BURÛC SÛRESİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

BURÛC SÛRESİ

Mesaj gönderen Gul »

Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümemec'al efdala salavâtike ebeden Ve enmâ berekâtike sermeden Ve ezkâ tehiyyâtike fadlen ve adede Alâ eşrafil halâikil insâniyeti ve mecmail hakkâikil imaniyyeti Ve turittecelliyâtil ihsâniyyeti Ve mehbitil esrarirrahmâniyyeti Vâsitati akdinnebiyyine ve mukaddemi ceyşil mürselin Vekâidi rakbil enbiyâil mükerremin Ve efdalil halâiki ecmain Hâmili livâil izzil alâ Ve mâliki Ezimmetil mecdil esnâ Şahidi esrâril ezeli Ve müşâhidi envarissevâbikil üveli Ve türcümâni lisânil kıdemi Ve menbail ilmi ve hilmi Ve hikemi mazhari sırril cudil cüz’'iyyi ve külli Ve insani aynil vücudil ülviyyi vessufliyyi Ruhi cesidil kevneyni Ve ayni hayâtiddâreyni El mütehakkiki bi alâ rabbil ubudiyyti El mütehalliki iahlâkil makamtil istifaiyyeti El halilil a'zam Vel habibil Ekrem seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdilmuttalib Ve alâ sâril enbiyâi vel mürselin Ve alâ âlihim ve sahbihim ecma'in Küllema zekerakezzâkirun ve ğafela an zikrihimul ğafilun Ve sellim teslimen kesira.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, dâim en güzel salâtlarını; sermedî olan en geniş bereketlerini; fazlı ve adedi en pâk selâmlarını; insanlardan yaratılmışların en şereflisine; imâni hakikatlerin kendisinde toplandığı; ihsân dolu tecellilerin Tûr'u olan; rahmanî sırların iniş yeri; nebiler bağında vâsıta; resûller ordusunda öncü; tekrîm edilmiş nebiler kervanının önderi; tüm mahlûkâtın en faziletlisi; en yüce izzet sancağını taşıyan; en âli mecdin yularlarının sahibi; ezel sırlarının şâhidi; önce geçmiş olanların nurlarının müşâhidi; eskilerin dillerine tercümen; ilim, hilim ve hikmetlerin menbâ'ı; cüzî, küllî tüm "cûd"un sırlarını izhâr eden; ulvî ve suflî varlığın kendisi olan bir insân; her iki kevnin bedenindeki ruh; iki yurttaki hayatın kendisi; ubûdiyet derecelerinin en yücesine ulaşmış; seçilme makâmların ahlâkına bürünen; en büyük dost; en keremli sevgili; Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (salallahu aleyhi ve sellem)'e, diğer nebi ve resûllere, onların tüm âline ve ashabına, zikredenler seni zikrettikçe ve gâfil olanlar da zikrinden gafil oldukça, Sen veriver!. Çokça selâm ediver!


Resim
13. Salâvât-ı Şerîfe (http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 158&t=3141)

Resim

Euzubillahimineşşeytanirracim.
Resim

1-وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوج
"Ves semâi zâtil burûc(burûci)."

*ve : andolsun
*es semâi : sema, gökyüzü
*zâti : sahibi
*el burûci : burçlar, takım yıldızlar

"O Semai zatilbüruca"

2-وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ
"Vel yevmil mev’ûd(mev’ûdi)."

*ve el yevmi : ve gün
*el mev'ûdi : vadedilen

"Ve o yevmi mev'uda"

3-وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ
"Ve şâhidin ve meşhûd(meşhûdin)."

*ve şâhidin : ve şahit olan
*ve meşhûdin : ve şahit olunan

"Ve şâhide ve meşhûda kasem olsun"

4-قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ
"Kutile ashâbul uhdûd(uhdûdi)."

*kutile :öldürüldü, katletildi, helâk edildi
*ashâbu el uhdûdi : hendeklerin sahipleri

"Tel'ıyn edildi sahibleri o uhdudun"

5-النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ
"Ennâri zâtil vekûd(vekûdi)."

* en nâri : ateş
* zâti : sahibi (içinde var)
* el vakûdi : yakacak, yakıt

"O çıralı ateşin"

6-إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ
"İzhum aleyhâ kuûd(kuûdun)."

*iz : o zaman, olmuştu
*hum : onlar
*aleyhâ : onun üzerinde, etrafında
*kuûdun : oturmuşlar

"O vakıt ki üzerine oturmuştular"

7-وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ
"Ve hum alâ mâ yef’alûne bil mu’minîne şuhûd(şuhûdun)."

* ve hum : ve onlar
* alâ mâ yef'alûne : yaptıkları şeylere
* bi el mu'minîne : mü'minlere
* şuhûdun : şahit oluyorlardı, seyrediyorlardı

"Mü'minlere yaptıklarına karşı şâhid de oluyorlardı"

8-وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
"Ve mâ nekamû minhum illâ en yu’minû billâhil azîzil hamîd(hamîdi)."

* ve mâ nekamû : ve intikam almadılar
* min-hum : onlardan
* illâ : den başka
* en yu'minû : îmân etmeleri
* bi allâhi : Allah'a
* el azîzi : azîz, izzet sahibi olan
* el hamîdi : hamdedilen

"Onlardan kızdıkları da yalnız azîz, hamîd olan Allaha iyman etmeleri idi"

9-الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
"Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun)."

* ellezî : o ki
* lehu : ona aittir, onun
* mulku : mülkü, idaresi
* es semâvâti : semalar, gökler
* ve el ardı : ve arz, yeyüzü
* ve allâhu : ve Allah
* alâ : üzerine, ... a
* kulli : her
* şey'in : şey
* şehîdun : şahittir

"Ki bütün Semavât ve Arz mülkü onundur ve Allah, her şey'e şâhiddir"


10-إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ
"İnnellezîne fetenul mu’minîne vel mu’minâti summe lem yetûbû fe lehum azâbu cehenneme ve lehum azâbul harîk(harîkı)."

* inne : muhakkak ki
* ellezîne : onlar, ..... olanlar
* fetenû : fitne, kötülük, işkence yaptılar
* el mu'minîne : mü'min erkekler
* ve el mu'minâti : ve mü'min kadınlar
* summe : sonra
* lem yetûbû : tövbe etmediler
* fe : işte, bundan sonra, artık
* lehum : onlar için vardır
* azâbu : azap
* cehenneme : cehennem
* ve lehum : ve onlar için vardır
* azâbu : azap
* el harîkı : yakıcı

"O kimseler ki mü'minîn ve mü'minâta fitne yapmışlar, sonra da tevbe etmemişlerdir muhakkak artık onlara Cehennem azâbı var ve onlara yangın azâbı vardır"

11-إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ
"İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), zâlikel fevzul kebîr(kebîru)."

* inne : muhakkak ki
* ellezîne : onlar, ..... olanlar
* âmenû : âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
* ve amilû : ve amel işlediler, yaptılar
* es sâlihâti : salih ameller, ıslâh edici, nefsi tezkiye edici amel
* lehum : onlar için vardır
* cennâtun : cennetler
* tecrî : akar
* min tahti-hâ : onun altından
* el enhâru : nehirler
* zâlike : işte bu
* el fevzu : fevz, kurtuluş, şerefli bir ikram
* el kebîru : büyük

"O kimseler ki iyman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, muhakkak onlara altından ırmaklar akar Cennetler var, işte o büyük kurtuluşdur"

12-إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ
"İnne batşe rabbike le şedîd(şedîdun)."

* inne : şüphesiz, muhakkak
* batşe : kıskıvrak yakalama
* rabbi-ke : senin Rabbin
* le : mutlaka, elbette
* şedîdun : çok şiddetli

"Hakîkat rabbının tutuşu şediddir."

13-إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ
"İnnehu huve yubdiu ve yuîd(yuîdu)."

* inne-hu : şüphesiz, muhakkak ki o
* huve : o
* yubdiû : ilk defa yaratır,
* ve yuîdu : ve iade eder, döndürür

"Çünkü o hem mübdî hem muîddir"

14-وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
"Ve huvel gafûrul vedûd(vedûdu)."

* ve : ve
* huve : o
* el gafûru : mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
* el vedûdu : çok seven

"Onunla beraber gafurdur, çok sevgili (vedud)dur"

15-ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ
"Zul arşil mecîd(mecîdu)."

* zû : sahip
* el arşi : arş
* el mecîdu : Mecid'dir, çok yüce ve şereflidir

"Arşın sahibi, şanlı (mecîd)dir"

16-فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
"Fa’âlun limâ yurîd(yurîdu)."

* fe'âlun : yapan, fail, fiilin yapıcısı
* li : için
* mâ : şey
* yurîdu : diler , dilediği

"Dilediğini yapar (fa'alün limâ yürîd)dir"

17-هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ
"Hel etâke hadîsul cunûd(cunûdi)."

* hel : mi
* etâ-ke : sana geldi
* hadîsu : söz, haber, aktarılan olay, kıssa
* el cunûdi : askerler, ordular

"geldi ya, sana kıssası o orduların (o cünudun)"

18-فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ
"Fir’avne ve semûd(semûde)."

* fir'avne : firavun
*ve : ve
* semûde : Semud kavmi

"Fir'avnin ve Semudün"

19-بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ
"Belillezîne keferû fî tekzîb(tekzîbin)."

* bel(i) ellezîne : hayır onlar, ..... olanlar
* keferû : inkâr ettiler
* fî : içinde
* tekzîbin : tekzip, yalanlama

"Fakat o küfredenler hâlâ bir tekzibde"

20-وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ
"Vallâhu min verâihim muhît(muhîtun)."

* ve allâhu : ve Allah
* min : den
* verâi-him : onların arkası
* muhîtun : kuşatandır, ihata edendir

"Halbuki Allah arkalarından kuşatmış"

21-بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ
"Bel huve kur’ânun mecîd(mecîdun)."

* bel : hayır
* huve : o
* kur'ânun : Kur'ân
* mecîdun : yüce ve şerefli

"Fakat o şanlı bir Kur'andır"

22-فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ
"Fî levhın mahfûz(mahfûzın)."

* fî : de, da
* levhın : levha
* mahfûzın : muhafaza edilen

"Bir Levh-ı Mahfuz'da."
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön