışlardan sakındırmaktır.Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm) Kur'ân’da “beşîr”, “mübeşşir” ve “nezîr” olarak nitelenmiştir:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren): Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
(Ahzâb 33/45)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.
(Sebe 34/28)

Peygamber (aleyhi’s-selâm), îman edip sâlih amel işleyenleri cennet ve nimetleriyle müjdeler:

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl(kablu) ve utû bihî muteşâbihâ(muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.
(Bakara, 2/25)

Kâfirleri,
وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilân nâsi yevmel haccıl ekberi ennallâhe berîun minel muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm(elîmin).: Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de... Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azabla müjdele.
(Tevbe 9/3)

Münafıkları,
بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---"Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).: Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!
(Nisâ 4/138)

Ve dini görevini yapmayanları azabla uyarır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).: Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!
(Tevbe 9/34)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

5-) TEZKİYE:

Bu, Peygamberin insanları tevhide (Allah’ı bir olarak kabul etmeye) davet ederek, onları şirk (Allah’a ortaklar koşma), inkâr ve isyandan kurtarmaya vesile olma görevidir.
ALLAHu zü’l- CeLÂL, peygamberin bu görevini şöyle bildirmiştir:


كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ:
Resim--- “Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn: Nitekim içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitab ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”
(Bakara 2/151)


6-) ŞâHİD OLMA:

Bu, peygamberin dünyada; Kur’ân-ı Kerim hükümlerini tatbik ederek insanlara gösterme, kıyamet günü ise, mü’minlere ve diğer ümmetlerin şâhidlerine tanıklık etme görevidir.
ALLAHu zü’l- CeLÂL, bu hususu şöyle bildirmiştir:


وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً وَمَاجَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ:
Resim---“Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm: İşte böylece sizin insanlığa şâhidler olmanız, Resûl’ün de size şâhid olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.”
(Bakara 2/143)


7-) EMR-İ Bİ’L MA’RUF VE NEHY-İ AN’İL MÜNKER:

Bu, İslâm’a ve akl-ı selime uygun olan iyi, güzel ve faydalı şeyleri emretme ve insanları İslâm’ın ve akl-ı selimin iyi, güzel ve faydalı görmediği, çirkin kabul ettiği şeylerden men etme görevidir.
Şu âyet peygamberin bu görevini beyan etmektedir:


الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:
Resim---“Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn: Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a (Kur’ân-ı Kerim’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”
(A’râf 7/157)


8 -) CİHAD VE KITÂL:

“Cihâd”, İslâm’ın bilinmesi, tanınması ve yaşanması için çalışma; “kıtâl” ise gerektiğinde İslâm düşmanlarıyla sallallahu aleyhi ve sellem aşma görevidir.
ALLAHu zü’l- CeLÂL şöyle buyurur:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ:
Resim---“Yâ eyyuhân nebiyyu câhidil kuffâra vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr:Ey Peygamberim! Kâfir ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran...”
(Tevbe 9/73)

فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْساًوَأَشَدُّ تَنكِيلاً:
Resim---“Fe kâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), lâ tukellefu illâ nefseke ve harrıdıl mu’minîn(mu’minîne), asallâhu en yekuffe be’sellezîne keferû. Vallâhu eşeddu be’sen ve eşeddu tenkîlâ: Artık Allah yolunda sallallahu aleyhi ve sellem aş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Mü’minleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.”
(Nisâ 4/84)

Müdafaa sadedinde Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm düşmanlarıyla (kâfir, müşrik ve münafıklarla) savaşmak durumunda kalmıştır.


9-) HÜDÂ:

Bu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in, Allah’ın izni ile insanlara doğru yolu gösterme görevidir.
Şu âyetler bunun delilidir:


وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحاً مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُوراً نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَاوَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ:
Resim---“Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm: İşte böylece sana da emrimizle Kur’ân-ı Kerim’ı vahyettik. Sen, kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”
(Şûrâ 42/52)


10-) TEBYÎN:

Bu, Kur’ân-ı Kerim hükümlerini açıklama ve dinî konularda hüküm verme görevidir. Kur’ân-ı Kerim hükümlerini, sözlü ve uygulamalı olarak açıklamak peygamberin temel görevidir.
Bu görev, şu âyette açıkça bildirilmiştir:


بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:
Resim---“Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn: (Ey MuhaMMed!) Sana bu zikri (Kur’ân-ı Kerim’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın; tâ ki, düşünüp öğüt alsınlar.”
(Nahl 16/44)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »


Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bu görevini Kur’ân-ı Kerim’e veya Kur’ân-ı Kerim dışı vahye dayanarak veya içtihatta bulunarak yerine getirmiştir. Namazların ilk ve son vakitleri, rekâtları ve kılınış biçimleri, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceği, boşanmanın şekli, kadınların hayız ve nifas hallerinde namaz kılamayacakları ve oruç tutamayacakları, çocuklara, hastalara, yolculara ve kadınlara cuma namazının farz olmayışı, mestlerin üzerine meshedilmesi, fıtır sadakası, revatip sünnetler, teravih, bayram ve cenaze namazları... Gibi pek çok dinî görev, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından açıklanmıştır. Bazı âyetlerin mücmel, müphem ve muhtasar olması sebebiyle, Kur’ân-ı Kerim’ın açıklanmaya ihtiyacı vardır. İnsanların, Kur’ân-ı Kerim’ı kendilerine rehber edinebilmeleri, hükümlerine, emir ve yasaklarına uyabilmeleri için iyice anlaşılması ve nasıl uygulanacağının bilinmesi gerekir. Allah, bu görevi Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) ’e vermiştir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hakkında âyet bulunmayan konuları açıklığa kavuşturmuştur. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in Kur’ân-ı Kerim’a ilâve olarak ortaya koyduğu hükümlerin asılları, icmalî olarak Kur’ân-ı Kerim’de vardır.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu görevini şu şekilde yerine getirmiştir:

A-) Kur’ân-ı Kerim’de var olan hükümleri sözlü olarak teyit etme:


Meselâ Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) in:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayra delalet eden (yol gösteren, sebep olan) o hayrı yapan gibi sevaba kavuşur.” buyurdu.

(Beyhekî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayra delâlet edene (yol gösterene, o hayra sebep olana), o hayrı işleyen kadar sevap verilir.” buyurdu.
(Buharî, İ. Ahmed, Ebu Yâ’lâ)

Sözleri- hadisleri:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni vettekullâh(vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb: Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.”
(Mâide 5/2)

Âyetini teyid etmektedir.
Mâide’nin 6. âyeti, abdest alınmadıkça namaz kılınmaması gerektiğini ön görmektedir:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn(ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh(minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn(teşkurûne).: Ey iman edenler. . . Salâta doğrulduğunuzda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi su ile yıkayın; başlarınızı mesh edin ve iki topuğunuza kadar ayaklarınızı da yıkayın. . . Eğer cünüp iseniz bütün vücudunuzu yıkayın. . . Eğer hasta olmuşsanız veya bir sefer üzere iseniz veya sizden biri tuvalet ihtiyacını gidermiş olarak gelirse yahut kadınlarla yatmışsanız, su da bulamamışsanız; temiz toprağa teyemmüm edin. . . Yüzlerinizi ve ellerinizi ondan mesh edin. . . Allâh size güçlük oluşturmak dilemez, fakat sizi arındırmak ve "HÛ"nun nimetini sizin üzerinizde tamamlamayı diler; tâ ki şükredesiniz (değerlendiresiniz).”
(Mâide 5/6)

Hz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in şu hadisi bu âyeti teyit etmektedir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
(( لا تُقْبَلُ صَلاةُ مَنْ أَحْدَثَ حَتَّى يَتَوَضَّأَ. قَالَ رَجُلٌ مِنْ حَضْرَمَوْتَ: مَا الْحَدَثُ يَا أَبَا هُرَيْرَةَ؟ قَالَ: فُسَاءٌ أَوْ ضُرَاطٌ.)) [ رواه البخاري ]
Resim---"Kendisinde hades meydana gelen (abdestini bozan) kimsenin, (yeniden) abdest almadıkça namazı kabul olunmaz."
Hadramevt (Yemen) halkından bir adam: “Ey Ebu Hureyre! Hades nedir?” diye sordu.
Ebu Hureyre -Allah ondan râzı olsun- ona şöyle cevap verdi: “Sessiz veya sesli yeldir."

(Buhârî; hadis no: 135)

B-) Kur’ân-ı Kerim’ı tefsir etme:

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , bazı âyetleri tefsir etmiştir.
Meselâ:


الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ:
Resim---“Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûn: İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar, işte güven onlarındır ve hidâyete ermiş olanlar da onlardır.”
(En’âm 6/82)

Âyetinde geçen “zulüm” kelimesini Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , Lokman sûresinin 13 âayetinde geçen, “şirk” (Allah’a ortak koşmak) ile tefsir etmesi buna örnektir:

وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Resim---“Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâh(billâhi), inneş şirke le zulmun azîm: Bir vakit Lokmân, oğluna öğüd vererek şöyle demişti: “Yavrum, Allah’a ortak koşma; çünkü Allah’a ortak koşmak (şirk) çok büyük bir zulümdür.”
(Lokmân 31/13)

C-) Kur’ân’ın genel hükümlü âyetlerini tahsis etme:

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , Kur’ân-ı Kerim’ın bazı genel hükümlerini tahsis etmiş yani alanını, kapsamını daraltmıştır.
Meselâ:


حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُواْ بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm(ezlâmi), zâlikum fisk(fiskun), elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn(vahşevni) el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ(dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm: Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
(Mâide 5/3)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ:
Resim---“Ölü eti ve kan size haram kılındı.”
(Mâide 5/3)

Âyetinde geçen “meyte” (ölü eti) ve “dem” (kan) kelimeleri, umum ifade eden lâfızlardır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ölü etlerinden balık; çekirge; keleri bu hükümlerden istisna ederek âyeti tahsis etmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

D-) Kur’ân-ı Kerim’ın mutlak hükümlerini takyid etme:

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur’ân-ı Kerim’ın bazı mutlak âyetlerini takyid etmiştir.
Meselâ:

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm: (Resûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lütfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”
(Müzemmil 73/ 20)

فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ:
“(Namazda) Kur’ân-ı Kerim’den kolayınıza gelen(âyetleri) okuyun.”
(Müzemmil 73/ 20)

Resim---Âyeti, namazda mutlak olarak herhangi bir âyetin okunmasını ifade etmektedir. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurmustur: ‘‘Fatihatu’l-Kitâb’ı okumayanın namazı yoktur.”
(Buhârî, Ebvâbu’s-Salât, 14 ; Müslim, Salât, 34 ; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 11 ; Tirmizî, Salât, 183)

Hadisi ile her namazda fatiha okunmasını gerekli görerek âyeti takyid etmiştir.


E-) Kur’ân-ı Kerim’ın mücmel âyetlerini açıklama:

Kur’ân-ı Kerim’de müteaddit defalar, “namaz kılınız.”:

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---“Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn: Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.”
(Bakara 2/43)

Resim---Emri mücmel (kapalı) olarak verilmiş, ancak namazın nasıl kılınacağı açıklanmamıştır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) , uygulamalı olarak namazın kılınışını öğretmiş ve: “Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız!.” buyurmuş (Buhârî, Ezan, 18)
Ve namazın nasıl kılınacağını ashabına öğretmiştir.


F-) Kur’ân-ı Kerim’ın müphem âyetlerini açıklığa kavuşturma:

Meselâ Kur’ân-ı Kerim’de oruç ile ilgili olarak:

أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَى نِسَآئِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتانُونَ أَنفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنكُمْ فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُواْ مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَكُلُواْ وَاشْرَبُواْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّواْ الصِّيَامَ إِلَى الَّليْلِ وَلاَ تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Resim---Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun(lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid(mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.”
(Bakara 2/187)

وَكُلُواْ وَاشْرَبُواْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ:
“Şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra ta gece oluncaya kadar orucu tamamlayın...”
(Bakara 2/187)

Âyetindeki “ak iplik” ve “kara iplik”, müphem (anlamı kapalı) kelimelerdir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ,bu kelimeleri, “Gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığı” olarak açıklayarak, âyetin müphemliğini gidermiştir.


G-) Kur’ân-ı Kerim’ın müşkül âyetlerini izah etme:

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
Resim---Ve eıddû lehum mâsteta'tum min kuvvetin ve min rıbâtil hayli turhibûne bihî aduvvallâhi ve aduvvekum ve âharîne min dûnihim, lâ ta'lemûnehum, allâhu ya'lemuhum, ve mâ tunfikû min şey'in fî sebîlillâhi yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn: Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”
(Enfâl 8/60)

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ:
“Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.”
(Enfâl 8/60)

Resim---Âyetindeki “kuvvet” kelimesini Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) : “Kuvvet, atmaktır! Kuvvet, atmaktır! Kuvvet, atmaktır!”
(Müslim, İmare,167; Ebu Davud, Cihad,23; Tirmizî, Tefsiru sureti 8; İbn Mace, Cihad, 19).

Hadisi ile açıklığa kavuşturmuştur.

H-) Helâl ve haram bildirme:

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , Kur’ân-ı Kerim’de bildirilmeyen bazı haramları açıklamıştır.
Bu hususu, Kur’ân-ı Kerim şöyle beyan eder:

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْالنُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:

“Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn: Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a (Kur’ân-ı Kerim’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’râf 7/157)

Kur’ân-ı Kerim’de yer almadığı halde peygamberimizin haram olduğunu bildirdiği birçok husus vardır.
Meselâ; bir kadının teyzesi, halası, kız ve erkek kardeşlerinin kızları ile bir nikâh altında bulundurulması; ehli merkep; katır, aslan, kaplan, fil, kurt, maymun, köpek gibi pençesi bulunan vahşi hayvanların; kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi tırnaklarıyla avlanan yırtıcı kuşların ve fare, köstebek ve akrep gibi haşaratın etlerinin yenilmesi; erkeklerin altın zinet takınmaları ve ipek elbiseler giymeleri, altın ve gümüş kaplardan su içilmesi ve yemek yenilmesi, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanmıştır.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’ân-ı Kerim’ı açıklama görevini şu şekilde yapmıştır:
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

Peygamberimiz Hz. MuhaMMed aleyhi’s-selâm, “açıklama” görevini Allah’tan aldığı ilave bilgi ile yapmıştır.
Şu örnekleri verebiliriz:


قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---“Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn: Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”
(Bakara 2/144)

Âyetinden; önceleri Kudüs’teki Mescid-i Aksa cihetine doğru namaz kılınırken kıblenin Mekke’deki Mescid-i Haram cihetine çevrildiğini öğreniyoruz. Kur'ân’da, kıblenin Mescid-i Aksa cihetine doğru olduğunu bildiren âyet yoktur. Peygamberimiz aleyhi’s-selâm, Mescid-i Aksa cihetine kendi içtihadı ile değil, Allah’tan aldığı Kur'ân dışı bilgi (vahy-i gayri metlüv) ile namaz kılmıştır. Eğer kendi içtihadı ile olsaydı kıblenin değişmesi için vahiy beklemezdi.


وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim---“Ve mâ yentıku anil hevâ: O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.”
(Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Resim---“İn huve illâ vahyun yûhâ: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.”
(Necm 53/4)

Âyette geçen “vahiy” ve “konuşma” lafızları hem Kur'ân’ı hem de Kur'ân dışı vahyi (sünneti) içerir. Bu lafızları sadece Kur’ân’a indirgemek, âyeti tahsis etmek( anlamını daraltmak) tır ki bu, delilsiz ve keyfi bir görüştür. Ayrıca âyette (و ما ينطق) “o konuşmaz” denilip ( و ما يقرا) “o okumaz” denilmemesi de bu âyetteki nutkun (konuşmanın), Sünneti de içerdiğine delâlet eder:

وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
Resim---“Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in). Ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ: Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup, seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür.”
(Nisa 4/113)

وَإِذْ أَسَرَّ النَّبِيُّ إِلَى بَعْضِ أَزْوَاجِهِ حَدِيثًا فَلَمَّا نَبَّأَتْ بِهِ وَأَظْهَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَأَعْرَضَ عَن بَعْضٍ فَلَمَّا نَبَّأَهَا بِهِ قَالَتْ مَنْ أَنبَأَكَ هَذَا قَالَ نَبَّأَنِيَ الْعَلِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---“Ve iz eserren nebiyyu ilâ ba’dı ezvâcihî hadîsâ(hadîsen), fe lemmâ nebbeet bihî ve azherehullâhu aleyhi arrefe ba’dahu ve a’rada an ba’d(ba’dın), fe lemmâ nebbeehâ bihî kâlet men enbeeke hâzâ, kâle nebbeeniyel alîmul habîr: Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, o da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: "Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdâr olan (Allah) haber verdi" demişti.”
(Tahrîm 66/3)

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا
Resim---“Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi vel hikmeh(hikmeti), innallâhe kâne latîfen habîrâ: Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır.”
(Ahzâb 33/34)

Hadislerde Peygamberin aleyhi’s-selâm Kur'ân dışı vahiy aldığına dair pek çok örnek vardır. Cibril’in aleyhi’s-selâm, insan sûretinde gelip Peygamber’e aleyhi’s-selâm, İman, İslam ve İhsan’ın ne olduğunu sorması ile ilgili hadis bunun en güzel örneğidir. (bkz. Ebu Davud, Kader, 17. V, 69-73.)

Resim---Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir: "Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber aleyhi's-selâm'ın yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve: "Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."
"Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Âllah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin" dedi.
Bu sefer: "Bana ihsandan haber ver" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu.
O zat: "Bana kıyametten haber ver" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular.
"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi.
Peygamber aleyhi's-selâm: "Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu.
Babam dedi ki: "Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Rasûlullah bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlü bilir" dedim.
"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular.

(Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1; Ebu Davud; Tirmizî; İbn Mâce)

Cibril aleyhi’s-selâm, Hz. Peygamber’e Kur'ân için indiği gibi Sünnet için de iniyor.
(bk Dârimî, Mukaddime, 49. s. 145. Ebû Dâvud, Merasil, 55.)

Ona âyetleri ve dini hükümleri ayrıntılı olarak açıklıyordu. Peygamberimiz aleyhi’s-selâm, kendisine vahiy gelmeyen bir konuda bir şey sorulduğu zaman “bilmiyorum” der veya vahiy gelinceye kadar cevap vermez ve kendi görüşü ile ve kıyasla (bir şey) söylemezdi. (Buhari, İtisam, VIII, 148.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
الا واوتيت القران و مثله معه “Dikkat edin Bana Kur'ân ve onun gibi bir misli verildi” buyurmuştur.

(Ebu Davud, Sünnet, 6. V, 10. Ahmed, IV, 131.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

İ-) ÜSVE-İ HASENE: Bu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in söz, fiil ve davranışlarıyla insanlara örnek olma görevidir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in en güzel örnek olduğunu:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ: And olsun ki, Allah’ın Elçi'sinde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.”
(Ahzâb 33/21)

Anlamındaki âyet bize bildirmektedir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , imanı, ameli, sözleri, davranışları ve ahlâkı ile bize örnek olmuştur. O (sallallahu aleyhi ve sellem) , en büyük ahlâk üzeredir:

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ:
Resim---“Ve inneke le alâ hulukın azîm: (Ey Peygamberim!) Sen büyük bir ahlâk üzeresin.”
(Kalem 68/4)

Anlamındaki âyet ile Allah, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in ahlâkını yüceltmiştir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) , Kur’ân-ı Kerim hükümlerini tatbik ederek Müslümanlara örnek olmuştur. Onun ahlâkını şöyle özetleyebiliriz:

O; emin, güvenilir, mütevazı, edepli, sabırlı, yumuşak huylu, affedici, çok merhametli, çok şefkatli, kanaatkâr, muttaki, müstakim, muhsin, salih ve sadık bir insandı. Asla büyüklenmez, kimseye kaba davranmaz ve kimseyi hakir görmezdi. Kötülüğe iyilikle muamele ederdi. Davete icabet eder, yapılan iyiliğe teşekkür ederdi. Zengin-fakir herkese eşit davranır, insanlar arasında ayırım yapmazdı. Özür dileyenin özrünü kabul ederdi, hoşgörülü idi. Çocukları çok sever, hastaları ziyaret eder, misafirlerine son derece ikramda bulunurdu. Nefret ettirmez, müjdeler; zorlaştırmaz, kolaylaştırırdı. Adaleti her yerde tatbik eder, zulmü hoş görmezdi. Asla yalan söylemezdi. Doğru sözlüydü. Akrabalarıyla ilgilenir, emanetlere riâyet eder, yoksulları doyurur, acizlerin işini görür, musibet ve felâkete uğrayanlara yardım ederdi. Hiç “hayır” demezdi. Kendisinden bir şey talep edilince yapmak isterse “evet” der, yapmak istemezse sükût ederdi. İnsanların en cömerdi ve cesuru idi. Ev işlerine yardım ederdi. Daima Allah’ı zikrederdi. İpekli elbise giymez, altın yüzük takınmaz, altın ve gümüş kaptan yemek yemezdi. Giyiminde temizliğe ve sadeliğe önem verirdi. Güzel koku sürünmeyi severdi. Hiçbir yemeği ayıplamazdı. Yemeğe besmele ile başlar ve sağ eliyle yerdi. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkardı. İyice doymadan sofradan kalkardı. Suyu üç yudumda içerdi. Nefsi için kin tutmaz, öç almaz ve kimseye sövmezdi. Darılmaz ve dargın durmazdı. Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, zenginlik ve fakirliğin fitnesinden, fakirlik ve zilletten, faydasız ilimden, saygılı olmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan Allah’a sığınırdı. Allah’tan daima hidâyet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterdi. İnsanları renklerine, şekillerine ve servetlerine göre değil, inanç, söz, fiil ve davranışlarına göre değerlendirirdi. İnsan haklarına, mü’minlerin birlikteliğine, birbirlerine sevgi, şefkat ve merhamet ile davranmalarına, kardeşliğe, kusurların bağışlanmasına, komşu haklarına, sevgi ve dostluğa, akrabalarla ilişkinin sürdürülmesine ve onlara iyilik yapılmasına, mal, can ve namus güvenliğine çok önem verirdi. Yetimlere bakılmasını, yoksulların doyurulmasını, çocukların iyi yetiştirilmesini, misafirlere ikram edilmesini, kötülüğün iyilikle savulmasını ve insanlara güzel davranılmasını, selâmlaşmayı, Müslüman’a yardım etmeyi, küçüklere sevgi, büyüklere saygı göstermeyi, güler yüzlü olmayı, doğruluğu, cömertliği, samimiyeti, iffetli ve hoşgörülü olmayı, adaleti, iyiliği, güzelliği ve temizliği, yardım severliği ve insanlara faydalı olmayı teşvik ederdi. İnsanlara eziyet edilmesine, sövülmesine, lânetlenmesine, dövülmesine, zarar verilmesine, güçlük çıkarılmasına, işkenceye, kin tutmaya, dargın durmaya, öfkelenmeye, insanların aldatılmasına, haset edilmesine, arkadan çekiştirilmesine, gizli hallerinin araştırılmasına, komşuya eziyet edilmesine, iki yüzlülük yapılmasına, yalan söylenmesine, yalancı şâhidlik yapılmasına, emanete hıyanetlik edilmesine... Karşı çıkardı.

SONUÇ:


ALLAHu zü’l- CeLÂL, rehber ve örnek olsunlar diye, ilk insandan itibaren her topluma bir peygamber göndermiştir. İlk peygamber Âdem (aleyhi’s-selâm), Son Peygamber Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem) ’dir. Bu ikisinin arasında gelip geçen peygamberlerden, Kur’ân-ı Kerim’de sadece 25'inin ismi zikredilmiş, diğerlerinin isimleri zikredilmemiştir. İsimlerini bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün peygamberlere iman etmek imanın altı esasından biridir. Bu peygamberlerden birine iman etmeyen kimse, mü’min ve Müslüman olamaz. Peygamberler, akıllı, güvenilir, dürüst, özü ve sözü doğru insanlardır. Peygamberler büyük günah işlememişlerdir. Allah'tan aldığı görevleri yerine getirmişler, hak dini insanlara tebliğ etmişlerdir. Son Peygamber Hz. MuhaMMed (sallallahu aleyhi ve sellem) , diğerlerinden farklı olarak bütün insan ve cinlere Rahmet Peygamberi, en güzel örnek olarak gönderilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: PEYGAMBERLERE İMAN

Mesaj gönderen nur_umim »

Hz. PEYGAMBERİMİZ aleyhisselâm’ın ÖRNEKLİĞİ:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhir rahmânir rahîm.

Aziz kardeşlerim!
ALLAHu zü’l- CeLÂL,, varlıkların en şereflisi olarak nitelendirdiği insana akıl, irade, düşünme, anlama ve buna benzer birçok yetenekler vererek yaratmıştır. Bununla yetinmeyip, dünya ve ahiret saadeti için uyulması gereken kaideler ve kurallar verip, bu kuralları en güzel şekilde açıklayıp göstermesi için de her ümmete ve topluma Peygamberler göndermiştir. ALLAHu zü’l- CeLÂL, şu âyetinde bu gerçeği ifade etmektedir.:

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
“İnnâ erselnâke bi’l- hakkı beşîren ve nezîrâ (nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr (nezîrun).: Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fâtır 35/24)

Dinimizin yüce Peygamberi, “Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)yaratılmışların en üstünü ve en değerlisidir.” (Tirmizi, Menakıb b 1. V,588)
Öyle ki, henüz Peygamberlik vazifesi gelmeden bile, davranışları ile dürüstlüğü ve ahlâkı ile bütün çevresinin sevgi ve güvenini kazanmış, “Muhammed’ül- Emin” adı ile tanınmaya ve anılmaya başlamıştır. Peygamberlik görevini aldıktan sonra bile, Müslümanlığı kabul etmeyen gayrı müslim ve müşrikler, O’nun dürüstlüğü, doğruluğu ve ahlakı hakkında hiçbir kötü söz, söyleyememişlerdir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) üstün adaletli idi. Kimsenin hakkını kimseye yedirmez, adaletle hükmederdi.
“Münakaşa etmez, lüzumundan fazla konuşmayı sevmezdi. Kimseyi tenkid etmez, kendisini ilgilendirmeyen durumlara karışmaz, kimseye hakaret etmezdi. Güler yüzlü, güzel huylu ve nazik kalpli idi. Ağzından müstehcen bir söz çıkmazdı. Biri söz söylerken Resul’ü Ekrem onu dikkatle dinlerdi. Başkalarının gizli hallerini araştırmaz, övülmeyi sevmezdi.” (Asr-ı Saadet Ö, R. Doğrul Ter. C: 2, S: 873 – 874)

Aziz kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, O’nun bütün insanlık için sembolleşmiş örnek kişiliğini şöyle anlatıyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’-l âhıre ve zekerallâhe kesîrâ (kesîren).: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

Peygamberimizin hayatını çokca okuyup, iyi tanıyalım ve öğrendiklerimizi hayatımıza yansıtalım. Çocuklarımıza ve torunlarımıza, O’nu en güzel şekilde anlatalım ki, O’nun şefaatine nail olalım. İnşâe ALLAHu Teâlâ!.

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’minîne raûfun rahîm (rahîmun).: Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe 9/128)
Resim
Cevapla

“Peygamber Efendimiz (S.A.V)” sayfasına dön