Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-26

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-26

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu


Resim

ResimGÜLYAĞI-GÜLLÜ YAĞ

Kaydeden: “Muhterem Hocamızın bu vaaz ve nasihatleri 11 Mayıs 1968 Cumartesi günü dükkânımızda yapılmıştır.”


Es-selâtu ve’s-selâmu aleyke Yâ Resûlullah!
ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!
Yâ Seyyidî! Yâ ResûlALLAH!
Huz biyedihi kad dâkat hilleti edrikni!
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n-nâr ve bi affike Yâ Mucir!.
ALLAHumme ente’l- Mennân!
Bedîu’s-semâvâti ve’l-ardı ze’l-Celâli ve’l-İkrâm!.
Yâ Hayyu Yâ Kayyum. Yâ ALLAH celle celâluhu!


Azîz Müslümanlar!
İnsanlara hitab ediyorum!
Hepiniz bu mübârek günde oruçlusunuz.
Bir hadis-i kudsîde ALLAH celle celâluhu insanı şöyle târif eder:
"El insani Sırrî ve ene Sırrihi - İnsan, Benim sırrım, Bende insanın sırrıyım!"
İnsan, Benim sırrım!...
Bu hadisi karıştırma! Ta’zim ile önünde eğil!
Bunun ikisi de zâten sırdır.
İnsan bir mekândır, ASLı lâ mekâna âittir.
Karıştırırsan, su ile yağ karışırsa, kandil ışık vermez.
Bunları birbirine karıştırma, yalınız beni iyi dinle!
Lâ mekâna bakan senin içinden gizli incileri çıkarmağa çavaşıyorum.
İpin ucunu dedikoduyla kaçırma, sonra mânevî düzenin bozulur!
Zâten, kendi gölgene düşman olma!
Dünyânın hiçbir yerinde emin olamazsın!
Kuş havada uçar, gölgesi de yerde kuş gibi uçar görünür!
Sözlerimiz ölçeğe benzer mânâ içindeki dânelerdir onu oruçlu Müslüman anlar.
İnsan vücûdu hakîkî bir mâbed, içinde sana senden yakın olan O var, Nûr-u Resûlullah vaar! Bunların arasında da sen varsın!
Gönül, ALLAH’ın ucunu tuttuğu bir merdivendir. Her basamağında bir Resul vardır.
Hakîkî mâbed, insan içindekidir. Bu mâbedin görünmeyen içini görmek için cömertlik lâzımdır; namsız, nişansız, hikâyesiz ve destansız büyük ALLAH Dostları vardır, onlara yanaşmak gereklidir.
Ben, Hızır’la konuşanları işittim utangaçlıklarından kimseye bunu söylemezler.
Bedenini temiz tutarsan, içe yanaşmaya kendi kendine izin vermiş olursun.
Beden, gönlün; gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir.
İnsan, gönül olduğu için ALLAH’ın sevgili mahlûku olmuştur.
Bilirsiniz bir odunu oyarlar, kurumuş bir et sinirini tel yaparlar, saz olur. Ondan tatlı nağmeler çıkar.
Bir kamışa üfülerleeer âdeta kamış konuşur.
Onun için insana da, hattâ şimdi birçok odunlar var ya onlara bile ALLAH üfülemiştir.
Kâinât bunun için, insan için yaratıldı.
ALLAH da, insan gönlünde insan sevgisi şeklinde tecellî ediyor.
O halde bu beden, mukaddeslerin mukaddesi, İlahî bir lem’a bir radyodur.
Vücud-beden bu nûrun mahfazasıdır. O halde vücûdunu temiz tut!
“Hoca Efendi gizli-kapaklı bir çok laflar ediyorsun aceba bunları sen biliyor musun?”
İçinizde diyen olur ya oruç başına girer de!
Her türlü hîleden, nefs ve şâibeden muarra, Resûlu Ekremin buyurduğu: El hamdulillâh!” gibi milyonlarca El hamdulillâh!” ki ALLAH Bildirdi!
Ne çilelerden, ne ateşlerden, ne kaynamalardan, ne fırçalanmalardan sonra inanmış adam ona derler ki; her hususta kâfir ve münkir bile onun îmânına gıbta etsin!
Bir Velî’nin halvetteki hikâyesini bilirsiniz.
“Çok sıcak! Çok soğuk!” Bunlardan şikâyet etmemek lâzım!
Yaz gelir:“Aman ne sıcak!”
Kış gelir:“Aman ne soğuk, aman, aman, amannn!”
Şikâyet etmeyeceksin! Şikâyet etmemekteki gâyret etmek bu işte!
Serinlemek veya ısınmak için telaşla tevessül etmek, etmemek de gerektir, sabır da doğru değildir.
Ne demek bu?
Sabrın da ötesinde ağalar, sabrın da ötesinde!.
Atı güneşin altına koy; bir tarafa gitmez, yağmur yağar, kar yağar o orda kımıldamaz durur.
Bu sabır, bilmemezlik veya duygusuzluk demek değildir.
At'ta teslîmiyyet vardır, hiç kuvvet enerji sarfetmeden düşünmeden ööööyle duruyor!

Birisi, üzerine konan sinekleri kovmuyormuş.
Yanına gelenler, sinekler konmasın diye belki nezâket gösteriyor diye tâkip etmişler.
Fakat bir müdded yalnız kaldığı zaman kendinin üzerine konan sinekleri yine kovmamış.
Bir müdded sonra da sinekler, o herife de konmamışlar!
Aahhaa sen bunu anlarsın, bu söylediklerim bu sinek hikâyesinde gizlidir.
“Her türlü bu basit olayın bile gidişini Kader Çizgisine sokuyor” demektir bu hâdise.
ALLAH Dostu deriz, Velîyyullah deriz Hacı Bayramı Velî gibi..
Velîyyullah, her şeyi kader çizgisine sokabilen müstesnâ insandır.
Ruyâda insan uçar, uyanıkken yapamadığı şeyleri yapar.
Zîra kedini kader çizgisine terketmiş olduğundan, asıl insandaki şüphe ve tereddüdden âri olduğu için, bütün kudreti ortaya çıkar ve ruyâda uçar.
Meselâ At aç kalsa hırsızlık yapmaz, Kedi kalsa yapar, Kurt kalsa sürüye saldırır. Balıklar her gün birbirini yerler.
“Efendim sen tevekkül, sabır! Vayy bee Hoca Efendi sen insanı öküz yaptın!”
Yok efendim öyle bir şey söylemedim! Kur'ân-ı Kerîm'de: “Tedâvi olnuz, bir işe tevessül ediniz, tedbirleri alınız sonra da tevekkül ediniz!” diyor. Bunları hep biliyoruz.
Bunların hepisi insanlarda Cenâb-ı ALLAH bir mâsiyyet istediğindendir.
İbâdet de bu mâsiyyet arzulandığı için emrolunmuştur.
Bunlardaki tembellik vesîlelerle hafif terkler mâsiyyetin arzulandığının delilleri.
Bu arzunun gizlenmesini Cenâb-ı ALLAH istediğinden böyle bildirmiştir.
Günah, küfür, azab hududlarıyla aşırı gidip de sırr ortaya çıkıp infiale gidilmemesi.
Merhâmetinin ve mağfiretinin hakîki nihâyetsiz vus’atı belli olmasın diyedir.
Hakîkatte ne inkâr vardır ne küfür.
Bunlar işte böyle, fazla söylenemez azîzim.
Makam, İnsanın şâibelerden kurtulup kendi kendine yanaşarak âli ve güzel esmâlarıyla tecellî etmesidir.
O zaman “Ve le Zikrullâhu ekber!” âyeti iner insana.
Yâni en büyük zikir amma; tesbih, medh, titreşim “ALLAH’ın zikri” dir.
“ALLAH’ı zikr etmek” değildir!.
Zâten ALLAHtan daha büyük zikredilecek var mıdır?
“Ben insana insandan daha yakînim. Ben insanın sırrıyım. Şah damarlarından daha yakînim.” diyor.
Her yerde Hazır ve Nâzır, Semî’u’l- Basîr olan Cenâb-ı ALLAH,
durmadan kendi tecellîsinin esmâlarıyla insanda tecellî etmesidir ki, bu işte “Ve le Zikrullâhu ekber!”dir.
Artık şâibe kalmamış, deryânın içinde kaybolmuş, onun mevcelerinin titreşimi kendisi olmuştur.
Beden ortadan kalkmış, yâni şâibe kalkmış, ölmemiş!
“Ölmeden evvel ölmek” bu demektir.
Şâibe kalmadı mı insandan gâyet güzel hareketler tecellî eder.
“Felan adam ne mübârek adam ve gâyet doğru nâmuslu!” deriz.
Böyle olan adamlarda çıkan hâdiseler normaldir.
O halde Velîyyullahtaki kerâmet, onun temizliği için normal bir iştir, bize acâib gelir.
Bu esmâların ortaya çıkmasına müsaid olarak, akıl ve irâdeyle insanın hazırlanması; ibâdet, emirlere itaat, nehiylerden sakınmak, doğruluk, fazîlet, adâlet, sabır, teslimiyyet hududlarını aşıp, esmâları tecellî ettirmek gâyesi budur.
Bu işi her babayiğit yapamaz!..

O halde onu yukarıdaki kâide ve üsullerle zedelememeye, muhafaza etmeye çalışmak gerekir.
İşte o zaman insan âbid, hakîki kul oluuur..
Bundan sonra, makamlara lâyıkıyyet ve çıkışı mürşid yapaaar.
Mürşidin süzgecinden geçemeyen de ileri gidemez.
Buradaki mürşid; hoca değil, muallim değil, şeyh değil, postnişin değil. Bunlar, mürşide yanaşmak ve hakîki kul hudûdunu aşıp mürşide dayanmış olanlardır.
Eğer Makâm-ı Hazrete müsaade edilmişlerse kendi vazîfelerini terk ederler. Âdeta ihfâ ederler kendilerini.
Bu hududlarda insan manolya çiçeği gibidir oğlum!.
Küçük bir metruh bile solmasına sebebiyet verir.
Manolya'ya dokundu mu hemen solar, kararır.
Manolya tesâdüfî bir çiçek değildir.
Gül de tesâdüfî bir çiçek değilidir.
“Efendim binlerce çiçek var onlar ne?”
Ne yapacaksın?
Hadi söyleyeyim, yâni bilmiyor diye söyleme!
Gül ile Manolya'nın esrarını gizlemek için; diğer çiçekler, renkler, binlerce çeşit ortaya girerek bu iki çiçeği maskeleyip gizlemişlerdir.
Hakîkî Gül'de, kendini gizlemek için bin türlü renk hâlinde ortaya çıkmıştır.
Kırmızı, sarı, beyaz, pembe, al, siyah, bilmem ne kadar çeşit ve cinsi vardır. Hepisinin kokusu da ayrı ayrı..
Gülden kokuyağı almak için yağda muhafaza etmek sûretiyle çabalıyorlar insanoğlu!
Niçin yağda da, suda ve diğer mahlullerde durmuyor gülün kokusu?
Yağda bile nazla duruyor.
Gül Yağı ismini veriyorlar, isim bile yanlış!
“Efendim bilmediler mi?”
Bu bir Murâd-ı İlâhîdir, yanlış öğretildi insana!
ALLAH izin vermedikten sonra insan konuşamaz!

Mekke’nin fethinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Teslim olanları kesmesinler!”
diye haber gönderiyor, herifler Hâlid İbni Velid’e gidiyorlar:
“Peygamber memnun değil, daha kes!” diye haber gidiyor.
Beş kişi gidiyor nihâyet Hazreti ALİ’yi gönderiyor:
“Git ellerinden yakala getir Huzûra!” diyor.
Dönüp geliyorlar Hazreti Halid’e:
“Ya Halid ben sana 3 defâ haber gönderdim!” diyor.
“Ya Resûlullah emrin yerine geldi!”
“Ne dediler?”
“Resûlullah memnun değil, daha kuvvetli kessin!”diye.
Çağırıyorlar adamları: “Ben size öyle mi söyledim?”
“ Hayır Yâ Resûlullah kesmesin dediniz ama, biz oraya gittik dilimiz almadı gitti!”
Sallallâhu aleyhi ve sellem o sırada iken Cebrâil geliyor: “Yâ Resûlullah Uhud Harbında şehid olan amucanız Hamza için yemin etmiştiniz: “70 parçaya ayırdılar 70 tâne Kureyşli kesilecek!” diye ve ALLAH’ın vaadi yerine gelmiştir!” diyor.

Onun için bu gül için de gülyağı için de ALLAH söyletmedi oğlum!
“Mırmır!” etme böyledir! Hindistan’a git sor!
“Efendim bilmiyor!”
Bilen bilir bu kadar!..
Gülyağı gül, gül efendi!
Gülyağı değil! GÜLlü Yağdır o, GÜLlü Yağ!
Hele bir düşün“Evet!”diyeceksin!
Ondan sonrasını zaten düşünmek için herkese izin vermiyorlar!
Vermedi mi, insan tepinmeğe başlar!
“Bu da SIRR mı Hoca Efendi?”
Hayır Efendim sırr yok!
Sırr, anlayamadığın her şey sırdır…
Bir şey zâhir oldu mu, bâtını görünmüş demektir.
Bir şey bâtın oldu mu, zâhiri de gizlenmiştir.
Gül Tohumunda renk, koku gizlidir.
Zâhir olan tohum, toprakta bâtın olur, zâhir olan renk koku, bâtın olur.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-26

Mesaj gönderen kulihvani »

Dürüst bir insana yalancılık, dolandırıcılık SIRRdır bilemez, yapamaz!
Yalancı ve dolandırıcıya da dürüstlük sırrdır bilemez.
Bu misâlimiz de garib kaçtı amma bu da işi gizlemek için dinleyenlerin aklına çelme takmak için söyledim! Yaaa! Yağma yok ağalar!.. Bu günkü konuşmada mânevî hazz duydunuz.
O hâlde içinizde bir güzel koku menbağı, bir tad kaynağı var.
Bu lakırtılar onlara, haberiniz olmadan deşiyor, aldığınız hazzz ondan.
İşte o kaynağı; yırtmağa, açmağa, göstermeğe çalışıyoruz aziz Müslümanlar!
“Efendim ben hazz duymadım!”diyen olur ya içinizden.
Belki o, böreği düşünüyor: “Akşamki böreği ki, yiyeyim!” diye. Ben onlara söylemiyorum zâten.
Hâlis zeytinyağı yerine herkese makine yağı da satmıyorum millet gibi!
Mânevî telleri gerilmiş, akümülatörleri senelerin verdiği kulluk zevkiyle dolu, nur yüzlü İslâm'larla konuşuyorum!
İçerisine abdestli girilen yerde konuşuyorum haaa, burası câmi!
“Efendim onlara da söyle!”dersin.
Onların lisanından da bilirim amma, onun dershânesi burası değil aziz Müslümanlar!
Onlarla da ahırda konuşabilirim. Hem de istediği en selis hayvan dilinden!
“Efendim Hoca Efendi hayvan dilini nerden öğrendin!” diyeceksin.
Senelerce hayvanlar arasında dolaştım oğlum! Sûretâ onlarla arkadaşlık yaptım.
İnsan bulunduğu yerin az çok dilini öğrenir amma ben husûsî olarak da o dillere çalıştım, iyi bilirim. Onların dilini edebiyatıyla bilirim. Değme öküzler benimle konuşamazlar haaa!
Öküz deyip de geçme! Uzun devreler lâzım bir öküz olmak için; evvela buzağı, sonra dana, sonra tosun olacaksın!Ondan sonra kesilmezsen, öküz olabilirsen olursun!
Çok öküzler görüyorum, boynuzlarıyla dolaşıyorlar. Ama sizler onların boynuzlarını göremiyorsunuz.
Hele bir görseniz: “İçimizde ne arıyor!”diye boynuzlarını hemen kırarsınız!
ALLAH’a kasem ederim ki bu boynuzsuz gördüğünüz bunların boynuzlarını size hemen gösterebilirim!
Amma onları da ALLAH yarattı yegâne süsleri o boynuzları, bırakın kalsın! Başlarında öyle dolaşsınlar!
Onları görebilenler görüyor ya, öküz olduğunu keşfediyor, yeter o bize ne olacak!

Heyyy!
Börekler, çorbalar bizi bekliyor oldu vakit yarın devâm ederiz.
ALLAH cümlemizi ıslah eyleye küçücük bir duâ edelim!

Âmin!
Elhamdulillâhi RABBi’l-âlemin!
ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ehl-i beytihi MuhaMMed!
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n-nâr ve bi affike Yâ Mûcir!.
Yâ RABBî Senin rızâna kavuşmak için binlerce kişi şurada ağzı kapalı, oruçla sana yalvarıyor!
Bizi ıslah eyle, orucumuz makâm-ı izzetinde makbul eyle!
Resûlullah’ın ahrette mübârek elini öpmek güler yüzü ile karşılanmak bize nasib u müyesser eyle Yâ RABBî!
Son nefesimizde bile Resûlullah’ın Nûruyla tecellî nasîbi müyesser eyle Yâ RABBî!
Lillâhi’l- fâtiha!..


Resim

İhtizaz: Hafif titremek. Deprenmek. Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme. Sallanma, sıçrayıp oynama.
Vâsi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyâyı muhit, rızkı bütün mahlûkâta şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH celle celâluhu.
Âye (t): El ayası, avuç.
Selis: Selâsetli. Fasih ve beliğ olan. Düzgün ve akıcı ifade.
Kabz (a): Avuç içi. Kavrayıp tutma, alma.
Hudeybiye: Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhâle uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hazreti Fahr-i Kâinat Efendimize aleyhi’s-selâm beşinci hicrî senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay geçtiğinde Hazreti Peygamber, mâiyetindeki Muhacirîn ve Ensar'dan 1400 kişi bulunduğu halde umre niyetiyle Kâbe-i Şerife'yi ziyâret maksadıyla gidip bu yere vardıklarında Kureyş'in harb için karşı çıktıklarını haber alması üzerine, harb niyetiyle gelmeyip ancak sıla-i rahm ve Beytullah'ı ziyâret niyetiyle geldiklerini beyan buyurmuşlarsa da, Kureyş o sene Hazreti Peygamber'le müslümanların Mekke'ye girmelerine râzı olmayıp ertesi sene kabul edecekleri şartıyla ve diğer bâzı şartlarla muâhede akd etmişlerdir. Bunun üzerine mezkur sahâbeler Hudeybiye'nin yakınında bulunan ağacın altında Hazreti Peygamber Efendimize biat ettikten sonra Medîne-i Münevvere'ye dönmüşlerdir.(.. ifâde ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zâhiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşliler bir derece gâlip görünmüş olduğu hâlde mânen Sulh-u Hudeybiye, mânevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sâir fütûhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor. Filhakîka, Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddi kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur'ân-ı Hakîm'in bârika-âsa elmas kılıncı çıktı, kalbleri akılları fethetti. Musâlaha münâsebetiyle birbiriyle ihtilât etiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur'âniye, inad ve taassubat-ı kavmiye perdelerini yırtarak, hükmünü icra ettiler. Meselâ: Bir dâhiye-i harb olan Hâlid Bin Velid ve bir dâhiye-i siyâset olan Amr İbnu’l-As gibi, mağlubiyeti kabul etmiyen zâtlar, Sulh-u Hudeybiyye ile cilvesini gösteren seyf-i Kur'ânî, onları mağlup edip, Medîne-i Münevvere'ye kemâl-i inkıyad ile İslâmiyete gerdendâde-i teslim olduktan sonra, Hazret-i Hâlid bir "Seyfullah" şekline girdi ve fütûhat-ı İslâmiyenin bir kılıncı oldu.Mühim bir sual: Fahru’l-Âlemîn ve Habîb-i RABBu’l-Âlemîn Hazret-i Resûl-i Ekrem Aleyhi’s-salâtu Ve’s-selâm'ın sahâbelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihâyetinde ve Huneyn'in bidâyetinde mağlûbiyetinin hikmeti nedir?
El-cevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı sahâbede bulunan ekâbir-i sahâbeye istikbâlde mukâbil gelecek Hazret-i Hâlid gibi çok zâtlar bulunduğundan şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiyye, hasenat-ı istikbâliyelerinin bir mükâfât-ı muaccelesi olarak mâzide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mâzideki sahâbeler, müstakbeldeki sahâbelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o müstakbel sahâbeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakîkat sevkiyle İslâmiyet'e girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.)
Musâlaha: Barışma, uzlaşma, barış, güvenlik.
Lem’a: (C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak.
Muarra: Fenâlıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakîkatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir hâlinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Tevessül: ALLAH'ın dergâhına yaklaştıracak amel işlemek. Sarılmak. Baş vurmak. İnanmak. Sebeb tutmak
Müstesna: İstisnâ edilen. Ayrı tutulan, ayrı muâmeleye tâbi olan. Kâide dışı bırakılmış olan.
Âri: Pâk, pislikten uzak. Hür.
Mâsiyyet: İtaatsizlik, günah, isyan.
vus’at: Genişlik. Bolluk. Fırsat. Boş meydan. Kuvvet, güç, tâkat. Varlık, zenginlik. Fls: Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer.
Şâibe: Leke, kir. Süprüntü. Pislik. Kusur. Noksan. Hatâ. Eksiklik.
Es-Semîu: Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAHu Zu’l-CELÂL.
El-Basîru: Vâkıf-hâbir-âşinâ-hâzır-nâzır olarak açığı ve gizliyi gören...
Mutlak görücü ve basîretin sâhibi olan ALLAHu Zu’l-CELÂL.
Nâzır: (C.: Nuzzâr) Nazar eden, bakan. Bir idârenin veya dâirenin umur ve işlerine bakan en büyük me’mur. Bir işin idâresine me’mur reis. Kabine azâlarından her biri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Mevce: Bir dalga. Ses, elektrik ve harâretin yayılma dalgalarından her biri.
Müsâid: Muvâfık, uygun. Yardım eden. İzin veren.
Nehiy: Yasak etmek. Menetmek. Gr: Emrin menfi şekli.
Âbid: İbâdet eden. Zâhid. Çok ibâdet eden. Köle.
Postnişin: Posta oturan. Daha evvelkinin yerine geçen.


Resim

Resim---Hadis-i Kudsîde ALLAH celle celâluhu: "El insâni Sırrî ve ene Sırrıhî - İnsan, Benim sırrım, Bende insanın" buyuruyor.
(Sırru’l-Esrar, S.A.Geylâni, sayfa 24)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mûtû kable en temûtû: Ölmeden önce ölünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II-291-2669)

Resim

“Bu el ALLAH’ın eLİdir!”:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen): Muhakkak ki sana biat edenler ancak ALLAH'a biat etmektedirler. ALLAH'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH ile olan ahdine vefâ gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir.
(Fetih 48/10)

Şakka’l- Kamer:

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
Resim---İkterebeti’s-sâatu ve’n-şakka’l-kamer(kameru): Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”
(Kamer 54/1)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---"Utlû mâ ûhiye ileyke mine’l-kitâbi ve ekîmi’s-salâh inne’s-salâte tenhâ ani’l-fahşâi ve’l-munker ve lezikrullâhi ekber vallâhu ya'lemu mâ tasneun: (Resûlum!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir."
(Ankebut 29/45)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 26” sayfasına dön