Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


ResimVEYSEL KARANÎ
Kaddesallâhu sırrahu


Takdim eden kimse:
Muhterem ve sayın büyüklerim bu gün günlerden 17 Kasım 1967 Cumartesi ve aynı zamanda da Berat Kandilinin ertesi günü bulunmuş oluyoruz. Bu gece benim rica ve istirhamım üzerine memleketimizin çok kıymetli muhterem vaizlerinden ki, Hocam Münir Derman Bey ve ailesi Cahide yengehanım bizim evimize-fakirhâneye bu anda şeref vermiş durumdalar. Kısa bir sohbet ve hasb-ı halden sonra kendilerine rica ettim “Hocam ilminizden ve feyzinizden istifade etmek üzere, biraz hususî ve özel olarak da dinî bir muhabbet yapar mısınız?” şeklinde ricâda bulundum Allah razı olsun kendileri beni kırmadılar ve bu ricâmı kabul ettiler.
Şimdi mikrofonu Muhterem Hocamın önüne koydum, kendilerini dinleyelim..


ResimMünir Derman kaddesallahu sırrahu:

Hazreti Veysel Karanî hakkında benden malumât istediniz
Hazreti Veysel, tabîinin en büyüğüdür.
Tabîin şu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemi göreni görene derler.
Resûlullah devrinde yaşamasına rağmen, Resûlullahın mübarek yüzünü göremeyen tabîindir ve tabîinin en büyüğüdür. Kendisi Karanî ismiyle de anılır, Karran kendi köyünün ismidir, onun için Veysel Karanî ismi verilir. Bu herkesin bir ismi olduğu gibi Veysele verilen bir isimdir.
Veysel'in bir de manevi lügâtta ismi vardır, manevî lügâtta isim alanlar muayyen bir mertebeye sahib olan insanlardır.

Meselâ bir insan velîdir, bir insan gavsdır. Bir insan paşadır, orgeneraldir. Her şeyin bir mertebe yüksekliği olduğu gibi manevi aleminde bir mertebe yüksekliği vardır. Bu mertebe yükseklikleri, üsteğmen, yüzbaşı, bin başı, yarbay, albay, paşa şeklinde yavaş yavaş çıkmayan bir mertebe vardır. Bu manevi mertebelerin içinde o insana doğrudan doğruya verilir. Ona“Uveys” derler. O halde Veysel Karanînin manevi alemdeki çağırısı ismi Uveystir.
Uveys, arada hiçbir vasıta olmadan Nurun ve Hakikatın menbağının mümessiliyle temas eden insan demektir. Temas halinde olan bir insan artık karşı karşıya gelmez. Karşı karşıya gemlememek de Uveysliği kazanmak için bir sebebdir. Uveys oldumu karşı karşıya gelme imkanı yoktur.
Bir mermini içinde barut vardır kapsülü vardır, ateşle temas ettirilmez, ateşle temas ettiği zaman yok olur. Kuvvete inkilab eder, bir şey olur duman olur gider.

Onun için, Hazreti Veysel Uveys olduğu için, Resûlullahla zaman-ı saadette yaşadıkları halde birbirlerine tesadüf etmemeleri Allahın bir emri.. Barutlan ateş yan yana gelemezdi. Onun için Hazreti Veysel, bir barut fıçısı halindeydi. Resûlullahın mübârek yüzünü görür görmez infilak edecekti. Bu infilak etmediği zaman içinde ne vardır, ne olduğunu dünyaya anlatmak için Cenâb-ı Allah Veyseli seçmiştir.
Hatta Veysel, Resûlullahı görmek arzu etmiş, anasından izin almış: “Ben Resûlullahı göreceğim!” demiş. Teeey Karrandan kalkıp geliyor Medine-yi Münevvereye.. Resûlullah Efendimiz Medinede yoklar o zaman.. Evlerine gidiyorlar Hazreti Fatmaya diyorlar: “Resûlullah burada mı?”
“Hayır yok burada, Medineden dışarı bir tarafa gitti” diyor.
“Bu gün gelir mi”diyor.
“Hayır gelmez”diyor.
Veysel, anasından bir gün izin almıştır.
Anaya itaatın Resûle itaat, Resûle itaatın Allaha itaat olduğunu Veysel bildiği için Resûlullahın yüzünü görmeyi, Resûlullahınemrine tercih etmiyor “görmeyim ben Resûlullahın yüzünü fakat emrine itaat edeyim!” diye dönüyor gerisin geri.
Hazreti Fatmaya diyor ki: “Sen Resûlullahı gördünmü?”“Ben kızıyım” diyor. Bakıyor Hazreti Fatmanın yüzüne: “görmedin sen” diyor.

Yıldız uzaktan seyredilir oğlum, gece seyredilir.. gündüz Yıldız görülür mü, görülmez.
Onun için Resûlullah döndüğü zaman Hazreti Fatmaya anlatmış “evet, sen beni göremedin kızım!”demiş. Bu “göremedin” demek, Hazreti Fatmanın hâşâ bir noksanlığını ifade değildir.
Çünkü Hazreti “Fatma cennetin en mütena en birinci seyyid kadınlarından biridir. İllâ Meryem, Meryemden sonra..” Hazreti Resûlu Ekrem.
Meryem’e de bir Peygamber anası olmak bakımından iltifat etmiştir Resûlullah, bundan söylemiştir.
Onun için Veyselle Fatma arasında dağlar kadar fark vardır, mukayese edilemez.. Fatma başkaaaa.. Veysel başka..
Bu Hazreti Fatmaya hâşâ sümme hâşâ bir küçüklük ifadesi için söylenmiş kelime değildir.
Çünkü Hazreti Fatma odaya girdiği zaman Resûlullah bile ona kıyam ederdi. Kızı için geldiği zaman ayağa kalkardı.
Hazreti Fatma, babası gibi yürürdü, Resûlullah gibi yürürdü, böyle ayağını vura vura.. uzun boylu..
Hazreti Âişe Vâlidemiz. “Allaha kasem ederim ki kapkaranlık odada, Fatıma girdiği zaman ben iğne deliğini görebilirdim”diyor.
O zaman da iğine varıdı.
Bazısının aklına gelir iğne söyledi, o zmanada iğne varmıydı?
Varıdı, varıdı, varıdı.. teey İdris aleyhi's-selâm zamanından varıdı.
Her şey varıdı eskiden ama bilen yoktu.

Onun için, bir gün Resûlullah Efendimiz Medinede otururken birden mübarek başlarını kaldırıyorlar, anteninin “…” (hocam içine derin nefes çekmekte) 3 defa..
İştima’, yani koku alamak için nefes almak demek.
Etraftan bakıyorlar sahabeler: “İnnî le-ecidü nefessu 'r-rahmân min kıbeli 'l-“Yemen”: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum." Buyurmuştur.
“İnnî le-ecidü , ben alıyorum.. nefessu 'r-rahmân Rahmanî bir nefes geliyor bana.. min kıbeli 'l-“Yemen.. Yemen tarafından bana bir koku geliyor..

Biz 5 Adımdan kokuyu alırız. Köpek 5 kilometreden alır.
Resûlullahda erimişi insan dünyanın her tarafından kokuyu alır.
Köpekten aşağı mı insan, Resûlullahın köpeği olduktan sonra artık koku, daha yanmamış bir ateşin kokusunu evvelden alırsın.
O zaman Veysel kendinden geçmiş, Allah ile zikir.. o koku gidyor Resûlullaha.. çünkü Veysel, büyük insan.. Ama Hazreti Fatmadan büyük demek değil.
Onun için sahabe-yi kiram Resûlullahın yüzünü gören ve onun her emrine ittibâ eden sahabelerin ayağına bulaşan toz olamaz bir velî.
“Efendim velîde kerâmet görülüyor da sahabede neden görülmedi?”Gündüz güneş var iken yıldız görünmez. Yıldız acaba güneşin ziyasının çokluğundan mı görünmüyor, yoksa benden büyük parlak var, ben de ziyamı ondan alıyorum onun edebinden kafamı eğiyim mi diye.
Onun için Resûlullah zamanında Resûlullah Nuruna hürmeten hiç kimse keramet göstermek cesaretine sahib olamazdı. Onun için sahabelerde keramet yoktur.
Resûlullahnan görüşmüş yüzünü görmüş kerameti ne yapacaksın!
Hazine altın dolu, altın altını arar mı oğlum! müflis adam altının peşinde koşar.
Onun için Veysel Karanî Hazretleri tabîinin en büyüğüdür dedik.
Bunu hakkında ne kadar söz söylersen söyle!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Hazreti Süleyman aleyhi's-selâm ın bir sözü vardır der ki: “ Güzel sözler, petekten akan damla damla bala benzer.'' ama ağzının tadı varısa balın tadını alırsın içinde bir manevi kapı açıksa güzel sözlerden fayda görür insan, ondan şey yapabilir insan.
Onun için Veysel Karanî hakkında milyarlarca söz söyle, bunun sonu gelmez.yalınız Veysel Karanînin resmini göstetereyim size, o zaman diyeceksiniz resmi varmıyıdı?
Resim yalnız kağıtlan yapılmaz ki oğlum sözlen de resim yapılır. Kaşı şöyleydi, burnu şöyleydi, boyu şöyleydi, eli şöyleydi. Eskiden resim yoktu ama şemail varıdı. İnsanın şekli varıdı. O şekli söyleyim size. Veysel Karanî hazretlerinin, olurya insan dururken Amerikada görür kendini, Amerika Reisicumhuruynan otur yemek yer rüyada. Hiç tanımadığı halde. Denizin dibinde seyahat eder, uçar insan rüyada. Ben de bir gecede tesadüfen sen Amerika Reisicumhurunu görmüşsün ben de Veyseli gördüm. Nasıl gördüm onu anlatayım işte resmi ortaya çıkar.
Hazreti Veysel orta boylu, etine dolgun birisi. Omuzları geniş, siyah uzun saçları, kulak arkalarına doğru yele halinde, geniş alnına karışık bukleli saçları dökük, taramamış saçını. O kadar kendini Allaha vermiş ki cesediynen uğraşamıyor. Bitli dedmek değil oğlum! kömürlükten de çıktığı değil! Vermiş kendini…
Sol gözünü bir bukle saç daima örtmekte, o saçlar düşmüş aşağı gözü de kapalı o saçnan.
Gözünün önüne getir güzel bir aslan suratı.
Hafif şöyle eğri bir burnu var. Kalın ve muntazam dudakları var. ince dudak hile dudağıdır oğlum. o kadar büyük de, o da zenci dudağıdır, öyle değil. Seyrek, iri, büyük ve temiz dişleri var. Burun kanatları daima vücuduyla birlikte açıp kapanmakta.. “huu uuuh!” nefes aldıkça burnu da nefesiyle beraber almakta, hani Arap atları vardır onun gibi. Yağız bir yüzü var, siyah çenesini 4 parmak aşağı uzanmış, mütecaviz karışık hafif içinde aka bulunan, rüzgara baş eğen bir sakal. Rüzgar ne taraftan vurursa o tarafa gidiyor, rüzgara karşı gelmiyor, baş eğiyor, nerden gelirse o tarafa savruluyor sakalı, keçi sakalı gibi dik inat değil. Sırtını bile istila etmiş kıllı bir vücudu varıdı Veyselin.
Yalın ayak, baş açık, dünyaya bakmayan, başka âlemeleri seyrettiği belli ateşiiin gözleri var.
Elleri iri parmaklı, üstleri kıllı.
Kimi yeri yırtık fakat temiiiz bir maşlaha sarılı.
Elinde kalın, eğri-büğrü bir asa var, baston.
Omzunda küçük bir tulumda SU var.
Etrafıan bakarsan kızgın ateşin bir ÇÖL, DEVEler.. İşte Karranlı Hazreti Veysel karşınıza getirdim ah bu Hazreti Veysel…
ÇÖL de nasıl hararetten baktığımız zaman, her taraf şöyle titrer sıcaktan ihtizaz halindeyse, Veyselin her tarafı ALLAH lafz-ı celiliyle durmadan SALLanıyor böyle.. dudakları daima aralık.. bu lafız “ALLAH” kelimesi ciğerden geliyor, dilin söylediği ALLAH değil oğlum!
Bütün ZERRatı ile, zikri ile hem-ÂHenk, sağ elin avucunun içinde de siyah bir NUR var. AK NUR Ak Nur.. insan gözü böyüklüğünde.. olur ya ben olur insanda, yüzünde felan.. onunda var elinde.. Veyselin televizyon âleti bu işte haahh!. Her hakikatı aksettiren siyah renkli bir AYNa bu.
Veyselin yemekle alakası yok, bulursa yer, bulmazsa da arzusu yok! Onu ALLAH doyuruyor çünkü. Hem de bizim doymak-yemek diye bildiğimiz tarzda değil.. Midene alıyorsun, kanına geçiyor, kalbine gidiyor. Öğütüyorsun! Eee O’nun kalbinden gelirse, mideye de iş yok!
ÇÖLde her yerde ALLAH ile Resûl arasında bütün Ruh-Cesediyle her AN raks ediyor, seyahat helindeler sanki.. Dönüyor boyuna.. Veysel muazzam bir barut yığını halinde olduğu için, ateşin nuru olan Resûlü görmemeiştir zira ateş alır AN-ı vahide infilak ederdi.
Efendim, odayı doldur bu odayı istersen içine gazyağı dök biraz sonra söner. Ama odanın içinde barut olursa bir çakmak şey berheva eder, barut olamak lazım. ALLAH kelimesi karşısında “HİÇlik YOKluk Fakirlik” timsali Veysel.. ALLAH lafzının durmayan insan şeklindeki ahengi hoparlörü..
Âlem-i Misalde Hazreti Veyseli bu halde bu şekilde gördüm aha ANLAttığım şekilde..
Kendisine, rüyada da konuşur ya insan ağzının kilidi yok ya.. GÖRdüm seyrettim..
Kendisine dedim ki: “herkese uyandığım zaman Anlatacağım ya Veysel gördüm seni”diye.. kalın dudakları iyice açıldı tebessüm etti.. ve “Yâ İlahî çok uyur GÖZden, çok yer karından sana sığınırım!” dedi.
Mütebessümünü, onu gülmesini izin bilerek ben de gördüklerimi aha şimdi size söyleyeceğim.. güldümü tabi şöyle etti “yooo!” deseydi.. izin verdi demek güldümü insan. Kum Çölünün namütenahi ZeRRelerinin ve kızgın havasının Zikr-i İlahîsine kendini kaptırmış, bütün ZeRRat ile “ALLAH!” haykırıyor Veysel! Bir AN bile bir şEY ALLAH ile arasına giremiyor. Veysel iş yaprken, Veysel konuşurken bile bütün vücudunun ZeRRatı gözle görülür şekilde daima ZiKiR ve Harekette. Veysel ilk defa görünürde ma’murelerden uzak, büyük şehirlerden uzak bomboş çÖLde dolaşıyor zaten. Fakat Ma’murelerde olan boşlukta!.. Veysel hakiki Ma’mureye yakın ve onu seyrediyor daima. Dünyanın en murassa, en muhteşem libaslarından, elbiselerinden daha kıymetli bir HIRKA var üstünde Hazreti Veyselin.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendi giydikleri, Veysele hediye ettikleri HIRKA süslemekte üstünü.
Rasûlullah Efendimiz, irtihal-i dâr-ı İlliyyin etmeden evvel “Veysele bu HIRKAyı götürüp vereceksiniz, giyecek, ÜMMetim için DUÂ edecek” demiştir.
O HIRKA, aha o HIRKA şimdi İstanbul’da Emanet-i Mübarekedeki duran HIRKAdır hah!.
O HIRKAya, melekler bizim gözümüzle görülmeyen yüzlerini sürmekte.. fahr-ı Âlemin vücudunun hararetiyle GÜL KOKusuyla ISInmış ve ISSlanmıştır HIRKA…
Kim bİLir hangi Mübarek Hayvanın yünüyle DOKUnmuştur bu HIRKA?..
Rasûlullahın cesedine sürülen bir şeyi, başkası biri cesedine sürerse cehennem azabı ona, ateş yakmaz onu!
Rasûlullah söylüyor, ben söylemiyorum, neyim ki ben söyleyeceğim zaten!
Cebrailin içinde Rasûlullahı gördüğü HIRKA.. belki Eliyle meshettiği HIRKA..
Zü’l- CeLÂlin yani Cenâb-ı ALLAHın Nazar-ı Akdesinin her AN çevrildiği Resûlün Mübarek Vücudlarını ÖRTen HIRKA bu… Nazar-ı İlahî ile daima yıkanan bir HIRKA…
Bu HIRKAnın ALTında olanı, artık sen düşün oğlum!
İğri-büğrü bir adam giriyor Albay elbisesi, “Albayım!” diye başına bulunuyorsun! Çıkardı mı elbiseyi selam bile alan yok!
Amaaa, tam bir adamasa elbisesini de çıkarsalar yine değişmez.. ama bu HIRKA onlara benzemiyor.. o halde bu HIRKAnın ALTında olanı, sen düşün!. O HIRKAnın hediye edildiği İNSANı düşün! Gıbta Hududunun çok üstünde bir Nazarla seyredilecek bir HIRKA.. basit bir HIRKA, fakat cAN değer bir HIRKA.. şakası yok HIRKA-yı ŞERÎF bu HIRKA işte bu oğlum!..
Hırka, manto.. şimdi HIRKA diyemiyorlar git bir yere de mantocu dükkanına gir deki: “Efendim bana bir hırka ver!”
Git bir mantocu dükkânına gir: “Efendim bana bir hırka ver!” de gülerler sana!
“Niye?” Hırkada bir edeb vardır oğlum! Şimdiki mantoda edeb yok! Paltoda da yok!
Koyunun yünü alınıyor 80 türlü yerden geçiyor.
İzn-i İlahî ile giyilen bir HIRKA, öyle hırka ki her türlü libasa ârız olan Güve hâşâratın sineğinin edeb duyup yanaşmadığı bir HIRKA!
Şimdi bu baştan anlattığımdan beri 18 defa HIRKA kelimesini kullandım ben. Sayıyorum bu da bir tesâdüfen ama. Bu da bir sebeb ile ALLAHtan olmuştur haa!
18 kelime.. 1 ile 8 daha ne eder? 9 eder. Eder ki Esmâ-i İlâhîyyenin adedir bu da.

Bak Veysel neler söyletti bize.
Bunu anlayanlar bilir, îzaha lüzum yok oğlum!
Geç işte anlarsan anlarsın. Anlamazsan de ki: “Attı herif!” de.
Biz zâten lakırtılarda atmayız! Anlamayana “atma” gelir o!
Yalnız çifte atarız bazen haaaa!. Çifteyi yiyen de ya hastâneye gider yahut kıkırdar!
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Melek HOcaM
MiM DERmANıM!..

AŞK MurAD OL-SU-n
AD-ın YâD OL-SU-n
BİZ BİR-İZ HaYYYY!
RUH-uN ŞâD OL-SU-n!..


HASL-ı HaRMaN
FASL-ı FeRMaN
İSMi M Ü N İ R
ASL-ı DeRMaN



ZEVK 4353

RIZA RAVZASIn ReHBeRi! SıRR-ı SıFıR SARmaŞıĞı
Ezel-Ebed ALLAH DOSTU!. ASL-ından ALLAH ÂŞıĞı
HABÎBULLAH-ın Her ÂN-da, HaSBî HiZMeT HADEMEsi
GÖNÜL gÖZümüzün NÛRu, MÜNİR DERMAN-ın IŞIĞı..


20.02.11 16:36
gökkuşağında…


Resim


Resim(1)- Dünyanın en murassa, en muhteşem libaslarından, elbiselerinden daha kıymetli bir HIRKA var üstünde Hazreti Veyselin.

Resim(2)-Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendi giydikleri, Veysele hediye ettikleri HIRKA süslemekte üstünü.

Resim(3)-Rasûlullah Efendimiz, irtihal-i dâr-ı İlliyyin etmeden evvel “Veysele bu HIRKAyı götürüp vereceksiniz, giyecek, ÜMMetim için DUÂ edecek” demiştir.

Resim(4)-O HIRKA, aha o HIRKA şimdi İstanbul’da Emanet-i Mübarekedeki duran HIRKA dır hah!.

Resim(5)-O HIRKAya, melekler bizim gözümüzle görülmeyen yüzlerini sürmekte..

Resim(6)- Fahr-ı Âlemin vücudunun hararetiyle GÜL KOKusuyla ISInmış ve ISSlanmıştır HIRKA

Resim(7)-Kim bİLir hangi Mübarek Hayvanın yünüyle DOKUnmuştur bu HIRKA ?..

Resim(8)-Cebrailin içinde Rasûlullahı gördüğü HIRKA..

Resim(9)-belki Eliyle meshettiği HIRKA ..

Resim(10)-Zü’l- CeLÂlin yani Cenâb-ı ALLAHın Nazar-ı Akdesinin her AN çevrildiği Resûlün Mübarek Vücudlarını ÖRTen HIRKA bu…

Resim(11)-Nazar-ı İlahî ile daima yıkanan bir HIRKA

Resim(12)- o halde bu HIRKA nın ALTında olanı, sen düşün!.

Resim(13)- O HIRKA nın hediye edildiği İNSANı düşün!

Resim(14)- Gıbta Hududunun çok üstünde bir Nazarla seyredilecek bir HIRKA ..

Resim(15)- fakat cAN değer bir HIRKA ..

Resim(16)-şakası yok HIRKA-yı ŞERÎF bu HIRKA işte bu oğlum!..

Resim(17)-İzn-i İlahî ile giyilen bir HIRKA , öyle hırka ki her türlü libasa ârız olan

Resim(18)-Güve hâşâratın sineğinin edeb duyup yanaşmadığı bir HIRKA!



ResimÖRseleme!->İyİ OKU!
NeFes NeFes SîNin DOKU!
ALLAH DoStun KADRini BİL!
SaRR-SîN Dört ÂLEMin KOKu!..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Hem asırı olduğu halde, Veysel, Resûlu görememiştir.
Veysel, Resûl’den ALLAH’a değiiiiiil, ALLAH’tan Resûl’e Teveccüh ettiği için görüşmeleri Murâd-ı İlâhi hudûdu dışında kalmıştır. Bütün velîler, Resûl’den ALLAH’a şey ederler. ÜVEYSler, ALLAH’tan Resûl’e şey ederler. Ay ışığına bakarsın gece, güneş yoktur.Güneşten alır ziyâyı sana verir, ahaa böyle!
Bu anlattığım ALLAH’tan Resûl’e, Resûl’den ALLAH’a değil ALLAH’tan Resûl’e Teveccüh etmek hikâyesi
“İkterebeti’s-sâatu ve'nşakka’l- kamer” Saat geldiği zaman Resûlullah mubârek eliyle ay ikiye ayrıldı.
Niye ay ayrıldı da, güneş ayrılmadı gündüz?
Aha bu işten dolayı ayrılmadı, bununla onun alâkası vardır.
Ama kafanı yorma, yorma anlayamazsın!
“Sen anladın mı?” de!
“Mıır vırr!” ne “Mıır Mıııır!” ediyorum ben?

Bu laf çok ince bir hâli ifâde eder haaaa!
“Nee eder?”
Velîler, ALLAH’tan ALLAH’a seyrederler, Resûlullah’ın yardımıyla.
Resûller, ALLAH’tan halka seyrederler.
Bu laf çok ince bir hâli ifâde eder, bunu çözmeye çalış!
Gözlerin açılır hem de nasıl açılır! Kendini bile göremezsin oğlum!
Ahaa Üveyslik bu!..
Hazretı Resûl, Veysel için: Yemen tarafından Rahmânî nefes alıyorum!” buyurmuştur.
“İnni li ecudu nefese’r- Rahmân min kıbeli’l- Yemen!” dedi.
Bu ne demek, ne oluyor ne, mânâsı ne?
Veysel, Resûlu kâinâtta CeRRyÂN hâlinde bulunan, her an tecellîsi berdevâm, Esmâ-yi İlâhîde görmüştür.
RABBu’l-âlemin ve Resûlde erimiştir.
Yâniii, Nûr-u Resûlullah’ın her maddede yayıldığını görmüştür, bu demektir.
El Basîr esmâsıyla değiiil!
El Hayyu’l-Kayyum esmâsıyla görmüştür Resûlullah’ı Veysel.
Veysel, cennete girmeyecek oğlum!
Ulann nasıl olur bu? Damdan düşme gibi bir lakırtı!
Girmeyecek!.
ASLen kendisi cennettedir! Sonradan girme değil ki oğlum!
Ceseden, Rûhen ALLAH’ta eriyen için cennet kelimesini konuşmak beyhûdedir değil mi?.
Veysel’in her teneffüs edişinde ALLAH’ın Rahmân esmâsı koku şeklinde tecellî ediyordu.
Vücûdunun her zerresi Esmâ-i İlâhîyyeyi haykırıyordu.
Onun için yakın-uzak, uzak-yakın hepsi birdir.
Deryâ içinde suyun bir kısmının yerini tâyin edebilir misiniz o hep deryadadır.
Veysel’in her türlü harekâtı ve ahvâli ashâb-ı kirâmı bile hayret ve düşüncelere sevkederdi.
Hazreti Veysel, Aşk-ı İlâhinin tam kendisiydi oğlum aha kelimesi!
Rızâ-yı İlâhide RIZAlaşmış İNSANdır.
Görmeden inananların en büyüğüdür, en şereflisidir.
Resûlun medhettiği HIRKAsını hediye ettiği İNSANdır.
Sünnet-i Resûlun, Sîret-i Resûlun tam kopyasıdır bu büyük İNSAN!.
“Analara itaat, ALLAH’a ve Resûle itaattır!” Hadis-i Resûlullah bu.
Zincirinden ayrılamadığı için anasından aldığı izin hitâme eriyor diye Resûlu evinde bulamadan, yarım saat daha beklemeden geri dönen Veysel, Emr-i Resûlu, Cemâl-i Resûl’e tercih eden bir İNSANdır.
Zîra gözle Resûlu görmeden HaYY Gözüyle Resûlu gördüğünden beşerî mülâhazalara kapılmak istememiş bir İNSANdır Veysel..

Deryâ içinde balıkların hiç dışarı çıkıp da Deryâyı seyrettiklerini hiç gördünüz mü siz?
Veyâ işittiniz mi felan balık çıktı, seyretti denizi yine girdi içeri!
Fok Balığıdır o! O değil o! O da sersemliğinden girer-çıkar!
Deryâ-yı MuhaMMediyyenin içinde durmadan cevelân eden Veysel, Deryâdan dışarı çıkmamıştır, çıkamamıştır! Çıkamaaaaz! Zîra ALLAH öyle murad etmiştir.
Ve beşere, insanlığa bir numûne vermiştir o da Veyseldir.
Rahmân esmâsının Pınarından abdestli olduğu için kokusunu Medîne’den Resûl-i Ekrem almıştır.

Rüyâda nasib kesiliyordu, Misal Âleminden ayrılıyorduk biz.
Gülerek Hazreti Veysel bana bağırdı:
“Hadi Evlad! Abdestli gez!
Bir an bile abdestsiz durma! Uykudan Sakın!
Çok yiyen de olma, karnını bırak!
Dudakların Resûle müteveccih olsun!
Senin haberin olsa da olmasa da kalbinde dâima ALLAH HAYYkırıyor, onu kendi hâline bırak, Örseleme!
Son nefeste “ALLAH!” demek, Kalbin bu haykırışının son nefesini, Rahmân SUYU ile abdest aldırmak demek olduğunu da unutma!”

Rûhun huzûra abdestli giderse, melekler sana istikbâle çıkarlar.
Söylediklerim dünyâ sözü değil!
Rûhânî Âlemden öğrenilen sözlerdendir.
Duâmı oku TAS-ınla içir hastalarına, sevdiklerine ben sana hîbe ediyorum!
Seni bilirim tasını da orada görmüştüm!” dedi.

Bu hikâye başka, TAS!
Benim bir tasım var, orda bir Prens mi Kral mı hediye etti, küçük bir tas, hoşuma gitti.
Onu bir gün doldurdum suyunan da, giremedim Ravza’ya, bir gece bıraktık Ravza’da.
Sabahtan getirdiler bana içitim ahha o tas!
Veysel’in nereden haberi var, aradan 1300 küsur sene geçmiş.
Geçerse geçsin, deryâ içindeki balığın nasıl haberi olmaz, işte bitti.
İşte rüyâda Veysel’i böyle gördüm.
Veysel hakkında daha çok söylenir ama, onun da daha başka işleri var oğlum, hep onu rahatsız edemeyiz! Veysel hakkında aha bu kadar yeter!..

Biraz da bu gün Kâbe’den bahsedilim! Kâbe diyoruz, Kâbe ne dir?
Kâbe’nin diğer ismi de Beytullah, ALLAH’ın evi! ALLAH’ın evi olurmu? Oluyor!..
Hacı Ömer Efendinin apardumanı, bilmem felan Pâdişahın sarayı!
ALLAH’ın evi! Yahut Beytü’l- Muazzama, en Büyük EV...

Kâbe dünyânın en şerefli, en mukaddes, lâ-mekâna bakan mekânı, ruhların niyaz ve teveccühü buradan lâ-mekâna gider. Lâ-mekânın, mekânda görünür kapısıdır bu mubârek yer!
Duâlar arzular orda kabul olur. Huzûra orada girilir.
Meleklerin, velîlerin toprakta uğrağıdır orası! Mi’rac-ı Nebî oradan başlamıştır.
Nidâ-yı Resûl, HiRRaR Dağı’ndan oradan Dünyâya yayılmıştır.
Kelâmullah, o topraklarda Kalb-i Pâk-i Resûl’e verilmeye başlamıştır.
Orada her şey sâkin, gök insana çok yakındır o yerde. Giden hacılar var içinizde, bilir.
Kelâm-ı İlâhînin heybetinden her zerresi toprağın, ALLAH’ı tesbih etmektedir o yerde.
Milyonlarca rızâya koşanların çevrildiği MAKAMdır orası.
Hiçbir AN yoktur ki, o MAKAMa çevrilmemiş İnsan bulunmasın!.
Lâ-mekanın mekânı Beytullahtır oğlum.
Resûlun o mubârek ayaklarını bastığı o topraklar.
Mubârek sadrlarına giren hava, o havadır. Rahmetin kaynağıdır o makam.
O halde Kâbe’ye yaklaştığınız hürmette biraz beşerî koku veyâ riyâ gizlenebilir.
Fakat uzaktan yapılacak hürmette ise Havf ve Sevgi vardır.
Bundan dolayıdır ki, Resûlullah bile Rûh-u Muallâlarını uzakta Medîne’de teslim etmişlerdir.
Resûlullah’a yapılacak hürmet ile Kâbe’ye yapılacak ta’zimin ayrılması muradı olduğu içindir bu ayrılık.
İkilik girer, kıskançlık girer ortaya.
Resûl, Kâbe’de olsaydı hürmet dağılacak, ortaya hürmette ikilik ve kıskançlık çıkacaktı.
Resûller Târihi tetkik edilecek olursa, yâni Peygamberler Târihi.
Bütün Resûllerin, Peygamberlerin, Nil, Filistin, Hicaz, Ceziretu’l-Arab Mıntıkasında İlâhî Vahiylerini aldıkları görülür. Ak Deniz kıyılarında yok! Şimalde yok! Bilmem ne adasında yok.

Nil Mûsâ’ya, Kudüs Îsâ’ya, Tûr-i Sînâ, Cebel-i Hirrar, Arz-ı Kenan seçkin ve mukaddes yerler olarak taayyün etmiştir. Binlerce mu’cize, yüzlerce Âfât-ı İlâhiyye, taşkın insan kitlelerine çarpmıştır o yerlerde. Bu bir tesâdüf değildir.
Bu bir muraddır, bir arzudur, bir hikmettir. Böyle olması muhakkak lâzım olan bir kâinât kânûnudur.
Aklı doyurup taşıracak îzahı vardır, fakat yeri burası değildir başka bir konuşmada o.
Niye Peygamberler orda geldi?
“Efendim tesâdüfen..” Yooo!.. Âdeta bu mıntıkalar, Kudret-i İlâhî ile mücâdele eden sapkın insan kitlelerine sâhib olmuştur.
Lût Kavimleri, Sodon Gamoralar, Nuh Tûfânlarıı, Âdem ve Havva, Firavunlar Velvelesi, Mûsâ Vak’aları, Ebû Cehiller, Nemrudlar, hep bu kıtaları, küfürle îmânın, hakîkatle dalâletin çarpışmaları sahneleri yapmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Bu hâdiseler Murâd-ı İlâhî ile vuku’a gelmiştir, tesâdüfi değildir.
Beşer dalâletinin ve sapkınlığının yâni, Hakîkat-ı İlâhiyye karşısında mezarı olmuştur o yerler.
Dalâlet ve küfürden süzülen beşeroğlu, bu hakîkatlerin tam yerini,
bir namaz esnâsında, Resûlullah’ın birdenbire Kâbe’ye Medine’den teveccüh ederek dönmesiye bütün bu mukaddes yerler birleşerek Hateme’n- Nebiyyi'nin asıl ve esas Kâbe’si son Tecellîyat-ı İlâhiyyesini bulmuştur.
Mu’cizeler birleşmiş, ruhlar tevhide bağlanmış. Bütün “ALLAH!” diyenler Kâbe’ye çevrilmiştir.
Rûhânî Âlem Kapısı, Rızâ'ya giden yol, Cemâl'e kavuşturan Nur Yolu, Melekûtun Hareket Noktası, Ruh âleminin görünür merkezidir Kâbetullah.
Beşerî dalâleti, o kadar katılaşmış bir hâle gelmiştir ki Kâbe’yi taştan ilahlarla doldurmıştur.
Heykel, resimden farklıdır bilirsiniz, resimin iki boyutu vardır. Heykel üç boyutludur.
İnsan iki gözüyle bakar, her şeyi tek görür.
Dikkat et, iki gözün mevcûdiyyeti üçüncü boyutu idrak içindir, yâni derinliği anlamak içindir.
Bir gözünüzü yumun elinizle, derinliği anlayamazsınız. Bu Kesretten Vahdete işârettir.
Küçük çocuklarda henüz göz sinirini birbirine henüz tesâdüfü husûle gelmediğinden üçüncü boyutu çocuk idrak edemez. Onun için her şeye elini uzatır. Derinlik mefhumu çocukta yoktur.
Çocuk büyüdükçe, bu göz sinirleri birbirine tesâlüf eder, derinlik mefhumu idrak olunmağa başlar.

Kâbe’nin heykellerle dolması, bir Hikmet-i İlahîyyeye ma’tuftur.
Cenâb-ı ALLAH buradan kuş uçurmazdı. Niye Kâbe’yi doldursun putlarla, arzu buyurursa..
Fakat bununla bir hakîkatı anlatmak için böyler murad etmiştir.
Ebrehe’nin Fillerini ordusunu Ebâbil Kuşlarıyla minicik taşlarla yok eden Cenâb-ı ALLAH, doldurur mu orayı? Kim karşı gelebilir?
Bir çok insan kitlelelerinin mukaddes saydığı ve dalâlet içinde bulunarak putlarla doldurduğu Kâbe’de, Kâbe’ye bir NUR indirdi. Bu Nur putları eritti ve her tarafı kapladı, kudret tecellî etti.
Üç boyut mekânda bir yer işgal eder. Bir Heykel, aha şu bardak mesela.. İki boyut yer kaplamaz, resim gölgedir, değil mi?
Mekânsız cisimsiz olan ALLAH’a izâfe edilerek, mekânda bir yer verilerek cisimlendirildiğinden heykel küfürdür.
Bundan dolayı putların kırılmasıyla mekân kaybolmuştur ortadan!
Beşerin çocukluk devrinde gözlerinin, üçüncü boyutu idrak ederek onu yok etmesi de işte bu hâdisedir. Bir anda Kâbe tecellî ediverdi karşısında. Onun için namazda Resûlullah dönüverdi.
Ondan Resûl-i Ekreme birdenbire Kâbe’ye namazda dönmek emrolunmuştur.
Her türlü tabiî süsten, çiçekten, ağaçtan âRî, mübârek toprak, taş yığınları cehennemî bir sıcak dekoru içinde bulunan Kâbe geniş ucu bucağı bulunmayan masmâvi bir semâ altında mübârek bir Arz parçasıdır, Hacı'lar bilirler.
Cennet ni’meti olan SU, İsmâil’in ayakları altında ZemZem feryâdı ile, çocuğun bu niyazı, Nezd-i İlâhide kabul buyurulumuş ve buz gibi su ilahî cennet, cehennemî sıcak kum deryası içinde mübârek topraktan HaYYdan Hayy fışkırmağa başlamış, hâlâ fışkırmakta o yerde.
Çölde sıcaktan suyun cennet nîmeti olduğunu, suyun kendisi haykırmaktadır.
Zemzemi bakteriyolojik olarak tahlil ederseniz temizdir. Yâni tıbbî olaraktan, îtiraz yok!
Bir dakîkada 3 adet 10 ar litrelik kaplarla her gün su çekliyor orda durmadan, gece-gündüz asgarî günde 50 ton su. 1 santim ne eksilir ne de biter hâlâ devâm eder 2.000 senedir.
Kur'ân-ı Kerim'de bir âyet-i kerime vardır:

“Rabbu'l-meşrikayni ve rabbu'l mağribeyn. Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân.”

Buradaki RABBu’l-meşrikayni, bütün kâinâtın nâmütenâhi görünür görünmez Âlem-i Şehâdetin TEK RABBidir O!.
RABBu’l-mağribeyn ise Rûhânî Âlem, El Settâr esmâsının kavradığı Âlem-i Gaybın RABBidir O.
İkisi birleşiyor, Tevhid ve TEKlik ortaya çıkıyor.
Maşrık Kâbe’den Başlar, Mağrib Ravza-ı Mutahharadan.
Hirra Dağı’ndan: Lâ ilâhe İllâ ALLAHbayrağını çekeeer, onun peşine daldı mı Ravza’dan doğrudan doğruya gidersin!
Dünyâ'da ALLAH’ı tanıtıyor sen görmeden, peşine takıldığın zaman görerekten inandığını görüyorsun.
“Rabbu'l-meşrikayni ve rabb'ul-mağribeyn” bu!.
Maşrık, Dünyâya geliştir Rûhânî Âlemden. Mağrib, Rûhânî Âleme gidiştir Dünyâdan.
Dümdüz yeşil bir sahâ içinde bembeyaz bir taş yığını halinde, Medîne ufuklarında, ortasında yemyeşil, Maşrık ve Mağribin BİRleştiği, öpüştüğü yerde semâlara “Rahmetenli’l-âlemin” in remzi olan Yeşil Kubbe, Kubbe-yi Hadra yükselmektedir. Burası ALLAH SEVgilisinin Yeşil Kubbesi, Nazar-ı İlahînin bir AN bile eksik olmadığı “MUSTAFA” nın Makâmıdır.
Milyonlarca mü’minin salat u selâmının okşadığı yerdir orası.
Oranın toprağında cesed bile kalmaz orda, yalnız Cesed-i pâk-i Resûl bulunur. Diğer mezarlar, makamlar hep temsilen kalmışlardır.
Na’ş-ı Mübârek-i Resûl Arzdan kaldırıldığı zaman dünyânın sonu gelecektir.
Niyazlar duâlar, arzular, ölmüşlere Kur'ân hediyeleri hep mekândan, Lâ-mekan’a, Resûle uğramadan gitmez, gidemez ve kabul olunmaz, YOL Orası!.

Saray-ı İlâhiyyeye ancak Resûl kanlıyla müracaat olunur.
Bu bir murâd-ı İlâhîdir, ALLAH öyle istemiş. Bu Lâ-mekan’a hürmetin mecbûrî olduğundandır.
“Ben ve meleklerim Resûle salavat-ı şerife getiriyoruz siz de ne duruyorsunuz” âyeti bu demektir.
O huzûra kabul edilen ünsiyet peydah eder, ancak namazda bir tekbir ile uğramadan girebilirsin.
Fakat şeytan aklından çıkmaz namazda.
Resûlden izin al yani onda eri ondan sonra: “ALLAHu ekber!” diyerek namaza başla mi’raca gideRRsin! Namaz mi’rac zâten. O zaman, şeytan sana yanaşamaz. Çünkü sen Resûlullahta ERİdin.Pota-yı Resûlde erimeyende şüphe dâima mevcuddur. Şüphede olan gafletten kurtulamaz, gaflette olan da müsadenizle bir şey olamaz oğlum!

Çok ehemmiyetli bir şey söyleyeceğim dikkat edin!
ALLAH’a ibâdetin devâmlı oluşu, ölene kadar namaz kılıyoruz, ölene kadar ibâdet yapıyoruz, bunun devâmlı oluşunun hikmeti nedir? Devâmlı oluşunun, bu söylenmez ama hatıra geldi de söyliyeyim ALLAH’a ibâdetin devâmlı oluşu, bu erimeyi te’mine fırsat verdiğindendir. Yoksa ALLAH’ın ibâdete ihtiyacı yoktur. Beşerî düşünme, murâdı olduğu için ALLAH’ın böyle. Beşeri düşündüğü için, Cenâb-ı ALLAH’ın böyle yapmıştır. Yâni her AN Resûlullahta erime mümkün olduğunu, bugün erimezsen yarın erirsin, yâni kapı kapanmamıştır. Nebîlerin, Velîlerin, Mürşidlerin Gavsların, Kırkların, Dörtlerin, Üçlerin mu’cize ve kerâmetleri, gafletten şüpheden kurtulmak kuvvetinin insanda mevcud olup, onu bularak Resûlde erimelerine işârettir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Şimdi burda 40-lar 4-ler 3-ler!” dedim. Şimdi de var haa!
2;5 lar 3,5 lar, 0,5 lar, bir takım bir şeyler var!
Ama bunlar yeni çıkma!. 3 ler 5 ler bir çeyrekler.. onlar başka!
“Eleme çâreleri beşerde bulunsun, yardım alsın kurtulsun” diye,
“Lâmekâna doğru, yoluna istikamet versin” diye,
Kâbe’yi görerek, tanıyarak el ile tutarak kolaylık göstermiştir Cenâb-ı ALLAH. Bir “ALLAHuekber!” der, bunların hepisi EDEB içinde, “Hay-yı lâ yemut”a kavuşmak için dekorlardır bunların hepisi.
Yani propoğanda yolları oğlum! Cenâb-ı ALLAH, cennete propoğanda yapıyor: “ulan gelin bu tarafa!” diyor, anla bunu bee!
“Her şeyi önüne serdik, her şeyi burunun ucuna kadar getirdik, ahaa bu lakırtıları.. Sen hâlâ “bön bön” bakıp duruyorsun!. Kabahat kimde?
Her halde bende değil sende, sende, sende! 15.000 bin defa da sende.
“Sen”i bir at da, gaib zamiri “O” olsun!

İş, işte bundadır oğlum! Hâlâ dırıltı, vırıltı, zırıltı ile uğraştığın yeter!
Edeb, fazilet, doğruluk, içinde ömrü geçenler vardır.
Eşek gibi ölüp giderler de!. Bu da kurtulmadır haaa!
Zira çok ziyaretgâhlar vardır ki, orada “Kulaklı Dede” diye eşek ölüleri de vardır. Söylerler bunları, ateş olmayan yerden duman tütmez.
Yaaa, öyle olmamağa savaş itiraz etme!
Böyle de olursan kurtulursun zirâ “edebin var” demektir.
Şüpheler, vesvseler içinde, her an değişmede bir ümit vardır.
Bunların birinde, bunların yerinden kımıldamağa ve söküp atılmağa hazırlanma olduğunu da unutma!
Bir gün belki sana da bir el girerek hepisini söküp çıkarır!
“Nasıl olur?”
Âyet var: “E lem neşrah leke sadrek”
Şakk-ı Sadr yapan Cebrâil olmaz da, seni şüpheye düşüren bir el olur bu el.
Şüphe-kuruntu, bir nevi ruh uyuzudur, uyuzu, uyuz!. Uyuz olur kaşınır. Bu uyuz, gaflette olursan fenâ!
Ruhundakini iyi ederler belki.
Şüphede bazen acı bazen zevk duyarsın, şüphede. Uyuz da böyledir.
Uyuz hastalığının marazı tamamiyle bir hikmettir. Yani kaşınması!
Ne hikmet olacak bundan?”
İyi, anla da bak ne hikmet var!
Gündüz kaşınmaz uyuz, gece tatlı tatlı kaşınır, yatağa girdiğin zaman.
“Nerden biliyorsun?”
Eee, doktorum da biliyorum!
“Ama, ben şüpheliyim!”
İyi git bir uyuz ol da bak! Belki bu inanmayanlara uyuz nasib olur da kurtulur ondan. Fakat sen, uyzudan kurtulmağa ilaç al!
Uyuzun esası terkibi, uyuz hastalığını beşeriyet tanıdığından beri bu gün de aynıdır, aynı terkibdir isimleri değişmiştir.
Çile çile kükürt, çile çile kükürtten yapılır uyuz ilaçları.
Attarlara sor! Doktorlara, eczacılara inanmıyorsan!
Çünkü bu “3,5 luklardan, ¼ çeyreklikler” den olursan onlara inanırsın oğlum!
Hani “4 ler 40 lar” dedik ya, onların şimdiki zamanda, “3,5 lukları, ¼ çeyreklik” leri vardır, işte onlar!.
“Kireç ve kükürt, nasıl kireç ve kükürt olmuştur?” onu düşün!
Kireç ve kükürt, uyuz olmaaaz! O hastalık onlara yanaşmaz!
Bu hassayı almak için de ne yapmışlardır. Hiç olmazsa onu ara bul sor öğren!!
Kireç uyuz olmuyor, kükürt de olmuyor! Uyuzu mu yok ediyor, yoksa uyuz onları hasta edemediğinden mi kaçıyor?.
“Hazıra konacağım!” diye de çabalama söylemem, vakit az, Güneş batmağa gidiyor.
Her şey yarı yolda kalır, kendini Musalla Taşında bomboş bulursun,
“Leş” olarak bulursun, iş işten geçer.
Biraz aklını ve ruhunu fırçala.
Ruhunla aklına tekme at, bu mücadele çok güzel bir mücadeledir.
Kendini öğrenirsin, kendini öğrenince de mesele kalmaz artık.
Bu laflara da kıymet kalmaz o zaman.

İşte bunları hazırladıktan sonra Beytullah’a dön, Resûle iltica et!
Böylece kıpırdamadan dur, sabır içinde.
Hiç olmazsa bir gece, bu hal, uyumadan sabaha kadar sebat et!.
Yardımcı her zaman her an mevcuddur sana doğru.
Resûl bu hal içinde, Berat Gecesinde sabaha kadar kıyamda kalmış, Resûl!..
İlk önce aklını iyice doyur da i’tiraz ve şüphe kapılarını kapat, Ruhunla baş başa kal. Haydi yolun açık olsun!
Bu günkü sözlerimden, sen hele bu sözlere bir son bekliyordun.
Bunları söyledik. Laflar kulağına vurdukça içinde şüpheler artıyor, acaba şurdan bir şey çıkacak mı çıkmayacak mı?
Hemde öyle! Böylelikle bir şey öğrenemezsin!
Bunları dinleyip de yapmayacaksan, bırak bizi haydi git işine bee ALLAH Aşkına!
Daha fazla konuşmaycağım yeter o kadar
!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Bir soru: Muhterem Hocam aff buyurun, bu örtünme hakkında sizlerden biraz biligi istirham edeceğim, eğer mümkünse?

Eee, Peki aklımıza şimdi gelen bir şey varsa söyleyiverelim.
Yalınız buna başlamadan evvel insanda bazı nakışlar vardır. Her yaratıkta mevcuddur bu.
Onlardan biraz bahsedelim de, o aradada senin süaline cevab çıkacak zannediyorum
Fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet, hayâ diye bir takım lakırtılar vardır bilirsiniz.
İnsanın yaratılışında mevcud İlahî Nakışların isimleridir bunlar.
Her yaratıkta bunlar mevcudur. İnsanın kıymeti bunlar ile ölçülür.
Bu nakışlar, tezahür imkanını yani ortaya çıkmak imkanlarını bulamayan veya onları örtecek hal ve tavırlarda bulunanlarda ortaya çıkmaz. Bunlar şah damarlarımızdan daha yakın olan”ın nakışlarıdır.
Meselâ burnu nezle olan kokuyu alamaz. Gözü hasta olan göremez. Kulağı tıkalı duyamaz. Dil ipaslı olan da tad alamaz. Bu arızalar o uzuvların merkezlerinin, yani ruhun hasta olması değildir.
O halde fazilet ve diğer yüksek duygu tezahürlerinin ortada olmaması aynı temizliği bulamadığından ortaya çıkmıyor demektir. O kimsede bu Fazilet, doğruluk, şefkat, merhamet, hayâ hislerinin merkezleri yoktur demek değildir. Zâten öyle bir şey olsa bir insanı terbiyeye alıştırmak, bir insanı eğitime sevketmek, bir insanı yola getirmek için bir çok usuller olmazdı. Hatta peygamberler bile olmazdı. Meselâ abdest alınmadan namaz kılınmadığı gibi. Muayyen bir temizliğe varmak gerek, bu nakışların ortaya çıkması için
Bir âyet-i kerime vardır: “Onları biz mühürledik göremezler anlayamazlar” der.
Şimdi, Cenâb-ı ALLAH bunu yaparsa, kulun kabahati kalmaz. âyet-i kerimeye hemen birisi işaret edebilir:
“Efendim ALLAH benim gözümü kapadı, mühürlediyse ben de ne kabahat var?” Gâyet tâbi bunu söyleyebilir. Âyetin mânâsı vehleten öyle amma başka türlüdür.
Onlar bizim nakışlarımızın ortaya çıkmasına müsaid durumda olmadıklarından, biz kendimizi mühürledik, ortaya çıkmayız!” demektir. “Ben kulum ile görür kulum ile iştirim” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Bizim nakışlarımızın ortaya çıkması için onlara kötüyü-iyiyi temyiz hassası ve bir de cüz’i irade verdik, onlarla bize yaklaşabilirler. Yoksa Cenâb-ı ALLAH bunu mühürlediyse, bunu peygamber bile düzeltemez.
Eğer bunu yapmazlarsa ben de ortaya çıkamam!” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Yani “Muayyen bir temizlik olacak ki ben ortaya çıkayım!”
Kur'ân okumak içina abdest alıyorsun elini süremiyorsun, namaza gitmek için abdest alıyorsun, abdestsiz namaza gidemiyorsun.
Cenâb-ı ALLAH diyor ki: “Ben’de kusur olamaz! Onun için her türlü noksanlıktan Ben münezzehim! Onlar kendi kedilerini mühürlediler. Ben de şanımın icâbı onları Kendime Makarr yaptığımdan her tarfımı kaprım çıkamam dışarı!” diyor.
Yani “kulum kapanır her tarafını kapar, temizlik derecesine varmaz, Beni bırakmaz ki, çıkıyım nakışlarımla ortaya!” diyor. En müşkil zamanlarda kulun içindeyim Ben, acımam hududsuzdur.
Onun için kulun aklına hemen sokulurum, Beni hatırlar.
Bir de kendisine dâima Beni hatırlasın diye bir fiske vururum kuluma!” diyor.
Münasebetsiz zamanalarında hatırından şöyle geçerim.
Meselâ, insan abdest yaparken, helâdayken hatırına olmayacak şeyler gelir, aha bu budur.
“Ama helâda Cenâb-ı ALLAH hatırına geldi, günah mıdır?”
Bir padişah atla giderken resmi geçitte at dursa, işese kabahat padişahta mı, atta mı oğlum? Buradan anla mânâyı.

Gizli hazine olan Halik “Görünmek istedim, kâinâtı yarattım!” diyor. Esmâlarıyla tecellî etti, kâinât var oldu.
“Ben bilinmek istedim” diyor. “İnsanı halkettim.” Kelâmıyla tecellî etmek murad etti.
Sessiz, sözsüz, harfsiz kelâmıyla konuşmak sitedi Cenâb-ı ALLAH. Bu Sessiz, sözsüz kelâmın tecellîsi için bir cihaz lâzım.
Mesela radyo dalgalarını duyamıyoruz, onun için radyo makinası lâzım ki onu sese tahvil etsin.
Bunun için müstesnâ bir insan yarattı.
O’nun Nurunu beşeriyette yavaş yavaş asırlarca, binlerce sene alıştırmak için peygamberlerden peygamberlere nakletti. Nihâyet Resûli Ekremi dünyaya teşrif ettirdi.
Resûlün içinden ve dilinden; harfsiz, sessiz, kelimesiz kelâmını, bizim duyup anlaya bileceğimiz şekilde konuştu. O halde Resûlullah, Halik’ın konuşma cihazı oldu.
Resûl, Ümmetini senelerce bu kelâma alıştırdı. Herkeste olan ASIL Nurunun fenerini yaktırdı.
Ve “Sen de konuş!” dedi. Bunu ümmetine emânet ederek çekildi A’lâ-yı İlliyyin oldu.

Bu sessiz, sözsüz, harfsiz kelâmını, insanın içinden konuşmak için araya bir vasıta koydu, cebrâili koydu. Bunun içine doldurdu bunları. Bu Sessiz kelimeler harfler nasıl doldu?
Buna kimsenin aklı ermez!
O geldi, yani bir nevi Cenâb-ı ALLAH’ın radyo dalgaları, Resûlullaha fişini taktı, dalgaları verdi.
Resûlullah’ın ağzından o dalgalar kelime sûretinde tecellî etti.
İşte bu kelimeler ALLAH kelâmıdır.
Onun için şurada radyoyu fişe taktığınız zaman odanın içinde Ankara’dan gelen dalgalar nasıl kelimeye çevriliyorsa ve radyo dalgaları nasıl görünmüyorsa cebrâili de biz göremeyiz.
Bunun devâmını Cenâb-ı ALLAH tekeffül etti.
Cenâb-ı ALLAH peygember vasıtasıyla konuştu, peygember de ümmetine söyledi.
Devâm edecek bu konuşma!” dedi Onun için kıyamete kadar biz devâm ettireceğiz.
Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu Summe inne aleynâ beyânehu(Kıyâmet 75/18-19)
Âyetiyle bunu bildirdi. Onun için bu tekellüften zerre kadar şüphe edilmemesi lâzımdır.
Yani: “Din gidiyor, bilmem ne!” Yoo yooo! şüphe edilmemesi lâzım.
Resûli Ekrem de şu hadisi ile bunu ümmetinden kaldırdı ne dedi:
Afdalül cihadü kelimetü adlun inde sultanin câir” buyurmuştur.
Yani “bir biçimsizlik gördüğünüz zaman hiç kimseden çekinmeden en büyük zâlim insanın karşısında bile söyleyeceksiniz.”
Çünkü ALLAH’ın kelâmını söylüyorsunuz, ALLAH onu şey etti.
“Aman efendim bana bir şey olursa?” derse, şirke girer maazALLAH!

Resûlullah, âlemlere rahmettir. Cesed-i mübârekleri toprağa tevdi edildikten sonra, ruhanî rahmeti aynı dercede dâimî olarak devâm eder.
Bu rahmetin tevziinde Veraseti- Resûlullah olan evliya-yı kiram vazifelidir. Bunlar bir nevi transformatörlerdir yani.
Kalb-i Resûlün dâima memnun ve mesrur olması için; arazî, semâvî, marazî âfetlerin, felaketlerin ve belâların Resûlü ta’zib etmemesi için evliya-yı kiram gece gündüz dâimi vazifelidir. Bundan dolayı yükleri çok ağırdır.
Bunlar içinde ''La yükellifüllahü nefsen illâ vüs'aha'' âyeti inmiştir (bkr)
Yani: “Ben kuluma tahammülünün fevkinde yük vemem!” Ne maddî ne mânevî.
Âyetine umum topluluğun yükü de bindiğinden ağırlık târifin çok fevkindedir artık tasavvur edin!
Belâlar dâima onların üzerlerine inerler. Belâlar, beşerin azgınlığının neticesidir.
Uhud Harbında Resûlullah’ın ordusu perişen, mübârek dişleri kırılmış, amucası Hazreti Hamza şehid olmuş, o anda bile Kalb-i Resûl şefkate galebe çalıyor: “Yâ Rabbî bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar Sen onları affet!” demesi, Rahmetin Pınarı kendileri olduğundandır.
Bir siper-i saika yani paratöner yıldırımı çeken, bir memleketi yıldırımdan nasıl muhafaza ederse, Belâlardan da Evliya-yı kiram milleti korumaya me’murdur. Evliyaların hepisi böyle bir siper-i saikadır.
Onun için “onlara hüzün yoktur” âyeti inmiştir.
250.000 kişiyi bir veli kurtarabilir.
Bu rahmete mukabil, toplumun cemiyyetin buna karşı göstereceği edebin yekunu ve ağırlığı düşmesin diye, yani aşağı düşmesin diye velilerin yükü bu günkü sapık dünyada gün ve saat geçtikçe çoğalmaktadır.
Eski dedelirimizin çağındaki sükun ve ahlâklı devirdeki bir velinin yükü ile bu günkü velinini yükü arsında dağlar kadar fark vardır.
velilerin yükü taşıyamaycakları hal ve an gelince dünya o zaman parçalancaktır.
Çünkü rahmeti dağıtacak onun transformatörü olmaycaktır.
Meselâ burada transformatör olmasa, senin buranda sigorta olmasa 5.000 volt birden gelirse her tarafı yıkar-yakar atar.
Hava nasıl cildden tazyiki kalkarsa vücud derhal buhar olur. Cilde bir santimetre murabba’ına biliyorsunuz 1 kilo 33 gram havanın tazyiki vardır.
Vantuzu bir yere, elinize vurduğunuz zaman havayı ref’ ediyor, tazyiksiz kalan cild hemen şişiyor biliyorsunuz.
Rahmet de çekildi mi dünya paramparça olur.
İslamda, Kur'ân-ı Kerim ve Resûlullah’ın içinden Sessiz, sözsüz, harfsiz söylenen ALLAH kelâmı gaybe inananlar için söylenmiştir.
İçindekilerle amel edebileceksen kayıdısız şartsız kitabı eline alabilirsin,
Yoksa dokunma:La yemessuhu illelmutahherune.Vakıa 79
''La yemessuhu illelmutahherune.” Ancak temiz olanlar buna dokunsun, abdestli olanlar değil, abdest zâten en basit edebdir.
Temiz olacaksın, bu gaybe inanacaksın ve bunlan amel edeceksin o zaman Kur'ân-ı Kerim alacaksın eline…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Böyle roman kitabı gibi değil hâşâ, sümme hâşâ!
Bu ruhî taraftan, bunu kabul ettin mİ? Yani ALLAH kelâmıdır, içindekilere inandım!” dedin mi?
Ta’zim olarak cesede temizlik abdestli olmak vucubiyyeti ortaya çıkar.
Cesedi dâimî ta’zime sokmak için her an abdestli bulunmak gerekir.
“Her zaman abdestli gezin! Her zaman abdestli gezin!”diye size arasıra söylerim bilirsiniz.
Resûlullaha abdestli gezmek farzdır. Bize bir şey değil?
Şimdi burada bir SıRR var, herkese söylenmez!
Her an abdestli olmazsa insan, bir nevi riyâ hareketi olmuş olur.
“Nasıl olur Efendim?”
Biraz dinle de bak nasıl olur anlarsın.
Cenâb-ı ALLAH diyor ki: “Ben her an seninle beraberim! Cesedinin Beni hatırlaması için abdestli bulun!”
Evliya-yı kirama abdestli gezmek farzdır.
Bir an Cenâb-ı ALLAH’ı, içinde olduğunu, unuttuğu dakikada onlar cünüb olur, böyle velilik mertebeleri vardır.
Halbu ki, yalnız ibâdet edeceğimiz zaman abdest alırsak Cenâb-ı ALLAH: “Yalnız ibâdet edeceğin zaman demek Beni hatırlıyorsun!” demektir, işte bu bir nevi riyâ hareketi olmuş olur.
Haksız bir tecavüzün, sesiz ve tevazu’ içinde hilmiyyetle karşılığı bir nevi hayâ ve edebdir.
Onun için: “El edebü hayrun mine’z-zeheb” buyurmuştur Cenâb-ı Peygamber.
Onun için, Edeb altundan hayırlıdır.
Edeb, burdaki edeb… Önünü iliklemek şunlar bunlar.. onlar zâten cesedî edeb.
Canım kedi de bile var. Kedi yemek yer, tuvâletini yapar abdest eder, geri koklanır kapatır. Bunlat tabiî edeblerdir.
Zâten bu tabiî edeblerini ortaya çıkarmayan adam, başka türlü edeb olmaz, o bir şey değildir.
O edebsiz de değildir, Edebsizlik, edebini kaybetmiş demektir.
Onu yapmayanda, zâten edeb yoktur nesini kaybedecek!
Bu tecavüz ya dışarıdan olur, ya da içerden.
dışarıdan olan ruha karşıdır, içeriden olan cesede karşıdır.
Ekseriyet dışarıdan olandan utanır.
İçeriden olanın farkında değildir, çünkü bu bizzât kendisidir
önünü iliklemesini unutur insan biri derki: “Yahu donun görünüyor!”Hemen yüzü kızarır örter, bu dışarıdan gelene göredir.
Bir de İçerden gelen vardır.
“Nasıl olur?”
Evinde dal-daşşak gezemezsin oğul, kimse yok diye!
ALLAH her yerde Hazır ve Nazır!
Onun için setrü’l-Avret İslamlara farzdır.
“Kuldan utanamayan ALLAH dan utanamaz!” lakırtısı bunu başka ve basit fakat anlaşılması güç bir ifadesidir.
Bilirsiniz Resûli Ekreme ilk inanan kadındır, Hazreti Hatice Vâlidemiz.
İslamda ilk şehid olan yine kadındır, Sümeyye binti Habbat, Ammar ibni Yaser Hazretlerinin vâlide-yi muhteremeleridir.
Ebu Cehil tarafından kargıyla öldürülmüştür bilirsiniz.
İslam oldu, “islamdan çık!” diye.
Bu mubârek kadın islamın ilk şehididir, şehidler şehidi en büyüğüdür.
ALLAH şefaaatına nâil eylesin!
Fazilet biraz da cebr ile teşekkül eder oğlum, zorlan teşekkül ettireceksin.
Onun için Cenâb-ı ALLAH azabdan haber veriyor: “Seni şöyle yakarım böyle yakarım!” diyor.
İnsanoğlunun çirkin-aşağı arzu ve isteklerini örten incecik ve nazik bir perde vardır, onun ismine işte hayâ denir.
Hayâ İnsanoğlunun süsüdür, kadının da en büyük varlığıdır.

Bir gün Resûllullah’ın huzuruna Ümmü Hâlet bir kadın, yüzü örtülü halde geliyor.
Harbde şehid olan oğlu hakkında haber almak için.
Sahabelerden bazıları: “Oğlunu sormağa geldin, yüzün de örtülü!” demişler kadına.
Kadın: “Oğlumu kaybettiysem, hayâmı da kaybetmedim ya!” demiş.
“Ama bu gün yüz örtme yok, hayâsızlık mı?”Hayır “hayâsızlık” demek istemiyorum.
Yüz örtmek hayâ değildir ammaaa!
Azizim hayânın en büyük süslerinden biridir.
Güzel elbise yaptırdın değil mi? Bir kravat takarsan güzel olur.
Bu işi nekadar yumağa sarasan sar bitmez.
ALLAH’ın insan ruhuna gömdüğü hayâ, asıl sahibini buluncaya kadar ilk insan ve peygamberden en büyük insan ve peygambere kadar mukaddes bir bayrak koşusu halinde elden ele teslim edilerek devâm eden, yıkılması mümkün olmayan bir fıtrat tezahürüdür, insanda bir yaradılış tezahürüdür.
Köpek, kırdan gelmiş şehre caddede, dikkat edersen kuyruğunu kıçının altına alır. “Korktuğundan mı?”
Hayır,
Şaşırdığından mı?
Hayır.
Kalabalığı gördü, bir tuhaf oldu adam!
Bu tuhaf olmada biraz, hayânın ortaya çıkması vardır.
İnsan olduğu için ALAH hayâyı insanın içine koymuştur.
Hayâ olduğu için, yani Cenâb-ı ALLAH, hayâyı halk ettiği için insanda mevcuddur.
Cenâb-ı ALLAH bir hadis-i kudsîde diyorki: “Ben başı bembeyaz olmuş, 80'i 90'nı aşmış halis kuluma süal sormaktan hayâ ederim!” diyor. ALLAH bile utanıyor.
O halde hayâ ALLAH’ın nakışlarındandır.

Hazreti Osman Hayâ Makamında haşr olacaktır, hadisdir bu!
Bir defa kendi âlet-i tenasülüne bakmamıştır Hazreti Osman.
Yarın huzur-u mahşerde Halıkın önüne gittiği zaman başı yerde hiç süal sorulmayacak ona “Sağa dön!” doğru mübârek yerine gidecektir.
İslam, insanın yüzüne şu nurdan satırı yazdı: “Hayâ ile doğdun hayâ ile Bana geleceksin!” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Hayâ içinde olan, ölmez oğlum!
Onun için öldüğümüz zaman bizi gusl ederler, örterler.
Bu hayânın en basiti, gözle görülen, elle tutulan şeylerdir.

İslam İnsan!.
İslam İnsan!.
İslam İnsan, HAKK’ın Zâhiridir. HAKK da, insanın Bâtınıdır, içidir.
En büyük suçu küçültmek, en küçüğünü büyültmek yakışmaz insana.
Söz çok uzadı, ben sana bir şey söyleyim mi azîzim!.
Hakîki temiz bir İslâm’ı, nur gibi bir İslâm’ı, kadın olsun erkek olsun çocuk olsun, kurşun gibi eritmek mümkün olsa suya dökerseniz.
Hani kurşunu suya dökersen bir şekil alır ya, bu hakîkî Müslümanı kurşun gibi eritip suya dökersen çıkacak şekil nedir bilir misin?
Öyle eğri-büğrü bir şekil değildir, Gül'dür gül, Gül şekli çıkar!
Bu gülü koklamak için insanın biraz kendi kendine yaklaşması lâzımdır.
Kendi kendine yaklaşan insan, hayâ içinde olan erkek ve kadındır.

Sözümü bitirmeden, gaybın eşyâda ve her şeyde tel tel ihtizâzındaki gizli işâretleri sezenlere selâm olsun!
Kasım Ağa meşhur mîmar! Beyazıd Câmiinin mîmarı.
Beyazıd Câmisi yapıldığı zaman, mihrabın yanlış olduğunu pâdişaha söylemişler.
Mîmara sormuş, O da:
“Hayır, pâdişahım doğrudur!” demiş.
Beyazıd, velî biliyorsunuz, Yavuz Sultan Selim’in Babası.
Câmiye giriyor: “Kasım ağa Buranın mihrabı yanlış!” demiş
“Zannetmem şevketlum!!” diye cevab vermiş.
Beyazıdi Velî, Kasım Ağa’ya: “Gel! Çık sırtıma!” diyor.
“Nasıl olur?”
“Emrediyorum çık sırtıma!”
diyor.
Kasım Ağa, pâdişahın sırtına çıkıyor.
“Bak!” diyor.
Bir de ne görsün hakîkatte mihrab yanlışmış!
Bir velînin sırtına çıkmak demek: “Yâ RABBî şuna göster orayı!” demektir.
Onun için:

“Arz-ı Vâsi’ ister isen gir velînin kabzına
Arş u Kürsîden geniştir bir velînin Âyesi!”


Hudeybiye Musalahasında bile, ağaç altında el elin üstünde koymuşturlar, yemin etmiştirler, en üstündeki el, Cenâb-ı Sallallâhu aleyhi ve sellemindir: “O el ALLAH’ın eLİdir!” buyurmuştur.
Kamer şakk olurken parmağını uzattı, Kudret-i İlahî ordan tecellî etti.
İnsana bakın, ne kadar büyük ni’met veriliyor ki Cenâb-ı ALLAH, ordan emir verip de kameri şey etmiyor, insanın içinden gelip oraya işâret ediyor!
Tekrar mihrabı düzeltiyor lala!
Ahaaa bu hekâyeyi anlayanlara da bizim selâmımız olsun oğlum, yoruldum artık!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Fakat, biraz daha konuşacağım!
Hiçbir hakîkat yoktur ki, gömülü olduğu yerde çürüyüp gitsin!
Bu gömülü hakîkatler çağı uzadığı takdirde, bir gün muhakkak ortaya çıkar.
Geçenleri rahatsız etmemek için toprağa batmış küçük bir taş parçası, durup dururken duvar boyunda bir engel gibi ortaya çıkabilir unutmayın bunu!
İşte Kader Sırrını bu noktada aramak lâzımdır, çok mühimdir burası!
Zâten “olacak veya olmayacak” diye mutlak bir ölçüsü olmayan “Hayat” isimli Esrar Tablosunun bütün inceliği bu noktada değil midir?
Kaderde ne varısa o olur oğlum!
Târih perdesine aksetmiş olanlar, mazlumlarla zâlimlerin, haklı haksız boğuşmasından ibâret büyük bir insanlık trajedisidir.
Bu, “Olacak veya Olmayacak” diye hüküm vermenin netîcesidir.
O hâlde “Olacak, Olmayacak” diye şüphe İslâm’da yoktur.
Ümitsizlikten bâzen bir güç doğar” bu İslâm’ın sözüdür.
Kötülükten meded umulmaz!” bu da İslâm’ın sözüdür.
Onun için “Haksızlığa uğradım!” diye isyan etme!
Suçsuzların kanı da, kurumaz oğlum!
Kan kurumadı mı tekeffülü Cenâb-ı HÂLIK kımıldatır.
ALLAH cümlemizi ıslah eyleye!
Âmin!..

Allâhumme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve Alâ âli MuhaMMed.
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine'n-nâr ve bi affike Yâ Mucir!
ALLAHumme ente’l-Mennânu Bediu’s-semâvâti ve’l-ard! Ze’l-Celâli ve’l-İkram!
Yâ Hayyu! Yâ Kayyûmu!
Yâ Allâhu celle celâluhu!..


ResimYa RABBi memleketimizi her türlü düşman istilâsından muhafaza buyur ya RABBi!
Ümmet-i MuhaMMedi sen ıslah ve muhafaza mansûr u muzaffer eyle ya RABBi!
Bizi cehennem azâbından koru ya RABBi!
Mîdemize helâl lokma nasîbi müyesser eyle yâ RABBi!
Bizi ibâdet zevkinden mahrum eyleme yâ RABBi!
Son nefesimizdeki buyurun: “Eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve eşhedu enne muhaMMeden abdûhu ve resûluhu” kelimesini söyleyerek bize çene kapamak nasîbi müyesser eyle!
Kabir de münkir ve nekir melekleriyle bize iltifat nasib eyle yâ RABBi!
Âhirete intikal ettiğimiz zaman Resûlu Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin mubârek yüzünü görüp elinden öpmek nasîbi müyesser eyle yâ RABBi!
Bizi muhafaza buyur yâ RABBi!
Cehennem azâbından koru bizi yâ RABBi!
Kuvvet, dirilik, sağlık ver yâ RABBi!..

Lillâhi’l- fâtiha
..

Resim

AÇIKLAMALAR:

Uveyse’l- Karanî: Hazreti Ebu Bekir ve Ömer radiyallâhu anhu devirlerinde Medîne-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tâbiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh u senâsı yapılan büyük bir velî. Peygamberimiz Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün rûhu canı ile bağlı kalmıştır. Sıffîn Muharebesinde Hazreti Ali'nin radiyallâhu anhu askerleri arasında şehid düşmüştü. (Hi: 37) Veys diye de anılır.

Uveysî: (Uveysî tarzı) Veysel Karânî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zâtı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zâttan mânevî feyz almak tarzı.

Aziz Hocamın da yukarıda belirttiği üzere ve gönlümce:

Vahy için:

ALLAH’ın SEÇtikleri VAHYî
VAHYîlerin SEÇtikleri VEYSî
VEYSîlerin SEÇtikleri VEHBî
VEHBîlerin SEÇtikleri KESBîlerdir..

İsm-i Azam:

El Hayyu’l- Kayyum: Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, dâimî her şeye her hususta iktidarı yeten ALLAH celle celâluhu.

İmam Ali kerremullâhi veche İsm-i A'zam'ın: “El-Ferdu, El-Hayy, El-Kayyum, El-Hakemu, El-Adlu, El-Kuddûsu celle celâluhu!” olduğunu buyurmuştur.
Gavsu’l- A'zam Geylânî’mizin İsm-i A'zamı: “Yâ-HaYYu celle celâluhu!”
İmâm-ı A'zamın İsm-i A'zamı: “El-Adlu, El-Kuddûsu celle celâluhu!”
İmâm-ı Rabbânı’nin İsm-i A'zamı: “Yâ-KaYYuM celle celâluhu!”

Resûlullah’ın birdenbire Kâbe’ye Medine’den teveccüh ederek dönmesi:

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kıble değişikliği ile ilgili âyetler gelinceye kadar (on altı veya on yedi ay) Kudüs'teki Beytü’l- Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şu âyetler indiğinde namaz içindeyken kıblesini Beytullah’a döndürmüştür.
(Tirmizî, "Tefsir", 3)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe ale'n-nâsi ve yekûne'r-resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâ'l-kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiu'r-resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun): İşte böylece sizin insanlığa şâhitler olmanız, Resûl'ün de size şâhit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, ALLAH'ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. ALLAH sizin îmanınızı asla zâyi edecek değildir. Zira ALLAH insanlara karşı şefkatli ve merhâmetlidir..
(Bakara 2/143)

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---Kad nerâ tekallube vechike fî's-semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatra'l-mescidi'l-harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtû'l-kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn(ya’melûne): (Ey MuhaMMed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitab, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. ALLAH onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
(Bakara 2/144)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KaHVe -> YEMEN-den -> GELir!
Yâ ÜVeYS! DE-menden GELir!
-> KaLBi -> KaLBe ->BAĞlarsan
-> FEYZ-i HeMeN-den -> GELir!..

ZEVK 4478

YEMEN Eli ÇiLe ÇöLü.. -> KÖZ-ünde Veysel KaRanî
DeVe Güder Zikrin ederSÖZ-ünde Veysel KaRanî
Vahyî-Veysî-Vehbî-Kesbî.. Kemâlat-ı MuhamMMedde
RaHMâNiyyet TeCELLÎsi… -> ÖZ-ünde Veysel KaRaNî...


17.05.11 00:45
glbş.glngçr..


ResimVeysel Karanî
Kaddesallahu sırrahu


Tam olarak adı Üveys Bin Amir-i Karanîdir.
İslam'da anne sevgisinin büyüklüğüyle anlamlandırılmış bir din büyüğüdür. Babasının ismi Amir olduğu için tam adı Üveys Bin Amir-i Karenî'dir. Babasını dört yaşında kaybetmiştir. Deve çobanlığı yapmıştır.
İslam peygamberi zamanında yaşamasına rağmen ihtiyar olan gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez bir annesi olduğundan onun bakımıyla ilgilenmiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i görmeye gidememiştir. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcardı.
Sıffin Savaşı sırasında, Ali kerremullahi veche tarafında savaşmıştır ve 657 yılında ölmüştür. Naaşını almaya gelen üç kabilenin taşıdığı tabutlarda da keramet göstererek göründüğü söylenir.
Böylece bu üç ayrı kabilenin yerleşim yerleri olan Yemen ve Şam'da bulunan türbelerinin yanında Siirt ilinin Baykan ilçesi Ziyaret beldesinde de bir türbesi olmuştur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Ömer radiyallahu anhu ve Ali kerremullahi veche aracılığı ile kendisine gönderilmiş olan Hırka-ı Şerif, şimdi Hırka-i Şerif Camii'nde, soyundan gelenlerin himayesindedir. Yunus Emre tarafından onuruna, "Yemen illerinde Veysel Karani" adlı on kıtalık şiir yazılmıştır.


ÂLEMde ÂDEMoğulları.. KULlar..:

1- VaHYîler -> ALLAH celle celâluhu nun seçtikleri-VAHY gelir
2- VeYSîler -> VaHYîlerin-Nebîlerin seçtikleri- İLHAM gelir
3- VeHBîler -> VeYSîlerin-Ehlullahın seçtikleri KEŞF gelir
4- KeSBîler -> VeHBîlerin-Veliyyullahın Hizmet ettikleri Halk Olup Yardım-Hizmet Gelir..


Vahyîler: HaKK’ın SEÇtikleri..
Veysîler: Vahyîlerin SEÇtikleri..
Vehbîler: Veysîlerin SEÇtikleri..
Kesbîler: Vehbîlerin SEÇtikleri Kutlu Kullardır..

“Yemen tarafından Rahmâni nefes alıyorum.”:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum."
(Gazzalî, İhya: 1/104; 3/222; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid: 10/55; Aliyyu'l-Kârî, Kübra: s.154; Aclûnî, Keşf: 1/304.)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İnni leecede nefesirrahmâni min kıbele'l-yemeni: Rahman nefesini Yemen kable/cihetinden elbette eced/vücud ediyorum”
(Fahreddin Attar,Tezkiretü'l-Evliya)

Resim---Hazreti Rasûl Veysel için: “İnni li ecudu nefese’r- Rahmân min kıbeli’l- Yemen: Yemen tarafından Rahmânî nefes alıyorum!” buyurmuştur.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum."
(Ahmed b. Hanbelî Ebû Hureyre'nin hadisi olarak rivâyet etmiştir. Bu hadisin râvileri sika/güvenilir kişilerdir.)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "İyi bilin ki; îman Yemen'e mensuptur. Hikmet, Yemen'e mensuptur. Ben, RABBinizin nefesini Yemen tarafından buluyorum."
(Hafız Heysemî ise Mecmeu'z-Zevaid' de (10/55-56) Ebu Hureyre'den, İ.Ahmed, müsned)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen tarafına sırtını döndüğü bir sırada şöyle buyurmuştur: “Ben RAHMAN'ın nefesini işte şuradan duyuyorum.”
(Seleme b. Nufeyl es-Sekûnî'den, Beyhakî; Bezzâr)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen'e işâret ederek: ''Ben Rahman'ın nefesini işte şuradan duyuyorum"
(Taberanî, Mu'cemul-Kebir)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Îman, Yemen 'e mensuptur. Hikmet, Yemen'e mensuptur. Ben, Rahman'ın nefesini Yemen tarafından buluyorum"(Taberanî, Musnedu'ş –Şamiyyîn’de Ebu Hureyre'den)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben RABBinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum" buyurdu.
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, Ebu Hüreyre'den)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

VEYSEL KARANÎ
kaddesallahu sırrahu
çÖLdeki DUÂsı ve ZİKRi

ARABcası:
Resim
Resim

1- İlahi!. Ente Rabbî ve ene’l- abdu!
Ve Ente’l- Haliku ve ene’l- mahluku!

2- Ve Ente’r- Rezzâku ve ene’l- merzuku!
Ve Ente’l- Mâlikü ve ene’l- memlukü!

3- Ve Ente’l- Azîzü ve ene’z- zelîlü!
Ve Ene’l- Ğanîyyü ve ene’l- fakîru!

4- Ve Ente’l- Hayyü ve ente’l- meyyitü!
Ve Ente’l- Bâki ve ene’l- fânî!

5- Ve Ente’l- Kerîmü ve ene’l- leîmü!
Ve Ente’l- Muhsinü ve ene’l- müsi’u!

6- Ve Ente’l- Ğafûru ve ene’l- müznibü!.
Ve Ente’l- Azîmü ve ene’l- hakîru!.

7- Ve Ente’l- Kaviyyü ve ene’z- zaîfu!.
Ve Ente’l- Mu'tî ve ene’s- sâilu!.

8- Ve Ente’l- Emînü ve ene’l- hâifü!.
Ve Ente’l- Cevvâdü ve ene’l- miskînü!.

9- Ve Ente’l- Mücîbü ve ene’d- dâi!.
Ve Ente’ş- Şâfive ene’l- merîzu!.

10- Fağfirlî zünübî ve tecâvez annî veşfi emrâzî yâ ALLAHu!. Yâ Kâfî!. Yâ Rabbu!. Yâ Vâfîu! Yâ Rahîmu! Yâ Şâfî’u! Yâ Kerîmu!. Yâ Mûafîu!.
Fa'fü annî, ve an ebî, külle zenbin. Ve afinî min külli dâin verza annî ebeden birahmetike Yâ erhamerrahimîn!..

Türçe Anlamı:

1- ALLAH'ım! Sen benim Rabbimsin, ben ise senin kulunum!.
Sen Halık'sın (yaratansın) ben ise mahlukum (yaratılanım)!.


2- Sen Rezzâksın (Rızk verensin), ben ise merzükum (rızık verilenim)
Sen Mâliksin (mülkün sahibisin), ben ise memlükum (sahiblenilenim. benim sahibim sensin) !.


3- Sen Azîz'sin (çok güçlüsün), ben ise zelîlim (hor, hakir ve aşağı tutulanım)!.
Sen Ğanîsin (çok zenginsin), ben ise fakîrim (yoksul ve muhtacım)!.


4- Sen Hayy'sın (hayat-ı ebedî ile hayy'sın dirisin), ben ise meyyitim (ölümlüyüm ölüyüm)!.
Sen Bâkî'sin (ölümsüzsün) ben ise fânîyim (ölümlüyüm-geçiciyim)!.


5- Sen Kerîm'sin (kerem sahibisin), ben ise leîmim (değersizim)
Sen Muhsin'sin (iylik eden ihsan edensin), ben ise musî’yim-kötüyüm (kötülük eden-isyan edenim)!.


6- Sen Ğafûr'sun (günahları silen-bağışlayan-affedensin), ben ise günahkârım (günah işleyenim)!.
Sen Azîm'sin (ululuk ve azamet sahibisin-büyüksün-yücesin), ben ise hakîrim (küçük ve değersizim)!.


7- Sen Kaviyy'sin (güçlüsün kuvvetlisin), ben ise zaifim (çok güçsüz ve acizim)!.
sen Mu'tî'sin (verensin), ben ise sâilim (isteyen ve dilenenim)!.


8- Sen Emîn'sin (emniyetlisin-emniyet verensin) ben ise hâifim (korkudayım korkuluyum-emniyetsizim)!.
Sen Cevvâd'sın (çok cömertsin-bol bol verensin), ben ise miskînim (çok muhtacım yoksulum)!.


9-Sen Mücîb'sin (duaları kabul edensin-duaları gereğini yerine getirensin) ben ise dua edenim (dua ederek isteyenim)!.

10- Sen Şâfî'sin (şifa veren sensin ), ben ise marîzim (hastayım)!.


Benim günahlarımı affedip bağışla!
Beni azarlayıp cezalandırma!. Hastalıklarıma şifâ ver!. Yâ ALLAH!.Yâ Kâfî!.
Yâ Rabbî!. Yâ Vâfî!.
Yâ Rahîm!. Yâ Şâfî!.
Yâ Kerîm!. Yâ Muâfî!.

ALLAH'ım benim bütün günahlarımı bağışla affet!.
Kur'ân-ı Kerim hademeliğinde-hizmeti İÇinde Annemi, babamı, sâdık eş-yoldaşlarımızı da, üstadlarımız da affet!.
Bütün günahlarımdan, bütün da-larımdan-hastalık-meşakkat-zahmet-sıkıntılarımdan âfiyet ver!
Ey merhametlilerin merhametlisi sınırsız-sonsuz rahmetinle benden veonlardan ebedî olarak razı ol!.
Âmin!.. Yâ MUÎN celle celâlihuu!..



Resim

Resûlullah RuHun Rahmân KOKuSU,
YeMeNin Yakîni ->VeYSeL KarANî!..
VuSLatta -> Veysîdir İŞin DOĞruSU,
ÖZden SEV-en ->BİLir misin İhvÂNî?..


Resim

ZEVK 3866

ÇÖLümüzden CeyLÂN GeÇmiş!.. gÖZ YaŞLarı “İZimiz cÂN!
Ben CeyLÂNda, CeylÂN Bende!.. “BİRLiktedir “BİZimiz cÂN!
Kavrulmuş KAHve Yüreğim!. ->MiS Gibi HASSret KOKuyor!
DeVe GiBi BAĞLANmıştır!... -->Dost DERgâha “DİZimiz cÂN!

Hayyyy Dost celle celâli Huuuu!..


10.10.09 00:01
BİZim çÖLde... …
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-25

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim

Tevessü’: (C.: Tevessüât) Genişleme, yayılma. Vüs'at bulma. Zahmetsiz herkese yer bulunma.
Ziyâ: Işık, aydınlık, nur. Rûşenlik.
Berdevâm: f. Devâm üzere. Devâmlı sürüp giden.
Kayyum: Başlangıç, nihâyet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kâim, dâim ve var olan ALLAH celle celâluhu. Bütün eşyânın ancak kendisi ile kâim olduğu Cenâb-ı HAKK.
Beyhûde: f. Boşuna. Boş yere. Faydasız.
Mülâhaza: Mülâzemet, devâmlı bir işle meşgûliyet. Bir işe bağlılık. Israr etmek.
Cevelân: Dolaşma. Kaynama. Yerinde durmayıp gezme.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. Pir-i fâni olmak.
İstikbâl: Âti, gelecek zaman. Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Ravza-ı Mutahhara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-us-Salavat ve Efdal-ut-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerîfiyle Minberin arasındaki saha.
Lâmekân: Mekânsız Âlem.
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. Mânen üzerine düşme. Âit olmak. Hoşlanmak. Sevgi, alâka.
Mi’rac: Merdiven, süllem. Yükselecek yer. En yüksek makam. Huzûr-u İlâhî. Peygamberimiz Hazreti MuhaMMed aleyhi's-selâm Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı HAKK'ın huzûruna rûhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
Nidâ: Seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. Ses vermek. Gr: ünlem (!)
Sadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Kalb, göğüs, ön.
Muallâ: Yüksek, yüce, âli. Makâmı ve rütbesi yüksek.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifâde eden tavırda bulunmak.
Tetkik: Hakîkatı anlamak ve meydana çıkarmak için inceden inceye araştırma.
Ceziretu’l-Arab: Arabistan yarımadası.
Mıntıka: (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havâlî. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
Şimal: Sol, sol taraf. Sağın ve cenûbun zıddı. Kuzey.
Mu’cize: İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak ALLAH tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerâmetten yüksek, fevkalâde hâdise.
Sâdır: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Sodon Gamora: Sodom ve Gomora, Eski Ahit'in Tekvin Kitabı'nda sözü edilen günahkar kentler. İsrâil'de, Lût Gölü'nün güneydoğusundaki el-Lisan Yarımadasının güneyinde sığ suların altında kaldıkları tahmin edilmektedir. Admah, Tseboim ve Tsoar ile birlikte Kitabı Mukaddes'te adı geçen beş ova kentini oluştururlar.Tekvin'de işledikleri günahlardan ötürü gökyüzünden yağan ateşle yok edildiği anlatılan bu iki kentin, İsrâil'deki Şeria Irmağından Doğu Afrika'da Zambezi Irmağına uzanan Büyük Rift Vâdisinde MÖ y. 1900'de meydana gelen bir depremle yok olduğu sanılır.
Velvele: Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.
Vak’a: Hâdise. Olup geçen şey. Mes'ele. Birini bir defâda yere düşürmek. Muharebe. Vuku bulan.
Cebel-i Hirrar: Hira Dağı, Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hazreti Peygamber'e aleyhisselâm ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nur da denilmektedir.
Taayyün: Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
Âfât: Belâ. Musîbet. Büyük felâket.
Dalâlet: Îman ve İslâmiyet'ten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakîkatten, İslâmiyet yolundan sapmak. ALLAH'a isyankâr olmak. Şaşkınlık
Vuku’: Düşme, rastlama. Olma, oluş. Gidip çatma. Bir hâdisenin çıkış şekli, cereyânı.
Tecellî:Görünme. Bilinme. Kader. ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. HAKK nûrunun te'siriyle kulun kalbinde hakîkatın bilinmesi.
Tecellîyat: (Tecellî. C.) Tecellîler.
Kesret: ÇOKluk.
Vahdet: TEKlik.
Mefhum: Anlaşılan. Mânâ. İfâde. Sözden çıkarılan mânâ.
Ma’tuf: Aid ve râci' olan. Bir tarafa meyletmiş. Mâil olan. İsnadedilen. Yöneltilmiş.
İzâfe: Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. Bir şey üzerine meylettirmek, havâle olmak, bağlanmak. Mâl etmek. Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.
Nezd: f. Yan. Yakın. Karib. Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
Tahlil: Müşkül meseleyi halletmek. Bir şeyi kolaylıkla tutmak. Eritmek. Bir şeyi helâl kılmak. Yemine kefâret etmek. Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas netîcesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. Kim: Analiz. Tıb: İlaçla şişliği gidermek.
Asgarî: En az. En küçük.
Kubbe-yi Hadra: En yeşil, pek yeşil KUBBe. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’de el AN Mârifet Barınağımız.
Na’ş: Kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. Cansız vücud.
Te’min: Güvenlik, emniyet hissi vermek. Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. Elde etme.
Gavs: Suya dalmak. Dalgıçlık. Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakîkatine muttali' olup bilmek. İyi anlamak. Maslahata gayret ile girmek.
Gavsu’l- A’zam: Abdulkadir-i Geylânî kaddesallâhu sırrahu Hazretlerinin nâmı. En büyük Gavs. Evliyâullah’ın büyüğü. Gavs-i Ekber de denir.
Lâmekân: Mekansız âlem.
Hay-yı lâ yemut: Ölümsüz DİRlİlik sahibi ALLAH celle celâluhu.
Lâ yemut: Ölmez. Mahvolmaz. Hayatı sona ermez.
Şakk-ı Sadr: sadrın yarılması.
Şakk: Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama.Yırtma. Kırma.
Maraz: Hastalık, illet, dert. Belâ.
Terkib: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. Birbirine karıştırılmış maddeler
Mücadele: (Cedel. den) İki kişinin bir şey üzerine çekişmesi. Uğraşma. Savaşma.
Beytullah: Mekke’de, Beyt-ül Haramda KÂBE-yi Muazzama.
İltica: Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
İstirham: Merhamet istemek. Yalvarmak. İzin istemek. Rica etmek.
Tezahür: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş.
Uzuv: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Hayâ: Hicâb, utanma, edeb, ar, namus. ALLAH korkusu ile günahtan kaçınmak.
Vehleten: Birdenbire. İlkin. Ansızın.
Müsaid: Muvafık, uygun. Yardım eden. İzin veren.
Cüz’i: Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa aid olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Münezzeh: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
Müşkil: (Müşkile) Zorluk, güçlük, zor olan iş. Çetinlik
Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. ALLAH'ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi
İlliyyin: (İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Âhirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Âhirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.

Resim

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Fatıma, cennetteki kadınların seyyidesidir” buyurmuştur.
(Buhârî, Fedâilul-Ashâb, 29; Menâkıb, 25)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Fatıma, Cennet hatunlarının üstünü, Hasan ve Hüseyin de Cennet gençlerinin yüksekleridir” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Bir melek geldi. Hasan ve Hüseynin Cennet gençlerinin seyyidi, Fatıma’nın da Cennet kadınlarının seyyidesi olduğunu müjdeledi. ” buyurmuştur.
(İbn Asakir)

Hazreti Âişe radiyALLAHu anha: "Ben sûretçe, sîretçe, doğrulukça, Resulullah'a Fatıma (radıyallâhu anhâ) kadar benzeyen bir başkasını görmedim. O, Resulullah'ın yanına girince, kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu: "Resulullah onun yanına girince, Fâtıma babasına kalkar, elinden tutar, öper ve yerine oturturdu." Buyurdu.
(Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî)

“İnnî le-ecidü nefessu 'r-rahmân min kıbeli 'l-“Yemen”:

Resûlullah sallallâhuu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum." Buyurdu.
(Gazzalî, İhya: 1/104; 3/222; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid: 10/55; Aliyyu'l-Kârî, Kübra: s.154; Aclûnî, Keşf: 1/304.)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RAHMAN'ın nefesini Yemen tarafında buluyorum." Buyurdu.
(Ahmed b. Hanbelî Ebû Hureyre'nin hadisi olarak rivâyet etmiştir. Bu hadisin râvileri sika/güvenilir kişilerdir.)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "İyi bilin ki; îman Yemen'e mensubtur. Hikmet, Yemen'e mensubtur. Ben, RABBinizin nefesini Yemen tarafından buluyorum." Buyurdu.
(Hafız Heysemî ise Mecmeu'z-Zevaid' de (10/55-56) Ebu Hureyre'den, İ.Ahmed, müsned)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen tarafına sırtını döndüğü bir sırada şöyle buyurmuştur: “Ben RAHMAN'ın nefesini işte şuradan duyuyorum.” Buyurdu.
(Seleme b. Nufeyl es-Sekûnî'den, Beyhakî; Bezzâr, afifler)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Yemen'e işâret ederek: “''Ben Rahman'ın nefesini işte şuradan duyuyorum" Buyurdu.
(Taberanî, Mu'cemul-Kebir)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “"Îman, Yemen 'e mensubtur. Hikmet, Yemen'e mensubtur. Ben, Rahman'ın nefesini Yemen tarafından buluyorum"
(Taberanî, Musnedu'ş –Şamiyyîn’de Ebu Hureyre'den)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ben RABBinizin nefesini Yemen tarafından duyuyorum" Buyurdu.
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, Ebu Hüreyre'den)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Ana-babaya itaat, ALLAH’a itaattir, onlara âsi olmak, ALLAH’a âsi olmaktır." Buyurdu.
(Taberânî)

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e bir adam gelerek: “Yâ Resûlullah! Ben ALLAH’tan sevap dilemek için sana cihad ve hicret etmek üzere biat ediyorum.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Ana-babana dön, onlara iyi bak, hoş tut. Zîra cennet onların ayakları altındadır.” Buyurdu.
(Müslim)

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Hayâ ancak hayır kazandırır.” Buyurdu.
(İmrân İbni Husayn radıyallâhu anhümâ’dan; Buhârî, Edeb 77; Müslim, Îmân 60)

Müslim’in bir rivâyetine göre ise: “Hayânın hepsi hayırdır”, buyurdu.
(Müslim, Îmân 61)

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve selem: "ALLAH Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harb ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifâye) şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devâm eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma taleb etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem!." Buyurdu.
(Ebu Hüreyre radıyALLAHu anh’dan; Buhârî, Rikak 38.)

Dikkat edelim ki; Hadisin zâhiri, ALLAH'ın, kula olan sevgisinin, kulun nafile ibâdetlere devâmı ile tahakkuk edeceğini, buna bağlı olduğunu ifade etmektedir. Hadisin evvelinde en sevgili ibâdetin farzlar olduğu ifâde edildikten sonra, nâfilelerle ALLAH'ın sevgisine erişebileceğinin ifade edilmiş olması müşkil bulunmuş ise de, şu açıklama yapılmıştır: "Nafilelerden murad, farzların ihtiva ettiği, farzları ikmal eden nafilelerdir."
Bunu, Ebu Ümame rivâyetinde gelen bir açıklık te'yid eder: "Ademoğlu! Sen, benim yanımda olana, sana farz kıldıklarımı eda etmedikçe ulaşamazsın."
Fâkihânî der ki: "Hadisin mânâsı şudur: "Kul farzları eda eder, namaz, oruç vesaireye bağlı nafileleri yapmaya devâm ederse, bununla ALLAH'ın muhabbetine ulaşır.”

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: أَفْضَلُ الْجِهَادِ كَلِمَةُ عَدْلٍ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ

Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cihadın en üstünü zâlim sultana karşı doğruyu söylemektir.” Buyurdu.
(Ebû Saîd el-Hudrî, (radiyALLAHu anhu), ‘dan; Ebû Davud, Melahim 17; bk. Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Bey'at 37; İbn Mâce, Fiten 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 19, 61; IV, 314, 315; V, 251, 256. Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, X, 91; Beğavî, Şerhu's-sünne, X, 65-66),

Hadis-i Kudsî:ALLAH celle celâluhu, Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e: "Küntü kenzen mahfiyya feahbebtü en uğrafe fehalaktül halka: Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim. Buna olan muhabbetim sebebiyle felekleri, var olan her şeyi yarattım." Buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu'l-hafa)

HADİS HAFIZI İmam ACLUNÎ:

ACLUNÎ diye bilinen İsmail b. MuhaMMed b. Abdulhadi. Hicrî 1087(m.1676) yılında, Suriye-Aclun'da doğdu.
Küçük yaşta Kur'an'ı hıfzetti. On üç yaşındayken, ilim tahsili için Şam'a gitti.
Orada Arap dili, feraiz/miras hukuku, usul, kıraat, fıkıh, hadis, tefsir gibi temel İslamî ilimleri okudu. Çağdaşları olan büyük âlimlerden ders aldı.
Kısa zamanda, arkadaşları arasında temâyüz etti. 1119'da Anadolu'ya geçti.
Sonra tekrar Şam'a döndü ve ömrünün sonuna kadar, talebelere ders verdi.
Çok âlim, Salih, takva sahibi olarak ömrünü tamamlayan Aclunî, hicrî; 1141(m. 1730) de Şam'da vefat etti.
Bu arada çoğu hadis sahasında olmak üzere birçok eser telif etti.
Bu eserlerden en meşhur olan: "Keşfu'l-hafa ve müzilu'l-ilbas amma iştehere mine'l-ahadisi ala elsineti'n-nas" adlı kitabıdır.
Anlamı: "Halk dilinde hadis diye dolaşan sözler üzerindeki perdeyi kaldırmak ve iltibasları önlemek" demektir.
Hadis edebiyatında bu tür çalışmaların en meşhur olanları, büyük muhaddis Sahavî'nin kaleme aldığı "el-Makasıdu'l-hasene" adlı eser ile ünlü muhaddis İbn Hacer Askalanî'nin yazdığı "el-Leali'l-mensure" adlı eserdir.
Aclunî'nin söz konusu kitabı, temelde "el-Makasıdu'l-hasene"'ye dayanan ve ikinci olarak da İbn Hacer'in kitabından istifade edilerek yazılan bir eserdir.
İçinde sahih olan hadislerin yanında zayıf, hatta uydurma rivâyetler de vardır.
Zâten kitabın maksadı, bunları okuyucuya bildirmektir.
Yani halk arasında Hadis diye bilinen sözlerin gerçekten hadis olup olmadığını bildirmek ve konuyla ilgili kaynaklara atıfta bulunmaktır.
En iyi tarafı, aldığı rivâyetlerin durumunu incelemesi, konuyla ilgili âlimlerin görüşlerine yer vermesidir.
Hatta bazen "bu hadis olarak sahihi değil, fakat mânâsı doğrudur" şeklinde açıklanmalarla geniş bir perspektif sergilemektedir.
(krş. Aclunî, Keşfu'l-hafa, I/2-6; İsmail, L. Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 123)

Keşfü’l-Hafâ: İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî (v. 1167/1749)’nin halk arasında hadis olarak bilinen yaygın rivayetlere ilişkin eseridir. Halk arasında yaygın olan rivayetlerden hangisinin sahih hadis, hangisinin uydurma rivayet, vecize, atasözü veya hikmetli söz olduğunu belirlemek amacıyla kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde Şemseddin es-Sehâvi’nin el-Makâsidü’l-Hasene’sine dayanmaktadır.

Resim

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

“İkterebeti's-sâatu ve'nşakka’l- kamer (kameru): Yaklaştı Saat, yarıldı Kamer”
(Kamer 54/1)

رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ

“Rabbu'l-meşrikayni ve rabbu'l-mağribeyni.: (O,) iki doğunun ve iki batının RABBidir.”
(Rahmân 55/17)

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
“Febieyyi alâi rabbikuma tukezzibâni.: şimdi RABBinizin hangi ni'metlerine yalan dersiniz?”
(Rahmân 55/18)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen): Şüphesiz ALLAH ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey îman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.”
(Ahzâb 33/56)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
--- “E lem neşrah leke sadrek(sadreke): Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?”
(İnşirâh 94/1)

أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
--- “Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humu’l- gâfilûn(gâfilûne): İşte onlar ALLAH'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gâfillerin kendileridir.” (Nahl 16/108)

فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
--- “Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu: Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.”
(Kıyâme 75/18)

ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ
--- “Summe inne aleynâ beyânehu: Sonra muhakkak onu açıklamak Bize aid (bir iş)tir.”
(Kıyâme 75/19)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 25” sayfasına dön