Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu

Resim

SECDE MÜHÜRü-KüFüR MÜHÜRü


(TEKKE CÂMi SOHBETi)

Profesör Doktor Münir Derman Bey’in 18 Haziran 1967 Pazar günü Tekke Câmiinde yapmış olduğu derstir.
Resim


Aziz Cemâat,

Hâfız Efendi yine güzel bir Sûre okudu, namazdan sonra.
Bizim Hâfızımız ALLAH râzı olsun, sesini nur etsin güzel âyetler okuyor.
Âyetlerin hepisi güzel ama içinden bulup bu aradaki bize hitab edecek âyeti. Bu Âyet, yalınız mü’minler için başını secdeye koyanlar için başka hiç kimse için değil.
Başını secdeye “lâ ilâhe illâllah” nanda olmuyor. Başını secdeye koyanlara Cenâb-ı ALLAH Resûlullah’ın İlâhî Radyo olan kalbine ilham ederek mubârek ağızları hoparlör İlâhî Haporlörle bize bildiriyor Cenâb-ı ALLAH: “Bu söylediklerimi diyor bütün kâinat hiç bir şey, kimse bilmez!” diyor ALLAH.
“Yalınız Secde-yi RAHMÂN’a başını koyanlar bilir” diyor.
“Kendi hakîki kalbi ile bana inananlar, böyle inanıp da îman edenler.” Îman iki türlüdür oğlum, bir inanarak edilir, bir zorla edilir, bir dededen görme edilir. Hepimizin nüfus kağıdında dededen görme İslâm. Tart bakalım kılanlarla kalbnen îman edenleri.
“Hakîki kalbinden inanıp da îman edenler yok mu, onlar isteseler de istemeseler de Bana ve Resûlume itaat ederler” diyor.
“Ben onlara kolaylık veririm.”
“Aha bu Âyet-i Kerime’nin secdeye başını mü'min koyanlara müjdesi olduktan sonra, ondan sonra Efendim son nefeste ne yapacağım?”
Ne yapacaksın işte bunu yapacaksın.
ALLAH seni “Lâ İlâhe İlALLAHı çözdürecek ya.
Edebsizlik yapma! Fazîletten çıkma! Doğruluktan ayrılma!
Adâletten ayrılma! Yetim malı yeme! Kimseye fenâlık etme! Namazını kıl!
Gâyet tabi söylemesen bile boğazını Cebrâil yanaşır o zaman Azrâilnen berâber sıkarak böyle körüknen söyletir sana Lâ İlâhe İllALLAH!” ı.
Ne zannettin sen! Bu kadar kıl kıl da sonunda: “Efendim ahaa!”
Yok öyle delilik, o sapık insanların korkusundandır, aha Âyet-i Kerîme diyor.
Hakîki kalblen bana inananlar ve îman edenlere, Resûlume ve Bana emirlerime itaatı ben onlara kolaylıkla yaptırtırım. Ne olur?
Ne olacak uçacak değilim ya!.
Yalan söylemiyorum! Kimsenin ırzında değiliz!
Kimsenin parasında değiliz!. Mîdene haram girmiyor!.
Gusülsüz abdestsiz gezmiyorsun! Kimseye fenâlık yapmıyorsun!.
Şuuu, daha ne Cebrâil mi olacağız?
İnsan hakîkatı, Cebrâilden de büyüktür daha sen ne konuşuyorsun.
Bir adım öteye gidemem Yâ Resûlullah yanarım!” diyor. Oraya giden insan.
Cebrâil mi olacağız, İnsan-ı Hakîki Cebrâil'den de büyüktür.
Ne zannettin sen, ne konuşuyorsun!
Bir adım öteye gidemem Yâ Resûlullah yanarım!” diyor.
Oraya giden insan, insanların en güzelinin güzeli en büyüklerinin büyüğü, ama İNSAN!
Ben bütün kâinatıma sığmam!” diyor Cenâb-ı ALLAH, “mü’min kulumun kalbine sığarım!” Meleğin kalbi demiyor.
"Kâfirin kalbi yok mu?" Ulan var hepisi insan kalbi.
Mü’minin kalbine sığarım.” demek “Aha ben onlara kolaylık gösteririm” şu âyette dediği gibi “ona inandırırım!” demek.
Burnunun ucundadır da görmezsin. Burnunun ucunu görebiliyor musun ağam?
Daha kendi elinle tuttuğun burnunu göremiyorsun, kalbinin içindeki ALLAH'ı görmek kolay değil oğlum!
Zâten kolay olsa herkes çıldırır yanar!
Sen zannediyorsun ki havalara çıkacaksın, çıkacaksın miyonlarca kilometre gidecek yazacak burası Sidre’dir, melekler geçiyor orada falan Cebrâil, İsrâfil hepisi orda var, nereye gidiyor?
Sidre-yi Arş’a gideceğim!
Öyle böyle düşünürken sen hiçbir yere gidemezsin, aha buradan gidilir.
Çorap nasıl tersine çevrilir ya, aha öyle içine çevrileceksin, çevrildi mi cadde açılır oğlum!.
Arş da görünür, Kâbe de görünür, Cebrâil de görünür, Cemâlullah'da gark olursun hepisi görünür! İş çorabı tersine çevirmek!
“Eee nasıl çevrilir bu canım bu, bir usûlu yok mu?”
Var usûlü, yalan söylememek, şakadan bile olsun yalan yok,
“Kedi kaçtı da” deliye kedi hikâyesi dersin, aha o da yalan.
“Efendim felanca bilmem ne” O yalan değil, o yalan sınıfına bile girmez oğlum o, o edebsizliğin ötesinde o, öyle yalan olmaz, yalan, İslâm’ın yalanı budur.
Kediyi bile kandırmayacaksın, “Kedi kaç, git!” öyle yalan aha işte yalan bu, yalan bu..
Yoksa öyle “Efendim falanca senin aleyhinde söyledi aldım senden otuz lira..”
“yok Efendim ben senden 30 lira, almadım!” bunlar yalan değil!
Bunlar cehennemin altındaki ızgaraların yalanıdır bu oğlum, ızgara yalanı!
Onlarla işimiz yok bizim! Böyle yalan değil!. Gıybet yok!.
“Nasıl gıybet?”
“Efendim felancayı biliyor musun?”
"Haa şöyleydi."

O gıybet değil oğlum, hased.
“Efendim felancanın işte apartmanı var da bilmem neyi var da, otomobilleri var, parası yok!” bu da hased.
Hased ne biliyor musun? Gıybet ne biliyor musun?
Şöyle küçük bir şeyden bunalıp da “yavv ne yapacağım?”
Aha gıybet o, hased de o, ALLAH'ınan irtibatını kesmek.
“Yâhu benim borcum var ne yapacağım?”
Sen ALLAH'a inanmıyorsun.
“Vayy şurama bir şey çıktı?”
“Ne dediler?”
“Kardel dediler,"
evet kardel.
"Ne olacak?"
"Ameliyat olacağım"

Ne olur insan, "acaba ameliyat olayım mı, olmayım mı?"
“Ağrın var, Ol!”

“Ya ölürsem!”
Yok îman yok! Yok îman!.
Aha dün gece ben hastânede nöbetçiydim, sabaha kadar uyumadım. Getirdiler bir kadıncağız burnu şakır şakır kanıyor, yaşlı bir kadın 60 yaşlarında, kızları evlâdları yanında.
“Otur!” Burnuna baktık, kanını dinmeyecek dedik,
Tansiyonu çok yüksek, 24 çok yüksek tansiyon.
Durdurursak kurtulur, felçten kurutulur kan tazyikinden, ilaç da yazmayacağım dedim, istersen yatırıyım.
“Tehlike var mı?” dedi kadının bir tânesi..
Tamam bu işlemlerde canını insanın ALLAH alır oğlum, hastalık arada vesîledir.
ALLAHtan korkmuyor da hastalıktan korkuyor
Ama tedâvi olacaksın, hepimiz öleceğiz, korku yok!
“Acaba efendim ameliyata dayanabilir miyim?”
ALLAH!. ALLAH!.
Bu da küfürdür. Şekk u şüpheye düştü mü ha bu âyetten istifâde edemez. Hiçbir şeyden Şekk u şüphe etme!
Yaz gelir efendim “Yandım aman ALLAH!" Kış gelir “donduk ya RABBi ne yapacağız biz?”
Başın ağrır “aman efendim ne yapsam ben!” Dişin ağrır, "ölsem de kurtulsam!”
Bunlar hastalık değil. Her şeye îtiraz haa!
Bunu içinde tamah da var hased de var bilmem ne de!. İstediğin kadar namaz kıl onun faydası yok!
Ama bir de neme lâzımcılık var eee o da eşşeklik, bunun eşşeklik tarafı. Paranın bir yazı tarafı var bir tura tarafı.
Her şeyin tedbirini alacaksın!
“Tedbir almamak var mıdır?”
Vardır ama o mertebeye gel oğlum.
Evimizi akşam şey ederken kapatırız evimizi değil mi?
Reisicumhur odasını kapamaz, kapıcısı var, var, muhafız alayı var, var oğlu var. Var oğlu var var oğlu…
Sende öyle oldu mu tedbire lüzum yok.
Akşama yemek yok ne yapacağız?.
Düşünmeyeceksin sen düşünmedikçe senin ağzının içine getirirler yemeği, o raddeye gelmek lâzım…

Onun için aziz cemâat, adamakıllı inanacaksın!. Yobazca değil haaaa!..
Bir gün Hastânede nöbetçiyim sabah namazına durdum, uyumuyoruz zâten nöbette sabah namazına durdum.
Aldım abdest ameliyathânenin o girişine serdim bir şey kıldım.
Ben erken kılarım, öyle güneş doğacaktı da kızıllık olduydu da falanı yok oğlum.
Müezzin “ALLAHU Ekber!” dedi mi bende peşine “ALLAHu Ekber!”
Efendim işte kuşluğu….
Rahmetli anam öyle derdi: “Ezanı duydun mu oğlum gidebilirsen câmiye git, evde kıl!”
“Efendim işte cemâat gelir!”

Gelirse gelsin ben cemâati mı bekleyeceğim.
Kıldık namazı falan ettik. Orda bir hasta da vardı yatıyordu sakallı bir adamcağızdı, geldi. Bir kan baba bir kan, abdesti gitti.
“Güneş dedi aha böyle oldu!”
“Yav amca dedim vakit geldi yâhu sen vakti kaçırıyorsun kuşluk namazımı kılıyorsun sen”
dedim.
“Yok dedi vakit geçmedi.”
“Senin vaktin geçmedi belki”
dedim.
Haydi bir münakaşa heriflen, İmâmı Âzam “böyle” dedi “şu” dedi “böyle” dedi.
“Sen İmâmı Azamı amcacığım bırak da, sabah namazı gitti senin” dedim “İyice geçirme kuşluk namazını hiç olmazsa kıl!”
Herif bir kızsın... neyse ben bir şey söylemedim bana ne.
Zeytinyağıyla su birbirine karışmaz ki oğlum biri aşağı çıkar biri yukarı çıkar.
Hattâ kandile bile Zeytinyağının içine su koysan “Cızzz!” diye kandil bile yanmaz.
Şimdi ben onlan münâkaşa edip birbirimizi yakacak değiliz, neme gerek.
Bir hışımla kıldı falan gitti odaya falan ondan sonra: “İşte dedi cevab verecektim ama dedi bunlar dedi böyle işte!” dedi.
“Bilmezler dini dedi, dinsiz heriflerdir!” dedi
“Nereden bilecekler benim namazımı kıldığımı!” şöyledir böyledir.
Oradakiler de dinliyor kıs kıs içinden.
“Ne dedi Hoca Efendi?” dedi.
“İşte böyle böyle” dedi. “Daha erken vakit kılınmaz”
“Ee peki dedi sen niye cevab vermedin ona dedi mademki biliyorsun?”
orda bir sivil komiser yatıyor o odada beş altı kişi.
“Eee dedi Söyleyim de dedi günaha mı gireyim” dedi
“Ne günahı Efendi!” dedi
“Öyle dedi bilmeyenlere dedi, dinsizlere dedi öyle söylemek günahtır!” dedi
Ben de kapıda dinliyorum girdim içeri “Sabahlar hayr olsun!” falan dedim. Ondan sonra epey zaman geçti şeyde vaaz ediyorum.. yok efendim o Büyük Câmide, Çarşı Câmi'sinde Ramazan'da.
O benim önümde herif oturmuş bu.
Ondan sonra çıktık şeye, şöyle bir baktı herif.
Vaaz ettik falan indik çıkıyoruz o da önden çıktı merdivenlerden aşağıya indik.
“Amuca niye baktın?” dedim
“Hani hastânede yatmıştın sen.”
O ramazandan da 2 ay evvel yatmıştı.
“Yattıydık ya dedim senlen.”
Böyle ağzı açık kaldı:“Ben ondan sonra dedim İslâm oldum yeni İslâm'ım ben!” dedim ona.
“Yeni İslâm oldum" dedim. "Hem öyle bir yıldırım sûretiyle gittim ki vaazlık, vaiz bile 2 ayda oldum ben!” dedim.
Hâlâ inad ediyor.
Dedim “senin kıldığın yanlıştı.”
“Aha!.”
diyor!..

Oğlum tren, yolda gitmez rayda gider.
Onun için eşşek yaratılış bakımından otu sever oğlum, baklava yemez eşşek. Pirzola da yemez, köfte kızartma a-ah.
Onun için Kurân-ı Kerîm’de bir âyet var “onların ağızlarını mühürledik” diyor.
Aha buna benzer oğlum. Eşşeğin ağzı da ete mühürlü.
Onun anlaması da inadı ona mühürlü.
Yolcuya mühim bir haberdir bu haaa, çok mühim bir haberdir.
“Ama bu ne olacak?”
Son peygamberin hürmetine, bu mühür ağızdan kaldırılır oğlum.
Aha demindeki âyetteki gibi açılmamış mühürler bile kaldırılır.
Eşşek ot yerken pirzola yemeye başlar.
“Nasıl olur o?”
Olur işte…
Diğer peygamberlerden kalan mühürleri Hazreti Sallallâhu aleyhi ve sellem Ahmed'in hurmetine Cenâb-ı ALLAH kaldırdı onu.
“Nasıl kaldırdı?”
“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ” âyetiyle hepsini olduğu yerden kaldırdı.
Çünkü o büyükler büyüğüne ne benzer gelmiştir ne de gelecektir.
Son peygamber bundan olmuştur.
“Nasıl mühür kalktı?”
Oğlum Uhud Harbini hatırlamıyor musun?
Resûlu sallallâhu aleyhi ve sellem'in mubârek dişleri kırıldı.
Amcaları Hazreti Hamza’yı 70 parçaya ayırdılar. Hind biliyorsunuz.
Ordu darmadağın, dişleri kırılmış, sahâbelerin birçoğu şehid, Hikmet Tepesine gelmiş kan akıyor mubârek ağzından.
Ellerini kaldırmış: “Yâ RABBİ sen bunları affet! Bunlar Ne yaptığını bilmiyorlar! Bunların gözünden mühürü aç!” diyor. Koskoca Peygambere bak!
Aha bunu müşrike kendine o kadar insana söylerse senin gibi Secde-i RAHMÂN'a kapanıp Resûle salavat getirene ne söylenir.
Mühürler açıldı oğlum.
Adam akıllı ALLAH'a dayanacaksın oğlum.
Nerede o ALLAHa dayanma ki, kılıcın İsmâil'i kesmesin!.
Baba almış eline ALLAH’ın ismiyle yatırmış İsmâil'i bağlamış ….
Öyle dayanmış ki, kılıcı kesmemiş.
Nerede o kerâmet ki, Nil’in dibini ana cadde yapsın.

Kaçıyor Benî İsrâil Mûsâ’da onlar ya, ondan evvel “korkmayın!” diyor “yav korkmayın!” diyor.
Geldiler Nil’in kenarına Hazreti Mûsâ taşın üstüne çıkmış.
Nil böyle “Uvvvv!” ruzgârlı hava, yağmur bir taraftan.
Çoluk, çocuk, ihtiyar, genç, kadınlar, kızlar, hep toplanmışlar etrâfına Firavun da geliyor öteden ordularıyla falan. Herkes titreşir!
Mûsâ “toplanın!” diyor, korktuğu yok bir şeyden. Aha böyle korkmayacaksın.
Biliyor ki, benim bir şey olacağım biliyor. Îtimadı var, şüphesi yok.
Hiç hutur ettiği yok emir geliyor: “Mûsâ şu deyneği bir uzat oğlum hele!” Şöyle bir uzattı açıldı…
“Öyle mi görüldü?”
Açıldı oğlum açıldı. Nil açıldı, kapı açılır gibi.
Hadiii bunlar ortadan inekleriyle, tavuklarıyla, köpekleriyle, yavruları, güvercinleri, horozlarımorozları haydi.. burdan geçti.
Nil diyoduk, Bahr-i Ahmer, Kızıl Deniz açıldı.
Bunlar veriştirdiler içine caddeden gidiyorlar yanlardan böyle minâreler gibi su duvarları böyle bu tarafa gelmiyor.
“Nasıl gelmiyor?”
Gelmiyor oğlum…
Aklın varsa inan aklın yoksa inkâr et, daha aklın yoksa çifte at kendi kendine!.
Ondan sonra onlar geçiyorlar.
Bakıyor ki öteki, cadde açılmış haydi bunlar da atlılarınla bilmem neleriyle tam ortaya geliyor.
Mûsâ’nın en son ümmeti de çıkıyor.
Ha geldik geleceğiz diyor sular başlıyor şööööyle “ııııgh” yanaşıyorlar.
Onlar da şöyle oluyor ayna mıydı mayna mıydı karmakarışıklık oldu ortalıkta. Sütliman...

Nerede o inanma. Aha öyle inanacaksın.
Hem inan o Kur'ân-ı Kerim Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in hadislerinde öyle hadisler vardır ki, geceye söylesen gece gecelikten çıkar oğlum, sen ne konuşuyorsun?
Bir Hadis-i Kutsîde Cenâb-ı ALLAH diyor ki: “Aha ordakinin Nurunu Ahmedin Nurunu Ahmedin Ruhunu Yüzümün Nurundan halkettim” diyor Cenâb-ı HAKK.
“MuhaMMedin Rûhunu Yüzümün Nûrundan halk ettim!”
diyor Hadis-i Kudsîde.
“Efendim ALLAH’ın yüzü neyimiş?”Sen daha Resûlullah’ın yüzünü bilmiyorsun, her yerde hâzır ve nâzır

“ALLAH’ım rûhumu kendi yüzünün nûrundan halketti.” Bu Hadis-i Kutsî...

“Benim peygamberimin rûhunu kendi yüzümün nûrundan halkettim” diyor Hadis-i Kudsî..

Bunun üzerine Resûlullah da hadisinde buyuruyor ki: “ALLAH önce rûhumu yarattı benim” diyor.

“Hiçbirşey yaratılmadan ALLAH ilkönce benim rûhumu yarattı. ALLAH ilk önce kalemi yarattı diyor. ALLAH ilk önce aklı yarattı diyor. Üç şeyi yarattı. "Rûhumu yarattı-Kalemi yarattı-Aklı yarattı.”

Demiyor ki “ilk önce rûhumu yarattı yine diyor ilk önce kâlemi yarattı ilk önce aklı yarattı.”
Hepisi birden şöyle “lüppp!” diye üçü birden mi çıktı?
Üçü birden çıktı.
Eee ALLAH öyle çabucak yaratmaz. “Dünyâyı bile 6 günde yarattım” diyor.

Cemâat iyi dikkat et!
“ALLAH önce rûhumu yarattı, ALLAH önce kalemi yarattı, ALLAH önce aklı yarattı”
Hepsi birden yaratıldı demek.
“ALLAH önce kalemi yarattı demek, ilim benimle yayıldı diyor benimle yayıldı.”
“Alleme'l-insâne mâ lem yâlem”
“ALLAH önce aklı yarattı, her şeyi idrak için bana akıl verdi” diyor.
Sen zannediyorsun ki bir nur yaptı getirdi ona aklı soktu içine ondan sonra efendim hâfıza soktu şu, torba değil bu.
Haaa nûru yaratır yaratmaz nurlan akıl ve kalem yarattı.
Bu bizim gibi serseri, anlamayanlara aklına sokmak için kalem diyor ALLAH.
Onun için Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ALLAH’ın Nûrundan halkedilir edilmez o nûrun içindeki olan ilim o nûrun içindeki olan idrak akıl bütün esmâ birlikte yaratıldı demektir.

O halde Cenâb-ı sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz doğrudan doğruya ALLAH'ın süzgecinden geçmiş küçülmüş küçülmüş bize gelmiş Cenâb-ı ALLAH'ın esmâlarının aynası bir Zât-ı Muhteremdir.
“Anladın mı?”
Mü’min de, ondan sızılmış sızılmış sızılmış sızılmış aha bu hâle gelmiş insandır.
Onun için “bütün bağlar kopacaktır kıyâmete yakın. İslâm'ların elinde tek bir bağ kalacaktır ”diyor.
“Namaz” Aha bi tâne. Yâni benle olan irtibatınız.
Evinin elektriği oraya bağlı, o oraya, o oraya, o oraya teee santrale bağlı. Aha bu namazı bırakırsan santral bitti.
Bu iki hadis, yâni “Ahmed'in rûhunu kendi yüzümün nûrundan halkettim” Hadis-i Kudsîsi, ikinci hadis “ALLAH önce rûhumu kalemi aklı yarattı” Hadis-i Cenâb-ı peygamber.
Bu 2 hadisten bir tek şey murâd edilmektedir, bu da “Hakîkat-ı MuhaMMediyye” dir.
“Hakîkat-ı MuhaMMediyye” denilen İslâm'daki şey, aha bu demektir, bunu murâd etmek istemiştir.
Onun için: “Hakîkat-ı MuhaMMediyye ne demektir Yâ Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem?” dedikleri zaman

“Ben ALLAHtan mü’minlerden de benden” demiştir.
“Ben ALLAHtan mü’minlerde benden.”

Sonra ruhları Ecsad Âlemine indiriyor.
Bu yüzünün nûrundan halkettiği nûrun zübdesini, hulâsesini ALLAH onları Ecsad Âlemine indiriyor.
Tîn Sûresinde “esfeli sâfilin”. Esfeli sâfilin cehennem değil oğlum, “esfeli safiline git, tepeden aşağı inmek” demektir. Tepeden aşağı inmek, kürsiden yere inmek, havadan paraşütle aşağı atlamak.
O halde “O” yukarda. Çok iyi dinleyin, bir şeyi anlatacağım size de malzemeyi topluyoruz. Konserve kutusunu daha açmadık içinde bakalım ne var?.
İnsan yemekten oruçludur, bir de bir şeyi öğrenmekten oruçludur.
Hepimiz oruçluyuz işte akşama bir şey yiyeceğiz, dur bakalım.

Bu yukardaki rûha SULTÂNÎ Ruh denilir sultanlara mahsus ruh. ALLAHa mahsus.
Esfeli sâfiline inen Cismânî Ruh, yâni dünyâya inen cesedin içindekinde içindeki ruh aha içimizdeki ruh, “anladın mı?”
İçimizdeki ruh. Aha bir daha bak ellerimizi kaldırıp konuşuyoruz o Cismânî Ruh, Cismânî Ruh.
Sultanî Ruh yukarda.
İşte Cismanî Ruh esfeli safiline geldik aha bu vücudun içine girdik.
Ondan sonra ALLAH rûhundan üfüledi, hani çamurdan halketti de nefhetti ona.
Adam kalktı yukarı aha cesedlerimiz kalktı, Sultanî Ruh yukarda.
Deminki hâfızın okuduğu neydi İslam'lara âitti.
SULTÂNÎ Ruhnan bu esfeli sâfilinde bulunan Cismânî Rûhu birleştirmek için kafanı secdeden kaldırmayacaksın.
Onun için “Ben ALLAHtan diyor, mü’minler de benden” diyor.
Aha onu birleştirdiğin dakîkada “pırrrrrr!” uçtun gittin.
Cismânî Ruhlan Cismânî Ruhu SULTÂNÎ Rûha ordaki rûha kabul ettirmek için temizlenmek lâzım.
Yalan söylememek lâzım. Şunu söylememek lâzım bunu söylememek lâzım.
Söylersen demin dediğim gibi zeytinyağınnan suyu karıştırırsın kandil yanmaz oğlum.
Bu kandili yakabilmek için bu temizliği elde etmek lâzım.
Yandı mı … O halde rûhunu yüzünün nûrundan halkeden Cenâb-ı ALLAH Hazreti Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'i Resûl-u Ekrem de: “Ben ALLAHtan mü’minlerde benden” dedikten sonra Cismânî Ruhtan pisliklerden arınıp da SULTÂNÎ Rûha çengelini taktıktan sonra daha ne korkuyorsun?

Tayyâreden insanı paraşütle atarken bir ip vardır orada tayyâreye bağlı. Herif boşluğa düşer düşmez belki çıldırır diye muayyen bir müddet çıktıktan sonra ipi kesemez diye tayyâreden “rapp!” diye açarlar onu. Sen de son nefesine geldi mi SULTÂNÎ Ruh haykırır “Hele hele dur bakıyım bir!”
Bütün hücrelerin “lâ ilâhe illâllah” demeye başlar.
Bakma efendim,“Son nefeste ALLAH nasib ederse…”
Secdeye nasib etmiş ALLAH seni, bu kadar sene 45 sene Secde-i RAHMANa Hulûs-i Kalb ile!

Ama deminki dediğim gibi riyâ yok, yalan yok, gıybet yok, dedikodu yok 40 sene yap ondan sonra son nefeste senin şeytanın rezil etsin seni?
Nasıl edermiş ALLAH yâhu!“Gel bana" diyor "gel bana!” diyor.
Bu indi mi aşağı indik mi, sonra “ulan bunlar şaşırırlar” dedi.
Semâdan kitablar göndermeye başladı.
Kitablarda neler var, yazılar var aha demin bir tânesini okuduk. Namazda okuyoruz.
Bu yukarda Hakîkat-ı Resûlullah dedik değil mi anlattık onu anladınız.
Onu bak şunda bir parıltı var değil mi bak. Şöyle korsan buraya aksediyor.
Aha bu hakîkatte de bir parıltı vardır. O parıltı lafzan Kur'ân-ı Kerim.
O parıltıya dikkat edersen iki türlü rengi vardır.
Birisi şöyle benim bu güzel şeyimi idrak edip bana yanaşması için yapılması lâzım olan harita var elimde.
Düz Dağına gidecektim, harita çızmışlar vermişler elime güneye doğru sol taraftan gideceksin şu kadar kilometre, haritaylan gidilir.
Pusulanda var elinde değil mi? Bunu bilmek lâzım. haaaah…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Mesaj gönderen kulihvani »

İşte o hakîkat-i Resûlullahi MuhaMMediyye sallallâhu aleyhi ve sellem vâsıl olabilmek için harita Kur’ân-ı Kerim’in içinde… “E ben o haritayı göremedim..”Sen göremezsin o haritayı gâyet tabi. Eline versinler de haritayı aha cızılgıt git hazîneyi bul! Yağma varıdı… Aklına sokacak. Bu harita dış âlemimizin düzenini sağlar. O da şeriat işte. Şeriat o!
Bu haritaynan hakîkat-ı MuhaMMediyyi sallallâhu aleyhi ve sellem vâsıl olabilmek için haritası, şeriat! Bu dış âlemimizin düzenini sağlar. “Sağlarsa ne olur?”Fazîletli olur, yalan söylemeyiz, ahlâklı oluruz, yetim malı yemeyiz, kimsenin ırzında değiliz, kimseye yalan fenâlık yapmayız. Bu, bu düzeni sağlar.
Bir de hani dedim Sultanî Ruh kanca yapar yukarı. Kanca yapar.
Ona da hocalar kitablar hiç kimse bir şey anlamaz. Mârifet mârifet mârifet mârifet hokkabazlıktan başlar teee yukarı kadar gider. Herifin çok mârifeti var bir elinlen 80 türlü iş yapıyor. Anlaşıldı mı, buna mârifet derler.
İşte bu dış düzenle iç düzen mârifetnen şeriat birleşti mi orda “Hakîkat-ı MuhaMMediyye” ortaya çıkar.
Oraya vâsıl olabilmek için bunlar şeyeder. “Nasıl olur bu?” Ağaçlan yaprağı misal getirebiliriz, ağaçlan yaprak her ikisinin birleşmesinden meyva husûle gelir oğlum.
Âyet-i kerîme’mi istiyorsun?
İki deniz yürür karşılaşır fakat aralarında bir berzah vardır “Meracel bahreyni yeltekıyân”Yok mu âyet-i kerime?
İki tâne bahr’in arasında bir berzah vardır, bir köprü vardır. “Ne o berzah?”
Ulan o berzah, İnsân-ı Kâmil işte!
O halde burdan oraya çıkmak için akıllı Sultanî Rûha sâhip Cenâb-ı ALLAH’ın sevgilisi Resûlullah’ın nazar-ı akdesine şey olmuş bir İnsân-ı Kâmil bulacaksın. “Merace’l-bahreyni yeltekıyân” işte o!
Ve diyor ki onlar, o berzahlar, onlar, şaşmazlar Rahman Sûresinde bu âyet Rahman Sûresinde. Eee şeriatı yap, şeriat… “Efendim nerde şeriat?”Katil oldular, ulan o şeriat değil… efendim yüzünü açtılar, o da şeriat değil!
“Efendim erkek bacaklarını açtı geziyor!” şeriat değil o!
Bilmem “efendim oruç tutmuyor!” şeriat değil o! Şeriat, secdeye başını koyana âittir.
“Efendim evde heykel var günah! resim var günah!”
Ulan orda ki günah değil yâni secde ettiğin yerde günah.
Aha buraya resim girmez aha buraya heykel girmez dışardakine karışma sana âit değil. Şeriat bu. Şeriat, kendi içine âit, içine… Kendini temizle dışarda “Vır! Vır!” etme!
“Vır! Vır!” ede ede ede ede üzerimize sinek konmaya başladı, kondu mu, katıra sinek kondu mu, başlar çifte atmaya… İçine çifte at! İçine çifte at! Temizlendi mi gece oldu mu, kimin feneri varsa o yol gösterir.
Çıkar bâzı yobaz: “Din elden gitti!” bilmem ne..Sen kimsin ulan!
“Din elden gitti millet gâvur oldu!” Kim gâvur oldu ulan!
Bunu söylediği dakîkada bir adam şu Âyet-i Kerîme’yi inkar etmiştir,
“Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî. İnne aleynâ cem’ahu ve Kur’ânehu. Fe izâ kara’nâhu fettebi’ Kur’ânehu. Summe inne aleynâ beyânehu:”
“Sen üzülme Resûlum ağzını kapa diyor, kıyâmete kadar Kur’ân-ı Kerîm’i biz devâm ettireceğiz” diyor.
Sen ne oluyorsun ALLAH’ın tekellüf ettiği şeyi ALLAH’ın âyetini inkar etmiş oluyorsun. Onun için edeb bu oğlum aha, aha gıybet bu.
Deminki dediğim gıybet bu, bundan kurtulamazsan hiçbirşey olamazsın.
Cehenneme bile kabul etmez insanı, cehenneme girmek de bir hünerdir. Cehenneme girmek de bir hünerdir.
Demek ki Cenâb-ı ALLAH sana acıyor temizlenmek için sokuyor ki “huzûruma kabul ediyim” diyor.
Bir ihsandır cehennem! Anladın mı gıybeti şimdi?
Hasan efendi’nin aleyhinde değil, buna eşşek gıybeti denir, eşşek gıybeti de denmez lugat çıktı öyle söylüyorum. Eşşek çok güzel hayvandır yâhu.
Bütün vaziyeti 15.000 sene evvelki eşşek aynı eşşekliğini devâm ettirir. Sâhibi vurur vurur vurur, döver, kulağını çeker, keser, birşey demez zavallı. Ne mahkemeye mürâcaat eder, ne birşey eder, ne birşey eder ne birşey eder. Mahkemeye mürâcaat etmeyeceğini bildiği için o eziyeti yapıyor zâten o kul ona. Eziyet yapan da, yârın mahkeme yoktur diye inkâr edemez amma.
Onun için kimseye eziyet etmeyiniz cemâat! Sineği bile öldürmeyin! Fâreyi bile öldürmeyin lütfen!
“Mecbur kaldı!.”Efendim hemen haklar o, deminki dediğim herif!
“Kullun muzırrun yuktelun” Her muzur şeyi öldür!
Sana, sinek muzır, çünkü üstünde senin oğlum, yağ var da konuyor, bende yağ yok bana konmuyor, o halde benim için muzır değil, “Hangi muzır?”
ALLAH’ı zikirden, Cenâb-ı sallallâhu aleyhi ve sellem’i tahatturden alabilecek herhangi birşey muzırdur.
Pancar yetiştirecek Mehmet Efendi, neymiş? 30 dönüm pancar 80.000 lira para alacak efendim, köstebekler yiyor, git köstebekleri kütür kütür kütür… Ne yesin bunlar? Babanın tarlası mı orası?
70 ton pancar çıkardın, yese yese bu köstebekler 3 tonunu yer be birâder. Ne yesin onlar, hayvan herif.
Seeeen “Yâ RABBi ben bu tarlayı ekiyorum!” Bilmem ne oluyor şu oluyor bu oluyor bunların da rızıkları var,
Sen böyle düşünürsen köstebekler utanırlar senin tarlana gelmeye. Aha bu köstebek hikâyesi de gıybettir.
O halde mârifet dediğimiz şey nefsin kara perdesini kalb aynasından açmak ve onu temizlemekle olur.
Bak gözlük. aha! aha böyle olur. Nasıl açıyor bunu? “Hoh! Hoh!” la açılıyor mu? Açılmıyor bak ellen açılıyor. Bir yardım lâzım.
O halde senin içini de açmak için bir İnsân-ı Kâmil lâzım. Bak hareket lâzım.
Birisinin eline gireceksin şööööyle ovacak seni, korkma ezilmezsin elinde. Pireyi al ez, ez, ez at yine uçar pire. O zaman insanda gizli hazîneler görünmeye başlar.
Cenâb-ı ALLAH diyor ki bak “Benim yüzümün nûrundan onun rûhunu yarattım!.”
“Ben ALLAH’tan mü’minlerden de benden!” diyor Peygamber.
“Ben bir gizli hazîneydim” diyor ALLAH bir hadis-i kudsîde.
“Zâtıma irfan duygusunun, zâtımdan irfan duygusunun kaçmasını istedim” diyor.

Bundan anlaşılıyor ki insanı mârifet için yarattı, yâni irfan sâhibi olmak için yarattı. İşte kalbin sırrı dedikleri şey budur, Kalb Sırrı denilen şey budur. İrfan sâhibi olmak için de, ilim tahsil etmek lâzımdır. İlimler, Cenâb-ı Peygamberin buyurduğuna göre ikidir;
Kalbde olan ilim; İlm-i Bâtın; İlm-i Ledün, Bâtın ilmi! İkincisi dilde olan ilim.
Dilde olan ilim ALLAH’ın kulları üzerindeki huccetidir.
O halde buna varabilmek için insan önce şer’î bilgiye muhtactır.
Bu şer’î bilgiyle yâni şeriatteki emirlerle şu şöyle olacak, yalan söylenmeyecek, böyle olucak, işte namaz kılınacak, kimsenin ırzına… yetim malı yenmeyecek bunlar hep şer’î bilgidir.
Bu ilimle, Sıfat Âleminde ALLAH’ın Zâtına âit bilgiler tahsil edilir.
ALLAH’ın huzûruna gideceğiz, buradaki bilgiler nasıl tahsil edilir.
Eğer bu, bu tahsili yaptı mı bundan sonra Bâtın Âlemine sıra gelir bu tahsili yaptı mı cehennem yoktur sana.
Ne diyor Cehennem: “Ya mü’min geç, nurun ateşimi söndürüyor!”Kâfirler bu ilmi tahsil etmediği için münkirler onun için cehenneme gidecek, cehennemde ateş ilmi tahsil edecekler.
Kendiliğinden okumayana tokatlan zorlan okuturlar oğlum!
Aha bu cehennemin esâsı da bu. Ben bu ilmi tahsil edeydin, edebsizlik yapmazdın. Yoksa efendim hırsızlık yapmışsın, bilmem efendim filancanın kolunu kesmişsin, Cenâb-ı ALLAH seni “gel bende senin kolunu..” Yok efendim yok.
Aha bu ilmi tahsil edip de kendi gözlüğüne “Huhhh!” dedirmediğin için, içindeki Cenâb-ı ALLAH sana senden yakın, O’na hurmetsizlik yaptın, ondan ondan ondan ondan…
Kafanı aç kafanı aç… Yobazlığı bırakmak lazım!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Mesaj gönderen kulihvani »

Bundan sonra da Bâtın İlmine geldik.
Bu ilimle de, Mârifet Âleminde HAKK’a irfanın tam kendisi teşekkül eder. Yâni Mârifet Âlemi, Lâhut Âlemi dedikleridir.
Asıl vatanımız asıl doğduğumuz geldiğimiz vatan. Yâni Kudsî Rûh’un yaratıldığı vatan. Hakîki İnsan orada, Hakîkat-ı MuhaMMediyye orada.
“Ben ALLAH’tan” diyor değil mi?
“Mü’min de benden!” Hakîki İnsan, oradadır o halde.
O ruh, kalbe emânet olarak kondu. emânet olarak kondu.
Peki bu emâneti nasıl çıkaracağı?.
O hudud da Lâhut Âleminin hudûdunda bir kapı levhası vardır. Mevlûd’de de işitmişsinizdir..
“Lâ ilâhe illâ ALLAH!” o kapının levhası budur.
Bu kelimeyi onun için evvelâ diline bulaştıracaksın.
Lâ ilâhe illâ ALLAH!
Lâ ilâhe illâ ALLAH!
Lâ ilâhe illâ ALLAH!

Kalbin, hayat buluncaya kadar dilinle bunu söyleyeceksin senelerce.
Dille söylendikten sonra kalble söylenmeye başlar.
“Dille nasıl söylenir? Kalble nasıl söylenir?”
“Nasıl söylenir Hoca Efendi bize öğrette söyleyelim. Biz de “lâ ilâhe illâ ALLAH” diyoruz.”
Ee ben de diyorum: “Lâ ilâhe illâ ALLAH.” Hepimiz: “Lâ ilâhe illâ ALLAH.”Nasıl söylenilir, kalblen dillen nasıl söylenir onun öğretilmesi burada vaaz kürsüsü değil oğlum burada olmaz.
Onu hakîki söyledi mi işte perde açılmaya başlar.
Onu söylediğin dakîkada “ Ben ALLAH’tanım mü’min de Ben’dendir” diyen hadisini düşün.
Onu söyleyen Resûlullah Efendimiz diyor ki: “ALLAH ile öyle bir zamânım olur ki o anda araya ne bir Meleki Mukarreb ne de bir nebîi mürsel girebilir diyor. benim ALLAH ilen öyle ânım olur ki diyor, araya ne bir peygamber ne de bir melek giremez diyor, ne demek bu?
Nebiyyi Mürsel, Efendimizin sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin beşerî yönü beşerî tarafı, insânî tarafı.
Yakın melek de, Efendimizin rûhânî durumudur.
Şimdi şöyle düşünürken, bakıyorsun birini seyrederken aklına birşey geldi araya birşey girdi bir de şööööyle bir bakarken dalar gidersin, aha ne Nebiy-yi Mürsel vaaaar ne mukarreb melek var.
İnsanın kendi kendisine sana senden yakın olan ALLAH’nan bir an içinde kaybolması demektir.Aha Nebiy-yi Mürsel o. Havada arama bunu!
Zâtı beşeriyyet havada araya araya araya araya araya aha şu beşeriyeti hayvanlaştırdılar bu hâle getirdiler.
Hâlâ da arıyoruz, ayda adam arıyoruz!? Dedeleri orda heriflerin…
Ceberût Nûrundan yaratılmıştır dedik. Oraya melek için giriş yok…
Meleki Mukarreb giremez, Lâhut Nûru da oraya giremez.
Burayı anlatırken Resûlu sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz diyor ki: “ALLAH’ın bir cenneti vardır ki orada köşkler yoktur diyor, bal lafı edilmez diyor sütte bulunmaz. Orada yalnız ilâhi yüze nazar vardır.
“Vucûhun yevme izin nâdıreh. İlâ rabbihâ nâzıreh”

Meleki Mukarreb, bilmem ne gidiyor hem-bezm oluyorsun yok oluyorsun.
“Mûtu kable en temûtu!”
Onun için: “Men arefe nefseh fekad arefe rabbeh!"
Nefsini bildiğin dakîkada ALLAH’ı da bilirsin aha bu dediklerimin hepsini kaldırdın mı ortaya kendiliğinden çıktı.
Orada, o ana geldiği zaman ayın ondördü gibi mehtabı nasıl seyrediyorsunuz cemâlullah öyle görülmeye başlar.
Sallallâhu aleyhi ve sellem söylüyor.
“Orada öyle bir âlemdir ki, orada melek veya cismiyet uğrarsa derhal yanar” diyor Resûlullah Efendimiz.
Cebrâil Sidretu’l- Munteha’ya gittiği zaman: “Merace’l-bahreyni yeltekıyân” a gittiği zaman:
“Bir karınca boyu öteye gidersem, geçecek olursam ya Resûlullah derhal yanarım!” demiş.
Resûlullah geçmiş ordan, İNSAN geçiyor oğlum.
“Neden?”
Ben size doktor olarak da misal getireyim, insan sıhhatte oldukça hastalıktan korkar.
Şimdi sizden çıkalım şurdan terli, amuca gel şurdan sana bir dondurma…
“Aman üşütürüm korkarım!”
Mîdesi rahatsızdır.
"Ya, gel! şurdan birşey ye, iç! oğlum pastırmalı sucuk ye!”
“Aman aman efendim aman mîdem, var sancısı!”
“Amuca şurdan iç!”
“Sen şerbet getir!”

Ulan çay içeceksen iç, içmeyeceksen şerbet ne?
“Çok açık olsun!”
O çay değil o kant suyudur o.
Çay içersen koyu içeceksin! Eee ne olur?
“Tansiyonum var!”
Sıhhatteyken hastalıktan korkar.
Çok dikkat buyur, ümîdi azalır, aha demin dediğim gibi tansiyonu..
“Ne olacak acaba tehlikeli midir?”
Ümîdi yok!
Hasta olunca da sıhhat ümîdi çoğalır.
Sıhhatteyken sıhhatini düşünmez hastalıktan korkar.
Hasta oldu mu bu sefer sıhhat ümidi çoğalır, korkusu kalmaz artık hastalık oldu mu korkusu kalmaz.

Onun için hafif hastayken
“Şunu aman yemeyecem!”
Hasta olup ta ameliyat oldu mu: “Ne olursam oluyum bana su verin!” der hemen.
Öyle çok mîdesini patlatanlar olmuştur.
Onun için bu işler de de böyledir.
Bir hadis-i peygamberîde buyuruyor ki demin o âyetteki îman,
“Hakîki îman sâhibinin korku ve ümîdini tartarsanız” diyor Cenâb-ı Peygamber “eşit gelir” diyor.
“Öleceksin yok şöyle olacaksın!”
Ölümden korku, yapılan edebsizliklerin defterleri ortaya çıkacak diye senin Sultanî Rûhunun Cismânî Rûha ihtârıyla duyulan endişeden çıkar.
Edebsizlikler ortaya çıkacak, rezil olacak ondan korkuyor.

Onun için aziz cemâat!
İslâm gıybet etmez, İslâm yalan söylemez. Ama dediğim gıybet değil.
“Efendim falan vâiz efendi şöyle söyledi hoca efendi sen böyle…”
Geçen gün sabah namazına kalktım evimde, 3 gün evvel, pencereyi açtım, biraz hava alayım diye. Kıldım namazı, açık duruyor pencere.
Hoca kılıklı bir adam bizim evin altından geliyor. Câmiden çıkma sırası.
Öteden de bir genç geliyor: “Merhaba, merhaba merhabaaa…”
“Nasılsınız efendi” falan durdular şöyle karşı karşıya.
Ama uzaktan o kadar da temkinli o genç adam
“Efendi dedi sana bir şey soracam nedir?” dedi aha bunu işittim “Abdullah Efendi dedi vaazda şöyle dedi bu nedir?” dedi.
“Hop!” dedim. “Yâhu Abdullah Efendi mubârek bir zât temiz insan ilim sâhibi adam, sen nesin ki onu sokakta şey ediyorsun?”
“Yok şöyle söyledi…”
Aha bu gıybet.. Bunun ne namazı kabuldur, hiçbir şeysi kabul değildir. Vallâhi de değildir Billâhi de değildir oğlum. İslâm’da gıybet yoktur İslâm’da yalan yoktur İslâm’da fenâlık huyu yoktur. İslâm nur gibidir nur nur nur…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Mesaj gönderen kulihvani »

Güneş ışığı pisliğe de vuruuuur güzele de vuruuur baklavaya da vurur.
“Vurdu mu güneş pislenir mi?” “Pislenmez!”Onun için Cenâb-ı sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir hadisi var diyor ki;
“Ene medîne, ene medinetu” ben şehirim “Ali babuhâ, Ali de kapısıdır! diyor.'' Ne demek bu?.
Ben medîne’yim Ali de kapısı, evin kapısı.
Ötekiler almışlar efendim çıkmışlar bir kısım guruh demişler ki:
"Cenâb-ı peygambere peygamberlik gelmeyecekti, Ali’nindi, o çaldı bundan” haydi bir gürültü. Aha bu hadisten.
Ötekisi hep birbirine girdi. Ne o anlamış bu hadisi, ne bu anlamış.
“Ene medînetun ali bâbuhâ” Ben medineyim Ali de kapımız", şu demektir:
İlk islâm olan erkek Ali’dir. Kaç yaşındaydı biliyor musun?
7 yaşındaydı İslâm’a girdiğinde, 7 yaşındaydı.
İslâmiyet daha Resûlullah’a bildirilip de tebliğ edilmeden evvel Resûlullah’ın namazı yoktu, başka bir ibâdeti vardı, öyle 5 vakit namazı yoktu. Çünkü namaz farz değildi o zaman.
İslâmiyeti, İslâmiyete da’vet etmeye başladı mı ilk Ebû Bekir oldu.
Hazreti Hatîce Vâlidemiz oldu.
ALLAH o kadının yüzü hürmetine bütün seyyiâtımızı afv u mağfiret eylesin!.
Fakat oldu Ebû Bekir ama 40 küsür yaşında! Buluğdan beriki namazlar ne oldu?
Hazreti Ali namaz farz olduğu zaman 7 yaşındaydı, daha buluğdan evvel namaz kılmaya başladı.
Onun için dünyaaaa insanlarına Cenâb-ı ALLAH tarafından namaz farz emri geldikten sonra buluğdan evvel hiç namazı kaçmamış insan yegâne Ali’dir. “Ben Medîneyim!” Mü’minlerin mi’racı da namazdır değil mi?
Benim Medînemden ALLAH’a vasıl olmak için Ali gibi yapmak lâzımdır diyor namazlarının hepsini ödeyeceksin, o demek o.
“Ali babuha bu hâ..” anladın mı ağam!
Millet birbirini “Hav! Hav! Hav!” yiyor. “Ali şöyledi, Ali böyleydi…”Onun için sahâbe-i kiram içinde hiçbirinden kerâmet sudur etmemiştir.
Çünkü bir insandan kerâmet zuhur edebilmek için buluğdan îtibâren bütün namazlarını edâ etmesi lâzımdır.
Bütün veliyyullahlar namazlarının hepsini buluğdan beri kılarlar.
Kılmayan varsa buluğa kadar hepsini kazâ etmiştirler.
O halde kalb perdeni mi açacaksın aha bunları yapacaksın oğlum..

Bunlar bir gün büyük velîlerden Abdurrahman isminde bir zâtı muhterem Abdulkâdiri Geylânî devrinde yaşamıştır.
Büyük velîlerden çok büyük velîlerden.
Abdulkâdiri Geylâni için demiş ki bu büyük velî Abdulkâdiri Geylâni Bağdat’ta, bu Horasan da!
Demiş ki, Abdulkadir Geylâni için
“40 yıldır, Abdurrahman söylüyor, velî, 40 yıldır Kudret Kapısı’nın eşiğindeyim diyor, ben oturuyorum diyor, 40 yıldır kudret kapısının eşiğinde oturuyorum, ben hiç Abdulkâdiri orda görmedim!” demiş. “görmedim.”Bir heyet göndermiş, veliyullah bu, şaka değil, Bağdat’a:
“Gidin söyleyin demiş, orda büyük bir zât var Abdulkadir Geylânî” Konuşuyorlar zâten telsizle konuşuyorlar telefonla!
“Ben 40 yıldır Kudret Kapısı’nın eşiğindeyim Abdulkadiri görmedim!” demiş. “Nedir bu gidin sorun” demiş.
Gelmişler Abdulkadir’e söylemişler.
Abdulkadiri Geylânî gülmüş demiş ki:
“Gidin şeyhinize söyleyin selâm ederim ona” demiş,
“Eşikte oturanlar demiş, Hazrette olanı göremezler” demiş.
“Hazrette olanlar da, Sır da olanı göremezler” demiş.
“Ben Sır’dayım, Sır kapısından girer çıkarım içeri” demiş.
“Beni gâyet tabi göremez” demiş.
“Gidin ona söyleyin demiş falan vakitte falan saatte sana ind-i ilâhiden çıkan rızâ hil’atını ben elimle gönderdim, sana giydirdim” demiş.
“Falan zaman falan şeyhliğe nâil oldun benim elimle oldun” demiş.
“Sana 12.000 velînin huzûrunda demiş yeşil pelerini ben elimle giydirdim” demiş.
Bunu Abdurrahman’a anlatmışlar: “Abdulkadir doğru söylüyor” demiş. “Vaktin Sultânı O’dur!”

Onun için hiç kimse birbirinden ne olduğu belli olmaz oğlum.
Belli olmadığı için kimseyi gıybet etme!
Kimsenin arkasından “Vır! Vır!” etme!.
Büyük insanların peşinden “Vır! Vır!” edersin söylersin o gücenmez.
Amma gökte uçan kuşun gölgesi yere akseder, kuş onun farkında değildir, değil mi?
Tepelenirsin, gıybet yasak, bu yolda gideceksen gıybeti bırak!.
Gıybet yapmayan nelere mazhar olur.
Aziz cemaat, bundan 1050 Hicrî senesi gidin, bir yere yazın bunu 1050 Hicrî yılı olursa ne kadar sene olur? 338 sene olur, 338 sene evvel Hicrî 1050 yılıda..

İstanbul’da sesi, yüzü, tabiyatı güzel, genç bir Hâfız Hoca varmış.
Hâlid Efendi ismi.
İlmi var, halk kendisini çok sever, gâyet güzel yüzü var.
O kadar ALLAH bir güzel ses vermiş ki, sabah ezanı okunurken bütün İstanbul onun semtine gelirmiş ki: “Dinleyelim şu hâfızın sesini” derlermiş.
ALLAH verdi mi veriyor.
Bir de anacağızı varmış. Hâfız bir gün başlanmış dertlenmeğe.
Sesi çıkmaz, böyle yüzü kızarır, kimseye bakmaz.
Zâten temiz bir insan. Nur, Nur, Nur! Demin dediğim Nur.
Aynayı silmiş herif, yâhutta sildirmiş.
Silmişnen, sildirmişin arasında fark var haaa.
Çalmışla çalınmışın arasında fark var, onun gibi.
Aylarca bu dert devâm etmiş. Derdini kimseye söylememiş.
Anası bir gün demiş: “Oğlum senin ne oldun”
“Yok ana bişey yok"
demiş.
“Söyle oğlum söyle” demiş.
“Ana yok bişey” demiş.
“Yav hâfız” demiş “oğlum, benim tek oğlumsun, senin tabiyatında değişti, bir derdin var, söyle!” demiş.
“Ana hakkımı helâl etmem sana” demiş.
Hâfızın elinden hemen kılıcı almış, anası getirmiş kafasına: “Söyle!” demiş.
“Peki ana söyleyim.” ”Ana” demiş, “Ben rûyâda” demiş “Zamânın Pâdişâhının kızına âşık oldum, o da bana âşık” demiş.
“Pâdişâhın kızını istiyorum.”
“Olur mu nasıl alalım, biz neyiz”
“Ana vallâ kalk git pâdişahtan kızını iste”
demiş.
Şişhâne yokuşu var ya İstanbul’da, Kasımpaşa’ya iner.
Aha orada oturuyorlar, mahallesi de orası.
“Ana kalk pâdişahtan iste.”
Pâdişahta Dolmabahçe Sarayında değil o zaman, Dolmabahçe yok, Topkapı Sarayında.
Kadıncağız, evlad hatırı, olmuş bu oğlum, olmuş..
Şecere-yi Nûmâniye’de, devletin arşivlerinde var.
Kalkmış saraya gitmiş.
Nur yüzlü.. İslâm kadını oğlum yaşlandıkça nurlaşır..
İslâm erkeği yaşlandıkça nurlanır..
Dinsizler isterse ismi İslâm olsun, ne olursa olsun, yaşlandıkça suratında bir leke oluşur, o dudu karılar vardır, şeylerde..
Hristiyan karıları, dönmeler, İstanbul’da gördüm.
Suratlarından böyle ermeni gibi şeyler çıkmış, sakallar çıkmıştı.
Suratı kirlidir böyle, sinek bile konmaz o pis surata, beğenmez.
İslâm kadını nur yüzlüdür.
Benim rahmetli anam bigün söyledi:
“Oğlum” dedi “ben ninemin” dedi “başındaki yaşmak” dedi “gül kokardı” dedi. “Bizimkiler kokmuyor” dedi.
“Ah anacığım, ALLAH rahmet eylesin!”
“Oğlum”
dedi, “benim ninemin başının” dedi “yaşmağı gül kokardı” dedi. “Bizmkilerde kalmadı o. 86 yaşındaydı..yaaa…”

Onun için İslâm kadını..
“Efendim felan kadın genç kalmış..” Hazreti Adevviye 70 küsür yaşına gelmişte şemâilinde var, 14 yaşındaki terâvetini kaybetmemiş.
Sen ALLAH yolunda gidersen o nûru güzel göstermek için ALLAH yüzünü kırıştırır mı senin oğlum?
Yüzü kırıştıran edebsizliktir!
Yüzü kırıştıran fitnedir.
Yüzü kırıştıran haseddir!
Yüzü kırıştıran gıybettir!
Yüzü kırıştıran dedikodudur oğlum!
Bunlar böyledir!!..

Bu nur yüzlü kadın pâdişaha gitmiş oğlu hatırı için, Topkapı Sarayına.
Orda görmüşler yeniçeriler: “Buyur vâlide” demişler.
“Oğlum” demiş "ben pâdişâhı görecem.”
“Ne” demişler.
“Pâdişâhı görecem.”
“Teyze sen nasıl görürsün pâdişâhı?”
“Vallâ bi haber salın
” demiş.
Şimdiki gibi: “Müdür Bey burda yok, Vekil Bey burda yok!” dedirmiyor.
Nefer gidiyor ağaya diyor ki: “Bir ihtiyar kadıncağız geldi, şevketliyi görecek.” O ona, o ona.. o pâdişâha:
“Efendim, bir ihtiyar, bir nur yüzlü bir kadıncağız geldi, Zât-ı Devletlerini görecek!”
“Gelsin!”
diyor pâdişah.
Çıkıyor huzûra. Pâdişah dönüyor bu Nur yüzlü kadını; “Buyur vâlide” diyor.
Pâdişah da genç, kadına nispeten.
“Şevketlim” diyor “af buyurun huzûrunuzda rahatsız ediyorum.”
“Söyle Vâlide Hanım”
diyor.
Anlatıyor hikâyeyi: “Benim oğlum böyleydi böyleydi, şöyleydi, böyleydi..” Pâdişah birden kızıyor: “Sen” diyor “nasıl olur da” diyor “pâdişâhın kızını gelirsin bir mahalle hâfızına istersin, bu olur mu?!”
“Vallâ Şevketlim ben edebsizlik yaptım, biliyorum ama” demiş “evlad hatırı için geldim” demiş “istersen boynumu vur.” Pâdişah kızıyor ama bir yandan da memnun oluyor.
Çünkü kendi kızı da bir senedir aynı vaziyette.
Kızın derdini anlıyor pâdişah. “Rüyada âşık olmuşlar!”
“Nasıl âşık olur?”

Yav yanında birisi.. Sen uyursun, yanındakiler de oturur böyle konuşuyorlar.
Sen rüyâda nâreler atarsın, harbe girersin, kılıçlar çekersin, şakırtı, makırtı, kıyâmet gider.
Dışardaki herif farkında değildir bunun, hiç duymaz.
Asıl uykuda o duymayan heriftir, uyanık olan heriftir.
Sen rûyâda uyanık olsan, gözü açıkta rûyâ görürdün.
Onun için Cenâb-ı Peygamber buyurmuştur:
“Benden sonra peygamberlik yoktur ancak müjdeler vardır. O da sâlih bir mü’minin rûyâlarıdır” demiş.
“Peki” demiş “vâlide” demiş, kızını da kurtarmak için, ihtiyar kadını da böyle rencide etmemek için.
“Peki” demiş “9 katır yükü altın getirirse” demiş “oğlun, veririm oğluna kızımı.”
Kadıncağız kalkmış gelmiş o Şişhânedeki evine, Hâfız bekliyor.
Demiş ki: “ne oldu ana?”
“Oğlum”
demiş “vaziyet böyle.. 9 katır yükü yâni 9 çuval padişah silme altın istiyor” demiş.
Hâfız başlamış göbek atmaya: “Ana oldu iş!” demiş.
Hâfızın beş parası yok. “Oldu iş” demiş.
Yalnız, hâfız “oldu” demiş ama ikindi vakti de olmuş.
Bi ezan okumuş, gitmiş, bir kazma kürek, evin bahçesine gelmiş.
Evin bahçesinde de toprak sarı.
Şimdi Şişhâne’nin o Kasımpaşa’ya inerken sağ tarafta bir türbe vardır.
Oralardaydı bu, gidin oranın toprağı sarıdır, aha orada ev.
9 tâne çuval bahçeye koymuş bizim Hâfız. Kazma küreği de koymuş.
Yatsı namazını da.. akşam namazından sonra yatsı da girdi mi sıvamış bizim hâfız kolunu, başlamış kazmaya.
Kazdığı toprakları çuvala dolduruyor. 9 tâne toprak çuval doldurmuş o sırada. Sabah olmuş, sabah namazını kılmış.
Bir araba o zamanında yüklemiş 9 çuvalı, doğru Topkapı sarayına.
Bu olmuş, devletin arşivinde yazıyor, hazîne müzesindeki.
Dayanmış sarayın kapısına: “Ne o? ”
“Pâdişâhı göreceğim , söyle falan hâfız geldi diye"
“Aman etme gitme, pâdişah namaz kılıyor.”
Nihâyet duyuluyor falan, arabaylan giriyorlar.
O zamanın öküz arabası, ne arabası bilmiyorum artık, ne arabası dersen de.
Sarayın bahçesine giriyorlar. Şimdiki Topkapı Sarayının içine girdiğin zaman öyle hah oraya giriyorlar.
Pâdişah geliyor nedir diyor?
“Efendim” diyor, “benim dün anam geldi” diyor.
“Haa” diyor. “Sizin kızınızı istedi.”
“Ha”
diyor "9 çuval diyor altın istedin, aha getirdim” diyor.
Padişah: “Bu 9 çuval altını nerden getirecek “dökün bakalım!” diyor.
Bi döküyorlar ki çil altın. Oğlum bu altınlar hâlâ var piyasada.
İngiliz altını, Rus altını, Rus çermonskisi , goldunu, moldunu, napolyonu, bitmek üzere. Hâlâ doludur ortalık o altınlardan.
Hazîne.. pâdişahın gözü böyle fırlıyor.
Bide söz vermiş, kızını çağırıyor: “Al oğlum” diyor “nikah kıydırtıyorum sana verdim kızımı ama” diyor “Bunu yürekten vermiyorum” diyor “Canım istemiyor sana vermek, ALLAH size nesil vermesin” diyor.
Beddua ediyor, baba bedduası, baba bedduâsı, ana bedduası tutar ha!
Ama Secde-yi Rahmâna başını koyan babanın, Secde-yi Rahmâna başını koyan ananın, gıybet yapmayan ana babanın, hased yapmayan ana babanın, haram yemeyen ana babanın bedduası tutar.
“Gözün kör olsun, başın kırılsın!” bazı sürtükler var “kert kert” çocuğa saldırır!..
Onların duâsı kendine bile.. kendi bile duyduğu yok onun, onun eşşek duâsı o, öyle duâ olmaz.
“ALLAH size evlad vermesin” demiş.
Babasının elini öpmüşler gitmişler.
Evlerine gitmişler. Hâfız memnun, kız memnun.
Aradan 2 sene geçmiş, çocukları olmuyor.
Tabii hâfızın İstanbul’da da mevkii fazlalaştı.
Sultanlan evlendi yav. Padişâhın kızınnan evlendi. Herkes îtibar ediyor.
Derken ağam.. Hacc mevsimi.. Mahallelerinden zenginlerden bâzıları hacca gidecekler. Surre Alayı gidiyor.
Hâfıza da demişler ki: “Hâfız efendi, gidelim.” Onlarda niyet etmişler Surre Alayı kalkacak.
Sultan demiş ki, pâdişahın kızı yâni karısı: “Hâfız bende geleceğim hacca” demiş.
“Emredersin” demişler.
Tabii Surre Alayı bir de pâdişahın kızı geldiği için başka önem kazandırıyor tabi, muhafızlar.
Kalkıyorlar bunlar, bir- birbuçuk ayda Mekke, Medîne gidiyorlar.
Hacc mevsimi bitiyor, Medîne’ye geliyorlar, dönecekler.
Sultanda bir ağrı başlıyor, müthiş bir ağrı, bir sancı.
Pâdişâhın kızı olduğu için oralar bizim pâdişâhın emrinde.
Bütün zamânın doktorları toplanıyorlar, ilaçlar, milaçlar.. hastalık..
Doktorlar diyorlar ki: “Bu, Sultan hanım” diyor “hâmile” diyorlar.
Hâmile, ağrısı fakat devâm ediyor, daha devâm ediyor, ilaçlar, milaçlar..
Nihâyet bunlar “bir an evvel İstanbul’a gelelim” diyorlar, dönüyorlar.
İstanbul’a geliyorlar, 1 ay tedâvi, medâvi, falan, şu, bu, kurtaramıyorlar kızcağızı, kızcağız vefat ediyor, Sultan.
Bunun türbesi, Şişhâne‘ye çıktığınız zaman, Unkapanı’na inen bu tarafa, yukarı 6. dâireye çıkar. Birisi de Pera Palasın altından girer, Kasımpaşa’ya inen yolda.
Kasımpaşa, o yokuşu iner inmez, sağda, tepenin üstünde, hemen 20 metre orada büyük bir türbe vardır “Lohusa Sultan Türbesi” derler oraya.
O, hâfızın evinin bahçesi, toprağı altın yaptığı bahçe. Hâfız nasıl toprağı altın yaptı?
Haberi yok onun, öyle dalmış kendine ki, bu oldu “Ben bunu cân-ı gönülden istedim, ALLAH bunu verecektir” diyor.
O toprağı altın diye doldurdu.
Hâfızın kerâmetinden haberi yok herifin, toprak altın oluveriyor orda.
Hiç kimsenin farkında değil bu iş.
Defnediyor oraya, evinin bahçesine, Pâdişah da babası, oraya bir türbe yaptırıyor.
Ölümünden ağalar, dört buçuk ay geçiyor, Sultan’ın ölümünden dört buçuk ay geçiyor.
Yâni Medîne’den döndükten sonra, üç ay, dört ay oluyor, dört ay, dört buçuk ay..
Ölümü.. üç buçuk ay sonra, dört buçuk ay sonra ölüyor kadın.
Ölümünden dört buçuk ay geçti mi, yâni hepsi o gebe kaldığı dediği müddetle 9 ayı falan buluyor.
Ölümünden yâni defnedildikten dört ay sonra mahalleli bir çocuk sesi mezardan geldiğini işitiyorlar.
Bir çocuk ağlıyor, rahatsız olmaya başlıyorlar.
Mahallenin muhtarına, nukabına söylüyorlar: “Pâdişâhın kızının mezarından ses geliyor.” Derhal pâdişâha haber veriliyor, Pâdişah heyetnen geliyor.
Bu devletin arşivinde yazılı oğlum, bu saçma değil.
Mezarı açtırıyor pâdişah, bakıyor ki kızı Sultan gözlerini yummuş, bir çocuk memesinde emiyor.
Analık saâdetini bu evliyâ kadına ALLAH babasının bedduası şeyi hürmetine dünyâda tattırmadı, âhirette tattırdı.
Günü doldu, mezarda doğurttu kadını ve memesine şey etti..
Pâdişah çocuğu alıyor, tek kızı var zâten, Hâfızı da saraya alıyor.
Bu çocuk, Osmanlı İmparatorları içinde şehzâdedir ve pâdişah olmuştur. İsmini söylemiyorum…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-24

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için ağam, sen kendini vermeye bak.
Kadın; fazl bakımından, fazl bakımından erkekten daha çabuk ermeğe müsâiddir. Çünküüü, ALLAH’ın HAYY Esmâsının Tezgâhıdır. Bunun kıymetini bilirse, iffet namûsunu ve temizliğini, dedikoduyu o günündeki bulan Havva Anamızdan intikal eden Nûru yüzünde şey ederse, bir erkeğin 7 senede yapacağı rûhânî hamleyi 7 günde yapar kadın, ama nerede!
İstanbul’a teşrif ettiğiniz zaman Lohusa Sultan’ı ziyâret edin.
Bütün İstanbul’da çocuğu olmayanlar Lohusa Sultan’a gider duâ ederler.
Ve min tarafillâh o evliyâ mubârek kadının ALLAH şefaatine nâil eyleye, hürmetine herkesin nasîbini kendine verir. ALLAH cümlemizi ikaz eyleye!.
Âmin!..

Allâhumme salli alâ seyyidinâ MuhaMMedin ve Alâ âli MuhaMMed.
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine'n-nâr ve bi affike Yâ Mucir!
ALLAHumme ente’l-Mennânu Bediu’s-semâvâti ve’l-ard! Ze’l-Celâli ve’l-İkram!
Yâ Hayyu! Yâ Kayyûmu!
Yâ Allâhu celle celâluhu!..

ResimYa RABBi memleketimizi her türlü düşman istilâsından muhafaza buyur ya RABBi!
Ümmet-i MuhaMMedi sen ıslah ve muhafaza mansûr u muzaffer eyle ya RABBi!
Bizi cehennem azâbından koru ya RABBi!
Mîdemize helâl lokma nasîbi müyesser eyle yâ RABBi!
Bizi ibâdet zevkinden mahrum eyleme yâ RABBi!
Son nefesimizdeki buyurun: “Eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve eşhedu enne muhaMMeden abdûhu ve resûluhu” kelimesini söyleyerek bize çene kapamak nasîbi müyesser eyle!
Kabir de münkir ve nekir melekleriyle bize iltifat nasib eyle yâ RABBi!
Âhirete intikal ettiğimiz zaman Resûlu Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin mubârek yüzünü görüp elinden öpmek nasîbi müyesser eyle yâ RABBi!
Bizi muhafaza buyur yâ RABBi!
Cehennem azâbından koru bizi yâ RABBi!
Kuvvet, dirilik, sağlık ver yâ RABBi!
Lillâhi’l- fâtiha..
Resim

Resim

Sidre-i muntehâ: Mahlûkat ilminin ve amelinin kendisinde nihâyet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işâret. Yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimiz Aleyhi's-salâtu ve's-selâm'ın ulaştığı en son makam.
Gıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyâbında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Hased: Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
Şekk: (C.: Şükuk) Şüphe, zan. Bir şeyin varlığı ile yokluğu arasında tereddüt etmek
Radde: Derece. Rütbe. Sıra. Kerte. Mertebe. Aşağı yukarı. Fayda, menfaat. Çizgi, hat.
Uhud Harbi: Uhud, Medîne-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hazreti Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyş'liler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazâsıyla meşhurdur. Uhud gazâsı, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zâhirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazâsında Kureyş'liler mağlub olduklarından, Kureyş'lilerden Bedir Gazâsında akrabaları öldürülmüş olan bâzı kişiler Ebû Süfyan'a giderek harb teklifinde bulunmuşlardı. Ebû Süfyan, kendi kumandası altında Kureyş müşriklerinden ve Kenâne ve Tehâme'den üçbinikiyüz kişi kadar alarak karısı Hind ve diğer bâzı kadınlarla birlikte Medîne'ye doğru hareket edip Uhud Dağı'na gelmişlerdi. Hazreti Rasulullah (A.S.M.) Efendimiz, bunların önüne çıkmak fikrinde bulunmayıp, şehre girdiklerinde müdâfaa yapmayı teklif etmişse de, bâzı ashâbın ısrârı üzerine muharebeye çıkmağa karar vermişlerdi. Hazreti Peygamber (A.S.M.) sahâbeden 700 kişiyle küffâra karşı çıktı. Muharebede müslümanlar bâzan gâlip, bâzan mağlub olarak Peygamberimizin amcası. Hazreti Hamza ile birlikte 70 sahâbe şehid olmuştu. Hattâ Peygamberimizin de dişi kırılmış, yüzü ve dudağı yaralanmıştı.(Mühim bir sual: Fahr-ul-Âlemîn ve Habîb-i RABB-ul-Âlemîn Hazret-i Rasul-u Ekrem Aleyhi's-salâtu ve's-selâm'ın Sahâbelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihâyetinde ve Huneyn'in bidâyetinde mağlûbiyetinin hikmeti nedir? Elcevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı Sahâbede bulunan ekâbir-i Sahâbeye istikbalde mukâbil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zâtlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlâhiyye, hasenât-ı istikbâliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mâzide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mâzideki Sahâbeler, mustakbeldeki Sahâbelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o mustakbel Sahâbeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakîkat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.) (Bak: Huneyn)
Müşrik: ALLAH'a ortak kabul eden, şirk işleyen. ALLAH'tan başkasına ibâdet eden. (Bak: Şirk)
Lafzan: Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünyâ ile âhiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer arasındaki geçit. Mâni'a, engel,
Nazar: Göz atmak. Mülâhaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. Gözdeğmesi. İltifat. Îtibar.
Akdes: En kudsî. En mubârek.
Tekellüf: Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak
Gıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyâbında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Tahattur: Hatırlamak. Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak.
Huccet: Senet. Vesîka. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmî vesika. Şâhid.
İlm-i Ledün: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vâkıf olan, mestûrat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelu't-tahiyyât ve's-salâvât Efendimiz Hazreti leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Lâhut Âlemi: İlâhî âlem. Ulûhiyet âlemi. Rûhânî, mânevî âlem.
Mukarreb: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. Büyük zât veyâ pâdişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Mürsel: (Resel. den) İrsal olunmuş, gönderilmiş, yollanmış. Nebi. Peygamber.
Mukarreb: (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya pâdişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Mukarrib: Takrib eden. Yaklaştıran.
Sudur: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. (Sadr. C.) Göğüsler, sadırlar.
Hil’at: Yüksek makamdaki zâtların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevâta giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
Temkin: Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükûna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.
Tabiyat: (Tabia) Yaratılış, huy, karakter. Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar.
Terâvet: Tarâvet. Tâzelik. Körpelik.
Nukab:Nakibler. Vekil. Bir kavim veya kabilenin reisi veyâ vekîli. Halkın hayırlısı. En eski derviş veyâ dede. Müfettiş.
Surre Alayı: (C.: Surer) Para kesesi, para çıkını. Hac zamânında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medine'ye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.
Fazl: Âlimlere yakışır olgunluk. İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inâyet. Artmak. Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bâkiye kalmak.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin mîras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir husûsu veyâ netîceyi anlamak.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. Bir yere buyurmak.
Mansur: Yardım edilen, yardım görmüş. Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Münkir: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakîkatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Nekir: Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan. Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
Mihrab: Câmide imamın namaz kılarken cemâatin önünde durduğu yer.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud Harbinde düşmanları için: "ALLAH'ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" diye dua etmiştir.
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 314)

Bütün çalışmalara rağmen İslamiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince,

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ya Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat!" diye dua etmiştir.
(Tecrid-i Sarih Tercumesi, VIII, 344)

Kâinata sığmam kalblere sığarım:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH celle celâluhu: “Yere ve göğe sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım.” buyurdu.
(Hadis-i Kudsî; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)

Mi’racta Sidre’de Cebrâil aleyhi'-selâm: “İşte burası Sidretu’l-Muntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.” dedi

Resim---Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni’nide, İsrâ Sûresi’nin girişinde şu bilgileri nakleder:
“Hazreti Peygamberden rivâyet edilen bir hadiste:
O’nun yüzünün sübuhatı yaktı
(Müslim, İman 293; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed b Hanbel, 4/401, 405)

Diye geçmiştir ki, bunu bâzıları ALLAH Teâlâ’nın yüzünün nurları, güzelliği; bâzıları da ALLAH’ın yüceliği ve ululuğu ile tefsir etmişlerdir.
Bununla birlikte bunda da açık olan mânâ: “ALLAH’ın noksan vasıflardan uzak olma tecellîleri” demek olmasıdır.
Konumuzla ilgili olan bu hadis, İbnu’l- Esir’in “en-Nihâye fî Garibi’l-Hadis”de (2/332) naklettiğine göre şöyledir:

Yani Cibril (a.s) dedi ki, ALLAH’ın arşı önünde yetmiş perdesi vardır. Biz bu perdelerden birine yaklaşsak kaldı. Öyle bir sınırdı ki burası, Cibril dâhil bütün mevcudat arkasında kalmıştı.

Bu husus Mevlânâ Hazretlerinde de geçer:

"Sidre'den öteye sefer olunca, Cebrâil Ahmed'den geride kaldı, gelirsem yanarım dedi"(Divân, II/7601-7602.)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ALLAH celle celâluhu buyurdu ki: “MuhaMMedi (Rûhunu-ilk ruh) yüzümün (zâtının) nûrundan halk ettim.”
(Hadis-i Kudsî)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Kudsîde:
“ALLAH: “Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım.”buyurdu” buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfu’l-Hâfâ I-265/827)

Resim---Câbir B. Abdillâh (radiyallâhu anhu)’dan: “Yâ Resûlullah! Anam, babam Sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yaratığı şeyi bana söyler misin?”dedim. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Yâ Câbir! Eşyâdan önce kendi nurundan (Nurullah) senin peygamberiyin nurunu yarattı ve şöyle buyurdu: “O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin, ne ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki: “ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zamanda o nûru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan kalemi yarattı. İkinci parçadan levhi yarattı. Üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip 4 parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip 4 parçaya ayırdı. Birincisinden mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nûrunu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nûrunu yarattı ki o da Kelime-i Tevhiddir.......” buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175;İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Cehennem ateşi, Sırattan geçen mü’minlere der ki: “Ey mü’min, üzerimden çabuk geç, senin nûrun ateşimi söndürüyor.”
(Taberanî)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Benim ALLAH'la birlikte özel bir vaktim vardır. Bu vakitte ALLAH'a yakın bir melek, gönderilen bir Peygamber de benim gönlüme girmez."
(Sehavî, Makasıd: s.356; Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II/226)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Mûtû kable en temûtû: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II-291-2669)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dâhil olmalıdır” buyurdu.
(Hazreti İbn-i Abbas’dan; Hâkim-i Nişaburî Müstedrek C. 3 S. 126)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ben hikmet eviyim Ali kapısıdır” buyurdu.
(Tirmizî Sahih C.2 S. 399.)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ali ilmin kapısıdır ve benden sonra ALLAH’dan getirdiğimi Ümmet’ime beyan edendir.Onu sevmek Îman’dır Ona buğzetmek nifaktır ve kendisine bakmak şefkattir”.
(Ebu Zer (radiyALLAHu anhu)’dan; Deylemî Müsned’ul-Firdevs)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buyurduğu Hadis-i Kudsî’de ALLAH celle celâluhu: "Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmek için mahlûkatı yarattım" buyurmuştur.
(El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273: Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133)

وعن أبى هريرة رَضِىَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللَّه #: لَمْ يَبْقَ بَعْدِى مِنَ النُّبُوَّةِ إَّ الْمُبَشِّرَاتُ قَالُوا: وَمَا الْمُبَشِّرَاتُ؟ قالَ: الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ[ أخرجه البخارى متص، ومالك عن عطاء مرسوزاد: يَرَاهَا الرَّجُلُ المُسْلِمُ أوْ تُرَى لَهُ
Resim---Ebu Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhi-salâtu ve’s-selâm şöyle demişti: "Benden sonra, peygamberlikten sâdece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!"
Yanındakiler sordu: "Mübeşşirât da nedir?"
"Sâlih rûyâdır!" diye cevab verdi"
Muvatta'nın rivâyetinde şu ziyâde var: "Sâlih rûyâyı sâlih kişi görür veya ona gösterilir"
(Buharî, Tabir 5; Muvatta, Rüya 3, (2, 957); Ebû Dâvud, Edeb 96, (5017))

وفي أخرى للبخارى ومالك عن أبى سعيد رَضِىَ اللَّهُ عَنْه قال: ]رُؤْيَا المُؤْمِنِ جُزْءٌ مِنْ سِتَّةٍ وَأرْبَعِينَ جُزْءاً مِنَ النُّبُوَّةِ[
Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Mü'minin rûyâsı, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür"
(Ebu Saîd radıyallâhu anh ‘dan; Buharî, Ta'bir 4, Muvaatta 1, (2, 956))

Resim

Onların ağızlarını mühürledik:

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---El-yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne): Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri bize söylemekte, ayakları (aleyhlerinde) şâhitlik etmektedir."
(Yâ-Sîn 36/65)

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
Resim---İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen): Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik.”
(Fetih 48/1)

Asânı denize vur:

فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ
Resim---Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâke'l-bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdi'l-azîm(azîmi): Bunun üzerine Mûsa’ya: “-Asânı denize vur.” diye vahy ettik. Vurunca parçalandı, her bir parça kocaman dağ gibi oldu.
(Şuarâ 26/63)

وَأَنجَيْنَا مُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ
Resim---Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne): Mûsâ'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.”
(Şuarâ 26/64)

ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
Resim---Summe ağrakne'l-âharîn(âharîne): Sonra ötekileri suda boğduk.”
(Şuarâ 26/65)

“Dünyâyı altı günde yarattı”:

هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Huvellezî halaka's-semâvâti ve'l-arda fî sitteti eyyâmin summe's-tevâ ale'l-arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fî'-ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mine's-semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun): Göklerle yeri ve aralarındakileri altı günde yaratan O’dur. Sonra arş’ı (kudret ve saltanatı ile) istilâ etti. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve ona yükseleni hep bilir. Her nerede olsanız (ilim ve kudreti) sizinle berâberdir. ALLAH bütün yaptıklarınızı görendir.
(Hadîd 57/4)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Resim---ALLEMEL İNSÂNE MÂLEM YÂLEM: O İnsana bilmediklerini öğretti...
(Alak 96/5)

esfeli sâfilin:

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---Lekad halakne'l-insâne fî ahseni takvîm(takvîmin): Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde-KIVAMda yarattık.”
(Tîn 95/4)

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Resim---Summe radednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne): Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.
(Tîn 95/5)

İnsanı çamurdan halketti:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
Resim---Ve lekad halakna'l-insâne min sulâletin min tîn(tînin): Andolsun biz insanı; çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.
(Mü’minun 23/12)

Ve Rûhundan üfürdü:

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh (efidete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne): Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?
(Secde 32/9)

لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ
Resim---Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî: Onu (Kur'ân'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip durma.”
(Kıyâmet 75/16)

إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ
Resim---İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu: Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak bize aid (bir iş)tir.”
(Kıyâmet 75/17)

فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
Resim---Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu: Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
(Kıyâmet 75/18)

ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ
Resim---Summe inne aleynâ beyânehu: Sonra muhakkak onu açıklamak Bize âit (bir iş)tir.”
(Kıyâmet 75/19)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Resim---Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun): O gün yüzler ışıl ışıl parlar.”
(Kıyâme 75/22)

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
Resim---İlâ rabbihâ nâzırah(nâziretun): RABB'lerine bakıp durur.”
(Kıyâmet 75/23)

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
Resim---Merace'l-bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni): Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.
(Rahmân 55/19)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 24” sayfasına dön