SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ'NİN HAYATI

Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi Hazretleri
Cevapla
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ'NİN HAYATI

Mesaj gönderen kamuran »

Resim

ÜÇÜNCÜ DEVRE MELÂMİLİĞİN KURUCUSU
SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ'NİN HAYATI


Seyyid Muhammed Nûr hakkında yazılı vesaik çok azdır. Öğrencilerinden pek çoğunda Seyyid'in el yazması menakıbı mevcut ise de bunlardan kitap halinde basılmış olanına raslanmıyor. El yazması hayat hikayeleri içinde BURSA'LI MEHMET TAHİR efendinin eseri meşhurdur. Mehmet Tahir efendinin kaleme aldığı MENAKIB-I ŞEYH HÂCE MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ MELÂMET VE BEYANI AHVALİ MELÂMİYE isimli eser en önemli menakıbnamedir. İstanbul'da 1930 yılında basılan ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI'nın MELÂMİLİK VE MELÂMİLER isimli eserinde de Seyyid'in hayat hikayesi verilmiştir. Bu eserin aciz yazarı bendeniz Yusuf İnan da 1971 yılında İstanbul'da SEYYİDÜL MELÂMİ MUHAMMED NUR'ÜL ARABİ (Hayatı - şahsiyeti - eserleri) isimli kitabımızı yayımlamıştık.. Bundan başka MELÂMET isimli esermizin önsözünde de Seyyid'in hayatı ve özelliği hakkında bilgi verilmiştir. (13)

Seyyid Muhammed Nûr, Hicri 1228, miladi: 1813 yılında Mısır'da Mahallet'ül Kübra kasabasında doğdu. Çok küçük yaşta yetim kalmıştır. Babası Seyyid İbrahim'ül Kutsi, 1817 yılında vefât ettiği zaman Muhammed Nûr henüz 4 yaşlarındaydı. Seyyid Muhammed Nûr'un 4 yaşında dayılarının yanına ve orada kaldığı bilinmektedir. Bu aile muhitinde aldığı ilk terbiye tasavvufla ilgiliydi ve çevresinde ilk duyduğu sözler tevhid ve tasavvuftu. Zira dayıları tasavvuf ehli kimselerdi ve evlerinde daima tevhid sohbetleri yapılırdı. Seyyid yedi yaşına girince ilk kitabî tedrisata başlamak üzere CAMİ'ül EZHER'e gönderildi. Hicri 1235 ( miladi: 1819/1820) yıllarında geldiği Cami'ül Eaher, onun yetştği ve dokuz yıl öğrencilik yaptığı önemli bir aşamadır. 1235 den 1244 yılına kadar Seyyid Cami'ül Ezher talebesidir.

Cami'ül Ezher'de hocası ŞEYH HASAN'ül KUVEYŞNİ'ir. Bu büyük insan, öğrencisindeki istidadı keşfetmiş, onunçok önemli bir varlık olduğunu sezmiş ve öğrencisinin yetişmesinde özel bir gayret ve ilgi göstermiştir. Hiç fedakarlıktan kaçınmayan Hasan efendi hazretleri gerçekten dirayetli bir hoca idi. Öğrencisinin eksiklerini görmüş, onu tamamlamak ve istikbale ait meselelerine ışık tutmak için elinde gelen her şeyi yapmıştır. Seyyid, bu büyük hocanın himayesinde ve rehberliğinde gerekli bilgileri edindi, din ilimlerini, hadis ilimlerini orada öğrendi. İlim ve irfan bakımından mükemmel bir genç olarak yetişti. 1244 yılında artık yetişmiş, gelişmiş, ilim ve irfan sahibi bir genç hüviyetiyle toplum içindeki yerini almaya hazırdı. Hocası ve şeyhi Hasan'ül Kuveyşni'nin istek ve tavsiyesi üzerine Yanyalı şeyh AHMED ile birlikte 1244 yılında MISIR'dan YANYA'ya gitti.

Seyyid Muhammed Nûr, Yanya'da dokuz ay kaldı ve burada Nakşibendi şeyhi YUSUF efendi ile halvet oldu. Şeyh Yusuf'un ilim ve irfanı onu etkiledi. Şeyh'e Mürid oldu; Bu biyat ile Seyyid, Nakşibendi tarikatına intisap etmiş oluyordu. Seyyid, Şeyh Yusuf'dan tarikat erkânı ve tevhid ilimlerini öğrenirken diğer yandan şeyhin damadı TALAT efendiden de ilim ve hadis ve müsbet bilgilerle ilgili ilimleri tedris etmekteydi. Böylece Seyyid hem manevi, hem dni, hem de ilmi konularda yetişme ve glişme imkanlarını bulmuş oldu. Yanya'da dokuz ay içinde Nakşibendî tarikatını hatmeden ve manevi mertebeleri alarak kemâl bulan Seyyid Muhammed Nûr, şeyhi yusuf efendinin talimatı ile tekrar yollara düştü ve MEKKE'ye gitti. Mekke'de karşılaştığı, intisap ettiği ve sohbetlerinde bulunduğu şeyhler, sofiyu ve dostları Seyyid üzerinde çok derin tesirler icra ett. Şahsiyeti gelişmiş, mana sırlarına vakıf olmuştu ve artık ilk hocasının yanına dönmesi gerekiyordu. Mekke'den ayrıldı. Mısır'a hocası Hasan-ül Kuveysni'nin makamına vasıl oldu. Bu gelişmelerin manevi yönüne baktığımız zaman Seyyid'in büyük bir aşama içinde olduğu anlaşılır. Çünkü bu devre içinde Seyyid mana aleminde HAZRETİ RESULULLAH ile buluşmuştur. Hazreti Resulullah'ın huzurunda CENABI RİSALET'in kutsal dizlerini öpmüş ve manevi mertebeler ihraz etmiştir. Bilahare Câmi'ül Ezher'e giren Seyyid, burada şeyh HASAN'ın iltifatlarına nail olmuştur. Seyyid Muhammed Nûr'ül Arabi hazretleri bu olayı şöyle anlatır:
<< Baktım ki bir zat makamı Ali mahallinde. Fakire ilham oldu ki bu HABİBULLAH'dır. Korktum ve huzuruna gittim. Dizini öptüm. bana dua eyledi ve arkamı mesh etti.. Badehu (GİT) dedi. Camii tarafından olan kapıdan cami'e nazar eyledim; makamı kebir hali.Asla insan yok, geri döndüm. Mihrap'ta HAZRETİ RİSALET'i bulamadım. Yine sokak tarafından olan kapıdan serian çıktım. Makama döndüm.Nas dolu. Kezalik Cami nas dolu. >> Seyyid hazretlerinin anlattığı bu teceliyi Şeyhi Hasan Efendi hissetmiştir. Talebesi Muhammed Nûr'ül Arabi'ye kavuşunca, O'na:
<< - Sende ilmi vehbi inkişâf etmiştir. Hak sırlarına âgâh oldun, makamı Mahmud'a vardın, rum iline azimet eyle, irşad ile görevlisin >> diyecektir.

Görülüyor ki 1244 / 1245 yılları Seyyid Hazretlerinin manevi ve maddi yücelişini süsleyen ve onu yüksek hallere eriştiren bir devirdir. Hakk sırlarına erişmesi mümkün olmuş, ezelde takdir olunan tecelli etmiş, istidadın iktisabı bu devrede aydın bir şekilde şuurlanmıştır. Nitekim Mısır'a gelen Seyyid aynı yıl irşad görevi ile tekrar seyahate çıkacaktır. Zira şeyh Hasan'dan yeni bir manevi emir almış bulunmaktadır.
1245 ( 1829/1830) yılı sonlarında Seyyid Muhammed, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere İskenderiye'den bir gemiye bindi ve Mısır'ı terketti. İlk durak Antalya'dır. Tıpkı Onikinci asırda Anadolu'ya gelen ve İslâm dünyasında Şeyh'ül Ekber olarak şöhret yapan büyük veli Muhyiddin İbnül Arabi gibi Seyyid Muhammed Nûr hazretleri de aynı şekilde Anadolu'da ilahi emri ve tasavvuf akidelerini anlatmak, yetişmek ve yetiştirmek üzere seyahat ediyordu.

Antalya'dan itibaren köy köy, şehir şehir tüm Anadolu'yu geze geze Gelibolu'ya varan Seyyid hazretleri irşad görevine Türk illerinde başlamış oluyordu. Bunun sebebi vardı, Türk'ler İslâm'ın sırrı idi,Türk halkı imanında halis ve samimi, Hazreti Muhammed'e bağlılıkta en ileri idi. Türk illeri asırlardır sırrı Muhammedi'nin çiçek açtığı bahçeler halindeydi, İslâm velileri ancak bu bereketli topraklarda ve bu gönlü açık ihlas sahibi insanlar arasında mutlu olmuşlar, burada İslâm meşalesini tutuşturmağa devam etmişlerdi. İslâm'ın en büyüklerinden olan Muhiddini Arabi tâ işbiliyye (Endülüs - İspanya) dan Anadolu'ya gelmemiş miydi? Mevlâna hazretleri Asya'dan Konya'ya göç eden bir gönül kafilesinden biri değil miydi? Şemsi Tebrizi'yi Anadolu'ya iten sır bu aşk ve mana zenginliği olmamış mıydı? Evet, veli ve kutup olarak doğan bu genç adam, Muhammed kokusunun burcu burcu koktuğu, İslâm inanç ve aşkının ihlas ile yaşadığı insan gönülleriyle sarmaş dolaş olacaktı, aslına gidecekti, muhtaç olduğu, tâ içinde hissettiği bu sıcak havayı bulacak, mana hazlarını tadan ve o mana içinde yaşayanların yanında olacaktı, onlara kendi sırlarını fısıldayacak, onlara Muhammed aleyhisselâm'ın emanetlerini tevdi edecekti. Bu, ezel sırrı idi ve edebiyat bu anlayış ve güzellik içinde inkişafına devam edecekti. Seyyid Muhammed Nûr, gönlündeki tüm zenginlik ve heyecanla Anadolu'ya geçmiş, orada gelmiş-geçmiş bütün mana sultanlarının anılarını tekrar tekrar yaşamıştı. Anadolu ve Rumeli'ye dağılmış Müslüman Türklere mana sırlarını tekrar hatırlatmak, onların dünyasında Resul'ün sırrını paylaşmak ve ilim-irfan çerağını yakmak ne büyük bir saadetti.Varisi Nebi olanlara has ve onlara layık bir görevdi bu. Anadolu'yu baştan başa dolaşan ve Rumeline azimet eyleyen Seyyid hazretleri Mevlâna, Muhiddini Arabi, Hacı Bektaşı Veli, Hacı Bayramı Veli'nin iman aydınlığını tazeleyecek, Türklere geçen iman meşalesini bir daha tutuşturacak ve ondokuzuncu asırda gittikçe kalıplaşan ve kabuk bağlamaya başlayan İslâm akidesine yeni bir hareket, yeni bir ruh ve yeni bir aydınlık getirecekti.

Seyyid Muhammed Nûr Gelibolu'dan Selanik'egeçti. Bir süre orada tevakkuf etti, fakat fazla kalmadı. Bu şehir onu cezbetmiyordu. Selanik'ten SEREZ'e geçti. Serez medresesinde kendisine müderrislik teklif edildi. Teklifi kabul etti ve bir müddet Serez medresesinde Müderrislik ( profesörlük ) yaptı. Fakat Serez'e yerleşmeyi düşünmüyordu. Bir süre sonra Demirhisar, Doyran, Ustrumca ve Koçana taraflarını gezdi. Üsküp valisi Hıfzı Paşa Koçana'da modern bir medrese yaptırmıştı. Koçanalılar kısa zamanda şöhret yayılan genç alim Seyyid Muhammed Nûr'a, yeni medresede müderrislik teklif ettiler. H.1249 senesinde yapılan bu teklifi Seyyid hazretleri kabul etti. Ve Seyyid Muhammed Nûr, Koçana'ya yerleşti. 1249 (1834) de vuku bulan bu olay bir müddet sonra Koçanalılara biyik şeref bahşetti. Zira 21 yaşındaki genç müderris Seyyid Muhammed Nûr, Koçana camiinde insan idrakini aşan yüksek evsafta verdiği vaazlarda herkesi kendine hayran bırakmış, Ramazan ayında ise Kaside-i imaliyeyi Türkçe şerh ederek okumuştur. Şerhlerinde üstün bir başarı göstermiş, ilim, irfan ve fazileti ÜSKÜP valisinin de kulağına gitmişti.Vali HIFZI Paşa 21 yaşındaki bu üstün vasıflı müderrisi merak edip yakından görmek ve tanımak istemiş ve kendisini ÜSKÜP'e davet etmişti. Seyyid hazretleri bu daveti kabul ederek vali ile görüşmek için ÜSKÜP'e geldi.

Vali, genç bilgini davet ederken O'nun ilmi kişiliğini ölçmek ve şahsiyeti hakkında gereken kanaati edinmek için hiç bir tedbiri ihmal etmedi. Üsküp ulemasını keyfiyetten haberdar etti ve Seyyid'in davetine icabet ettiğini, bilginlerinde bu meclis ve toplantıda hazır bulunmalarını istedi.

Üsküp uleması (bilginleri) Vali'nin huzurunda toplanmıştı. Genç müderris Seyyid Muhammed Nûr içeri girince bir şaşkınlık ve hayret dalgalanması olmuşdu. Seyyid, 21 yaşın bütün canlılığı içinde sanki yaşlandıktan ve olgunlaştıktan sonra gençleşmiş de şahsiyetini bulmuş intibaını veriyordu. Heybetli bakışlarında zekâ ve iman, yüzünde emniyet ve nuraniyet vardı. Âlimler kalplerinde bir kımıldanış olduğunu hissettiler.Seyyid, hepsine ayrı ayrı selâm verirken onların içindekini okuyor, ya da onların ilimlerine hükmediyor gibiydi. Nitekim konuşmalar geliştikçe sonsuz bir derya ile karşılaştıklarını anlamakta gecikmediler. Üsküp bilginleri, hocası, müderrisi, şeyhi ve cemaati ile birlikte 21 yaşında ki bu müderrisin önünde baş eğmişlerdi. Seyyid Muhammed Nûr'un gayb aleminden gelen bir hakikat sırrı olduğunu kabul ve teslim etmişlerdi.

Hıfzı Paşa bu ilim meclisinde Seyyidi yakından tanıdı, ilim ve irfan sahibi olduğunu gördüğü bu harika insana hem sevgi, hem de hayranlık duydu. O'nun her şeyi bildiğine,maddi ve manevi ilimlere sahip olduğunua ve her şeyden haberdar bulunduğuna inandı. Gayb bile bu gencin avuçları içindeydi sanki. Öyle bir his geldi ki, Seyyid Muhammed Nûr, ezel ve ebed sırrına sahiptir ve gördükleri arasında Varisi Nebi olacak tek insandır. Bu inanç ve hayranlık içinde Seyyid'e bağlanan vali Hıfzı Paşa çocuklarının eğitimini de O'na tevdi ve teslim etti.

Hıfzı Paşa'nın hanımı çocuklarının Seyyid'in eğitimine ve terbiyesine tevdi edilmesine ses çıkarmadı. Fakat müderris Seyyid hazretlerinin Üsküp'de kalmasını şart koştu. Nûr'ül Arabi hazretleri bu teklifi kabul edemiyeceklerini, Üsküp'de oturmak istemediklerini beyan ettiler. Çocukları Koçana'ya göndermelerini istediler. Paşanın hanımı çocukları Koçana'ya göndermeye razı olmayınca Paşa başka bir teklif yaptı. Seyyid hazretlerinin teklifini kabul etmelerini rica ettiler. Hıfzı Paşa'nın müşgül durumda kalmaması ve onu kırmamak için bu yeni teklife evet diyen Seyyid hazretleri, böylece senenin altı ayında Koçana, altı ayında da Üsküp'te ikamet etmeye razı oldu.

1255 tarihinden 1259 tarihine kadar 4 yıl Üsküp ve Koçana'da ikamet eden Seyyid hazretleri kısa zamanda geniş bir muhit edindi. Mürşid ve müderris olarak pek çok talebe yetiştirdi. Paşanın çocukları, Paşanın bizzat kendisi ve o civarın bir çok tanınmış bilgin ve hocası O'naa biat etti. O'nun öğrencisi olmayı şeref telakki ettiler. Bu devre içinde (Hicri: 1255 - 1259) Seyyid Muhammed Nûr'ül Arabi Melâmiliğin FENA MERTEBELERİ'ni tedris ediyorlardı. Bu mertebeler: Tevhidi ef'al, Tevhidi sıfat ve Tevhidi zât mertebeleridir. Bir yandan melâmilik yolunda gençleri yetiştirirken diğer yönden tasavvufu adeta tevhid edici bir merkez haline getiriyordu. Çeşitli tarikatları nefsinde toplayan Seyyid Hazretlerine KAZANLI ABDÜLHALİK efendi nakşibendiye tarikatına ait sırları da tevdi ve emanet etmiştir.

Rumelinde şöhreti yayılan ve tarikat pirleri tarafından kendisine şeyhlik ve pirlik tevcih edilen Seyyid Muhammed Nuûr'ül Arabi, bunca tesir ve şöhrete rağmen rahatsızdı, içinde büyük bir manevi susuzluk, manevi bir açlık vardı. İçindeki bu coşkunluğu dindirmek, bu susuzluğu gidermek için daima daha büyük bir üstad arıyor ve gönlü O'nu Mekke'ye çekiyordu. Bir gün müritlerinden NEBİ efendi'ye içini açan Seyyid Hazretleri şöyle buyurdular:
<< Bize bu ilmi zahir kifaye etmez. Mekke ve Beyt'i şerif, Mürşidi Kâmil'den hâli değildir. Kendimize bir mürşidi Kâmil arayıp bulmamıza fırsattır>>

Seyyid Muhammed Nûr, bu sebeple Hacca niyet ettiler. Müridleri haberdar edildi. 470 kişi Seyyid ile birlikte Hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke'ye hareket etti. Seyyid Muhammed Nûr ve Dervişleri 14. Şaban. 1259 tarihinde Mekke'ye vardılar. Seyyid Muhammed Nûr Hazretleri aynı gün Mekke'de DERVİŞ MEHMET'e mülaki oldu: (9. Eylül. 1843 - 14. Şaban. 1259 pazar günü.)

Derviş Mehmed'in zamanın kutuplarından olduğu ve hazreti Nûr'un gayb'dan aldığı bir emirle Mekke'ye geldiği ve Ondan manevi sırlar aldığı anlaşılıyor. 9/Eylül/1843 tarihi bu bakımdan Seyyid için çok önemli bir gündür. Derviş Mehmet, Seyyid'le karşılaştıktan sonra hemen onunla halvet olur. Derviş Mehmed'in emri ve talimatıyle erbain çıkaran Seyyid hazretlerine bizzat Resuli Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem tarafından bekâ mertebeleri tarif edilir.

BEKÂ MERTEBELERİ: Cem, Hazretül Cem, Cemi'ül Cem'dir. Bu hac farizası yerine geldikten sonra Seyyid hazretleri, Trabzon'lu şeyh Mustafa efendi ile görüşür, Mustafa efendi Seyyid hazretlerine Nakşibendi icazeti verir. Trabzon'lu Mustafa efendi ile birlikte Medine'i Münevvereyi ziyaret ederler.

1843 yılı haccından dönüş Medine - Mısır yolu üzerindendir. Ve bu dönüş sırasında YENBU denen mıntıkada Seyyid Muhammed Nûr hazretlerine manen (AHADİYYETÜL CEM) makamı telkin ve tebşir edilir. Böylece Melâmilikte temel mertebeler tekemmül etmiş ve Seyyid hazretleri ÜÇÜNCÜ DEVRE MELÂMİLİĞİN PİRİ VE KURUCUSU olmuştur.

Seyyid hazretleri Hac farizası için Mekke'de iken Üsküp valisi bulunan Hıfzı Paşa valilikten alınmış yerine SERVİLİ SELİM PAŞA diye bilinen Selim Paşa Vali olmuştu. Hac'dan dönen Seyyid hazretleri yeni vali ile tanıştı ve kısa zamanda O'nu da tesiri altına aldı. Bir süre sonra Selim Paşa, Seyyid'in müritleri arasına girmiş bulunuyordu.

Selim Paşa, Üsküp valiliği devamınca Seyyid'e hizmet etti. Fakat bir müddet sonra Selim Paşa, İstanbul'a Hassa müşiri olarak tayin edildi. Pek çok sevdiği mürşidi ve hocası Seyyid'den ayrılmak istemeyen Selim Paşa, Seyyid'in emrine uyarak yeni görevi kabul ve İstanbul'a hareket etti. Ne var ki mürşidi O'na İstanbul'a geleceğini vâd etmişti. Bu vâdi unutmayan Selim Paşa İstanbul'da göreve başladıktan sonra Şeyhini hemen davet etti.

Seyyid Muhammed Nûr (k.s.), müridinin davetini kabul ederek 1266 hicri yılında, Miladi 1849 tarihinde İstanbul'a teşrif ederek altı ay misafir kaldı. İstanbul'a bu ilk seyahatinde Hazreti Nûr pek çok İstanbullu ulema ile tanıştı. Konaklar da tertip edilen sohbetlere katıldı, tekkeleri gezdi, bir çok şeyh ve alimle dostluk etti. O'nunla konuşan herkes ilmini teslim ediyor, O'nunla tanışan her insan, şeyh olsun derviş olsun, hoca olsun, herkes O'na biat etmek istiyordu. Altı ay süre ile İstanbul'da pek çok zevat O'nun manevi feyzini aldı, pek çok genç ilim ve irfan ile bezendi O'nun huzurunda. Tesiri ve şöhreti İstanbul'da yayılmıştı. Tevazu iççinde yaşamayı seven Seyyid hazretleri bu alayiş ve gösterişlerden rahatsız oldu. Paşanın ısrarına rağmen misafirliğini uzatmak istemedi aynı yıl içinde İstanbul'dan Üsküp'e döndü.

Seyyid Muhammed Nûr Hazretleri, 1850 senesine kadar melâmet'i açıkça ilan etmiyor, tevhid akidesini Nakşibendi usulü üzere tedris ediyordu. İstanbul'dan Üsküp'e dönünce bir süre sonra Üsküp'ten ayrılmak zorunda kaldı. Zira o sırada vilayet merkezi Üsküp'ten PİZREN'e alınmıştı. Seyyid hazretleri de 1850 (Hicri: 1267) yılında Üsküp'ten Pizren'e nakli mekan etti.

Muhammed Nûr'ül Arabi Hazretleri 15. Rebiülahîr. 1267 cuma gecesi Tevhid akidesini melâmet süluku üzerinden neşre mezuniyet aldı ve ertesi günü yani 16. Rebiülahîr. 1267 - 18. Şubat. 1850 cumartesi günü Alay imamı Hamit, Tabur imamı Ali ile Tabur katibi ve üç yüzbaşıyı teveccühe alarak onlara tevhid akidesini talim etti. Bu biatlerden üç gün sonra İskodra ulemasından Şaban fendi de müritleri arasına katılıyordu. (21. Şubat.1850)

1850 yılına kadar çeşitli tarikatlar adına ve o tarikat erkânı üzerinde ders veren ve şeyhlik yapan Seyyid hazretleri bu tarihten itibaren artık Melâmilik adıyle anılan TASAVVUF VE TEVHİD NEŞESİNİ TELKİN VE TEDRİS etmeye başlamıştır.

Pizren'de iki yıl kalan Seyyid Muhammed Nûr (K.S.), 1269 (Miladi: 1852) de, Üsküp'e döndü. Aynı yıl Müşir Çerkez İsmail Paşa kendisine biat etti ve Paşa'nın davetiyle Manastır'a giden Seyyid, burada, üç ay süre ile, subaylara varidat şerhini okuttu.

Seyyid artık bir tarikat şeyhi değil, insanlığı hedef alan ve insan haysiyetini her şeyin üstüne çıkaran, ilim, ahlak ve irfan ile tezyin edilmiş bir inancın temsilcisi, yayıcısı, Hazreti Muhammed'i terennüm eden ve ona dönüşü savunan bir tevhid sembolüdür. Bu hüviyetiyle o, asrının reformatörüdür, bu kişiliği ile o, mana ve maddenin, ilim ve imanın tek temsilcisidir. Onun içindir ki zamanın münevverleri O'na bakmakta ve o'da münevverlere dönük bir mürşid olarak insanlığa mutlu bir yarını müjdelemektedir. Seyyid hazretleri bu sebeple, Manastır da askeri öğrencilere ve subaylara hitap etmeyi, onlara bir şey öğretmeyi kendine vazife bilmekte ve varidat şerhini okutmaktadır.

Seyyid okumayı İslâm'ın temel prensibi kabul ediyor, Allah'ın Peygamberine de ilk emri oku'dur. Okumak, bilmek ve ihlaslı olmak İslâm'ın ve imanın şartıdır. Bu temel prensipten hareket eden Seyyid hazretleri,müslümanlar arasında kardeşlik ve sevginin asıl olduğunu savunuyor, yardımlaşmanın lüzumu üzerinde duruyor, herkesi ve her şeyi hoş görürken bize mükemmelin tarifini yapıyordu. O'nun bu insanlığa dönük hüviyetidir ki pek çok kişiyi tedirgin etti. Hele o'nun münevver gençlere dikkat etmesi, kurtuluşu kültür ve irfan da görmesi yobazların infialine, taassubun kendisine karşı teşkilatlanmasına sebep oldu. O kadar ki Seyyid'in ilim ve irfan sahibi gençlere, subaylara, münevverlere karşı bu yakın ilgisi yobazlar tarafından hemen istismar edildi. Kalabalık bir mutaassıb ve yobaz gurubu aralarında toplanarak Padişah Abdülaziz'e jurnal'da bulunma kararını aldılar.

Yobazların şikayet mazbatası 1285 (Miladi: 1868) yılında hazırlanıp Padşah Abdülaziz'e gönderildi. Hükümdar, şikayetin telkinini ve karara bağlanmasını şeyhül İslâmâ havale etti. Tahkikat açıldıktan sonra Zaptiye Müşiri Hüsnü Paşa müdahale etmek ihtiyacını duymuş, tahkikatı durdururken Seyyid hazretlerine bir mektup yazmış ve kendilerinin İstanbul'a gelmesini rica etmişlerdi. Bu şekilde Seyyid'in Şeyhül İslâm ile görüşmesi sağlanıyorve yobazların şikayetinin yersizliği gösterilmek isteniyordu. Hüsnü Paşa müdahalede bulunarak tahkikatı durdurmakla kalmıyor, Seyyid'in kudretini de saraya ve diyanete empoze etmek istiyordu.

Seyyid Muhammed Nûr (K.S.), Hüsnü Paşanın nağmesini aldıktan sonra durumu kavramakta güçlük çekmedi. Damadı Abdürrahim Fedai Hazretlerini de yanına alarak hemen İstanbul'a hareket etmişlerdi. Hüsnü Paşa ve diğer rical kendisini tazim ve merasimle karşıladılar. Seyyid hazretleri bu defa da İstanbul'da altı ay kaldı. Şeyhül İslâm ile de görüştü. Çeşitli ilmi sohbetlere, manevi meclislere iştirak etti.Tekke ve camilerde yapılan toplantılarda vaazlar verdi. Devrin bilginlerini, şeyhlerini hocalarını ve mümin halkı kendine hayran bıraktı. Seyyid'i tanıyan İstanbul uleması ve devlet ricali, Rumelindeki mutaassıb yobazların şikayetini haksız ve iftira olarak kabul ettiler. Seyyid bu geniş ilim ve irfan muhitinde gereken etkiyi yaptıktan ve herkesi ikna ettikten sonra tekrar Üsküp'e döndü.

1868 yılında vuku bulan bu ikinci İstanbul seyahati de altı ay sürmüştü. Ne var ki İstanbul seyahatlerinde yeni dostlar, yeni yeni müritler edinen Seyyid hazretleri sık sık İstanbul'a davet mektupları almaya başladı. Bilhassa Bosna valisi Osman Paşa ile müşir Hüsnü Paşa'nın ısrarlı davetlerine karşı koyamadı, 1869 yılı sonlarında üçüncü defa İstanbul'a gitmeye mecbur kaldı. Bu üçüncü İstanbul seyahati beş ay sürdü.Seyyid hazretleri yine İstanbul ilim ve irfan meclislerinin baş tacı omuş, herkesten hürmet görmüş, İstanbul'da yaşayan veliler ondan feyz almış, alimler O'nun sohbetlerinde huzur bulmuşlardı. Her gelişinde olduğu gibi bu sefer de geniş bir münevver gurubu Seyyid'e biat etmiş bulunuyordu.

Hazreti Nûr,1869 tarihinde geldiği İstanbul'dan 1870 baharında ayrıldı. İstanbul'dan Üsküp'e dönerek irşad görevine devam etti. Üsküp ve Manastır havalisindeki münevverler üzerinde duran Seyyid hazretleri irşad vazifesine devam ediyor, İlmine ve irfanına hayran olan gençlerin davetini kabul ediyor onları maddi ve manevi yönden yatiştirmeye çalışıyordu. O'nun çevresinde toplanan münevverler yeni bir ruh ve anlayış kazanarak hayata yepyeni bir inanç ve güçle atılıyorlardı. O kadar ki yirminci asrın başlarında çeşitli imkansızlıklar ve zorluklarla karşılaşacak olan Türk Subay ve münevverleri Manastır ve çevresinden aldıkları bu yeni ruh ile yenmesini bilecekler ve Türk İstiklâl mücadelesini gerçekleştirecekti.

1287 ( Miladi: 1870) tarihinde Manastır'da Ruznâmeci HÜSNÜ bey'in sünnet düğününe giderken bir kaç gün Tikveş'te misafir kalındı. Tikveş'teki bu misafirlik Seyyid Muhammed Nûr'ül Arabi için çok büyük bir önem taşır. Seyyid Tikveş'te bulunduğu günler büyük bir manevi mertebeye erişmiş ve 24. Eylül. 1870 (Hicri: 27 Cemaziyelahir.1287) tarihinde KUTBİYET makamı verilmiş ve o gün GAVSİYYETİ tebliğ ve ilan edilmiştir.

Manevi alemin sahibliği ve kutbiyyet tecellisi Seyyid'in hayatında büyük değişiklik yaptı. O ana kadar kenarda sessiz kalmayı tercih eden Seyyid hazretleri için artık öne geçmek ve manevi futuhatı tamamlamak farzı ayn olmuştu. Hicri 1288 (Miladi: 1871) yılında yanına Şerif efendiyi alarak Şeyhül İslâm Mir Muhtar Ahmed Efendi'nin misafiri sıfatıyla İstanbul'a dördüncü seyahatini yaptı.

Bu seyahatinde İstanbul'da HARİRİZADE'nin BOYACIKÖYÜ'ndeki yalısında misafir kalan Seyyid Muhammed Nur, burada İstanbul'un bütün velilerinin biatını alıyor, mana ve ilim sultanları, devrin arifleri O'nun nurlu varlığının etrafında pervane gibi dönüyor, her uyanık kalp O'ndan bir ilahi lema almak için çırpınıyordu. 1871 senesinde vuku bulan bu dördüncü İstanbul seyahati denilebilir ki ÜÇÜNCÜ DEVRE MELÂMİLİĞİN ZAFER YOLCULUĞU olmuştur.Seyyid hazretleri bu seyahatinde bütün şeyh ve bilginleri melami olmaya davet etmiş ve hepsinden biat almıştır. Mürefte'li Hoca Abdullah Hulusi efendi, Evkaf müfettişi Hacı Tevfik efendi, Mısır mollası Kamil efendi, Mevlevihane kapusu Tarsus Rıfai şeyhi Ahmed safi efendi gibi zevat melamiliği kabul eden bilginler kafilesi arasında idi.

1871 yılının bir kaç ay'ı İstanbul'da geçti. Seyyid Muhammed Nur (K.S.), ancak yıl sonunda İstanbul'dan ayrılabildi. Fakat Üsküp'e dönmekle beraber İstanbul ile irtibat kesilmedi ki bu devrede hazretin çeşitli kerametlerine şahit olmaktayız. Mesela manen davet ettiği bazı kimselerin Üsküp'e gelişleri, onları karşılamaya adam göndermesi gibi olaylar sık sık tekerrür eder.

Seyyid hazretleri ısrarla İstanbul'dan davetler alır. Nihayet 1873 yılında İstanbul'a beşinci defa seyahat etmek imkanı doğar. Hazreti Nur, bu seyahatinde de İstanbul'da beş ay kalır.İstanbul'da Melamet neşesi yayılmış, onun arzuladığı şekilde münevverlerin gönül çerağları yanmış, irfan ve ilim ahengi kurulmuştu. Seyyid Muhammed Nur (K.S.), Üsküp'e dönünce çok memnun ve mutlu idi.İstanbul yolculuğunun sonuçları sohbet konusu oluyor, ihvan da huzurlu bulunuyordu. Yine bu devrelerde Hazreti Nur'un değerli bazı halifelerini İstanbul'a görevli gönderdiği bilinmektedir. Üsküp'de ikamet eden Seyyid'in huzuruna gelen dostları O'nu Usturumca'ya davet ediyorlardı. Seyyid hazretleri onları kırmadı ve ihvanın isteğine tabi olarak Üsküp'ten Usturumca'ya nakli mekan etti. Böylece Hicri 1291 (miladi: 1874) tarihinden sonra Usturumca'da oturdu. Seyyid hazretleri melamiliğin yayılması için telkin ve vaazlarına devam ediyordu. Dünya'nın dört bucağına dağılan halifeleri O'nun fikirlerini, inançlarını ve irfanını yayıyor, kendileri de manevi irtibat halinde bu dostlar kafilesine himmet ediyorlardı. Seneler ilerledikçe ihvan da çoğaldı.

1879 yılında (Hicri: 1297) imparatorluk sınırları içindeki bütün ihvanlara Seyyid Hazretlerinin Hacc'a karar verdiği bildirildi. Kendileri de 110 seçkin ihvanı ile Usturumca'dan hareket ettiler. Hac farizasında bütün ihvanı bir araya getirmek mümkün oldu, ülkenin çeşitli bölgelerindeki melamiler tanışmak ve sohbet etmek imkanını da bulmuş oluyorlardı. Bu hacc'ında Seyyid hazretleri sessizce alemi beka'ya hazırlık yapıyordu. Fakat bunu çok az kimse anlayabildi. Zira bu hac dönüşünde ülkede kargaşalıklar çıkmış ve Arnavutluk'ta ihtilal patlak vermişti. Seyyid Muhammed Nur hazretleri bütün ihvanına verdiği talimatta: siyasetten uzak kalmalarını, kargaşalıklara karışmamalarını emrederek mesleğin manevi değerini ve ihvanını korumuş oldu. 1879 ihtilalinde gösterdiği basiretli tutum ve melamilerin çevredeki telkini ile olaylar fazla tahribat yapmadan duruldu. Seyyid hazretleri bu karışıklık günlerinde Rumeli'den ayrılmadılar. Ancak 1302 de (miladi: 1884) tarihinde tekrar hacc'a niyet ettiler ve 130 ihvanı ile Mekke'ye hareket ettiler. Bu hac farizası Seyyid hazretleri ve damadı Abdürrahim Fedai hazretleri için bir nevi veda hacc'ı idi. Nitekim bir yıl süren bu hac yolculuğunda Hazreti Nur'ül Arabi, bir çok ziyaretler yapmış, ihvanı ile uzun süre beraber sohbetlerde bulunmuş ve çeşitli ülkelerden gelen müritlerini uzun süre birlikte dolaştırmış, onlara son ilahi emir ve nehiyleri izah ettiği gibi melamet neşesinin tedris ve temadisi için gerekli derslerini vermiştir. Bir yıl süren bu hac yolculuğundan Üsküp'e avdet ederken Abdürrahim Fedai Hazretleri Süveyş kanalında vapurda vefât ettiler. (Hicri: 1303 : Miladi: 1885).

Usturumca'ya dönen Seyyid hazretleri 1885 yılından sonra artık Rumeli'den ayrılmadı. Yalnızlığını seviyor, ihvanından ayrılınca daima secde de ibadetiyle meşgul oluyordu. Fani hayatının sona ermekte olduğu günlerde ihvanına örnekler veriyor, İslâm dininde ilim ve irfanın yerini gösterirken Hazreti Peygamber'in şeriatına bağlılığın lüzumunu tekrar tekrar hatırlatıyordu. Nitekim bir gün gözşerinden rahatsızdır Seyyid hazretleri... Doktor getirilir ve Seyyid muayene edilir. Doktorun tavsiyesi şudur: ( Göz sargısı çıkarılmadıkça eğilmek yasak).

Doktor gittikten sonra ikindi namazı saati gelir. Seyyid hazretleri oğluna ezan okumasını ve gamet getirmesini söyler. Biraz sonra da imamet makamına geçerek ikindi namazı farzını kıldırır. Oğlu Şerif efendi bu hali görünce içinden ( Babama ne oldu? Doktor eğilmesini yasak etti. Böyle hareket etmesi doğru mu? ) gibi bir tüluat olur amma bunu edeben açıklayamaz. Fakat mümimlerin kalbinden kalbe yol vardır. Mana sırları sahibi seyyid, bu iç geçirmeyi hisseder ve duyar.

Namaz bitince selamını verir ve başını geriye çevirerek oğlu Şerif efendi'ye şöyle buyurur:


<< - ŞERİF EFENDİ, ŞERİF EFENDİ, BİZ BİR REKAT NAMAZ İÇİN BİN GÖZ FEDA EDERİZ. SENİN SARGIN VE İLACIN DOKTORA KALSIN.>>

Eliyle gözündeki sargıyı çıkarıp atar. Tabii ki göz'de hiç bir ağrı kalmamıştır. Bu hareketi ile Seyyid hazretleri hem keramet gösteriyor, hem de namaza önem verilmesini şart koşuyor, öğrencilerine ilahi emre tebaiyetin delilini veriyordu. 1887 kışı bitmişti. Mart ay'ı gelmişti. Artık ilim ve irfan güneşi Üsküp'ten İstanbul'a, İstanbul'dan Mekke'ye kadar tüm ülkeyi aydınlatmış, üstadlar yetiştirmişti. Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi, derin bir huzur içindeydi. Vazifesini yapmış olmanın rahatlığı O'nu daha da güzelleştiriyordu. 11 Mart 1887 Pazar günü dergah'ta fevkalade bir durum yaşandı. Seyyid, bütün ihvanını bir arada görmek istiyordu. Onlarla birlikte Allah'ın adını tekrarlamak, Resuli Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem'i saygı ile anmak, onlara bu hayatın geçici olduğunu bir daha hatırlatmak kararındaydı.

Seyyid'in arzusu yerine geldi. Civardan ihvanlar çağırıldı. O pazar usturumca'da fevkalade bir hava vardı. Seyyid Mısır'da doğmuştu amma hayatı hep Türkler arasında geçmişti. Türkçe konuşmuş, Türkçe yazmıştı; Damadı, torunları, evlatları, öğrencileri hep Türk'tü. Hepsine ayrı ayrı baktı, hepsinin hatırını sordu. Onlara insan sevgisinin gerçek ibadet olduğunu, dinin emirlerini yerine getirirken onun manasını anlamaları gerektiğini, taassub ve riya'dan kaçınmalarını, harama el sürmemelerini, helal rızık yemelerini, yalan söylemenin büyük günah olduğunu, ihlas sahibi olmalarını, taassub'un insanın imanını körleştireceğini, var olan her şeyin varedenden dolayı saygıya değer olduğunu hatırlattı ve sonra ( FAİL HAK'TIR ) dedi. (Bütün varlık O'nundur: Herşey O'ndan gelir ve O'na döner) hakikati üzerinde açıklamalarda bulundu. Ve sonra bu ezeli ve ebedi oluşun gerçek aydınlığını seyrederek tatlı tatlı tebessüm etti. Yakınlarına, artık veda anının geldiğini fısıldadı, ağlamanın İslâm'da yasak olduğunu, matem tutulmamasını tenbihledikten sonra ihvanına gidiş ve gelişin izafi bulunduğunu tekrar hatırlattı.

Herkes susuyor, kimse bir şey söyliyemiyordu. Vakit gelmişti. O'nun nurlu yüzü bu suret aleminden çekilecekti. Buna karşı konamazdı amma orada bulunanlar içlerinden (AH, O BİRAZ DAHA KALSA) diye geçiriyorlardı.

Seyyid hazretleri hepsiyle hellaştı. Bir kısmı evlerine döndü, bir kısmı da emir almak çin bekledi. O gece sabah olmuştu, fakat ihvan içten içe ağlıyordu. Seyyid hazretleri pazartesi günü son emirlerini verdiler, son görevler yerine getirildi ve artık ebedi yolculuğa hazırlık tamamdı. Nitekim o gece 1305 senesi cemaziyelahir'in 29.ncu gecesi, miladi: 12 Mart 1887 tarihinde saat iki de vafât etti. Peygamberlerin kendi odalarında defnedildikleri gibi SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİYYÜL MELÂMİ deUSTURUMCA da vefât ettiği odasında defnedildi.
(14)


---------------------------

(13) - Daha fazla bilgi için bak:

1 - MEHMET TAHİR BİN RIFAT,MENAKIB-I ŞEYH HACE MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ MELÂMET VE BEYANI AHVALİ MELÂMİYYE.
2 - ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI,MELÂMİLİK VE MELÂMİLER, 1930 İstanbul.
3 - YUSUF ZİYA İNAN, Seyyid'ül Melâmi MUHAMMED NÛR'ül ARABİ - hayatı - şahsiyeti - eserleri. 1971, İstanbul.
4 - YUSUF ZİYA İNAN, İslâm ışığında yeni bir insancıl felsefe: MELÂMET, 1975, İstanbul.


(14) - Yusuf Ziya İnan, Seyyid'ül Melâmi Muhammed Nûr'ül Arabi ( hayatı - şahsiyeti - eserleri : 1813 - 1887 ), 1971, İstanbul
Sayfa : 11 - 26

İSLÂMDA MELÂMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ.

Yusuf Ziya İNAN / 1976
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Ervahi alemde saflar kuruldu
"Elestü" hitabı nida olundu
Onda ikrar eden bunda bilindi
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Bülbüllere açtı ilkbahar gülü
Aşıklara esti seherin yeli
Kuruldu muhabbet kadehler dolu
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

İçmişiz doluyu olmuşuz sekran
Fikrimizde yoktur cennet ve niran
Dilizde ancaj sohbet-i Rahman
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

İçelim badeyi sarhoş olunca
Yakalım aşk odun suzan olunca
Yanalım yanalım ta kül olunca
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Gelin ey kardeşler sürelim demi
Fırsat elde iken durmayın geri
Bize fayda vermez zahidin yolu
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Pir seyyidimiz ol Muhammed Nur-i
Varis-i rasüldür Gavs'tır zuhuru

Bize ta'lim etti sırr-ı Tevhidi
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Gel ey FEHMİ sen de Hakk'ı fikreyle
Uyandır kalbini daim zikreyle
Fenadan bekaya bir sefereyle
Allah Allah daim Hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz



şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır.''inna ilayhi ve inna ilayhi raciun.''
Allah c.c'u rahmet etsin. SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ k.s babamızı da bizleri de rahmetiyle yargılasın. İNŞAALLAH
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

MELAMİ

Melamiyiz melamiyiz MELAMİ
Nerde görsen ver onlara selamı
Onlar söyler her an Allah kelamı
Melamiyiz melamiyiz MELAMİ

Yer yüzüne ilk gelendir MELAMİ
Sandılar ki suç işledi Adem'i
Oldu melamet Adem'in cenneti
Melamiyiz melamiyiz MELAMİ
Nerde görsen ver onlara selamı
Melamiyiz melamiyiz MELAMİ

İster isen sen melamet cenneti
Adem olup et Adem'e hizmeti
Erişecek pir Muhammed himmeti
Melamiyiz melamiyiz MELAMİ
Nerde görsen ver onlara selami
Melamiyiz melamiyiz MELAMİ


Alıntı


nur-ye yazdı:şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır.''inna ilayhi ve inna ilayhi raciun.'' Allah c.c'u rahmet etsin. SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ k.s babamızı da bizleri de rahmetiyle yargılasın. İNŞAALLAH
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

ZEVK 894

Hak Âşıklar Arzdan Arşa, yücelere seferimiz
Haydâr Ali Şah Paşası, naz-niyazda Aşk Erimiz
Muhammed Nuru’l- Arabî Melâmet Mescidiyiz “Biz”
Her an her yer her hâlde, HAKK’la olmak hünerimiz…

29.08.1991 10:03
Antly-yltn..



Sefer : Yolculuk. * Muharebe. Harb. Muharebeye hazır bulunma hali. * Def'a, kerre. * Fık: Muayyen bir mesafeye gitmek. (Bak: Mukim)
Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

ZEVK 796

Ehl-i Beyt evi gönlümde, Ali Turabî’sin Pîrim
Nesl-i pâk-i Muhammed’sin, hâlde harabîsin pîrim
“Kün! Fe yekun” Kevserinden, bir bâde sun İhvâni’ye
Sen, “Seyyüdü’l- Muhammedü’l- Nûru’l- Arabî”sin pîrim…

13.01.1991 06:00

kul ihvani
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:Resim

Nur Muhammed Arabî (ks)



MUHAMMEDÎ MELÂMİYİZ…

Dost birliğin bağındanız
Çark-ı Çile çağındanız
HAKK Aşkın Ocağı’ndanız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nur Muhammed Arabîyiz
Ayağının turabîyiz
Harabatta harabîyiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Toprak-ateş-hava-su Dost!
İnsan denen gerçek bu Dost!
“Lâ fâila illâ Hu!” Dost!
Melâmette Melâmiyiz…


*

Naz-niyaz, salât- sâimiz
Kemâlâtında kâimiz
Zevkinde zikr-i dâimiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Vasl-ı vuslat vâdesinden
Bezm-i belâ bâdesinden
Arı – duru – sâdesinden
Melâmette Melâmiyiz…


*

Bir bardak “su” ile “üre”
Âşığı HAKK’a götüre
İkilik Defterin düre
Melâmette Melâmiyiz…


*

Melâmettir farkın terki
Melâmi fark etmez farkı
Cümle-Cem’de Vahdet Çarkı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Her ağaç hak, tohum gerçek
Zerreler kürre verecek
Tohuma gebedir çiçek
Melâmette Melâmiyiz…


*

Ehline sorsam sorumu
İkilik halkın yorumu
SAMED ü AHAD durumu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Zikr ile silip perdeyi
Aşkla yakıp ağa-beyi
Taşlasınlar deli deyi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Kahrına-lütfuna şükür
Şehâdet şüphesiz fikir
Gece zikir-gündüz zikir
Melâmette Melâmiyiz…


*

Fenâ bulup serilmişiz
Bekâ ile derilmişiz
Ölüp ölüp dirilmişiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Hükm-ü HAKK ezel, sonsuzdan
“Murad Suyu”n kabı “BUZ”dan
Farklı değil şeker tuzdan
Melâmette Melâmiyiz…


*

Seyreyle gece-gündüzü
Ayni şeyin iki yüzü
Kemâlât, cehâlet özü
Melâmette Melâmiyiz…


*

Sırr Sıfatı, erkek-dişi
Kendini bilende kişi
Halkta HAKK’tır, RABB’ın işi
Melâmette Melâmiyiz…


*

HAKK’a hâmil Emir-Murat
Hayr ü Şerr sınırı Sırat
Zât’ın aşk zevki zuhurat
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşksız kalsak arlanırız
Yaşamakta zorlanırız
Halk içinde horlanırız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Tekemmül Tevhid tertibi
Aşktır Aşk Deryasın dibi
Melâmet Aşk meratibi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Esen rüzgâr Yâr nefesi
Duyduğun ses Subhân Sesi
Halk için HAKK’ın Bestesi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Bebelerin tahtı beşik
Dedeler mezarı eşik
Doğum ölümle birleşik
Melâmette Melâmiyiz…


*

İman Kalbde kabı sûret
Amelin aslıdır sîret
İdrak-İştirak-Basîret
Melâmette Melâmiyiz…


*

Söz-sohbet-zevk-sükut bizde
Zühd-ü-Takva, umut bizde
Halktan HAKK’a sücûd bizde
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşk-ü Cezbe, Anka Kuşu
Havf-ü-Recâ, Sıdk-ü-Huşû
Subhân’ın sevdâ sunuşu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Gezmeye geldik bazarı
Seyrimiz “Vahdet Nazarı”
Yâd eden – yazı -Yazarı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Zâhirde Çark-ı Çileyiz
Bâtın, Can- Cânân bileyiz
Halk içinde HAKK ileyiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Tenezzül aşkın temeli
Aşkla olur akıl deli
Seyreyleyip mükemmeli
Melâmette Melâmiyiz…


*

Cehâlet, “nur” için “nar”dır
“Suçlu” yok “görevli” vardır
Noksanın aramak ardır
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nedir Cennet-Cehennemi
Tekrar yaşamak “bu dem”i
Burda yanar Şahın şem’i
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âdemle gönderilmişiz
Dört yöne dönderilmişiz
Biz aşk için dirilmişiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Külli kisve bürünürüz
Türlü türlü görünürüz
Gâh uçar gâh sürünürüz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Ölmez Âşık olan, Sofu!
Aradığın bulan, Sofu!
Hâlimize gülen Sofu!
Melâmette Melâmiyiz…


*

İman-İbadet-İtaat
İrfan-İkân-İhsanda tat
Özün zevk etmektir murat
Melâmette Melâmiyiz…


*

HAKK bilinir bilim ile
“Kün! Fe yekun” ilim ile
Özümdekin dilim ile
Melâmette Melâmiyiz…


*

Harman edip dört unsuru
Tecellîde Tevhid Turu
Melâmet, Muhammed Nuru
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âşıklar Aşkın Kitabı
Halkına HAKK’ın Hitabı
Bezm-i Belâ Muhatabı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşkla uyansa bir kuyu
Şeker-şerbet keser suyu
HAKK’ın hissi- Dost’u duyu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âşık gönlü Aşk Peteği
Zuhurat Zevkin çiçeği
Çileyle toplar gerçeği
Melâmette Melâmiyiz…


*

RABB’ımın Hak Peygamberi
Muhammed Emin Serveri
Tâbi’yiz ezelden beri
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nur Muhammed evlâdıyız
Şah Abdülkadir tadıyız
Ehl-i Beyt’ in Aşk Adıyız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Köhne kalbi köşk eyleriz
Muhabbette meşk eyleriz
“Asl” a döner aşk eyleriz
Melâmette Melâmiyiz…


*

RABB’ ımdır Zâtı’na Bâni
Zuhuratı Zât’ta fâni
Melâmet, “KULLUK” İhvâni
Melâmette Melâmiyiz…


05.11.1990 12:41 dr..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:
ZEVK 817

Ahmağın himmeti Dünya, Âşıklar âlişan olur
Soyunup sûret-sîretin, Cihanda bînişan olur
Giyer Melâmet Hırkasın, zuhuratta zîşan olur
Âşık “Baş-Ayak” sız gerek, başı olan-perişan olur…

18.04.1991 21:15
Rmzn byrm 3



Zîşan : Şanlı. Şan sahibi.

Melâmet Hırkası Gerçek Muhammedî melâmi ölmeden önce ölür, secdesiz namazını kılar yani benlik Postunu kendisi yüzer ve kefen yerine Hırka olarak bürünür ki bundan sonra zaten Habibullah (sav) izinde yürünür…
Resim
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

Hazretin Kuddise Sirruh Resm-i Hakîkîsini arıyorum(çizilme değil) bir yerde görmüştüm, yayınlarsanız sevinirim...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Nur Muhammed Arabî Kuddise Sirruh Babamızın Bizde çizim resmi var. Sizin dediğinize Rast gelmedim. Araştıralım İNŞAALLAH!
Resim
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

nur-ye yazdı:Nur Muhammed Arabî Kuddise Sirruh Babamızın Bizde çizim resmi var. Sizin dediğinize Rast gelmedim. Araştıralım İNŞAALLAH!
bende kaydedeymişim keşke ozaman.Bilgisayarın olması böyle zor oluyor işte.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/118-119kr.jpg[/img]
Cevapla

“►Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi◄” sayfasına dön