SADAKAT SIRRı

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

SADAKAT SIRRı

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SADAKAT SIRRI

KUL İhvanî

ZEVK 1491

Kâinâtın Kölesi Oldum! Kanaat Yok-Tevekkül Yok!
Tamahla-Hırs-Şehvet-Gazab, Kalbimi Virân Eyledi!
Ehl-i Nifâk, Ehl-i Riyâ, Ehl-i Dünyayyım! Derdim Çok!
Sordum Sırrın SIDDIK’ına :“Otur Oğlum!..Otur!..” Dedi..


28.07.1999 12:59
Lârâ Sahilleri..


Kanaat: Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
Tevekkül: İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.
Tamah: (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
Gazab: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
Nifâk: Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. * İhtiyaca sarf olunacak şeyler.
Riyâ: Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket.




Bu bir ZEVKtir ki NEFSim!..
Doğru OKU!
AŞKı Anla!..


Resim

Ömrümün o zamAN Dilimleri çok ilginç İmtihan Sorularıyla geçmekte idi..
Çok erken emekli olmuş, Mimar olduğunu söyleyen oğlumla bir de ortak alıp büro açmış iş yapmaya uğraşmaktaydık..
Resûlullah sav’in Özel ve Güzel yardımıyla 1954 yılından beri Antalya’da yaşayan ve Siirtli Hafız diye meşhur olan Muhammed SIDDIK Hekim Hocamla Benden taleb ve O’ndan dâvet olmaksızın Resûllah sallalahü aleyhi vesellem’de yeniden buluşmuştuk.
İlk defa 1971 yılında görüşmüş ama Aksarayda olunca yakınlaşamamıştık.
1980 sonrası sadece dinlemeye zaman zaman gider tek kelime olmaz sadece: “Nasılsın?” derdik…
Bir zamAN geldi ki hep BİZ ve BİR OLduk!..


Her ikindi namazından sonra belki 40 yıldır süren SOHBETHÂNEsinde buluşurduk.
Kapısında hâlâ asılı duran “BUYURUN!” küçük levhasıyla orası meczub, akıllı, yerli, yabancı olup olmadığı sorulmayan ve harika çaydan yeter deyinceye kadar içilen ZEVKHÂNE idi…

SIDDIK Hocam daha 7 yaşını bitirmeden kendi iki gözü kör iken yine iki gözü doğuştan âmâ olan Meşhur bir Hafızdan, harfsiz-okumasız sadece SES ile Kur’ân-ı Kerîmi HIFZ etmiş nâdir HAFIZlardan idi.
Sanırım 1965 de ise bir Kadir Gecesinde tüm Kur’ân-ı Kerîmi Yatsı ve Teravih Namazı olmak üzere 33 rekatta hatmetmiş ve kayda alınmıştır..
Baştan sona bu kayıt-kasetleri şu anda bendenizde de mevcuttur.
Hızlı okumayı takib etmek için Kudsal Gecelerde 5,5 saatte Hatmederiz şükür..

İşte bu ortam içindeydik..
O akşama Kandil Gecesiydi..
Fatma Ana ve kızım Ahsen oruç tuttular ve akşama dondurma getirmemi istediler..

Sohbete katıldım..
O zamanlar bendeniz gelmeden Hocam sohbete başlamazdı, beklerdi de insanlar elimde olmadan geç kalsam:
“Hocamı bekletme!” derlerdi..
Hocam çok severdi bendenizi: “Vallahi-Billahi-Tallahi Abdüllatifi çok seviyorum!” dedi bir gün!
“Seni benimle buluşturan RABB’ime hamd olsun!” dedi..
Dedi amma bu kıskançlık ateşini de yaktı!..
Kasetlere aldığı sohbetlerini 4 cilt kitab hâline getirdim..
Yüzlerce kasete sohbetlerini aldım..
Hocamla bazı hususları paylaşamazdık.
Kendisi eski tasavvuf sistemini aynen uygulardı..
Oysa Zaman, yeni AŞK u MEŞK ve İNSANlara gebeydi..
Tarikatın karışmış zinciri yerine bizzât Resûllah sallalahü aleyhi vesellem’i,
İmam-ı Mutlak ve Mürşid-i Mutlak BİLmek-BULmak-OLmak ve YAŞAmak zamANındaydık…
Bunda hem fikirdi ancak alıştığını da uygulardı..

Neyse..
O gün karşılıklı otururken içimden: “Acaba BİZ bu İŞin neresindeyiz? Bir görsek de Kalbimiz yatışsa!” dedim.
Sohbet 1-2 saat sürerdi.
Bitti, çıktım büroya uğrayıp bir şey aldım ve dondurmacıya yürüdüm..

Ama kendimi bir ANda bir mahalle içinde buldum.
Aklım yerinde ama hatırlamam-hafızam sıfırdı.
“Burası nere?” diye sordum bazılarına ama çıkaramamaktaydım.
Anladım ki bir yakaza içindeydim. Akşama 1 saat yoktu.
Yaşlı bir kimseye: “Bakınız ben yabancı oldum buralarda bir mescid var mıdır? Lütfen beni ulaştırsan!” dedim.
Merkez Bankasının arkasındaki ufacık ve çok eski Mescide getirdi gitti..
İçeri girdiğimde tam ortada tıraşı çok uzamış gibi kısa sakallı rençber gibi yanık yüzlü birisi âdeta taş gibi donmuş kalmıştı.
Selâmı vs alacak hâli yoktu.
Sanki kafamın bir kısmı çalışmaktaydı.
2 rekat namaz kıldım. Ben de oturdum ZİKRe..


Ama bir ANda Kerbelâ Çölünün dağlarla buluştuğu bir Vâdi başında buldum kendimi..
1989 yılında Ümre haccına giderken hepimiz uyuyakalmışız da, Kerbelâ Ziyaretine vakit harcamak istemeyen Adana’lı şöfürümüz yolu sapıtıp buralara kadar gelmiş ve Irak askerleriyle epey uğraşmıştık da tekrar İmam Hüseyin aleyhisselâm'ın Hayyhânesine dönmüştük çölden çıkabilmek için…

Tek başıma kan-ter içinde idim.
Bana: “9 Şiir Şehrin harab olmakta!.. Kum Seli basmakta koş-yetiş!” denmişti.
O zamanlar 9.uncu AŞK Defterim yeni bitmişti.
Vâdiye girdim ki yukarıdan aşağı korkunç bir Kum Seli akmakta ve her şeyi yutmakta idi...
“Demek ki KIYAMET kopmuş ben ANlamamışım!” dedim..
Öylesine sert bir rüzgâr esmekte idi ki:
“Bu ne rüzgârı Yâ RABBî!” diye haykırdım.
Gökler dolusu bir ses Türkçe olarak:
“Azîzü’l- Hakîm Rüzgârı!” buyurdu.
Bana en yakın ve son 9.uncu Şiir Şehrimin binbir GÜL-Çiçek ve Köşkleri de kuma teslim olmakta ve yutulmaktaydı..

O ANda hemen önümde 7 Mezar oluştu.
“Hayret bunlar Benim Mezarlarım! Ben ne zaman ölmüşüm?” dedim.
Hemen ayaklarımın ucundakini rüzgâr kazımış-açmıştı..
Kol ve bacak kemiklerim çıkmıştı dışarı.
Birisini aldım, elimde un-ufak oldu.
“Belki de 500 yıl olmuş BEN öleli! Bu BENim BEDEN MEZARIM!” dedim.
İkincisinde çoğu kurumuş ala kanlı bir deri parçası vardı.
“Bu da NEFS MEZARIM!” dedim.
Üçüncüsü âdeta leğende bir SU gibi idi.
“Bu da KALB MEZARIM!” dedim.
Dördüncüsü ise Yakamoz hâlinde bir Şûle pırıltısı idi..
“Bu da RUH MEZARIM!” dedim.

Ben mezarlarıma bakarken bir anda Kum Selinin ayaklarımı geçip dizime çıkıverdiğini görünce var gücümle Vâdinin sol yamacına koştum.
Çok dik ve sarp yamaçta tuttuğum her şey elime gelmekte ve Kum Seli ise benle yükselmekte idi.
Sağ olduğumdan emindim ve korkum korkunçtu..
Bâzen bir köklü ota tutunup çıkarken tırnaklarımın söküldüğünü ve kanlar aktığını görmekteydim..
Kan-ter içinde çabaladım durdum var gücümle..

Ve binbir ZORlukla bir yere çıktım ki aşağıda kıyamet koparken burası âdeta CENNET gibi idi..
Oturdum SEYR ettim..
Çok yorgun ve yapayalnız idim.
Anlatılmaz serinlik, güzellik ve kokusu olan bir rüzgâr esmekteydi.
“Bu ne rüzgârı Yâ RABBî!” diye yalvardım.
Yine Gökler dolusu bir ses Türkçe olarak:
“Rahmânü’r- Rahîm Rüzgârı!” buyurdu…

Çok rahatladım ama yapayalnız kalıştan korktum!
Kalkıp da tepenin zirvesine çıkınca az ilerde tek bir ağaç ve tek dalı sanki şemsiye gibi!
Altında ise Muahmmed SIDDIK Hocam..
Sırtını ağaca dayamış, sol bacağı üzerine oturmuş sağ dizi dikili, elinde İnciden bir tesbih var ve tek tek ZİKR etmekte..
Ve aşağıdaki fırtınayı SEYR etmekte idi..
Sadece koyu gri bir bulut kaplamıştı aşağıyı..
Onu görünce nasıl heyecanlandım anlatamam!
Yanına koşarak ve bitkin bir hâlde vardım.
Belki anlatacaktım neler olduğunu!
Ama dilim boğazıma dolmuş gibiydi ağlayamamaktaydım!
Hocamın altında bir kişilik Bizim Aksaray el dokuması Halı Seccade vardı.
Sağ tarafında az bir yer kalmıştı.
Hocam orayı göstererek bana bakmadan ve SEYRini bozmadan:
“Otur Oğlum!..Otur!..” dedi..


Bendeniz başımdan geçenleri insanlara yararı olsun diye anlatırım bu nedenle de bazı kısımları sanırım sansürlenir ki hatırlayamam.
Burada da sonra neler oldu hatırlamamaktayım.
Hatırladığım ise;

Baktım ki her yön sonsuz sayıda ve büyüklükte dağlar-tepeler ile çevrilmişti..
“Hocam BİZ burada hapis gibi ebediyen kaldık mı? Yol yok! Yön yok!” dedim..
Hocam tesbihli sağ elini çevirerek KIBLE YÖNÜne getirdi ki az ilerde gözleri kamaştıran bir NUR Hüzmesi İçinde
RAVZA-yı MUTAHHARA gözüktü..

Resim

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi!
El hamdülillahi Rabbülâlemîn! dedik..

Bir gün sonraki sohbete geldiğimiz de Hocam:
“ANLAt bakalım Abdüllatif oğlum! Resûllah sallalahü aleyhi vesellem’e güvenenin eli hiç boşta kalır mıymış?” dedi..
“Allahü Zülcelâl ve Resûllah sallalahü aleyhi vesellem BİZe GÜVENmekte! Biz ise Allahü Zülcelâl’e ve Resûllah sallalahü aleyhi vesellem’e GÜVENip GÜVENmemekte denenmek olan KULluk İmtihanı içindeyiz!” buyurdu..

Ve aktı gitti Söz-Sohbet-Zevk-Hazz Seli..
Gönülden Gönüle..
İşte bu ZEVK o günün ve ANın hatırası…


Muhammedi Muhabbetlerimle
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: SADAKAT SIRRı

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:
Anlatılmaz serinlik, güzellik ve kokusu olan bir rüzgâr esmekteydi.
“Bu ne rüzgârı Yâ RABBî!” diye yalvardım.
Yine Gökler dolusu bir ses Türkçe olarak: “Rahmânü’r- Rahîm Rüzgârı!” buyurdu…


ZEVK 1497

NEFSin Coşkunluğu Sanma! --> Vâdi-yi VUSLAT VECDİni
Rahmânü’r- Rahîm” le ES-ER! --> FUAD’ın FAZL RÜZGÂRIdır
DEVR-ÂN>SEYR-ÂN>CEVL-ÂN>HAYR-ÂN!>Tekemmülde TEVHİD DÎNİ..
RAKS ile RENK -> AŞKLa ÂHENK -> GÜZEL -> GÖRenin YÂRıdır!..


29.07.1999 12:33
Lârâ shllri..

VUSLAT: Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren.
VECD: Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
FAZL: Âlimlere yakışır olgunluk. * İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. * Artmak. * Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak.
Tekemmül: Olgunlaşmak. Kemâle doğru gitmek.
ÂHENK: f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş.
Resim
Kullanıcı avatarı
engkbb
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 02 Eki 2008, 02:00

Re: SADAKAT SIRRı

Mesaj gönderen engkbb »

Kuran-ı Kerimde Kamer suresinde ve Buhari hadisinde Ay'ın ortadan Hira dağının iki tarafına doğru ikiye ayrılıp sonradan birleşme çizgisinin İzi hala durduğu Nasa tarafından görülmüştür.Hali hazırda birleşme izi mevcuttur ve gizlenmektedir.Peygamberimiz (S.A.V.) Mucizesidir ve bir parmak işaretiyle gerçekleşmiştir.Bu Mucizeye inanmayanlar bir parmak işareti ile olurmu diyenler.Kendi içlerinden çıkan uri geiler'in evet iki parmağı ile demir(Hadid) kaşığı yarım ay şeklinde bölüp ayırmasına ne diyecekler.Bu sihirbaza bahşedilmiş bu özelliğe ve Yahudiler için fenomen olmuş uzayda bulunan Ayın ortadan ikiye bölünmesi ve uzaydan dünyamıza sonradan gelmiş demirin yarım ay seklini almasına ne diyecekler gerçekten merak ediyorum. :?: :cry:
Kullanıcı avatarı
engkbb
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 02 Eki 2008, 02:00

Re: SADAKAT SIRRı

Mesaj gönderen engkbb »

Peygamber (S.A.V'in ) Veysel Karani hazretlerine Miraca çıktığı zamanda üzerinde olan yeleği vermiştir.Her ramazanda ziyareççilerin görmesi için Fatihte gösterilmektedir.Yeleğin özelliği bugünki teknoloji ile böyle bir yelek yapılamaz deniyor tekstil uzmanları tarafından. yine Peygamber Efendimiz S.A.V 'in şişede 1000-!500 derecede nasıl yanmadan yapışık olarak kaldığı ,Gümüş kutuda olan kılların ışıkta gölgesinin olmadığı ve Nur kabilinden olduğu Peygamberlerin çürümediği diri olduğuna ve İbrahim A.S gibi ateşte yanmadığını göstermezmi? Abu dabideki Saç kıllarının hala uzadığı 2 metre gibi olmuş. Niye Arapça Allah'ın (c.c.) isminin yumurtadan tutun yapraktan ,kuzuya ,ineğe balığa ... hatta her insanın kalbindeki et parçasında yazdığını ,İnsanın nefes alıp verirken HAY VE HU SESİNİ ÇIKARARAK ALLAH (C.C) ZİKRETTİĞİNİ NEDEN bİZDEKİ GİBİ Amin diyen hiristiyan ve Yahudi insanlar görmez birtürlü anlamam. Kendilerindeki bulunan gusulsüzlüğün kokusunu sarımsak soğana yani gıdalara bağlarlar anlamam. :!: :!: :!:
Kullanıcı avatarı
der-ya
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 853
Kayıt: 29 Eki 2011, 07:01

Re: SADAKAT SIRRı

Mesaj gönderen der-ya »

Abdülmuttalib`in Vefâtı

Yaşı epeyce ilerlemiş bulunan Abdülmuttalib, bir gün âniden rahatsızlandı. Rahatsızlığı gittikçe şiddetini arttırıyordu. Artık bir başka âleme göçün yakında başlayacağını anlamıştı.

Ancak görmesi gereken bir vazife vardı: Sevgili Peygamberimizi teslim edecek emniyet edilir bir kişiyi seçmek.

Bunun için bütün oğullarını çağırttı. Aklına Ebû Leheb geldi. Fakat o katı kalbli merhametsizin biri idi. "Olmaz" deyiverdi içinden.

Ya Abbas? Hayır o da olamazdı. Çünkü, çoluk çocuğu çoktu. Ancak onlarla meşgul olabilirdi.
Hamza olabilir miydi? Ona da razı olmadı. Zira, Hamza genç ve ava meraklı idi. Torunuyla gereği gibi ilgilenemezdi.

Peki, ya Ebû Tâlib! İşte Nûr Torununun hâmisini bulmuştu. Gerçi Ebû Tâlib`in serveti azdı, ama merhameti ve şefkati boldu. Muhammed`i (a.s.m.) himâyeye ancak o lâyık olabilirdi.
Bununla beraber Abdülmuttalib, Peygamber Efendimizin de (a.s.m.) görüşünü almayı ihmal etmedi:
"Amcalarından hangisinin himâyesine girmek istersin?" diye sordu.

Sevgili Peygamberimiz dedesinin sorusuna cevap olarak yerinden kalktı, gidip amcası Ebû Tâlib`in boynuna sarıldı. Böylece onun himâyesini kabul ettiğini ifade etmiş oluyordu. Abdülmuttalib de tercihinde isabet ettiğine sevindi. Sonra Ebû Tâlib`e dönerek şöyle dedi:

"Onu sana emânet ediyorum. O, İlâhi bir emânettir. Onu her şeye rağmen, canın ve başın pahasına da olsa koruyacağına dair bana açıkça söz ver ki, gözlerim arkada kalmadan gönlüm rahat etsin."

Efendimizin kendisine karşı teveccühünden oldukça mütehassis olan Ebû Tâlib, gözleri dolu dolu babasına şu cevabı verdi:

"Sen hiç merak etme babacığım. Onu öz çocuklarıma, hatta kendi canıma bile tercih edeceğimden emin olabilirsin. Hayatta bulunduğum müddetçe ona hiç kimsenin zarar vermesine müsaade etmeyeceğime söz veriyorum."

Oğlunun bu ifadeleri Abdülmuttalib`i fazlasıyla memnun etti. Gözleri sevinç gözyaşları ile doldu.Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamayan Abdülmuttalib, torununun neşesine, sevgisine, tebessümüne doyamadan gözlerini dünyaya seksen yaşını aşkın bir ihtiyar olarak kapadı.67
Tarih: Miladî, 578. Fil Yılından sekiz sene sonra.

Mekke çarşısı Abdülmuttalib`in vefatı dolayısıyla günlerce kapalı tutuldu. Kureyşliler, sevdikleri ve hürmet ettikleri bu zâtın ölümü dolayısıyla günlerce yas tuttular, cenazesini el üstünde dolaştırdılar. Sonra Hacûn Kabristanına, dedesi Kusay`ın yanına defnettiler.
Eğer göğün yedi kat üstüne çıkmaksa niyetin, Aşktan güzel merdiven bulamazsın.
Eğer aşkı bulmaksa niyetin, Aramadan duramazsın. -
Yunus Emre.k.s
Cevapla

“Kul İhvÂNi SÖZ SOHBETi ZEVKleri” sayfasına dön