Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-17

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-17

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu

MD.TMMSHBTLR-17

Resim

YETMİŞ BİN

(TEKKE CÂMi SOHBETi)


(Profesör Doktor Münir Derman Bey’in 16 Nisan 1967 Pazar günü Tekke Câmiinde yapmış olduğu derstir.)

Aziz Cemâat Hoca Efendi mihrâbiye duâsında bir âyet-i kerîme okudu.
Ben kaç senedir Türkiye’deyim, câmilere çok devâm ettim tabii hepiniz gibi.
Mihrâbiye duâları içinde 20-25 senedir bu âyet-i okuyanı görmedim.
Bu âyet-i kerîme herhalde İlâhî bir sebebten okundu.
Bu âyet-i kerîme, sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ALLAH şefaatine nâil eyleyecek muhakkaaaaak ondan hiç şek ve şüphe etmeyin. Çünkü İslâm Dîninde sû-i zan yasaktır.
Peygamber etmiştir, Peygamberimiz bize şefaat edecek.
Secdeye kapanıyoruz, bak şurda kaç kişisiniz.
Zâten secdeye kapanmasanız ben gelip size lakırdı söylemem.

Hazreti Âişe vâlidemizin mubârek dizlerinde dinleniyormuş.
O zaman Cebrâil Aleyhi’s-selâm gelmiş.
Hazreti Âişe Vâlidemiz Hazreti Sıddîkın elinde doğdu. Resûlullah’ın evinde öldü.
Cihan târihinin eşini görmeyecek kadar büyük kadınlardan biri Hazreti Âişe Vâlidemizdir.
Evinde Resûlullah’a vahiy gelmeye başladı bu mubârek kadının.
Dizinde bu mubârek kadının Resûlullah, mubârek rûhu muallâlarını Azrâil Aleyhi’s-selâma teslim ettiler.
Bu müstesnâ kadına bütün cihan iftihar eder.
Bütün Resûlullah’ın en yakın hadisleri ondan muterettibdir.
Kendi ilmiyle bütün cihanı nurlandırmıştır.
O hepimizin ve dünyâda eşi gelmemiş mubârek kadınların en tepesinde bulunan bir kadındır.
Onun mubârek yüzünde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem mubârek elini sağ yanağına koymuş dinleniyorken bu âyet-i kerîme inmiştir kardeşlerim.
Bu âyet-i kerime’de ne diyor. “ALLAH Gafûru’r- Rahîmdir” diyor.
ALLAH o kadar Gafûru’r- Rahîmdir ki oğlum ondan şüphe etmek katiyen doğru değildir.
“Peki ağam, bu sene odunum yok, tarlam iyi olmadı, ekinler iyi gitmediü, işim biçimsiz gitti, iş göremedim, çocuklar ne yapacak?””
Korkun ne peki?
Aha İslâmiyet’te en büyük şirk budur. “ALLAH beştir, dörttür!” demek değildir.
ALLAH Gafûru’r- Rahîmse ekmeksiz kaldım, metelik vermeyeceksin.
Korku duydu mu ALLAH’ın Gafûru’r- Rahîm’liği aha bu âyet uçar gider. Sen de çamura batmış afedersin eşşek gibi kalırsın.
Senin önüne kuzu pirzolası koyuyorlar.
Sen: “Efendim bu kuzu pirzolası değildir bu kart öküz budu’dur!” diyorsun.
Ulan o öküz budu değil kuzu pirzolası amma senin eşşekliğin onu öküz budu görüyor iş öyle değil ağam.
Hazreti Ali’ye bilirsiniz Murtaza derler Murtaza. Murtaza, râzı olmuş demektir.
Tebuk Gazvesine sallallâhu aleyhi ve sellem giderken Medîne’de erkek kalmadı.
Hazreti Ali gelmiş. “Yâ Ali demiş sen harbe gelmeyeceksin, Benim halîfem olarak kalacaksın!” demiş. Peki…
“Yâ Resûlullah demiş. Ben çocuklara, kadınlara burada çobanlık mı edeceğim!" demiş.
“Yok yâ Ali, Benim halîfem kalacaksın!” demiş..
Mûsâ ile Hârun. Mûsâdan sonra Hârun biliyorsunuz peygamber oluyor.
“Mûsâ kardeş. Mûsâ ile Hârun arasında ne fark var ise, sennen de benim aramda o fark vardır. Yalınız ben Hateme’n-Nebiyyi olduğumdan sen peygamber olamazsın. Onun için kalacaksın.””
Hazreti Ali de demiş ki: “Râzı oldum Yâ Resûlullah, râzı oldum Yâ Resûlullah!””
“Senin ismin murtazâdır!” ALLAH şeffaatine nâil etsin.
Ali deyip geçme oğul, Ehl-i Beyt deyip geçmeee.
“ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ ehl-i beytihi MuhaMMed.””
Ehl-i Beyte sarıldın mı kurtuldun gitti.
Resûlullah’ın hadîsi var: “Benim ehl-i beytime sarılana sual sorulmaz!.”” Ben söylemiyorum bunu.
Ben neyim ki. Hazreti Ali Efendimize bu âyet için bir Yahudi gelmiş. “ALLAH Gafûru’r- Rahîmdir!”
“Haaaa, Gafûru’r-Rahîmdir ne yapacaksın Yahudi?” demiş.
Her şeyi korurmuş, Rahmetin altında korumak vardır tabii değil mi. İnsan acıdığını korur.
“Mâdem ki ALLAH koruyor çık şu damdan at aşağa kendini!” demişler Hazreti Ali’ye.
O halîm insan kılıcını çektiği gibi: “Senin kafanı yerinden koparırım defol burdan!” demiş.
“Ben senin için ALLAH’ın Gafûru’r- Rahîm her şeyi koruduğunu ALLAH’tan şüphe mi edeceğim de çıkıp ordan kendimi atacağım aşağa ki acaba böyle midir diye!.””
İslâmda şüphe yoktur.
Îcap ettiği zaman damdan düşersen senin rahmete müstehak olduğunu bulursa ALLAH pamuk tânesi gibi yere düşersin.
Haaa şimdi, ALLAH’ın Gafûru’r- Rahîm şeyini nasıl çalalım?
Bir hırsızlığı olacak bunun. Kasa hırsızlığı için oksijen cihâzı lâzım.
Cepten para aşırmak için yan kesiciler şu parmaklarını keserler şööööööyle araklarlar.
Kumarda kazanmak için kağıdın arkasına elinnen işâret ederler.
Yanına biri o ona işâret eder, papaz geldi kız geldi oğlan geldi diye.
Yağcılar yağ alırlar on altı liraya on bir liraya satarlar, içine bilmem ne yağları sokarak. Bu da hırsızlık değil mi? envâi çeşit.
Devletin hazînesinden çalma hırsızlık. Bilmem nereden çalma…envâi çeşidi.
“Peki bura Gafûru’r- Rahîm ALLAH’tan nasıl?”
En kolay O’ndan hırsızlık olur be hazînesi çok çünkü.
Şurdan birinin kovasından su alsan ulan burdan bir tas eksildi der.
Denizden alırsan hiç kimse fark etmez.
“E Peki nasıl çalalım onu?””
Eee dinlersen aklın başındaysa oğlum çalma usûlunu öğreteceğim sana. Aha bu âyette var bu çalma usûlu.
Biz okuruz “Elhamdu li’llâhi Rabbi’l- Âlemîn Fâtiha!” tamam.
Ulan içinde ne var. Biraz onnan uğraş!.
Onnan uğraş onan “cıv cıv cıv cıv!” dedikodu edeceğine.
Milyarlarca insan bunun içine daldı da hâlâ çıkamıyor.
Biz onu, biz ölü kitabı yaptık şeyi Kur’ânı Kerîm’i. Biriniz öldü mü “Hâfız Efendi oku.”
Ulan üfürük ne iki tarafa. Bi de kendine üfür bunun içinde.
Hırsızlık için bir anahtar lâzım. Hîle. Hîle-i şerriye. “Ne o?””
Hepiniz daha ölmeyeceksiniz ALLAH bilir amma.
Ben öleceği görmüyorum içinizde yakınlarda. Azrâil bilir mi.
Yok oğlum herkes de bilir azıcık.
Geliyorsun, ben felan işe gireceğim diye rapor istiyorsun benden.
Dinliyorum seni haa sen bu işi yaparsın.
O halde öleceğini bilsem vermem sana rapor.
Evet. Ne zaman öleceğini bilmem, öleceğini bilirim adamın.
Ama hangi sâniye öleceğini bilebilmem.
Bak havada meteoroloji diyor ki felan günü yağmur yağacak, yağıyor,
nerden bildi?
Bilir bilir kul hepisini bilir amma hangi sâniye yağacağını bilmez.
Doğumu bilirsin, felan günü felan saatte doğacak.
Hangi sâniye de doğacağını bilmezsin.
Her işi ALLAH’a bıraktıktan sonra hadi halıları kaldırıp satalım, geçip gidelim, utanıyor musun bir şeyden?
Utanıyorsun, o halde sende bir irâde vermiş ALLAH. İrâde vermese utanmazsın.
Köpeğe vermemiş irâde, sokakta, taaaa hükümetin önünde büyük caddede neler yaptıklarını gör.
At giderken duruyor, abdestini yapıyor, hadi sen yap bâkiyim.
“E ver 30 lira da yapıyım!.””
Ulan ben sana 5.000 lira veriyorum yok param ama lakırtı parasına, lakırtıynan ben sana çek keseyim.
Git şu köprünün üstünde büyük abdest yap!. Yapamazsın. İslâm yapamaz onu.
Aha işte bunun çalma usûlu aha bu âyette var. Kaşığı cebine koyacaksın.
“Akşam içinizde gece namazı kılan var mı?”
Ya var, ya yok, ya var.
“Gündüz namazı kılmıyor.”
Hepiniz bir iştesiniz ne bileyim ben.
Abdestli gezin, aha bu âyetin içinden o hırsızlık anahtarını çalabilmek için birinci şartı oğlum abdestli gezin.
Yataktan kalkıp akşam yatağa girinceye kadar abdestli.
“Efendim ben abdestimi tutamıyorum.”
Bir dakkada alırsın abdesti, çabuk al be birâder, 3 defa yıkama elini bir defa yıka, abdest al!
“Ama ben iyi abdest alacağım.”
E iyi abdest alma usûlu de var a evladım.
Bozuldu, al abdestini, abdestsiz bir sâniye geçirme, geçirme.
Aha burdan çıktınü, bazısı sıkıştı, gittin helâya, al ordan git.
“Efendim kahvede oturacağım.”
Kahvedeyken gidiyoken abdestini al.
Git kahvenin musluğuna al eline bir avuç su.
Su al avucuna, ağzına sür, burnuna sür, yüzüne sür.
Elbisenin üstünden koluna sür, başına sür şapkanın üstünden.
Ayakkabının üstüne sür abdest taklidi yap.
“Yâ RABBi eğer mümkün olaydı ben güzel bir abdest alacaktım” demektir bu. Bu bu tertibi kaybetme.
Şimdi girişebiliyor musunuz abdestli gezmeğe söz veriyorsanız anahtarı çıkarayım.
Yok efendim “dır dır! efendim şöyleydi de” Şöylenen benim işim yok.
Bu lakırtıları da hiçbir yerde duyamazsınız.
Âhirette yakın, kıyâmette yakın hepisi yakın, o halde bir şey çalmak lâzım oğlum.
O halde hırsızlığa niyet ettin, hırsızlığın birinci şartı abdest.
Abdestliyken sokakta, işte, torna mı yapıyorsun, ayakkabıcı mısın nesin yanında bir tesbihcik bi şey.
Mütemâdiyen bu günden itibâren ben başlayacağım de.
“Neye başlayacağım?””
Bu günden îtibâren ben başlayacağım, bitti.
“Abdestli gezmeye niyet ettikten sonra başlayacağım” de.
“Neye başlayacağım?.””
Söyleme başlayacağını söyleme niyetini.
Ben başlayacağım, neye?
“Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah, Lâ ilâhe illâllah!””
İster bağırarak söyle, ister dört nala tırıs atar bağırarak caddelerde gez.
İster içinden “Lâ ilâhe İllALLAH Lâ ilâhe İllALLAH!.””
Gece gündüz, günde en aşağıya bin defa “Lâ ilâhe İllALLAH.””
Ama 99 değil.
“Efendim ben çok çekerim" yoooo 1001 de değil!
Ne 999 virgül üç çeyrek ne bin bir bir çeyrek tam bin tâne çek.
Her gün yaptı mı evde her gün bir çızık çiz.
Hanı sucular gelir eve tebeşirnen çızıyor ya.
Kahveciler kahve getirir haaa onun gibi çiz.
70 gün, 70 tâne yaptı mı, efendim ben aylağım günde 4.000 tâne çekerim.
Daha iyi yetmiş günde 4 tâne 70.000 eder.
Hanı “Ben yapacağım” dedin ya niyet ettin.
Ne yapacağını söylemedin değil mi. İyi kafanıza koyun.
“70.000 bitti mi Yâ RABBi 70.000bitti yetmiş gün evvel ben sana hani dedim ki yapacağım hah. Şu yetmiş bin yok mu Lâ ilâhe illâllah cebime koyacağım ve koydum!””
Şöyle de ikrar et.
“Cebime koyacağım, koydum” lakırtı, niyyet. Şimdi o senin yanında dursun.
Baktın ki kıkırdayacaksın gidiyorsun. Belli olur insan kıkırdıyıncağı, bir kaza geçirir.
Bilmem ne hastalığı olur doktorlar gelir doktorlar gider.
Sende hadi hadi al. Nalları ya vefât edeceğini anlarsın ya nalları dikmeyeceğini anlarsın.
Vefât başka nalları dikmemek başka tabi. Nalları hayvan diker.
Zıbarmak var, gebermek var çeşitli.
Ama secdeye başını koyan vefât eder.
Daha kuvvetli koyan vefât etmez kalıp değiştirir.
Daha kuvvetli olan hiç ölmez.
“ALLAH’a ısmarladık ben ev değiştiriyorum” der gider.
Ölüm yoktur İslâmda. Ölme yok ne ölümü.
Ben şimdi yukarı mahallede, Anamın mezarına gittim.
Okudum geldim işte ordan yürüyerek buraya kadar geldik.
Yolda bir doktor arkadaş gördü beni hiç tanımayan hadi bindirdi getirdi kaçırmayalım diye.
Dün akşam rüyâda anamı gördüm.
Gece namazını kıldıktan sonra. İki günde bir gidiyorum.
Güldü: “Oğlum dedi ne yorarsın kendini yukarı bu kadar gelip gidiyorsun!” dedi.
“Yâ ana dedim ben geleceğim sen istersen kov!””
“Ben rahatım rahatım oğlum” dedi.
“Nerden rahat?.””
Anam 86 yaşındaydı.
20 tâne 70.000 şeyi varımış. Kendisi söyledi bana.
Hayâtında çekmiş. Bir ikisini hediye etmiş.
“Ölmeden evvel dedi oğlum 5 tâne de sana verdim tut al” dedi.
Ben görmeden o çekiverdi koydum cebime, cebimde bakıyorum yok bir şey.
Ölürken onları kendine hediye ettim.
70.000 i koy cebine fazlasını da koy.
Baktın birisi hebâ ettim der tamam.
Aha Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz mubârek rûhu muallâlarını teslim ettiği Âişe Vâlidemizin dizindeyken inen âyet.
Yine Âişe Vâlidemiz bu hadisi naklediyor.
Hazreti Âişe’den vârid.
Diyor ki bir gün Sallallâhu Aleyhi ve sellem Efendimizin huzûruna bir sahâbe geldi.
Gözleri yaşlı “ne oldun?” dedi. Ya ehi..
“Yâ Resûlullah dedi vâlidemi defnettim” demiş.
Resûlullah “başın sağ olsun” demiş.
“Yâ Resûlullah acaba anamın aşağıdaki hâli nedir” demiş.
Resûlullah’ın yanında Numeyra isminde bir sahâbe var, Numeyra.
Ebû Numeyra kendisi köleden âzad edilmiş ama Numeyra da bir hassa varımış.
Bir tâne daha varıdı öyle bir sahâbe onda da bir hassa varıdı.
Cenâze namazına kim hangisinin cenâze namazına giderse millet peşine takılırmış gidermiş.
Gitmedi mi anlarmışlar ki o ölen münâfıktır.
ALLAH öyle bir hassa vermiş.
“Yâ Numeyra demiş bak bakalım şunun anasına” demiş,
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem.
Numeyra şöyle yüzünü koymuş.
Kaldırmış yüzünü ki ah ile ağlıyor: “Yâ Resûlullah azâb içinde!” demiş.
Bunun üzerine o adama demiş ki. “Git 70.000 tevhid getir demiş ananın rûhuna şey et demiş, hediye et!” demiş.
Oradan bir sahâbe demiş “Yâ Resûlullah benim 70.000 im cebimde” demiş.
“Ben versem olur mu?
"Ver ona” demiş. Vermiş, hediye etmiş.
Numeyra gine yüzünü şey etmiş gülerek uyanmış “Yâ Resûlullah cenneti âlâ’da” demiş kadın.
Bunlar elektrikten daha kuvvetli te’sir eder, anladın mı ağam?
Vakıt yok. Boş geçirme Lâ ilâhe illâllah hattâ burdaki Müslüman kadınları ALLAH ömürlerini uzun etsin.
Hayâlarını Hazreti Âişe Hayâsı etsin. Boş zamanları çoktur.
Oturun kızım “Lâ ilâhe illâllah lâ ilâhe illâllah..” 99 buçuk değil 990 tam 1.000 unuttum yok!
“Ben beş bin tâne çekerim!” Çek!
“Bir gecede 70.000 çekerim!””Çek tahammül edebilirsen.
Yavaş yavaş çek koy, bir yere.
O bittimi yetmiş bin daha bir 70.000 daha. Kuliyet, kulibet.
“Böyle a insanlar olmasaydı gök kubbesi devrilirdi” diyor Cenâb-ı Resûlullah kuliyet, kulibet aha bu günü yaşamamız böyle tevhidleri okuyup da ne kadar üzerimize hediye eden mubârekler var.
Öyle olmasa mezarlardan yukarı fışkırır millet. Mezarlardan yukarı fışkırır.
“Efendim hıristiyan mezarlığından niye fışkırmıyor?”
Yağmur, oğlum, hristiyan mezarlığı, İslam mezarlığı hristiyan tarlası, kâfir tarlası dinliyor mu?.
Onun bir mubârek ALLAH’ın sevgilisinin bir gözyaşı, bir gecedeki bir dakîkalık duâsı 1 milyon kişiyi kurtarır.
Sen İslamların içinde hepisi boş, geveze mi zannediyorsun.
Neler vaaaaar neler var. Onların yüzü suyu hürmetine duruyoruz.
Bizim yüzümüzün suyu hürmetine de duran var.
Bak aha burdaki bu kadar mubârek yüzlü, sizin yüzünüzde nur var ama sen onu göremezsin.
“Vucûhun yevme izin nâdıreh (nâdıretun). İlâ rabbihâ nâzıreh.”
Secdeye başını koyanların şeyinde sücud eseri vardır diyor Cenâb-ı ALLAH Kur’ânı Kerim’de.
Ama aynada göremezsin onu.
Aynaya beyhûde bakma onu görmek için başka göz lâzım.
Onun için abdestli gez aha bu dediğimi yap. Aha âyet.
Bak işte o âyet-i kerimeyi okudu.
Bana da Şu âyet-i kerime’de şöyle lakırdılar varıdı kafamdan çıktı size söyledim. O çok büyük iş haa.
“Lâ İlâhe İllALLAH!”
“Efendim Lâ ilâhe illâllah cennetin kapısının anahtarı.”
Orada o kadar çok kapı var ki oğlum. Şimdiden anahtarı cebine koy.
Daha iyi değil maymuncuk bu işte. Aha ortada.
Ben söylemiyorum âyet söylüyor. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz söylüyor. İnan buna inan bu böyle.
Gözün aklın, kulağın saf olmasını, temiz olmasını istiyorsan içindeki tamah şu hased perdelerini yırt at bunları at içinden.
Ayna, bir şeye tamah etseydi bizim gibi münâfık olurdu her bakanı başka türlü gösterirdi.
Münâfıklar aynaya baktı mı beğenmezler kendilerini.
Ama o ayna değil haaa.
Doğru söz söyler “he he heee” der, hoşuna gitmez.
Çirkin bir herif Hintlinin birisi aynaya bakmışta kızmış aynaya.
“Bu ayna fenâ gösteriyor” diye aynayı yakmış parçalamış.
Onun için fazîletli insanları sevmezler.
Anlamayan da “hav hav hav!” köpek gibi bağırır.
Onun için her şeyi olduğu gibi gösterir ayna bilirsin değil mi?
Eğer ayna bizim gibi olsaydı her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
Onun için hadis-i peygamberi de: “Mü’min Mü’minin aynasıdır!”” buyurmuş.
Birbirimize baktı mı peki neyi, ne ne göreceğiz biz burada.

Huvallâhu’l-hâliku’l--bâriu’l- musavviru lehu’l esmâu’l- husnâ, hayır ordan yukarı.
Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s-selâmu’l-mû’minu’l-muheyminu’l- azîzu’l-cebbâru’l-mutekebbir(mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).

Mu’minu’l- muheymin.
Mu’min, mu’min, Müheymin ALLAH.
Birbirimize baktığımız zaman Nûr-u Resûlullah’ın fânusuna bürünmüş bize bizden yakın olan ALLAH’ı görmek lâzım.
O halde Mü’min arkadaşına sen nasıl çirkin olarak bakarsın. Nasıl fenâ söz söylersin. Nasıl onun hakkında fenâ şey söylersin.
“Mü’min Mü’minin aynasıdır.”

Abdulaziz zamânında, Murad zamânında. İstanbuldaki Mısır Çarşısı yapılmış.
Murad tebdili kıyafet etmiş, veziriynen geziyor sabah namazını şey yeni câmide kılmış. Gitmiş. Hacı Mustafa Efendi dükkanını açmış.
Karşısında da Hacı Ömer efendi. Hacı Mustafa Efendiye gelmiş.
Eskiler bilir eskiden zenbillerde satılan zenbil pirinci varıdı, Mısırdan gelirdi şöyle büyük. Küçüklüğümüzde yapardık da yerdik. Babam alırdı.
Gelmiş: “Efendi amuca!” demiş.
“Buyurun efendi!” demiş. Pâdişahı tanımıyor ya.
“Şurdan bana 5 okka pirinç ver!” demiş. Eskiden okka. “Peki efendi” demiş. Almış ordan kağıdı 3 okka.
“Amuca demiş ben beş okka istiyorum 3 okka değil” demiş.
“Anladım efendi demiş anladım anladım. Sağır değilim” demiş.
Üç okkayı tartmış.
“Aha karşıdaki Hacı Ömer Efendi de de aynı pirinç var demiş.
Zenbiller aynı demiş. Ben siftah yaptım”” bugün demiş.
“O daha siftah yapmadı 2 okkasını da ondan al!” demiş.
Aha “Mü’min Mü’minin aynası.”
Burada git bir bakkala Efendim kap silmek için cin hani o tel var.
Var mı sizde aha dün evden istediler.
Efendim cin yok bizde bilmem parça yüklü.

"Yok dedim oğlum cin var mı!"
"Efendim dedi o cin yok!"dedi şimdi.
Gittim karşıya orda cin vâr ordan aldım.
De ki: "Karşıya bak bende yok!" de!.
İllâ kendisindekini sokuşturacak bana.
Aha "mü'min mü'minin aynasıdır."”
Aynanın arkası bile değil mü'minin mü'mine.
Görülür, arkasını da çevir. Bir şey olduk biz bir şey, ama ne.
Söylenmez burda.
Terâzi mala tamah etseydi yanlış tartardı oğlum, ne korsan aynını tartar.
Cenâb-ı Peygamberin bir hadisi var: "Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum."”
Diğer bir hadisinde diyor ki: "Gönlünde sabırı olmayana ALLAH îman vermemiştir."”

Hepimiz dinimizi babadan bedâva bir mîras bulduk dini oğlum.
Hepimizin babasından mîras geldi bize değil mi din, bedâva.
Onun için başını şükretmede çevirdik hepimiz mîras geldi.
Kefene bindirerek bulsaydın bulduğun yerde olurdu.
Babadan, babam kılıyordu ben, bedâva öğrendik dini bedava geldi.
Ne çileler çekmişler hemi de.
Dışımızdaki elbiseler güzel ama, içimizi bir açarsak paramparça oluruz.
Aha bu param parçalığı silkinip atmak için bu lakırtıları söylüyorum size.
Hepimizin bir iyi bir şeysi var, mihenge vururlar.
Yok bir şey be, neyimiz olacak?.
Yalan mı söyledik, ırza mı tasallut ettik.
Birisinin parasını mı çaldık, yetim malı mı yedik.
Devlete mi isyan ettik.
Aha hepimiz orta halli insanlarız.
Hangimizin apartumanı var, kimin malını yedik.
Temiziz ya sen bakma benim lakırtılarıma!...
İyice temizlenmek için hanı bâzı sinirli hanımlar vardır.
Kapısının, bizim ev öyle, kapısının tokmağı tertemizdir. Her gün vimnen siler.
Aha bende vimnen silmek için söylüyorum.
Öyle korkacak bir şey yok yavvv arkada koskaca Resûlullah..
Aha hırsızlık anahtarını da öğrediniz, bitti.
İyilik ve kötülükten meydana gelen sûretler gizli olmayıp da meydanda bulunsaydı, küfür ve îman apaçık meydana çıkar, bu âlemde put kalmazdı, puta tapan da bulunmazdı.
Kimsenin kimseye alay etmeye mecâli kalmazdı.
Dünyâ kıymet kesdi der, kıyâmete hiç kimse, suçsuz giderdi.
ALLAH bütün mütecâzâtı gizledi, gizledi, gizledi amma âvâmdan gizledi. Kendine yakîn olanlardan, hayır oğlum.
Ay buluta girse ben bulutun arkasında ayın olduğunu hepimiz biliriz.

Herifin birine demişler ki, bak şimdi hatırıma geldi.
"Ne içtin?"“ demişler.
"Destidekinden içtim!" demiş. "Destidekinden!"”
"Desti de ne var?"
"İçtiğim şey var!" demiş.
"Bu gizli laf ne içtin?"demiş. "İçtiğin ne?"”
"Desti de gizli olan şeyden içtim!" demiş.
Yağma yok söylenmez, bul testiyi iç!.
Deminden beri, destinin hamurunu yapıyoruz.
Bu sual cevâbı birbirine dolanıp gider, ooooo uzar gider.
Çokta tepelenirse insan, çamura kapılmış eşşek gibi çamura kapılır.
Aldırmayacaksın, dediğimizi yapacaksın, işine bakacaksın!.
Tahtaların içinde hani küçücük kurt olur, o yer içinde toz yapar.
Bizim küçüklüğümüzde sünnetçiler o tozu kullanırdı, yaraya ekerlerdi.
İşte penisilin, o yavv penisilin. Penisilin akıyor, çürüktür.
Tahta kurdu oğlum, tahtanın içindeki o küçük kurt.
Tahtanın fidanlık hâlini bilmez oğlum değil mi, nerden bilsin?.
İnsan bunları bilmediği için bâzen şeytanlaşır.
Bâzen bakarsın melekleşir. Bâzen toprak kesilir. Bâzen yırtıcı hayvan!
Ondan sonda da tövbe eder.
Yoooooo. Tövbe zevki oğlum, tövbe büyük bir zevktir.
Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olamaz.
Edebsizliği yap: Tövbe estağfirullah!..”
Yoook oğlum!...

"Efendim beni şeytana uydurdun ya!."
Yoo yoo yooo şeytana atfetme.
Bu çok ince bir lakırtıdır ağalar!
Çok ince bir lakırtı çok dinledim.
"Şeytana uydum da şöyle!"
Yo yo yooo!. Şeytana kabahat bulma!.
Bu lakırtıyı da hiç unutma!
Bu çok büyük bir lakırtı, deştikçe genişler.

Hazreti Âdem'i yarattı Cenâb-ı ALLAH, koydu cennete, değil mi?
Ondan sonra şeytana: "Gel buraya dedi. Git!" dedi.
"Her şeyi bilen bir insan yarattım ben topraktan!"”dedi orda.
"Git onu kandır, elmadan ye armuttan ye ne varsa ye kovacağım onu şeyden!" dedi.”
Şeytan gitti. ALLAH’ın izni olmasa şeytan adım atabilir mi?
Başka birinin emrinde mi şeytan? Çok dikkat buyurun!
Gitti Âdem'i kandırdı, Cennetten atıldı Âdem.
Âdem Cenâb-ı ALLAH’a dedi mi ki: “Ben şeytana uydum!.””demedi gizledi onu.
"Sen bunu böyle yaptırdın!" demedi.
"Ya RABBi ben nefsime uydum. Nefsime zulmettim. Sen beni affeyle!" dedi. Aha tövbe böyledir.
"Efendim şeytan beni bilmem ne etti de!"
Onu kendine bul kendine!. Şeytanın vekili sen olmuşsun. Anladın m?.
Tövbe böyle olur: "Ya RABBi ben hatâ ettim nefsimin esiri oldum!"
"Haaa ben oturuyorum gâyet iyi de o gelip beni ku ku ku kışlattı!."
Öyle iş olur mu yavvv..
Abdestli olana şeytan karışmaz yav, yanaşmaz.
Îmannan almışsın abdest burda geldin namaz da kılıyorsun.
Birde kafan Muttalib'e gitmiş: "Ulan koyun ordaydı da. Satamadık da acaba ne edeyim?" de...”
İmam "ALLAHuekber!" demiş sen karışmışsın.
Sonra dışarıda efendim: "İmam Efendi sen secdeye gittim de ben secdeyi unuttum. Eeee sehiv secdesi lâzım mı?"
"Eee lâzım yâhut iâde et namazı. Ne oldu sana?"
"Valla şeytan benim kafamı karıştırdı."
Eee hadis nerde yahuuu.
"Abdestli olana şeytan karışmaz!"
şeytanın burda ne işi var. Şeytana kabahat bulma!.
Bu ince nokta, ince nokta.
Haaa, şimdi öteki mahallelere bir dağılır, Vâiz Efendi dedi ki: "Şeytana kabahat bulma!"
Gider bâzı câhillerin ağzına: "Şeytanı yok etti!"derler..

Secde et yaklaş!. Ve ilâ Rabbike ferğab.
Ancak bundan sonra yanaşabilir ALLAH'a!..
“E lem neşrah leke sadrak.
Ve veda'nâ 'anke vizrak.
Ellezî enkada zahrak.
Ve refa’nâ leke zikrak.
Fe inne ma'al 'usri yusra.
İnne ma'al 'usri yusrâ.
Fe izâ ferağte fensab.
Ve ilâ rabbike ferğab.”
Bu temizlikten elem neşrahleke sadrak. Sadrını yaracaksın!.
Cenâb-ı Peygamberin sadrı yarıldı. Bizde kendi kendimize yaracağız.
Tamah hislerini, hased hislerini, pislikleri atacağız, işte elem neşrahleke sadrak. O oldu mu gel diyor. Hele gel bakıyım.
Parayı tutarsın, mıknatıs çekmez. Hakîkaten parayı çekmez. Demir parçasını çeker.
Para kıymetlidir dünyâ metâıdır da.
Efendim para kıymetli şey metâı ama der pirinçten yapılmış yok bilmem neyden.
Neden yapılırsa yapılsın. Altını da çekmiyor gümüşü de çekmiyor.
"Niye çekmiyor?"
İçinde bir kargaşalık olursa çeker onu da.
Temizler "Şuuuup!" diye çeker mıknatıs.
Onun için Mü’minde ateşi söndürmek imkânı var.
"Yarın yaparım!"“ deme.
Nice yarınlar geçti nerdeyse ikindi geçecek.
Yarına bırakma işi bu akşamdan başla.
Yaptığımızdan utanıyoruz değil mi?.
Bir edebsizlik yaparsak utanıyoruz.
O halde elimizde bir "ihtiyâr" var demek ALLAH verdi.
Yapıp yapmama da ihtiyârımız varsa,…
Yoksa o halde utanma nedir?
Utanma nedir niye utanıyoruz?
Onu söylemem oğlum. Onu sen bul!.
Bu haberi verdim. Aha bu dediklerimi yap utanma nedir o zaman gör!.
Kim çok uyanıksa o, o kadar dertlidir.
Kim işi çok anlamışsa yüzü daha sarıdır oğlum.

Bu mübârek demin söylediğim, ALLAH şefâatine nâil eyleye Ayşe Vâlidemiz oturuyormuş. Yorulmuş böyle bacaklarını uzatmış.
Her zaman ordan geçen bir kör varımış, tamamıyla kör.
O zamânın evleri böyle apartmanlı asansörlü değil ki.
Asansör var o zaman var ama, göğe doğru asansör varıdı oğlum, o zaman göğ asansörü varıdı.
Burak gelir alır, Sallallâhu aleyhi ve sellemi götürürdü mi’raca.
Var idi asansör o zaman ama bizim gözümüz görmezdi bu asansörü.
Oturuyormuş kör içeri girmiş bir şey almak için.
Ayşe Vâlidemiz bir hışırtıynan hemen dizlerini örtmüş.
Kör demiş: "Ya 'Âişe demiş. Ne hışırdadın orda demiş. Benim gözlerimin kör olduğunu biliyorsun!” demiş.
Nâmahrem olarak ayaklarının açık maçık felan aceba görür mü?.
"Ben biliyorum senin görmediğini ama demiş, ALLAH görüyor ya!" demiş.
Lakırtıya bak oğlum.
"Bir edebsizliği, aman şöyle görmesin, annem görmesin babam görmesin, felanca görmesin!."”
ALLAH görüyor yahu!. ALLAH'tan utanmıyoruz da kuldan utanıyoruz.

Gül mevsimi geçip gülşen harâb olunca gül kokusunu nereden alacaksın. Değil mi? Geçti gitti!.
"Benim ömrüm edebsizliknen geçti, bir şey yapamadım ne olacağım şimdi? Gülşen bitti gül kokusunu nerden alacağım?"
Gül kokusunu nerden alacağını söyleyim mi sana?
Vereyim mi sırrı nerden alacaksın?
Gül suyundan oğlum, gül suyundan.
Aynen gülşenin kokusunu alırsın.
"Eeee bunun gül suyu nerde?"”
Deminden beri onu anlatıyorum yavvvv: "Lâ İlâhe illâllah"
Yapamadığından bir şey 70.000 "Lâ İlâhe İllALLAH" hazırla kendini.
Göğe kaldır bak kafanı kaldır bak..
"Ya Habibim! Göğe bak. Bak bak. Kusur bulamazsın!"”
Gök en temiz yer biliyorsunuz.
Göğe Cenâb-ı Peygamber Efendimize âyeti kerîme de kaldır başını bak yâ habîbim.
Başın ve "huve hasîr" önüne düşer.
Tekrar kaldır bak. 8-10 defa kaldır bak.
Tertemizdir kusur bulamazsın.
Dediği halde o temiz göğde kusur bulanmadığı halde biz yere, yer üzerinde oturuyoruz.
Yere ne kadar bakmak lâzım ki onun temizliğini bulabilmemiz için, yâni o kadar fazla secde yapmak lâzım.

"Kim ALLAH'ı bilirse onun dili tutulur. ALLAH hakkında bir şey söyleyemez."
Hadis-i Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
ALLAH büyüktür, âmennâ ve saddeknâ.
Merhâmetlidir, rahmeti çoktur. Âmennâ.

"Eeee, ekmeğim yok demin dediğim gibi. Dertten öleceğim, korkuyorum!"
Hani "Tanrı merhâmetliydi!" diyordun, o halde bu korku ne?
İşte bu bunu böyle söylemek en büyük şirk oğlum.
"Nezle oldum, aman gebersem, param gitti aman gebersem.
Şu evim yandı bilmem ne oldu. Şu işten zarar ettim aman ne!."
Duuuuur!. İslâm bu değil!.
ALLAH düşünceye sığmayan YOK'luk. YOK mu, işte ALLAH ordadır.
Bu cihan denizdir ağam deniz deniz.
Senin vücûdun da balık, denizde yüzüyor, Rûhun da Yunus.
Yunus, ALLAH'ı tesbih ettiği için balık hazmedemedi onu, kustu dışarı.
Kur’ânda var ya.
"Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z-zâlimîn"”
dedi atladı denize yüzdü, değil mi?. Yûnus Balığının içine girdi.
ALLAH’ı dâima tesbih ettiği için balık onu hazmedemedi kustu dışarı.
O halde senin Vücûdun balıksa, Rûhun da Yûnus.
Bu deniz, bu dünyâ denizi yüzlerce Yûnus Balıklarıyla dolu.
Sen görmüyorsun ama etrâfında gezinip duruyor.
Sende Yûnus Balığının içinden kurtulmağa çalış.
Aha o "Lâ İlâhe İllALLAH"nan çıkacaksın!.
O Peygamber: “"Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z-zâlimîn"“ dedi.
Bir "Lâ İlahe İllALLAH" la kurtuldu.
Bizde 70.000 nen kurtuluruz.
Haaaah, anladın mı, unutma bunu!.
Bunları yaptı mı, Tanrı katında büyüklere yer açılır.
"Tanrı katında büyüklerin nazarında pis şeyler temiz olur" der hadis.
Hazreti Aişe’nin hadisi bu.

Şeyh meyhâneye girer.
Meyhânedeki bütün küpler bal olur.
Zarûret vakti, her pisi temiz yapar bilirsiniz.
Öleceğinizi bildiğiniz zaman domuz eti helâl olur insana bilirsiniz değil mi?
Öleceğini bildiğin halde katırını matırını helâl olmayan şeyleri öleceğini bilirsen şey eder, şeriat..
O halde, açlıktan ölme korkusu geldiği zaman bâzı haram olanlar helâl oluyor.
İçki, haram, ama hastasın, mü'min bir doktor dedi ki: "şunun içinde alkol var içeceksin!"
İçersin helâl olur sana.
Ama meyhâneye gidip de içmek değil haaaa.
Bunu başka türlü te'vil etmeyin!.
Zâten bütün millet etrafta bekliyor.
Bu adam bir şeyler söylesin de tersine lakırtıyı çevirelim.
Ama benim lakırtı demir gibi değil eğilmez çeliktir, bir tarafa doğru eğilir.

Velî, zehiri yer bal olur. Biz, bal yeriz zehir olur.
Öyle büyük bir insan gördüğün zaman, ona mürşid derler bilirsiniz.
Denize benzeyen bir gönlü vardır.
Deniz hani bâzen medd u cezir olur, yükselir ve alçalır.
Onun rûhu da öyle yükselir ve alçalır.

Taşar, çekilir. Tekrar taşar çekilir.
Bundan istifâde edeceksen, nefsinin tekmesi altından kurtulanlardır ancak.
Nefsinin tekmesinden kurtuldu mu onun medd u cezirine girersin.
Kazâ ve kader bâzı insanı ahmâk bir hâle sokar, akıllıyı da, abdal deriz ona abdal.
Dinde abdallar vardır, varlığını değişmiş olan insanlar vardır.
Tanrının değiştirmesiyle şarabı, sirke olan kimse demektir abdal.
İçimizdeki pislik şarap “Aha onu sirke yap.”
Herkes sirke yapamaz. Nohut koy içine der falan olmaz hiç.
Üzümden yapar sirke olmaz.
Ama Yukarı Mahallede Kemâl vardır sirkeci, bir sirke yapıyor. Hüneri o.
Senin içindeki o nefis şarabını da sirke yapmak için bir oraya bir maya koyar.
Aha söyledik mayayı yetmişbin!.
“Savaştan evvel yiğitlik olmaz"” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
Bunları yaparsan. Hani hanımlar yâhut buradakiler Müezzin efendiler tutar bir iki kişi.
Bu halıları dışarıda asar kilimleri. Alırlar sopayı ver babam ver "küt! Küt! küt! küt!" gider.
Kilime vuran, kilimi dövmez oğlum kilimi dövmez, kilimdeki tozları götürmek için.
Bâzen korkutucu lakırtı söylesem, iğneleyici tokmak gibi lakırtı söylesem üzerinize almayın!.
Aha bu kilim hikâyesi hatırınıza gelsin anladınız mı?
Rüzgar eser tozları kağıtları ortaya karıştırır fakat rüzgâr görünmez tozların altında gizlenir.
İnsanların, Peygamber Efendimizin sözüdür: "Her insan kendi dilinin altında gizlidir"

Annesi çocuğunu azarlar: "Hüt! müt!" der.
Çocuğu azarlamıyor çocuğu azarlamıyor, kendi parçası.
Bir felâkete uğrasa Maazalllâhu teâlâ saçını başını yolar kadıncağız.
O anda olan onda olan fenâ huyu azarlar halbuki.

Üzüm suyunu git sor Kemâl Efendiye.
Şarap olsun diye küpe hapsederler, değil mi şarapçılar?.
Kara papaz şarabı bilmem beyaz papaz şarabı, yeşil papaz şarabı, sakallı papaz şarabı. İşte bir çok arabalar geçiyor görüyorsun değil mi vardır. Kara papaz mı nedir o?. Papaz karası şarabı işte neyse.
Onu yapan herif, üzüm suyunu şarap olsun diye küpe hapsediyor.
"Niçin küpe hapsediyor?"”gizlensin diye.
Arapçada bir tâbir vardır. Hannâs, Hannâs.
“Kul eûzu bi rabbin nâsi. Melikin nâsi. İlâhin nâsi. Min şerril vesvâsil hannâs. Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâsi. Mine'l-cinneti ve'n-nâsi.”
Hannâs var ya! hah o hannâs!.
Hannâs, hunus, kirpi gibi kafasını içeri çeken demektir.
Yapacağı işte başını içeri çeker kirpi gibi. Şeytan işte o.
Periler gizlidir derler görülmez göze.
İnsan perilerden daha gizlidir oğlum.

"Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım" diyor Cenâb-ı ALLAH.
"El insâne sırrî ve ene sırra."”
O halde biz her şeyden gizliyiz. Hannastan da mannastan da.
Kendi kendimizi çevirmek lâzım tabi. Tersine çevirmemiz lâzım.
Nasıl çevirirsen iyi olur?.
Pantollarınızı evde haftada bir ütülerken, hanım evde tersine çevirir onu, kırışıklığı böyle ise, şöyle tersine yapar onu bir ütüler güzel tutsun diye.
İçinizi dışarı çevirin dışa çevirin.
Tövbe, işte içini dışına ütüyü iyi yapar.
“Ama ben ütü olmayacağım.”
Aşağıda o kadar ütüler var ki ne makineler var oğlum.
Cennet, cehennemde, istediğin kıratta çıkarır.
Izgara mı olacaksın, şiş mi olacaksın, kavurma mı olacaksın, düdüklü tencere mi istiyorsun hepisi var orda.
Ama buradan hazır gidersen bu ütülüdür denirsin geçer gidersin!.

Peygamberi seviyorsun. ALLAH'ı seviyorsun.
Bir zevk var içinde, bu sana yeter bu müjde.
İnsanların gönlünde Tanrı sevgisi artarsa bil ki Tanrı seni seviyor demektir.
ALLAH seni seviyor demektir. Bunda hiç şüphe etme.
Çeken gizliii! Fakat göreceğin gözü olmadığından gafletten görmüyoruz.
ALLAH istemese zor gelirsin şuraya oğlum. O halde ALLAH seni seviyor hah.
Secdenin karşılığını? Nedir bu, secdenin karşılığı?
ALLAH'a yakınlıktır oğlum!. Secde et de yakın ol!.
“Ve ilâ rabbike ferğab” aha budur!
Vücûdun secde etmesi, canlarımızın ALLAH'a yaklaşmasına sebebtir.
Hacc, ALLAH'ın evi’ni ziyârettir, Evi var.
Sana senden yakîn olan içinin haccını yaparsan asıl "ER" lik burda işte.
Onun için kötülere, fesatçılara, isyancılara: "Ya İlahî merhâmet et!" diye duâ edelim inşaALLAH.
Her hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır, kendiliğinden oynamaz bir şey.
Cenâb-ı ALLAH bütün insanların, mü'minlerin suçlarını örter örter.
Ama cezâsını da verir oğlum, örter amaa..verir.

"İhtiyatlı davranın" diye bir lakırtı vardır bilirsiniz. İhtiyatı elden bırakmayın.
Burada lafı gelmişken söyleyim. İhtiyat diye bir lakırtı var.
İhtiyat, iki tedbir arasında tereddüde düşmemek demektir.
Buradan bir köye gideceksin, değil mi?.
Birisi dedi sana ki:"Sende çok susuyorsun, bir matara almışsın omuzlarına, mataraylan gidecen!"”
"Niye aldın bunu?."
"Ağam felan köye gidiyorum yolda çeşme meşme yok!" Eeee yoktur.
İyi. Termosu taktın koluna.
Biraz ilerde birisi: “Yavvv nereye gidiyorsun bu kadar yüknen?”
“İşte felan köye gidiyorum!” bilmem ne.
“Eeee bu termos nedir bu testi de elinde?””
"Yavvv yolda su yok."”
"Aman be birâder bırak demiş, her adım başı çeşme var, ben o köylüyüm dedi."”
Şimdi, birisi "Su yok!"dedi.
Birisi: "Su var!" dedi.
Sen şimdi tereddüd içindesin.
Burada ihtiyat, korkudan kurtulmaktır değil mi? hah.
Yanına su al! Yoksa dökersin. Ya yoksa, ahaa ihtiyat bu.
Onun için efendim felanca diyor ki: "Öldükten sonra hep kömür olacağız yok bir şey ortada!"

Peki yoksa yok ağam ben seni inandıracak değilim.
Aha bu sol yoldaki gibi, su yolu hikâyesini anlattım ya onun gibi tedbirli git! . Tedbirli git al cebine koy.
70 buraya, 70 buraya 70 buraya 70... Ne kadar cebin varısaaa.
"Efendim ben ceplerime değil sandığa dolduracağım!"”
Bavula doldur oğlum. Doldura bildiğin kadar doldur.
Bu, ne demek bu?.
Birisi sen rahat rahat uyuyorsun şöyle.
Birisi baktı ki öteden bir yılan geliyor sana doğru.
Geldi hemen: "Kalk be!"”
"bırak be yav ne uyandırdın beni. Rahat rahat rüya görüyordum burda!"”
Kızma. Uyandığın zaman o adama kızarsın değil mi?
Fakat adamın: "Bak şurada şu var!" dedi mi, o zaman pişman olursun...

*

Peygamberlerde gizli şeyi bilip seni o şeyden agâh eden insanlardır.
Bizim bilmediğimiz şeyleri.
Onun için aha bu hikayesi gibi o cihan halkının görmediğini görmüştür Resûlullah.
Doktor sana: “Bunu yaparsan hasta olursun!” deyince sen bunu kötüye yormazsın değil mi?.
“Doktor efendi şuramda bir şey.””
“Haaa amuca bunu böyle suya sokarsan. Bu kanser olur.””
Haaa peygamberlerin dediğiydi bu.
“Yavvv felan yere gitme edebsizleşirsin. Felan yere gitme ahlâkın değişir” dersin.
“Yok efendim bana bir şey yapamazlar” der haaaah.
Başın döner adamın gelir doktora: “Ne oldu?”
“Tansiyonum çıktı benim sendeliyorum.”
“Aman aman aman şunu yeme ölürsün” dedi mi herif onu unutur yavvv.
Resmini görse o hangi gıdaysa kaçar ondan.
Cesedi için kaçıyor da fazîleti için kaçmıyor.
Cesed kalacak yukardaki şey mezarlığında yavv.
Odun Pazarı Mezarlığında rûhun çekip gidecek.
Aha o cebinin içindeki, ruhunnan gider.

Bir gün çölde bir arap kervanı susuz kalmış. Çöl..
50-60 kişi, bunalmışlar. Develer yatmışlar aşağıya dilleri dışarıda.
Ötekiler perîşan halde. Ölecekler.
Bir de bakmışlar ki dünyânın büyüklerin büyüğü sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz mâiyetiyle geliyor.
Bakmış yanında 3-4 kişi var Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin.
Perîşan haldeler, ordan iki tânesine demiş ki: “Şu tepenin arkasından bir siyah bir köle gidiyor deveynen. Onda su var, gidin o adamı alın, çağırın bana, gelmezse zorunan getirin!” demiş.
Bakmışlar orda bir şey yok.
Hemen koşmuşlar bakmışlar ki hakîkaten bir devenin üstünde siyâhî bir arap binmiş. Şarkı söyleye söyleye gidiyor. Kırbada yanında su dolu.
Demişler ki: “Seni Resûlullah çağırıyor.”
“Resûlullah kim?” demiş herif.
Demiş işte.. “
“Bırak canım demiş. O şairin, sihirbazın birisidir” demiş.
“Oğlum hadi gel” demişler.
“Ben gelmem” demiş.
Çekmiş kılıcı. Bu iki genç yakaladığı gibi onu, zorunan Resûlullah'ın huzûruna getirmişler.
Resûlullah demiş: “Alın devedeki kırbayı doldurun kırbalarınızı” demiş.
Kırbanın ağzına açmışlar. Orda 50 kişi var, herkes kırbasını matarasını doldurmuş.
Develer içmiş, yine kırbanın içinde su olduğu gibi duruyor.
“Efendim nasıl?””
Yavvvv Zât-i Sungur yapıyor bunu, ben gözümnen gördüm.
Bir cezvenin içine biraz su koyuyor şeker, 30 tâne fincanı dolduruyor yavvvv.
Adam şaşırmış: “Ulan bu kırbadan elli tâne kırba doldu. Develer içti. Benim kırbamın içinde…” derken içine bir ilham iniiyor.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize diyor ki: “Ben kusur ettim” diyor. “Lâ İlâhe İllALLAH MuhaMMeder Resûlullah.””
Ulan hep, ne kolay iş yavv.

Beyazidi Bestâmî Hazretlerinin bir arkadaşı varımış, mahalle arkadaşı Hunnaz isminde bir papaz âlim.
Beyazidi Bestâmî 83 yaşında bu da yaşına gelmiş.
Daha bir gün görmüş Beyazidi Bestâmî ye “merhaba” “merhaba.””
“Yaaa Bestâmî demiş ben İslâm olacağım” demiş.
70 senelik arkadaşı ama hristayan.
Hazreti Beyazidi Bestâmî demiş ki: “Peki ol!” demiş. “Git abdest al,
Aha şâhid ol!” demiş. “Eşhedu en lâ ilâhe illâllah ve Eşhedu enne MuhaMMeden abduhu ve Resûlullah” demiş bu kişi, papaz.
Sarılmışlar, Arapça biliyor papaz, her dîni biliyor İslâm oldu.
Beyazidi Bestâmî elbiselerini yırtmağa başlamış.
Saçlarını yolmağa başlamış.
“Ya Bestâmî ne oldu?” demiş.
“Ya Hunnaz demiş sen demiş Hıristiyandın ben 70 senelik müslümanım” demiş. “Bir anda bennen berâber oldun” demiş. “Nasıl olmaz demiş bir anda bennen berâber oldun!” demiş. Bütün gitti gidiyor.
“Sende 70.000 bin defa Lâ İlâhe İllALLAH var. Belki ömründe söylememişsin ömründe o kadar. Lâ İlâhe İllALLAH MuhaMMede'r-Resûlullah” demiş elhamdulillâh, herif İslâm olmuş.
Resûlullah'ın mubârek elini öpmüş.
Resûlullah'da şöyle kulaklarından tutmuş şöyle bir sıvazlamış, herif bembeyaz olmuş.
Bunu ordaki sahâbe-yi kiram söyledi ki sahâbe-yi kirâmın mervi hadislerindendir bu.
Hâşâ summe hâşâ summe summe summe hâşâ sahâbe yalan söylemez.
Adam binmiş devesine, kırbaynan. Kendi kabîlesine yanaşmış.
Efendisi uzaktan görmüş: “Ulan bizim deve ama demiş, üstündeki beyaz bir adam bu kim? Aceba benim kölemi öldürdüler mi?” demiş.
Yanaşmış, demiş: “Sen bu deveyi nerden aldın?”
“Efendi demiş ben senin kölenim.””
“Ulan geç. Nasıl kölem olursun, sen siyahtın” demiş.
“Yok efendim böyleydim.””
“Aha demiş git defol nerde benim kölem.””
“Efendi demiş ben senin 40 senedir kölenim. Aha anlatayım. 40 sene evvel şuyudu. 39 sene evvel buyudu.” 38 sene. Bütün seneleri anlatmış. Bütün mahremiyetini anlatmış.
Bakmış hakîkaten kendi kölesi.
“Eeee nasıl oldun böyle demiş?.””
“Böyle demiş. Böyle böyle böyle bir hadise oldu da” demiş.
Adam ömrünün sonunda beyaz olmuş.
Bütün kabile “Lâ İlâhe İllALLAH MuhaMMeder Resûlullah” demiş.
Hepisi içtiler suyu, kırbadan.
Gök yüzündeki bulutlar bile bundan şaşırdı ne oldu diye.
Bunu kim görmüştür dünyâda, bir kırbadan bir cehennem ateşi söndü.
Bir kırbadan bu kadar kırbalar doldu.
Kölenin o bağırması bir vesîleden ibârettir.
Hakîkate örten bir şeyden başka bir şey değildir.
Su kaynayınca buhar olur azizler, havaya çıkar.
Havadaki buhar soğuyunca su olur.
Doğrusu şu, yaradılış ve hikmetlerden hariç olarak sebebsiz illetsiz yokluktan sular çoşturur Cenâb-ı Peygamberimiz, ALLAH’ın izniyle.

Onun için su ve toprak Hazreti Âdem Babamızın yoğrulduğu nesnedir değil mi? Senin de benim de.
O halde: “Sen beysin, ben efendiyim, sen şusun ben buyum, ne diye birbirimize gireriz?”
Bunlar, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz âhirete teşrif ettikleri zaman Ebû Bekir Hazretleri, bilirsiniz ilk imâmete geçti.
Medîne’yi teşrif edenler var ise içinizde Resûlullah’ın mubârek minberleri ordadır, 3 basamaklı.
Hazreti Ebû Bekir 2 basamağa çıktı. 3.üncü basamağa çıkmadı.
2.inci basamağa kadar çıktı.
3 basamak ya. Şurası 3 basamak bir iki üç.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz benzetmek gibi olmasın.
Benim oturduğum yerde oturarak hutbeyi okurmuş.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem teşrif ettikten sonra âhirete Ebû Bekir hürmeten buraya çıkmamış. İkinci basamakta oturmuş.
Ondan sonra Ömer, Ebû Bekir’e hürmeten ikinci basamakta oturmamış üçüncü basamakta oturmuş.
Hazreti Osman olmuş, zu'n-nûreyn mubârek insan.
O hayâ makâmında kabul edilecektir, Hadis-i peygamberi vardır bu hususta.
Hayâ makâmı şu… Herkes mekândan ve cihetten münezzeh olan âhirette ALLAH’ın huzûrundan resmi geçit yapacaktır.
Gidecek sual sorulacak cevab verilecek, gelecek.
Hazreti Osman gittiği gibi ne sual sorulacak ne bir şey.
Başı önünde sâdece doğrudan doğruya makâm-ı a'lâlarına gidecektir.
Bir defâ edeb yerine bakmamıştırlar kendileri.
Şimdiki insanlar ayna karşısında edebini değil röntgennen içini seyrediyor.
“Eee nolmuş yavv evimdeyim, ben çıplak gezerim.””
Peki hani ALLAH her yerde hâzır ve nâzırdı oğlum, 'Âişe Vâlidemiz ayağını örtüyordu.
İslâm hamama girerken edeb yerine peştemâlla örter, o başka iştir.
Fevka’s-surra tahte’r- rikbe.
Hazreti Osman en üst yukarıdaki basamağa çıkmıştır.
“Yavv Osman nereye oturdun sen?” demişler.
Ebû Bekir oturmadı. Ömer oturmadı.
Demiş ki: “Ebû Bekir'in yerine otursam, bana diyecekler ki Ebû Bekir'e benzetiyor kendini. Ömer'in yerine otursam, bu adam da Ömer'e benzetiyor kendini. Peygamberin yerine oturdum. Ben O’na benzemem ki. Kimse benzetemez beni O’na” demiş.

Onun için korunmak için büyüğün yanında otur oğlum, dalkavukların yanında değil.
Dalkavuk zâten, bir insanın boş tarafı olursa o tarafı doldurana derler.
Doğru adamın dalkavuğu yoktur.
Boş tarafı bir insanın olursa oraya bir dalkavuk oturur.
“AHMED’in yerine çıktım demiş. Peygambere benzememe imkan olmadığından orada oturdum” demiş Hazreti Osman.
Bu bir nevi dal daldır. Şurda ağaç var dalı var değil mi dal.
Çok dikkat buyurun dal. Dalda da meyva var.
Dal, meyvanın aslıdır değil mi, onda asılı.
Fakat hakîkatta dal, meyva için var olmuştur, değil mi?

Kâinatta büyük ama insan için halk olmuştur, ağam.
Ağaç da meyvadan mevcud olmuştur, vücud bulmuştur.
Meyva olmasaydı onun tohumu olmazdı ağaç olmazdı.
Meyva ede elde edemeyeceğini bir bahçıvan bilse, ağaç dikmez ulan!.
Onun için Cenâb-ı Peygamber buyurmuş.
“Ben sûret itibâriyle Âdem'den doğdum amma hakîkatte Onun atasının atasıyım” buyurmuştur. İşte bu Resûlullah'tır.
Ağaç meyvadan husûle gelir.
Cenâb-ı peygamber yine bir hadisinde: “Ben zamâne tufanına gemi gibiyim” demiştir.
“Biz ve eshâbım”,” “ben” demiyor.
“Ben” dedi mi Resûlullah’ın Zât-ı Hakîkatını sahâbe de anlasaydı, derhal yanardı.
“Biz ve sahâbem Nûh’un gemisine benzeriz” diyor. Cenâb-ı Peygamber.
“Kim bu gemiye el atarsa, kim bu gemiye girerse muhakkak kurtulur” diyor Hadis-i peygamberîde.
İçini temizleyemezsen ağam, cennetin kokusunu alamazsın.
Cenâb-ı Peygamber bunları söylediği zaman Cebrâil yine iniyor anında. İmam Efendi oralaru okumdadı tabi fazla okuyacak değil ya..
“Nebiyime uyunuz, o hakîkatı söyler. Kendi Zât-ı Ahadiyetime kasem ederim ki” diyor Cenâb-ı ALLAH.
“ALLAH kıyâmet gününde peygamberini utandırmaz” diyor. Âyet-i kerime bu. Ümmetisin, Cebinde bil!
Kaç tâne “Lâ İlâhe İllALLAH” maymuncuğu var.

İstemediğiniz halde sakalımız saçımız ağarıyor.
Bâri içinde şüphe olan insan saçından sakalından utansın.
Kulağın ALLAH’ın Nûruyla nurlanırsa, karşısında bulunan kişinin düşündüğünü anlarsın oğlum.
Her düşünce o adamda bir şişe içinde kandil gibi görülür.
Yakınlık istiyorsaaan ahmâklığı bırakman lâzımdır!.

(Daha var mı akşam namazına?.. var..)

Buradan cemâattan birisi kıyâmeti sordu.
Biz de Eyyub Sultan Hazretlerinin mezarı nerede, nasıl bulundu diye onu anlatacağız.
Kıyâmet bildiğiniz gibi, Dünyânın hallaç pamuğu gibi atılmasıdır oğlum. Aha öyle atılacak.
“Nasıl atılacak?””
Dua et ALLAH’a: “Ya RABBi benim ömrümü uzun et de şu kıyâmeti bi göreyim.””
Hallaç pamuğu gibi atılacak.
“Birden mi atılacak?.””
Yooooo. Edebsizlik derecesine göre.
Hastâneye hastalar alınır sıraynan değil mi?.
Ama acele olursa onu başa alırlar.
Yaralı olursa, bayılan olursa daha ileride.
Hele çığlık:”Ben ölüyorum!” diye edebsiz olursa onu sona bırakırlar.
Şeyliğine göre kıyâmet yer yer yok olacak. En son Mekke yok olacak Mekke.
“Niye böyle olacak?. Hepisi birden Hallac pamuğu gibi atılsın!””
Rasul-u Mubâreğin Nâş-ı Mubârekleri Rahmetenli’l- Âlemin olarak dünyâda bulundukça kıyâmet kopmaz oğlum.
Resûlullah: “Taun hastalığı Medîne’ye girmez.””
Resûlullah’ın Nâş-ı Mubârekleri orda olduğu için.
“Mekke de koptuktan sonra. Hadistir bu,” Mekke de koptuktan beş dakîka sonra Medine’de kopacak” buyurmuşturlar Cenâb-ı Peygamber.
Yalınız kopmadan evvel Hazreti İsrâfil, Hazreti Azrâil, Hazreti Mikâil, Hazreti Cebrâil Medîne’ye ineceklerdir. Helikopter gibi ineceklerdir.
Resûlullah’ın toprağın edeben kendisine dokunmadığı mubârek nur içindeki Cesed-i Mubârekini 4 büyük melek arz üzerinden kaldıracak.
Kaldırdıkları dakîkada arzdan Resûlullah’ın rahmeti kesilmiş olacak arzda gümleyecek.
Kıyâmet kopmuyorsa Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in mubârek cesedinin Medîne'de Ravza'da bulunmasındandır.
Kıyâmet öyle kopacak. ALLAH o günlerimizi göstermesin.
O zaman âhirette isek, iyi vaziyette isek, gelip havadan seyrederiz helikopter gibi.

Fâtih Sultan Mehmet İstanbulu fethettiği zaman.
Eski pâdişahların etrâfında muhafız alayı vardı ağam.
Bööööyle 35 okka kılıç elinde, böyle kolları bacağım gibi.
Muhafız alayı. Onun peşinde ulemâ alayı.
Onun peşinde de görülmeyen Velîyyullahlar çemberi vardı.
Fâtihin etrafında. Fâtih 21-22 yaşında İstanbulu fethetmiştir.
7 lisan bilir; Farsça, Arapça, İtalyanca, Rumca, Rusca, Sırpça bunları bilirdi. Ve şiir yazar, Rumca yazılmış şiirleri vardır.
Fethettiği zaman İstanbul’u. Hocası Akşemseddin Hazretlerine:
“Hoca Efendi demiş bana demiş Eba Eyyûbu'l-Ensârî’nin mezarını bul!” demiş.
“Peki şevketlum!” demiş.

Burda duralım.
Eba Eyyûb Ensârî Hazretleri, sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Medîne’den Mekke’den Medîne’ye teşrif ettikleri zaman devesinin çöküp misâfir kaldığı, ilk misâfir kaldığı zât-ı muhteremdir.
O zaman 27-28 yaşlarında imiş Eba Eyyûb el-Ensârî.
İki katlı evi var, Resûlullah’a üst katını: “Buyurun burada kalın” demiş.
Resûlullah demiş ki: “Ben yerde yatarım, Peygamberlere yerde yatmak farzdır, emirdir. Ben yukarda yatamam, alt katta yatarım.”
27 gün kaldı evlerinde.
Bir gün bakmış ki Eba Eyyubel Ensarî çocuklarıyla bahçede yatıyor.
“Ya Eba Eyyup niye burada yatıyorsun?.””
“Ya Resûlullah demiş sen alt katta yatarsan ben edeben üstünde nasıl yatabilirim?” demiş.
Şimdi babasının yanında bacaklarını uzatıyor çocuk, edebe bak edebe edebe.
Ondan sonra: “Ve ilâ rabbike fergab.” deriz gezer.
Demin dediğim maymuncuk var.
Maymuncuk var ama, o maymunculuğu kullanacak temiz el lâzım.
O maymuncuk kızgındır oğlum. 100 dereceden fazladır.
Temiz olursan elini yakmaz.
“Ama diyeceksin Hoca Efendi. Bir alıyorsun bir veriyorsun. Bir sevindiriyorsun bir bozuyorsun.””
Oğlum tabak gibi, bak deminki halıları vurarak tozluyorlar aldığı vakit. Zâtı öyle olsa çeker gidersin.

Aradan seneler geçmiş, bir gün eba Eyyubi Ensarî Hazretlerine demiş Resûlullah Efendimiz: “Ben birinin demiş bir bâhir kenarında şehid olduğunu görüyorum” demiş.
“Ya Resûlullah ben oluyum o” demiş, dua ediyor.”
Aradan yıllar geçiyor. Resûlullah dâr-i illiyyin ediyor.
Halifeler gelip geziyor. Osmanlar, Hüseyinler. Ali'ler. Hepisi.
Bunlar hep âhirete intikal ediyorlar.
Emevîler zamanında. İstanbul muhtelif defa muhasara edilmiştir. 462 defa muhasere edilmiştir.
Resûlullah’tan bu tarafa. Hülafâ-yi Râşidinden sonra.
462 defa 63 cüsü Hazreti Fatih’e nasib olmuştur.
Bütün İslam orduları şu hadis için Cenâb-ı Peygamber Efendimize Sebe’Sûresi indiği zaman.
İçinizde hafız vardır muhakkak seba şeyinin sonunda son tarafından yukarda.
“Beldetun tayyibetun ve rabbun gafûr” diye bir âyet-i kerime.
Ben senin ümmetine bir belde, tayyib bir belde nasib ettim.
O belde iki tarafı kara ortasından su geçer.
Suyun içinde semekler, cennet taamı balıklar vardır.
“Bu belde Tayyibe neresidir?” demişler Resûlullah’a.
“El Kostantiniye” demiş.
“Ya Resûlullah bu Kostantiniye nasib olacak mı?””
“Gâyet tabi nasib olacak” demiş.
“Kime?”
Şu hadisi buyurmuş:
“Fetetahhânene’l- Kostantiniya vele ni’me’l- emiru emiruha, veleni’me’l- ceyşe zalike’l- ceyş.”
Fetettehânnel Feteha Sûresinden gelir Arapçada. Fethetmek.
Fetettehânnel muhakkak fethedilecektir demektir. Edilecektir değil.
İstikbal sıgasıdır. Fakat şartlı istikbal sigasıdır.
Yalınız Arapçada vardır bu siga.
Fetettehânnel muhakkak fethedilecektir.
Fetettehânnel Kostantiniye, Kostantiniye muhakkak fethedilecektir.
“Vele ni’mel emiru emiruha, vel veleni’mel ceyşe zalikel ceyş.””
Onu fetheden, onu zapeden ne mübârek emirdir. Ne mubârek askerdir demiş.
Dua etti yahu Resûlullah.
“Vele ni’mel emiru emiruha”” yı halledersiniz ağalar “MehMed” ismi çıkar. Hazreti Fatihin ismi bile sonra olmuştur.

Bu hadis üzerine İstanbul Muhasara ediliyor fakat zabtı muvaffak olamadı. İşte Emevîler zamanında Muaviye zamanında, Ebu Müslime kumandasında bir ordu gönderiliyor.
Üçyüzbin kişilik bir ordu. İstanbulu fethi için. Ebû Müslim'e geliyor.
O zaman Battal Gazi felan da onlara kâtilıyor. Erzak getiriyor.
Hatta Ebu Müslim der ki Battal Gazi için peygamberden bir hadis vardır. “Arap olmayan birisi zorunan, kendi kılıcının zoruyla cennete girecektir” demiş. “Sen O'sun” demiştir Battal Gaziye.

Battal Gazi bir kumandan, Velî değil oğlum.
Orda kavuklar mavuklar herif gidersin: “Efendim burası Ravza kokuyor.””
İçine, kavuğun içine döküyor çoban kolonyasını, millete şey ediyor.
Bu da başka hikaye, bu da başka hikaye.
Yazarsam oğlum “doğrudur” derim. Yalan söylemem. Bakma zırıltılara.
Büyük bir adam yatıyor, o başka “git oku!” orda, fakat göklere çıkma.
Battal Gâzi Hazretleri içinde böyle şey etmiş. O Ebû Müslim olarak şey Ebâ Müslim.
Gidiyor 2 ay muhasara ediyorlar İstanbulu. Bunlar muhasara ede dursunlar.
Muvaviye Medine’den geçiyor. Emir ya, Emîre'l-Mü’minin.
Kızın birisi yeni doğmuş çocuğuna ninni söylüyor.
Diyor ki: “Emevîler saraylarında zevk u sefa ediyorlar, bizim erlerimiz Kostantiniyyede harb ediyorlar.””
Muaviye ye dokunuyor bu, oğlu Yezid Mekke Vâlisi.
Onu çağırıttıyor 200.000 bin kişi de bunun kumandasına veriliyor Emevîlerden askerden.
Bu sırada Eba Eyyûbe'l-Ensarî Hazretleri 73 yaşında, pir-i fâni olmuş.
Hanı Resûlullah’ın evinde misâfir kaldığı Eba Eyyub.
Muaviye'ye diyor ki “bende gideceğim bu cenge” diyor.
“Siz diyor peygamberin gazvelerine girdiniz, yaşlandınız.””
“yooo yooo ben de gideceğim” diyor.
Sahâbe, durabilir misin karşısında. O da onlarınan gidiyor.
Geliyorlar İstanbula Topkapı Sarayı'nın dış tarafına.
Gidiyorlar sallarınan karşıya.
Yezid prens olduğu için Muaviye'nin oğlu, baş kumandan o oluyor o zamanki. Muhasara devâm ediyor..

Geldiklerinen üçüncü dördüncü günü Eba Eyyubi Ensarî Hazretleri hastalanıyor, dizanteri oluyor.
Yani kanlı basur oluyor, sıcak iklimden soğuk iklime gelince.
Artık şeye edecek bakıyor ki buraya gel.
O Topkapının dışında bu günkü Ehl-i Kubur var ya: “Beni diyor bir bâhir kenarıdır. Resûlullah SallALLAHu aleyhi vessellem benim evime teşrif ettikleri zaman bir bâhir kenarında benim şehid olacağıma işaret buyurdular. Oraya beni defnedin!” diyor mübârek ruhunu teslim ediyorlar.
Tabii şehid olduğu için harbde bütün elbisesiynen beraber.
Alıyorlar akşam üzeri götürüyorlar oraya defnediyorlar. Bizanslılar surlardan görüyorlar bunu.
Bir iki gün sonra mütareke oluyor. Kış yanaşacak.
Yezid geliyor, Kostantin geliyor o zamanın imparatoru. Diyor ki: “Mütareke yapacağız” diyor.
“Biz muhasarayı şey ediyoruz ama bazı şeyler istiyoruz. Yoksa devâm ederiz haa burayı alırız” diyoruz. Onlarda korkuyorlar tabii.
Diyor ki kostantin: “Siz oraya bir şey gömdünüz, büyü mü yaptınız bize?” diyor. O zaman hiristiyan âleminde büyüler almış yürümüş.
“Yok!” diyor. “Büyüler bizim dinimizde haramdır” diyor.
“Böyle şey yapmayız biz” diyor.
“Peygamberimizin Sahabesinden birisi vefat etti. Oraya bahçeye defnettik” diyor.
Diyor o: “büyü yaptınız biz açacağız onu” diyor.
“Yooo!” diyor Yezid.
“Birinci madde diyor. Ben her sene buraya ziyarete geleceğim onu!” diyor. “Üzerine de diyor işaret koyacağım, senin bilmeyeceğin bir işaret!” diyor.
“O işaret bozuldu mu bizim tarafta senin tabandan diyor 300.000 kişi var hepisini kılıçtan geçiririm” diyor. Birinci madde.
Eba Eyyubu Ensarî Hazretlerinin kabri ordadır.

Seneler geçiyor. 300-400. 470 senelerinde İbni Hallegan meşhur 470 de ibni Hallegan meşhur arab müellifi. Bunun gibi müellif yoktur. İstanbula gidiyor. Gezerler ya eski şeyleri. Turist olarak.
O kitabında der ki: “İstanbula gitiğim zaman eba Eyyubel Ensarînin kabrini ziyaret ettim. Mükemmel bir türbe. Türbenin altın yaldızlarla tavandan asılan altın çerçevelere girmiş kandilleri her gece papazlar yakarlardı” diyor.
Daha önce. Onlarda hürmet etmeğe başlamışlar.
Aradan seneler geçiyor, 500 küsür senesine geldiği zaman.
Diğer Kostantinler Bizans Şarkî Roma imrapatorluğu mahvoluyor.
Garbî Roma İmparatorluğu hep sefahat halinde.
Konstantinler bu türbeyi hâk ile yeksan ediyorlar, dümdüz ediyorlar.

Hazreti Fatih İstanbula girdiği zaman 100 sene evvel türbe mürbe yok, meydan orası, aha bu vaziyette.
Akşemseddin e demiş ki: “Hoca ben” demiş. “Eba Eyyubu Ensarî’nin mezarını isterim!” demiş. Gel de bul!.
Gitmişler oraya Eba Eyyubel Ensarî görünmeyen antenlerini çıkarmış. Televizyonlarını açmış.
Bir deynek almış dikmiş oraya. Bir deynek de almış aha buraya dikmiş: “Şevketlüm burası ayağı, burası başı” demiş burda yatıyor. ”
Hemen Padişah Hocasının biliyor velî olduğunu: “Buraya büyük bir türbe yapılsın!” diyor.
Akşemseddin: “Yoooo şevketlüm” diyor. Yarın sen büyük bir padişahsın.
Tarih geçtikçe diyecekler ki bir dervişin sözüne baktı da aha buraya türbe yaptı. Bak senin etrafında ülemâlar var.””
O zamanında yobazları varımış haaa!.
“Bunlar derler, böyle böyle emredin de eşsinler ayak ucunu” diyor.”
Yaaaa ALLAH’ın Velîsi böyle.
“Bunu nerde okudun?” diyeceksin.
Eyub Sultan’a şimdi gittiğiniz zaman kapıdan girdin mi sağda şu pencerenin yarısı kadar çerçeveli ceylan derisi üzerine Hazreti Fatih zamanında yazılmış Arapça bir şey vardır.
Aha ordan tercüme ederek söylüyorum orada vardır.

Başlamışlar eşmeğe ağam.
Böyle ulemâ da bakıyor böyle: “Ulan kitabta yok. Bu nasıl buldu bunu?” Telsizi de bilmiyorlar herifler.
İşte o öyle ray üzerinde gidiyorlar.
“Tren şöyle geçerken şeye de uğra desek ya şöyle bi gezi ninenize uğrayalım di bir yoğurt yiyelim!” desek
O raydan çıkamaz oğlum: “Ben beş kilometre uzaktan geçerim!” der.
Onları düzeltemezsin, çünkü kafası o kadar.
Başlamışlar eşmeğe eş babam eş. Eş babam eş.
“Sessiz vurun, ayağa indi kesmeyin!” demiş.
Sanki billurdan görüyor mübârek: “Eliniznen alın!””
Orda bir şeyler tercüme ediyorum, aha yine orda yazıyor.
Biraz sonra iki tâne sandallı ayak çıkmış. O zamanın ayakkabısına sandal derler.
Ayaklar yep yeni sıcaklığı üzerinde. Aradan 500 sene geçmiş.
Çukurun içine şey iniyor, Akşemseddin Hazretleri.
Ordan okuyorum, o yazıdan..
Eğilmiş bakmış, çıkmış dışarı Hazreti Fatih belinden kılıcını çıkarmış sadrazama vermiş o da inmiş.
Ayaklara elini uzattığı zaman ayaklar çekilmiş haaa!.
Ayaklar çekilmiş, orda yazıyor ordan tercüme ediyorum.
Hazreti Fatih ağlayarak yukarı çıktı, 23 yaşında.
Hocasına ağlayarak başını dayamış: “Hoca demiş sana ayağını verdi de bana niye vermedi!” demiş. “Bir hata mı işledim?” demiş.
“Şevketlüm demiş üzülme üzülme. O Resûlullah’ın sahabesidir” demiş.
“Ulu’l- emre itaatın farz olduğunu bilir” demiş.
“Sen ulu’l- emir vaziyettesin” demiş.
“Edeben ayaklarını çekti. Utandı da senden çekti” demiş.
“Ben bir basit dervişim bana ayağını öptürür” demiş.

Sahabesi böyle olursa oğlum.
O halde Resûlullah’ın sahabesi Ehl-i Beyti, bunların hâlâ sulâleleri dünyada devâm ediyor.
Ne korkuyorsun secdeden başını kaldırma.
ALLAH bu secdede bizim ruhumuzu alsın aha o

Âmin.
Elhamdulillâhi Rabbül âlemin.
Yâ ilahî! Yâ Rabbi Resûlullah’ın mübârek nuru hürmetine, sahabelerin hürmetine, Ehl-i Beyt hürmetine, memleketimizi her türlü düşman istilâsından, âfat-i belâiyeden âfat-ı semâviye, sel, zel zele yangın âfatından her türlü belâdan sen masun kıl Yâ Rabbi!
Midemize, çoluğumuza, çocuğumuza, memleketimize helâl lokma nasib eyle Yâ Rabbi!
Yarın âhirete intikal ettiğimiz zaman Rasul-i Kibriyânın elinden öpmek, mübârek yüzünü görmek nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Son nefesimizdeki bu günden itibaren bunun yetmiş binine çıkarmağa savaşacağız peşinen son nefesimizde şunu nasib eyle!
“Eşhedü enLâ İlâhe illâllah Ve eşhedu enne MuhaMMeden abduhu ve Rasuluhu” kelimesiyle çene kapamak nasib eyle Yâ Rabbi!
Kadınlarımıza, çoluklarımıza, kız çocuklarımıza Hazreti Aişe’nin mübârek yüzünü ve ahlâkını nasib eyle!.
Erkeklerimize, Ehl-i Beytin ahlâkını nasib-i müyesser eyle.
Bizi cehennem azabından Resûlullah hürmetine koru Yâ Rabbi!

Lillâhi’l- Fâtiha.


Resim

Mihrâb: Câmide imamın namaz kılarken cemâatin önünde durduğu yer.
Nâil: Murâdına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.
Mutevellid: Doğan, dünyâya gelen. İleri gelen, çıkan, hâsıl olan.
Müstehak: Hak eden, hak etmiş. Kendisi kazanmış.
Envâi: (Nev'. C.) Neviler, çeşitler, türler.
Taklid: Takma, asma, kuşatma. Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
Gebermek: Ölmek.
Muallâ: Yüksek, yüce, âli. Makâmı ve rütbesi yüksek.
Defn: Gömmek, gömülmek. Cenâzenin mezara gömülmesi.
Hassa: (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. Âdet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Siftah: İlk satış.
Cindâr: Muskacı, cinci, büyücü.
Miras: Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk
Mihenk: (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
Tasallut: Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkumâne hareket etmek.
Mecal: Tâkat. Güç. Kuvvet. İktidar. İmkân. Fırsat.
Mütecazât: Mücâzât. Cezâ. Suçlara karşı verilen karşılık. Karşılık.
Desti: f. Testi.
Zaruret: Çaresizlik. Muhtaçlık. Sıkıntı. Yoksulluk.
MaazALLAH: ALLAH'a sığındık. ALLAH korusun.
Agâh: (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Mâlûmatlı. Basîretli. Vâkıf. Bilen
Mâiyet: Berâberlik. Arkadaşlık. Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et. Yan. Nezd.
Kırba: (C.: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
Vesile: (Vâsile) Bahâne, sebeb. Fırsat. Elverişli durum. Vâsıta. Yol. Pâye, rütbe. Baba. Kurbiyet. Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. Cennet'te bir menzil adı. (El-Vesiletü menziletun fi-l-Cenneti hadis-i şerifi bunu te'yid ediyor.)
İllet: Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca netîcesinin vücûda gelmesi bi'z-zarûre ve bi'l-vücub iktiza eder.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. Bir yere buyurmak
Münezzeh: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen
Muhasara: Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
Hulafa-yi Râşidin: En ileri sahâbeden ilk dört halife. (Bak: Çâryâr)
Zabt: Zabt etmek. İdâresi altına almak. Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. Kavramak. Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. Bağlamak.
Muvaffak: Başarmış. Gâyesine erişmiş. Ulaşmış. Başarılı.
Gazve: Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muhârebe. Cenk. Sefer. Din muhârebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal mânâsınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gazâ ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzât hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzât bulunmadığı müfrezelere Seriye denilir.
Muhafız: Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bek
Bâhir: (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. Âlim. Çok bilen. Büyük göl veya nehir.
Tayyib: İyi, hoş. İyi davranış. Temiz. Hazreti Peygamber'e (A.S.M.) Cenâb-ı ALLAH (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir. Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.
Mütareke: Bir mes'eleyi hal için bir şeyi terketmek. * Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
Muhasara: Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
Müellif: (Ülfet. den) Te'lif eden. Kitab tertib eden, kitab yazan. Kitab meydana getiren. * İmtizac ettiren.
Sefahat: (Sefeh) Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.
Hâk ile yeksan: Yerle bir.
Ulu’l- emr: Devlet Başkanı.
İstila: (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. * Ele geçirmek. İşgal etmek. * Meydanın sonuna erişmek. * Basmak. Galebe etmek.
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.
Kubur: (Kabr. C.) Kabirler, mezarlar, türbeler.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.

Resim

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı. Getirdiği kelime-i şehâdetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.”"
(Taberanî)

Resim---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “El Mü’minü, mir’âtül Mü’min: Mü’min Mü’minin aynasıdır”"
(Ebu Davud, K. Edeb, Bab fi’n-nasihat, hadis 4918)

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem: “Mü'min, kardeşinin aynasıdır; ve mü'min mü'minin kardeşidir, onun zarar ve ziyâna uğramasını, helâkını önler, arkasında da onu çevreleyip korur ve ihti-yaçlarını görür”" buyurdu.
(Ebû Dâvud, Edebü'l- Müfred)

Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi vessellem: “Ben zamâne tufanında gemi gibiyim. Ben ve ashabım, Nuh'un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye binerse kurtulur." buyurdu.
(Mevlânâ, Mesnevi, c. 4, s. 44)

Resim---Ebû Hureyre (ra) şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: "Medine'nin giriş çıkış deliklerinde, yâni kapıları önünde bir takım melekler vardır. Medine'ye tâûn hastalığı da, Deccâl de giremez" buyurdu .

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askerleri ne mübârek askerlerdir.”" buyurdu.

(El-müsned Ahmed bin Hanbel c/4. sf: 335. Câmiu’s-Sağir. c/2 Sf: 104)

Resim---Kudsî Hadisinde Cenâb-ı ALLAH buyuruyor:
“Evliyai tahte kubabi la yârifühüm ğayri: Benim gök kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki onları benden başka kimseler bilmez!"”

(Niyazi Mısrî (ks) Hazretleri bunu açıklamıştır.)

Resim---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "İnsanlara akılları ve anlayışları ölçüsünde konuşunuz ve onların hallerine uygun davranınız." Buyurdu.
(Müslim, Ebu Davud)

Resim

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

Resim---"Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun). İlâ rabbihâ nâzıreh(nâziretun).: Nice yüzler o gün ışılar parlar Rablerine bakarlar!"
”(Kıyâmet 75/22-23)


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ


Resim---"“Lev enzelnâ hâzel Kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh(haşyetillâhi), ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne). Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), huver rahmânur rahîm(rahîmu). Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmelikul kuddûsus selâmul mû’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir(mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn(yuşrikûne). Huvallâhul hâlikul bâriûl musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı) ve huvel azîzul hakîm(hakîmu): Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, ALLAH korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. O, öyle ALLAH'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. O, öyle ALLAH'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üsündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. ALLAH, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren ALLAH'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sâhibidir."
(Haşr 59/21-24)


فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Resim---Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh(aleyhi), innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu) :"Bu durum devâm ederken Âdem, RABBinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü ALLAH tevbeleri kabul eden ve merhâmeti bol olandır.”"
(Bakara 2/37)


وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلاَ مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

Resim---"“(ALLAH buyurdu ki): Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zâlimlerden olursunuz.”" :Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).
(A’raf 7/19)


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ


Resim---“"E lem neşrah leke sadrak(sadrake). Ve veda'nâ 'anke vizrak(vizrake).
Ellezî enkada zahrak(zahrake). Ve refa’nâ leke zikrak(zikrake).
Fe inne ma'al 'usri yusra(yusran). İnne ma'al 'usri yusrâ(yusran).
Fe izâ ferağte fensab.
Ve ilâ rabbike ferğab.:
Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Yükünü senden alıp atmadık mı? O senin belini büken yükü . Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi? Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla berâber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul, Yalnız RABBine yönel.”"
(İnşirah 94/1-8)


الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ


Resim---"Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ(tibâkan), mâ terâ fî halkı'r-rahmâni min tefâvut(tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr(futûrin).. Summerciıl basara kerreteyni yenkalib ileykel basaru hâsien ve huve hasîr(hasîrun).: O ki, birbirine uygun yedi gök yaratmıştır. O RAHMAN'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözü(nü), görebilir misin hiç bir çatlak, bir kusur? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.”"
(Mülk 67/3-4)


وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

Resim---"Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fi'z-zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z-zâlimîn(zâlimîne).: Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!» diye niyaz etti."”
(Enbiyâ 21/87)


إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Resim---"İnnemâ harrame aleykumu'l-meytete ve'd-deme ve lahme'l-hınzîri ve mâ uhille bihî li gayrillâh(gayrillâhi), fe meniddurra gayra bâğin ve lâ âdin fe lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: ALLAH size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve ALLAH'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki ALLAH çokça bağışlayan çokça esirgeyendir”"
(Bakara 2/173)


قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
مَلِكِ النَّاسِ
إِلَهِ النَّاسِ
مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ
الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ
مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ


Resim---"Kul eûzu bi rabbi'nnâs(nâsi). Meliki'n-nâs (nâsi). İlâhi'n-nâs (nâsi). Min şerri'l-vesvâsi'l-hannâs (hannâsi). Ellezî yuvesvisu fî sudûri'n-nâs (nâsi). Mine'l-cinneti ve'n-nâs (nâsi).: De ki: Sığınırım ben insanların RABBine, İnsanların Melîkine (mutlak sâhip ve hâkimine), İnsanların İlâhına. O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden,gerek insanlardan(olan bütün vesvesecilerin şerrinden ALLAH'a sığınırım!"
(Nâs 114/1-8)


وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

Resim---"“Ve ilâ rabbike fergab.: Ve ancak RABBına rağbet et, hep ona doğrul”"
(İnşirâh 94/8)


لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ

Resim---"Lekad kâne li sebein fî meskenihim âyeh(âyetun), cennetâni an yemînin ve şimâl(şimâlin), kulû min rızkı rabbikum veşkurû leh(lehu), beldetun tayyibetun ve rabbun gafûr(gafûrun).: Andolsun ki, Sebe’topluluğu için yurtlarında gerçekten bir ibret vardı; sağlı sollu iki bahçe! Onlara hal diliyle: «yiyin RABBinizin rızkından da O'na şükredin, ne güzel, hoş bir şehir ve bağışlayan bir RABB!» derlerdi."”
(Sebe’34 /15)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-17

Mesaj gönderen Gul »



SİNEK Mİ? ARI!..

Sefil sinek bala döner
Arı olan güle döner
Âşık hâlden hâle döner
Başsız – ayaksız Efendim…

*

Virdi mey, kendi meyhâne
Her şe’en Yâr’den peymâne
Döner Devranda divâne
Destek-dayaksız Efendim…

*

Halktan HAKK’a uyanmıştır
HAKK’ta HAKK’a dayanmıştır
HAKK Boyası boyanmıştır
Renksiz-boyaksız Efendim…

*

Âlemi aşka ünlüyor bak
Halkta HAKK’ı dinliyor bak
İçin için inliyor bak
Dilsiz-dudaksız Efendim…

*

Kul İhvâni ver elini
Gör Gönüller Güzelini
Âşıklar HAKK’ın Gelini
Telsiz-duvaksız Efendim…


Kul İhvÂNi

04.09.1995 13:43 dr..

Peymân : f. Büyük kadeh. * Ölçek, kile. * Şarap bardağı.
Divâne : f. Deli. Aklı başında olmayan.

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-17

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

D
De
DeR
DeRmAN...




ZEVK 4167

AK Yeleli AT-lar Gibi, So l u k S o l u ğ a Bir KoŞu
“Emr Olunduğu…” Görevde, Tırmandıkça HaKK YoKuŞu
Ne Tabela Ne Bir PARA
!.. PUT-lara BaŞın Eğmeden
MüNiR DERMaN Kafesinden
, CeNNeTe UÇ-tu cAN KuŞu!..

09.09.10 20:15
g l b ş… 1. rmzn byrm..

Aziz Hocam,
RUHun ŞâD Olsun Rahmanî Rahmet Yağsın!


فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---“Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun) :O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte EMR OLUNDUĞUn gibi DOSDOĞRU OL! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hûd 11/112)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 17” sayfasına dön