Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesallâhu sırrahu


Resim

MD.TMMSHBTLR-23

ZIDLAR ZEVKİ

Resim(TEKKE CÂMi SOHBETi)


(Profesor Doktor Münir Derman Beyin’in 4 Haziran 1967 günü Tekke Câmîinde yapmış olduğu derstir.)

Aziz cemâat!
Sallallâhu Aleyhi Ve sellemin mübârek fem-i saâdetinden çıkan ve kıyâmete dek devâm edecek sözlere, biliyorsunuz hadis diyoruz.
Hadis, Arapça konferans demektir.
Bir şerif ilâve ettiniz mi peşine Hadis-i Şerif dendiği zaman Resûli Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin mübârek ağzından çıkıp kaybolmayan ve mü’minlerin hâfızasında kalan sözlere hadis-i şerif diyoruz.

Kim benden kırk hadis ezberlerse benim şefaatim ona farz olurdiyor Cenâb-ı Peygamber.
Hadis ezberlemek, kafaya sokmak demek değildir o hareketi yapmak.
Meselâ her sabah Resûlu Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz dişlerini fırçalardı siz de fırçalayınız aha biat ettin.
Bunu yapabildin mi, o zaman hadis olur kafada değil, yapacaksın hadisi.
Bâzı dükkânlara gidersin
men sabere zafereyazar, Hacı Efendinin dükkânında.
Efendim niye Hacı Efendiyi alıyorsun?
İslâm’da onun için alıyorum, belli İslâm o.
Acaba neden Bakkal Hasan değil, belki o da hacı amma bence hacı oldu mu İslâm.
Siz dinsizin hacısını gördünüz mü? Yok!.
Gidersin oraya:
men sabere zafereyazar, eee nedir?
Cenâb-ı sallallâhu aleyhi ve sellemin hadisi? Sabreden zafer kazanır!.
Daha hele hele
sabreden derviş murâdına ermiş.” “Tekkeyi bekleyen çorbayı içermişyok efendim yok bu öyle lakırdı sende bende söylersin.
Men sabere zaferekim ki sabırdadır yâni Esmâu'l-Hüsnâ’nın en sonundaki Es-Sabûr esmâsında oraya girdi mi insan zâten zafer kazanmıştır, İslâm’ın mareşalı olmuş demektir.

Hacı Efendi bunu buraya asar, birisi geldi mi Hacı Efendi şuuu
öğöööööööötdiye.
Hacı Efendi
men sabere zaferezaferi de yoktur. Böyle değil oğlum kızmayacaksın.
Sabır böyle derin gibi, giyeceksin kürk gibi değil, kürk insanı bir şey yapmaz.
Hanı o, nedir o en kıymetli kürk olur?. Samur, samur kürkler vardır. Samur şu kadar bir hayvan.
25 sene hayvanın derisinin kendi derisi. 25 sene kalmış derisinin üzerinde sonra vurmuşlar samuru, derisini yüzmüşler. Sende aldın samur kürk giydin. Yavv o samur kürk hayvanı, hayvanlıktan kurtaramadı seni mi kurtaracak kendi derisi. Deri’ne deri’ne gelll!
Haah şimdi bu anlattığım şu küçücük hadislerde Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi var.

Efendi nerden aklına geldi?
Hâfız Efendi büyük bir âyet okudu.
Âyet-in büyüğü küçüğü var mı?
Âyetler göğe doğru asker süngüleri gibi uzanmıştır. Hangisini istersen onu al.
O âyette çok derin mânâ var. O âyetin 7 tâne i’câzı vardır. İ’caz ne?
Birinci 7 türlü mânâsı vardır.
Bir mânâ bir daha bir daha bir daha bir daha. Nasıl bu i’caz?
İ ’caz demek, insanı âciz içinde bırakan sen o hikâyeyi başka türlü anlarsın, ben başka türlü anlarım, öteki başka türlü anlar.
Nasıl meselâ? Kur’ân-ı Kerim’de biliyorsunuz Mûsa ile Firavun’un hikâyesi var. ALLAH zâten her şeyi zıd yaratmıştır.
Şeytan’ı yarattı. Âdem’i yarattı, karşısına şeytanı koydu.
Hâbil’i yarattı Kâbil’i koydu. İbrâhim’i Yarattı, Nemrud’u koydu. Mûsa’yı yarattı, Firavun’u koydu.
Sallallâhu aleyhi ve sellemi getirdi, yarattı demiyorum, getirdi, çünkü Rasûlullah o olmasaydı hiç kimse yaratılamazdı.
Laflara iyi dikkat edin oğlum. İslâm edeb dînidir söylediğin lakırdıyı böyle güzelce, hep etrâfı elektrik gibi çarpar insanı.
Ebu Cehil’i koydu... O halde her zıd şeyine, zıd olmasa göremeyiz.
Zıddı olmayan şeyi göremeyiz gözümüznen kulağımıznan işitemeyiz.
Bir RÛHun zıddı yoktur, onun için göremeyiz rûhu.

"Er-Rûhu min emri RABBi"
Benim içimdendir diyor onu ALLAH, bir kimse anlamaz onu.
ALLAH’ın da zıddı yok ondan göremeyiz.
Zıdlar ahrette yok olduğundan ahrette her şey görünür.
İbrâhim’nen Nemrud birbirine girdiler Cenâb-ı ALLAH dedi ateşe ki
sen hâkim ol!bunlara. Mahkemeye girdiler attı o ona, ateş işi halletti…
Mûsâ’ya deyneği verdi, Firavun’a Bahr-i Ahmer mezar oldu. Mûsa’nın ümmetine cadde oldu.
Firavun’a demişler ki biri doğacak demişler seni berbat edecek

Aman demiş kesin çocukları!Emir vermiş başladı kesmeğe.

Hazreti Sahra (Asiye) şeyin hanımı.
Firavun’un... Hazreti Sahra (Asiye) hem hazret diyorsun hem Firavun’un hanımı. Firavun’un çocuğu yoktu hadımdı kendisi. İnniye derler Araplar.
Hazreti Sahra(Asiye) da hanımı ama, Sahra (Asiye) demiş ki
yâhu yazık demiş bu çocuklar ne olacakdemiş.Hiç olmazsa bir sene kes bir sene kesme.
Sahra (Asiye) yı da çok sever.Peki demiş bir sene keseceğim bir sene kesmeyeceğim.
Şimdi Kur’ân-ı Kerîm yazıyor ki, kesilen senede doğdu Mûsâ, onun için suya attılar Mûsâ’yı.
Peki Cenâb-ı ALLAH niye bunu kesilen sene de bunu şey etti kesilmeyen senede daha iyi değil miydi suya atılmazda kurtulurdu Mûsâ!.
Bak bu iskeleti i’cazı ne Cenâb-ı ALLAH kudretini gösterdi.
Ben onu Halk arasında kamçıyla yetiştirmeyeceğim dedi sarayda pâdişah gibi yetiştirecek. Hür yetişti sarayda padişah gibi Mûsâ. Ondan sonra büyüdü Mûsâ, falan etti…
Firavun’un sakalını yakaladı.
Babademeye başladı ona.
Sakalını yakaladı sarstı, ne olsa bir şey var damarında.
Firavun dedi ki:
Bu çocuktur o, kesin!dedi.
Yok yavv" dediler "etme gitme!
Bu çocuktur!
Bak ateşnen altın koyalım önüne,
Altınnan ateş koydular Mûsâ’nın eli altına gidiyordu, görünmeyen bir el onu çevirdi ateşe, Kur’ân böyle yazıyor.
Ateşi aldı eline,
ateş yakmadıdiyor Kur’ân elini.
Ağzına götürdü dilini yaktı. Mûsa’nın dili peltektir.
Eee peki nasıl ateş eli yakmazda dili yakar? Yakar!
İ’cazı ne bunun. Firavun ALLAH’lık iddia etti ona eziyet verdiği için o eli Cenâb-ı ALLAH mükâfat için yakmadı.

Babadediği için diline cezâ olarak yaktı.
Cezâ verdi ALLAH, ne mükâfat verdi Mûsâ’ya?
Mûsâ Kelîmullah oldu
Ve lemma câe mûsâ li mik'atina ve kellemehu rabbuhu
Vakit geldiği zaman Mûsa, sen mi ben mi ALLAH mı aha bunlar i’cazdır. Hah. Bunu da kesip atalım şöyle..

İşte bunlar için Cenâb-ı Sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadiste buyuruyor ki
bâzı ilimler vardır ki âvâma gizlidir.
Hepimize gizlidir yâni. Onu ancak ALLAH’ın bildirdiği velî kullar bilir.
Ve onu onlar anlattıkları vakıt ALLAH’tan haberi olmayanlar inanmazlar.
Onun için her âyet-i kerîme, her hadis-i şerif, her şeyi herkesin yanında ulu orta söylenmez.

Söylenmedi mi nerden bileceğiz?
Bileceğiz yok oğlum okumayı öğren kütüphâneler dolu, gider kitab alır okursun. Okuma bilmeden kitab vermezler eline.
Bâzıları, Efendim büyük diye tanıdığınız adamlar bunlar isimlerini söylemeyeceğim, ALLAH biliyor ben ne yapayım söyleyim de!.

Efendim biz öyle bir merdebeye geldik ki HAKK’la bir olduk, bize namaz niyaz hiçbir şey kalmadı!derler.
Böyle makam dünyâda yoktur oğlum.

Ben uçuyorum, ben efendim buradayken Erzurum’a gittim, bilmem ne ettim.
görürsünüz herifi kesiyor..
Namaz kılıyor musun?
Yooooo!.
Yok oğlum, zikretmeyen kuş bile, uçamaz kanadı olduğu halde.
Böyle şey yoktur
ben her işi bitirdim namazı kalktı ben artık hakkı HAKK ile berâber oldum, ben uçtum yâni!
Öyle iş yok!. Ancak, namaz ne zaman sâkıt olur insanda?
Mezara kafanı soktukları zaman. Bunun şakası makası yoktur.
Şeriat hükümlerinde çızılan yoldan Rasûlu Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin emrinden çıktı mı, ne böyle evliyâ olur, buna
zımbırtıderler,Zâti Sungur evliyasıderler ona! öyle şey yok.
Onun için tenceremizden yemek yemek için acele yok oğlum. Karavana değil bu!.
Acele edersen elin siyahlanır, tenceredeki sıcak şey ağzını yakar o kadar.

Mûsa’da ateş gördü biliyorsunuz, ama o ateş değildi Nur'du.
Bâzısı gece ne karanlık der. Bu lakırdıya uyar da onun için.
Geceyi zenci gibi görme oğlum, dendiği gibi görme, gece hûridir hûri, hani cennette hûri var ya aha odur hûri. Kıymetini bil!.
Elini de duâdan ayırma! Kabul edilmiş edilsin edilmesin bunnan hiç uğraşma duâ muhakkak bir şey istemek değildir.

Yâ RABBi! Her şey Sana âittir Sen istersen yaparsın istersen yapmazsın!demektir, unut duâyı.
Ehaa para lâzım, hadi bu Cuma namazına gideyim de duâ edeyim.
Yok o duâ değil, onahayvan duâsıderler oğlumkuyruk sallama duâsıderler.

Hattâ gözünden yaş eksik olmasın oğlum!.
Yediğin ekmek bile senin gözünden gelecek yaşa mâni olursa, onu da yeme.
Bu lakırdıları bulamazsın, içine sok yoğur, sokaktan aldığın çiğ eti yemezsin lahanayı da yemezsin piştikten sonra.
Aha bunu kafana koy gönlün onu pişirir sonra bir gün:
Haaa Hoca Efendi böyle söyledi!dersin.
Efendim felan filozof şöyle söyledi.
Filozof diye bir şey yoktur. Filozof, kendi düşüncesiyle kendisini yiyen heriftir.
Filozof dedikleri şey, kendi düşüncesiyle kendini yiyen adam şöyle olduysa böyle çıkacaksa karagöz oyunu.
Ne kadar zekâ ne kadar bilgi nice anlatış vardır ki yolcuya harâmi kesilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de
Beyt-i Ma’murdiye bir âyet-i kerîme vardır.
Hâfız Efendi Beyt-i Ma’mur hangi sûrede hatırında mı oğlum?
Beyt-i Ma’mur diye bir kelime geçer. Ma’mur Beyt, ev demektir.
Beyti Ma’mur ikmal mimar, hep ordan gelir.
Beyti Ma’mur Kâbe’nin tam hizâsına, Kâbe burada mı tam hizâsında ve gökte bulunan meleklerin kıblesi olan bir mâbeddir Beyt-i Ma’mur.
Ha bu bir Beyt-i Ma’mur’u bir araştır bakalım nedir.
O Beyt-i Ma’mur’da insan oğlum.
Vücûduna bir bak oğlum aha şöyle bir bak.
Sen bakıyorsun ki, tırnağın büyüdü mü yâhut sivilce var da koparayım mı onun için bakıyorsun. Başka türlü bak. Vücûduna bak!
Bu cüz’üler bu parçacıklar nereden toplanıp geldi.
Kimisi suya kimisi toprağa kimisi yele kimisi ateşe mensub kimisi arştan gelmiş. Kimisi Ferşten kimisi güzel kimisi çirkin bu etin içindeki şeylerin.
Burada yavaş yavaş bağırsaklarına git bak ne çirkinlikler var...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Karlı havada fırtınada bir Han’a konaklayan çeşit insanlar yan yana sığınırlar biliyorsunuz.
Doldu mu şeye, hatta düşmanın bile olsun dışarıda fırtına var sığınır haa.
Fırtına kar geçti mi hepisi bir tarafa dağılır ya, fırtına korkusundan bu Han’a girmişlerdir.
Hepisi geldiği yere dönmeğe kaçar dönmeğe çalışır.. Bu Hanlar şimdi yok.
Garibler vardır bilirsiniz eskiden çoktu. Bunlara ziyâfet çekmeğe, çok iyi dikkat edin bu kelimeye haa ALLAH garibe ziyâfet çekmeyi köylülere vermiştir, köylülere. “takk! takk!”
Yoksul doyurmakta köylülere verilmiştir, göster bana bir yoksul doyuran.
Ve Beytu’l Mâmur aha Beytu’l Mâmur.
Köylülere vermiştir. Köye gidersin zavallı adam bir ayran kor önüne ekmek kor. Şunu yapar bunu yapar seni ağırlar gidersin.
Şehre geldiği zaman: “Nasılsın beyim?” “Merhaba Hasan ağa!” Felan…
Evinize hiç götürenleriniz olmuş mudur?
“Hâyır!” dır. Niye götürmedin sahavatsızlığından mı edebsizliğinden mi?

Hayııır. ALLAH müsaade etmiyor köylüye vermiştir o rütbeyi.

Cenâb-ı Peygamberin bir hadis-i şerifi, “her pay eden cehennemdedir” diyor. Pay, pay.
“Aha yarım ekmek benim, yarım ekmek senin”
Pay cehennemdedir o, bunu anlamak için çok uğraşmak lâzım hadis bu.
Amaaa, ALLAH için pay değil haaa, kendin için pay!.
Onun için eski İslâm’lar oğlum benim zamânımda küçüklüğümde bir kaptan yemek yerdik, aha bu hadisten korktukları için babam.

Onun için eski İslamlar oğlum benim zamanımda küçüklüğümde bir kaptan yemek yerdik. Aha bu hadisten korktukları için babam.
Herkes kaşığını alır aynı kaptan yemek yerdik ama hepisi temizdir.
“Her pay eden cehennemdedir!” der Cenâb-ı Peygamber.
“Aha senin, ahaa benim.” “ALLAH için başka!”
Onun için rızıklar. bilmem neler.
“Efendim şimdi bir kaptan mı yemek yiyelim?”
Yok efendim geri dönemezsin oğlum.
Yere düşen yağmur, bir müddet geçecek ki ondan sonra tekrar buhar olsun da şey olsun, yağmur olsun.
Yere düşen dereden nehre teeee denize gidecek, denizden çıkacak yukarıya.
Sen zannediyorsun ki derelerden de sıcakta buhar çıkıyor havaya ahaaaaa gök, denizden gelmeyen buhardan bulut yapmaz.
“Efendim felan meteoroloji profösorü dedi!”
Ben de gök profösorüyüm oğlum, âyet var bunun hakkında.
Her yere düşen damla denizde müncer olmadıktan sonra tekrar bulut olmaz.

O halde yaşlılara hürmet, sünnettir. Aha o sünneti kaybettik yaşlılara hürmet edersek o Pay Hikayesinden de kurtuluruz.
Bu asırda, bu yaşadığımız asırda yaşlılara iki yerde hürmet ediliyorlar başka yok.
Ne o? Yıkık köprü varısa ilk defa onu sürüyorlar “sen geç” diyorlar, tecrübe hayvanı gibi.
Yemeğe oturduğun zaman yemek sıcaksa, ilk defa ona tattırıyorlar dili yansın diye, artık kötülüğü düşün. Açığı bu, gizlisini sen düşün.
Oğlum kurt zâlimdir amma, hilesi yoktur, hile insanlara aiddir.
Nasıl ki kını görülür amma, kılıç gizlidir aha onun gibi.
ALLAH için verilen cezâda, acele etmek doğru değildir.
İnsanlar kendi hiddeti için acele ederler.
Bir insan, kaza ve kadere katiyyetle inanır ve razı olursa insandan hiddet gider oğlun.
Kaza-kaderin deliğini kapatmağa çalışır.
Ama, kaza-kaderin de binlerce deliği var oğlum.
Onun için Resûlullah’ın şeriatında ihsan da var cezâ da var.

Padişah sarayda köşkünde oturur, atı da âhira bağlanır biliyorsunuz değil mi?.
Adâlet, herhangi bir şeyi, lâyık olduğu yere koymaktır.
Kur’ân-ı Kerimin, yerde olmaz, onun yeri orasıdır, oraya koyacaksın.
Zülüm da, lâyık olmadığı yere bir şeyi koymak.
Onun için cezâ ve ihsanı koymasındaki Cenâb-ı ALLAH’ın murad, ALLAH’ın yarattığı hiçbir şeyde abeslik yoktur, abes değildir.
Kızgınlık, hilm, öğüt, hile hepisi doğrudur.
Efendim, kızgınlık, hiddet, cinâyet, zülm yapmak nasıl doğrudur?
ALLAH mı koydu bunları da doğrudur?
Bunların hiç biri mutlak olarak hayr değildir.
Aynı zamanda, mutlak olarak da şerr değildir.
Konmuştar ama, ne mutlak olarak hayrdır ne mutlak olarak şerrdir.
Her birinin yerinde faidesi vardır, yerinde de zararı vardır.
Onun için Cenâb-ı ALLAH Kur’ân-ı Kerimde buyuruyor:
“Allemel insâne mâ lem ya’lem” daha bir çok âyetlerde, bilgi insana vâcibdir.
“Bana bilgi yoktur!” dedin mi, “lüzum yoktur!” dedin mi günaha girersin.
“Böyle bir şey yoktur!” dedi mi, “Bana lüzumu yok ben vâcibi yapmayacağım!” dersen küfre girersin.
Fakat “Vâcib diye bir şey yok!” dedi mi tamam hiristiyandan daha aşağı merdebeye inersin. O çünkü ALLAH âyeti.

Mesela bir yoksul yetime yapılan öyle cezâlar vardır ki sevap bakımından ekmekten de helvadan da hayırlıdır, yoksula.
Cezâ vereceksin yoksula ona helva vermekten de hayırlıdır. “Nasıl hayırlı?”
Gördün sokakta herif ki, gitmiş açlıktan pis şeyleri yiyor, tokatı gerersin herife.
Aha bak burada namaz kılıyoruz kapıda şimdi çıkacağız zaman sadaka isteyen bir serseri herif var, ne namaz kılıyor ne oruç tutuyor! “Nerden biliyorsun?”
Oğlum ben doktorum, benim röntgenim var.
Aha bunu o yoldan sapıtmak, ona helva vermekten daha hayırlıdır, gitsin çalışsın!
Aha hadis bu.
“Efendim kapına geleni çevirme.”
“Fe emmel yetîme fe lâ takher” “Ve emmes sâile fe lâ tenher”
Sen doğmadan ben o Kur’ân-ı Kerimin âyetini biliyordum.
Kur’ân-ı Kerim herkesin yanına inmez, abdestli olanlara aiddir o.
“Lâ yemessuhû illel mutahherûn”
Kur’ân-ı Kerimi sokakta zınbırtıya dımbırtıya, itine köpeğine tatbik edemezsin, insana kendisindeki Nur-u Resûlullah’ı harekete geçiren sizin gibi Secde-yi Rahmana kapanmaya aiddir Kur’ân-ı Kerim.

Onun için vaktinde bir tokat vur da, boynu vurulmaktan kurtulsun.
Meclis de var bu işte, zindan da vardır.
Onun için böyle yapmak ALLAH’a hamd etmek.
ALLAH’a hamd etmeyen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybeder.
ALLAH’a hamd etmeyen insan kıbleyi tanımak kabiliyetini kaybetmiş heriftir, bilmez o anlamaz onu.
Arapça da bir darb-ı mesel vardır.
“Edebi öğrenmek istiyor musun? Gargadan öğren sen gargadan.”
“Gaaak! Gaaak!” diye kara karga var ya aha ondan. “Ulan neci bu?”
Dünyânın en edebli mahlûku olarak ALLAH gargayı yaratmıştır, insandan da daha edeblidir.
“ALLAH! ALLAH!”
Yaa… ALLAH! ALLAH! 15 defa “ALLAH! ALLAH!” de.
Karga bu edebinden dolayı 1000 sene yaşar karga bir kazâya gelmezse.
En çok ömrü olan kargadır, 1000 sene yaşar karga.
“Nedir o?”
Hiç kargayı siz çiftleşirken gördünüz mü oğlum? Hayvanat Âlimi bile görmemiştir.
Ama yumurtlar yavru çıkarır, aha bu edebinden dolayı karga bin sene yaşar.
Onun için kahvede tavla oynayacağına, Gönül Tavlası oyna, gönül!.

386 târihlerinde zannedersem hicrî, ölen büyük bir zât vardır işitirsiniz.
Ebû Tâlibi Mekkî, bunun Kut'u’l-Kulûb diye bir kitabı vardır Kutu'l-Kulûb. Neyimiş Kût-ul-kulûb?
Kalb Dağı, Kalb Dağı, Kalb Dağı Tepesi.
Bu işleri ilk defa yazan zât-ı muhteremdir bu.
Ebû Tâlibi Mekkî, büyük bir tasavvuf kitabıdır.
Bunun kapağının üzerinde, kitab başlamadan kapağının üzerinde Resûlullah Efendimizin bir hadisi yazılıdır. Nedir o?
“Topluluk bir rahmettir” der.
Kâh baş diliyle, kâh hal diliyle, kâh gönül diliyle, sırlarını birbirlerine anlatmak topluluktur.
“Nasıl efendim?”
Birbirinize sırrını anlatırsın, birbirine bâzen böyle güzel yüzle güzel lakırtıyla, bu topluluk budur.
Güneş bak aha vuruyor oraya, oraya kızartır.
Aradan kalan pislikleri de kurutur, bu pislikler düz olur.
Küçük parçalar olur, onlardan otlar biter.
İşte Cenâb-ı ALLAH da, kötülükleri iyiliklere böyle çeviriyor.
Güneş nasıl bir kemre yığınını kurutuyor, toz hâline getiriyor, toprak ediyor, ondan buğday çıkarıyor, kuvvet veriyor.
Aha insanın kötülüklerini de Cenâb-ı ALLAH böyle cüz’i sûrette yok eder iyilik sûretinde de cem’idir.
“Ama efendim!”
“Ama efendim!” i yok oğlum!
Denizin suyu korkunçtur amma, balıklar için değil, ne kadar köpürse balıklar içinde yüzerler.
Senin için, edebsizliğin varısa kelimeden korkuyorsun.
Güneş en kötü şeye, pisliklere bunu yaparken pisliği, insan pisliğini kurutup onu toz hâline getirir de gübre yapıp ordan bir nebat çıkarmasına vesîle olursa, güneş pisliğe yapıyor bunu, ya güllere nergislere ne yapmaz!.

Gönlü insanın, aslâ yalan söylemez aziz cemâat!
Aziz secdeye başını koyan mü’minler!.
Çünkü gönül, Aşk Nûrundan nurlanmıştır, ordan gelir.
Bâzı insanın, mü’minin, gönlü burkuluverir içi haaa, bu gönül burkulması, yaptığı işinde bir kötülük olduğundan dolayıdır bu mü’min habersizdir.
“Ama efendim geldi bu kötülük başımıza!”
Gâyet tabi kazâ ve kaderden kaçmağa imkân yoktur.
İnsanın gözünü ALLAH nasıl dilerse öyle bağlar, ALLAH bağladı mı...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Hanı eskiden Kadı’lar vardı. Mahallede kavga çıkmış, otuz kişi gidiyor oooooo “oğlumu dövdü bu davacıyız, davacıyız!” 25 kişi. Zavallı bir adam da oraya gidiyor, tutmuşlar çeke sürükleye Kadı’nın önüne.
Kadı: “Nedir?” diye.
“Efendim bu, işte bize şöyle yaptı böyle yaptı.” “Kadı Efendi bunu dövdür astır mastır!” 30 kişi konuşuyor. Kadı bu davâcıların hiç birine kulak vermez, şâhide kulak verir oğlum, değil mi şâhidin sözü, göz yerine geçer.
Lafa dikkat buyurun, boş ve basit bir lakırtı değildir bu Müslümanlar.
Kadı davâcıların gürültüsünü dinlemez, şâhidin sözü, göz yerinedir ona.
Söz söyledi mi, yâni o davânın o hâlini görmüş demektir söz, söz, fotoğrafını.
“Muttalib’de öldürmüş herifi ben gördüm!”diye sözünen söylüyor.
Dikkat buyurun bu lakırtılara.
Şâhid, kararsız olarak sırrı gören demektir değil mi?
Kızmadan hakîkî olan bu davânın sırrını gören, davâcı da görmüştür ama karazla görmüştür değil mi?
Çekti bıçağı herifin koluna vurdu!.
Davâcı Hasan: “Benim koluma bıçak vurdu!. Vurdu bıçağı, çekti vurdu!” diyor.
Şâhid de: “Efendim ben orda oturuyordum, çekti bıçağı da vurdu oraya!”
Bak birinin söylemesi başka birinin söylemesi başkadır.
Şâhid, kararsız olarak sırrı görendir.
Davâcı da görmüştür ama garazla görmüştür.
O halde karar, kızmak, hiddet gönül gözüne perdedir.

İnsan rûhu da gizlidir. Dikkat edin bir vâdiye giriyoruz!
Bu lakırtılarla insan rûhu da gizlidir, zıddı da yoktur.
Ruh için Cenâb-ı ALLAH “o benim işimdir” diyor.
“Kul emri min emri Rabbi”
Ve “kuli’r- rûhu min emri rabbî”
“Bu benim emrimdendir yâni benim işimdir bu.” Mühürledi gizledi rûha.
Kim ki rûhu görür, en büyük şâhid olur.
ALLAH adâlet sâhibidir, şâhidde o halde onun adamıdır.
O halde şâhidliğin ehemmiyetini düşün oğlum.
Yalancı şâhid muhakkak cehennemdedir ahaa. Anladın mı şimdi.
“Efendim anlayamadım bunu.”
Şeytan bile, toprağı anlayamadı oğlum, öküz nereden anlasın.
Topraktaki cevherler, öbür toprağın da sırrını haykırmaktadır, öbür toprağın sırrını.
Tanısaydı toprağın kıymetini, secde ederdi haa şeye, Âdeme, âlim olduğu halde.

“Hamd ve cömertlik dünyâya uzanmış cennet dallarıdır” diyor Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde.
Hamd etmek “Elhamdulillâh” demek ve başkalarına bütün malını cömerd olarak veren, bunlar cennet dallarıdır. Cennet dallarından bu halde tuttu mu bitti.
Bulutla arkadaş oldu mu, sakalar artık selâm vermez insan oğlum.
Bulutnan arkadaş olduktan sonra evdeki sarnıca: “Hadi ağam!” dersin doldurur, sakaya ne lüzum var.
Milyonlarca yıldız var. Milyonlarca yıldız tek güneşe ne yapıyorlar, hiçbir şey yapamıyorlar, nurlarını ondan alıyorlar.
Onun için sakaynan arkadaşlık kesilmesin istersen, bulutnan arkadaş olursun.
Bulutnan arkadaş oldu mu sakalar zâten kendileri gelirler.

Binlerce fâreyi doldur bir odaya, bir kedinin önüne cıkacak yürekleri yoktur fârelerin yavvv hepisi kaçmağa başlar. Fâreler topluluk içinde yürek olsaydı kediyi param parça ederlerdi. Toplulukları yok!. Aha “topluluk rahmettir” dedik.

Eskiden çakmaklar varıdı ihtiyarlar bilir şöyle bir meşin açar onu. Sigarayı da getirir taşın üzerine de kavı kor, vurur böyle. Kav önce alıştırılır, sonra da ateş alır kav haaa!. Kavı bir defa da ateşten geçireceksin ki bunu vurduğun zaman alır. Kavı evvela alıştırmak lâzım.

Sana ekmek veriyor diye kimseye boyun eğme “benim patronumdur” diye boyun eğme, ekmek ALLAH’ındır oğlum. O bağışlar, cömertliği veren de ALLAH’tır.
“Efendim benim çoluk çocuğum aç kalacak! Efendi benim rızkımnan oynama!”
“Ulan sen nesin ki benim rızkımnan oynayacaksın!”
Ama “Sen nesin benim rızkımnan oynayacaksın!” diyip de herife küfretmek boğazına sarılmak da doğru değildir, edeb lâzım!
Efendim “Seni buradan çıkaracağım!”
“Peki efendim, bir cezâm varısa çıkarırsın.”
“Yok Efendim ötekine, felancaya söyle de beni atmasın, çocuklarım aç kalacak!”
Ne, kim bu oğlum, kim? Sen nesin?
Ekmek ALLAH’ındır, cömertliği veren de ALLAH’tır aziz cemaat!.
Irmak suyuna baktığın zaman ay nasıl akseder oraya, ırmakta görünür, insanda ne görürsen onun aksi gibdir haa! Hep ALLAHtan aksetmiştir. Aha gördün dilimin altından çıktı.
İnsanlar dünya kuyusuna düşmüşlerdir oğlum, dünya kuyusuna düşmüşlerdir. Kuyuda ne görürse kendi akisleridir. Hani kuyuya abktığın zaman şöyle kendini görürsün ya aha o!
İnsanlar dünya kuyusuna düşmüşlerdir ne görüyorsak bizim kendi aksimizdir.
Kuyuda ne görürsen bilki dışarıdadır, kuyunun içinde değiiil!
Burada ne görürsen Mekansızlık Âleminin akisleridir.
O halde gönlü Mekansızlık Makamına bağalamak gerek değil mi?
O Makamda aha bu secdeye başını koyup sürtmeynen olur oğlum!
Taklak atacak adam başını yere koyarak Taklak atar, havada atamaz!
Havada da Taklak atan var ona, çifte derle oğlum, Taklak değiiil o!
ALLAH bir insana ihsanda bulundu mu, onlara ihsan ettiği şeylerle beraber uzuuun bir ömür bağışlar, bunu unutma!
Kim ki uzun ömürlüdür, kim olursa olsun, iter dinsiz-imansız Cenâb-ı ALLAH ona bir ihsanda bulunmuştur. O ihsanın kıymetini bilebilsin diye uzun ömür vermiştir. Uzun ömür, ALLAHın ihsanına mazhar olan insanda olur. ALLAH bir lutfederse insana, bu lütuf insana canı gib karışır, içine karışır, âdeta sen o olursun. O da sen olur. Ekmeğe suya iştahın yoksa, bu ikisi olmaksızın da sana tertemiz bir rızık verir, onun için ALLAHtan başka kimseye boyun eğme!

Hani Hocalar vadır, Eskişehirde de vardır cin-peri davet ediyorlar: “Ben postu yürütüyorum, bilmem cin çağırıyorum!” diyen var böyle! Ben de çağırırım cin, ama onlar gibi değil!
“Felan Hoca çok ayama!” “Neyimiş?”
Geçende birisinden işittim: “Postu yürütüyor herif!”
Ulan postu yürütmek bir şey değil, post hangi hayvanın postuysa o hayvan da yürüttü o postuu!
Buradan aldı Muttalib’e kadar, oradan aldı daha öte.. İş onda yok, postu yürütmekte iş yok!
“Efendim felancayı bağladı da, felanca bilmem ne oldu!”
Ulan seni bağlayamaz be, bağlanır ama öyle bağlanmaz!
“cin-peri” dedik, cin-peri ne yerle bunlar?
Bunlar, âyet-i kerime vardır, kokuyla gıdalanırlar oğlum, koku, kokuyla gıdalanırlar.
Onun için cin-peri davet edileceği zaman buhurlar, şunlar, bunlar yakılır.
Fena kokuların cinleri de vardır, iyi kokuların da.
Onun için sarımsak yeme pis kokulu herif!
Efendim sarımsak bilmem ne!” Ye, evinden dışarı çıkma!

O halde toprak meleklerin secde ettikleri bir şey nasıl olur?
Topraktan yaratıldık, melekler bize secde ediyorlar, nasıl olur?
Düşün bakalım bu nedir?
Bizi topraktan yarattı, toprağa melekler secde ediyor.
Bu çok büyük bir lakırtıdır oğlum! Bunu çok düşün!
“Ee bunun anahtarı var mı?”
Varrr, al sana bir anahtar, ırmakta kuru toprak bulunmaz oğlum!
Bunu anlamak için bir hadis var: “İki defa söyleme, iki bilme, iki haykırma!” Kendini yok olmuş bil!
“İki söyleme, iki bilme, iki haykırma!” der hadis-i peygamberide.
Arapçada 2, çoğul değildir. 3 den sonra çoğuldur. İkiliye “tensiye” derler Araplar.
Aynanın karşısına geçti bir sen varsın, bir ben varım!
Hani tilki getirdi aslanı da: “Senden büyük bir aslan var!” demiş kuyuda.. açmış kuyunun ağzını, aslan kendini gördüğü zaman: “Vayy Benim gibi aslan mı olur!” diye haydiii herifin üzerine gitti, gider!..
Onun için İKİliği bırak, İKİliği bırak! “Akitsin!” diyorum sana biraz anla!
Deminki başta başladığımız zaman, “her şeyin sözü söylenilmez!” diyor.
Bu iş.. Annemiz vardır annemiz, annemiz.. Ananın merhameti ALLAHtandır oğlum! Ananın merhameti ALLAHtandır! Anaya hizmet farzdııır! Anaya hürmet tanrıya, ALLAHa hürmettir!
Bütün peygamberler çobanlık yapmıştır. Çobanlık nedir?
Çobanlık, insanları ALLAHın sınamasıdır, sınamak için çobanlık yaptırır durur.
Çobanlık yapmayan peygamber olamaz, bütün peygamberler çobanlık yapmıştır.
Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Efendimize sormuşlar: “Sende çobanlık yaptın mı?” hadisdir. “Ben de çobanlık yaptım!” buyurmuştur.

Bir imtihandır çobanlık, ne?
Yaşlı bir adamcağızın şeyleri varımış, koyun işte, çoban.. Bir Beyin de bir kuzusu var orda.
Her gün çoban götürür, gelirmiş: “Aman koyunum bir yere gitmesin, kafan gider!” derimiş.
Bir gün gitmişler kıra işte, o Beyin koyunu ürkmüş kaçmış bu ihtiyar adam peşine. O onun peşine, o onun peşine, 1 saat gel dere dememişler, tepe dememişler, ihtiyar yorulmuş oturuyor, koyun da orda oturuyor, tuttu inadı koyunun çünkü..
İhtiyarın takatı geldi mi ayağa kalkıyor, koyun da kalkıyor hadi yine koşmağa!
Nihayet bir biçimine gelmişşş, ihtiyar üzerine yakaladığı gibi koyunu yakalamış. Bak siz bile kızdınız..
Şu köylerden buraya eşşekler geliyor, eşşek bazen durur ya, herif inad ediyor başlıyor dövmeye.. üstündeki eşşek halbuki, haberi yok!
Hayvanlardaki eşşek, eşşek değildir.. Hayvanlar yaratıldıklarından beri hâlâ Hayvanlıklarına devam ediyorlar.
Bir insana hayvan mı dedin, ben onun yerine geçtim yani insandan hayvan görürsün demektir. Eşşeğe kızar!.

Bu da tutmuş koyunu, şimdi ne yapacak onu, biz olsak koyunu yüzeriz yahu! Derisini yüzeriz!.
Şurda bayramda koyunlar geçiyor da bir tanesi kopuyor hem “eşşekoğlu eşşek!” diyor hem de vuruyor. Ulan hayvanın eşşekoğlu eşşeği olur mu be birader!

Tutmuş koyunu: “be mübarek!” demiş. “niye böyle yaptın hem seni yordun hem beni!” başlamış koyunu öpmeğe.. aha sınamak bu oğlum! Onun için her peygamber çobanlık yapmıştır..
Çobanlık, ama şimdiki bizim kaval çalan çobanlar değil, peygamber de yaptı ben de çobanım! Öküz sen nesin! Çobanlık yapıyor da Sünnet-i Resûlullah!. yok yok efendim, o çobanlar çoktan geçti gittiler…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için aziz cemaat şu beden yok mu, şu cesed cesed kilo ile 60, 70, 80 kilo.. gönlün gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin gölgesidir… Cesed cesed kiloyla 60 70 80 kilo! Gönlün; gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir…
Bunun için demişler. Adam uyur geceleyin, Rûhu güneş gibi gökyüzündedir rüyâlarda. Beden ise yorgan altındadır.
Mesela bir kâfire, putun bir ikincisi olamaz, puta tapıyor diye. İkinci bir put olamaz halbuki putta da ne bir kudret vardır ne bir rûhâniyet vardır putta . Öyle olduğu halde o gizdiden gizleye göklere çekip duran nedir. Bu hal, bu âleme başka bir âlemden parlamaktadır. Niye onu puta taptırıyor niye seni ALLAH’a taptırıyor.
Bir şeye inanmak, bir şeye bağlanmak ihtiyacımız var, bu nereden geliyor bu fikir bize. Kimse farkında değil bu pusuyu, bu bir pusudur haa, bir tuzaktır. Bu pusuyu akıl göremez, can da göremez.
Çünkü insanın bedeni, canın üzerine çekilmiş bir perdedir.

Ata sözümüz vardır onu “bize ne gelirse bizden gelir” derler, değil mi?
“Başımıza ne gelirse kendimizden gelir” diye ata sözümüz vardır.
Onu da Cenâb-ı Peygamber şu hadiste buyurmuştur: “Benden sonra peygamberlik kalmadı, ancak bâzı müjdeler olur” diyor. “Bunu ya mü’minler rüyâda görür yâhut o müjdeler onlara görünür” diyor Cenâb-ı Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem.
Ve altındaki hadiste: “Rüyâda beni gören gerçekten görmüş olur” diyor.
“Çünkü şeytan benim şeklime giremez” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Bu hakîkat ve basîret nûruyla şeriata uyarak buna uyanlara şeytan temessül edemez demektir.
“Bana şeytan temessül edemez benim kılığıma rüyâda şeytan giremez” demek “Şeriatına ALLAH’a inanan ve secdeye kapanan mü’minlerin şekline temessül edemez şeytan” demektir.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber ümmeti için konuşmuştur.
Kendisini teklik olarak, katiyyen gurur sıfatını kullanmaz Cenâb-ı Peygamber.
Bütün peygamber, evliyalar, melekler, dikkat buyurun bunu hatrınızda tutun; bütün melekler, peygamberler, evliyalar, Kâbe, güneş, ay, beyaz bulut ve Kur’ân şeytanın temsil edemeyeceği kudsî varlıklardır. Bunların şekline şeytan rüyâda giremez.
Ne beyaz buluta, ne Kâbe’ye, ne güneşe, ne aya ne Kur’ân’a, ne meleklere, ne de evliyaullaha onları temessül edemez şeytan. Çünkü şeytan Kâhir Esmâsının zuhûrudur, ancak şaşkınlığı temsil eder.
Su, ateş şeklini alamayacağı gibi ateş de su şekline giremez bilirsiniz bunlar da böyledir. Niçin bu böyledir?
Zîra Cenâb-ı ALLAH hak ile bâtılın ayrılmasını murad etmiştir.
Şeytan, içinde hidâyet izi bulunan hiçbir cismi temsil edemez aha bu.
“Hakk’teâlâ, Ruh Aynasında Rubûbiyyet Sıfatıyla tecellî eder” diyor Cenâb-ı Peygamber.
“Cenâb-ı ALLAH, tecellî edeceği zaman diyor ruh aynasında Rubûbiyyet insanların anlayabileceği şekilde tecellî eder” diyor. Bu tecellîye tasavvufta “tıfl-ı meâni: mânâlar çocuğu” ismi verilmiştir.
Onun için Resûlu Ekrem efendimiz buyurmuştur ki: “RABBımı güzel bir genç sûretinde gördüm” hadis budur.
RABBın aynası ceseddir. ALLAH görenin istidâdına göre görmeyi halk eder gerçekten Zât-ı İlâhî değildir bu, çünkü bu şekil görünmekten münezzehtir.
Resûlullah’ın tahammül edeceği hududda insana anlatacak şekilde tecellî etmiştir.
Peygamber Efendimiz’de böyledir herkesin istidâdına göre görünür peygamber efendimiz.
Tam vâris olan, vârisi olan enbiya-yı Kiram velîyyullahlar, onlar müstesna aynen Resûlullah’ı görür.
Çünkü Veysel Karânî Hazretleri anasından izin aldı Medine’ye geliyor Hazret-i Fâtıma’yı görüyor. Diyor ki:
“Peygamber nerde?” diyor.
“Yok!” diyor. “2 saat sonra gelir” diyor.
“Ben gelemem” diyor “anamdan 1 saat izin aldım.”
“Peki” diyor “sen” diyor Hazreti Fâtıma’ya bakıyor “sen diyor Resûlullah’ı gördün mü?” diyor.
“Benim babam diyor gördüm!”
Bakıyor da Hazreti Fâtıma’nın yüzüne “görmedin sen onu!” diyor…

Herkes başka türlü görür oğlum.
Kimisi ateşin yanına yanaşamaz, uzaktan seyreder.
Kimisi çok üşür yanına yanaşır. Kimisi maşayla tutar.
Kimisi de fırının içine girer oğlum. Bunlar başka işlerdir.
Onun için Resûlullah ruyâsında insanın kendi temizlik derecesine kendi bilmem ne derecesine görünür.
Meselâ ben şimdi gözlüğümü çıkardım mı kimseyi göremiyorum.
İçinizde gözü bozuklar da olursa gidersin gözlükçüye ilk defa bir numarayı veriyor. Aha az görüyorum.
İki numarayı veriyor bunnan hiç görmüyorum. Bunnan hiç görmüyorum. Aha bunnan biraz görüyorum. Aha bunnan gördüm denir.
Aha insanın temizlik derecesine, Resûlullah’a itaat ve ALLAHa mûtilik derecesine göre Resûlullah muhtelif şekillerde insana görünür. Kim ki rüyâsında gördü, muhakkak görmüştür.
Ama görmüşse kendi istidâdına göre tecellîsini görmüştür.

İnşALLAH hepimizin ruyâsına Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem girer. Yalnız girdiği zaman da katiyyen bunu kimseye söylemeyin, aynanın buğusunu bozarsın.
Kaymağa teşekkül etmiş üzerindeki kâsedeki sütten çalamazsın oğlum, bir yerini bozacaksın muhakkak, farkına varırlar. Söyleme de gönlünün üzerindeki kesilen kaymağı bozma!..

İkinci Sultan Murad, Edirne de sarayında, İstanbul fethedilmemiş.
Şimdi hatırıma geldi. Sarayında oturur. Hacı Bayramı Velî hazretleri de misafiri.
Şehzâde Mehmet de beşikte oğlum. Hazreti Fâtih, Murad’ın oğlu ya beşikte. “Ved ved ved!” ediyor, 8-10 günlük.
İkinci Murad sohbet esnâsında Hacı Bayrâmı Velî hazretlerine: “Şeyhim demiş. ALLAH’ın izni ve erenlerin himmeti ile İstanbul’u almak istiyorum!” demiş. “Büyük Babam Yıldırım Beyazıd, Amcam Mûsâ Çelebi ve ben bu işe teşebbüs ettik, ettik ama alamadık” demiş. “Gönül edin de himmet edin de, bu şehri alayım” demiş.
Koskoca Murad, Hacı Bayrâmı Velî’den istimdad ediyor.
Yaa oğlum bir velî şöyle yaparsa, ordular mordular dünyâlar fışkırır.

“Arşı kursî ister isen gir velînin kabzına
Arşı kursîden geniştir bir velînin âyesidir” demiş herif.

Eski pâdişahlar, etrâfında o büyük velîleri toplarlardı.
İstanbul velîlerle, bütün harbler velîlerle şey edilmiştir, kazanılmıştır.
Hacı Bayrâmı Velî, bir an şöyle gözünü yumuvermiş. Nereye yumuyor?
Cep Defterine bakıyor oğlum, Hâtıra Defterine bakıyor.
Sonra tatlı ve hışıltılı bakışlarıyla Sultan Murad’ı şöyle bir bakarak okşamış. “Şevketlum demiş ALLAH’ın bildiğini senden saklayamam. Bu şehri sen alamayacaksın!” demiş.
“Bunu ben de göremeyeceğim. Lâkin bu şehri beşikteki mubârek Şehzâdenle aha şu benim yanımdaki Molla Akşemseddin alacaktır!” demiş. “Her şeyin belli bir vakti vardır, beklemek gerek şevketlum.” demiş.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için Aziz Cemâat ALLAH inanmış gönüllerin îman zevkinden kazanacakları halleri, farz kıldığı ibâdetlerde depo etmiştir.
Feyz isteyen, ibâdetlere koşmalıdır.
Hanı deminden söyledim bâzı ağızlardan çıkıyor: “Bizim için ibâdetlere lüzum kalmamıştır Efendim. Çünkü ibâdetler insanı HAKK’a ulaştırıcı şeylerdir, benim gönlüm temizdir!” Şudur budur. “Biz HAKK’a erdik HAKK ile berâberiz!”
Bu söz yalandır oğlum, ibâdetten müstağni kalacak hiçbir makam yoktur. İbâdet ancak insan öldükten sonra biter.

İşte vaktâki günü geldi, İstanbul muhasara edildi.
Hazreti Resûlullah Efendimizin hadisi var: “Leteftahannel kostantiniyye vele ni’mel emîru emîruha Vele ni’mel ceyşe zâlikel ceyşu”
Leteftahanne, Arapça da bir siğa vardır istikbal siğası ama “katiyyetle fethedilecek” demektir. Leteftahannel muhakkak alınacaktır.
“Leteftahannel kostantiniyye vele ni’mel emîru emîruha”
Oraya giren ne mubârek Emirdir. “Vele ni’mel ceyşe zalike’l- ceyşu” Oradan geçen asker de ne mubârek askerdir.
Cenâb-ı peygamber haber veriyor, 700 seneden evvel haber veriyor.
Hazreti Fâtih Muhasara ediyor 21 yaşında etrâfında muhafızları görünmeyen muhafızları, görünen muhafızları, Velîyyullahların âyetleri okumaları yaaaa…
Muhasara, muhasara ahaaa, düşmüyor işte İstanbul. İstanbul bir türlü düşmüyor.

Şurada bir malzeme vereyim size.
ALLAH’ı sevmek, idrakten doğar. İdrak olunan şeylerdeki kemâle gönül akıverir idrak eden.
İnsandaki idrak cihazları anlama cihazları muhtelif olduğu için her idrak cihazının kendine mahsus meylettiği şeyler vardır.
Hepisinin birleştiği biricik sevgi de ALLAH Sevgisidir.
ALLAH Sevgisinin ALLAH’ı sevmek değil sevgi, ALLAH’ın kendisi sevgidir.
El Vedûd, ALLAH’ın bir Esmâsıdır. Vedûd, sevilen demek, seven demektir. ALLAH’ın kendisi kendiliğinden sevilir.
İnsan, iyi dikkat edin; çocuğunu, malını, işini, sıhhatini, hayâtını sevmesi fıtrî bir yaradılış îcâbıdır.
Bunu yapmak için tahsile lüzum yok, hayvan bile gel gör kendi, kedi aldı mı ciğeri başkasına vermiyor.
Bunlar fıtrî, bunlara tahsile lüzum yok gayrete de lüzum yok.
Fakat ALLAH’ı sevmek fikri, muhakeme usûlu hâsıl olur.

İşte Fâtih, bu malzeme ile yoğrulmuş beşikten beri, Hacı Bayrâmı Velî irtihal-i dâr-ı cennetinden sonra yetiştiriyor onu.
Görünmeyen tekneye koymuş şeyi Fâtih’i, görünmeyenlerle ruhânî ellerlen yoğuruyor Fâtih’i.
Fâtih 7 tâne lisan bilirdi, 21 yaşında, birileri vardır.
Fâtih kuşkulanıyor çağırıyor hocayı: “Hoca diyor burayı ne zaman alacağız bunu ne kadar hücum ettimse, 10.000 kırmışsam diyor düşmandan geriye kalıyor 5.000 kişi, beş bin kişi daha çok mukâvemet ediyor!” diyor “Şaşırıyorum ben buna!” diyor.
“Halbuki bir insan yoruldukta daha çalışamaz değil mi bu heriflere ne oldu?” diyor.
“Bu kadar tahrîbat ettiğimiz halde ertesi günü daha kuvvetli hücum ediyorlar!” diyor.
“Şevketlum!” diyor. Onların yine hâtıra defterini açıyor ordan gizli câsusluk telsizininen konuşuyor şeyle Akşemseddin Hazretleri.
Şehirde meşhur Şeyh Maksud’un Halîfelerinden el Vedûd, Yâ Vedûd Sultan, El Vedûd Sultan diye bir evliya var şeyde Bizansta vazîfeli gelmiş o da.
Hasta çok yaşlı duâsı şu: “Yâ İlâhî ALLAH’ım bu güzel şehrin islâm’ın olduğunu gördüğüm an benim canımı al!” diyor.
“Yâni şehir zaptedilmeden beni düşman içinde öldürme!” diyor “Yâ RABBi!” diyor, Bizanslı olan bu El Vedûd Sultan. Eeee tabi Cenâb-ı ALLAH bu duâsını kabul eder.
Ya şöyle yapacak, Cenâb-ı ALLAH biliyor İstanbul’un fethedileceği târihi değil mi? Biliyor!.
Yâ Vedûd’un ölümünü de biliyor? Onu da biliyor!
Bakıyor listesine Yâ Vedûd felan günü ölecek, eee İstanbul da şu kadar gün sonra fethedilecek, eee ben bunun duâsını kabul etmesem bu gün fethedilirse bunun daha ondan evvel ölecek.
“İstanbul fetledilmeyecek ulan ben burada bir oyun oynayayım” diyor.
“Cırrıt!” çekiyor ipi Fâtih’e diyor: “Sen dur hele daha ağam daha 40 gün daha var onun ölümüne o güne kadar sen burayı fethedemeyeceksin! Durduruyor.
Tabi bunu Akşemseddin Hazretleri anlıyor onların telsizleri var şey gizli teşkilatı var.
“Şevketlum” diyor “Bizans kalesinde ALLAH’ın sevdiği bir zât var, ömrü bitmeden şeye giremeyeceğiz!” diyor.
“Daha 40 gün daha fetih gecikiyor” Akşemseddin Hazretleri.
Şimdiki gibi “Ne saçma böyle lakırtı mı?” olur diyen yok.
“Peki şeyhim!” diyor.
29 Mayıs sabahı, bir gün evvelden iki gün oruçlu millet sabah namazını 600.000 kişi kıldıktan sonra: “ALLAH! ALLAH!” diye saldırıyor.
Önde Fatih, yer altı kulubesinde değil, gedik açılıyor askerler giriyor.
O anda Yâ Vedûd Sultan rûhunu teslim ediyor.
Şehir karmakarışık, bir bağırtı uğultu. Bildiğimiz tarihi şeyler..

Nihâyet bir gün aradan 3-4 gün geçtikten sonra Hazreti Fâtih, Cumâ Namazı için Ayasofya’ya gidiyor, temizlettiriyorlar.
Ayasofya’ya girerseniz güney-batı kısmında bir direk vardır direk “Terleyen Direk” diye. “Terleyen Direk” diye bir direk vardır.
Elini sokarsın oraya terler bu direk bütün hastalıklara iyi gelir, o zamanda var. Namaz kılıyor o terleyen direğinin yanına gittiği zaman hazreti Fâtih böyle birden duruyor. Gözüne bir nur görünüyor bir nur.
Yanında 70 kadar ulemâ, Akşemseddin Hazretleri de olduğu halde bu târihe geçmiştir.
Böyle yanaşıyorlar ki bir nur, nûrun içinde bir tabut hazırlanmış, bir cesed var nûrun içinde, böyle seyrediyorlar.
Üzerinde cesedin böyle pembe renkte “Yâ Vedûd” yazıyor, ya Vedûd Sultan orda.
Hemen Fâtih: “Bunu alın!” diyor. “Guslettirilsin” felan.
Üzerinde yine bir yazı: “merhum magsuldur” diyor.
“Hemen defnedin!” “Yıkanmıştır” diyor. “Yıkanmıştır ALLAH tarafından guslü yaptırılmıştır!.”
Fâtih emrediyor, herkes omzuna alıyorlar.
Sultan Ahmed Meydanı’na çıkıyor bir fırtına bir rüzgâr bütün cemâatı kendiliğinden aşağıya doğru çeviriyor bunları, Gülhâna Parkına doğru.
Haydiii bunlar doğru gidiyorlar oraya, sanki birisi götürüyor.
Ya Vedûd Sultan götürüyor onları zorunan omzunda olanları, pâdişah madışah felan geliyorlar Eminönü’ne.
Eminönü’ne geliyor ki, bunlar oğlum saçma değil saçma değil islâmlarnan konuşuyorum inanmayanlar gider Hazîne Müzesinde Tomar-ı Humayun’u açar okur.
Bir kayık, ne küreği var ne adamı var.
Fâtih diyor ki: “Girin içine!” diyor. Fâtih de giriyor içine.
Bu devletin arşivinde yazıyor oğlum arşivinde aklına sığmayanlar: “Bu nasıl olur?”
Bu olmaz tabi, senin aklın için olmaz, benim aklım için olur.
Kayığa biniyorlar o büyük kayığa, kayık küreksiz müreksiz hadi Haliç’e doğru yol alıyor.
Devletin arşivinde yazıyor Hoca Efendinin kafasından uydurma değil bu oğlum.
Geliyor bir yerde duruveriyor yanaşıyor kıyıya kayık.
Çıkıyorlar oraya cenâzeyi alıyorlar Ayvansaray’da.
Sanki içindeki Yâ Vedûd Sultan şeyi cenâzeyi taşıyanları idâre ediyor.
Gidiyorlar bakıyorlar ki bir mezar kazılmış, hazır orda!
“Bu olur mu?”
Vallâhi de olur billâhi de olur. Resûlullah beni şefaatından mahrum etsin ki olur.
Nasıl olmazmış, ben yenisini bunların görüyorum, neler olmaz.
Defnetmişler oraya. Namazı kılınmış, orda defnedilmiş.
İşte orda Ayvansaray’da orda bir Yâ Vedûd Câmii ve Çeşmesi vardır.
Câmisi yapılmıştır, Yâ Vedûd Sultan orada yatar.
Büyük bir velîdir İstanbul’a gittiğiniz zaman haaa!..
Hattâ orası Harb-i Umûmiye’den sonra mutârekeden Yâ Vedûd İskelesiydi ora, değiştirdiler ismini Ayvansaray oldu.
Onun için o büyüklerin etrâfında neler vardır neler vardır.
Sen kubbenin altını boş mu sanıyorsun?
“Evliyâyı tahte kubâbi la ya'rifûnehum ğayri”

Âmiiiin!
ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âli MuhaMMed!
Subhâneke Yâ allam, taaleyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n-nâr ve bi affike Yâ Mûcir.
ALLAHumme ente’l-Mennân bedîu-s semâvâti ve’l-ardı ze’l-celâli ve’l-ikrâm.
Ya Hayyu ya Kayyum. Ya ALLAH celle celâluhu!

Ya İlahî Ümmet-i MuhaMMedi Her türlü âfât-ı maraziyye, âfât-ı belâiyye, âfât-ı semâviyye, âfât-ı araziyyeden, düşman salvetinden Sen muhafaza buyur Yâ RABBi!
Îcâb ettiği zaman ordumuzu dâimâ Mansur-u Muzaffer eyle Yâ RABBi!
Memleketimize kıtlık gösterme Yâ RABBi!
Mîdemize ve bütün mü’minlerin evimize çoluğumuza çocuğumuza helâl lokma nasîb-i müyesser eyle Yâ RABBi!
Diğer İslâm ülkelerini her türlü âfât-ı belâiyyeden koru Yâ RABBi!
Ahrete geldiğimiz zaman bize mezarda, Münkir ve Nekir Meleklerinle iltifat nasîb eyle Yâ RABBi!
Son nefesimizde ki buyurun: “Eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve eşhedu enne muhaMMeden abduhu ve Resûluhu” kelimesi ile çene kapamak nasîb-i müyesser eyle Yâ RABBi!
Ahirete intikalde Rûz-u Mahşerde Resûlu Ekrem Nebiyyi muhterem sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin güzel yüzünü görmek elinden öpmek nasîb-i müyesser eyle Yâ RABBi!
Bizi cehennem azâbından koru Yâ İLÂHÎ!

Lillâhi’l-Fâtiha.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-23

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kerih: İğrenç, tiksindirici. Muharebe ve cenkte olan şiddet. Pis, çirkin, fenâ şey. Nefse kerahetlik vercek kabahat.
Okka: t. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye
Obur: Çok yemek yiyen.
Tekaüd: Oturma. Fârig olma. Karşılıklı oturma. Emeklilik.
Hakir: Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz.
Takat: Güç, kuvvet. İktidar.
Mutahassıs: Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mâhir olan. Has ve mahsus olan.
Afat: Belâ. Musibet. Büyük felâket.
Semâviye: Gökle alâkalı, semâya dair ve müteallik. İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.
Belaiye: (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazât. İmtihan. Dâhiye. Yaramaz nesne.
Maraziye: (Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa aid. Hastalıklı.
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam
İstila: (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. Ele geçirmek. İşgal etmek. Meydanın sonuna erişmek. Basmak. Galebe etmek.
Mansur: Yardım edilen, yardım görmüş. Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur)
Muzaffer: Kahraman. Gâlip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş. Zafer kazanmış, zafer kazanan.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib
Fem: Ağız. Dihen. (Kelimenin aslı: "Feveh" veya "Fâh" dır.)
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. Rey vermek.
İcaz: (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
Acz: Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. Zarardan korunmak gücünün olmaması. Bir şeyin geri tarafı
Bahr-i Ahmer: Kızıl deniz, Şap Denizi.
Filozof: feylesof. Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı Müslim.
Ferş: Yer. Yeryüzü. Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
Sahavat: Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek
Temessül: Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde sûret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve sûrete girmek
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
İstidâd: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. ALLAH Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Mûti: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat.
Aye (t): El ayası, avuç.
Kabza: Kılınç gibi şeylerin tutacak yeri. Sap. * El, pençe. * Bir tutam, bir avuç şey.
Müstağni: (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
Muhasara: Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
Siga: Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.
İrtihal: Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek.
Tahrîbat: (Tahrib. C.) Tahribler, yıkıp bozmalar, harab etmeler.
Merhum: (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
Magsul: Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş.


EBÛ TÂLİB-İ MEKKÎ (RadıyALLAHü Anh):

Tasavvuf ehlinin meşhûrlarından. İsmi, Muhammed bin Ali bin Atıyye olup, künyesi Ebû Tâlib, nisbeti Mekkî'dir. 386 (m. 996) senesinde Bağdâd'da vefât etti. Bağdâd ile Vâsıt arasındaki dağlık bölgenin sâkinlerindendir. Mekke-i mükerremede yetişti. Orada tanındı. Zühdü ve takvası çok fazla idi. Çok ibâdet ederdi. Birçok zâttan rivâyette bulundu. Daha sonra Basra'ya geldi. Bir müddet sonra buradan ayrılıp, Bağdâd'a yerleşti. Bağdâd'da va'z ve nasîhata başladı. Te'sirli va'z ederdi. Bu yüzden, kısa zamanda etrafında dinliyenler çoğaldı. Ancak, cezbe hâlinde kendinden geçtiği bir sırada, söylediği bir söz sebebiyle herkes ondan uzaklaştı. O, bunun üzerine va'z ve nasîhat etmeyi bıraktı.
Ebû Kâsım Serrât anlatır: "Vefâtına yakın, Ebû Tâlib-i Mekkî'nin yanına girdim. Ona "Bana bir şeyler tavsiye et" dedim. Bana, "Eğer, sonum hayır olursa, cenâzemin üzerine badem ve şeker serp" dedi. Ben, "Sonunun nasıl olacağını bilemem ki" dedim. Bunun üzerine o: "Yanıma otur. Elin elimde olsun. Eğer, elini yakalarsam, bil ki, akıbetim iyidir" dedi. Dediği gibi yaptım. Elimi eline verdim. Vefâtına çok yakın bir sırada, elimi kuvvetlice yakaladı. Vasiyetine uygun olarak tabutu üzerine şeker ve badem serptik."
Ebû Tâlib-i Mekkî'nin çok eseri vardır. En meşhûr eseri: "Kût-ül-kulûb" kitabıdır. (Bu eser basılmıştır ve tasavvuf ile alâkalıdır). Diğer eserleri: 1. İlm-ül-kulûb, 2. Kırk hadîs-i şerîf.
Meşhûr eseri olan Kût-ül-kulûb kitabından alınan ba'zı seçmeler ve nakiller:
Meşhûr eseri olan Kût-ül-kulûb kitabından alınan ba'zı seçmeler ve nakiller:
İslâmın beş şartından birincisi, Kelime-i şehâdet getirmektir. Kelime-i şehâdet demek, (Eşhedü en lâ ilâhe illALLAH ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh söylemektir. Ma'nâsı: "Yerde ve gökte, ALLAHü teâlâdan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık olan hiçbir kimse yoktur. Hakîkî ma'bûd ancak ALLAHü teâlâdır. Abdullah'ın oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) adındaki o büyük ve mübârek zât, ALLAHü teâlânın kulu ve resûlüdür, ya'nî peygamberidir" demektir.
Tevhîd i'tikâdında (ALLAHü teâlâyı bir kabul etmede) farz olan husus, ALLAHü teâlâya, O'nun birliğine, kâmil sıfatları bulunup, noksan sıfatların hiçbirisinin ALLAHü teâlâda bulunmadığına, kalb ile kat'î olarak inanmaktır.
(ALLAHü teâlânın sıfatları iki kısımdır: 1. Zatî sıfatlar, 2. Sübûtî sıfatlar. Zâti sıfatlar altı tanedir:
1. Vücûd; ALLAHü teâlâ vardır. Varlığı ezelîdir. Vâcib-ül-vücûd'dur. Ya'nî, varlığı lâzımdır.
2. Kıdem; ALLAHü teâlânın evveli yoktur.
3. Beka; ALLAHü teâlânın hem zâtı ve hem de sıfatları hiç yok olmaz. Yokluk imkânsızdır.
4. Vahdaniyet; ALLAHü teâlâ, zâtında, sıfatlarında ve işlerinde birdir. Ortağı yoktur.
5. Muhâle-fet-ün-lil havadis; ALLAHü teâlâ zâtında, sıfatlarında, yarattıklarına asla benzemez.
6. Kıyam bi-nefsihi, ALLAHü teâlâ zâtı ile kâimdir. Varlığı kendindendir. Varlığının devamı için hiçbir şeye muhtaç değildir. Ba'zı âlimler, Vahdaniyet ile Muhâlefet-ün-lil-havâdîs sıfatlarının aynı olduklarını söyliyerek, zâtî sıfatlar beş tanedir demişlerdir.

Sübûti sıfatlar sekiz tanedir:
1-) Hayat; ALLAHü teâlâ diridir. Hayatı, varlıkların hayatına benzemez. O'nun kendi zâtına mahsus bir hayatı vardır. Bu sıfat da ezelî ve ebedidir.
2-) İlim; ALLAHü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi, varlıkların bilmesi gibi değildir. Bilmesinde değişiklik olmaz. ALLAHü teâlânın ilmi de ezeli ve ebedidir.
3-) Sem'; ALLAHü teâlâ işitir. O'nun işitmesi vasıtasız ve ortamsızdır. Kulların işitmesine benzemez.
4-) Basar, ALLAHü teâlâ, aletsiz ve herhangi bir duruma muhtaç olmadan görür.
5-) İrâdet; ALLAHü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Hersey O'nun dilemesi ile olur. İrâdesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.
6-) Kudret; ALLAHü teâlânın her şeye gücü yeter. Hiçbir şey O'na zor gelmez.
7-) Kelâm; ALLAHü teâlâ söyleyicidir. Fakat O'nun söylemesi, âlet, harfler, sesler ve diller ile değildir.
8..) Tekvin; ALLAHü teâlâ yaratıcıdır. Tek yaratıca O'dur.
ALLAHü teâlânın zâtının ve sıfatlarının hakikatlerini anlamak imkânsızdır. ALLAHü teâlânın sıfatları, kullarınkine benzemez.»
ALLAHü teâlâya kâmil bir imânla inanan kimse, ALLAHü teâlâya çok yakın olur, herşeyde O'nun rızâsını gözetir. Kalbinden O'nun rızâsından başkasını çıkarır. Her işinde, hâlini ALLAHü teâlâya arz eder. O bilir ki, ALLAHü teâlâ kendisine can damarından daha yakındır.
Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Peygamberlerin sonuncusudur. O'ndan sonra Peygamber gelmiyecektir. ALLAHü teâlâ O'na kitap olarak Kur'ân-ı kerîmi verdi. Kur'ân-ı kerîm de kitapların sonuncusudur.
Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ kendi ümmetlerine, Resûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem geleceğini müjdelediler. ALLAHü teâlâ, şayet, O'nun zamanına yetişirlerse, O'na îmân edip, yardım edeceklerine dâir Peygamberlerinden (aleyhimüsselâm) söz aldı. Peygamberler de (aleyhimusselâm) kendi ümmetlerinden, O'nun zamanına yetişirlerse, O'na îmân edip, tasdîk edeceklerine dâir söz aldılar. O'nun dinine girmelerini emrettiler.
ALLAHü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde, İmrân sûresi otuzbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen: "Ey Sevgili Peygamberim! sallallahu aleyhi ve sellem Onlara de ki: Eğer ALLAHü teâlâyı seviyorsanız ve ALLAHü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz. ALLAHü teâlâ bana tabî olanları sever" buyurmaktadır.
Resûlullah efendimiz de: "Bir kimse beni, ailesinden, malından ve insanlardan daha çok sevmedikçe, kâmil bir îmânla îmân etmiş olmaz" buyurmaktadır.
Peygamber efendimizi sevmenin alâmeti, kişinin hem zâhiriyle (beden ve a'zâlarıyle) ve hem de kalbiyle O'na tâbi olmasıdır, insanın zâhiriyle Resûlullaha sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmasının alâmeti, ALLAHü teâlânın emirleri olan farzları yapması, yasakları olan harâmlardan sakınması, Peygamber efendimizin yüksek ahlâkı ile ahlaklanması, edeb ve terbiyesini O'nun edeb ve terbiyesine tâbi kılmasıdır. Resûlullah efendimize uyan bir kimse, dünyâya düşkün olmaz. Ya'ni harâmlara ve şüpheli olan şeylere rağbet etmez. Dünyâ malı, makam ve mevkisi ile övünmez. Âhırete ve âhıret işlerine ehemmiyet verir. Sâlih ve takva sahibi kimselerle beraber olmaya çalışır. Uzak olsalar bile, âlim ve iyi insanları, ALLAH için sever. Yakın olsalar; bile, fâsık ve bid'at sahibi kimseleri sevmez.
Namazın Fazîleti: ALLAHü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen, "(Öyle mü'minler) ki onlar namazlarında huşû'a riâyet ederler, Ya'nî, kalbleri ALLAH korkusuyla dolu, uzuvları sakın ve mutmaindir" buyurdu. (Mü'minûn-2). Sa'id bin Cübeyr buyurur ki: "İbn-i Abbâs'dan radiyallahu anhu"Namazda huşu' demek, namaz kılanın sağında ve solunda bulunanları bilmemesidir" tefsîrini duyduğumdan beri, kırk senedir, namazda iken, sağımda ve solumda olanları tanımadım. Onların kim olduğunu bilmedim."
Haberde geldi. Rivâyet edilir ki; kul namaza durduğu zaman, melekler onun iki omuzunda, onunla beraber namaz kılarlar. O duâ ettiği zaman âmin derler. Gökten onun üzerine hayırlar dökülür. Namaz kılanlar için gök kapıları açılır. ALLAHü teâlâ, meleklerine namaz kılan mü'minlerin saflarıyla övünür.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: "ALLAHü teâlâ mahlûkuna, tevhîdden (Kendisinin bir olduğuna îmân etmelerinden) sonra, namazdan daha sevimli bir şeyi farz kılmamıştır."
ALLAHü teâlâ namaz kılanların akıbeti hakkında meâlen: "Ki onlar, Firdevs Cennetine vâris olacaklardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır." (Mü'minûn-11)
Namaz kılmıyanlar hakkında ise meâlen: "Onlar (kitapları sağ ellerine verilenler) Cennettedirler. (Bunlar) günahkârların hâllerini (birbirlerine) sorarlar. Müşriklere: "Sizi Cehennem ateşine atan nedir?" derler. Onlar derler ki, "Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Bâtıla dalanlara muvafakat ederdik. Hesap gününü de yalan sayardık. Tâ bize o yakîn (ölüm) gelinceye kadar (bu hâlde kaldık)" buyuruldu. (Müddessir 39-47)
Namaz en fazîletli amellerdendir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullah efendimize en fazîletli amelin ne olduğunu sordular. Peygamber efendimiz de, "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdular.
Haberlerde şöyle gelmiştir: Beş vakit namaz, bütün şartlarına riâyet edip ve vakitlerini geçirmeden devam eden kimse için kıyâmet günü bir nûr ve burhan (delil) olur.
İnsanların hırsızlık bakımından en kötüsü, namazından çalıp, namazın rükû'unu ve secdesini tam yapmıyandır.
Fudayl bin İyâd radiyallahu anhu buyurdu ki: "Farzlar, insan için sermâye, nafileler ise kâr ve kazanç gibidirler. Kâr, sermâye olduktan sonra meydana gelir."
Sa'îd bin Müseyyib radiyallahu anhu buyurdu ki: "Kırk seneden beri cemâatle beraber İftitâh tekbirini (Namaza başlarken alınan tekbiri) kaçırmadım." O, bu sebepten câmi güvercini diye isimlendirilirdi.

"İlim, ALLAHü teâlânın emirlerini yapıp, harâm ve harâma düşme tehlikesi olan şeylerden korunmak için elde edilir. Böyle ilim fâidelidir."
Câbir radiyallahu anhu, Resûlullah efendimizden şöyle rivâyette bulunmuştur: "Her âlimin yanında oturma! Fakat, şüpheden yakîne, riyadan ihlâsa, dünyâya rağbetten ona rağbet etmemeye, kibirden tevâzuya, düşmanlıktan nasîhata çeken âlimlerle oturup kalk."

Haberde; "Yemeği birlikte yiyiniz. Çünkü ALLAHü teâlâ onda sizin için bereket yapar. Lokmayı küçük alınız, iyice çiğnedikten sonra yutunuz. Yemek yiyenlerin yüzlerine bakmamalı. Yediklerine bakmamalı, onları araştırmamalıdır. Sol ayağı üzerine oturup, sağ ayağını dilemeli, yaslanarak, yatarak yememelidir. Ev sahibinden ve büyüklerden önce yemeğe başlamamalıdır. Hurma ile çekirdeği bir tabakta veya avu-cun içinde bir arada tutmamalı, çekirdeği ağızdan, elin sırtına koyup atmalıdır." denilmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizden bildirilen bir hadîs-i şerîfte: "Kim kendisine ALLAH için bir dost, bir arkadaş edinirse, ALLAHü teâlâ onu, Cennette hiçbir ameliyle ulaşamıyacağı bir dereceye yükseltir."
Ömer bin Hattâb'dan radiyallahu anhu bildirilmiştir: "İslâmiyet geldikten sonra, bir mü'mine sâlih bir dosttan daha hayırlı bir şey verilmemiştir."

Ebû İdrîs el-Havlânî, Muâz bin Cebel'e radiyallahu anhu dedi ki, "Ben seni ALLAH için seviyorum. Muâz bin Cebel ona: "Müjdelerim, müjdelerim. Resûllullahtan sallallahu aleyhi ve sellem duydum. Buyurdu ki: "İnsanlardan bir topluluk için, kıyâmet günü Arş'ın etrafında kürsüler vardır. Onların ise, yüzleri dolunay gecesinde-ki ay gibidir, insanlar korku içindedirler. Fakat onlar korkmazlar. Onlar; ALLAHü teâlânın, kendilerine korku olmıyan velî kullarıdır. Onlar mahzun olmazlar." Peygamber efendimize sallallahu aleyhi ve sellem : "Onlar kimlerdir yâ ResûlALLAH?" diye soruldu. Cevâbında: "ALLAHü teâlâ için birbirini sevenler" buyurdu.

Hasen-i Basrî hazretleri buyurur ki: "Kim ALLAH için edindiği bir kardeşini uğurlarsa, ALLAHü teâlâ kıyâmet günü Arş'ın altından meleklerini gönderir, onu Cennete kadar uğurlarlar."
Ata bin Ebî Rebâh radiyallahu anhu dedi ki: "Üç gün geçince kardeşlerinizi arayınız. Eğer onlar hasta ise, onları ziyâret ediniz. Eğer meşgul iseler, onlara yardım ediniz. Eğer unutmuşlar ise, onlara hatırlatınız."

Sehl radiyallahu anhu: "Kişi helâl yiyip, vera' sahibi olmadıkça, kâmil bir îmâna sahip olamaz" buyurdu.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "ALLAHü teâlâdan dilekte bulunduğunuz zaman, rağbetinizi, isteğinizi büyük yapınız. ALLAHü teâlâdan Firdevs Cennetini isteyiniz. Çünkü ALLAHü teâlâya hiçbir şey büyük ve fazla gelmez."

İbn-i Mes'ûd radiyallahu anhu: "Ben boş olup, ne âhıret ve ne de dünyâ işiyle uğraşmıyan kimseyi sevmem" buyurmuşlardır.

Lokman Hakim şöyle nasîhatta bulundu: "Dünyâdan yetecek kadar nasîbini al. Yoksa, insanlara muhtaç olur, ellerine bakarsın."

Süfyân-ı Sevrî radiyallahu anhu, "Âhırette hesabımın ana-babama bırakılmasını istemem. Çünkü ben şunu kesin olarak biliyorum ki, ALLAHü teâlâ bana, onlardan daha merhametlidir" buyurdu.

Hasen-i Basrî radiyallahu anhubuyurdu ki: "İnsanlar, Rablerine olan zanlarına göre amel yaparlar. Mü'minin Rabbi hakkında zannı da güzel, ameli de güzeldir. Kâfir ve münâfıkın ise, ALLAHü teâlâ hakkındaki zanla-rı kötüdür. Fakat insanların ekserisi bunu bilmezler."

Übâde bin Sâmit, Ebû Sa'îd el-Hudrî ve daha başka Sahâbe-i kirâm; (radiyallahum) Siz, ba'zı şeyleri kıldan daha ince ve önemsiz görüyorsunuz. Halbuki biz, onları büyük günahlardan sayardık" buyurmuşlardır.

Sehl'e radiyallahu anhu; "Cehaletten daha büyük ma'siyet (günah) nedir?" diye soruldu. O, "Bir kimsenin câhil olduğu hâlde, câhil olduğunu bilmemesidir. O kimse, cahilliği sebebiyle âlim olduğunu zanneder. İlim öğrenmez. Bunu ihmâl eder. Bilmediği mevzularda fetva verir. Bunu ilim zanneder.

Muâz bin Cebel'den gelen meşhûr haberlerde şöyle bildirilmektedir: "Kim Lâ ilâhe illALLAH derse, Cennete girer. Kimin son sözü Lâ ilâhe illALLAH olursa, ona Cehennem ateşi dokunmaz. Kim, ALLAHü teâlâya, O'na bir şeyi ortak koşmadan kavuşursa, Cehennem ateşi ona harâm olur."
Bir hadîs-i şerîflerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyururlar: "Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız."

Denilmiştir ki; "Kur'ân-ı kerîmi okuduğunuz zaman, ağlayınız. Eğer ağlıyamıyarsanız, ağlamaya çalışınız."

Denilmiştir ki; "Kur'ân-ı kerîmi okuduğunuz zaman, ağlayınız. Eğer ağlıyamıyarsanız, ağlamaya çalışınız."
Kur'ân-ı kerîm hüzünlü olarak nâzil olmuştur (inmiştir). Onun için, Kur'ân-ı kerîmi okurken hüzünlü olmaya çalışınız. Ya'nî, Kur'ân-ı kerîmde îmân etmiyenlerin, îmân edip de günah işleyenler, kötülük yapanlar için çeşitli tehditler ve karşılaşacakları cezalar da bildirilmektedir. Bu tehdit ve cezalar, insanı ağlatacak derecede pek şiddetlidir.
Kur'ân-ı kerîmi okuyan sâlih bir kimse, ALLAHü teâlânın sevdiği ve seçtiği kullar için hazırladığı yüksek makamları, ALLAHü teâlânın ni'met ve ihsanlarından, iyi hâllerinden bahseden âyet-i kerîmeleri okurken bu güzel hâllerin sâdece kendisi için değil de, bütün mü'minler için olduğunu düşünür. Azâb âyetlerini okurken, bu azapların kendisi için hazırlandığını, sanki azapla korkutulan kişinin kendisi olduğunu kabul eder. Böyle bir azâba düşmekten endişe duyar, bu korkuyu kalbinde hisseder.
Âlimlerden birisi şöyle buyurdu: "Kur'ân-ı kerîm okuyordum. Bir tad alamıyordum. Fakat Kur'ân-ı kerîmi, Resûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem Eshâbına (aleyhimürrıdvan) okurken dinliyormuş gibi okumaya başlayınca, tad almaya başladım. Sonra Kur'ân-ı kerîmi Cebrâil'in (a.s.) Resûlullaha vahyini dinliyormuş gibi okumaya başladım. Bundan da daha başka bir tad aldım."
Yine âlimlerden birisi şöyle buyurdu: "Her âyet-i kerîme için (anlıyabildiğim) altmış bin ma'nâ vardır. Geri kalan ma'nâ ise çok daha fazladır."
Hz. Ali buyurdu ki: "Eğer isteseydim, Fâtiha-i şerîfenin, yetmiş katır yükü tefsîrini yapabilirdim."
Ebû Süleymân Dârânî'nin radiyallahu anhu: "Ben bir âyet-i kerîmeyi okurum, dört gece üzerinde dururum. Üzerinde iyice tefekkür etmeden (derin ma'nâları ve murâd-ı ilâhi üzerinde iyice düşünmeden), diğer âyete geçmem" buyurduğu bildirilmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Tövbe edeni ALLAHü teâlâ sever. Tövbe eden, günahı olmıyan kimse gibidir."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ALLAHü teâlâdan, Sa'd bin Ebî Vakkas'ın yaptığı duâların kabul edilmesini diledi. Sonra, Sa'd bin El Vakkas'a buyurdular ki: "Ey Sa'd! Temiz ve helâlinden ye. Böylece, yaptığın duâlar kabul olur."

Resim

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultana karşı söylenmiş hak sözdür” buyurdu.
(Ebu Davud, Melahim, 17; Tirmizî, Fiten 13.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” buyurdu.
(Câmiu’s-Sagîr, 2/12, Hadis No:1201)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork!" buyurdu.
(Münavi. Feyzü’l-Kadir, 2/12; Kenzü’l-Ummal, 3/40, hn: 5379)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyendir” buyurdu.
(Kenzü’l-Ummal, 3/238, hn: 6336)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin :"Üç kişinin gözünü cehennem ateşi yakmaz: ALLAH yolunda kaybedilen göz, ALLAH yolunda nöbet bekliyerek geceleyen göz, ALLAH korkusundan yaş akıtan göz." (Hazreti Ebû Hüreyre (radiyALLAHu anhu) dan; Ramuzul Ehadis)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "İki göze ateşin erişmesi haram edildi: ALLAH'ın haşyetinden ağlıyan göz, İslam ve Müslümanları kâfirlerden korumak için gözcülükte geceleyen göz." buyurdu.
(Hazreti Ebû Hüreyre (radiyALLAHu anhu) dan; Ramuzul Ehadis)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır.” buyurdu. (Dare Kutnî)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır." "Kadınlarınıza karşı hayırlı olmayı birbirinize tavsiye edin." buyurdu.
(Müslim, Radâ 62; Tirmizî, Radâ 11)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAH’ım tenbellikten ve acizlikten sana sığınırım.” buyurdu.
(NiŞaburî, Müstedrek 1 /430)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Komşusu aç iken, tok yatan (gerçek) mü’min değildir.” buyurdu.
(Buharî)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin!” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “İlim Çin’de de olsa alınız.” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Âlimler Peygamberlerin vârisleridirler.” buyurdu.
(Aclûnî, keşfü’l-Hafa, 1/137, 148, 363)

Resim---Ebu Ümâme (radıyALLAHu anh) rivâyet etmekte: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biri âbid diğeri âlim iki kişiden bahsedilmişti.
Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu."
(Tirmizî, İlm 19, (2686).)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Ümmetime iletmek üzere kırk hadis ezberleyene şefaat ederim.)
(İbni Adiy)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Kırk hadis bırakarak vefat eden Cennette arkadaşımdır.” buyurdu.
(Deylemî)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAHü teâlânın rızası için, helâli ve haramı açıklayan, kırk hadisi ümmetime bildiren, âlim olarak haşr olur.” (Ebu Nuaym)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Ümmetimin din işlerinde faydalı kırk hadis ezberleyen, âlimlerle haşr olur.” buyurdu.
(Taberanî)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “ALLAHü teâlânın kendisine mağfiret etmesi ümidi ile, benden kırk hadis yazana, ALLAHü teâlâ rahmet edip şehid merdebesi verir.”
(İbni Cevzi)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellem: “Kim ümmetim için kırk hadis ezberlerse, ALLAH Azze ve Celle onu kıyamet gününde fakih bir âlim olarak diriltir.” buyurdu.
(Hatibul Bağdadi Tarih (6/322); Buharî Tarih (3/141); Ebu Nuaym Hilye (4/189) İbni Cevzi İlelül Mütenahiye (1/112) İbni Hacer el Askalani İmtaul Esmâ’da hadisin bütün tariklerini ve şâhidlerini zikretmiştir.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : “Men sabera zafera = Sabreden zafere ulaşır.” (Hadis-i Şerif)

bâzı ilimler vardır ki âvâma gizlidir.”: leduNN ilmi..:

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-: “Ben, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den iki kap (dolusu ilim) belledim. Bunlardan birini halka yaydım. Ötekine gelince, şâyet onu yaymış olsaydım şu boynum kesilirdi.” Buyurdu.
(Buhârî, İlim, 42)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Şüphesiz ben, sizin görmediklerinizi görürüm ve işitmediklerinizi işitirim. Gök (âdetâ) gıcırdadı ve gıcırdaması da hakkıdır. (Çünkü) gökte dört parmak yer yoktur ki bir melek Allâh’a secde etmek üzere (o yere) alnını koymasın. Allâh’a yemin ederim ki benim bildiğim gerçekleri siz bilseydiniz, az gülerdiniz ve çok ağlardınız… (Evlerinizden) sahrâlara dökülüp Allâh’a yüksek sesle yakarışta bulunurdunuz.” buyurdu.
Hadîsi nakleden Ebû Zerr-i Gıfârî -radıyallâhu anh- bu sözler üzerine: “Vallâhi ben kesilen bir ağaç olmamı cidden temennî ettim!..” demiştir.
(İbn-i Mâce, Zühd, 19)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: Şâyet bildiklerimi bilseydiniz; az güler, çok ağlardınız.” buyurmuştur.
(Buhârî, Küsûf, 2; Müslim, Salât, 112)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Benim Cenâb-ı Hak ile öyle anlarım olur ki, onlara ne bir mukarreb melek ne de herhangi bir peygamber vâkıf olamaz.” buyurmuştur.
(Münâvî, Feyzü’l-Kadir, IV, 8 )

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Öğrendikleriyle amel edene Allâh Teâlâ bilmediklerini öğretir.” buyurmuştur.
(Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, X, 15)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “İnsanlara anlayacakları şekilde konuşunuz.” buyurmuştur.
(Buhârî, İlim, 49)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Cemâat rahmettir. Ayrılık azâbdır.” Buyurmuştur.
(Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür. Cimrilik ise, dalları dünyâya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de, onun dallarından birine tutunursa, bu da onu cehenneme çekip sürükler!..” Buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 435)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Cömert insan, Allâh’a, cennete ve insanlara yakın; cehennem ateşine uzaktır. Cimri ise, Allâh’a, cennete ve insanlara uzak; cehennem ateşine yakındır! Câhil cömert, Allâh Teâlâ’ya cimri âbidden daha sevimlidir.” (Tirmizî, Birr, 40/1961)

Resim---Ebû Hureyre radıyALLAHu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem: “ALLAH Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın” buyurdu.
Bunun üzerine sahâbîleri: "Sen de mi?" diye sordular.
Peygamberimiz: “Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun güderdim” buyurdu. (Buhari, İcâre, 2)
Görüldüğü gibi hadis Buhari hadisidir, sahihtir. Hadiste herhangi bir peygamberin bundan istisnası olduğu bildirilmemiştir. Hatta Buhari hadislerini şerh eden İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî adlı kitabında, Nesâî’ye dayanılarak yer verilen bir rivayette Musa ve Davud aleyhisselamın çobanlık yaptıkları açık bir şekilde bildirilmiştir.
(İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 10, s: 4, “Kitâbu’l-İcâre”, ikinci bâb, 2262. hadisin şerhi )

حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ وَسَمِعْتُهُ أَنَا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ قَالَ ثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ قَالَ حَدَّثَنِي الْوَلِيدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ الْمَعَافِرِيُّ قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بِشْرٍ الْخَثْعَمِيُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
قَالَ فَدَعَانِي مَسْلَمَةُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ فَسَأَلَنِي فَحَدَّثْتُهُ فَغَزَا الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
Resim---MuhaMMed b. Ebî Seybe, Zeyd b. el-Hubâb’dan, o, Velid b. Muğire el-Meâfirî’den işitmiş, Velid b. Muğîre Abdullah b. Bişr el-Has’amî’den o da babasından işittigine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmustur: “Leteftahannel kostantiniyye vele ni’mel emîru emîruha Vele ni’mel ceyşe zalikel ceyşu:Kostantiniye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne güzel ordudur.(Buhârî (öl. 870), et-Târih’u’l-Kebîr; Ahmed b. Hanbel (öl. 855), Musned: Taberânî (öl. 971), el-Mu’cem’u’l-Kebîr: İbn Kani (öl. 962), Mu’cem’u’s-Sahâbe;Hâkim en-Nişaburî (öl. 1014), el-Mustedrek Alâ’s-Sahihayn; Bezzâr (öl. 905), Musned.)

Hakk Teâlâ Hadîs-i Kudsî'de buyuruyor:

Resim---ALLAH celle celâlihu: "Evliyâî tahte kıbâbî la ya'rifuhum gayrî: Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları benden başka kimse bilmez"(Ankaravî, Minhâcu’l-fukarâ, s. 318; Abdurrahman Câmî, Nefahâtu’l-üns, s. 45; Gümüshânevî, Câmi’ul-usûl, s. 50; Mahmud Sami, Ashab-ı Kiram, II, 216.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Rüyasında beni gören, (hak olarak) beni görmüştür, çünkü şeytan benim (sûretim) le hayale giremez." (Buhārî, Ta‘bir, 10/13.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Beni rüyada gören, hakikaten görmüştür, çünkü şeytan benim şeklime giremez." (Müslim, Rü'yâ, 1/10.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Ben Rabbim Tealâ'yı üzerinde kırmızı bir elbise bulunan tüysüz bir genç sûretinde gördüm."
(İbni Abbas ra dan; Hatîb Tarih-u Bağdad No:5924 u/214)

“ALLAH görünmeyen degil, görülmeyendir.”
Münir Derman K.S.

Resim

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn(mu’minîne): Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (ALLAH:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecellî edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.(A'râf 7/143)

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahîm'e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiyâ 21/69)

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى
Resim---Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ: Göz kayıp şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.” (Necm 53/17)

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
Resim---ALLEMEL İNSÂNE MÂLEM YÂLEM: O İnsana bilmediklerini öğretti...”
(Alak 96/5)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kuli’r- rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsrâ 17/85)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 23” sayfasına dön