Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-16

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-16

Mesaj gönderen kulihvani »

Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu

MD.TMMSHBTLR-16

Resim

ÖYLE ADAMLAR VARDIR Kİ

(TEKKE CÂMi SOHBETi)


(Profesör Doktor Münir Derman Beyin 9 Nisan 1967 Pazar günü yapmış olduğu ders.)

Aziz cemâat vaaz, bu gün yapacağım vaazın Hâfız Efendi bir âyet-i kerîme okudu. Vaazın biçimini değiştirdi.
Şimdi namazdan sonra okuduğu âyet-i kerîme. Kur’ân-ın âyetlerinin hepisi büyüktür, birbirinden değil ama bu âyet çok büyüktür.

Kur’ân-ı Kerimde dört türlü
ALLAH sözü vardır, hepisi ALLAH sözü..’
Bir kısım âyât,
âyâtı müteşâbihat ismini alır ki, mânâsı gizli âyetler.
Biz anlayamayız o mânâyı.
İkincisi
âyâtı muhkemât mânâsı açık olan âyetler, hepimizin anlayacağı âyetlerdir.
Arap olursak bir Arabın âlim arapnan, çoban arabın anlayacağı mânâdaki âyetler.
Türkçe’ye tercüme edildiği zaman bizimde anlayabileceğimiz âyetler.
Bunlara âyâtı muhkemât, muhkem tamâmıyla ne ifâde ediyorsa mânâsı öyle âyetler demektir.
Üçüncü kısım âyetler
ayatı mu’tade dedikleri aklımızın sahâsında olabilen âyetler. Çünkü İslâmda, İslâam Mü’mine isbat yoktur.
Gayba inanan adama öldükten sonra dirileceğiz diye sual sordu mu âmennâ ve saddeknâ der.
“Nasıl dirileceğiz?” diye sormaz Mü’min sormaz. Onu sapıklar sorar.
“Nasıl dirileceksin?””
Ona cevab verilecekte öldükten sonra görürsün ağam dersin.
Bir de dördüncü çeşit âyetler
âyâtı gayr-ı mu’tade akıl sahasına girmeyen âyetler.

Birinci âyet âyâtı muteşâbihat, mânâsı gizli herkes anlayamaz o mânâyı dedik.

Dördüncü âyet ise gayrı mu’tade âyetler akıl sahasına girmez.
Şöyle oldu der, olur olur delirdi mi dersin.
Nasıl mesela; karıncaynan konuşmuş, deve ile konuşmuş, su üstünde yüzmüş, akıl sahâsına girmez bunlar. Bunu ancak Ehlullah anlar.

Namsız, nişansız hikâyesiz, destansız apartumansız, otomobilsiz, şatafatsız, secdeye başını koyanı bulursan ki ona Velî derler, o bilir bu âyetlerin mânâlarını ama söylemez.
İçinizde bütün İslâmların içinde öyle adamlar vardır ki Hızır’la konuşur.
Hızır’la ahbablık eder, kahvede oturur, çay içer, kol kola gezer,
fakat utangaçlığından kimseye söylemez “ben Hızır’la konuşuyorum” diye. “Var mıdır?”
Vallâhi de vardır, billâhi de vardır. Sen dünyâyı boş mu zannediyorsun.
Yüce iken, yıldız öper boya gelenler bunları alır.
Baktığı şeylerin gerisinde bir görünmeze bakar gibi görünen gözler vardır Mü’minin içinde, onları bulun. Onlar, bu âyetleri bilir.
Hâfız Efendinin okuduğu âyet de böyle bir âyet. Âyâtı muteşâbihattan, gizli âyetten. Bir şeyler söylüyor aman aman aman neler söylüyor.
“Sen biliyor musun?”” Bilmiyorum, kokusunu alıyorum.
Bu burunlarımız hepisi mis kokusunnan sarımsak kokusunu aldıktan sonra ALLAH’ın âyetinin kokusunu nasıl almaz oğlum hepimiz alıyoruz ama anlayamıyoruz.
Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize Hâfız Efendinin okuduğu âyet-i kerîme indiği gün.
“İndiği gün hangi gün indi, nerden biliyorsunuz?””
Cenâb-ı peygambere inen âyetlerin günleri sicilleri zamanında hep yazılmış oğlum, şüphe etme bundan.
Mubârek abdest alıyormuş, Enes bin Mâlik’in evinde.
Enes bin Mâlik kısa boylu, Resûlullah’ın nur projektörüyle yıkanmış, içi dışı yıkanmış mubârek insan, hâfızası teyp gibi.
O kadar bir teyb gibi ki Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimize aşık bir arap inmiş kabîleden gelmiş huzûru risâletenâmeye Medine’de.

“Yâ Resûlullah” demiş “mubârek yüzünü ilk defa görüyorum,
görmeden îman ettim ben sana, ben senin için bir kasîde yazdım”
demiş, “128 beyittir bu” demiş.
“İkişer satırdan 128, 128, ikisi 256 eder, okuyacağım onu” demiş.”
“Oku bakalım!””demiş.
Oturmuş huzûru risâl-i penâhiyede Medine’de, başlamış okumağa.
Yanında da Enes bin Mâlik teyp gibi. Okumuş sonundan aşağıya kadar.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin çok hoşuna gitmiş.
Demin evvel dedim ki Resûlullah, Hâfız Efendinin, indiği zaman ki indiği gün âyette abdest alıyordu onu unutmayın!
Oraya geleceğiz, ipi kaçırmayalım sonra arasında sızar insan.
Okumuş Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin hoşuna gitmiş.

“İyi amma demiş ben bunu evvelce duydum bu kasîdeyi.” demiş
“Aman Yâ Resûlullah ben şâirim” demiş.
“Bunu yeni yaptım demiş, nenden başka kimse bir satırını öğrenmedi!””demiş.
“Nasıl öğrenmedi demiş ben bunu evvelce dinledim, Enes oku!” demiş.
Açmış teybi, Enes başlamış okumağa. Adam.. hepsini okumuş 256 tâne beyti okumuş.
Bak aha şimdi bunun çevirsin tersine benim sesimi tekrar alıyor buradan.
Adam:
“Vaaaayyy!” demiş fırlamış Resûlullah’ın yanından.
“Ben ne edebsizlik yaptım!” demiş.
“Ben bunu yazdım ama demek ki başkası demiş bunu yazmış ben de onu yazmışım!”” utanmış.
Koşarak giderken Resûlullah:
“Taal demiş taaal. Gel gel gel!”” demiş.
Oturmuş okşamış mubârek elinnen ensesini.

“Bunu demiş ilk defa işittim demiş, fakat Enes bin Mâlik teyibdi aldı” demiş. “Aldı sen bir defa okudun ezberine aldı!””demiş.
Demek Resûlullah Efendimizin de teybi varımış yaaaaa!.

Bu teybi burda kapatalım, abdeste gelelim.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bitirmiş abdestini, mubârek ayak terlikleri orda giyecek.
Almış sağ pabucuğunu giymiş ayağa, Enes bin Mâlik de ayakta.
Sol pabucunu alırken Tavşancıl denilen bir kuşlar vardır, ahaa bu kadar, havadan bir süzülmüş.
Bunu Enes bin Mâlik görüyor, Resûlullah görüyor. Siz inanırsınız.
Gelmiş o pabucu kaptığı gibi havalanmış.
Resûlullah’ın mubârek ayağı böyle yere basmaya ve tek ayak kalmış.
Ama o da insan, ama insan. Hiddetlenmiş mübârek bu kuşcağızın işine.
Havalanmış havalandıktan sonra şöyle gagasını yaptığı zaman içinden bir yılan düşmüş aşağıya.
Yılan düşer düşmez süzülmüş gelmiş Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in önüne ayakkabısını koymuş, anlaşıldı mı?.
Sallallâhu aleyhi ve sellem şaşırmış mübârek, hiddetini geri almış.

Onun için aziz cemâat hiddetlenmeyiniz.
Sizi hiddete dâvet edecek bir işin içinde ALLAH’ın RAHMAN sıfatının belki bir huzmesi gizlidir.
Kuşcağız dile gelmiş:
“Yâ Resûlullah sen Resûlsün” demiş.
“Ayakkabının içine giren yılanın niye farkına varmadın!” demiş.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem demiş ki:
“Yâ tavşancıl demiş ben demiş kendimdeydim o zaman da farkına varmadım o zaman” demiş.
“Sen nasıl farkına vardın tavşancıl kuşu!” demiş.
“Yâ Resûlullah bende kendimde değildim!” demiş.

Onun için bunaldığınız zaman aziz cemâat pılınızı pırtınızı toplayın
ALLAH’a sığının.
Bu şu demektir “pılını pırtını toplayıp gayb âlemîne doğru çekilmek” demektir, İslâm’ın içinde bu nüve var.

İşte şu deminki âyet, okunan âyet bu hâdise olduğu zaman gelmiştir.
Bu âyetin içinde bunlarda vardır.
Bunu bu âyet-i kerimeyi Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretleri Şemsu’l- Hakâik diye bir kitabı vardır orada iki kelimeyle bahseder.

Nârı handan bağıra handan kunet.
Sohbeti merdânet ez merdan kunet ..der.

Dâima güler yüzlü Resûlullah’ın yüzünü görmek istiyorsan,
ALLAH’ı memnun etmek istiyorsan handan kunet yüzün dâima güler yüzlü olsun. Gül gül gül.
“Sohbeti merdânet et ez merdan kunet””
Merd insanlarnan konuşursan diyor merd olursun er olursun hakîki şey olursun.

Onun için
HAKK'a teslim olmuş ve hakîkatı HAKK ile buluşmuş insanların bize kalan aziz hâtıralarından bir sayfa açacağız.
Bu hâtıralardan insanı ayıklığa dâvet eden bir ses çıkar haaaa bir ses.
Bu sesi duymak gerek.

Bâzı insanlar vardır ateşe girer yanmaz, Hazreti İbrahîm gibi yanmadı. Halbuki ateş, ateşe tapan mecûsiyi bile yakar.
Ateşe taptığı halde elini muma süremez, ulan hani senin tanrındı ateş.
O ateşin yakmazlığının sırrı, yakan şeyde erimek ve onunla olmaktan başka bir şey değil.
Başka sebeb arama aradığını bulamazsın. Zâten bir işi bulamazsan, aramağa başlarsın.
Bazı dalgın insanlar vardır hiddetli. Benim tıpta bir hocam varıdı gözlüklüydü. Asistanları, hıristiyandı kendisi, öyle bir asabî herifti, bir gün kızdı: “Gözlüğüm nerde?””dedi. Gözlüğü haaa böyle yapmış.
Ortalığı birbirine karıştırıyor. Kimse de: “Gözlük gözündedir!” diyemiyor.

Aha bunun gibi, başka bir yerde arama oğlum hepisi içinde.
“Efendim felan insan sapıktır, fenâ yola giriyor!.””
Şeytanı araya katma, şeytan şaşırtmış.
“Şeytanın zoru ile oldu!”” demek İslâm dininde câiz değildir evlâdım.
İnsan îmânını terk etmedikçe şeytan ona el süremez, hadistir bu.
“Yok şeytan şöyle yaptı. Yok şeytan böyle yaptı!.”” Hayıııır!.

Cenâb-ı ALLAH nur ve zulmetten çekilmiş 70.000 perde arkasında gizlidir.
Bu perdeleri açsa daha kendisini kimse görmeden hepimiz yanarız.
Bunun için ağam, insan bir mekândır, aslı lâ-mekândır.
Bu dükkânı kapa, o dükkânı açmak için biz câmiye geliyoruz.
Yoksa vakit namazını kılıp üzerimize yazılmış şeyleri doldurmak için değil.
Üzerimize bir şey yazılmadı, nefes alıyoruz aha ondan.
Bâzı sefîl insanlar vardır. Sefîl, dilenci değil, yırtık elbiseli değil, kumaş içinde de sefîl vardır.
“Ne sefîl herif!” dersin, perişan. O sefîlin içinde kim bilir neler vardır.
Sefîl o değil.
Sefîl ruhlu insanda
Cenâb-ı ALLAH ona da câmi yapmıştır, parayı mihrab yapmıştır, para onun mihrâbıdır.
Bâzısı apartuman yapmıştır. Yap aha apartuman. Ama aha burayı unutma.
“Efendim benim param var. Şöyle yaparım, böyle yaparım!””
Nalları diklemeye başlayacağın zaman para bir şey etmez.
Hanı samur vardır samur, şöyle bir hayvancık 25 sene üzerinde taşıdı kürkü hayvanlıktan kurtulabildi mi?.
Kürke bürünüp efendim aha Hacı da neyimiş. Hacı da neyimiş olur mu?
Hacı Murat Efendi çok iyi bilir, burda bir sarhoş varıdı geçen günü aha benim pansumancım da burda oda bilir.
Uzun boylu bir çocuktu, sarhoş marhoş gezerlerdi arada. Sapıtmış ALLAH sapıttırmış.
Geçen sene biz 8 ay evvel akşam 10 da İskender Beyin Eczânesinin önünde yatmış velhâsıl. Bir iki çocuk başında, havada soğuk, sarhoş.
Beni gördü: “Ne yapıyorsun Mustafa burada!”” dedim.
Kalktı ayağa: “Doktor bey çukura düştüm” dedi. “Dizimi vurdum” dedi “ağrıyor!””dedi.
Ama ağzı da kokuyor. Sarıldı beni şapır şupur şeylernen salya oldu üstüm.
Girdim koluna götürdüm saat 10 da hastâneye, temizledim üstünü. O ayağını şey ettim felan.
“Bu gece burda kal da üşürsün oğlum yarın gidersin!””
Yarın aklı başına geldi. Yine gidip içecek tabi. Sabahtan başlıyor.
“Oğlum akşam sen çukura düştün değil mi?”” dedim.
“Çukura düştüm!”” dedi.
“Oğlum İnşeALLAHu’r- RAHMÂN” dedim, “ALLAH seni bir RAHMÂN çukuruna düşürür!” dedim.
Ama gözüm doldu, ALLAH kabul etti. Mü’minin Mü’mine duâsını kabul etti. Bende hüner yok, belki o zaman boştum.
Dün evvelsi gün hastâneye girdi. Temiz giyinmiş, kafası hafif sakallı nur yüzlü olmuş.
“Ne o Mustafaaa?””
“Doktor bey dedi ben kolbaşı olarak Hacca gittim!””dedi.
Yüzünde nur! “Eee nedir?””
Bir yüzük getirmiş.. “Nedir derdin?””
“Ayağımda dedi bir yara var!””dedi.
“İyi dedi buna pansuman, yok onu sormayacağım dedi doktor bey dedi bu ayağım abdeste su almaknan azar mı azmaz mı?”” dedi.
Dedim: “Sen cilt doktoru Ali Beye git!””
Gitmiş, Ali Bey de tanıyor onu.
Ali Bey geldi bana: “Abi dedi bu nasıl oldu” dedi. “Gözüm doldu!” dedi.
Ağlamış Ali Bey de: “Vallâhi dedi mezârdan babam kalksa bu kadar sevinmezdim!””dedi.

ALLAH istedikten sonra oğlum aha o adamın Haccı en büyük Hacc demektir.
Haccda böyle temizlendi herif. Kolbaşı gitti hakîki Mü’min olarak döndü
ALLAH devâm ettirsin.
Bakın
ALLAH istedikten sonra oğlum neler olur.

Onun için haa. Fâreyi aslanın yanına götür fâre aslandan korkmaz,
çünkü aslan fâre yemez oğlum.
Ama ceylan götürürsen ceylan korkar aslandan haaa çünkü eti güzel yer onu.
Ekmeksiz ekmeğe bağlanan perilerdir bilirsiniz, kokuyu çok severler.

Periler kokuyla gıdâlanırlar. Bu lakırtıda âyât-ı gayr-ı mu’tâde gibi bir lakırtı.
Onu sen işte evinde anla ne demek istiyor.
Onu bir misâlle bildiriyim, Kızıl Deniz var Bahr-ı Ahmer.
Süveyş Kanalından geçti mi aşağıya gidiyor işte Cidde’ye doğru Kızıl Deniz.
Mûsâ’nın ümmetine cadde oldu Kızıl Deniz, Firavun’un ümmetine de mezâr oldu, aha aradaki fark!.
O halde cehennem de kâfirlerin ibâdet yeridir, orda zevk duyarlar, cehennemden zevk duyarlar.
“Nasıl duyarlar?”
Pislik böcekleri vardır, pislik yerler, kurtlanmış şeyi yerler.
Al o böcekleri getir balnan baklavanın üzerine koy!. Yemezler onu, hep kaçarlar.
Kâfirlerde cehennemden zevk duyarlar oğlum!.
Zindan da alçak kişilerin ibâdet yeridir haaaa.
Ancak çünkü orada
ALLAH’ı anarlar oğlum!.
Bizim ibâdet yerimiz de aha burası,
ALLAH’ı burda anlıyoruz.
Sen dilinden
ALLAH’ı bırakmadın mı Kâbe kendi vücûdun.
En mukaddes ibâdet yeri insan vücûdudur.

Hazreti Âdem yaratıldı.
Cenâb-ı ALLAH cennete koydu.
ALLAH’ta acelecilik yok: Kûn!” der demez bütün kâinat olurdu, 6 günde yarattı değil mi?
Hazreti Âdem’i çamurdan, balçıktan yavaş yavaş yavaş yarattı.
Acelecilik yok
Cenâb-ı ALLAH’ta.
ALLAHo halde Âdem’i, cinleri, bütün mahlûkatı kendine ibâdet edilsin diye yarattı.
İnsan her şeyi yapar, keşfeder, şunu eder, makine yapar, aha bunu bulur. Aya gider, güneşe gider fakat asıl yaratılış maksadı âyet-i kerimeye göre
ALLAH'a ibâdettir.
Kitabtan maksat fendiiir, içindekini öğrenmek.
Ama sen okumazsan kitabı başına yastık da yaparsın.
İlim hâfızları vardır. “Şu şöyledir, bu böyledir, bu böyledir” hepisini bilir.
Bakarsın herif sanki ansiklopedi kitabı, kakîki ilimden nasibleri yoktur.İlim sevgilisi başka türlüdür.
“Nasıl?”
Esirciler vardı eskiden, câriye satarlardı.
Câriye esircinin değil, müşteri içindir oğlum müşteri için!.
Sana bir kerem sâhibi gelse: “Ateşe gir!”dese.
Hemencecik atıl ateşe: “Beni yakar!” diye düşünme.
Bu Enes bin Mâlik’in, bir gün Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin irtihalinden sonra sahâbeler misâfir gelmişler.
Yemek, zengindi Enes bin Mâlik. Yemek hazırlamış, hepisi yemişler.
Herkesin peşkiri varıdı, aha bu kadar, peşkir taşımak sünnettir. “Peşkir, ne demek peşkir?”
Şükret “şükrü ifâde eden nesne” demek. “Elhamdulillâh!” peşkir şâhid oluyor.
Eskiden hep evde bizim peşkirlerimiz varıdı babamızın,…
şimdi moda kağıt!. Sünnettir peşkir.
Peşkirinin hizmetçisi Kadın bir hizmetçisi varıdı demiş: “Hümayra şunu. Şunu tandıra at kirlendi peşkir!” demiş.
“Peki! Efendim!.” Demiş.
Gitmiş Arapların böyle kovuk hâlinde şiyi vardır içinde ateş yanar. Ekmek pişirirler, şunu ederler, hacca gidenler bilir onu.
Peşkiri almış götürür götürmez atmış.
Sahâbe bakmış: “”Böyle ne oluyor bu?” diye.
Biraz sonra getirmiş kadın peşkiri almış ordan vermiş peşkiri tertemiz.
Çamaşır makinası, öyle suyunan değil.
Kadına sormuş Hümeyra’ya: “Sen demiş bu peşkiri nasıl attın!” demiş.
“Valla demiş benim efendimde çok hünerler vardır” demiş.
“Sen kendini at deseydi ben kendimi düşünmeden atardım” demiş.
Enes bin Mâlike sormuşlar: “Yâ Mâlik bu nedir, bu şey nedir?”
“Vallâhi bende bir şey yok” demiş ağam.
“Bir gün Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem abdest alıyordu” demiş. Aha o kuş hikâyesi.
“Ben de peşkir tutuyordum” demiş.
Bu kuş hikâyesini de Enes Bin Mâlik anlatır.
“Aldılar demiş kollarını, mübârek ağzını bu peşkirinen sildiler” demiş.
“Onun hüneri” demiş.

Onun için Cenâb-ı Peygamber diyor:
“Benim tenime sürülen bir şey başka bir tene sürülürse cehennem ateşi onu yakmaz.”
Bildiğimiz ateş yakmıyor da öteki ateş nasıl yakar.
Cehennem ateşi yakmayan bir şeyi nasıl yakar.
Amucalarından birisi İslâm ile müşerref olmamıştı fakat çok doğru, temiz insandı. Vefât ettikleri zaman Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz iç gömleğini gönderdi dediki:
“Amucama giydirin!” dedi.
“Yâ Resûlullah nedir?”
“Benim tenime değen başkasının tenine değerse cehennem ateşi ona dokunmaz”
demiş de,
Cenâb-ı ALLAH’a demiş de: “Amucamı sen mağfiret et Yâ RABBi!” demiş. Fakat emir gelmiş: “Yâ Habibim biz ne nasib etmişsek o olur İleri gitme!” demiş. Onun için ALLAH böyle yapar.

O halde ateşten korkuyorsan ağam Cenâb-ı Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mezârını görene, Kâbe’yi görene, temiz hacılara, temiz nurlu insanların eline sür elini, elini öp!. Aha onlardan fayda görürsünüz.
Öyle hacılar vardır ki kendisi cehenneme girer fakat, onun eline sürdüğün zaman sen kendin cehennemden kurtulursun.
Bir el, bir temiz el cansız bir şeye bu kadar yücelik verirse, peşkiri yaktırmazsa, ya rûhu irşâd eden, rûha doğan bir nur ne yapmaz rûha düşünün.
Kâbe’nin taşını, kerpicini öptü Ahmed Resûlullah Efendimiz, puthâne Kâbe oldu.
Puthânedeki Haceru’l- Esvedi öptü Resûlullah’ın mübârek dudakları.
Puthâne derhal Kâbe oldu, sonra ne oldu?
Kıble oldu!.
Sende çalış bu gibi kimselere toprak ol!.
Onlarda seni putlardan temizlesin.
Ruh, insanın rûhu karşılığında elde edeceği şeyleri görmese, hissetmese el açar da cömertlik eder mi kimsenin, ibâdette bulunur mu?.
Bir şeyi sevmeseniz hattâ, ahrete şüpheli bile olsanız, cennet cehenneme şüpheli bile olsanız, ibâdet eder misiniz?.
Demek ki bir şey elde edeceğini ümit ettiğin için herkes evde titrerken bakıyorsun bir bembeyaz adam sarılmış sabah ezânı okunmadan tıkır tıkır tıkır câmiye gidiyor, evdekiler uykuda, niye gidiyor?
Bir şey var sonunda hissediyor ama o nedir bilmiyor.
Çocuk, elinde kokmuş soğan almış.
“Oğlum ver onu da at bunu kokar, sana elma vereceğim!”
Bırakmaz, elmayı gördükten sonra bırakır.
Siz de bir şey gördünüz ki ibâdet ediyorsunuz, yoksa etmeyiz oğlum.
Akıllı kişiye sonunda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar.
Bilgisiz az kişi sonunda ve sonunda onlar içinde kurtuluş var, ne?
Son nefeste:
“Lâ ilâhe illâllah ”
Kurtulur ama işte kurtulur, üçüncü mevkii kamarada gider.
Ayna da görülen kaza ve kaderi, Secde-yi RAHMÂNa kapılan aynada değil, kerpiçte bile görülür oğlum.
Sopasını ejderha yapan kişiye, sopasını attığı zaman ejderha yapan kişiye kim el atabilir.
Onun için dudağını yumup kapayan kişiye Gayb Sırrı öğretilir.
Su Kuşundan başkası denize atılmaz oğlum.
Artık sen bunu anlayıver!.
ALLAH'ım doğrusunu bilir.
Bir parçacık kan pırtısı iyi dikkat edin, hatırıma geldi.
Şu kadarcık kan pıhtısı. Bir toplu iğnenin ucu kadar.
Çocuğa benzer mi bu?.
Nerde benzesin!. Şeker kamışı şekere hiç benzer mi?
Bir kan pırtısından bir, koskocaman hepimiz, bir kan pırtısından olduk. Niye şaşmıyorsunuz buna, hiç biriniz şaşmadı.
Sopanın ejderha olduğuna şaşıyoruz!.
“Mûsâ attı sopa ejderha oldu.”
Ulan koskoca sopa ejderha olur, hadi öyle göründü de o da kabul.
“Bir kan pıhtısı koskocaman bir insan nasıl olur.”
“Olur!” diyorsun inanıyorsun ona.
Şimdi geliyorsun da: “Sopa ejderha oldu?” ona şaşıyorsun.

İnsanların gözü ne renk olursa olsun ağam, hepimizin göz bebeği siyahtır.
“Niye?”

ALLAH ben kulumnan görürüm diyor.
Haceru’l- Esved siyahtır, insan gözünün bebeği siyahtır.
Hayvanların hepisinin gözü siyah değildir.
Göz bebegi, gözbebeği.
Resûlullah’ın Mübârek Nûru, Mühr-ü Nübüvvet siyahtır, Hacerü’l- Esved siyahtır, her şey siyahtır.
Dar gelir insana bu lakırtılar.
Hamama git. Hamam kızıştı, ısındı mı koskocaman bu câmi kadar ama, daralırsın, için sıkılır. Hemen dışarı. Rûhun sıkılır.
Dar ayakkabı giy ovada gezsen ova küçülür, küçülür, her taraf sana dar gelir.
Ayakkabıyı çıkarır serbest olursun. Hamamdan çıkar rûhun açılır.
Uykuda da rûhun vücuddan ayrılıyor oğlum, uykuda. Âlemleri geziyor, serbestlik.
Uykuda sana kılıç vursalar uyandığın zaman, kılıcın üstünde şiyi yoktur izi yoktur.
Uyumadıkları halde rüyâ görenler vardır haaa!.
Onlar secdede alınlarını aşındıran insanlardır.
Sen hâlini bilmezsin ama aziz dostum amuca, fakat gönül sâhibi yok mu, senin hâlini o bilir işte.
İnsana şöyle baktı mı ne hâlde olduğunu bilir.
Bizim gafletimiz tenimizden ileri gelir aha bu vücud.
Ten ruh oldu mu, ten rûha çevrildi mi bütün sırrlar görülür.
Yetmiş bin perde ortadan kalkar.
Gök boşluğunda yer yüzü kalktı mı, ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için. Gölge dâima yerdendir oğlum topraktandır.
Yer olmasa aha elimi tuttum var mı gölge ama duvar olursa gölge görülür değil mi?
Aha bu tende gölgedir.
Duman kıvılcımla ateşten husûle gelmez, odundan husûle gelir.
Aha şurda güneş ışığında bir mum yak, hiç göremezsin mumun ışığını.
Ama elini soktuğun zaman yakar.
Aha bu tenden rûhunun kıymetini bil!
Güneş dâima toprağa vursa toprak çatlar. Her taraf yanar gider.
İnsan da topraktan halk olmuştur oğlum.
Hakîki Nûr-u Resûlullah insana vurdu mu, yanarız onun için gaflet var.Anladın mı işi?.
Aha demin ki o mu’tade âyette, gayr-ı mu’tade, müteşâbih âyette vardır. Onun için gece gündüz olur.
Uyku olmasa, uykuda ruyâ olmasa ruh patlatır bu cesedi.
Uyuduğumuz zaman çekip gidiyor: “Ben gezeceğim!” diyor.
İşte uyumadan gezmeye savaş oğlum.
“Uyunmadan gezilir mi?”
Gezilir, nasıl gezilmez. Aha şimdi bu anda hepimiz Ankara’ya gidelim akılnan.Ulus Meydanını düşünün.
Ulus Meydanı gözünüzün önünde, gitti geldi hemen, o demektir.
Turfetu’l- Aynı işte gitti geldi.
İnsan topraktan halk edildiği için buna tahammül edemez.

Aziz dosdum, her zaman söylediğimiz gibi Resûlullaaaah MuhaMMed olarak sallallâhu aleyhi ve sellem görülseydi, bütün sahâbeler yanardı. Yaaaaa!.
Su da kalmak, dâima balığın kârıdır oğlum, yılanın değil.
Bu denizde öyle balıklar vardır ki yılanı tuttu mu onu da balık yaparlar.
Aha öyle bir herif bulmak lâzım. Onlardan arayıp bulmak lâzım.
Olmayacak şeyler onların himmetiyle olur. Pis bile ortadan kalkar tertemiz olur.
Bu bahis çok uzun sabaha kadar söylesem değil, kıyâmete kadar söylesem bitmez!.

At, ata bineniniz vardır, at giderken bir tehlikeyi hissetti mi onu anlar, aslanın sesini tanır, kokusunu duyar. Hayvandır amma düşmanını bilmesi, duymaması pek nâdirdir.
Yalınız at değildir her hayvan bunu bilir düşmanını bilir.
Sineğe şöyle uzatsan gelirken arkadan gelir, seni görmediği halde anlar öldüreceğini, kaçar.
Yarasa gündüz çıkmaz, hırsızlar gibi gece çıkar, güneşi sevmez amma güneşten de nefret etmez “ALLAH’ın mahlûkudur” diye.
Onun için bizim merhâmetimizin mahlûkun merhâmeti, elemle karışıktır.
ALLAH’ın merhâmeti tertemizdir, onda bir karışıklık yok.
Öyle bir
ALLAH’ın velîsine insan ihsânına uğrarsa, o kadar büyük bir ihsandır o bütün cömertlikler karşısında utanır o ihsan.

Denizin dibinde inciler taşlarla karışık bulunur bilirsiniz.
İnsanlardaki övülecek büyük hasletlerde ayıplar, kusurlar arasındadır.
Onları ayıklamak lâzım; Deniz, Mûsâ’yla konuştu. Rüzgâr, Süleyman'ı taşıdı. Demir, Davûd’un elinde ne oldu, mum gibi yumuşadı.
Kamer, Resûlun parmağını bekledi ayrılmak için.
İbrahîm’e demin söylediğiniz gibi ateş gül bahçesi oldu.
Toprak, Kârun’u yılan gibi yuttu.
Hannâne direği Resûlullah’ın Minberinde Resûlullaha selâm verdi konuştu onunlan. Taş, Ahmed’e selâm verdi...

Ayıp gören, Gayb Âlemînin kokusunu anlayamaz, alamaz!.
Ayıp, kimsenin ayıbını görmeyin.
Ayıp görmeğe başladı mı gıybet hissi başlar insanda.
Gıybet başladı mı hased başlar.
Hased başladı mı haram gitmeye başlar.
O zaman insan bütün benliğini, güzelliğini kaybeder.
Bunun aksi hareket ederse insan, başında iki tâne boynuz peydah olur, öküzlüğü anlaşılıverir insanın.
İnsanın ALLAH’a yakınlığı çeşit çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da.
Hepimiz ten itibâriyle civanız civan. Civan diye bir kelime vardır bilirsiniz.
Can bakımından da melek gibiyiz. Bu sûretle hem yerde yürürüz hem gökte.
Onun için Cenâb-ı Peygamber Efendimiz bir hadisinde buyurmuştur

“Bende sizin gibi bir kulum. Sizin gibi yerim, sizin gibi içerim. Sizin gibi yatarım. Ama, sizden biri değilim!”der. Aha bu büyük sırr.
Canlı iken ipek, atlas giymek insana bir şey yapmaz.
Öldükten sonra da kubbeler saraylar ölüne bir şey yapmaz.
İçi temizlemek gerek!.

Onun için aziz cemâat, başınıza bir felâket geldi mi, pılıyı pırtıyı topla Gayb Âlemîne çekil yâni
ALLAH’a sığın!.
Kur’ân âyetinde diyor ki:
“ALLAH’ta hepisi marzukturlar.””
ALLAH rızık verir. Biz bu rızkı zannederiz ki ekmek verir.
O rızık ekmek değildir ağam ekmek değildir!.
Hikmet olduğunu anlamadın haaa?.
Tanrının verdiği rızık insanın kendi merdebesine göredir.
Merdebesine göre oldu mu, âyât-ı müteşâbihattan da, hepimiz müteşâbihatı da anlıyoruz.
Gayr-ı mu’tâdeyi de hepimiz anlıyoruz.
“Nasıl anlıyoruz? Deniz yarıldı, Mûsâ yürüdü mü?.”
“Âmennâ ve saddeknâ yürüdü.”
“Resûlullah:
“İkterabeti's-sâatu ven şakka'l-kamer (kameru).” mübârek parmağını uzattığı zaman kamer ikiye ayrıldı mı?
Ayrıldı!.
Aha mu’tâdeyi biliyorsun hiç şek ve şüphe yok.
Efendim bazı velîler su üstünde yürür.
Yürür yaaa! Saman yürüyor da,
ALLAH’ın sevgili velîsi niçin yürümesin.
Bâzıları uçar. Uçar ya! Kuş uçuyor da
ALLAH’ın velîsi niye uçmasın.
Aha gayr-i mu’tâdeye de inanıyoruz, o halde mânâsını biliyoruz...

Onun için işin farkına varmak lâzım.
Hepimiz aslan gibi kendi avımızı kendimiz aramamız lâzım, başkasına havâle değil.
Herkes eline âsâ alır. Hepimizde baston var.
Ama Mûsâ da alıyor eline bir asâ.
Senin elin bizim elimiz nerede, Mûsâ’nın eli nerede. Ama mü’minlerden de kimsenin haberi yoktur haaa.
Sabahtan şu câmiye aha bu kadar millet gelir.
Mahallede var 30.000 kişi, hiç kimse farkında değildir işin.
“Efendim o niye gidiyor?.”
Ulan o gitmiyor onu zornan yatağından kaldırıp götüren var.
Kaldırıp götüren var, içindeki NUR!.
“Kalk diyor Hacı Murat Efendi, Kalk Hasan efendi!” diyor.
Mahalle uyuyor, o buraya geliyor...

Padişah sabaha kadar sarayında, musikî çalar, kadın oynatır, şarap içer. Yanında akan derede kurbağalar bağırır, hiç onu duymaz.
Bu sözlerden mânâ çıkar.
Geç bunları bir çakıynan, bak içinde neler var oğlum neler.
Bir yudum su, bir göle delâlet eder.
Bir avuç dâne de, harman vardır içinde. Onu çiftçi bilir.
Bu lakırtıları deşersen yağmur çimene düştü mü ne yapıyor?
Aha bizim içimize de onu yapar oğlum!.
Bunlar Resûlullah’ın sözleri…

“Efendim hacca gitti!” hep dilinde bizim arkadaşların.
“Eeee gitti herif yaaa!. Elin Arabına döviz bırakıyor diyor herif döviz!.”
Yâhu bu adamcağız 2.000 lira topladı, harç borç nasıl olursa olsun gitti ya.
Sen Avrupa'ya gidip otomobil kaçakçılığı yapıyorsun.
Eğlenmeye gidiyorsun, onu gören yok da hacıyı görüyorsun.
“Efendim gidiyor teyp getiriyor!” diyor.
Getirecek yaa, sen tır kaçırıyorsun.
Ama bunları söyledikçe söyledikçe o ecir alıyor hacım.
Gördüm o arabaları, hacı arabaları gelirken.
Nur yüzlü kadıncağızlar. Yaşlı ve genç kadınlar.
Ağam buradan Mekke’ye on iki gün de otomobil içinde gitmek her babayiğidin karı değildir.
Pehlivanı görsen pehlivanı yarı yolda leşi çıkar.
Başla bak. Herif Jawa’dan kalkıyor gidiyor.
Yugoslavya'dan Zagreb’ten gelmiş. Altı tâne otobüs gitmiş.
Bırak yâhu gitsin bırak gitsin diline dolama hacıyı yâhu!.
“Efendim bunun parası yoktu, tarlasını sattı gitti!”
Satsın gitsin sana ne?
Sen söylüyorsun bunu senin mîdende helâl mı var banka köşelerinde gezen herif!.
Bunlara aldırmayın oğlum!.
Bunları
Cenâb-ı ALLAH bütün hepisinin cezâsını verir amma! Hadis-i Resûlullah var...

İçimizde Nur-u Resûlullah’ı fazlalaştır Yâ RABBi!
Kalb penceremizi açarak Resûlullah’ın Nûrunu bu dünyâda iken görmek bize nasibi müyesser eyle Yâ RABBi!
Vücûdumuz bize bizden yakîn olan sensin Yâ RABBi!
bu mahfazası olan vücûdumuza helâl lokma nasib eyle Yâ RABB i!
Temizlikten bizi ayırma Yâ RABBi!
Her türlü gafletten uyandır Yâ İlahî!.
Bize sıhhat, sağlık, dirilik secdeden başımızı kaldırmamak kuvvetini bize nasîbi müyesser eyle!.
El Fâtiha!.


Resim

Mıntıka: (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
İntikal: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek.Göçmek, geçmek.Sirâyet. Bulaşmak.Bir şeyin miras olarak kalması.Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
Âyât: (Âyet. C.) Âyetler.Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar.Menziller. Mekânlar.
Müteşabih: Birbirine benzeyenler.Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
Müteşabihat: Müteşabih olan âyetler.Birbirine benzer olanlar.
Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Muhkemât: Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
Mu’tade: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Câiz: Mümkün, olur, olabilir. Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
Mu’tad: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Gayr-ı mu’tade: Alışılmamış.
Müteşâbih: Birbirine benzeyenler. Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifâdeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. Zâhirî mânâsı kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakîkatlerin beyânında kullanılan ifâde.
Cariye: Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.
İrtihal: Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek.Ölmek.
Kamara: Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar.Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar.
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz.Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey.
Mühr-ü Nübüvvet: Peygamberlik mühürü. Peygamberimiz Hazreti MuhaMMedin (A.S.M.) iki omuzu arasındaki (sırtındaki) peygamberlik işâreti.
Karun: (A, uzun okunur) Peygamber Mûsâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenâb-ı HAKK'ın zekât emrini dinlemediğinden Mûsâ'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünyâ zengini. Cenâb-ı HAKK'ın lütuf ve ihsânını kendine mâlederek nankörlük ve enâniyetinden dolayı bu fenâ sıfatı ile meşhur olmuştur.
Mahfaza: (Hıfz. dan) Küçük kutu, kap. Zarf.
Müyesser: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib.

Resim

Resim---Abdullah b. Amr (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Resûlullah sallALLAHu aleyhi vessellem’i oturarak namaz kılarken gördüm. Bunun üzerine: “Ey ALLAH’ın Resûlü! Oturarak kılınan namazın ayakta kılınandan yarı yariyâ sevabının az olduğu sizden bana aktarılmıştı, halbuki Siz oturarak kılıyorsunuz?” dedim. Bunun üzerine: “Evet öyledir ama Ben, sizden biri gibi değilim” buyurdular.
(Ebû Davud, Salat: 179; Dârimi, Salat: 108)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim..." buyurdular.
(Buhârî, Salât, 31; Ahkâm 20)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unutup yanılabilirim..." buyurdular.
(Buhârî, Salât, 31; Aynî, Umde, c. II, s. 310)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben ancak bir beşerim, size dininize ait bir şey emredersem bunu uygulayın, size şahsî görüşten bir şey söylersem ben ancak bir beşerim" buyurdular.
bir başka rivâyette "...siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz."

( Müslim, Fedâil, 140-141)

Ancak Resûllüğü Akıl dışı NAKlendir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : “Ben herhangi biriniz gibi değilim; ben Allâh tarafından yedirilir, içirilirim…” buyurmuşlardır.
(Buhârî, Savm 49; İ’tisâm 5; Müslim, Sıyâm 57-61)

Resim

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ

Resim--- “Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun): O gün yüzler ışıl ışıl parlar.”

(Kıyâme 75/22)


إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

Resim---“İlâ rabbihâ nâzırah(nâziretun): RABB'lerine bakıp durur.”

(Kıyâmet 75/23)


وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ

Resim---" Ve kulû mimmâ razakakumu’l-lâhu halâlen tayyiben ve't-tekullâhellezî entum bihî mu’minûn(mu’minûne).: hem ALLAH'ın size merzuk kıldığı ni'metlerden helâl ve hoş olarak yeyin hem de kendisine mü'min bulunduğunuz ALLAH'dan korkun.- ALLAH'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine îman etmiş olduğunuz ALLAH'tan korkun.”"

(Mâide 5/88)


اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

Resim---"İkterebeti's-sâatu ven şakka'l-kamer(kameru).: Yaklaştı Saat, yarıldı Kamer.- Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı.”"

(Kamer 54/1)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 16” sayfasına dön