Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »




Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati


Yusuf el-KARDAVİ

Tercüme: Abdullah KARA


GİRİŞ

Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a, selat ise kullarının içinden seçtiği son nebiye olsun.
Elinizdeki bu kitap akaid ilminin, konularından olan Allah'ın varlığı, kâinatın menşei ve insanın yaratı cısı gibi konulara değinecektir.

Bu konular geçmiş akaid imamlarının yanında pek önemli değildi. Onlar hiçbir zaman Allah'ın sıfatla rı ile meşgul oldukları kadar Allah'ın varlığı ile meşgul olmamışlardır.

Onların incelediği konular genelde şu konular dır: Sıfatlar zatın aynı mıdır, gayrı mıdır?
Haberi sıfatlardan olan;
Halk sıfatı devamlı mıdır yoksa geçici midir?

Bu konuda bir taraftan ehli sünnetle, mutezile arasında diğer taraftan selefle eşariler arasında büyük mücadeleler olmuştur. Allah'ın varlığına gelince bütün kesimlere göre Allah'a inanmak fıtraten gereklidir. Es kilerden yalnızca felsefeciler kâinatın varlığının sonra dan mı olduğunu yoksa vacibül vücut mu olduğu anla tılırken Allah'ın varlığının delillerinden bahsetmişlerdir.
Mütekellimler Allah'ın varlığını isbat hususunda hadcs deliline dayandılar. Bu delil kısaca şöyledir:
"Alem değişkendir. Her değişen sonradan olmuştur. Sonradan olan her şeyin bir yaratıcısı vardır. O da Allah'tır."

Ancak bizzat mütekellimlerin ve felsefecilerin be lirttiği gibi bu delilin tenkide açık bir çok yönü vardır.
Felsefeciler ise Allah'ın varlığını isbat hususunda imkan deliline dayanmışlardır.
Allah'ın teşvik ettiği kevniyet delilini yani kişinin ve kâinatın mükemmelliğini göstererek Allah'ın varlığı nı isbat etme yolunu yalnızca İbni Kayyum ve Cahiz gi bi sayılı bir kaç alim tercih etmiştir. Ancak onlar ger çekte Kilisenin dinini, kilisenin inandığı Allah'ı inkâr etmişlerdir.

Yoksa eğer onlar gerçek din ve gerçek İlah tanıtılmış olsalardı elbette inkârdan vazgeçerlerdi.
Kiliseye karşı yapılan bu dinsizlik hareketi daha sonra Avrupa'dan diğer ülkelere sirayet etmiştir. Hatta dinsizlik Sovyetler Birliği, Çin gibi büyük devletlerin temel politikaları, tartışılmaz anayasa maddeleri haline gelmiştir.

İslam ve Arap aleminde de dinsiz bir grubun ol ması garip değildir. Çünkü bunlar Avrupa ve Ameri ka'da eğitim gördüler batının kültürü ile zehirlendiler.

Diğerleri de Avrupa'da eğitim görenlerden etkilendiler. Zaten islam alemindeki okullarda ya emperyalistler ve ya onların uşakları tarafından yaptırılmıştır. Bu okulla rın da inkârı eğitim yönünden Avrupadaki okullardan hiç bir fark yoktur. İslam düşmanlarının içerden ve dı şardan yoğun çalışmaları sonucu marksist gençler türe di. Beyinleri yıkanan bu gençler islam ve Arap devleti nin göbeğinde "Allah'ı inkârı" dilleri ve kalemleri ile açıkça savunacak kadar ileri gittiler.

Bu sapık fikirler sağcı ve solcu olmayan pek çok temiz gençlerimizi rahatsız etmeğe başladı. Hatta hemen bütün radyo konuşmalarında konferanslarda ve toplantılar esnasında "Allah'ın varlığının delili nedir?" sorusu ile sıkça karşılaşır oldum. Bu soruyu soranlar Allah'ın varlığından şüphe etmiyorlardı. Bilakis onlar bu soruları şüphecileri ikna etmek amacına yönelik olarak soruyorlardı.

Bundan dolayı Katar ve Suudi Arabistan'da bulu nan bazı dostlarımın Allah'ın sıfatları konusunda selef ve halefin fikirlerini uzun uzun tartıştıklarını duyunca onlara dedim ki; "bugünkü savaş ne eş'arilerle, ne ma-turidilere, ne mutezile ile ne de cehmiye iledir. Bugün kü savaş Allah'a, peygambere ve kitaba inanmayan din sizlerledir."

Günümüz savaşı Allah hakkında "O mekandan münezzehtir." diyenlere karşı değil "O yoktur" diyenlere karşıdır.

Bizim savaşımız Allah'ın sıfatları hususunda tartışılarla değil bizim savaşımız Allah'ı tamamen inkâr edenlerledir.

Savaşın istikametini değiştirenler bize göre safları bozanlarla savaştan kaçanlar gibi düşmana yardım etmiş sayılırlar.

Bütün bunlardan dolayı Allah'ın varlığını isbat edecek delillerin ortaya konmasını dinsizlikle savaşın bir parçası olarak görüyorum. Çünkü bu, mümin genç leri silahlandıracak, şüphede olan gençleri ise susturacaktır.

Allah'ın (c.c.) varlığı isbat edilmeden Hz. Muhammed'in (sav) peygamberliğinin ve ona gelen dinin gerçek din olduğunun isbatıda islamın güzelliği ve şeri atın meziyetleri hakkındaki sözler de hep havada kalır.

Kahirede islam araştırmalar merkezinde görev yapmakta olan Dr. Abdulhalim Mahmud Emin bu ko-nuda şu tesbitleri yapıyor.(*)

"Allah'ın varlığına inanmak fıtridir. Dolayısı ile onun akli delillerle isbatlamaya gerek yoktur", diyenle rin görüşü doğrudur. Ancak şüphe tohumlarının ekil diği, inkâr zehirlerinin saçıldığı bir dönemde kendimizi muhatabımızın silahı olan akıl silahı ile savunmak mecburiyetindeyiz". Bunu yaparken hedefimizin mü min gençleri inkarcılara karşı iman silahı ile silahlan dırmak, şüphede olanları kurtararak kalplerinden şüp heyi söküp atmak olmalıdır.

Hatalardan biri de "Kuranı Kerimin inanç esasla rını nakille inşa etmek gerekir", görüşüdür. Bu anlayış tan dolayı Kuran ayetleri çoğu kez akli delillerle yetin memiştir. Bilakis akli ikna edecek, fıtratı rahatlatacak, şüpheleri yokedecek delillerle ortaya koymuştur.

Kuranı Kerim Allah'ın varlığı, birliği, vahiy, risalet, ahiret konularında hep aynı yol takip edilmiştir.
Bu kitabı yazarken eski ve yeni alimlerin yazdık larından faydalandım ki konuyu daha iyi izah edilebilsin. Okuyucu daha çok ikna olabilsin.
Bu kitabı ilk önce Katardaki lise öğrencileri için yazdım. Bunu yazmadaki gayem ise Akaid derslerine yardımcı olmaktı.

Ancak sonradan şeriat fakültelerinde akaid dersi olarak okunmasının daha uygun olacağını düşündüm.

Yazdıklarımı kontrol edip yeni eklemeler yaptık tan sonra kitap halinde neşretmenin faydalı olacağına inandım. Bu kitaptan islami eğitim gören öğrencilerin de diğer okuyucuların da yeterince faydalanacağını ümit ediyorum. Gayret bizden tevfik Allahtandır.
(*) İslam ve akıl: İman risalesi
10
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH'IN VARLIĞI TARTIŞILMAYACAK

kadar şüphesizdir.

Allah'ın (cc) varlığı hakikatlerin ilki ve en açığıdır. Fıtrat, akıl, basiret bize bu gerçeği gösterdiği gibi ilim, vahiy ve tarihte bizi onu doğrulamaya sevkeder.

Allah'ın varlığını inkâr hususunda mücadele edenler her asırda yok denecek kadar az olmuştur. Bunların büyük bir kısmı ise şehvetlerine yenilmiş, dünyevi isteklerinin esiri olmuş kişilerdir. Aslında bu tür insanlar alçaklıklarını ve sapıklıklarını kamufle edebilmek için dinsizlik ve inkâr yoluna sapmışlardır.

Böylece hiç kimse onları bu sapıklıklarından dolayı hesaba çekmeyeceği gibi kendileri de hayvani arzularının kurbanı oluş nedenlerini araştırmak ve nefis muhasebesi yapmaktan kurtulmuş olacaklardı.

Bazı düşünürlerin bu çeşit dinsizliklerin kaynağının akıl ve düşünceye dayalı olmayıp şehvani arzulara dayandığını söylemelerinde şaşılacak hiçbir şey yoktur. Nitekim psikoloji alimleri olayı şöyle değerlendir mektedirler: Dinsizlik ve inkâr şuursuz bir hiledir.

Bu fikirleri savunanlar alçaklıklarını perdelemek, sapıklıklarını ve karanlık hayatlarını güzel göstermek şehvet ve nefsi arzuları karşısındaki zafiyetlerini gizlemek için dinsizliğe sığınırlar."
Bütün bunlardan dolayı peygamberler Allah'ın
11
varlığını isbat için özel bir gayret göstermemişlerdir. Bilakis onlar var güçleri ile "Allah inancını" putçuluk ve şirk kirinden temizlemeye çalışmışlardır.

Çünkü şirk insan aklını bozarak onları -Allah'ın insanlara hizmet için yarattığı- varlıklara Kul yapmıştır. Bunun içindir ki peygamberlerin en büyük gayretleri insanları tevhide davet olmuştur. Nitekim Allah Resulü (sas)'nin kavmi ne açıkladığı ilk şey: "Allah'a (cc) ibadet edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur" (Araf Suresi, 59) "Allah'a ibadet edin. Tağutlardan sakının" ( Nahl Suresi, 36 ) olmuştur.

Hz. Muhammed (sas) peygamber olarak gönderildiğinde, Kavminin tıpkı diğer ümmetler gibi, Allah'la birlikte başka ilahlara ibadet ettiğini gördü. Yeryüzün de bulunan çeşitli varlıklara, yıldızlara, semaya ibadet eden bu insanların hiçbiri Allah'ı inkâr etmedikleri gibi bu hususta hiçkimse ile de tartışmıyorlardı.

Kuranı Kerim eşsiz beyanı ile bu konuyu şöyle dile getirmektedir:

"Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan şüphesiz "Allah" derler." (Zümer Suresi, 38) o dönemde Allah'ın varlığını inkâr eden "Dehriy-yun" denen bir fırka varsa da Kur'an bunları ölçü olarak kabul etmeyip genel olarak müşriklere hitab etmiş tir. Bunun içindir ki tevhid islamın esaslarından biri olarak kabul edilmiştir.

"Allah'a ibadet edin. Hiçbir varlığı ona ortak kılmayın." (Nisa Suresi, 36)

Allah Resulü (sas)'nün melikleri İslama davet için gönderdiği mektupların içeriği özetle şu ayette ifade edilmiştir. "Sizinle bizim aramızda ortak olan kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Hiç bir varlığı ona ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." (Ali İmran Suresi 64)

12
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

AVRUPA'DA DİNSİZLİK NEDENLERİ


19. ve daha önceki y.y Hıristiyan Avrupa'sının Avrupa tarihinde özel bir yeri vardır. Bu yüzyılda Hristiyan aydınların büyük bir çoğunluğu dini ve Allah'ı inkâr etmişlerdir.

Ancak bu aydınlar gerçek dini ve gerçek ilahı değil kilisenin din ve Allah anlayışını inkâr etmişlerdir.

Bu dönemde Avrupa kiliseleri zulmü ve cehaleti destekleyerek ilme, grupları destekleyerek halka, hura feleri destekleyerek düşünceye savaş açtı. Bunun içindir ki.Hürriyet ve eşitlik fikri hızla yayılmaya başladı ğında bu fikirleri savunanların sloganı "Kralları ve papazları son ferdine kadar parçalayın,." oldu.

Yine o dönemde kilise binlerce düşünür ve ilim adamının idam kararını imzaladı. Bununla da kalmayıp cesetlerin törenle doğranarak yakılmasını emretti. Bütün bunları Allah adına, din adına, mesih adına yapıyordu.

Bunu gören hürriyet taraftarları, ilim aşıkları, kilisenin ve kilise adamlarının temsil ettiği dini inkâr ederek. Elde ettikleri bilim verilerine inandılar, insan ların dinden uzaklaşmasının en büyük nedeni dine çağıranların bozulmuş olmasıydı. Bu arada Avrupa'da yalnızca görülen hissedilen varlıkları kabul edip bunun dışındakileri inkâr eden bir felsefi akım ortaya çıktı. Bu akıma göre ilah, vahiy, melek, ahiret, cennet, cehennem diye birşey yoktur. Bunların hepsi uydurmadır.

inkâr ve dinsizlik hareketleri Marksizimle zirve ye çıktı. Ona göre "din halkların afyonudur" Bir başka ekole göre ise din zenginlerin, halkı sömürenlerin, fa kirleri ve zayıfları ahiret nimetleri ile avutup dünya nimetlerinden yalnızca kendilerinin faydalanmaları için uydurdukları bir hiledir." Karl Marks bu hususta şöyle der: "Allah insanı yaratmamıştır. Bilakis işin doğrusu insan Allah'ı yaratmıştır."
13
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

DİNSİZLİK AKIMININ DOĞUYA GEÇİŞİ


Arap ve islam ülkelerinde fikir savaşı yoğunlaşınca batıdaki dinsizlik akımları dalga dalga bütün islam alemine yayılmaya başladı. Bu akımın etkisi ile müslüman gençler Allah'ın varlığından şüphe etmeye ve bu hususta tartışmaya başladılar. Bu gençlerin bazısı batı üniversitelerinden mezundu. Bunlar batıdan etkilendikleri gibi çevrelerini de etkilediler.

Diğerleri ise Marksizim ve Kominizmin propagandasından etkilenen gençlerdi. Doğudaki İslam ile batıdaki Hristiyanlık arasındaki açık farka rağmen her iki gurupta bu farkı hiçe sayarak islamın karşısına dikildiler.

Bu guruplar kendilerini yenilikçi olarak kabul ederler. Halbuki her iki gurupta batıyı taklit etmekte onların kafaları ile düşünmektedirler. Bu guruplardan bir kısmı bir iki asırda silinip yok olmalarına rağmen diğerleri hala kendilerinin ilerici olduklarını iddia ederler. Halbuki onlar yüce Allah'ın belirttiği gibidirler:

"insanlardan bazıları herhangi bir ilmi veriye, delile ve açık bir kitaba dayanmadan Allah hakkında tartışmaya kalkışırlar" Hac Suresi, 8
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH'IN VARLIĞıNIN DELiLLERi


Allah'ın varlığı hiçbir delile ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Buna rağmen inançla ilgili kitaplar yazan lar bu hususta şüphe içinde olan ve inananlarla mücadele eden kişileri ikna etmek için Allah'ın varlığını güçlü aklı delillere ve temel esaslara dayanarak isbat yoluna gitmişlerdir. Peki dinsizlik yoluna sapanlara karşı Allah'ın varlığını isbat sadedinde müslümanların ortaya koydukları deliller nelerdir?
14



FITRİ DELİL

Allah'ın varlığının ilk delili; Onun insanlara ver miş olduğu Fıtrattan kaynaklanan delildir, insanda bu lunan tabii şuur, kalp gözü; şu sınırlı kâinatın dışında sınırsız bir varlığın olduğunu hisseder.

Bu zat herşeye hakim, bütün işleri düzenleyen, kendinden istenen, tazim edilen, korkulan, kendisine yönelinen ulvi bir zattır. Bütün bu hisler kalbin derinliklerinden kaynakla narak kişinin bütün benliğini sarar. Kişinin nefsinde bulduğu bu his telkin, öğrenme ve gayret sonucu elde edilen bir his değil yaratılışından kaynaklanan histir.

Bu fıtri şuuru meşhur düşünür Dekart şöyle dile getirmektedir: "Kendimde hissettiğim eksiklik beni ka mil, eksiksiz bir zatın varlığı fikrine götürmektedir. Be ni inanmaya zorlayan bu duygu bütün güzel sıfatlarla donanmış olan zat tarafından bana verilmiş bir duygu dur. İşte bu zat Allah (cc)tır."

Fıtratı bozulmayan, nefsini kötülüklerden arındı ran, kalbinden gaflet perdesini kaldırarak gönül gözünü açan, ruhi boşlukta olmayan her insan Allah'ın var lığının bütün benliğini sardığını hisseder. Bu vasıflarda olan kişinin rabbinin varlığını isbat için herhangi bir delile ihtiyacı yoktur. Çünkü o, Allah'ın varlığını kal binde herşeyden daha fazla hisseder. Bilakis Allah her-şeyin delilidir.

"Rabbinin herşeye hakkı ile şahid olması sana kafi değil mi?" (Fussilet Suresi, 53)

Rivyete göre yakin sahibi salih alimlerden birine; "Falan kelam alimi Allah'ın varlığını isbat için yüz deli li ileri sürmektedir" denilince o alim "demek ki adamın Allah'ın varlığı hakkında yüz şüphesi varmış" diye cevap vermiştir.
Bu cevap "Allah'ın varlığının" kişinin nefsinde delile muhtaç olmayacak kadar açık bir şekilde hissedildiğine işaret etmektedir.
Bazı ariflere ve "Rabbini ne ile bildin?" diye sorulduğunda onlar "Rabbimi yine rabbimle bildim" diye cevap vermişlerdir.


İbni Ataullah el Iskenderi ise şunları söylemiştir:

"Ey Rabbim! Mevcudiyeti sana muhtaç olan şey, senin varlığına nasıl delil olur? Senin iraden olmadan var olmayan şey, senin varlığına nasıl delil olur?"

Bizim "Fıtri delilden" maksadımız şudur: insan ister cahil ister alim olsun Kültürel etkilerden soyutla nıp, zihnini yaşadığı mekana bağlayan şeylerden uzak laştırdıktan sonra, kâinatı ve nefsini tefekkür ettiğinde nefsinde fıtrat tabiatından kaynaklanan kendisinden bir türlü kurtulamadığı, bir duygu bulacaktır. Bu duygu yüce Rabbine, Rabbinin katındaymış gibi, huşu için de secde etme duygusudur.

İnsana bir artı birin iki olduğunu delilsiz olarak öğreten Allah, elbette ona kendisinden asla ilgisiz ola mayacağı bir rabbinin olduğunu da delile ve mukadimelere (öncüllere) muhtaç olmadan öğretir.

Bu fıtri şuur; rahatlık ve insanı şımartan zenginlik anında genelde hissedilmez. Çünkü rahatlık kişinin bu hakikati görmesine perde olur. Ancak başına bir be la geldiğinde, asli fıtratı perdeleyen sahte kaymak eri-yere (gerçek ortaya çıkar işte o an, dua ve niyaz ile rab bine yönelir.


Bir adam Caferi Sadığa "Allah" hakkında bir soru sorar. İmam onun bu sorusuna
-Sen hiç denizde yolculuk yaptın mı?" sorusu ile karşılık verir.

Adam:
16
-Evet. der. İmam tekrar:
-Bu yolculuk esnasında kasırga ile karşılaştın mı? diye sorar. Adam:
-Evet, der imam:
-Güvendiğin, beklediğin bütün kurtuluş vesilele rinden ümidini kestin mi? diye sormaya devam eder. Adam:
-Evet der. İmam tekrar:
-Hiç aklından "Dilerse seni kurtaracak bir zatın" var olduğu geçti mi? diye sorar. Adam:
-Evet der. İmam:
-işte o zat Allah'tır, diye cevap verir.

Bu hakikate işaret eden Kur'an bize şöyle bir tablo çizer:

"O, sizi Karada ve denizde gezdiren zattır. Hatta gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri, (yolcular da) bununla sevin dikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar. (Deni zin) her yerinden kendilerine dalgalar hücum edince çepeçevre kuşatıldıklarını sanırlar. (İşte o an) Allah'ın dininde halis ve samimi olarak ona dua ederler. Ve "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan kesinlikle şükredenlerden olacağız" derler" (Yunus Suresi, 22)

Kuranı Kerim'in bu tasviri bahsedilen fikrin doğ ruluğunu ve bütün insanları kapsadığını çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır.

Kur'an insanı kalbinin kavşak noktasında yakalayarak Rabbine yöneltir. Daha sonra ona Rabbi ile insanlık arasında cereyan eden sözleşmeyi arzeder. Bu sözleşmeye göre; insan yalnızca rabbine inanacak ve yalnızca ona ibadet edecektir. Bu sözleşmeyi öğrenmek istersen şu ayetlere kulak ver:

17
"Hani Rabbin Adem oğullarından ve onların sülblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefisleri ne şahid tutmuş ve "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da "Evet, şahit olduk." demişlerdi. (Bu şahadet) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yok tu dememeniz içindir.

Yahut "daha önce atalarımız şirk koşuyordu. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi o batılı ortaya koyanların işlediği (günah) yüzünden bizi helak mı edeceksin?" dememeniz içindir" (Araf Suresi, 172-173)

Buraya kadar anlatılan "Allah'ın varlığının fıtri delili" tarih boyunca bütün milletlerin ortak müştereyi olmuştur. İnsanların büyük bir kısmının gerçek iman dan yüzçevirip onu vehimleriyle batıl inançları ile kir letip özünü bozmaları bu gerçeği değiştirmez.


Ünlü düşünür Henri Birgison fıtri iman hakkın da şöyle der: "llimsiz, sanatsız, felsefesiz toplumlar bu lunabilir. Ancak dinsiz toplum bulunamaz" Eski bir tarihçi de: "Tarihte kalesiz, okulsuz, sursuz şehirler bu lunabilir ancak mabedsiz şehir bulunamaz" der.
Dinler tarihini araştıranların da belirttiği gibi ilim ve medeniyetin ulaştığı hiçbir toplum dinden ve imandan uzak olamaz.

Büyük düşünür Renan "Dinler tarihi" kitabında şöyle der: "İnsanın elinden her hürriyet alınabilir. Akıl hürriyeti, ilim hürriyeti sanat hürriyeti yasaklanabilir. Ancak dindarlık yok edilemez. Bilakis o, yeryüzünde fikir hürriyetini vahşice yok etmek isteyen materyalizmin yanlış olduğunu haykıran en güçlü ses olarak kalacaktır." der.
18
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

YARATILIŞ DELİLİ

Fıtratı bozulmamış kişi nefsi ile başbaşa kaldığında, hiçbir araştırma* yapmadan Allah (cc)'ın varlığı na inandığı gibi, nefsani isteklerin taklidin ve asabiye tin tesirinden kurtulan akılda birazcık düşünme ile kesinlikle Allah'ın varlığına inanır.

Aklın düşünme alanı, gökleri, yeri, insanı, hay vanı, canlısı, cansızı, zereden küreye bütün varlıklarıy la şu uçsuz bucaksız kâinattır. Bu kâinatı ve içindekile ri düşünen kişi onu yüce rabbine götürecek dört delil bulur. Bu deliller: Yaratılış, eşitlik, takdir ve hidayet de lilleridir.
Şu muazzam kâinat ve içinde bulunanlar, kendi sini hakkı ile düşünen her insanı, Allah (cc) ulaştırır.

Çünkü bütün varlıklar onun varlığını mülkünde ve bü tün yaptıklarında eşsiz olduğunu gösterir. Tıpkı güzel isimlerini, ulvi sıfatlarını gösterdiği gibi. İnsanın kendi si dahi tek başına Allah'ın varlığını gösteren büyük bir ayet (işaret)tir. O, başlıbaşına bir dünyadır. Başka var lıkta olmayan pek çok güzellik, onda toplanmıştır.

İd rak, şuur, basiret bunlardan yalnızca birkaçıdır.
Bunun içindir ki Kuran-ı Kerim insanı önce ken dine daha sonra kâinatta bulunan varlıklara bakmaya onları düşünüp araştırmaya yöneltmiştir. Hiç şüphesiz bu düşünce ve araştırma kişiyi hakka ve hakikate götü recektir. Çünkü enfüsi ve afaki alemde gördüğü ve do kunduğu herşey ona Allah (cc) gösterecektir.

"Yeryüzünde gerçek bilgi sahibi olanlar için, nice ayetler vardır. Kendi nefislerinizde dahi nice ayetler vardır. Görmüyor musunuz?" (Zariyat Suresi, 20-21)

"Göklerin ve yerin, o muazzam saltanatına, Al lah'ın yarattığı herhangi birşeye dahi bakmadılar mı?" (Araf Suresi, 185)

19
"Onlar nefislerinde bulunanları düşünmezler mi? Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında ne kadar varlık varsa hepsini hak üzere yarattı." (Rum Suresi, 8)

"De ki: "Göklerde ve yerde olanlara bir bakın." (Yunus Suresi, 101)

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlar için fayda lı olan şeyleri taşıyan o gemilerde, Allah'ın gökten indi rip onunla yeryüzündekilere hayat verdiği suda, orada her hayvanı üretip yaymasında, gökle yer arasında hak kın emrine boyun eymiş olan rüzgarları ve bulutları evirip çevirmesinde, düşünenler için nice ayetler var dır." (Bakara Suresi, 164)

"Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl dik tik, nasıl donattık, onda hiçbir boşlukta yoktur. Yere bakmadılar mı? Onu nasıl döşedik, ona nasıl sabit dağ lar koyduk." (Kaf Suresi, 6-7-8)
Kuran çoğunlukla göklerde ve yerde bulunan tabloları sergilemekte daha sonra: "Bütün bunlarda dü şünen, akıllı kişiler için işaretler vardır." (Nahl Suresi, 11-12-13) buyurmaktadır.
Kur'an; akıllarını, ve kalplerini gerçeklere kapa yan kafirlerin bu tutumlarını kınayarak şöyle buyur maktadır.

"Göklerde ve yerde nice ayetler olduğu halde, onlar bu ayetlerden yüz çevirerek, üzerine basar geçer ler." (Yusuf Suresi, 105) Bu tür ayetler çoğunlukla "Akıllanmaz mısınız, görmüyorlar mı? işitmiyorlar mı?" şeklinde bitmektedir.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH'IN VARLIĞININ KÂİNATTAKİ DELİLLERİ

İnsanın da içinde bulunduğu şu kâinatı, tefekkür eden kişi onda kendisini yüce Allah'a götürecek dört önemli delil bulunduğunu görecektir. Bu deliller: yara tılış, eşitlik, mükemmellik ve hidayet delilleridir.

YARATILIŞ DELİLİ

Yaratmaktan maksat yoktan var etmektir. Yüce Rabbimiz yeryüzündeki bütün canlı varlıkları ve neba tatı yarattığı gibi önceden esamesi okunmayan insanı da yaratmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerimde ilk olarak in dirilen surede bu husus açıkça ifade edilmiştir:

"Yaratan rabbinin adı ile oku. O insanı pıhtılaş-mış kan parçasından yarattı." (Alak Suresi, 1-2)
Yüce Rabbimiz yeryüzünde ve göklerde sayısız varlıklar yaratmıştır. Astronoloji ilminin verilerine göre çok büyük olan gök cisimleri, bu kadar büyük olmala rına rağmen biribirlerinden milyonlarca ışık yılı uzaktırlar.

Sence; yeryüzündeki bu hayatı yaratan kimdir? Ya şu düşünen, akıllı insanı yaratan kimdir? Şu muaz zam gökleri ve yeri kim yarattı? Şu hayat, şu insan, kü çük büyük mahlukat hiç yaratıcısız olabilir mi? Yoksa bütün bunları yaratan bir yaratıcı mı var? Varsa kim dir?
Materyalistler hayatın ilk olarak ortaya çıkması hakkında ne buyururlar?

Bazılarına göre; hayat fezadaki başıboş gök taşla rından biri yolu ile ulvi alemdeki boşluktan yeryüzüne inmiştir. Ancak bu durumda "Ulvi alemdeki hayatı ve ya herhangi bir yıldızdaki hayatı kim yarattı?" sorusu cevapsız kalmaktadır.

Bazıları da: Maddede hayat özelliği vardır. Mad deyi oluşturan unsurlar bir araya gelip kendilerine has bir reaksiyonla maddeyi oluştururlar şeklinde bir tez ileri sürmüştür.

Bu tezde de cevapsız kalan bir soru vardır. Bu so ru: "Kör ve sağır olan bu maddeleri birleştiren ve uyum içinde olmalarını sağlayan kimdir?

"Akıl; hayatın ortaya çıkmasında yalnızca iki gö rüşten birini kabul eder. Onlardan biri; hayat madde nin ayrılmaz bir özelliğidir. Bir varlığın var olabilmesi için herhangi bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur. Diğer görüş ise; hayatı yaratan, irade eden ve ne irade ettiğini bilen, hakim bir zat vardır."

"Alemde yalnızca madde olduğunu, maddenin dışında hiçbir varlığın olmadığını varsayarsak alemin ezeli ve ebedi olduğunu, başlangıç ve sonunun bulun madığını, bütün gücü ve özellikleri ile ezelden beri var olduğunu ve bu özelliklerin feza boşluğunda bulunan maddeden, ezelden beri ayrılmadığını kabul etmemiz gerekir.

, "Bu durumda şu yıldızda hayat vardır şunda yok tur. Şu zamanda hayat vardı şu zamanda yoktu deme nin hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü bu yıldızlarda hayat olduğu halde milyonlarca milyon yıl hareketsiz kalmış lar. Bundan binlerce yıl sonra hayat ortaya çıkmış de mektir. Peki hayat niçin bu kadar uzun zaman bekle miştir? Dağılma ve birleşme neden feza boşluğunun çe şitli yerlerinde ve zamanın çeşitli dilimlerinde ortaya çıkmıştır? Bu hayat neden tesadüfen gelmiştir. Ve tesa düfi olan bu hayat daha sonra en ince hesaplarla nasıl devam etmiştir?

Halbuki kör ve sağır olan madde he saptan hiç anlamaz."
22
"Şu halde akla gereken; hayatın ortaya çıkışını tesadüflere bağlamak değil, bilakis ikinci görüşü be nimseyerek, hayatın irade sahibi, yaratıcı bir zat tara fından verildiğini kabul etmektir.

Anlaşılması bu kadar kolay olan bir görüşün kabul edilmeyip de anlaşılması imkansız olan bir görüşün bazıları tarafından ısrarla sa vunulduğuna bir türlü anlam veremiyorum." (1)
Anlaşılması kolay olan bu görüş yalnızca kör ve sağır olan maddedeki hayatın ortaya çıkışı için değil bütün varlıkların ortaya çıkışı için tek geçerli sebeptir. Yüce Allah bu gerçeği insanlara en açık bir şekilde ilan etmektedir:

"Şüphesiz taneleri ve çekirdekleri yaratan ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran Allah'tır. Şu halde (iman dan) nasıl yüz çevirirsiniz." (En'am Suresi, 95)

"Yerin bitirdiğinden ve kendi nefislerinden bü tün çiftleri yaratan Allah her türlü noksanlıktan mü nezzehtir." (Yasin Suresi, 36)

Bu delile halk, ibda veya ihtira delili denir.

Diğer bir şekli ile "Hareket delili" denir. Bu hare ket bir mekandan ötekine veya bir halden diğerine ya hut yokluk aleminden vücud alemine intikal ve benzeri şekillerde olabilir.

Bu delilin özü şudur: Her hareketi yapan bir mu harrik vardır. Bu muharrikin (hareket ettirenin) hare keti ise ona hareket etiren başka birine bağlıdır. Bu sil sileyi takip eden akıl sonunda kendi başına kaim olup hiçbirşeye muhtaç olmayan ezeli varlıkta durur. Zira ezeli varlıkta durmadığını kabul ettiğimizde ortaya iki ihtimal çıkar "devir veya teselsül (sonsuz). Her iki ihti-
(1) Allah ve çağdaş ilim Abdurrezak Nevfel
23

mal de imkansız olduğundan Akıl ezeli varlıkta dur mak mecburiyetindedir. O ezeli varlık yüce Allah'ın ta kendisidir.

Mütekellimler "Hudus delili" denen üçüncü bir delil daha ileri sürmüşlerdir. Buna göre: Bütün alem değişkendir. Her değişen şey sonradan olmuştur. Her sonradan olan şeyi ortaya çıkaracak bir varlık gerekir. Sonuç olarak üç durum ortaya çıkar: 1. Teselsül biri bi rini ortaya çıkarma sonsuza kadar gider. 2. tesbih tane leri gibi devr olur. Yani sonuçta anne kızını kızı ise an nesini doğurur. Her iki ihtimalde imkansızdır.

3. Her şeyi yaratan Fakat kendi sonradan ol mayan bir zatta durur. İşte bu zat Allah'tır. Yeri gelmiş ken çağdaş ilmin "Kâinatın sonradan olduğunu ve bu oluşumun milyonlarca yıl öncesinde meydana geldiği ni" kabul ettiğini hatırlatalım.

Farabi ve İbni Sina gibi İslam düşünürleri bu üç delile ek olarak "imkan delilini" de ileri sürmüşlerdir. Bu delilin özü şudur:
Varlıklar akli olarak mevcut olma yönünde üçe ayrılırlar:

1. Tamamı vacibül vücud olan varlıklar olup yokluğu aklen düşünülemeyen varlıklardır.

2. Mümkünül vücud olan varlıklar: Olmasıda ol maması da mümkün olup olmamaları için bir sebep bulunmayan varlıklara denir.

3. Bazısı vacib, bazısı mümkün varlıklar.

Bütün varlıkların varlığının vacib olması imkan sızdır. Çünkü hareket eden her varlık onu hareket etti rene, mürekkeb maddeler ise onları bir araya getiren sebebe muhtaçtır. Yoksa mürekkeb varlığın parçaların dan önce bulunması gerekir.
24
Bütün varlıkların mümkün olması da imkansız dır. Çünkü bütün mümkün varlıklar kendilerini kuve-den fiile çıkaracak bir varlığa muhtaçtırlar.

Geriye üçüncü şık kalır. O da, varlıklardan bazı sının varlığının mümkün olmasıdır ki bu varlıklar kâinat ve kâinatın içindeki bütün varlıklardır. Bazısın da varlığı vacibtir ki bu varlık Allah'tır. O, bütün kâinatı var eden ilk sebeptir. Ondan önce bir varlığın olması mümkün değildir. Aksi takdirde yaratılanın ya ratandan önce bulunması gerekir.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

MÜKEMMELLİK DELİLİ


Bir şeyin varlığı Allah'ın varlığını gösterir de o şeyin mükemmelliği Allah'ın varlığını göstermez mi, el bette gösterir hatta daha da iyi gösterir. Çünkü bir şeyin varlığı onun mükemmel olmasını gerektirmez. Bir şeyin mükemmel olması; onun yaratılışının güzel ol ması, görevini yapacak organlarla donanmış olması, varlığını devam ettirebilmesi, organların görevini yapmayı engelleyecek şekilde uyumsuz olmamasıdır.

Varlıkların mükemmelliği Kuranı Kerim'de çeşit li şekillerde ifade edilmiştir. "O herşeyi en güzel şekil de yaratmıştır." (Secde Suresi, 7) "Herşeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır." (Neml Suresi, 88) "Ey herşeye yaratılışını verip sonra ona doğru yolu gösteren rabbimiz" (Taha Suresi, 150) ayette geçen "yaratılışını ver mekten" maksat yaratılış gayesine uygun yaratmaktır. Bir başka ayet ise şöyledir:

"Rahman olan Allah'ın yarattıklarında hiç bir uy gunsuzluk göremezsin." (Mülk Suresi, 3)
Bu uyum kâinatın bütününde genel ve özel ola rak görüleceği gibi insanın bizzat kendisinde de açıkça
25
görülebilir. Bu durumu birkaç örnekle açıklayalım.

1. Yeryüzünü yaratan Allah, onu insanın üzerin de yaşayabileceği özelliklerde yaratmıştır. Onu, her ta rafını kaya gibi sert veya pamuk gibi yumuşak yahut meyve, bitki vb. yiyeceklerin yetişmeyeceği şekilde yaratmayıp, bilakis insanın bütün ihtiyaçlarını karşılaya cak şekilde yaratmıştır.

Yer kabuğunu birkaç santim daha yüksek yaratsaydı yerin karbondioksit veya oksijeni emmesine bu ise bitkilerinin ölmesine neden olurdu.

2. Yeryüzünde bulunan bütün varlıkların yaratı lışı eksiksiz, sanatı bütün şartlarda görevini yerine geti recek şekilde yaratılmıştır.

Örneğin devenin yaratılışı, yaşantısına ve uzun çöl yolculuğuna uygundur. Bu yolculuk için ona başı nın yükseldiği uzun bir boyun, kumlardan korunmak için iki çukur göz bağışladığı gibi, dikenlerin batmasın dan korunmak için yarık dudak, çölün ortasında sık sık uğranılan açlık tehlikesinden dolayı da yağ depolayan hörgüç bağışlanmıştır. Ayak tırnakları ise at, katır, merkep gibi kumlara batacak şekilde değil bilakis kum lara gömülmeyecek şekilde yaratılmıştır. Bundan dolayı deveye "Çöl gemisi" adı verilmiştir.

Hangi canlıya bakılırsa bakılsın onun da tıpkı deve gibi yaşamını en güzel şekilde sürdürecek, tehli kelerden koruyacak, gıdasını elde edip, hazmedebile cek şekilde yaratıldığı görülecektir.
Yırtıcı hayvanlara, avını parçalayabilmek için keskin diş ve pençe verildiği gibi, midesi çiğ eti hazme decek şekilde yaratılmıştır. Yeşil ot yiyen hayvanlar çok hızlı yedikleri için, bunlara anbar gibi bir işkembe verilmiştir.


Kuşlara ise gıdalarını alabilecek şekilde gaga ve rilmiştir. Gagaları aldıkları gıda şekillerine göre uzun, kısa veya yuvarlıktır.

Dünyadaki bütün canlılara kendilerini düşman larından koruyacak silahlar verilmiştir. Bunlar: Diş, pençe, boynuz, zehir, gaga, kanat, hızlı kaçma, gizlen me v.b. Canlıların donandığı bu silahlar olmasaydı güçlüler zayıfları, büyükler küçükleri çok kısa bir süre de yok ederdi.

3. İnsanın yaratılışındaki kemalat;
Tabiatı ve canlılar alemini bir tarafa bırakarak in sanın yaratılışına baktığımızda ondaki kemalatın diğer canlılardan çok daha ileri seviyede olduğu görülür. Çünkü o ahseni takvim üzere yaratılmıştır.

Önemli görevler verilen insan yeryüzünün hali fesi olarak yaratılmıştır. Bu görevini yürütebilmesi için bu yolda ona yardımcı olacak işini kolaylaştıracak, maddi ve manevi özelliklerle donatılmıştır.
İnsan bedeninin yaratılışına bakan kişi, ondaki uyumun, güzelliğin en kemalatına organların yerli ye rinde oluşundan hayran kalır. Onu inceleyenlerin aklı dehşete kapılır, dili ve kalemi gayri ihtiyarı onu övmek le meşgul olur.

Damarlar, kemikler, hazım sistemi, kan sistemi, doğum organları, tatma, işitme, görme, dokunma or ganları bütün bu organların yapısı kişiyi secdeye ka panmaya sevkeden, kalpleri ürperten müthiş ayetlerdir.

İngilizce ilmi bir dergide insanın yaratılışı hak kında şunlar yazılıyordu.
İnsanın eli dahi tek başına bir tabiat harikasıdır. Göçte ve hızda insan elinin bir benzerini bulmak mümkün değildir. Örneğin kitap okumak istediğinde
27
onu elinle alıp okumaya uygun bir yere koyar ve düzel tirsin. Bir sahifeyi okuyup bitirdiğinde sahifeyi yine elinle çevirirsin. Okuma bittikten sonra onu kitaplığa yine elinle yerleştirirsin.

Kalemi elinle tutar, yine elinle yazarsın. Kısaca insan için gerekli olan bütün aletleri elinle kullanırsın. Çataldan, bıçağa kadar bütün aletleri eller kullanır. Pencereyi açıp kapayan, eşyaları taşıyan hep onlardır. Elin yapısını incelediğimizde iki elde 27 kemik, 19 damar olduğunu görürüz." (1)
insan organlarından biri olan orta kulakta yay şeklinde birbiriyle bağlantılı, hacim ve şekil yönünden çok güzel bir sistemle dizilmiş, tam dörtbin ses teli var dır. Bu ses telleri beyinle irtibat kuracak şekilde hazır lanmıştır. Bu teller gök gürültüsünden ağaç yaprakları nın çıkardığı sese kadar, bütün sesleri alıp beyne gön derirler. Hele bu sesler orkestra gibi musiki aletlerin den çıkan güzel namelerden oluşan müzik ise algılama çok daha kolay olur." (2)

"Gözün görme duyusunun merkezinde, sinirle rin etrafında yüz otuz milyon ışık karşılayıcısı vardır. Gözün etrafında ise onu gece gündüz tehdid eden teh likelerden koruyan, göz kapakları ve kirpikleri vardır. Bunlar onu, tozlardan, çeşitli maddelerden koruduğu gibi güneş ışınlarına karşı gölgelik görevini de yaparlar. Ayrıca göz kapaklarının hareketi ile gözde bulunan ya bancı maddelerin dışarı atılması sağlanır. Gözyaşı de nen su ise gözün en önemli temizleyicidir." (3)

"Bütün vücudu örümcek ağı gibi kaplayan sinir sistemi vücudun en ücra köşesine kadar giden ince da marlardan ouşur. Bu damarlar kendilerinden daha ka-
(1) Allah ve Çağdaş İlim isimli eserden.
(2) "İlim imana çağırıyor." isimli eserden
(3) "Allah ve çağdaş ilim" isimli eserden
28
lın damarlarla birleşir. Her hangi bir tesir olmadığında bağlantı, sistemin merkezindeki sinirlerle gerçekleşir. Hararet derecesinde basit bir değişiklik olduğunda da marlar bu etkiyi hemen vücudun merkezlerine bura dan da beyine ulaştırırlar. Damardaki uyarının hızı sa niyede yüz metreye ulaşır." (4)

E.K. Morisun: "Mide fabrikasının çalışması, akıl lara durgunluk verecek güzelliktedir. Hiç kimsenin herbiri bir mucize olan organlardan meydana gelen in san harikasından daha mükemmel bir varlıktan sözetmesi mümkün değildir. O, başlıbaşına mükemmel bir alemdir. Peki bu mükemmel alem, hiç tesadüflere bağ lanabilir mi? Yoksa bu mucize yaratıcının eseri değil midir?

4. Buraya kadar anlattığımız varlıklardan daha mükemmel bir varlık vardır: Bu varlık akıldır.
İnsana öküz gibi güç, at gibi hız, deve gibi sabır, kuş gibi kanat, aslan gibi diş ve pençe, haşareler gibi mikroskobik göz, doğan gibi teleskobik göz, ve diğer hayvanlara verildiği gibi pek çok özellikler verilmemiş tir.

Ancak ona hayvanlardaki bütün özelliklerden daha üstün bir özellik verilmiştir. Bu özellik düşünen akıl gören ruhtur.

İnsan bu aklı sayesinde öküz, at, deve gibi büyük hayvanları evcilleştirerek onları ihtiyaçlarını temin için çalıştırmıştır.

Tekerleği bulmak sureti ile gücünü ve hızını kat-kat artırarak bugünkü medeniyet seviyesine ulaşmıştır.
Mekanik sistemleri bulmak sureti ile çok uzun mesafeleri çok kısa sürede kateden insan dünyayı bü-
(4) "Allah ve çağdaş ilim" isimli eserden
29
yük bir beldeye çevirmiş, bu sayede herşeyi mekanik aletler vasıtası ile yapar hale gelmiştir.
Yine akılları sayesinde balıklar gibi denizlere dal mış. Kuşlar gibi göklerde uçmuş. Hatta yüzme ve uç mada onları geçmiştir.

Tabiat kuvvetlerine hakim olan insan kayaları parçalayıp, denizleri yarmış. Buharı, gazı, elektriği da ha sonra atomu kendilerine hizmetçi yaparak fezaya açılıp gezegenlere varmıştır.
Teleskobu bularak görme alanını milyonlarca ke re güçlendirmiştir.

Yine insana hayvanlar kadar hassas bir duyu or ganı verilmemiştir. Ancak o icad ettiği aletler sayesinde kilometrelerce uzakta uçan sineğin kanatlarının sesini duyar hale gelmiştir.
Şimdi sorarım size çeşitli maddeleri kullanarak bütün bu harika araçları icad eden insan aklı kör tesa düflerin eseri olabilir mi?
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

TAKDİR DELİLİ

Takdir: Bütün varlıkların uygun zamanda, uygun mekanda belli bir ölçü, belli bir düzen ve belli bir hesa ba göre yaratılmasına denir. Yaratılan bu varlıklar ken dilerine yakın veya uzak olan bütün varlıklarla uyum için olup görevi ve yaratılış gayesi doğrultusunda hare ket ederler.
Bahsedilen ölçüler içinde yaratılan varlıklar ile, kâinatın bütünü arasında da onun devamını sağlayan, mükemmel bir birlik ve düzen vardır.

Varlıkların görevlerini layıkı veçhiyle yürütebile cek şekilde yaratılmasına mükemmellik, kendilerine faydalı olup, başkalarına zarar vermeyecek ve de başka
30
varlıklarla çakışmayacak özelliklerin verilmesine ise, takdir denir. Bu ise varlığa verilen özelliğin uygun za manda uygun mekanda, ona faydalı olacak miktarda ve diğer varlıklarla uyum sağlayacak şekilde verilmesi ile olur.

Kuranı Kerimde de belirtildiği üzere takdir bü tün varlıklar için geçerlidir.

"Onun katında herşey takdir (ölçü) iledir". (Rad Suresi, 8)
"O, herşeyi yaratarak ona bir düzen vermiştir." (Furkan Suresi, 2)
"Yarattığımız herşey için bir ölçü tayin edilmiş tir". (Talak Suresi, 3)

Örneğin suyu en güzel şeklide yaratmıştır. O te mizleme ve kendisine ihtiyacı olanların ihtiyacını gi derme görevini en güzel olarak yerine getirecek şekilde hazırlanmıştır. Suyu yaratıp onu yeryüzüne yerleştiren Allah, ona belli ölçüler vermiştir.

Şöyle ki eğer su mahlukatın ihtiyacından eksik olsaydı susuzluk ve kıtlık olur. Fazla olsaydı bu kez de heryeri su basardı. Bu du ruma işaret eden Yüce Allah: "Gökten suyu ölçü ile in dirdik." (Mü'minun Suresi, 18) buyurur.

Güneşe gelince; Allah onu ışığıyla, ısısıyla kendi sine verilen görevi yapmak üzere en güzel şekilde ya ratmıştır. Bununla birlikte kendisine taktir edilen ek sende dönmektedir. Bu dönüşü esnasında diğer yıldız lara çarpmadığı gibi, dünyayı yakacak kadar ona yaklaşmamakta, donduracak kadar da ondan uzaklaşma maktadır. Güneşin bu durumunu Kur'an bize şöyle tas vir etmektedir:

"Güneşde kendi ekseninde seyretmektedir. Bu mutlak galib ve hakkı ile bilen Allah'ın taktiridir. Aya
31
gelince ona da menziller, ölçüler tayin ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri çöpünü haline döner Ne güneşin aya kavuşup çarpışması ne de gecenin gündü zü geçmesi sözkonusu değildir.
Hepsi de birer felekte yüzerler." (Yasin Suresi, 38-39-40)

Hangi asırda yaşarsa yaşasın her insan, biraz dü şünmekle -Kabiliyeti nisbetinde- kâinattaki herşeyin ölçülü olduğunu anlar. Çağdaş ilime gelince yeni keşif lerle yaratılış hikmetinin perdesini aralayıp onun arka sındaki akıllara durgunluk veren sırları çözmeye başla dı.
Böylece varlıklar arasındaki uyum, ölçü, ve sınır daha net olarak ortaya çıktı.

Sınırlarını bilmediğimiz şu uçsuz bucaksız feza nın ortasında milyarlarca yıldız vardır. Hatta bu yıldız ların bir kısmı güneşten binlerce hatta milyonlarca kez büyüktür. Örneğin Sirius yıldızı güneşten 20 kez daha ağırdır. Işığı ise güneş ışığından 50 kez daha çoktur. Süheyl yıldızı ise güneşten 2500 kez daha büyüktür...

Astroloji bilginleri bu konuda şu tesbitleri yapar lar:

"Sayıları milyonları aşan yıldızların ve gezegenle rin çıplak gözle görülmesi mümkün değildir. Çıplak gözle görülenler, onların görüntüleridir. Bu yıldızları görmek mümkün olmadığı gibi, inceleme ve araştırma yapmadan, yapılarını bilmekte mümkün değildir. Bü tün yıldızlar belli bir yörüngede yüzmektedirler. Hiçbi rinin kendi çekim alanından ayrılıp başka bir yıldızın çekim alanına girmesi veya birbirleri ile çarpışmaları mümkün değildir. Bu biri Akdenizde diğeri Okyanusta olup da aynı hızda aynı yöne giden iki geminin çarpış ması kadar uzak bir ihtimaldir."
Yıldızlar ve gezegenler biribirlerinden bu kadar
32
uzak olmalarına rağmen yapı ve tesir itibarı ile biribirleri ile uyum içindedirler. Onlar su varlık aleminde kendilerine verilen görev ve hareket seyrini yerine ge tirmektedirler.
Güneş, ay ve yeryüzünü ele alıp aralarındaki iliş kiyi incelediğimizde aralarında eşsiz bir ölçü ve ahenk olduğunu görürüz. Yeryüzündeki bütün canlıların var lığı ve hayatlarının devamı bu ölçüye bağlıdır.
Milyonlarca yıldız ve gezegenlerin arasında yer alan güneş, yeryüzündeki hayatı mümkün kılan en bü yük amillerden biridir. Onun yaşadığımız gezegende hayat verebilmesi, ancak büyüklüğünün, yoğunluğu nun, sıcaklığının, dünyaya uzaklığının ve ışın çeşidinin şu andaki gibi olması ile mümkündür. En küçük bir değişiklik, dünyanın mahvolmasına neden olur.

Büyük bilgin l.K. Marison güneş hakkında şunla rı söylemektedir. "Dünya gezegeni her 24 saatte bir kendi ekseni etrafında döner. Bir başka ifade ile saatte yaklaşık 1000 mil yol alır. Eğer saatte yalnızca 100 mil yol alsaydı o zaman gece ve gündüzümüz şu andakinin on misli olurdu.

Bu ise yaz mevsiminde bütün bitkile rin gündüzleyin yanması, geceleyin donması demek olurdu."
"Hayatın kaynağı olan güneşin yüzeyindeki hara ret hızı 1200 fahrenayt derecedir. Dünyanın güneşe uzaklığı ise bu ısıdan zarar görmeyip, bilakis faydalana cak mesafededir. Bu mesafe gerçekten hayret edilecek şekildedir.

"Eğer dünyadaki sıcaklık yılda 50 derece artsaydı bütün bitkiler ve insanlar ya yanarak veya kuruyarak ölürdü."

Dünya güneş etrafında saniyede yaklaşık 18 mil yol kateder. Eğer saniyede 6 veya 40 mil olmuş olsaydı
33
güneşe olan yakınlık veya uzaklığı nedeni ile, yeryü zündeki hayat yok olurdu."
"Bilindiği gibi yıldızlar farklı büyüklüklerdedir. Hatta bazıları dünyayı ekseni ile birlikte içine alabile cek büyüklüktedir."

"Yıldızlar ışık yönünde birbirlerinden farklıdır lar. Işıkların fazlalığı nedeni ile içlerinde bilinen hiçbir hayat işareti yoktur. Onlardan bazılarının ışığının bü yüklüğü ve kasefeti güneşten onbin kat daha fazladır. Eğer güneşte bu yıldızların yarısı kadar ışık olsaydı, bütün insanlar "yanar kül olurdu.

"insanı hayrete düşüren şey, dünyaya gelen ışın ların milyonlarca yıldız arasından, yalnızca hayat için uygun olan güneşten gelmesidir".

"Merihin de dünya gibi bir uydusu vardır. Küçük olan bu uydu, ondan yalnızca 6000 mil uzaktadır. Dünyanın uydusu olan ay, ond?.n 240.000 mil değil de 50.000 mil uzakta olsaydı çekim kuvvetinin güçlüğü nedeni ile sular fışkırıp yeryüzünü sular altında bıra kırdı". (1)
Bütün bu varlıkları büyüklüklerine, şekillerine, uzaklıklarına, biribirleri ile alakalarına göre yerli yerine koyan kimdir? inkarcı materyalistlerin bu soruya ikna edici cevapları var mıdır? Asla yoktur.

Fakat bizim cevabımız hazırdır. O da: Bütün var lıkları hakimane yerli yerine koyan Allah (cc)tır.
"Göklerin ve yerin mülkü onundur. O, hiçbir ço cuk edinmemiştir. Mülkünde ortağı da yoktur. Bütün varlıkları yaratan, onları düzenleyen, ölçülerini tayin eden odur" (Furkan Suresi, 2).
(1) "İlim imana çağırıyor" isimli eserden
34
Yıldızları, gezegenleri ve bunların yeryüzü ile olan ilgilerini bir tarafa bırakıp havayı araştırdığımızda, bütün kâinatı kaplayan bu gaz tabakası hakkında ilmin şunları söylediğini görürüz:

"Oksijen ve hidrojenden oluşan hava, yeryüzün deki bütün canlıların hayat kaynağıdır. Yerin onu daha fazla emmesi mümkündür. Fakat O havayı dengeyi bozmayacak şekilde emer. Eğer o, havayı biraz daha fazla emmiş olsaydı yeryüzünde hiçbir insan yaşaya mazdı."

"Havanın şu andaki yüksekliği, toprağın ihtiyacı olan kimyevi tesirli ışınların toprağa nüfuz etmesini sağlar. Toprağa nüfuz eden bu ışınlar ondaki mikropla rı öldürdüğü gibi, gıdalarda da insana zarar vermeye cek vitaminlerin oluşmasını sağlar". (2)

Gazları araştırdığımızda bunlardan oksijenin, yeryüzündeki bütün canlıların nefes alma kaynağı ol duğunu görürüz. Havada %21 oranında bulunan oksi jen, %50'ye çıkmış olsaydı ne olurdu.? İlim bu soruya şu cevabı vermektedir: Yanma özelliğine sahip olan bü tün varlıklar kendiliğinden tutuşurdu, ilk kıvılcım ise ağaca sıçrar ve bütün ormanları kül yığınına çevirirdi.

Malum olduğu üzere kâinatta bulunan bütün canlılar oksijen alıp karbondioksit verirler. Bitkiler ise bunun tam aksine karbondioksit alır oksijen verirler. Bu durum, insan ve hayvanlar ile nebatat ve ormanlar arasındaki mükemmel alışverişin en güzel göstergesi dir. Onların attığından biz, bizim attığımızdan da onlar faydalanırlar. Bu alışveriş olmasaydı hayat beş dakika sonra biterdi.

Eğer bu denge kurulmasaydı hayat olmazdı. Ör-
(2) "İlim imana çağırıyor" isimli eserden
35
neğin hayat yalnızca canlılardan ibaret olsaydı, kısa bir süre sonra bütün oksijen biterdi. Bitkilerden ibaret ol saydı, bu kez de karbondioksit biterdi. Buna göre her iki durumda da hayat sona ererdi. (1)

Ne dersin sence; varlıklar arasındaki bu uyumu sağlayan, ölçüyü koyan, düzeni kuran kimdir?
, Gazlar alemini bir kenara bırakıp bitkiler ve bö cekler alemine yöneldiğimizde, bu varlıklar arasındaki ilişkilerin mükemmelliğini hemen görürüz.

Bitkiler ve böcekler arasındaki bu mükemmel uyuma değinen l.K. Morison bu hususta şu tesbitleri yapmaktadır:

"Dünyanın yaratılışından şu ana kadar yaşayan -ne kadar vahşi, kaba, zorba olursa olsun- bütün hay vanları dizginleyen şu mükemmel düzen akıllara dur gunluk verecek niteliklere sahiptir."

"Bu mükemmel düzeni yalnızca insanlar boz maktadır. Ama bitkileri ve hayvanları asli mekanından alarak başka mekanlara nakleden insanoğlu çeşitli afet lere maruz kalmak suretiyle yaptığı bu bozgunun ceza sını kat kat ödemektedir. Yaşanan pek çok olay bunun açık delilidir.


Örneğin:

Yıllar önce Avusturalya'da bir kaktüs çeşidi eki lir. Fakat bu kaktüsler kısa sürede yayılarak ta İngilte re'nin sınırlarına dayanır. Bundan dolayı gerek şehirli gerekse köylü bütün halk çok zor durumda kalır. Kak tüsler bütün ekinleri mahvettiği gibi ekin ekilecek yer de bırakmaz. Şaşkınlık içinde kalan halk bütün gayret lerine rağmen kaktüslerin yayılmasını önleyemezler. Artık Avustralya büyük bir hissizler ordusunun işgaline uğramıştır."

(1) "El Masdar nefsühü" isimli eserden

36
"Çaresiz kalan Avusturalya devleti sonunda bir çare bulmak için konu ile ilgili bilginleri dünyanın dört bir bucağına gönderir. Bu bilginler büyük araştırmalar sonunda nihayet, yalnızca Kaktüs yiyerek gıdalanan bir böcek bulurlar. Üstelik hızla çoğalan bu böcekleri, Avusturalyada tanıyan düşman varlıklar da yoktur."

Avusturalya'ya geldikten kısa bir süre sonra bütün kaktüsleri yok eden bu böceklerin çok az bir kısmı hariç bütünü geldikleri bu yeri terkettiler. Kalanlar ise kaktü sün bir daha yayılmasını önlemek için yeterli idiler.

İnsan oğlunun karşı karşıya kaldığı tehlikeleri öğrenmek için, yakın zamana kadar korunma çareleri nin bilinmediği Taun, Veba gibi öldürücü hastalıkları, zararlı mikropları, ve bunlardan korunma hususundaki cehaletin büyüklüğünü hatırlamak yeterlidir sanırım. Bütün bu tehlikelere ve çaresizliğe rağmen yine de in sanoğlu varlığını sürdürmüştür."(l)

Bütün bunları bir tarafa bırakıp insan vücudunu incelediğimizde onun organlarının ve bu organların bi ri birileri ile ilgilerini, yardımlaşmalarını, ve aralarında ki ölçüyü araştırdığımız zaman hayretten küçük dilimi zi yutarız.

Büyük bilgin l.K. Morison bu konuda şöyle yaz maktadır.

"Bütün bilginlerin ortak görüşü şudur: İnsan vü cudundaki organlar arasında bulunan bu müthiş bağlan tı olmasaydı gerek zihin gerekse diğer organlar büyük tehlikelere maruz kalırdı. Eğer bu uyumsuzluk umumi olsaydı medeniyet olmaz, hatta insan dahi yaşayamazdı. Yaşasa bile hayvanların derecesine düşerdi." (2)
(1) "İlim imana çağırıyor" isimli eserden
(2) Aynı eserden
37

Sana göre bütün bu dakik ölçüler nasıl meydana geldi? Bir planlayıcı ve programlayıcı olmadan bu eşsiz planlar, programlar nasıl gerçekleşti?
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

HİDAYET DELİLİ


Şu kâinatta bulunan varlıkların bütünü Allah'ın varlığının delilidir. Onun güzelliği ve mükemmelliği ise başka bir delildir. Diğer bir delil de varlıkların kendi iç lerindeki uyum ile diğer varlıklarla olan uyumudur.

Dördüncü delil ise "Hidayet delilidir" kâinatta bulunan her varlık görevini en iyi şekilde yerine getire cek durumda yaratılmış, yaratılış gayesine uygun ola rak yönlendirilmiştir. Bundan başka yaradılış gayesi il ham edilmiş ve gayesine ulaşması için kendisine bütün yollar ardına kadar açılmıştır. İşte bu yaratılış, mükem mellik, takdir delilinin dışında bunları tamamlayan dördüncü delildir. İlham ve talim delili olan bu delili "Hidayet delili" diye adlandırdık.

Bu delil canlı, cansız, akıllı, akılsız, konuşan, dil siz kısaca kâinatta bulunan bütün varlıkları kapsamak tadır. Yoksa ilk bakışta sanıldığı gibi yalnızca akıllılara mahsus değildir. Yalnızca insan, kuş, böcek gibi dünya da yaşayan canlılara da has değildir. Nitekim Kur'anı Kerim bu gerçeği Hz. Musa'nın diliyle şöyle dile getir mektedir:

Kendisinin Rab olduğunu iddia eden Fravun Hz. Musa'ya "Ey Musa! Sizin rabbiniz kimdir?" diye sordu ğunda o "Bizim rabbimiz, bütün varlıkları yaratan ve onları yaratıldıkları maksada doğru yöneltendir." (Taha Suresi, 49-50)

Ne kadar varlık varsa onların bütünü, yaratıldık ları maksada hidayet edilmiş (yöneltilmişlerdir.)
38
Bahsettiğimiz bu hidayet delilinin görüntülerine biraz da olsa değinmek gerekir sanırım.

Her hayvana yaşamını sürdürübilmesi ve görevi ni yerine getirebilmesi için duyu organlarının yanısıra özel sistemler verilmiştir. Örneğin doğana yerdeki kü çük avlarını yakalayabilmesi için teleskobik bir göz ve rilmiştir. Böceklere ise, insandan korunmak için edin diği yuvasına gidebilmek için, derecesini bilmediğimiz mikroskobik gözler verilmiştir. Posta güvercininin, ha ritasız ve kılavuzsuz olarak binlerce mil uzaktaki yerle re gidip, yolları karıştırmadan dönmesi, ona verilen özellikler sayesindedir.

Kuşlar bir ülkeden diğer bir ülkeye, hatta bir kı tadan diğer kıtaya göç edip belli bir müddet sonra kay bolmadan ve yolları karıştırmadan, vatanlarına geri dö nerler.

Hayvan göçlerinin en garibi su yılanlarının göçü dür. Bu yılanlar, büyümelerini tamamladıktan sonra, çeşitli nehirlerden binlerce mil katederek, uzun derin likleri bulunan Kuzey Permudaya gelirler.

Burada üremelerini tamamladıktan sonra ölürler, yeni doğan ve bulundukları sudan başka hiçbir şeyi ta nımayan yavruları ise, dalgaları yarıp yollarını bularak annesinin geldiği yerlere geri dönerler.Yeni doğan bu yılanlar; güçlü rüzgarlara ve denizin dev dalgalarına karşı koyarak, bundan önce en küçük bir bilgiye sahip olmaksızın, kendilerine tahsis edilen sulara giderler. Bunlardan bazısı Afrika'ya, bazısı Asya'ya diğer bazısı ise Avrupa'ya giderler. Eğer bu yolculuk olmasaydı, hiçbir suda yılan kalmazdı.

Böcekler, kuşlar, ve diğer hayvanlar üzerinde araştırma yapanlar, hayretler içerisinde kalacaklardır. Onları hayrette bırakan hangi canlıdan bahsedelim.

39
Arılardan mı? Bu mükemmel hayvanlar; nasıl ka rar verirler, nasıl ölçüp biçerler, nasıl uyum sağlarlar.
Nasıl işbölümü yaparlar, biribirileri ile nasıl yardımlaşırlar, yaptıklarını nasıl koruyorlar? Bu konuda bilginler pekçok şey söylemişlerdir. Ancak biz yalnızca Kuranın işareti ile yetineceğiz.
"Rabbim bal arasına "dağlardan, ağaçlardan ve (insanlardan senin için yapacakları) çadırlardan evler (kovanlar) edin, sonra meyve ve çiçeklerin herbirinden ye de Rabbinin (imalini öğrettiği ve) kolaylıklar göster diği yaylım yollarına git" diye ilham etti. Onların ka rınlarından, çeşitli renklerde şerbet (bal) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır." (Nahl Suresi, 68-69)


Yoksa karıncanın hidayetinden mi bahsedelim.

Bu böcekler yardımlaşma hususunda darbi me sellere konu olmuş sosyal yönlü varlıklardır. Karınca yiyeceklerini yazdan biriktirir, onu yiyecek depolamak için yaptığı mahzenlerde korur. Elde etmesi zor olan, yuvasından çıkamadığı kış mevsiminde ise biriktirdiği bu yiyecekleri afiyetle yer. Biriktirdiği şeyler bitip çoğa lan cinsten şeyler ise ürememesi için onlar ikiye böler yine de ürüyorsa bu kez herbir deneyi iki kez böler. Biriktirdiklerine su değipte bozulacağından korktuk larında ise güneşli günü bekler, güneş çıkınca ıslanan malzemeleri yuvasının önüne çıkarıp kurutur. Sonra içeri alır. Bütün bunları ona kim öğretti dersiniz?

Karıncaların en şaşılacak yönleri ise şudur: Baş kasının gözle, görüp, kulakla duymadıklarını onlar ko ku alma yolu ile bilirler. İnsanların yemek yediği yeri koku alma yolu ile tesbit eden karıncalar, çok uzak yer de dahi olsalar hemen oraya gelirler ve burdaki yiyecek kırıntılarını yuvalarına taşımaya başlarlar. Taşımaya cakları büyük bir kırıntı ile karşılaştıklarında ise he-
40
men yuvalarına döner orda bulunan bir gurup karınca alır taşıyamadığı o kırıntıyı bu gurupla birlikte taşırlar. Bu kırıntıları taşırken yola bir ip gibi dizilirler. Karın caların arılar gibi başkanları yoktur.

Ancak onların yi yecek arama hususunda sözlerine itiraz etmedikleri gözcüleri vardır. O, bir yerde yiyecek görünce hemen gelip haber verir. Bunun üzerine bir gurup hemen onunla birlikte çıkar. Karıncaların diğer bir özelliği ise kendilerinden çok cemaatlerinin iyiliği için çalışmaları dır.
Yoksa karganın hidayetinden mi bahsedelim.


Erkek ve dişi kargalar yavruları hususunda tam bir adalet örneği sergilerler. Yavrunun bakımının, terbi ye ve gözetiminin büyük bir kısmı dişi karga üstlenir. Onların yiyeceğini temin ise erkek kargaya aittir. Kar galar yavrularını birlikte doyururlar.

Yavrunun kanatla rı güçlenip kendi başına açabilecek hale gelinceye ka dar onu birlikte eğitirler. Midesi genişleyip güçlenince-ye kadar herşeyi yemesine müsaade etmeyip ona bazı yasaklar koyarlar. Yavrunun, artık kendi başının çaresi ne bakacak hale geldiğine inandıklarında ise, onunla irtibatı tamamen keserler. Aynı anda ona karşı olan merhametleri de garib bir şekilde kesilir. Hatta yavru onlardan yiyecek istese vermez ona vururlar. Çünkü artık onlar yeni bir evladın terbiyesinin hazırlığı için dedirler.

Bütün hayvanların hidayeti (yaratılış gayelerine yöneltilmesi) bahsedilen hayvanlar gibi insanı hayrete düşürecek niteliktedir. Bu hususta İbni Kayyum şunları söyler:
"Hayvanların yaşamları için gerekli olan şeylere yöneltilmesi konusu okyanus gibi uçsuz bucaksızdır der ve devamla:
41
"Örneğin; yırtıcı kuşlar yavrularını doğurdukla rında yumurtaları et parçası şeklindedir. Sertleşinceye kadar bu yumurtaları karıncalardan korumak için köşe bucak kaçırırlar.
Aslan, ise yürürken izlenmekten korktuğunda kuyruğu ile ayak izlerini siler.

Tilki, çok acıktığında sırt üstü yatar. Nefesini içinde saklayarak vücudunu şişirir. Onun öldüğünü sa nan kuşlar, yemek için tilkinin başına üşüşünce hemen onları yakalayıp açlığını giderir.
Dişi filler doğumu yaklaştığında bir suya giderek onun içinde doğarlar. Çünkü filler, ayakta doğum ya parlar. Suda doğum yapmakla yavruyu yere düşüp ya ralanmaktan korurlar. Bu durumda su yavru için yu muşak bir döşek görevi yapmış olur.

Serçeler ise, doğumdan hemen sonra çevreden yardım ister. Çevresinde bulunan bütün kuşlar gelerek, yeni doğan yavrunun etrafında uçuşup yavrunun uç masını sağlayıncaya kadar onu eğitirler.

Göçmen kuşlar, gece yolculuk yaparken ovaların ortasında, uçsuz bucaksız denizlerde, dağların başında kılavuzsuz yol alırlar.

Ceylanlar ise, dışardaki düşmanını görebilmek için, yuvasına arkasını dönerek girer.
Kedi, tavanda fare gördüğünde, onu korkutup aşağıya indirebilmek için, sopa ile ona işaret ediliyor süsü vermek için, başını fareye doğru uzatır.

Tarla faresi, selden korumak için yuvalarını ya maçlarda yaparlar. Bir kaç girişi olan bu yuvanın giriş lerini ince bir örtü ile kaplarlar. Tehlike hissettiklerinde ise, bu kapıları kolayca açıp kaçarlar. Yuvasının yerini unutmaktan korkan fareler, yuvalarını ya bir tepede ve-
42
ya büyük bir kayanın çevresinde yaparlar ki, yollarını kaybettiklerinde kolayca bulabilsinler".


Ibni Kayyum bu tür örneklerden uzun uzadıya bahsettikten sonra şöyle der: "Bu konu gerçekten çok geniş bir konudur. Ancak senin için şu ayeti bilmek ye terlidir. "Yerde yürüyen bütün hayvanlar ve iki kanadı ile uçan bütün kuşlar ümmettir." (Enam
Suresi,
38)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

GERÇEKLER KARŞISINDA MATERYALİSTLER


Buraya kadar bahsettiğimiz gerçekler ve adeta haykıran deliller hakkında Materyalistler ne diyecek ler? Dört bölüm halinde ortaya koyduğumuz deliller karşısında tutumları ne olacak? Bütün kâinatı mı yoksa ortaya koyduğumuz eşitlik, mükemmellik, hidayet de lilini mi inkâr edeceklerdir?

Kâinatı inkâr etmek; beş duyu ile görülen, duyu lan dokunulan varlıkları, ilmin ortaya koyduğu eserle ri, tecrübeleri, anlayışları inkâr etmek demektir.

İnkarcılar yaratılış, eşitlik, mükemmellik, hida yet delillerini anlatırken canlıların yaratılışları hakkın da ileri sürülen bilgileri kabul etmekle birlikte yine de Allah'ı inkâr etmekten geri durmazlar. Bu ise; yaratılan var fakat yaratıcı yoktur, eşitlik var fakat onları eşit kı lan yoktur. Mükemmellik var fakat onları mükemmel kılan yoktur, yaratılış gayesi doğrultusunda hareket eden var fakat onları bu şekilde yaratan yoktur demek tir. Hangi akıl sahibi bunu kabul edebilir? Elbette hiç bir akıl sahibi bunu kabul etmez.

Bütün bunlar karşısında akıldan mantıktan ilim den nasibi olanlar şu ayeti okumaktan kendilerini ala mazlar:
43
"Yüce olan rabbinin ismini an. O, mahlukâtı ya ratan eşit ve mükemmel kılan, yaratılış gayesine doğru yöneltendir. (El-Ala Suresi, 1-3)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

TESADÜF YANILGISI

Allah'ın varlığını inkâr eden materyalistler:

"Dindarların inandıkları yaratıcı aklın gereği de ğildir. Kâinatta yaratılış, eşitlik, mükemmellik ve hida yette yoktur. Çünkü herhangi bir varlıkta aklın ve ha yatın bulunması mümkündür. Varlıklar arasında bulu nan ince ilgi, akıllara durgunluk veren ölçü vs.ye gelin ce bunlar tesadüf eseridir. Örneğin bir sandıkta bulu nan binlerce harfin milyonda, hatta milyarda bir ihti mal dahi olsa tesadüfen bir araya gelerek güzel bir ma kale, veya şiir oluşturması mümkündür."

Bu iddianın tutarsız olduğu izaha muhtaç olma yacak kadar açıktır. Ancak bir iki madde ile de olsa tu tarsızlıklarını ortaya koyalım.

1. Akıl iki kere ikinin beş olduğunu hiç düşün meden nasıl reddederse tesadüfüde ayni şekilde redde der. Zira o, daha ilk andan itibaren varlıkların ve olay ların bir sebebe bağlı olduklarına inanır. Bu güçlü ve derin şuuru bağışlayan Allah ona, herşeyin bir sebebe bağlı olduğu fikrini de bağışlamıştır.

İlliyyet kanunu denen bu kanunun anlamı şu dur: insan aklı herhangi bir telkin ve öğrenme sözkonusu olmadan var olan herşeyin bir sebebi olduğuna hükmeder. Ona göre, her fiilin bir faili, her eserin bir sahibi vardır. Hiçbir şey sebebsiz olamaz.

Bu durumu çocuklar üzerinde açıkça görmemiz mümkündür. Bunun en açık delili çocukların etrafında olup biten herşeyin sebebini sormalarıdır. Çocuklar ikna oluncaya kadar bir olayın sebebini, sebebinin sebe bini devamlı sorup dururlar. Bütün bunların nedeni, fıtri aklın herşeyin bir sebebi olduğuna, sebepsiz hiçbir işin olmayacağına inanmasından kaynaklanmaktadır.

Kâinatta bulunan varlıkların varoluş nedenini ve benzeri soruları soran insan oğlu nihayet en önemli so ruyu sorar: Şu muhteşem kâinatı yaratan kimdir?

Ona bu soruyu sorduran en önemli etken illiyet (sebep) kanunudur. Çünkü bu soruyu soran hiçbir in san kâinatın yaratıcısız kendi kendine meydana geldi ğine inanmaz. O halde, kâinatın yaratıcısı kimdir? Şüp hesiz ne ben ne sen ne de bir başkası. Çünkü.bizler güçsüz varlıklarız. Yaratılmayan bir yaratıcıya, aciz ol mayan bir kudret sahibine muhtacız. İşte muhtaç oldu ğunuz bu varlık Allah(cc)tır.

Varlıkların varoluşu Kendinden olmadığına göre onları var eden bir sebep gerekir. Bu sebep hiç şüphesiz varlığı başka bir sebebe bağlı olmayan zattır.

Bu sonuç eski Arapların "Allah'ı nasıl tanıdın" sorusuna verdikleri cevabın ta kendisidir. Onlar bu so ruya şöyle cevap veriyorlardı Devenin pisliği deveyi, ayak izi yürüyeni gösterir de şu burçlarla süslü gökler, şu uçsuz bucaksız yeryüzü, şu dalgalı denizler kendile rini yaratan yüce bir zatın varlığını göstermez mi?"

Bundan dolayı Arapların lisanı üzere inen Kur'an-ı Kerim insanları hidayete çağırmak için onlara şöyle seslenir:

"Develerin nasıl yaratıldığına, göklerin nasıl yük seltildiğine, dağların nasıl dikildiğine yerin nasıl yayıl dığına bakmıyorlar mı?" (Gaşiye Suresi, 17-20)

Şu alemin yaratılışı bize Allah'a imanın aklen za ruri olduğunu gösterir. İnanmayanların Kur'an'da zik redilen şu soruları cevaplamaları gerekir.

45
"Yoksa (şu kâinatı) onlar mı yoktan var etti? Yoksa onlar yaratıcı mıdırlar? Yoksa yeri ve gökleri on lar mı yarattı?" (Tur Suresi, 35-36)

Şu kâinatı, ve içinde bulunanları onların yarat madığı açıktır. Yeri ve gökleri ne onlar ne de onların dı şındakiler yaratmadılar. O halde kâinatın yaratıcısı kimdir?

Bu sorunun tek bir cevabı vardır. Bu cevap; eski Arapların söylediği gibi dış etkilerden kurtulup nefsi ile başbaşa kalan her aklı başında insanın vereceği ce vaptır.

"Andolsun ki onlara "gökleri ve yeri kim yarattı? güneşi ve ayı kim emrine amade kıldı?" diye sorsan el bette "Allah" derler." (Ankebut Suresi, 61)

"Andolsun ki onlara "Gökten su indirip onunla öldükten sonra yeri canlandıran kimdir?" diye sorsan elbette "Allah" derler." (Ankebut Suresi, 63)

Bugünkü bilim otoritelerinin cevabı da aynen böyledir. Nitekim onlardan biri şöyle diyor "İlim, şu kâinatın ebedi olamayacağını açıkça ortaya koymuştur. İlim yalnızca şu alemin başlangıcının olduğunu isbatla kalmamış, bilakis onun bir kerede yaratıldığında isbatlamıştır. İlmin verilerine inanan herkesin, bu alemin yaratıldığına da inanması gerekir. Yaratılan hiçbir şey yaratıcısız olmadığına göre, kâinatın da bir yaratıcısı vardır. O da Allah'tır.

2. İlmin son verileri; kâinatın tesadüfen meydana geldiği fikrine kapılarını tamamen kapamıştır. Örneğin matematik ilminin verilerine göre kâinatın veya onun içinde bulunan herhangi bir varlığın tesadüfen meyda na gelme olasılığı sıfırdır.

1. K. Murisun bunu basit bir deney vasıtasıyla şöyle dile getirmektedir:

46
"Üzerinde 1'den 10'a kadar rakamlar bulunan on tane marka veya benzeri birşey alıp bunları cebinize koyun. Ve iyice karıştırın daha sonra cebinize koydu ğunuz bu rakamları cebinizden tek tek çıkarın. Bunu yaparken sayıları 1'den 10 doğru dizmeye çalışın. Bu kezde üzerinde 1'den 100'e kadar sayılar alarak cebini ze koyun ve bunları da sıra ile çekin kaç çekişte hiç fire vermeden 1'den 100 kadar olan sayıları tesadüfen dize bilirsiniz? Bu sayıyı 1.den 1.000.000 kadar çıkardığı mızda hala sayıları peşpeşe 1'den 1.000.000 kadar tesa düfen dizebileceğinize inanıyor musunuz?"

Aynı alim devamla şunları söylemektedir. 99'u si yah biri beyaz olan 100 tane parça alıp cebimize koya lım. Sonra bunları karıştıralım. Sonra bir tanesini çeke lim çektiğimiz bu parçanın beyaz çıkma ihtimali yüzde birdir. Çıkardığımız parçayı tekrar geri cebimize ata lım, tekrar bir parça çekip aldığımızda bunun beyaz ol ma ihtimali yine yüzde birdir.

Bu beyaz parçanın iki kez peşpeşe çıkma ihtimali ise onbinde birdir. (100x100). Beyaz parçanın üç kez peşpeşe gelme ihtimali ise milyonda birdir. (100x10.000)."

Bu örnek bize kâinatta tekrar tekrar meydana ge len milyonlarca olayın körbir tesadüfe bağlanamayacağı nı açık bir şekilde göstermektedir. Şu eşsiz kâinatı ve onun içinde bulunan milyarlarca varlığı ve bu varlıkların düzenini, birbiri ile uyumunu, yerli yerinde oluşunu... kör bir tesadüfe bağlamak gafletten de öte ahmaklıktır.

Örneklerini sunduğumuz matematiksel mantık bize materyalistlerin "Sandığın içinde bulunan harfleri çektiğimizde ondan güzel bir söz çıkması milyonda bir de olsa ihtimal dahilindedir" iddialarının boş bir iddia olduğunu göstermiştir.
47
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

AHLAK DELiLİ


Allah'ın varlığının delillerinden biri de, büyük alman düşünürü Emanuel Kant'ın ortaya koyduğu, insan merkezli "Ahlak delili"dir.

Bu delilin özü şudur: Yaratılış, eşitlik, mükem mellik, hidayet delilleri her ne kadarda bunları yaratan herşeye kadir olan bir zatın varlığını kabul etmeyi gerektirse de, bu özellikler onun; insanoğlunun ibadet için kendisine yöneldiği, sevdiği, hamdettiği, tazim et tiği, hayır ve nimetlerin kendisinden sadır olduğu bir ilah olmasını gerektirmez.

Bilakis, bu özelliklere sahip bir ilahın varlığını, insanın içinde bulunan "Ahlak delili" gösterir.

Kâinatta hak ölçüsü olmasaydı insanoğlu "hak ölçüsünü" hiç kendisine şiar edinerek, kendi için bağ layıcı kabul edermiydi. Hiç düşündünüz mü, hoşlan madığı bir görevi, nefsin hoşlandığı şeylerden üstün tutma duygusu, insana nerden geldi?

İnsanda bulunan bu ahlakî anlayışı onun nefsine yerleştiren, onun hayat tarzını, toplumsal kuralları dü zenleyen, hayrın, rahmetin, güzelliğin kaynağı olan bir zat vardır. İşte bu zat Allah'ın ta kendisidir.

Bahsedilen bu delile Kur'an şöyle işaret etmektedir:
"Herbir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona kötülüğü, ve o kötülükten sakınmayı ilham edene..." (Şems Suresi, 7-8)

Şehvet ve kötülüklere karşı takvanın nefse ilham edilmesi "Ahlak deliline" işarettir.

Bazı kişiler bu delile karşı çıkarak Ahlakın, vic danın ve görev şuurunun toplumsal adetlerden kay naklandığını zamanla kişilerin kalbinde yerleştiğini sa vunurlar.

Halbuki bu iddiada bulunanlar ahlakın ortaya çı kışının sosyal adetlerle açıklanamayacağını gözardı ederler. Sosyal adetlerin görülenin tekrarından ibaret olduğu herkesin malumudur. Biri onlara "sosyal adet ler" niçin çıkmıştır diye sorsa:

"Toplumsal ihtiyaçlardan doğmuştur" derler.

Peki kişinin genel toplumsal ihtiyaçlarını ferdi ihtiyaçlarına ve isteklerine tercih etmesinin nedeni ne dir? Şüphesiz bunun nedeni inkâr ettikleri Allah'ın in sana verdiği hak ölçüsünden başka birşey değildir.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

VAHİY DELİLİ


Allah'ın varlığının delillerinden biri de Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gönderilen peygam berlerin davetleridir. Bütün peygamberler kavimlerini Allah'a inanmaya tağutları reddetmeye çağırmıştır.

Ancak bu güzel davetlerle kavimleri arasına az gın zorbalar girerek onların davetlerine engel olmak is temişlerdir. Allah'ın inkâr eden bu insanlar, peygam berlerinde Allah tarafından gönderildiğini inkâra kalkı şınca Allah, Peygamberinin doğruluklarını isbat etmek için onları açık ayetler ve mucizelerle desteklemiştir. Onlara verilen bu mucizeler muarızların sesini kesmiş tir. Davetin sonucunda hakka değer verenler inanmış, inatçılar ve mütekebbirler ise zulümlerinden ve kibirle rinden dolayı inkâr etmişlerdir.

Peygamberi destekleyen bu ayetlerin en açığı şu dur: Allah'ın elçileri, zayıflıklarına, çevrelerinin azlığı na, düşmanlarının ise çokluğuna ve kuvvetli olmaları na rağmen düşmanlarına karşı devamlı Allah'ın yardı mına mazhar olmuşlardır. Bu yardım sayesinde düş manlarını yenmiş, dinlerini yaymış arkalarında kendi ne tabi olan bir ümmet bırakmış ve bu sayede gönüllere taht kurmuşlardır.

En muhteşem mucize Allah Resulüne (s) gönde rilen Kitaptır. Birbiri ardı sıra gelen gece ve gündüz da hi, her ayeti bir mucize olan eşsiz kitabın yerini tuta maz. O, içinde hiçbir batıl bulunmayan Kuranı Kerim dir. Bu mucize kitab yalnızca Allah Resulü (sas)'nin peygamberliğine değil Allah'ın (cc) varlığına, ilmine, hikmetine, sıfatlarına da delalet eder. ilim ilerledikçe alimler, Kur'anın esrarını, ondaki hazineleri, şüphe edenlerin bütün şüpheleri giderecek, müminlerin ima nını artıracak şekilde ortaya koymuşlardır.

Nitekim bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
"Biz onlara gerek kendi nefislerindeki gerekse afaktaki ayetlerimizi göstereceğiz. Ve nihayet onun hak olduğu apaçık ortaya çıkacaktır." (Fussilet Suresi, 53)

Semavi risalet Allah'ın varlığına, birliğine, ve ke maline delalet eden önemli delillerden biridir. Allah kullarına karşı çok merhametli olduğundan dolayı on lara fıtri ve akli delillerin yanısıra kendi vücutlarında ve kâinatta pekçok deliller göstermiştir. Bununla da kalmayıp peygamberler göndererek insanları aziz ve hamid olan Allah'ın dinine çağırmıştır.

Farklı zamanlarda çeşitli milletlere gönderilen bu kadar çok kamil insanın mevcut olmayan bir ilahın el çisi olduğunu iddia etmelerini hiçbir aklı selim kabul etmez.

Bir an böyle olduğunu farzedelim. Peki fakir, za yıf, yardımcısız olan bu insanlar, güçlü düşmanlarına karşı nasıl zafer kazandılar. Adetlere muhalif olan mu cizeleri nasıl gösterdiler. Bu mucizelerin en büyüğü ve ebedisi olan Kur'anı Kerimi nasıl yazdılar.

Kur'anı, ve ondan önce inen tevratı, incili kim indirdi dersin?
50
"Allah (cc) de, sonra onları daldıkları şeylerle başbaşa bırak eğlensinler." (Enam Suresi
, 91)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

TARİHİ DELİL

Yaratılış, ahlak, fıtrat, vahiy delilinden başka bir de "tarihi delil" vardır.

insanlık tarihi boyunca sıcak, soğuk bütün ik limlerde, farklı renklerde fakir, zengin bütün insanlar farklı şekillerde de olsa her zaman Allah'a inanmışlar dır. Kitabın başında çeşitli ilim adamlarından da alıntı lar yaparak belirttiğimiz gibi medeniyete sahip bütün toplumlarda din her zaman var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Tarih boyunca belki sanatsız, ilimsiz, felsefesiz milletler olmuştur. Ancak dinsiz bir millet as la olmamıştır.

Tarih boyunca her milletin inandığı ibadet ve ta zim ettiği bir ilah olmuştur. Bu inanç onlann ahlakına yaşantılarına kadar tesir etmiştir. Sorarım sana beşeri yet tarihi boyunca bütün insanlığın birleştiği bir şey nasıl batıl olabilir.

Düşünceye, tarihi verilere ve akla saygı duyan her insan, belirttiğimiz bu tarihi birliği Allah'ın varlığı nı destekleyen delil olarak kabul eder.

Bazı insanların hatta çoğunun yanlış ilah tasav vuru hakikate gölge düşürmez bilakis bu hakikati des tekler çünkü insanlardaki aşırı ilah şuuru, onları pek çok ilaha inanmaya, itibar ettekleri kişilere ilahtık vasfı vermeye götürmüştür. Yahut itibar ettikleri bu insan larda, ilahi sıfatların tecelli ettiği gibi bir çok yanlış dü şüncelere sapmışlardır. Bundan dolayı peygamberlerin en önemli görevleri bu sapmaları düzeltmek, sapanla rın inançlarını doğrultmak, onları putculuk ve hurafe lerden kurtarmak olmuştur.
51
Kur'an'ın bizi yeryüzünde gezmeye, burda yaşa yan insanların tarihini görmeye, geçmişteki hak ile ba tıl mücadelesinden ibret almaya, orda bulunan eserleri Kalb gözü ile incelemeye teşvik etmesinde, elbette bü yük hikmetler vardır.

"Onlar kendilerinden önce geçen milletlerin akibetlerini görmek için yeryüzünde dolaşmazlar mı?" (Muhammed Suresi, 10)

"De ki: Yeryüzünü dolaşarak yalancıların sonları nın nasıl olduğunu görün." (Enam Suresi, 11)
"Yeryüzünde hiç gezib dolaşmadılar mı ki bu sa yede düşünecek kalplere, işitecek kulaklara sahip ol sunlar. Şüphesiz gözler kör olmaz, ancak göğüslerdeki kalpler kör olur." (Hacc Suresi, 46)

Bütün tarihi tecrübeler Allah'ın varlığına imanın, doğru bir hareket olduğuna ve bu imanın insanın zaru ri ihtiyaçları arasında bulunduğuna şehadet etmektedir. İman, ferdin kötülüklerden arınarak, mutlu olması için zaruri olduğu gibi, toplumun devamı ve gelişmesi için de zaruridir.

Ustad Akkad;
"Bütün tarihi olaylar ve tarihi tecrübeler bize di nin gerçek olduğunu gösteriyor. Hiç kimse herhangi bir toplumun dini inançlardan soyutlanabileceğini, fer din toplumla ilgi kurarken dini bir kenara itebileceğini iddia edemez."

"Tarih bize toplumsal hareketlerin en önemli amilinin din olduğunu söyler.

"Din amili ne ırk, ne vatan, ne adet, ne ahlak ne de Kanun amili ile kıyaslanamayacak kadar güçlü-dür.Bilakis kişiyi vatana topluma, ırka bağlayan en önemli faktör dindir."
52
"Kişi ile din arasındaki ilgi başka hiçbir bağa ih tiyaç göstermeyecek kadar güçlüdür. O, çok geniş bir alana yayılmıştır. Gizli, açık, zahir, batın geçmiş gele cek sonsuza kadar hep o vardır.
Dinin gerçekliğini, dindar bir cemaat ile dini bağları zayıf olan bir cemaati incelemek sureti ile anla mak mümkündür."

"Yahut dindar ve istikamet sahibi biri ile dinden uzak olan birini karşılaştırmak suretiyle anlamamız da mümkündür.

Zira dindar cemaat ile dinden uzak cemaat ara sındaki fark veya sahih imana sahip kişi ile inançsız ki şi arasındaki fark meyve veren ağaçla kökleri kurumuş ağaç arasındaki fark gibidir.
Kalbi hayat olmadığı halde, güçlü olan kişi na dirdir. Bilakis güçlü görünen kişiler de güçlü değildir. Zira onların kalplerini iman değil imansızlık ve şaşkın lık işgal etmiştir. (1)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH ÎLE İNSAN ARASINDAKİ PERDELER

Biri kalkıp dese ki:
Allah'ın varlığına dair deliller bu kadar açık ve güçlü ise bazı kişiler neden Allah'ı inkâr etmektedir? Bu kişiler Kur'an'ın da ifade ettiği gibi şöyle derler:
"Ancak bu dünya hayatı vardır. Yaşarız ve ölü rüz. Bizi ancak zaman öldürür." (Casiye Suresi, 24)
Bu sorunun cevabı şudur: Allah'ı tanımak ve ona inanmak ile bazı insanlar arasında, çok kalın perdeler vardır. Ancak bu perdeler yaratılıştan var olan perdeler değil, insanın sonradan kazandığı perdelerdir. Bu per deleri şöylece sıralamamız mümkündür:
(1) İslam akaidi 15-16
53
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

1. HİSSİYATI AŞAMAMAK


İlk perde madde ve çocukların bulunduğu beş duyu dairesini aşıp diğer şeyleri tanıyamamaktır.
Bu insanlar akıl ve düşünce yönünden çocuklara benzerler.

Çünkü bunlar şöyle derler: "Eğer müminlerin dediği gibi Allah (cc) var olsaydı bizim onu gözleri mizle görüp, duyularımızla hissetmemiz gerekirdi. Ni tekim diğer varlıkların var olduklarını duyularımızla kavrayabiliyoruz. O halde, görmediğimiz bir ilaha nasıl inanırız.

Bu iddiaya cevap olarak deriz ki varlıkların, yal nız beş duyu ile kavranabilmesi doğru değildir. Görül meyen, hissedilmeyen nice varlık vardır. Tıpkı insanın öğrenme yolu beş duyu ile sınırlanamayacağı gibi, var lıkların bilinmesi de beş duyu ile sınırlanamaz. Zira in san görme ve his yolu ile birşeyler öğrenebildiği gibi akıl, fıtrat, düşünce, basiret ve ilham gibi hislerin dışın daki daha pek çok vasıta ile de ilim elde edilebilir.

Astronomi alimleri dünyadan milyonlarca ışık yı lı uzak olan yıldızların varlığını tesbit etmişlerdir. Yal nızca tesbitle de kalmayıp onların büyüklüklerini ve nasıl hareket ettiklerini de öğrenmişlerdir. Bu alimlerin yıldızların varlığını onları görmeden, onlara dokunma dan yalnızca rakamlara dayanarak matematiksel man tıkla kabul etmeleri doğru mudur. Doğruysa neye daya narak kabul etmektedirler.

Bu sorunun cevabı gayet açıktır: Astronomi alimleri bahsedilen yıldızların varlı ğını basit ama doğru bir mantığa dayanarak kabul et mektedirler. Bu mantık, "Her eserin bir müessiri (ya pımcısı) vardır" mantığıdır. Onlar, çok uzakta bulunan-yıldızları yalnızca eserleri ile tanımışlardır. Tabiat alim leri de aynı yolu takip etmiyorlar mı? Örneğin onlarda atomu kabul ederken kütle ve güç kanununa dayana-
54
rak kabul ederler. Elektronik aletlerinin bu kadar çok gelişmesine rağmen bilim adamları bu güne kadar hala atomu net olarak görebilmiş değillerdir. Onların gördü ğü, yalnızca karartıdan ibarettir. İnkarcıların mantığını anlamak gerçekten mümkün değildir. Onlar, Allah'ın dışında her hangi bir varlık söz konusu olduğunda, eserden hareketle müessirin varlığını kabul ederler. An cak Allah'ın varlığının kabulü söz konusu olunca bah sedilen mantık kurallarını hiç düşünmeden reddeder ler.

Araştırmacı Doktor Dinevi konu ile ilgili şu mutalada bulunuyor:

"Zeki ve iyi niyetli pekçok insan, idrak edileme yeceğinden dolayı Allah'ın (cc) varlığına inanılmayacağını sanırlar. Halbuki ilim aşkı ile dolup taşan insanın, Allah'ı tıpkı elektiriği algıladığı gibi algılaması gerekir. Bunun dışındaki düşünceler yanlıştır. Elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz halde eserinden dolayı elektriğin varlığını nasıl kabul ediyorsak, Allah (cc)ın varlı ğını da öylece kabul etmemiz gerekir.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

2. GAFLET

Allah'ın (cc) varlığını kabul etmeye engel olan ikinci perde ise gaflet perdesidir. Bu gaflet perdesi bazı insanların düşüncelerini yamuklaştırmış, kalplerini yozlaştırmış, anlayışlarını yok etmiştir. Artık bu tür in sanların bütün işi hayvanlar gibi yalnızca midelerini doldurmak, şehevi arzularını tatmin etmek olmuştur. Bunlar cehennem odunlarının kendileridir. Yüce Allah (cc) böyleleri hakkında şöyle buyurur.

"Şüphesiz cehennemi insan ve cinlerle doldura cağız. Onların kalpleri vardır. Fakat anlamazlar. Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar. Onlar
55
hayvanlar gibidir. Bilakis onlardan daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. (Araf Suresi, 179)
Elbette hayvandan daha aşağıdırlar. Çünkü onla ra akıl ve idrak gibi büyük nimetler verilmemiştir. Gö revleri doğrultusunda yaratılan hayvanlarsa bu görevle rinin dışına çıkmazlar. Halbuki yaratılış gayesini unu tan yeryüzünün halifesi olduğundan gafil olan insan bayağılaşmakta, hayvandan da aşağı olmaktadır.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

3. TAKLİD


Üçüncü perde ise, insan şahsiyetini yok eden ve onu başkasının aklı ile düşünür hale getiren, taklit has talığıdır. Bu tür insanlar hangi toplumda yaşarlarsa ya şasınlar, nefislerinin yularını toplumun eline vererek zillet içinde köle gibi yaşarlar.

Toplum neye inanıyorsa, bunlar da ona inanır. Toplum neyi inkâr ediyorsa, bun lar da onu inkâr ederler. Bazı insanlar da babalarının, atalarının yolunu takib ederler. Bazıları ise liderlerini öğretmenlerini, taklit ederler. Bunların herbiri taklid perdesinin çeşitli yelpazeleridir. Bu perdeler çoğu kez Allah'a iman ile insan arasına girerek onun Allah'a inanmasını engellerler. Bunun içindir ki Kur'an taklit çilerin durumunu tasvir ederek şöyle buyurur:

"Onlara, Allah'ın indirdiğine iman edin dendi ğinde; "Biz atalarımızdan gördüğümüze tabi oluruz" derler. Ataları akıl erdirememiş, sapıtmış olsalarda mı (onlara uyacaklar) kâfirlerin misali, köpeklerin ürmeleri gibidir, konuşmalarından ancak bir ses, bir gürültü duyulur. Onlar kör, sağır ve dilsizdirler. Onlar akıl er diremezler" (Bakara Suresi, 170-171)

Allah (c.c.) mukallidlerle liderlerinin ilişkilerini bize şöyle tasvir etmektedir:
56
"O zaman liderler kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşacaklardır. (Hepsi) o azabı görmüşlerdir. Arala rındaki iplerde parçalanıp kopmuştur. Tabi olanlar "Keşke geriye dönebilseydik de onlar bizden uzaklaştı ğı gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık" derler" (Bakara Suresi, 165-166)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

4. GURUR


Dördüncü perde, perdelerin en kalını olan gurur ve inat perdesidir. Şüphesiz yaratılış, fıtrat, vahiy, tarih delilleri ve bunların dışındaki pekçok delilin adeta haykırması hakikati duymamak için kulaklarını tıkayan gururlu insanlara ulaşamaz.

Bunlar yalnızca kulaklarını tıkamakla kalmayıp, hakikat nurlarını görmemek için gözlerini, hidayet ışınlarını algılamamak için Kalpleri ni, sıkı sıkıya kaparlar. Bunlar anlamak için değil karış tırmak için, ikna olmak için değil galib gelmek için mücadele ederler. Bu insanlar tıpkı Allah'ın vasfettiği gibidirler:

"Bazı insanlar bilgisiz olarak Allah (cc) hakkında mücadele ederler. Onların yanında ne bir hidayet kay nağı ne de aydınlatıcı bir kitap vardır. Onlar, Allah yo lundan saptırmak için (gururlarından) eğilip bükülerek Allah hakkında kavga eder dururlar.

Mutaassıb ve inatçı kişilere bin tane delil dahi gösterilse yine de ikna olmazlar. Delili bizzat gözleri ile görseler, elleri ile tutsalar duyuları ile idrak etseler bile yine de gerçeği kabul etmezler. Nitekim Mekkeli müş rikler, Allah Resulünden Peygamberliğini isbat için kendilerine gökten bir mektup getirmesini veya birlikte göğe melekut alemine çıkmayı teklif etmişlerdir.

Ancak Kuran onların inatlarından, ve şımarıklıklarından kay naklanan bu isteklerini reddetmiştir.
57
"Sana bir kitap göndersek onlarda bunu elleri ile tutsalar dahi yine de "Bu apaçık bir sihirdir" derler." (Enam Suresi, 7)

"Onlara gökten bir kapı açsak onlar da buradan yukarı çıksalar dahi yine de "Gözlerimiz döndürüldü. Belki de biz büyülenenlerdeniz" diyeceklerdir." (El-Hicr Suresi, 14-15)
Ayette de açıkça belirtildiği üzere inatçı kişiler, inkâr ettikleri şeyleri elleri ile de tutsalar gözleri ile de görseler yine de inkâr etmek için bir neden bulurlar. Yüce rabbimiz onlar hakkında ne güzel buyurmaktadır:

"De ki "Göklerde ve yerde neler var bakın" Fa kat, bu kadar çok olan ayetler, inzarlar, iman etmeye cek olan topluluğa fayda vermez." (Yunus Suresi, 101)

Yüce rabbimiz kişinin nefsinde ve afakta bulu nan delilleri yalnızca akıl ve kalb sahiplerine sunmuş tur:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündü zün değişmesinde akıl sahipleri için deliller vardır." (Ali İmran Suresi, 190) Diğer ayetlerde ise "Onda dü şünen, işiten, dinleyen kişiler için deliller vardır" buyrulmaktadır.

Yüce Allah'ın bu şekilde hitap etmesi inatçıların düşünmeyeceklerini, dinlemeyeceklerini, akıl erdirme ye çalışmayacaklarını bildiği içindir.

"Şüphesiz bunda aklı olan, Kalbi bulunan, dinle yen kişiler için ibretler vardır." (Kaf Suresi, 37)
Aklı donuklaşan kalbi taşlaşan inkârında direnen kişilere bin delil dahi sunulsa yine de ikna olmazlar. Halbuki ikna olmaya müsait olan kişiyi yerde ve gök lerde ne varsa herşey ikna eder. Yine de hidayet Al lah'tandır. O dilediğine hidayet eder.
58
Hayret Allah'a nasıl isyan edilebilir.
inkarcı O'nu nasıl inkâr edebilir.
Her hareketin sahibi O'dur.
Her sükunetin sahibi O'dur.
Herşeyde O'nun varlığını gösteren delil varken
Kişi O'nu nasıl inkâr edebilir.
59
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Allah'ın Varlığı ve Tevhid'in Hakikati

Mesaj gönderen MINA »

ALLAH İNANCI İNANÇ ESASLARININ TEMELİDİR


Kendisine ibadet ve itaat edilmeye layık yegane güç ve irade sahibi olan yüce Allah'a iman, bütün dinlerin ru hu olduğu gibi islamın da ruhudur. Kitabullahın ve sünnetinde belirttiği gibi bu inanç bütün islam inancı nın temelidir.

Kur'an-ı Kerim; imanın temel esaslarından ve onunla ilgili hususlardan bahsederken, Allah'a imanı herşeyin esası kabul eder.
"Resuller ve müminler, Rabbi tarafından kendisi ne indirilene iman ettiler. Onlardan her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler." (Bakara Suresi, 285)
"Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, ki taplara, peygamberlere inananların iyiliğidir." (Bakara Suresi, 177)

"Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kita ba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manası ile sapmıştır." (Nisa Suresi, 136)
Allah Resulü (sav) ise meşhur Cibril hadisinde, bu husustaki soruya cevap olarak şöyle buyurmuştur.
61
"İman: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygam berlerine, kıyamet gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmaya denir."

Allah'a iman asıldır. Diğer inanç esasları ona ta bidir. O halde kişi ilk önce yüce Allah'a (cc) inanır. Da ha sonra meleklerine, peygamberlerine, ahiret gününe kader ve kazaya inanır. Bütün bunlara iman Allah'a inanmanın bir gereğidir. Allah'a iman bunların temeli dir. Peygamberi gönderene inanmadan peygambere iman, hesap görene inanmadan hesap gününe iman el bette düşünülmez.

Allah'a (cc) iman onun varlığına imanı, onun varlığına iman ise onun rabliğine ve yüceliğine imanı gerektirir.


Yine bu inanç kendisine layık olan sıfatlarla sıfat lanıp her türlü eksiklikten uzak olduğunu ortaya ko yan güzel isimlerine ve ulvi sıfatlarına inanmayı gerek tirir.
Geçen derslerimizden ortaya çıkan sonuç şudur.

Allah'ın varlığı, kendisinde hiçbir şüphe bulun mayan bir gerçektir. Bilakis, Fıtratı selimenin şahit ol duğu en açık hakikattir. Akıllı kişiler bu hakikati he men kabul ederler, ilimde derinlik sahipleri ise, nefis lerinde ve dış alemde gördükleri harikalar ve ve Akılla ra durgunluk veren düzenden dolayı bunu ilmen des teklerler.

Bu büyük hakikate elbette, bazı kişilerin inkârı yüzünden gölge düşmez. Zira bu kişilerden bir kısmı, Allah inancına ait bilgilerden yoksundur. Diğer bir kıs mının ise fıtratları bozulmuştur. Bazıları da, akli ve ilmi inatları yüzünden Allah'ı inkâr ederler.
Gerçek şu ki, islami söylev, Allah (cc)'ın varlığı hususunda yoğunlaşmaz. Çünkü onun varlığı fıtraten
62
bilinir. Bilakis islami söylev, insanların saptığı diğer inançlarda yoğunlaşır. Bahsedilen inanç esaslarının en önemlisi, islam akaidinin özü olan TEVHİD INANCı'dır. Islamın gelmesinin yegane sebebi de varlığı fev kinde olan bir tek ilaha imandan başkası değildir.

Yara tılan her şey onundur. Dönüş onadır. Herşeyin rabbi o olduğu gibi herşeyi programlayan da odur. ibadete, inkâr edilmemeye, şükre, nankörlük edilmemeye, ita ate, isyan edilmemeye yalnızca o layıktır.
"O, size anlatılan Rabbiniz, Allah'tır. Ondan baş ka ilah yoktur. O herşeyin yaratıcısıdır. Öyle ise ona kulluk edin. Herşeyin vekili odur. Gözler onu idrak edemez. Halbuki o gözleri idrak eder. O herşeyi bilen, herşeyden haberdar olandır." (Enam Suresi, 102-103)

Islamın geldiği zaman, dünyada şirkin ayak bas madığı yer kalmamıştı. Arap yarımadasında, İbrahim (as)'ın dinine göre ibadet eden birkaç kişi ile, Kitap eh lini putperestlikle ifsad eden tahrifatın tesirinden kur tulmuş, sayılı birkaç dindardan başka kimse kalmamış tı.

insanlığın o günkü durumunu öğrenmek için, cahili Arapların boğazlarına kadar putçuluğa gömüldü ğünü bilmek yeterlidir. Öyle ki, yıllarca putlardan ko runarak yalnızca Allah'a ibadet edilen kabede ve etra fında, o gün 360 put vardı. Hatta işi o kadar ileri götür düler ki, artık Mekke'deki her evde kendisine ibadet edilen bir put vardı.

İmam Buhari'nin Ebu Reca el-Utaridi'den naklet tiğine göre putçuluk onları çok garip durumlara düşür müştü. Şöyle ki:

"Biz taşlara tapardık. Taptığımız taştan daha gü zelini bulduğumuzda, onu atar, diğerini alırdık. Taş bu lamadığımızda ise, bir avuç toprak alır, bir koyunun
63
yanına gider, koyunun sütünü bu toprak üzerine dö ker, sonra onu da tavaf ederdik."
Bundan daha garip adetleri de vardı. Sefere çık tıklarında, kendilerine hamurdan ilah yapar, yaptıkları bu ilahı yanlarında götürürlerdi. Azıkları bitip de açlık sıkıştırdığında, ilahlarını yemekten başka çare bula mazlardı.

"Sinek onlardan bir şey kapsa onu da geri ala mazlar. İsteyen de aciz, kendisinden istenen de." (Hacc Suresi, 73)

Dünyan diğer bir beldesi olan Hindistan'da ise 6. yy.da 330 milyon ilah vardı.
Hatta semavi dinlerin mensupları dahi putçuluğa dalarak, dinlerinin saflığını kaybedip, onu kirlettiler.

"Yahudiler "Uzeyir Allah'ın (cc) oğludur." Hıris tiyanlar ise "Mesih Allah'ın oğludur." dediler." (Tevbe Suresi, 30)
Mesih Hıristiyanlara göre gerçek bir ilahtı!
Hristiyanların bu durumu, pekçok millet arasın da yaygın olan şirkin değişik bir rengi idi. Onlar, Al lah'tan hariç veya Allahla birlikte kendisine ibadet edi len Allah'ın erkek veya kızçocukları olduğunu kabul ederlerdi. Tıpkı eski Hintliler ve "melekler Allah'ın kız larıdır" diye iddia eden Araplar gibi. Nitekim, onlar hakkında Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona, "Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayalım. "Rahman (olan Allah, Me lekleri) evlat edindi" dediler. Haşa! O, bundan münez zehtir. Bilakis (melekler), ikrama mazhar olmuş kullar dır. Ondan (emir) almadan konuşmazlar; yalnızca onun emri ile hareket ederler." (Enbiya Suresi, 25-26-27)
Bütün bunlardan dolayı, islam var gücü ile ilmi ve ameli olarak, Allah'ın birliğine davete yönelmiştir.

Bununla da kalmayıp, şirkin bütün çeşitleri ile mücadele etmiştir.
"Sizin ilahınız tekbir ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O rahman ve rahimdir." (Bakara Suresi, 163)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“İlim” sayfasına dön