Cami Aşkı

İbret almasını bilenler için
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »



Cami Aşkı


Güneşli bir yaz sabahında Kader çiftinin üçüncü evlatları dünyaya gelmişti. Aile bir kez daha evlat sahibi olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Ancak gözlerinden kaçmayan, yeni aile ferdinin diğer bebeklerde olduğundan farklı olması ve oldukça hareketsiz olmasıydı. Kader çifti; “ufaktır bundan olsa gerek” diyorlardı. Her ne kadar dilleri bunu söylese de akıllarında bir şüphe onları düşündürüyordu.

Kader çifti, çiftçilikle geçinen, oldukça fakir bir aileydi. Evleri köyün dışında bir dağın yamacındaydı. Eve ulaşmak için 1 km patika yoldan gitmeniz gerekiyordu. Yakınlarda ne komşu ne de başka bir yerleşim birimi… Ailenin diğer iki çocuğu okula gidebilmek için her gün 1 km’lik patika yoldan köye giden ana yola çıkar ve köy aracıyla okullarına ulaşırlardı.

Kader çifti, ailelerine yeni katılan ferde Ömer ismini verdiler. Anne, bu ismi seçerken şu duayı yapmıştı’’Rabbim! Bana bir evlat daha bahşettiğin için sana hamd-u senalar olsun! Oğluma habibin Muhammed’in can yoldaşı olan Hz. Ömer’in ismini veriyorum. Evladımın Hz. Ömer gibi adaletli ve cami aşkıyla yanan bir Müslüman olmasını nasip et.’’ Dua müminin silahıdır. Anne Hümeyra bunu çok iyi bilen bir insandı. Hümeyra Hanım’ın babası, bir cami görevlisiydi. Kızını ıslâm ahlâkıyla yetiştirmiş, sahabe sevgisini ona bir sevgi şurubu olarak aşılamıştı. Ömer’in babası da son derece inançlı ve köylerinde sevilen bir insandı. Köyün dışında yerleşme sebeplerinden birisi de günahtan, gıybetten uzak durmaktı. Çiftçilikle ailesini kıt- kanaat geçindiriyor, kimseye muhtaç etmiyordu. Bu, onun için en büyük şükür borcuydu. Namazlarının arkasından hep şunu söylerdi: ‘’Ya Rab! şükürsüzlükten sana sığınırım.’’ Fakir ama mutluydu Kader ailesi. Aile’nin yeni ferdi ile mutlulukları bir kat daha artmıştı ama Ömer’in durgun tavırları onları üzüyor ve düşündürüyordu.

Zamanla Ömer büyümeye ve sıkıntılar daha da belirginleşmeye başlamıştı. Küçük Ömer, Hümeyra Hanım’ın diğer evlatları gibi hareket etmiyor, zamanı gelmiş olmasına rağmen emekleyemiyordu bile. Kader çifti, evlatlarını hastaneye götürmeye karar verdiler. Sorunun ne olduğunu öğrenmek istiyorlardı. Zor imkânlarla evlatlarını hastaneye götürdüler. ılçedeki hastane il’e gitmelerini, kendilerinin sorunu tespit edemediklerini söylediler. Kader çifti için ıl’deki bir hastaneye gitmek büyük bir sıkıntıydı. Maddi durumları elverişsizdi. Borç bularak evlatlarını hastaneye götürdüler. Yapılan incelemeler sonunda Ömer’in ‘’cam kemiği hastası’’ olduğu söylendi. Ne Hümeyra Hanım ne de Hasan Bey bu hastalığı hiç duymamışlardı. Doktor hastalığı ve ilerde karşılaşacakları durumları uzun uzadıya anlatmış, Kader çifti büyük bir sabırla dinlemişlerdi. Sabır belki de Kader çifti için hiç bu kadar elzem olmamıştı. Evlatlarını alıp huzur dolu yuvalarına döndüler. Yol boyunca ne Hümeyra Hanım nede Hasan Bey tek çift laf etmemişlerdi. Derin derin düşünüyorlardı.

İnanç ve kabullenmek, aslında ikisi de bunun bilincinde olan ebeveynlerdi. Ağladılar ama şükrederek, sustular ama sabrederek…

Evlerine bu sessizlik eşliğinde vardılar. Diğer iki evlatları büyük bir heyecanla ufak kardeşlerini, anne ve babalarını karşıladılar. O anda Hümeyra Hanım da Hasan Bey de şunu düşündüler; “bu iki evladı sağlıklı bahşeden Yaratıcı, üçüncüsünü sağlıksız yaratmışsa bu bir mükâfat olamaz mı?” Doğruydu aslında, Allah sevdiği kullarını dertsiz bırakmaz. Bunu zamanla daha iyi idrak edeceklerdi. Zamanla…

Kader çifti ertesi akşam, iki evlatlarını karşılarına aldılar ve Ömer’in durumunu onlara izah ettiler. Vücudunun dayanıksızlığını, kemiklerinin çabuk kırılabileceğini ona yaklaşırken, severken dikkatli olmalarını. Ahmet ve Fatma, iki yetişkin gibi dinlemişlerdi. Fatma 10 yaşında, Ahmet ise 8 yaşındaydı. Fatma atıldı:
—Peki, anne, Ömer hiç yürüyemeyecek mi?
Hümeyra Hanımın gözleri dolmuş, eşinin bu halini gören Hasan Bey, kızının sorusuna,
—Cennette sizinle kovalamaca bile oynayacak! Yanıtını vermişti.
Gülmüştü Kader ailesi. ınşallah diyerek.

Ömer büyüyor ve tüm gününü evde geçiriyordu. Herşeyi annesiydi. Annesi, öğretmeni, bakıcısı… Annesi, Ömer’e okuma yazmayı öğretmişti. ıkisi evde yalnız kaldıklarında annesi Ömer’e, ıslam’ı, Peygamberimizi ve sahabeleri anlatıyordu. Ömer, Hümeyra Hanım’ın her söylediğini hafızasına kazıyor ve öğretmenini pür dikkat dinliyordu. Farklıydı Ömer ama yalnızca bedenen değil ruhen de farklıydı. Annesine bir gün sordu:

Ömer: Anneciğim, niçin ben de yürüyemiyorum? Niçin hep evdeyim? Ve niçinler ile dolu sorular...
Hümeyra Hanım, bu sorunun geleceğini biliyor ve kendisinin vereceği cevabı da hep hazırlıyordu. Tebessümle konuşmaya başladı annesi:
Hümeyra: Yavrucuğum. Allah bizi bu dünyaya imtihan için göndermiştir. Bu dünyada bir müddet kalacağız ve gerçek vatanımıza gideceğiz. Orası inşallah sıkıntının olmadığı bir yerdir. Sen farklısın ve şanslısın. Çünkü Allah, senin sabretmeni istiyor. Ve sabredersen, ona isyan etmezsen seni hesaba çekmeyeceğini söylüyor. Bu bir mükâfat değil midir?
Ömer anneciğin dinlemiş ve kafasını sallayarak,
Ömer: Madem Rabbim sabretmemi istiyor, ona hiç isyan etmeyeceğim anneciğim.
Ömer bu konuşmanın ardından bir daha hiç bu soruyu sormamış ve niçin ben böyleyim diye düşünmemişti bile. Çünkü o yanıtını almıştı.

Ömer’in ablası Fatma, okuldan gelirken evlerine bir takvim getirmişti. Takvim yaprakları, güzel cami resimleriyle doluydu. Ömer, dikkatli bir şekilde resimleri inceledi. Daha önce annesi caminin güzelliklerini, içerisinde ibadet etmenin faziletini uzun uzadıya anlatmıştı. Ömer resimleri incelerken gözleri dolmuş ve yanaklarından boncuk boncuk yaşlar süzülmüştü. Annesi bu durumu görünce:
Hümeyra: Ömer ne oldu yavrum?
Ömer: Anne, ben Allah’ın evine misafir olamayacağım. Buna üzüldüm.
Hümeyra: Allah büyük yavrum. Sen dua et. O bir sebep halk eder.(yaratır)Seni misafir eder evinde.
Bu cevabı duyan Ömer’in yüzünde gülücükler açmış.
Ömer: Hep dua edeceğim. Anne. Hep… Diyerek gözlerini silmişti.
Hümeyra Hanım, bu cevabı verirken evladının evden çıkamadığını, ana yola kadar onu incitmeden taşımanın zorluklarını, imkânlarını, hepsini biliyordu ama “Allah” demenin her şeye yettiğini de…
Annesi ile Ömer evde otururlarken Ömer annesine,
Ömer: Anne bana camiyi anlatır mısın?
Hümeyra Hanım, bu güzel isteği geri çeviremezdi.
Hümeyra: Güzel Ömer’im anlatırım elbet. Cami Allah’ın isimlerinden bir tanesidir. Camiler Allah’ın evleridir. O’nun evine misafir olmak isteyen Müslümanlar o evleri doldurur. Hep beraber Allah’a ibadet ederler. Kardeşçe, omuz omuza. Allah, misafirlerini en iyi şekilde ağırlar, evlerinde kıldıkları namazdan daha fazla sevap verir ve evinde can verenleri şehit olarak kabul eder.
Annesini dikkatle dinleyen Ömer, sözün bu noktasında araya girdi.
Ömer: şehit mi?
Hümeyra: Evet. Rabbim evinde ölenleri şehitlikle mükâfatlandırır ve onları hesaba çekmeden cennetine koyar. Yani mükâfatların en büyüğüyle ödüllendirir.

Ömer, annesinin yardımıyla namaza başlamıştı. Anneciği Ömer’e teyemmüm ettirir, kıbleye dönmesine yardımcı olurdu. Hümeyra Hanım, Ömer’e duaları ve Kur’an okumayı da öğretmişti. Ömer, köylerindeki camiden ezan okunmasını sabırsızlıkla bekler ve ezan okunur okunmaz namazını kılardı. Hem de ne dikkatle. Ömer namaz kılarken adeta başka bir dünyaya giderdi. Namazını bitirince uzun uzadıya duasını yapardı. Her duasında şu vardı:’’Rabbim! Evine misafir olmayı nasip et. Bir de orda ebedi misafirin olmayı nasip et’’


Devamı var


En son Ahmed tarafından 05 Kas 2010, 15:35 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »



Ömer’in duası şehit olmaktı aslında. Ölümü arzulamıyor, sadece Mevla’ya ebedi misafir olmayı arzu ediyordu. Annesi, Ömer’in duasına birkaç kez şahit olmuş ve gözyaşları içinde “âmin” diyebilmişti. Hümeyra Hanım, Ömer ismini evladına koyarken Rabbinden bunu istemişti. Evladının cami aşığı olmasını..ışte, duası kabul olmuştu.

Ömer namazlarını hiç aksatmıyor ve dedesinin ona verdiği kitapları okuyordu. Annesiyle okuduğu yerleri konuşuyor, etüt ediyordu. Annesi evladının hızlı ilerlemesine, yaşam sevincine ve Allah aşkına hayran kalıyordu.

Hasan Bey, genelde hayvanları otlatmaya götürüyor ve akşama kadar çok yoruluyordu. Buna rağmen, Ömer’i ihmal etmiyor fırsat buldukça evladıyla sohbet ediyordu. Hasan Bey de Hümeyra Hanım gibi evladındaki güzellikleri görüyor, Ömer’e bir şeyler öğretmek noktasında değil, Ömer’den bir şeyler öğrenme noktasında olduğunu sevinçle kabul ediyordu.

Ömer’in bu güzel ahlâkı tüm aileyi fazlasıyla mutlu ediyordu. Yıllar bu yönüyle güzel geçiyordu ama Ömer’in hastalığı noktasında işler iyi gitmiyordu. Ömer artık namaz kılma dışında oturamıyor ve namazını kıldığında çok güçsüz düşerek yatağına uzanıyordu. Buna rağmen etrafına gülücükler saçıyor, her şeyi olan kitaplarını okumaya devam ediyordu. Yatağının karşısına ablası Fatma’nın getirmiş olduğu cami resimlerini asmıştı. Onlara bol bol bakar ve “Rabbime bir gün misafir olacağım” derdi. Ümit ile aşkına kavuşmayı bekleyen Mecnun gibi. Onun aşkı da Cami ve O’nun sahibi Allah’tı.

Evleri köyün dışında olduğundan Kader ailesinin misafiri çok az olurdu. Ömer’in dedesi gil, birkaç akraba, hepsi o kadar. Ömer misafirleri çok sever, onlara okuduklarını anlatır ve Camiyi sorardı. Öyle ya, âşık maşukunu sormaz mı?

Hasan Bey koyunlarını otlatmaya götürmüştü. Haliyle sürünün peşinden gider, evlerinden baya uzaklaşırdı. Ormanın yakınlarında koyunlarını otlatıyordu. Yakınlarda piknik yapan bir aile vardı. Hasan Bey’i görünce ailenin erkeği Hasan Bey’e doğru geldi.
Kürşat: Selamun aleyküm
Hasan: Ve aleyküm selam.
Kürşat: Buraya piknik yapmaya gelmiştik ama maalesef kibrit almayı unutmuşuz. Sizde var mı?
Hasan: Üzgünüm yanımda yok. Lakin hayvanları eve götüreceğim benimle beraber gelirseniz size evden kibrit verebilirim.
Kürşat: Çok sevinirim.

Hasan Bey ve yanındaki Kürşat Bey, beraberce evin yolunu tuttular. Eve geldiklerinde, Kürşat Bey kibrit alıp hemen dönmek istediyse de Hasan Bey, bir ayran ikram etmek için eve davet etti. Kürşat Bey, bu nazik daveti geri çevirmeyerek kabul etti. Kürşat Bey, Ömer’in bulunduğu odaya girdi. O sırada Ömer, öğlen namazını kılıyordu. Kürşat Bey bir kenara oturdu ve Ömer’i seyretmeye başladı. Ömer, namaza durduğunda başka bir hayata adım atardı sanki huşu içerisinde Rabbiyle baş başa kalmanın feyziyle… Kürşat Bey, Ömer’i hem seyrediyor hem gözyaşlarını siliyordu. Aslında Kürşat Bey, engelli insanları görmeye alışkındı, onu ağlatan Ömer’in engelli olması değil, onun namazı kılarken bu kadar zorlanmasına rağmen, huşusu ve samimiyetiydi.

Ömer namazını bitirmiş ve her zamanki duasını yapmıştı. Annesinin yardımıyla yatağına uzandı. Hayatında ilk kez tanımadığı bir insan evlerine gelmişti. Ona sıcakkanlı bir ifadeyle,
Ömer: Hoşgeldiniz efendim.
Kürşat: Hoş bulduk delikanlı. Nasılsın?
Ömer: Hamdolsun, siz nasılsınız?
Kürşat: şükürler olsun delikanlı. Allah kabul etsin.
Ömer: Âmin efendim. Cümlemizin namazını inşallah.

Kürşat Bey, buruk bir şekilde âmin dedi. Çünkü Kürşat Bey cumadan cumaya namaza giden bir insandı.

Kürşat Bey, Ömer ile koyu bir sohbete daldı. Ne için geldiğini unutmuştu. Ömer’in samimi sohbetiyle kendisini hayatının en mutlu anını yaşıyor gibi hissediyordu. Kürşat Bey, kendisinin mimar olduğunu ve şehirde yaşadığını söyledi.
Ömer: şehirde mi?
Kürşat: Evet, ne oldu delikanlı?
Ömer: Siz camileri görüyorsunuz o zaman?
Kürşat: Görmek bir şey mi, mimarlığını bile yaptım.
Ömer: Mimarların ne iş yaptığını bilmiyordum. Çok sevindim. Annem, Allah’ın evlerinin güzelliklerini, orda ibadet etmenin bereketini anlatmıştı. Kim bilir o evi yapmak ne büyük sevaptır?

Ömer konuşuyor, Kürşat Bey, küçük delikanlının ağır sözleri altında eziliyordu. Hayatının en güzel dersini Ömercikten alıyordu. Ömer’in cami aşkını görmemek mümkün değildi. Laf nereye gitse dönüp dolaşıp camilere geliyordu. Bu sırada kapı açıldı ve Hasan Bey, ayran bardaklarıyla içeri girdi. Ayranları içtiler ve kibritini alan Kürşat Bey, ailesinin yanına dönmek için ayağa kalktı. Aslında Ömer’in yanından gitmeyi hiç arzu etmiyordu. Lakin ailesi onu bekliyordu. Kürşat Bey, ayağa kalktı ve
Kürşat: Hayatımın en güzel anlarıydı. Memnun oldum delikanlı. Eğer istersen tekrar ziyaretine gelmek isterim.
Ömer: Elbette çok sevinirim.
Kürşat Bey, Ömer’in isteğini bilmesine rağmen sordu.
Kürşat: Bir dahaki gelişimde sana ne getirmemi istersin.
Ömer: Bana cami resimleri getirir misiniz?
Kürşat: Getireceğim inşallah.
Diyerek Ömer’in yanaklarından öperek yanından ayrıldı.

Kürşat Bey, ailesinin yanına giderken hep düşündü. Allah bana sağlık verdi ben ise ona kulluk görevimi bile yapmıyorum. Sağlıklı evlatlar verdi, mal verdi, ben ise O’nun evini haftada bir kere ziyaret ediyorum. Gafil Kürşat, gafil! Ve bir karar verdi. Tövbe edecek ve artık namazını hiç aksatmayacaktı. Namazını aksatmadığı gibi, hasta olmadığı müddetçe hep camide kılacaktı namazlarını.

Kürşat Bey, Ömer’in cami aşkına hayran kalmış ve bu güzel insanın en büyük isteğini yapması gerektiğine karar vermişti. En kısa zamanda tekrar Ömer’i ziyaret edecek ve ailesinin de fikrini alarak bunu yapacaktı.

Ömer, bu misafirin gelişine çok sevinmişti. Annesine “Kürşat amca, tekrar gelir demi anne?” diye soruyordu. Hümeyra Hanım da’’inşallah’’ diyordu.

Ömer, kardeşleriyle vakit geçirmeyi çok severdi. Lakin abisi ve ablası evlerinin uzaklığı ve ortaokula gittikleri için ilçede kalıyorlardı. Ayda bir defa gelirlerdi. En çok yazları severdi Ömer, çünkü kardeşleri hep yanında dururlardı. Yaz haricinde durumun böyle olmasına Ömer üzülür ama anne ve babasını üzmemek için hiç belli etmezdi. Onların gelmesini dört gözle bekler, gidecekleri vakit ise hüzünlenirdi. Geldikleri vakit onlara, camileri sorar, anlatmalarını isterdi. Onlar da ballandıra ballandıra anlatırlardı. Ömer onları dinler, dinler, iç geçirerek;
Ömer: ınşallah… ınşallah… Bende göreceğim.
Hümeyra Hanım yüzü gülerek içeriye girdi. Annesinin gülmesinin altında bir şeylerin yattığını biliyordu Ömer.
Ömer: Anneciğim, Niçin bu kadar mutlusun?
Hümeyra: Beklediğin misafirin geldi.
Ömer: Kürşat amca mı?
Kürşat Bey, bu soruyla beraber içeri girdi. Ömer’in göz bebeklerinin içi gülüyordu. Kürşat Bey, geldiğine bir kez daha sevindi. Hal hatır sorularından sonra Kürşat Bey;
Kürşat: Tüh Ömer ben senin hediyeni unuttum.
Ömer: Önemi yok Kürşat amca, siz geldiniz ya.
Aslında Kürşat Bey, cami resimlerini bilerek getirmemiş onun yerine Ömer’e kocaman bir cami maketi getirmişti.
Kürşat: Ömer gözlerini yumar mısın?
Ömer: Niçin, efendim?
Kürşat: Sen yum hele.
Kürşat Bey, dışarı çıkıp cami maketini alarak geldi ve Ömer’e; “gözlerini açabilirsin” dedi.
Ömer gözlerini açtığında adeta mest olmuş ve gayr-i ihtiyari gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Kürşat Bey de ağlayarak, Ömer’e sarıldı. Anlamıştı ki, Ömer’i aşkına kavuşturmak en büyük vazifesi olmalıydı. O gün hoş sohbet ile geçmiş, gitme vakti gelmişti. Kürşat Bey, tekrar geleceği sözüyle küçük öğretmenin yanından ayrılmıştı. Dışarı çıktığında Hasan Bey ve Hümeyra Hanım’a, Ömer’i ilçeye cami ziyaretine götürmek istediğini söyledi. Hem Hasan Bey hem Hümeyra Hanım bunu Kürşat Bey’den çok istiyorlardı. Ama sağlık durumunu ayrıntısıyla anlattılar. Kucakta taşıyarak 1 km patika yolda Ömer’i götüremeyeceklerini ve düşme durumunda zarar göreceğini Kürşat Bey’e anlatılar.
Kürşat: şayet siz izin verirseniz, ben bir yolunu bulup onu yıpratmadan bu isteğini gerçekleştireceğim.
Hümeyra ve Hasan: Peki kardeş.
Hümeyra Hanım, evladının en büyük isteğinin bu olduğunu biliyordu. Nasıl hayır diyebilirdi ki! Kendi imkânlarıyla bunu yapmaları çok zordu. Bu güzel insanın yardımını reddedemezdi. Dua etti sadece. Dua…

Devamı var


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »



Kürşat Bey’in yapması gereken çok şey vardı. Bir an evvel kolları sıvayıp gerekli hazırlıkları tamamlaması ve Ömer’i aşkına kavuşturması şart olmuştu. Kafasına takılan Ömer’i 1 km lik patika yoldan köye giden ana yola nasıl getirmesi gerektiğiydi. Yol oldukça engebeliydi. Ömer’i düşürmekten çok endişe ediyordu. Mimar olması ona geniş düşünmeyi öğretmişti. Bu yeteneğini kullanarak Ömer’i taşımak için bir yatak yaptırdı. Oldukça korumalı bir taşıma sistemiydi. şayet taşırken denge kaybı da olsa Ömer zarar görmeyecekti. Ana yola geldikten sonra gerisi kolaydı. Kürşat Bey’in para sıkıntısı yoktu. Bu da işleri kolaylaştırıyordu. Artık tüm hazırlıklar yapılmış ve büyük gün için yarını beklenmeye başlamıştı.

Sabahın ilk ışıklarıyla Kürşat Bey, kiraladığı ambulans ve Ömer’i anayola kadar taşımada yardımcı olacak arkadaşlarıyla yola koyuldular. Yol boyunca Kürşat Bey, piknige gitmesinden şu anki zamana kadar geçen süreyi ve yaşadıklarını düşünüyordu. Kim derdi ki, 12 yaşındaki Ömer’in ahlakıyla Kürşat Bey bu kadar değişecek. Gerçekten tanıştıkları ilk gün Ömer’deki Allah aşkı Kürşat Bey’i büyülemişti. Kendisinden utanmış ve pişman olarak tövbe etmişti. Bambaşka birisi olmuştu. Namazlarını kılıyor, malının zekâtını veriyor, en önemlisi ise her şeye rağmen şükrediyordu. Bunların hepsi küçük öğretmeni ve en sıcak dostu vesilesiyle olmuştu. Ona büyük bir borcu vardı. En azından Kürşat Bey böyle hissediyordu. Bu hoş düşünceler içerisindeyken şoförün “geldik efendim” demesiyle Küşat Bey kendisine geldi. Yaptığı yatak ve arkadaşlarıyla evin yolunu tutular. Bu sırada Ömer büyük bir heyecanla misafirlerini bekliyor ve ayrı bir mutluluk yaşıyordu. Hayatında ilk defa evlerinden dışarı çıkacak ve bu yolculuğuyla cami aşkını, özlemini, hasretini giderecekti. Annesi Hümeyra Hanım ise ayrı duygular içerisindeydi. Bir yandan evladının en büyük isteğinin gerçekleşeceğine seviniyor, öbür taraftan Ömer’in duası aklına geliyordu. Ömer, namaz borcu olmayan, kıldığı namazların hakkını veren, günahsız denilebilecek düzeyde bir yavrucaktı. Bu hasletler onun duasının kabul olacağı konusunda Hümeyra Hanım’da kesinlik ifade edercesine kuvvetliydi. Yani Ömer, camiye bir kez girecek ve şehit olarak ayrılacaktı. Bu düşünceye rağmen Hümeyra Hanım şevkle yavrusunu hazırlamıştı. Misafirler gelmiş ve taze ayran ikram edilmişti. Sıra yolculuktaydı. Ömer, abisi Ahmet ve ablası Fatma ile vedalaşmıştı. Onlar evde kalacaklardı. ılk defa Ömer gidiyor, onlar evi bekliyorlardı.

Hümeyra Hanım yavrusunu kucağına alıp, Kürşat Bey’in getirdiği yatağa yatırdı. Hasan Bey ve Kürşat Bey’in arkadaşları hep beraber Ömer’i omuzlarına alarak patika yola koyuldular. Aslında Ömer çok ağır değildi. Lakin yol bozuk olduğu için beraber taşıyorlar, denge kaybında riski en aza indiriyorlardı. Yol boyunca belli aralıklarla duruyorlar ve Hümeyra Hanım yavrusunu dinlendiriyordu. Nihayet ambulansa varmışlardı. Ambulans oldukça yavaş gidiyor ve Ömer’i sarsmadan yoluna devam ediyordu. 3 saatte gidilecek yolu 6 saatte katedmişlerdi. Bu zorlu yolculuğun ardından Ömer’i dinlendirmek gerekiyordu. Çünkü oldukça yıpranmış ve rahatsızlanmıştı. Buna rağmen çok ama çok mutluydu. Öyle ya, Camisine, aşkına kavuşacaktı. Kürşat Bey’in evine misafir oldular. Aile her hazırlığı yapmıştı. Küşat Bey için Ömer, evinde ağırladığı en değerli misafirdi. Evin baş köşesine hazırlanan yatağa Ömer’i yatırdılar. Yorgunluktan hemencecik uyuyakaldı. Bir müddet uyuduktan sonra gözlerini açtı ve annesini çağırdı.
Ömer: Saat kaç anneciğim? Akşam ezanı okundu mu?
Hümeyra: Evet, yavrucuğum.
Ömer: Yardım et anneciğim, borcumuzu ödeyelim.

Kürşat Bey, bir kez daha duygulanmıştı. Ömer yorucu yolculuktan ötürü oldukça hastalanmıştı buna rağmen namazını kılabilmek için tüm gücüyle mücadele ediyordu. Öyle ki, kollarını bile tekbir alması için anneciği kaldırıyordu. Namazını bitirir bitirmez tekrar yatağına uzanmıştı.

Ömer’in bünyesi yorucu yolculuğa dayanamamıştı. Kürşat Bey, çok üzgündü kendisini iyilik yapıyım derken acaba küçük dostuma zarar mı verdim diye suçlu hissediyordu. Eve doktor getirmiş ve Ömer’i muayene ettirmişti. Doktor elinden geleni yapmış, bazı ilaçlar vermişti. Kürşat Bey ilaçları tedarik etti. Köyden geleli 3 gün olmuş ve 4. günün sabahı Ömer kendisini biraz toparlamıştı. Hasan Bey, Hümeyra Hanım ve en çok da Kürşat Bey sevinmişti.

Kürşat Bey, şehirin en güzel camisini seçmişti. Önceden gidip caminin imamıyla görüşmüş, ona durumu izah etmişti. Kürşat Bey, Ömer’in istediği gibi sabah namazına götürecekti. Çünkü sabah namazı Ömer için farklı bir manaya sahipti. Ve en ön safta namaz kılmayı arzu ediyordu. Peygamberimizin hadislerinde en ön safın ecrini anlattığını biliyor ve burda kılmayı çok arzu ediyordu. Bir de en kısa namaz olduğu için sabah namazı tercih edilmişti. Ömer, namaz kılarken yastık yardımıyla oturabiliyor ve çok çabuk yoruluyordu. Her şey düşünülmüş ve sabah namazı vakti beklenmeye başlanmıştı.

Sabah olmuş ve Ömer ile beraber cami yolu tutulmuştu. Hümeyra Hanım, yavrusunu ambulansa kucağına alarak bindirmiş, yavrusunu koklamış ve o güzel yanaklarına son buselerini kondurmuştu. Hümeyra Hanım’ın gözlerinden yaşlar yanaklarına süzülmüştü. Anne yüreği ondan ayrıldığını söylüyor ve doyasıya öp diyordu. Ömer’in gözünden bu durum kaçmamıştı ama susmayı tercih etmiş, yalnızca annesine tebessüm etmişti.

Kürşat Bey ve Hasan Bey, Ömer’in yanında şehrin en güzel camisine doğru yol almaya başladılar. Ömer çok sevinçli ama bir o kadar da hastalığından dolayı rahatsızdı. Lakin camiyi düşünmesi bile ağrılarını hafifletiyordu. Caminin avlusuna girdiklerinde Ömer’in yüzündeki gülücükler artmış ve Kürşat Bey’e dönerek:
Ömer: Kürşat amca hayatımda en çok istediğim mekâna beni getirdiğiniz için, bu güzelliği yaşamama vesile olduğunuz için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Mevlam en çok sevdiğine sizi komşu etsin.
Kürşat: Âmin! Ömer’im. ınşallah.

Kürşat Bey daha önceden camiye gelmiş, cami imamına Ömer’in durumunu anlatmış ve en ön safta namaz kılması konusunda anlayışlı olunmasını istemişti. ımam Efendi de bilakis bu durumdan dolayı mutlu olacağını, böyle güzel bir yavrucağın isteğini yerine getirilmesi konusunda elinden geleni yapacağını söylemişti.

Hasan Bey yavrusunu kucağına alarak camiden içeriye girdi. Kürşat Bey de en ön safa Ömer’in yatağını koştura koştura onlardan önce sermişti. Ömer’in içeriye girmesiyle mutluluğu doruğa çıkmış ve içinden Fetih süresini okumaya başlamıştı. Çünkü Ömer için bu aşığın maşukuna vuslatı yani sevginin fethiydi. Hasan Bey yavrusunu fazla yormamak için yatağına yatırdı. Ömer uzun uzun camiyi seyrediyor, dudakları ise devamlı Fetih süresini okuyordu. Ancak, Ömer hüzünlenerek ağlamaya başladı. Hasan Bey ve Kürşat Bey, bu ağlamanın sevinçten kaynaklandığını düşünmüşlerdi hâlbuki Ömer bundan ötürü ağlamıyordu. Namaz vakti yaklaşmasına rağmen cami dolmamış, cemaat oldukça az sayıda kalmıştı. Ömer, Allah’ın evini hayal ederken Müslümanların bu güzel mekânı tıka basa doldurduğunu hatta kendisinin çok zorlanacağını hayal etmişti. ımam Efendi Ömer’in ağladığını görünce yanına gelerek sordu:
ımam: Yavrucuğum, niçin ağlıyorsun?
Ömer: Efendim, namaz vakti gelmiş olmasına rağmen Allah’ın evi bomboş. Ev sahiplerinin en güzelinin mekânı böyle bırakılır mı?
ımam ımam Efendi için bu soru aslında o kadar ağır ve anlamlı bir soruydu ki, hayatında ilk kez camiye gelen bu yavrucağı üzmemeliydi )Evladım, normalde bu kadar az cemaat yoktur. Cami dolar, demek ki bugün kalkamadılar.

Bu cevap Ömer’i tatmin etmiş ve tekrar yüzünü güldürmüştü. ımam Efendi’ye.
Ömer: Sizden bir ricam olabilir mi?
ımam: Elbette.
Ömer: Farz da Yusuf suresinden okur musunuz?
ımam: ınşallah. Okuyalım.

Ömer babasının yardımıyla yatağında doğrulmuş ve zorlanarak sünnete başlamıştı. O kadar ihlâslı namaz kılıyordu ki, adeta başka bir mekâna yolculuk yapıyordu. Ancak, rahatsızlığı onu oldukça zorluyor, dengesini bile zorlukla sağlıyordu. Herkes sünneti kılmış, Müezzin Efendi kamete başlamıştı. Ömer billur sesli müezzinin “Allahu ekber” deyişiyle mest olmuş, kendisini o güzelliğe teslim etmişti. ımam efendinin tekbiriyle farza başlamışlardı. Yusuf suresi Ömer’in en çok okuduğu sürelerden birisiydi. Yusuf (a.s) ‘ın sabrı ona örnek olmuş ve hep bu sureden bir şeyler almıştı. ımam Efendi, birinci rekâtta surenin birinci sayfasının yarısına kadar okumuştu ve ikinci rekâtta da kalan yarısını okumuştu. ıkinci rekâttan doğrulurken Ömer dengesini yitirmiş ve arkasına düşmüştü. Hemen yanı başındaki babası da durumu hissetmiş ama namazını bozmamıştı. Ömer en çok istediği mekânda en çok istediği şehitliğe ulaşmıştı. Hem Allah’ın misafiriyken, hem O’nun huzurunda ruhunu teslim etmişti. Yıllarca her namazının arkasından yaptığı dua buydu. Annesi ona Ömer ismini verirken, Hz. Ömer gibi olmasını istemişti. Ve Hz. Ömer gibi camide şehit olarak huzura çıkacaktı. Namaz biter bitmez Hasan Bey, yavrusuna bakmış ama vefat ettiğini hemen anlamıştı. Cenazesi bile tebessüm ediyordu Ömerciğin. Hasan Bey ve Kürşat Bey, bir taraftan ağlıyor bir taraftan da bu küçük şehidin güzelliğine bakıyorlardı. Hasan Bey, yavrusu yaşıyormuş gibi aynı hassasiyetle kucağına aldı ve ambulansa koydu. Büyük heyecanla geldikleri camiden derin bir sükûnetle ayrıldılar. Kürşat Bey’in evinin önüne geldiklerinde Hümeyra Hanım sessiz adımlarla ambulansa geldi. Ambulansta ne göreceği ana yüreğine doğmuştu sanki. Yavrusunu hiç bu kadar güzel görmemişti. Adeta bir melek gibiydi. Yavrularını alarak köylerine geri döndüler. Kürşat Bey de küçük arkadaşıyla beraber gitti. Ömer, onun için küçük bir çocuk değildi, onun namaz kılmasında ve ıslam yoluna girmesinde bir rehber vazifesindeydi. Küçüktü ama takvalı bir yavrucaktı. Köye geldiklerinde bu acı haberin verilmesi gereken iki kişi daha vardı; Ahmet ve Fatma. Kardeşlerini görmek için ambulansa geldiklerinde acı durumu görmüşler ve hıçkırıklara boğulmuşlardı. Öyle ya, Ömer onlar için çok kıymetli bir kardeşti. Hep yollarını bekleyen, sıcak yuvalarının huzuru, güleç yüzlüsü… O artık yoktu…

Artık Ömer’i son mekânına götürme vakti gelmişti. Hasan Bey, yavrusunu son kez kucağına alarak kabrine indirdi. Hasan Bey ve Hümeyra Hanım son derece metanetliydi. Çünkü yavruları Allah’ın verdiği sıkıntıya bir kez olsun isyan etmemiş, hep şükürle karşılamış ve hep örnek bir yavru olmuştu. Yüce Yaratıcı onun bu sabrını daha dünyadan göçerken göstermiş ve mertebelerin en güzeline, şehitliğe yükseltmişti. Bir anne, bir baba daha ne isterdi ki…

Ömer, Hz. Ömer gibi yaşadı ve Hz. Ömer gibi şehit oldu. Kürşat Bey, Ömer’in ona yaptığı duayı hatırladığında gülümsüyor ve diyordu ki:
Kürşat: Rabbim sana komşuluğu nasip etsin.
Öyle ya! Bu güzel insanın komşuları da güzel olacaktır. Kim bilir belki, Resulullah’ın komşusu Ömer, Ömer’in komşusu da Kürşat Bey olur. Kim bilir!
Cami aşkı! Allah’ın evini garip kimsesiz bıraktığımız bu yüzyılda her Müslüman’ın taşıdığı büyük bir vebaldir. O ev ki, sahibi büyük mükâfatlar sunuyor. Camiye giderken attığınız her adıma sevap veriyor. Kıldığınız namazı reddetmiyor. Olur, da O’nun evinde ölürseniz hesaba çekmiyor. Bu ev garip, öksüz bırakılır mı? ınsan gafil olunca bomboş bırakılır. Aynı bizim yüzyılımız gibi…


Son..


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim
En son Ahmed tarafından 17 Ara 2010, 15:50 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »

CAMİLERİMİZ VE TOPLUMSAL GELİŞİMDEKİ ROLÜ
Arapça eğilme, tevazû ile alnı yere koyma anlamındaki sücut kelimesinden türemiş olan mescit, secde edilen yer demektir. Hazreti Peygamberin bazı Hadis-i Şeriflerinde mescit kelimesi namaz kılınan yer anlamında kullanılmıştır. Mescitlerin daha gelişmiş olan haline de cami denilir. Cami, Arapça "cem" kökünden türemiştir. Parçaları bir araya toplayan, kaynaştıran ve barıştıran demektir. Önce sadece cuma namazı kılınan büyük mescitlere cami denilmişse de daha sonraları müslümanların bir araya geldikleri, namaz kılıp dini bigiler öğrendikleri yerlere de cami denilmiştir. İslamın ilk yıllarında ibadet yerlerinin mescit, sonraları cami olarak adlandırıldığı görülmüştür.
Kur'an-ı Kerim'de Allah'ı anmak ve ibadet etmek için cami yapmanın önemine değinilmiş ve "Allah'ın mescitlerini ancak O'na ve ahiret gününe inanan, namazını kılan, zekatını veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler onarır. İşte hidayete erenler onlardır." (Tevbe, 9/13) buyrulmuştur. Resulullah Efendimiz, Allah rızası için bir cami inşa edenin cennette bir ev kazanacağını buyurarak cami yapımını teşvik etmiştir. Yüce Allah, insanı inanma ve inandığı yüce varlığa ibadet etme ihtiyacı içinde yaratmıştır. "Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) buyurarak yeryüzüne halife olarak gönderilen (Bakara, 2/30) insanın hayatının ibadetle anlam kazanacağını belirtmiştir.
Hazret-i Adem, kendisine Allah tarafından bildirilen inanç esasları çerçevesinde ibadet ihtiyacını karşılamak ve yeni yetişecek nesle dini yaşantıyı göstermek için yeryüzünde ilk mabet olarak Mescid- Haram'ı inşa etmiştir. "İnsanlar için yeryüzünde inşa edilen ilk ev, şüphesiz Mekke'deki mübarek ve toplumlar için hidayet kaynağı olan Kabe'dir." (Al-i İmran, 3/96). Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Kabe, yeryüzünde inşa edilen ilk camidir. İlk müslümanların toplanma yeri olan Dar-ül Erkam, aynı zamanda mescit haline getirilmişti. İslamın başlangıcında müslümanlar için Kabe dışında yeni bir ibadet yeri inşa etme ihtiyacı hissedilmedi. Çünkü Hazret-i Peygamber ve İslamı kabul eden herkes, içerisindeki putlar çıkartılıp atılmadan önce de Kabe'ye saygı duymakta ve burada ibadet etmekteydi. Müslümanlar Mekke'de mevcut şartlar içerisinde ibadetlerini rahatlıkla yapabilecekleri bir cami inşa etme imkanını bulamasalar da bazı sahabiler evlerinin bir bölümünü mescit haline getirerek müslümanların toplu ibadet ve eğitim ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışmışlardır. Hazret-i Peygamberin öncülüğünde inşa edilen en büyük mescit "Mescid-i Nebevi" dir. Tarih boyunca İslamın ulaştığı her yerde ibadet amacıyla yeni camilerin inşa edilmesi, bazı eski bina ve ibadethanelerin camiye dönüştürülmesi gelenek haline geldi. Camiler, İslam toplumlarında inanç ve kültürel varlığın bir simgesi oldular. 2005 yılı itibariyle ülkemizdeki cami sayısı yüz bini aşmıştır.
Camilerin birinci fonksiyonu Allah'a saygı ve yakınlığın bir ifadesi olarak içerisinde ibadet edilmesidir. Camiye giden müslümanların hem inançları güçlenmekte, hem de ibadetin zevkine varmaktadırlar. Camilerde gerçekleştirilen topluma faydalı bütün faaliyetler İslam inancında ibadet hükmündedir. Milyonlarca insan camilerde manevi huzura kavuşmanın heyecanını yaşar. Asr-ı Saadet döneminde cami, sosyal hayatın merkezi idi. Medine toplumunun pek çok problemi camide hallediliyordu. Hicretten sonra kendi yurtlarını terk edip Medine'ye gelen ve kalacak yeri olmayan sahabilerin, ilim tahsil eden öğrencilerin barınma ihtiyacı burada karşılanıyordu. Zamanla camiler yöneticilerin halkla bütünleşip kaynaştığı ve halkın yöneticilerle kolayca görüşebildiği yerler olmuştu. Halk, sürekli yanında bulduğu yöneticisiyle, gerek namazdan önce gerek namazdan sonra camide bir araya gelme imkanını buluyor, yönetimle ilgili istek ve eleştiriler sorumlusuna iletiliyordu. Bu özellikleriyle cami, devlet-millet kaynaşmasına zemin teşkil ediyordu. Hicretin hemen akabinde bir eğitim, öğretim seferberliği başladı. Resulullah Efendimiz, insanların eğitimi için en uygun yer olarak camiyi seçmişti. Camide hem kendisi ders veriyor, hem de halka okuma yazmayı ve diğer ilimleri öğretmek üzere öğretmenler görevlendiriyordu. İlim sahibi kimseler bildiklerini çocuklara ve gençlere anlatıyorlardı. Hutbe, vaaz, sohbet, dersler ve yaz kursları gibi etkinliklerle milyonlarca insanın başta din olmak üzere pek çok konuda bilgilendiği camiler günümüzde topluma yaygın din eğitimi hizmeti veren kurumların başında gelmektedir. Yeniliklerden habersiz ve hayatı anlamlandırmada güçlük çeken yetişkinler her geçen gün gelişen topluma uyum sağlamada zorlanıyorlar. Bu durumda camiler nesiler arasında sağlıklı bir iletişim sağlayarak muhtemel olumsuzlukları önlemede etkin bir rol oynuyor.
Camide gerçekleştirilen eğitim çalışmalarının temel amacı insanlara doğruları anlatarak maddi ve manevi yönden huzurlu bir toplum oluşturmaktır. Cami adabıyla ilgili hususlar da bireylerin eğitilip, bazı temel prensipleri alışkanlık haline getirmelerine yardımcı oluyor. Bu suretle toplumda birlik ve beraberlik duyguları pekişiyor. Namazlarını cemaat halinde kılan kimselerin arasında kendiliğinden bir sevginin, dayanışmanın ve yakınlaşmanın ortaya çıktığı görülüyor. Amir ile memurun, avam ile aydının, bilenle bilmeyenin, yaşlı ile gencin yan yana bir arada bulunmasıyla bir sevgi ve hoşgörü anlayışı gelişiyor. Camiye temiz ve düzgün bir kıyafetle gelme, geliş-gidiş sırasına yolda her türlü laubâlilikten uzak durarak vekarlı ve ağır başlı olma, cami içerisinde yavaş yürüme, hutbe ve vaaz gibi konuşmaları sessiz bir şekilde saygıyla ve edeple dinleme insanlar arasında birçok nezih ve temiz duyguların yayılmasına neden olmaktadır. Bütün bunlar sağlıklı bir toplum yapısının oluşmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla ülke barışının sağlanmasında da cami eğitiminin büyük rolü vardır.

Gönül Sohbetleri / Sabri Tandoğan
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Cami Aşkı

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim Resim
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►İbretlikler◄” sayfasına dön