Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Resim

SıRR-ı Sıfır SeLÂmetin
HÂL-i HazıR >İNâyetin
BİDâyetin<->NİHâyetin
ReSûLULLAH ->HİDâyetin!.

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem…


ZEVK 7414

Bediu’s- SeMâvâti ve’L- ARZsın.. >BİDâyet SENden ALLAHım!
->“İLLiYyîN”-den ->”ESFELîN”-e... >İNâyet SENden ALLAHım!
->EL Muheymin ->EL HÂDî-sîn.. ->HİDâyet SENden ALLAHım!
“VÂHiDu’L KAHHÂR ALLAH”-sın!. ->NİHâyet SENden ALLAHım!. celle celâlihu...


29.01.16 13:23
brsbrsmd..tktktrstkkdhAYyrett..


BİDâyet: Başlangıç. İlk önce. Evvel ve ibtida. İlk olarak.
NİHâyet: Son, uç, son derece.. son-UÇç..
İNâyet: Yardım, lütuf, ihsÂN, meded etmek.
HİDâyet: Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak..
SeLÂmet: Kurtuluş, tehlikeden sâlim olmak. Korktuklarından, fenalıklardan kurtulmak. Neticede imân ile kabre girmek..


بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Bedîus semâvâti ve’l- ard (ardı), ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbetun, ve halaka kulle şey’in, ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).: Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O’nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir.”
(En'âm 6/101)

El Müheyminu:
Resim

El Hâdîyyu:

Resim



->VÂHiDu’L- KAHhÂR ->GERÇEKLik.:


Resim ->EL VÂHiDu’L- KAHHÂR >ALLAH.:

..Vahdet-i UHuD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i MevCÛD =>Vahdet-i VüCÛD<=kaHHÂRRiyyet=> Vahdet-i VüCÛD =>Vahdet-i MevCÛD ->Vahdet-i ŞüHÛD ->Vahdet-i SüCÛD ->Vahdet-i UHuD..

(LÂ diyen HerŞey/kes)..->İLÂhe ->İLLâ =>ALLAH <= TEVHÎD => ALLAH ->İLLÂ ->İLÂhe-> ..(LÂ diyen yok.. VAR OLan Vâhidu'l- Kahhâr ALLAH)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---''Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır."
(Mü’min 40/16)


El Vâhidu:
Resim

El Kahhâru:
Resim

El Bâkî:
Resim



Resim

İMANIN KALBE VERDİĞİ HİDÂYET

Guidance (Hidayath) Given By Faith to the Heart


M. Ali KAYA
İlâhiyatçı

GiRiŞ:

Hidâyet kelimesi Arapça “H-D-Y” kökünden masdar olup; terim olarak dalaletten, şirk ve küfürden, haksızlık ve zulümden kurtulmak anlamına gelmektedir. İnsanın hak ve hakikat yoluna, yani heva ve hevesin sevk ettiği yola değil, Hüda'nın yoluna gitmesine hidâyet denilmektedir. Bundan dolayı lügatte Hidâyet, "Allah yoluna girmek" olarak tarif edilmiştir. Allah'ın insanlara gösterdiği hak ve hidâyet yoluna giren kimseye de "hudabin, hudaperest ve hakendiş", yani hak ve hakikati görerek Allah'ı tanıyan, Allah'ı severek O'na gönülden ibadet eden, hak ve hakikate taraftar olup haksızlık yapmaktan korkup titreyen kişi denilmiştir.
(Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 32)

İnsanı hak yoldan ayıran, aklının kendi görüşünü beğenerek hevasına göre hareket etmesi, nefsinin heveslerine aldanarak hoşlanacağı şekilde davranması sonucudur.
Kişinin bâtıl yolu bırakıp, hak ve hakikat yolu olan hidâyete yönelmesi ancak Cenâb-ı Hakk'ın dilemesi ve yardımı ile olur. Çünkü hak ve hakikat yolu Allah'ın peygamberleri vasıtası ile insanlara gösterdiği yoldur. Allah peygamberleri aracılığı ile insanlara kitaplar göndererek razı olduğu adalet ve hak yolunu göstermemiş olsaydı, insanlık kendi aklının hevası ve nefsinin hoşuna giden hevesinin peşinden gider, hak ve hakikati asla bulamazdı. 21. asırda hak dinden nasibini almamış, fen ve felsefenin tekâmülü ile medeniyetin fantezileri içinde şımarmış insanlığın ne derece haksızlık ve zulme sebep olduğu, hak ve hakikatten ne derece uzaklaştığı, dolayısıyla insanlığı ne derece felakete attığı görülmektedir.
ALLAHu Zü’L- CeLÂL, Kur’ân-ı Kerim'inde peygamberine şöyle demesini emreder: "Resûlüm insanlara de ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından hak ve hakikati anlatan bir kitap geldi. Bundan sonra kim ona uyar da hidâyet üzere olursa, kendi lehine hareket etmiş ve kurtulmuş olur. Kim de onun dışında heva ve hevesine göre hareket ederse o da doğru yoldan, hak ve hakikat, kurtuluş ve hidâyet yolundan ayrılmış olur. Ben de o kitaba uymakta sizinle aynı konumdayım, üzerinizde vekiliniz değilim. Ey Resûlüm, onlar uymazlarsa sen, sana vahyolunan kitaba tabi ol, Allah hakkınızda hükmünü vereceği zamana kadar sabret. O Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır."


قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
Resim---“Kul yâ eyyuhân nâsu kad câekumu’l- hakku min rabbikum, fe men ihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihi, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi vekîl (vekîlin).: De ki: “Ey insanlar, Rabbinizden size hak gelmiştir! Kim hidayete erdiyse, muhakkak ki kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette olduysa (kaldıysa) ancak kendi aleyhine (sorumluluğu kendi üzerinde) dalâlette olur. Ve ben, sizin üzerinize vekil değilim.”
(Yûnus 10/108)

وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّىَ يَحْكُمَ اللّهُ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ
Resim---“Vettebi’ mâ yûhâ ileyke vasbir hattâ yahkumallâhu, ve huve hayru’l- hâkimîn (hâkimîne).: Ve sana vahyolunan şeye tâbî ol! Ve Allah, hükmedinceye (hüküm verene) kadar sabret! Ve O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
(Yûnus 10/109)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL bu âyette Kur’ân'a uymayı hidâyet, onun dışında hareket etmeyi de dalalet olarak vasıflandırmaktadır. Bir başka âyetinde ise "Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevk edecek, hiç bir kimse bulunmaz" buyurur.

أَفَمَنْ هُوَ قَآئِمٌ عَلَى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَجَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء قُلْ سَمُّوهُمْ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي الأَرْضِ أَم بِظَاهِرٍ مِّنَ الْقَوْلِ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ مَكْرُهُمْ وَصُدُّواْ عَنِ السَّبِيلِ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Resim---E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi şurakâe, kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin minel kavl(kavli), bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl(sebîli), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).: Artık bütün nefslerin kazandıkları şeyler üzerinde kaim olan kimdir? Ve onlar, Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimleri ile (davet etsinler, icabet edilmeyeceğini görsünler). Yoksa siz, O'na (Allah'a) yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Veya sözün zahir olanını mı?” Hayır, kâfirlere hileleri süslü gösterildi ve yoldan (Allah'ın yolundan) saptırıldılar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur (bulunmaz).” (Ra'd 13/33)
En son nur_umim tarafından 30 Oca 2016, 14:05 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

A. Kur’ân'da Hidâyet Kavramı

1-) Hidâyet Yolunu Gösteren Allah'tır:

İnsanı hidâyete götüren doğru yolu bize gösterenin Allah olduğunu beyan eden Kur’ân-ı Kerim,

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِّنَ الْمُجْرِمِينَ وَكَفَى بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصِيرًا
Resim---“Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven minel mucrimîn (mucrimîne), ve kefâ bi rabbike hâdiyen ve nasîrâ (nasîran).: Ve işte böylece nebîlerin hepsine mücrimlerden düşman kıldık. Ve senin Rabbin, hidayete erdiren ve yardımcı olarak kâfidir.”
(Furkân 25/31)

buyurur. Hidâyet aynen rızık ve şifâ gibi Allah'tandır. Her ne kadar rızkın sebepler ve şifânın da ilaçlar vasıtası ile Allah’tan olduğu gibi, hidâyet de peygamberler, kutsal kitaplar ve âlimler aracılığı ile Allah'tandır.


Resim---Bir kudsî hadiste ALLAHu Zü’L- CeLÂL "Ey kullarım! Benim hidâyete ulaştırdıklarımdan başka hepiniz yanlış yoldasınız. O halde benden hidâyet isteyiniz ki, sizi hidâyete erdireyim"
(Müslim, Birr, 55)

Buyurarak hem hidâyetin Allah'tan olduğunu, hem de hidâyetin ancak kulun isteği ile Allah tarafından ihsan edileceği belirtilmektedir.
Kul hidâyeti talep etmedikçe, rızık ve şifâ gibi hidâyeti de Allah vermeyeceği gibi, Allah dilemedikçe de bir kimsenin, Peygamber'in istemesiyle dahi hidâyete kavuşamayacağı âyetlerde şöyle ifâde edilir:


اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Resim---“İnneke lâ tehdî men ahbebte velâkinna(A)llâhe yehdî men yeşâ(u) vehuve a’lemu bilmuhtedîn(e): "Ey Resûlüm! Şüphesiz sen, sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediğini hidâyete erdirir. O, hidâyete erecekleri çok iyi bilir."
(Kasas 28/56)

لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
Resim---“Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh (vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn (tuzlemûne).: Onların hidayete ermesi senin üzerine (vazife) değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir. Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, işte o sizin kendi nefsiniz içindir. Siz (ey mü’minler), sadece Allah’ın vechini (Zat’ını, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı) dileyerek infâk edersiniz (verirsiniz). Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, (o) size tamamen ödenir ve siz zulmedilmezsiniz (size haksızlık yapılmaz).”
(Bakara, 2/272)

Buhârî ve Müslim'in naklettiği bir hadise göre,
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in amcası Ebû Talib, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i korur, ona yardım ederdi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de onu tabiî bir sevgi ile severdi. Vefâtına yakın, yanına gelerek şöyle demişti: "Ey amca, Allah katında kendisiyle senin lehinde şahadette bulunabileceğim bir kelimeyi; 'Allah'tan başka ilâh yoktur' kelimesini söyle" Ancak, Ebû Talib, bu kelimeleri söyleyemedi.
(İbn-i Kesir, Tefsir, 3/406)

Vefâtından sonra, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem), onun hakkında istiğfarda bulunması üzerine hidâyete ermeyenler için yapılacak duanın geri çevrileceği şu âyetle bildirilmiştir:

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---"Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû lil muşrikîne ve lev kânû ulî kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbul cahîm (cahîmi).: Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve müminlere yaraşmaz.”

(Tevbe 9/113)

Allah'ın hidâyet nasip etmemesinin de makul sebepleri vardır. Bunların başında kulun hidâyeti istememesi ve talep etmemesinin ifâdesi olan niyeti, davranışları ve ahlakıdır. Bunların başında ise küfürde, isyanda ve yalancılıkta ısrar etmesidir. Allah insanları hak ve hidâyet olan doğru yola, dünya ve ahiret saadetine davet etmek ve bunun yollarını göstermek için kitabını ve peygamberini göndermiştir. İnsanlar bu büyük nimete koşması gerekirken inat ve isyan ile karşı çıkar, Allah hakkında yalan yanlış bilgilerde ısrar eder, gerçeği kabul etmez, inananları da işkence ve zulümler ile vazgeçirmeye çalışırsa, Allah o kimseleri hidâyet nimetinden mahrum bırakmakla cezalandırır.1010.

تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“Tenzîlu’l- kitâbi minallâhi’l- azîzi’l- hakîm (hakîmi).: Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olan Allah tarafındandır.”
(Zümer 39/1)

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ
Resim---“İnnâ enzelnâ ileyke’l- kitâbe bi’l- hakkı fa’budillâhe muhlisan lehud dîn (dine).: Muhakkak ki Biz, bu Kitab’ı sana hak ile indirdik. Öyleyse dîni O’na halis kılarak (muhlis olarak) Allah’a kul ol!”
(Zümer 39/2)

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Resim---“E lâ lillâhid dînu’l- hâlisu, vellezînettehazû min dûnihî evliyâe, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilâllâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr (keffârun).: Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: “Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz.” (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.”
(Zümer 39/3)

Yalancılıkta, zulüm ve haksızlıkta aşırıya giderek bu kötü sıfatları ve yanlış yolu meslek haline getirenleri de Allah, hidâyet nimetinden mahrum bırakmakla cezalandıracağını pek çok âyetlerinde ifâde etmiştir.
(Mü'min 40/28 ; Âhkâf 46/10; Saf 61/5-7 ; Cuma 62/5 ; Münafıkun 63/6)

Böyle olmakla beraber ALLAHu Zü’L- CeLÂL, yanlışını görerek tövbe eden ve vazgeçenleri lütfu ile affedeceğini de pek çok âyetlerinde açıklayarak yine bir açık kapı bırakmıştır.
Aynı şey Kur’ân'ın gösterdiği hidâyet yolunu gizleyip açıklamayan ve yanlış yorumlayanlar için de geçerlidir. Onlar hem uyarılmakta hem açık kapıdan yararlanmaya davet edilmektedir: "İnsanları hak ve hidâyete yöneltmek için indirdiğimiz delilleri ve hidâyet yolunu, biz insanlara kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere Allah lânet eder. Hem de bütün lânet edebilenler lânet ederler. Ancak tövbe edip kendilerini düzelten ve Allah'ın indirdiğini doğru şekilde açıklayanlar müstesna. İşte onların tövbelerini kabul ederim. Ben, tövbeleri çokça kabul eder ve çok merhamet ederim."


إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ
Resim---“İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ mine’l- beyyinâti ve’l- hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fî’l- kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumu’l- lâinûn (lâinûne).: Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de (bütün) lanet ediciler.”
(Bakara 2/159)

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---“İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû fe ulâike etûbu aleyhim, ve enet tevvâbu’r- rahîm (rahîmu).: Tövbe edenler, ıslâh olanlar (nefsleri tezkiye olanlar) ve beyan edenler (açıklayanlar) hariç (onlara lânet olunmaz). O taktirde, işte onların tövbelerini kabul ederim. Ve Ben tövbeleri kabul eden, rahîm esmasıyla tecelli edenim.”
(Bakara 2/160)

Öyle ise bir kimse hidâyeti ALLAHu Zü’L- CeLÂL'tan istemeli ve bu hali ömür boyu korumak için, salih ameller işlemelidir. Allahu Teâlâ, irade-i cüz'iyesini hak yola dönmek için kullanan ve iyi hal gösteren kimselere aydınlık yolu elbette gösterir. Bunu da şu âyet-i celîleden anlıyoruz.

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn (muhsinîne).: Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri ile ve Allah’ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza (Sıratı Mustakîmler’e) hidayet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah, mutlaka muhsinlerle beraberdir.”
(Ankebût 29/69)
En son nur_umim tarafından 18 Nis 2016, 13:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

2-) Hidâyetin Zıttı Dalalettir:

Dalalet: İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. Şaşkınlık..

Dalalet, yolunu şaşırma, kaybolma, yoldan çıkma, sapkınlık ve batıla yönelme anlamlarına geldiği gibi; ayrıca, helâk olmak, yanlışa yönelmek ve unutulmak manalarına gelmektedir. Nitekim "dâll" ve "dalâl" kelimeleri Kur’ân-ı Kerim'de hem peygamberler hem de kâfirler için kullanılmıştır.

إِذْ قَالُواْ لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Resim---“İz kâlû le yûsufu ve ahûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbetun, inne ebânâ le fî dalâlin mubîn (mubînin).: “Yusuf ve kardeşi, babamıza gerçekten bizden daha sevgili.” demişlerdi. “Ve biz bir grubuz. Muhakkak ki; babamız, gerçekten açık bir yanılgı içinde.”
(Yûsuf 12/8)

Yusuf aleyhisselâm'ın kardeşleri Yakub aleyhisselâm için: "Babamız açık bir yanlışlık içindedir" derken elbette sapıklık anlamında değil, “yanlış kanaata varmak, hata içinde olmak” anlamında kullanılmıştır.
Duhâ Sûresinde de Peygamberimize (aleyhisselâm) hitaben: "Seni yolunu şaşırmış bulup da hidâyete, doğru yola ulaştırmadık mı?"


وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَى
Resim---“Ve vecedeke dâllen fe hedâ.: Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.”
(Duhâ 93/7)

Buyururken de peygamberimiz aleyhisselâmın çocukluk yaşında Mekke dışına çıkarak yolunu şaşırıp bulamamasını hatırlatmaktadır. Buradaki "Dall" kelimesi elbette yolunu kaybetme anlamındadır.
Dilimizde dalâlete sapmak ve sapıklık denir. Dalâl, bazen gafletten ve şaşkınlıktan, bazen de küfür, inat, haset ve zulümden doğmaktadır..

Dâll kelimesinin çoğulu "dâllîn" kelimesidir. Bu dinde doğru yoldan, istikamet olan "Sırat-ı Müstakimden" ayrılma anlamında olduğu için Kur’ân-ı Kerim'de ilk sûre olan Fatiha Sûresi'nde:

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
Resim---“İhdinâs sırâte’l- mustakîm (mustakîme).: (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).”
(Fâtiha 1/6)

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
Resim---“Sırâtallezîne En’âmte aleyhim gayri’l- magdûbi aleyhim ve lâ’d- dâllîn (dâllîne).: O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.”
(Fâtiha 1/7)

Burada ni’met verilenlerin yolu olarak gösterilen "Sırat-ı Müstakim";

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim---“Ve men yutiıllâhe ve’r- resûle fe ulâike meallezîne En’âmellâhu aleyhim minen nebiyyîne ve’s- sıddîkîne ve’ş- şuhedâi ve’s- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan).: Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehidlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.”
(Nisâ 4/69)

"Allah'ın kendilerine ni’met verdiği kimseler nebiler, sıddıklar, şehidler ve salihler olduğu" açıklanmıştır.

Biz Bediüzzaman'ın izah ettiğine binaen anlamını beraberce vermiş olduk. (İşaratü'l- İ'caz, s. 30-31)

Şeklinde duâ etmemizi emrederek hem hidâyet yolunun istikametli yol olduğunu beyan etmiş, hem zıddının dalalet yolu olduğunu ifâde etmiştir. Önemine binaen de ibadetlerin başı olan namazın her rekâtında okumamızı peygamberi aracılığı ile emretmiştir. Böylece her gün en az kırk defâ bu duâyı okumamız ve gereğini yapmamız istenmiştir.

Kur’ân-ı Kerim'de, "küfrü imana tercih etmek";


أَمْ تُرِيدُونَ أَن تَسْأَلُواْ رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسَى مِن قَبْلُ وَمَن يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Resim---"Em turîdûne en tes’elû resûlekum kemâ suile mûsâ min kabl (kablu), ve men yetebeddeli’l- kufra bi’l- îmâni fe kad dalle sevâe’s- sebîl (sebîli).: Yoksa siz de, daha önceden Musa (a.s)’a sorulduğu gibi, resûlünüzü (ondan şüpheye düşerek) sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Ve kim îmânı küfür ile değiştirirse, artık o doğru yoldan (Sıratı Mustakîm'den) (Allah'a ulaştıran yoldan) sapmıştır.”
(Bakara 2/108)

Dalalet sayıldığı gibi, "Allah'ı bildiği halde şirk koşmak";

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---"İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîdan).: Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.”
(Nisâ 4/116)

"Allah'ın ve Resûlünün hükmüne karşı çıkmak";

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا
Resim---"Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emran en yekûne lehumu’l- hıyeratu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ (mubînen).: Ve mü’min erkek ve mü’min kadının, Allah ve O’nun Resûl’ü, onlar için bir işin olmasına hükmettiği (karar verdiği) zaman, kendi işlerinde seçim hakkı olamaz. Ve kim, Allah ve O’nun Resûl’üne asi olursa (itaat etmezse), o taktirde apaçık bir dalâlet ile sapmış olur.”
(Ahzâb 33/36)

Dalalet ve hak yoldan ayrılmak olarak;

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ
Resim---"Lekad mennallâhu alâ’l- mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l- kitâbe ve’l- hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).: Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.”
(Âl-i İmrân, 3/164)

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---"E lem tera ilâllezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilâ’t- tâgûti ve kad umirû en yekfurû bihî. Ve yurîdu’ş- şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ (baîden).: Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandığını zanneden kimseleri görmedin mi? Onu (şeytanı) inkâr etmekle emrolundukları halde tagutun önünde muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve şeytan, onları uzak bir dalâletle saptırmak (dalâlete düşürmek) istiyor.”
(Nisâ 4/60)

وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّت طَّآئِفَةٌ مُّنْهُمْ أَن يُضِلُّوكَ وَمَا يُضِلُّونَ إِلاُّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِن شَيْءٍ وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
Resim---"Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’ (şey’in). Ve enzelallâhu aleyke’l- kitâbe ve’l- hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem (ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ (azîmen).: Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup, seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür.”
(Nisâ 4/113)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Resim---"Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh (âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn (mubînin).: Ve İbrâhîm, babası Azer’e şöyle demişti: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”
(En'âm 6/74)

Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) hadislerinde de hak ve hidâyet yolu olan Kur’ân ve Sünnet yolundan ayrılmanın "dalâlet" olduğu ifâde edilmektedir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şeriflerinde bu gerçeği buyurarak bize haber vermiştir;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Sonradan uydurulan ve sünnetin yerini almaya çalışan şeylerden sakınınız. Çünkü sonradan uydurulan her adet bid'attır ve her bid'at dalâlettir." buyurdu.
(Ebu Davûd, Sünnet, 5)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

3-) Hidâyet İmanın Kendisidir:

Hidâyet imanın kendisidir. Bediüzzaman'ın ifâdesi ile: "Hidâyet büyük bir ni’mettir, vicdanî bir lezzettir ve ruhun cennetidir."
(Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l-İ’câz, s. 62 )

"İman, Saadettin-i Taftazaniye göre "Cenâb-ı Hakk'ın istediği kulunun, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilkâ ettiği nurdur."
(Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l-İ’câz, s. 46)

"Bu nur vicdanı ışıklandırdığı gibi, insanın tüm kâinat ile bir ünsiyet peyda etmesine, kalbinde büyük bir kuvve-i maneviyenin husule gelmesine sebeptir. İman ile kâinatın yaratıcısına dayanan ve güvenen bir insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir. Bu imanın verdiği genişlik ile geçmiş ve gelecek zamanlarla alakadar olmaya başlar. Yine iman nuru ile saadet-i ebediyeden bir parıltı vicdanını ve kalbini aydınlatır. Böylece insan o iman ile vicdanındaki bütün emel ve istidatlarının tohumları neşv-ü nemaya başlar ve ebed memleketine doğru harekete geçer."

(Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l-İ’câz, s. 46)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Kur’ân-ı Kerim'de Fatiha Sûresi'nde istikamet üzere hidâyeti talep etmeyi istemesinden sonra ikinci sûre olan Bakara Sûresi'ne mü’minlerin vasıflarını anlatmakla başlar. Hidâyetin sebepleri ve vesileleri olan imanın şartlarını sayar. Bunlar "Allah'tan korkanlar için hidâyet rehberi olan ve kendisinde Allah'ın kelâmı olduğunda şüphe bulunmayan Kur’ân'a inanmak, o imanın gereği olarak namaz kılmak, zekât vermektir. Bunları da dünyevi bir çıkar için değil, sadece ahirete kesinlikle inanmanın sonucu olarak yapmaktır. İşte Rablerinden hidâyet üzere bulunanlar bunlardır. Gerçek kurtuluşa ulaşanlar da bunlar olacaktır."

الم
Resim---"Elif, lâm, mim.: Elif, Lâm, Mim.”
(Bakara 2/1)

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---"Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden li’l- muttekîn (muttekîne).: İşte bu Kitap ki, O’nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.”
(Bakara 2/2)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---"Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar (takva sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah’a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).”
(Bakara 2/3)

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Resim---"Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik (kablike) ve bi’l- âhireti hum yûkınûn (yûkınûne).: Onlar (takva sahipleri) ki, sana indirilene ve senden önce indirilenlere (bütün semavî kitaplara) îmân ederler ve onlar ahirete yakîn hasıl ederler (yakîn seviyesinde kesin olarak inanırlar).”
(Bakara 2/4)

أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İşte onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzeredirler. Ve işte onlar,onlar muflihundurlar (felâha, kurtuluşa erenlerdir).” Buyurur.
(Bakara 2/5)

Bu âyetlerle anlatılmak istenen hidâyetin insanın kurtuluşuna sebep olmasıdır. Bediüzzaman bu âyetleri açıklarken "Hidâyette saadet-i dâreyn vardır. Hidâyetin neticesi hidâyetin kendisidir. Çünkü hidâyet büyük bir ni’mettir ve vicdanî bir lezzettir ve ruhun cennetidir. Nasıl ki dalalet, ruhun cehennemidir; öyle de hidâyet ahiretin felah ve saadetini temin eder" demektedir.
(Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l-İ’câz, s. 62)

Hidâyet Allah'tandır. Ancak kişi cüz'i iradesi ile hidâyeti Allah'tan istemelidir. Nasıl ki rızık Allah'tandır, ancak kul cüz'i iradesi ile rızkı talep etmelidir ki rızka kavuşabilsin. Peygamberlerin hidâyetteki rolü da sadece tebliğden ibarettir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu sırra işareten "Ben sadece tebliğ ediciyim, hidâyet ve iman Allah'tandır. Ben sadece taksim ediciyim, rızık veren Allah'tır" buyurmuşlardır.
(C. Suyutî, Câmiü's-Sağir, 2:64)

Yine bir hadislerinde;
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ben halkı Allah yoluna davet eden ve Allah'ın emirlerini insanlara ulaştıran olarak gönderildim. Hidâyet konusunda elimden bir şey gelmez. Şeytan da Allah'ın yasak kıldığı şeyleri süslü olarak gösterici olarak yaratılmıştır, dalalet hususunda elinden bir şey gelmez." buyurdular.

(C. Suyutî, Camiü's-Sağir, 2:196)

Resim---Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Medine'de okuduğu bir hutbesinde de şöyle buyurmuşlardır: "Ey insanlar!. Sözlerin en doğrusu Allah'ın kitabı, en sağlam tutunacak kulp ise Kelime-i şahadettir. En hayırlı millet, İbrahim'in (aleyhisselâm) milletidir. Yolların en hayırlısı Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) yoludur. Sözlerin en değerlisi Allah'ı zikretmektir. Kıssaların en güzeli Kur’ân'dır. Amellerin en hayırlısı farz amellerdir. İşlerin en şerli olanı da farz ve sünnetlerin yerine konulan sonradan uydurma adetler olan bid'alardır. Davetlerin en güzeli peygamberin irşadıdır. Ölümlerin en şereflisi şehid olarak ölmektir. Körlüğün en kötü olanı da hidâyetten sonra dalalete sülûk etmektir. İlmin en iyisi faydalanılan ilimdir." buyurmuşlardır.
(C. Suyutî, Camiü's-Sağir, 1:435)

Bu hadislerden de anladığımız hidâyetin iman ile eşdeğer olması ve bu hususta insanın irade-i cüz'iyesinin önemli bir rolünün bulunmasıdır. Hidâyet Allah'tandır, ancak Allah'ın bu hidâyeti vermesi ve imanı nasip etmesi için insanın istemesi adi bir şart olmakta. Bu şart bulunmazsa o iman ve hidâyet Allah tarafından verilmemektedir. Nasıl ki şifâ için ilaç, rızık için çalışma adi birer şarttır, şifâyı ve rızkı veren Allah'tır..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

4-) Hidâyet, Her Şeyde Yaratılış Amacını Gerçekleşmesi ile Tahakkuk Eder:

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Fatiha Sûresi'nde insanın yaratılış amacı ve vazifesinin Allah'ın birliğine iman etmek ve bu imanın gereğini yapmak olarak ortaya koyar. İmanın gereğini ise "Âlemlerin Rabbine hamdetmek, O'nun Rahman ve Rahim olduğunu bilerek rahmetini istemek ve şefkatine sığınmak, din gününün tek sahibi olduğunu bilerek yalnız O'na ibâdet etmek ve yalnız O'ndan yardım istemek" olduğunu ders verir.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---“Bismillâhi’r- rahmâni’r- rahîm.: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.”
(Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"El hamdu lillâhi rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
(Fâtiha 1/2)

الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Resim---"Er rahmâni’r- rahîm (rahîmi).: Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
(Fâtiha 1/3)

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---"Mâliki yevmi’d- dîn (dîne).: Dîn gününün mâlikidir.”
(Fâtiha 1/4)

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
Resim---"İhdinâs sırâte’l- mustakîm (mustakîme).: Bizi doğru yola ilet;”
(Fâtiha 1/5)

Sonra nasıl ibâdet etmek gerektiğini ve ne şekilde yardım istemek gerektiğini de devam eden âyetlerde öğretir.
Allah'tan istenecek yardımın en önemlisi ve en büyüğü "Sırat-ı müstakimde hidâyet" talebidir.


اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
Resim---İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).: (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).”
(Fâtiha 1/6)

Burada hidâyetin isteyene göre anlamı da farklılık arz eder. Mü'minin hidâyet istemesi, imanda sebat ve devam anlamına gelir, zenginin istemesi ziyade anlamını, fakirin istemesi îtâ manasını, zayıfın istemesi yardım talebini ifâde etmektedir.3131.
(İşârâtü'l-İ'câz, s. 28)

قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
Resim---" Kâle rabbunâllezî a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ.: (Hz. Musa): “Bizim Rabbimiz, herşeye yaradılışını lütfeden (ihsan eden) sonra da hidayete erdirendir.” dedi.”
(Tâhâ 20/50)

Âyet-i kerimesinin ifâdesine göre düşünülünce her şeyin yaratılış amacına uygun tekâmülü, meyve vermesi ve amacını gerçekleştirmesi onun hidâyeti anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Bediüzzaman, "En büyük hidâyet, hicâbın kaldırılması ile hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir" der.3333.
(İşârâtü'l-İ'câz, s. 28)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

5. Hidâyet İstikamet Üzere Olmaktır:

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Kur’ân-ı Kerim'de "Emr olunduğunuz gibi dosdoğru olun!"34 emreder.
34.

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---"Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve azgınlık yapmayın (aşırı gitmeyin). Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.”
(Hûd 11/112)

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu emrin şiddetinden dolayı "Hud Sûresi beni ihtiyarlattı" buyurmuştur.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Beni Hûd suresi ve kardeşleri (Vakıa, Hâkka, Mürselat, Nebe', Tekvîr, Ğâşiye) ihtiyarlattı" buyurmuştur.
(İbn-i Kesir, Tefsir, 2:451 Tirmizî, Tefsir-i Sûre, 56:6)

Allah'ın koruması altında bulunan Peygamberimizi (sallallahu aleyhi vesellem) ihtiyarlatan kendi istikametinden endişe etmek değil, ümmetinin istikamet üzere gitmemesi endişesi idi. Çünkü âyetin devamında "İman ve tövbe ile Allah yoluna girenlerin dosdoğru olmaları ve aşırılıklardan kaçınmaları"36 açıkça ifâde edilmekte idi.

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
Resim---"İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ (kesîran) ve mâ yudıllu bihî ille’l- fâsıkîn (fâsıkîne).: Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), onun Rab’lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler (Allah’a ulaşmayı dilemeyenler) ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.”
(Bakara 2/26)

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---"Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.”
(Bakara 2/27)

Her aşırılığın zulüm ve haksızlıkla sonuçlanacağı gerçeğini de nazara veren ALLAHu Zü’L- CeLÂL, devam eden âyette ise, "Zâlimlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; aksi takdirde Cehennemin dehşetli azabına uğrarsınız." buyurarak aşırılığın zulümle, zulmün ise Cehennem azabı ile sonuçlanacağı uyarı ve tehdidinde bulunur.

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Resim---"Ve lâ terkenû ilâllezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn (tunsarûne).: Ve zalim olan kimselere meyletmeyiniz. O taktirde size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.”

(Hûd 1/113)

Aşırılık Kur’ân-ı Kerim'de "fısk" olarak ifâdesini bulur.

Bu da istikametli olan orta yolu, normali bırakarak "ifrat ve tefrite" yönelmenin sonucudur. Bediüzzaman, dalaletin sebebini izah ederken bu sebeplerin haktan ayrılmak, haddini aşmak, kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye dediğimiz insanın temel kuvvetlerinin ifrat ve tefritinden kaynaklandığını izah eder. Çünkü ifrat ve tefrit, Allah'ın kâinata ve insan nefsine koyduğu sınırları aşmaktır. Toplumu idare eden, nizam ve intizam altına alan kuralları çiğnemek yine insandaki öfke ve şehvet duygularının haddi aşması ve masumların zulme uğraması iledir. Aklın istikametini kaybederek inançta ve fikirde aşırılık ve safsataya girmesi ile de hem yeryüzünde fesat başlar, hem de ebedi hayatın mahvolmasına sebep olur.

(Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’câz, s. 215-216 Bediüzzaman Bakara Sûresi 27. âyeti izah ederken bütün bu hususları nazara verir.)

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---" Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard(ardı) ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.”
(Bakara 2/27)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Fatiha Sûresi'nde Allah'tan isteyeceğimiz hidâyet "Sırat-ı Müstakim" ile ifâdesini bulan aşırılıklardan uzak doğru yoldur. "Hikmet" olarak da Kur’ân'da ifâdesini bulan ve Allah'ın yaratılış amacını ve bunun hayırlı sonuçlarını ifâde eden istikamet tüm hayırların başıdır. Bunun için Kur’ân "Kime hikmet verilmiş ise ona pek çok hayır verilmiştir" der.

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
"Yu’ti’l- hikmete men yeşâu, ve men yu’te’l- hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.” (Bakara 2/269)

“Hikmet, aklın istikameti ve hidâyetidir. Akıl istikametini koruyarak nefsine ve kâinata hikmet nazarı ile bakarsa her şeyde tevhid hakikatını görür ve imanı daima inkişaf eder. İfratında inkâra, tefritinde ise teşbihe yönelerek aklın ifsadına sebep olur. Hak din olan İslamiyet'te de hikmetten uzaklaşarak inançta ifrata, aşırılığa yönelirse Cebriye mezhebinin düştüğü dalalete ve hataya düşerek insanı iradeden mahrum bırakır, iradenin inkârına sebep olur. Tefrite yönelir ise o zaman da Mutezile Mezhebinin düştüğü dalalete ve hataya düşerek tesiri bütün bütün insana verir ve Allah'ın irade sıfatını inkâra yönelir. İstikameti muhafaza eden Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat mezhebi ise doğru yolu tutarak insan fiilinin başlangıcını insanın cüzî iradesine ve isteğine, sonucunu ise Allah'ın küllî irade ve kudretine vererek doğruyu bulur.”
(Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’câz, s. 29-30)

“Aynen akılda olduğu gibi, "iffet" kuvve-i şeheviyenin istikameti, "şecaat" da kuvve-i akliyenin istikametidir. Hikmet, iffet ve şecaatin bir arada beraber bulunması ise adl ve adalet olup, istikametin ve hidâyetin sonucudur. "Sırat-ı Müstakîm"den maksut ve murat bu üç mertebedir.”
(Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’câz, s. 30)

Bunun için ALLAHu Zü’L- CeLÂL Kur’ân-ı Kerimde istikamet üzere olan ve aşırılıklardan kendini koruyabilenler hakkında da şu müjdeli ifâdelere yer verir: "Rabbimiz Allah'tır dedikten sonra doğru yolda, istikamet üzere sebat edenlere melekler yardımcı olurlar ve onlara “Korkmayın, üzülmeyin size va'd olunan Cennet ile sevinin. Dünyada da ahirette de biz sizin dostunuz ve yardımcınızız. O Cennette canınızın çektiği her şey vardır ve bu çok bağışlayıcı ve merhametli olan Allah'ın size ziyafeti, ihsanı ve ikramıdır' derler."

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
"İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimu’l- melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn (tûadûne: Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah’a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).” (Fussilet 41/30)

نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ
"Nahnu evliyâukum fî’l- hayâti’d- dunyâ ve fî’l- âhirati, ve lekum fîhâ mâ teştehî enfusukum ve lekum fîhâ mâ teddeûn (teddeûne).: Biz dünyada ve ahirette sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın istediği ve talep ettiğiniz (her)şey vardır.” (Fussilet 41/31)

نُزُلًا مِّنْ غَفُورٍ رَّحِيمٍ
"Nuzulen min gafûrin rahîm (rahîmin).: Gafûr (mağfiret eden) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah) tarafından ziyafet (ikram) olarak.” (Fussilet 41/32)

Mü’minlerin inancına ve hayatına istikamet veren ve hidâyet üzere olmalarını sağlayan "Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş"44 bulunan peygamberin sünnetidir.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
" Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l- âlemin (âlemîne).: Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Peygamberin sünneti ölçü olmadığı takdirde Kur’ân doğru olarak anlaşılamadığı için doğrudan hidâyet ve istikamet vesilesi olmamaktadır. Nitekim Müslümanlar arasında çıkan ve yeryüzünde fesada ve ifsada sebep olan inançta, ibâdet ve ahlakta sapmalar Kur’ân âyetlerinin sünnet ölçüsü ile yorumlanmamasından kaynaklanmaktadır. Bu da Kur’ân'ın bir imtihan olarak gönderilmesi hikmetinden kaynaklanmaktadır. Peygamber rahmettir, ama Kur’ân bir imtihandır. Peygambere uyan kesinlikle dalalete gitmez, çünkü o Allah'ın koruması altında yaşayan Kur’ân'dır, ama Kur’ân imtihan için gönderildiğinden okuduğu halde yanlış yorumlayanları ve peygamberin sünnetine göre anlamayanları dalalete atar. Mekke müşriklerinin dalaletinin en mühim sebebi Kur’ân âyetlerine itirazları değil, peygamberin şahsına olan itirazlarıdır. Nitekim ALLAHu Zü’L- CeLÂL "Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğü ile misal vermekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Müşrikler ise 'Allah bununla ne demek istedi' derler. Allah bu misalle pek çoklarını dalalete atar, birçoğunu da doğru yola iletir. Allah'ın dalalete attıkları ise ancak fasıklardır."45 buyurarak Kur’ân'ın inkârcılar ve inananlar için bir imtihan olduğunu ifâde etmiştir.

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْد بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
"İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ (kesîran) ve mâ yudıllu bihî ille’l- fâsıkîn (fâsıkîne).: Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. Fakat âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), onun Rab’lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler (Allah’a ulaşmayı dilemeyenler) ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.” (Bakara 2/26)

"Kur’ân âyetlerinin bir kısmı muhkem, bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde hastalık bulunanlar müteşabih olan âyetleri yanlış tevil ederek fitne ateşi yakarlar. Gerçekten inanan ve ilimde rüsuh kazanmış olanlar ise 'Biz bu âyetlerin Allah katından geldiğine şüphesiz inandık' diyerek işin gerçeğini ortaya çıkarırlar. Bunları ancak akıl sahipleri doğru olarak anlar." âyeti ile ifâde etmiştir.

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
"Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ve’r- râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).” (Âl-i İmrân 3/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MuhaMMedî ZÂRiF ZEVKi.. TEVHiDuLLAH!
MuhaMMedî MÂRiF ZEVKi.. TEVHiDuLLAH!
MuhaMMedî TÂRiF ZEVKi.. TEVHiDuLLAH!
>MuhaMMedî ÂRiF ZEVKi.. TEVHiDuLLAH!.

ZEVK 8138

“KÜLLî ŞEYyde ->ÖLÜM!.”-e dir ->ÖMÜRLerin NiHÂYETi
“CÂNda ->CÂNÂN CERRyÂNı”dır -> KeLÂMuLLAH İNÂYETi
Bir gÖLge OYUNu ZamÂN!. ->“CÂN”>KıLıF>TOPRAK MekÂN
->RESûLünü ->DUY!up ->UY!.mak EL HAKk’ın Hak HiDÂYETi!.


11.05.2017 12:43
Brsbrsm..tktktrstkkmdzamÂNnn..


İhvÂNim >TEVHiD HASTAsı
->TÂBîBi ->HABîBin ->HASı
->ABduhu” ve -->ReSûLühu
“MuhaMMedü’L- MuSTaFa”sı!.

..sallallahu aleyhi vesellem…

Yâ RABBenâ!.
İBÂDette
İNÂYette
HİDÂyette
SELÂMette
HâLis MUHLis SIDDık SÂLih MuhaMMedî KULun KıL DOstt!. ALLAH celle celâlihu..



Resim


Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, HAYyatında ve Hadisi- Şeriflerinde nice yüce hakikatleri ÜMMetine haber vermiş ve ÜMMetinin
ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme TESLimİyyet ve İStikâmet için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, SÜNNetinden ayrılmamaları Vasiyyetinde bulunmuştur.:

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız kurtulursunuz. Biri Allah'ın kitabı diğeri Âl-i Beytim" buyurmuştur.
(Müslim, 4:1874 ; Müsned-i Ahmet, 3: 14, 17, 26, 59; Tirmizî, 5:663)

SüNNet: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin; Tebliğ-Tenzir-Tebşir-Teşhid buyurduğu Kur'ÂN-ı Kerîmi DUYup-UYmak-YAŞamak YOLudur..

اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى لَهُ اَجْرُ شَهِيدٍ
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ÜMMetimin fesadı zamanında süNNetime sarılana bir şehid sevabı vardır.” buyurmuştur.
(Taberanî, el-Mu’cemu’l- Evsat, c: 5, s: 315, hadis no: 5414; Münâvî, Feyzu’l- Kadîr, c: 6, s: 339, hadis no: 9171)

Çünkü Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin HAYatında; bütün SÖZLerinde, HÂLLerinde ve FİİLLerinde, Hakka ve Hayra Teslimiyyet ve İstikâmet kesin venet olarak görülmektedir.

ALLAHu Zü’L- CeLÂL de, Kur'ÂN-ı Kerîminde, inananlara peygamberine uymaları çağrısını pek çok âyetinde yinelemiştir.:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah "Gafur"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
"Ve men yutiıllâhe ve’r- resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ve’s- sıddîkîne ve’ş- şuhedâi ve’s- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan).: Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 4/69)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
"Ve atîûlllâhe ve atîû’r- resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinâ’l- belâgu’l- mubîn (mubînu).: Ve Allah'a itaat edin ve Resûl'e itaat edin ve (onlara karşı gelmekten) sakının. Eğer bundan sonra yüz çevirirseniz bilin ki Resûl'ümüze düşen, sadece açık bir tebliğdir (duyurmadır).” (Mâide 5/92)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
"Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıra ve zekerallâhe kesîrâ (kesîran).: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
"Leyse alâl a’mâ haracun ve lâ alâ’l- a’raci haracun ve lâ alâ’l- marîdı haracun, ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru, ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ (elîmen).: Âmâlara, topallara ve hastalara bir güçlük (vebal) yoktur. Kim Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat ederse, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve kim (yüz çevirir) dönerse, ona elîm azabla azap eder.” (Fetih 48/17)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL, Peygamberine itâatin Allah'a itâat olduğunu açıkça beyân etmiştir.:

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
"Men yutiı’r- resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ (hafîzen).: Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o takdirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.” (Nisâ 4/80)

Nitekim Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her işin bir gayret dönemi vardır. Her gayret döneminden sonra bir gevşeme dönemi başlar. Kim gevşeme döneminde benim sünnetime uyar, sünnetimi ölçü alırsa o hidâyete ermiştir. Kim de sünnetimi ölçü almadan hevâsına göre hareket ederse o da helâk olmuştur." buyurmuşlardır.
(Celâleddin-i Suyutî, Camiü’s-Sağir, 2:36)

Bir toplum hidâyete erdikten sonra tekrar dalalete düşebilir mi?.

Şu kısacık KULLuk HAYyatımızda her kul; ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz DUYup Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendmize UYmakta;
Gaflette, Cehâlette, Dalalatte ve İhânette olmaktan/kalmaktan ALLAH celle celâlihuya sığınırız ancak, İmkÂNla İmtihÂN ÇÖLünde elbette düşebilir.
Çünkü her insan son nefesine kadar imtihana tâbidir. İhlâslı olanın her an ihlâsı kaybetme, hidâyette olanın da dalalete düşme, inkârcının iman etme, fâsıkın ise tövbe etme imkânı vardır.
Nitekim Peygamberimiz;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir topluluk hakkı bâtıl, bâtılı hak gösteren bir çekişmeye girerse dalalete düşer." buyurdu.
(Tirmizî, Tefsir-i Sûre, 43 ; İbn-i Mâce, Mukaddime, s. 7)

Bunun tersi de vardır;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Musibete sabreden, ni’mete şükreden, zulme uğradığında bağışlamasını bilen, haksızlık yaptığında af dileyen kimselerin de emniyete kavuşturularak hidâyete erdirileceği"ni de Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem haber vermiştir.
(Celâleddin Suyutî, Camiu's- Sağir, 3:309)

Böylece dalaletin de hidâyetin de ancak KULun hak etmesiyle kazanılacağı anlaşılmaktadır ki;
MuhaMMedî bir Mü’min için Hayat, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup UUmaktan ibârettir.:

Süfyan bin Abdullah radiyallahu anhu bir gün Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme gelerek: "Bana öyle bir şey söyle ki, onu yaptığım zaman hiçbir şeye ihtiyaç duymayayım, bana her hâlimde yeterli olsun!" dedi. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona cevaben: "Allah'a inandım de, sonra istikamet üzere ol!." buyurdu.
(İmam Nevevî, Riyazü's- Sâlihîn, Bab-ı İstikame, s. 52)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî! Senden dinde sebatı, doğru yolda kararlılığı istiyorum!.” buyurdu.
(Nesaî, Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:”Yâ Rabbî! Kalb katılığından, gafletten, inkârcılıktan, hakka ters düşmekten, sana sığınırım!.” buyurdu.
(Hâkim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahım! Kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî, riyadan, yalandan, hıyânetten beni koru!.”
(Hatîb)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî! Doğru yoldan sapmaktan ve başkalarını saptırmaktan, haktan kaymaktan ve başkalarını kaydırmaktan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Taberanî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Allahım! kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım!.” buyurdu.
(Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî! Riyadan, yalandan, hıyanetten beni koru!.” buyurdu.
(Hatîb)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Rabbî! Doğru yoldan sapmaktan ve başkalarını saptırmaktan, haktan kaymaktan ve başkalarını kaydırmaktan sana sığınırım.” buyurdu.
(Taberanî)

İmam-ı Rabbanî kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin, 272. mektubunda bildirdiği duâ ise:

Allahümme erine’l- hakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahü ve erine’l- bâtıla bâtılan verzuknâ ictinâbehü bi-hurmeti Seyyidi’l- beşer. Aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi mine's-salâvâti efdalühâ ve mine't- teslîmâti ekmelühâ.: Yâ Rabbi! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasib et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasib et!. İnsanların en üstünü hürmetine bu duamızı kabul buyur!.

Bediüzzaman Hazretleri de devamlı olarak: "Allah'ım!. Bize hakkı hak olarak göster ona uymayı nâsib et, bâtılı da bâtıl olarak göster ondan bizi koru!." şeklinde duâ ederdi..
(Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, s. 28)

Hülâsa-yı kelâm ki;
ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz, Kur'ÂN-ı Kerîminde biz KULLarına MuhaMMedî Müjdesi.:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
"Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le mea’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve Bizim uğrumuzda (nefsleri ile ve Allah’ın düşmanları ile) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza (Sırat-ı Mustakîmler’e) hidâyet ederiz (ulaştırırız). Ve muhakkak ki Allah, mutlaka muhsinlerle beraberdir.” (Ankebût 29/69)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ÂN-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifte HİDÂYET

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MuhaMmedî Tahkik Tevhid imanı insanı kâinatın yaratıcısı ALLAHu zü’L- CeLÂL’e bağlar. İman da akıl gibi bir bağdır. İnsan bu bağ ile tüm kâinatın yaratıcısı, son derece kudret ve haşmet sahibi ALLAHu Zü’L- CeLÂL'ın kulu olduğunu anlar..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bir kişi Allah ve Resûlünü her şeyden daha çok sever, sevdiğini Allah için sever, küfre düşmekten ateşe düşmekten korktuğu gibi korkarsa o kimse imanın halâvetine, tadına ermiştir." buyurmuştur.
(Buharî, İman, 14; Edeb, 42; Müslim, İman, 66, 67; Tirmizî, İman, 10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: " Bir kişi Allah'ın birliğine kesinlikle inanır, zekâtı malının en iyisinden gönül rahatlığı ile verirse imanın tadına ulaşmıştır" buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Zekât, 4 (Hadis No:1582)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Kur’ân-ı Kerimde Hidâyeti, Kulun Kalbini İslâma Açış olarak buyurmuştur;

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
"Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu li’l- islâm (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî’s- semâi, kezâlike yec’alûllâhu’r- ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (En’âm 6/125)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
" E fe men şerahallâhu sadrahu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min rabbihi, fe veylun li’l- kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâhi, ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalbleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 39/22)

Sahabeleri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sordular: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! İnsanın kalbi nasıl açılır? Bunun alâmeti ve işâreti nedir?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kişi imanın gereği olarak bu fani dünyadan kalben uzaklaşır ve ebediyet yurdu olan âhirete yönelirse ve ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlığa başlamış ise kalbi İslam'a açılmış, iman nuru ile parlamış demektir" buyurmuştur.
(Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, (1990-İst) 9:293)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hidâyetin kadir ve kıymetini;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Senin vasıtanla bir kimsenin hidâyete ermesi, deve sürülerine sahip olup bunları Allah yolunda tasadduk etmekten daha hayırlıdır." buyurmuştur.
(Buharî, Ashab-ı Nebi, 9; Buharî, Cuma, 29, Cihat, 102,143; Megazi, 38; Ebu Davûd, İlim, 10 (Hadis No: 3661); Müslim, Fedail-i Sahabe, 34; Buharî, Cuma, 29, Cihat, 102,143; Megazi, 38)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hatta güneşin üzerine doğup battığı yerlere sahip olmaktan daha hayırlıdır" buyurmuştur.
(Celâleddin Suyutî, Camiü's-Sağir, 3/192)

Rızık ve şifâ ALLAHu Zü’L- CeLÂL'den olduğu gibi hidâyet de ALLAHu Zü’L- CeLÂL'dendir. Ancak insanın sebeplere sarılıp rızık için çalışması ve şifâ için ilaçları kullanması gerektiği gibi hidâyet için de irade-i cüz'iyesini iman ve ibâdet yönüne sarf ederek, imanda terakki edip hidâyeti hak etmesi gerekir. Mü’min iradesini yaratılış amacını kavrama ve imanda terakki ve tekâmül etme yönünde kullanırsa ALLAHu Zü’L- CeLÂL da onun aklını ve kalbini hidâyete açar..

Hidâyetin bu güzel neticesinden dolayıdır ki ALLAHu Zü’L- CeLÂL Fatiha Sûresinde, istikamet üzere hidâyeti talep etmemizi istemiş ve bunu namaz ibâdetinin her rekâtında farz kılmıştır.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
"İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİÂNE isteriz/Sen'den yardım dileriz.” (Fâtiha 1/5)

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
"İhdinâs sırâte’l- mustakîm (mustakîme).: (Bu istiane'n ile) bizi, SIRAT-ı MUSTAKÎM'e hidâyet et (ulaştır).” (Fâtiha 1/6)

Böylece namaz kılan her mü’min her gün en az kırk defâ hidâyet ve istikâmeti ALLAHu Zü’L- CeLÂLden istemektedir. Öyle ise hidâyet, istenen, iman ve ibâdetle kazanılan ALLAH celle celâlihu'nun razı olduğu bir kemâl halidir. Bu hali kazanmak kadar önemli olan devam ettirmektir.
Hidâyetin meyvesi, dünyada kalb huzuru, aklın tatmini ve vicdanın aydınlanması ile kâinatın yaratıcısı olan ALLAHu Zü’L- CeLÂL'e tam bir tevekkül ile teslimiyettir. âhirette ise en küçük meyvesi Cennet ve en büyüğü CEMÂLuLLAHtır.

Öyle ise İNSÂN olan her insanın son hedefi, hidâyeti ALLAHu Zü’L- CeLÂL'dan istemek ve ameli ile hidâyet üzere devam ve sebat etmek olmalıdır.
Çünkü Bediüzzaman'ın ifâdesi ile "Hidâyet büyük bir ni’mettir; vicdanî bir lezzettir ve ruhun cennetidir."

ALLAHu Zü’L- CeLÂLimiz;
KelâmuLLAH, RESÛLuLLAH ve ESMÂuLLAH Hörmetine ÜMMet-i MuhaMMede İnâyet ve Hidâyet Nâsib ve Kısmet etsin ebedî SELÂMette KILsın İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

El Hâdî:

Resim
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön