''B''ilimde SEYR!

Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

''B''ilimde SEYR!

Mesaj gönderen Gul »

(B)İLİM İLE GÖRMEK
GÖRMEK


Gözler nasıl görür? Görme işlemi esnasında gözlerden herhangi bir dalganın yayılması söz konusu mu? Bazen bakılan veya dikkat edilen nesne üzerinde bakışların etki yaptığı görülüyor, bu nasıl açıklanır? (İsmet Duman)
Resim
İnsan gözünün bölümleri, yukarıdaki şekilde görülüyor. Işığın göze ilk girdiği yer kornea. Daha sonra “iris” adı verilen pigmentli (renkli) tabakadan geçen ışık, mercek tarafından kırılarak retinaya düşürülüyor. İris burada ayrıca, ışığın şiddetine bağlı olarak gözbebeğinin boyutunu da belirleyerek (tıpkı fotoğraf makinesindeki diyafram gibi), görüşün en net şekilde sağlanabileceği kadar ışığın içeri geçmesine izin veriyor.
Ön ve arka odacıkların içinde bulunan sıvı, hem gözün şeklinin korunmasında hem de ışığın retinaya düzgün şekilde düşürülmesinde (kırılma indisini belirli bir seviyede tutarak) işlev görüyor. Retina, ışığa duyarlı koni ve çomakçık hücrelerini bulunduran ağ tabakaya verilen isim. Bu almaçlar, optik sinir tarafından beyine gönderilmek üzere ışığa tepki oluşturuyor.


Çomakçık hücreleri, esas olarak karanlık-aydınlık değişimlerine ve şekil-hareket algısına karşı duyarlı. Bu nedenle de sadece tek tip ışığa duyarlı pigment taşıyorlar. Koni hücreleri ise, esas olarak renkli görüşten sorumlu ve sadece aydınlıkta işlev görebiliyor. Bu nedenle de, karanlıkta renkleri ayırt edemiyoruz. İnsan retinasında ortalama 120 milyon adet çomakçık hücresi ve ortalama 6 milyon adet de koni hücresi bulunuyor.
Retina üzerinde görüşün en net olduğu yer, fovea veya sarı leke olarak bilinen bölge. Burada sadece koni hücreleri bulunuyor. Retinada hiçbir ışığa duyarlı almaç taşımayan tek bölge ise, kör nokta. Burası, optik sinirlerin bir araya gelerek gözü terk ettikleri nokta ve buraya görüntüsü düşen herhangi bir cisim, algılanamıyor.
Görüş kısaca bu şekilde gerçekleşiyor. Gözde ışığa duyarlı almaçlar tarafından beyine gönderilen sinyaller, görüntü halinde beyinde resmediliyor, biz de bu sayede cisimlerin görüntülerini algılıyoruz.
Bazı insanların, belirli cisimleri bükebilme veya hareket ettirebilme yeteneğine sahip olduğuna dair haberler duyuyoruz. Bilimsel açıdan kabul görmemekle birlikte, bu durumun görüş mekanizmasıyla herhangi bir ilişkisi yok. İnsan vücudunda belirli seviyede bir elektrik enerjisinin üretildiği, yapılan çeşitli testler ve deneylerle kanıtlanmış durumda. Bazı insanlar ise bu enerjiyi doğru şekilde dışa vurmanın ve belirli doğrultuda yönlendirerek kullanabilmenin yolunu bulduklarını iddia ediyorlar. Bu kişiler, söz konusu iddialarında, bakışın belirli bir noktaya odaklanması dahilinde bu noktada bir enerji yoğunluğu oluşturduklarını öne sürüyorlar. Ancak, görüş esnasında gözlerden kesinlikle herhangi bir dalga yayılmıyor. Telekinezi adı altında incelenen veya bahsi geçen bu tarz olayların, metafiziğin konusunu olduğunu, fizik ile veya diğer pozitif bilimlerle herhangi bir ilgisi olmadığını, bu nedenle de bilimsel olarak kabul görmediğini de bir kez daha hatırlatmak isteriz
Deniz Candaş
En son Gul tarafından 16 Ağu 2009, 06:20 tarihinde düzenlendi, toplamda 12 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

GÖZDEKİ MUCİZE
Harun Yahya


HAYVAN GÖZLERİ
Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği daha iyi anlayabilmek için yarattığı canlıları incelemek gerekir. Çünkü Allah'ın sanatı, yarattığı milyonlarca canlı üzerinde sayısız farklı şekillerde tecelli eder. Kuran'da da ifade edildiği gibi bu canlıların varlığı müminler için bir ibret (ders) kaynağıdır:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır. (Nahl Suresi, 66)

360 Derecelik Görüş

Resim

Karasineğin gözü 4.000 küçük ve basit gözden (ommatid) oluşur. Karasinek bu gözleri oynatma yeteneğine de sahiptir. Her ommatidin yüzü farklı bir yöne dönük olduğu için, önünü, arkasını, sağını, solunu, üstünü ve altını görebilir. Yani 360 derecelik bir açıyla çevresini algılayabilir.

Her ommatid kendi yönüne gelen ışığı kapar ve ışığı kendi mercekleri ve hücrelerine işler. Bu gözlerin her birinin 8 duyu hücresi vardır. Karasineğin iki gözündeki toplam duyu hücresi sayısı ise yaklaşık 48.000 kadardır. Bu sayede sineğin gözü saniyede 100 görüntü algılayabilir ve bu açıdan insandan 10 kat daha üstündür.

Sineğin beynine saniyenin onda biri gibi bir süre içinde 48.000 bilgi ulaşır. Bu bilgi beynin üçte ikisini oluşturan optik sinir merkezinde değerlendirilir.

Günlük hayatta her an insanın karşısına çıkabilen ve insanlar tarafından son derece basit yapılı zannedilen sinekler işte böyle bir sistem sayesinde görürler.

56.000 Gözlü Böcek
Resim

Hayvanlar alemindeki en çok göze sahip olan hayvan kız böceğidir. Her gözde yirmisekiz bin adet küçük gözcük bulunur. Tam şekil olarak oniki metre uzaklığa kadar net görüş alanı vardır.

Yirmi metreye kadar da hareketleri seçebilir.

Küçücük bir böcekte 56.000 göz, her gözün merceği, her merceğin ışığı düşürdüğü retina, retinadan çıkan binlerce sinir ve bu sinirlerden gelen sinyallerin değerlendirildiği merkezi sinir sistemi... Bütün bunların sonucunda bir sineğin bir şeyler görmesi ve bu görüntüyü değerlendirmesi...

Sadece tek bir gözün oluşması, bu gözün bağlantı yaptığı bir tek sinir hücresinin bulunması, bu tek sinyalin değerlendirilebilmesi bile başlı başına bir mucize olurdu.

Buna karşın, muhteşem bir yaratılış sonucunda 56.000 göz, bu gözlerin bağlantıları, ve uyum içinde çalışmaları söz konusudur. Bütün bunların açıklaması ise ancak tek bir kelime ile yapılabilir, yaratılış.

Yengeç
Yengecin uzun duyargalarının üzerinde iki gözü vardır. Bunlar küçük periskoplar gibidir. Bir yengeç kumun altında saklanıyor bile olsa bu gözler sayesinde üst tarafta neler olduğunu rahatlıkla görebilir. Tehlike anında bu iki gözü iyice içeri alır, sonra tehlike uzaklaşınca tekrar yüzeye çıkarır.

Kedi Gözü
Resim

Kedi Gözü
Kedilerin gözlerinde insanlarda bulunmayan bir tabaka vardır. Retinanın hemen arkasında bulunan bu tabaka ışığı yansıtır. Katmana düşen ışık geri yansıtıldığından retinadan iki kere ışık geçmiş olur.

Böylece kediler çok az ışıkta, insan gözünün göremeyeceği çok karanlık ortamlarda bile gayet iyi görürler. Karanlıkta ışık tutulduğunda kedilerin gözlerinin parlamasının nedeni bu katmandır. Katmanın yapısı ışığı yansıtan tapetum lucidum kristallerinden oluşmuştur.

Geceleri göz kapakları iyice açılır, böylece göze fazla ışık girmesi sağlanır. Kedilerin karanlıkta iyi görmelerinin bir başka sebebi de retinalarında koni hücrelerinden çok çubuk hücrelerinin bulunmasıdır.

Bu sayede özellikle vahşi kediler geceleri rahatlıkla avlanabilirler.

Köpeklerin dünyaları insanlarınkinden çok farklıdır. Çoğu kimse köpeklerin de tıpkı insanlar gibi gördüklerini sanır. Oysa köpeklerin dünyası siyah-beyazdır. Gözler sadece bir ışık alıcısı görevi yaparlar, ışığı algılayacak koni hücreleri yoktur.

Dış dünyanın görüntüsü ağtabaka üzerinde oluşur ve tıpkı insanda olduğu gibi, ağtabakadan geçen ışık verileri, köpeğin beynindeki görme alanına kaydedilir. İnsanla köpeğin görme şeması, bu noktaya kadar aynıdır, fakat bundan sonra durum tamamiyle değişir.

Çünkü köpeğin beynindeki çağrışım alanı yetersizdir. Bu yüzden görsel bildirilerin bir köpek beyninde nasıl işlenip değerlendirildiği açıklanamaz. Hayvan bu bildirileri gereğince değerlendirip kullanabilir, fakat beyninde yaşadığı ortamın bir benzerini kuramaz.

Nitekim sahibinin fotoğrafı karşısında, hatta sahibinin görüntüsü bir ekrana yansıtıldığı zaman köpek bir tepki vermez.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »


'B'ilim ile HAYYat


FOTOSENTEZ

Fotosenteze katılan karbondioksit, su gibi elemanların ışık enerjisi ile birleşmesi sonucunda oksijen, glikoz gibi yan ürünler çıkar.

Organik besinlere kimyasal enerjinin depolanması “yeryüzünün en önemli enerji dönüşümü olayı olan fotosentezle” sağlanmaktadır.

Biyosferin esas kaynağı güneştir. Dünyamıza bol miktarda ulaşan ışık enerjisi, fotosentez olayıyla organik besinlerdeki kimyasal bağ enerjisine dönüştürülmektedir.

Fotosentez sırasında bitki, ışık enerjisini yapraklarındaki özel moleküllerin yardımıyla yakalar ve bu enerjiyi karbondioksit ve sudan glikoz yapmak için kullanır.

Fotosentez yalnızca bitkinin gereksinimleri için değil, doğadaki öteki canlılar için de çok önemli bir işlemdir.


Resim

Fotosentezin genel tepkimesi şu şekildedir.

6CO2 + 12H2O + ışık→ C6H12O6 + 6O2 + 6H2O

Güneş ışığının tutulabilmesi için klorofil gereklidir. Yani klorofili olamayan hücreler fotosentez yapamazlar.


Resim

FOTOSENTEZ HIZINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Fotosentezde etkili olan her faktör fotosentez hızını az ya da çok etkilemektedir.

Her faktör fotosentezde sınırlayıcı olabilir.


1) IŞIK FAKTÖRÜ

Işık olmadan fotosentez olmaz. Bu yüzden fotosentez en çok gündüz yapılır.

Işık fotosentez hızına iki şekilde etki eder.

a) Işık şiddeti: Genelde ışık şiddeti arttıkça fotosentez hızı da artar.

b) Işık çeşidi(dalga boyu): Fotosentez en az yeşil ışıkta olur. Çünkü bitkiler yeşil ışığın çoğunu yansıtırlar. Bu yüzden yeşil görünürler. En hızlı fotosentez ise mor ve kırmızı ışıkta olmaktadır

Yapraklar bize yeşil gibi görünürler, çünkü yeşil ışık klorofil vasıtasıyla iletilir ya da yansıtılır.


2) CO2 KONSANTRASYONU

CO2 fotosentezde kullanılan esas ham madde olduğundan ortamdaki miktarının artması fotosentez hızını da artırır.

3) SICAKLIK

Fotosentezin karanlık devre reaksiyonları enzimlerle gerçekleştiğinden fotosentez hızı sıcaklıkla değişir.

Yüksek sıcaklık enzimlerin yapısını bozacağından fotosentezi olumsuz etkiler.


4) SU VE MİNERALLERİN MİKTARI

Fotosentezde kullanıldıkları için fotosentez hızında küçük değişmelere sebep olur.

Su miktarı en çok terlemeye etki eder.


5) KALITSAL FAKTÖRLER

Daha çok bitkinin kalıtsal yapısından kaynaklanan kloroplast sayısı, klorofil miktarı, stoma sayısı ve yeri, kütikula tabakasının kalınlığı, yaprak yüzeyinin genişliği gibi faktörler de fotosentez hızını etkiler. Bunlar olumlu olursa fotosentez daha hızlıdır

FOTOSENTEZİN CANLILAR İÇİN ÖNEMİ

Bitkiler fotosentez sonucunda oluşturdukları besini köklerinde, gövdelerinde ya da meyvelerinde depolarlar. Bizler enerjiyi doğrudan bitkinin kendisini ya da bitkiden elde edilmiş bir ürünü yiyerek elde ederiz.
Örneğin; havuç, patates, ıspanak, elma

Fotosentez, besin zincirinin ilk ayağını oluşturur. Bu yüzden yeryüzündeki hemen her canlının bitkilere dayalı olarak yaşadığını söyleyebiliriz.

Fotosentez, organik besinlerin üretimini sağlamakla kalmayıp atmosfer gazlarının da sabit oranda kalmasını sağlar.

Fotosentezle havadaki zararlı CO2 alınarak yerine canlıların büyük çoğunluğunun muhtaç olduğu O2 verilmektedir. Hayvanlar ve insanlar ise havaya en çok CO2 veren canlılardır.
Buna göre bitkilerle hayvanlar arasında karşılıklı bir alış veriş vardır.

ŞUNU UNUTMAYALIM;
HER YIL YAKLAŞIK 280 BİN HEKTARLIK TROPİK ORMAN YAKILARAK TARIM ARAZİSİNE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR. ORMANLARIN YOK EDİLMESİ KÜRESEL ISINMAYA YOL AÇIYOR. TÜM BUNLAR OKSİJENİN AZALARAK KARBONDİOKSİT ORANININ ARTMASI DEMEK. HEPİMİZE BİTKİLERİ KORUMAK İÇİN GÖREV DÜŞMEKTEDİR…


BİTKİLERDE SOLUNUM

Bitkilerin solunumu da temel olarak insanın ve bütün gelişmiş hayvanların solunumuna benzer. Bu canlılarda da solunumun amacı oksijeni dokulara alıp, besin maddelerini yakarak gerekli enerjiyi sağladıktan sonra karbon dioksidi dışarı atmaktır. Ne var ki bitkiler, hayvanlardan farklı olarak, havanın oksijenini almadan ve dışarıya karbon dioksit vermeden de solunum yapabilirler. Bu ayrıcalığın nedeni bitkilerin fotosentez yeteneğidir. Bilindiği gibi bitkiler, havadan aldıkları karbon dioksit ile topraktan aldıkları suyu birleştirerek şeker ve nişasta gibi karbonhidratlar ile oksijene dönüştürürler. Fotosentez denen bu özümseme sürecinde oluşan yüksek enerjili besinler dokularda depolanırken oksijen dışarı atılır {bak. Fotosentez). Solunum ise fotosentezle tam ters yönde gelişen bir metabolizma olayıdır. Bu kez karbonhidratlar oksijenle birleşerek su ve karbon diokside parçalanır. Demek ki solunum tepkimelerinin son ürünleri fotosentezin ilk maddeleridir. Bu nedenle bitkiler, solunum artığı olan karbon dioksidin büyük bölümünü fotosentezde kullanırlar. Ama bu olay yalnız gündüzleri geçerlidir; çünkü ışık enerjisine bağımlı olan fotosentez karanlıkta gerçekleşmez. Gündüz solunumunda karbon dioksidin az bir bölümü dışarıya atıldığından, geçen yüzyıla kadar bitkilerin yalnızca geceleri solunum yaptığı sanılıyordu. Oysa hayvanlarda olduğu gibi bitkilerde de solunum gece ve gündüz hiç durmadan sürer. Üstelik, serbest oksijenin bulunmadığı ya da yeterince alınamadığı durumlarda bile bitkiler, fotosentez sonucunda açığa çıkan oksijeni kendi dokularından alarak havasız ortamda da bir süre solunumlarını sürdürebilirler. Yeşil bitkilerin zorunlu olmadıkça başvurmadıkları bu yöntem, bakteriler ve mantarlar gibi bitkilere yakın olan daha basit yapılı canlılarda olağan bir süreçtir.

Resim
En son Gul tarafından 02 Eyl 2009, 22:44 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

'B'ilim = 'OD'uncu 'AN'layışı


“Bir fizikçi, bir kimyacı, bir jeolog, bir matematikçi ve bir de antropolog, hep beraber araziye çıkıp’bilimsel araştırma yapacaklar’. Belki deprem faylarını inceleyecekler yahut zemin etüdü yapacaklar. Hava da soğuk mu soğukmuş. Çalışmalarını sürdürürken, uzakta tenha bir tepede küçük bir kulube görmüşler ve hep beraber biraz dinlenmek üzere çalışmalarına ara vermişler.Kulubeye girdiklerinde kendilerini tanıtmışlar ve ev sahibi de misafirlerini buyur etmiş. Kulubenin tam ortasında eski bir masa üzerinde yerleştirilmiş bir sobanın etrafında toplanmışlar. Ev sahibi de çay hazırlamak için mutfağa geçmiş.
Bizimkiler, kendi aralarında tartışmaya koyulmuşlar.Önce fizikçi söz almış:

‘Bence bu sobanın masa üzerinde durmasının nedeni, ısı transferinin tüm odaya daha iyi yayılmasını sağlamak içindir. Çünkü ısı 3 yolla yayılır. Belki unutmuş olabilirsiniz, hatırlatayım. Isı; konveksiyon, kondüksiyon ve radyasyon yoluyla yayılır. Bu, ısının konveksiyon yoluyla dağılımını kolaylaştıran, yerinde bir karardır.’

Kimyacı söze karışmış:”Bence yanlış düşünüyorsun.Odadaki hava moleküllerinin düzenli bir şekilde birbirlerine ısı transferi yapmaları ancak sobanın bu konumda olması ile gerçekleşebilir. Ev sahibimiz mutlaka kimyacıdır”

Jeolog atılmış:”Ne kadar da teorik konuşuyorsunuz, ev sahibimiz mutlaka bir jeoloji uzmanıdır. Bir defa, evini yüksek bir tepeye sağlamca inşa etmiş olmasından anlaşılıyor. İkincisi, kenarları yüksek ve dayanıklı bir masanın üzerine sobayı ustaca yerleştirerek akıllılık etmiş. Aksi halde en ufak bir depremde , mesela 3 şiddetindeki bir sarsıntıda , zemindeki soba devrilecek ve yangına sebep olacaktı. Sobanın masanın üzerinde durması bence isabetli bir karardır!”

Matematikçi boş duru mu? O da konuşmaya başlamış:”Sizler hep işin ayrıntısı ile meşgul oluyorsunuz. Baksanıza adam aslında tam bir matematikçi. Ben gözümle hesapladım, masanın ve üzerindeki sobanın konumu, tam odanın köşegenlerinin kesişme noktasında bulunuyor. Bunu görmek lazım beyler”

Arkadaşlarının konuşmalarını alaylı bir tebessümle dinleyen antropolog tartışmaya karışmış:” Sizlerin ortaya attığı bu görüşlerin hepsi yanlış. Biz antropologlar , geçmişteki atalarımızın davranışları üzerine uzmanlaşmış bilimcileriz. Eski çağlarda, mağara devrinde yaşamış dedelerimiz, ateşten çok korkarlardı. Ama zamanla ateşin kendilerine önemli yararlar sağladığına da inandılar ve ateşi çok sevdiler. Hatta bilirsiniz eski kavimlerden bazıları ateşe tapardı. Ev sahibimizin matematikçi , fizikçi ve ya kimyacı olmasına hiç gerek yok, konu son derece basit. Adamcağız, genlerindeki bu özelliği ateşe karşı göstermiş ve onu yüksekçe bir yere koyarak, bağlılığını ve hürmetini bir şekilde göstermiş oluyor.”

Tam o sırada ev sahibi, tepsi içindeki sıcacık çaylarla salona girmiş. Hepsi birden sormuşlar:”Sizin mesleğiniz nedir?

Adam sakin sakin cevap vermiş:”Ben oduncuyum, yıllardan beri bu kulubede tek başıma yaşarım”

Bilimciler şaşkın şaşkın birbirlerine bakakalmışlar. İçlerinden biri sormuş:’Peki bu sobayı niçin masanın üzerine koydunuz’

Adam yine cevaplamış:’Ne yapayım, soba borusu kısa geldi, bacaya yetişmesi için, masanın üzerine koymak zorunda kaldım’


Taşkın Tuna'nın, 'ol dedi oldu-1' isimli kitabından alıntıdır(sf: 96-97)
En son Gul tarafından 08 Ağu 2009, 17:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Adam yine cevaplamış:'' Ne yapayım, soba borusu kısa geldi, bacaya yetişmesi için, masanın üzerine koymak zorunda kaldım''
Sevgili Gul kardeşim ellerine sağlık tebessüm ettirdin bize sağolasın....



Bu bahis, Hazret-i Ali keramullahi veche efendimizin meşhur sözünü aklıma getirdi. Sözünün hikmetinde ifade zirvesini buluyor paylaşmak istedim : “El ilmü nokta tün Fe kessere hâ El cahilûn.” İlim bir nokta idi cahiller (boş sözlerle) onu çoğalttı.''
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

” İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.'

Nuriye ablacım , bu sözü anlayamayacak kadar cahilim!...

Nokta nasıl çoğalır?..Nokta-(lar) olunca çok oluyor!... Bir çizgi oluyor noktalar çok olunca...ELİF .....İNSAN ....oluyor sanki...



İlim nasıl çoğalır?..Başına bir 'B'gelirse ilim çoğalıyor...'B'İLİM oluyor...
Öyle ya bizim oduncunun ilmi olmasa idi fizikçi,kimyacı v.s kaç para ederdi ki!

İyiki de cahiliz..Yoksa 'B'İLİM secde eder miydi bir sobanın masa üstündeki duruşunu anlayamadığına!

Oduncu secde de!....'B'İLİM de....

Dedim ya çok cahilim...

İnşaAllah HAYYatımız ALLAHU EKBER i duyarak SECDE halini alır...
En son Gul tarafından 31 Tem 2009, 21:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:ÖZ TASAVVUF

1.3. İLİM – İRADE - İDRAK VE İŞTİRAK

Latif YILDIZ

Dinimizle, dünyamızla ve âhiretimizle ilgili her işte geçerli olan tasavvufî bir kuralı iyice anlamamız lâzımdır ki gerçekten tahkikî tevhide kavuşup onu fiilen yaşayabilelim.

İlim, İrade, İdrak ve İştirak tevhidi;



1.3.1. İlim (İlm)
.
Bilmek, bilgi, bilim anlamındadır.
Bütünsel ve kişiselleri gerçek yönüyle kavrayıştır.
Bilgisizlik olan cehlin zıddıdır.
Âlim, allâme, ma'lûm, ma'lûmât, muallim de türevleridir.
İlmin kâmili HAKK Tealâ'dadır.
El Alîm (celle celâluhu) ism-i şerîfi mutlak anlamda ALLAH (celle celâluhu)'yâ aittir.
Âlim, âlamet de bu köktendir.
İlmin çeşitli teknik kazanımları olan irfân, fıkh, şuûr, itkân da kendi sahalarında bilmek demektir.
İlim umumîdir.
İrfân ise hususîdir...
.
Kur'ân-ı Kerîm'de ilim türevi kelimeler 750 yerde geçmektedir.
Kur'ânda ilim, ilâhî bilgi veya vahy anlamındadır;
Kendilerine ilim verilenler, verilen bu bilginin doğruluğuna inanırlardı(Bakara 2/145; Âl-i İmrân 3/19; İsrâ 17/107 bkz.).
.
İlâhî gerçeğin ne olduğu konusunda câhilce tartışanların düştüğü kötü durum (En'âm 6/108; Hac 22/3; Rum 30/29 bkz.).
.
İlimsiz zanlarına uyanlar (Necm 53/28 bkz).
.
İnsanların gerçeği; ilme'l-yakînle (kesin ilimle), ayne'l-yakînle (müşahede), hakka'l-yâkînle (yaşayarak) bilecekleri (Vâkıa 56/95; Hakka 69/51;Tekâsür 102/5,7 bkz.).
.
Her nefs ne gönderdiyse kıyâmette bileceği (Tekvîr 8/112-14 bkz.).
.
Her ilim sahibinin üzerinde daha fazla bilgi sahibi başka bir âlim olduğu (Âl-i İmrân 3/7; Yûsuf 12/76 bkz.).
.
Âlimlerin, akledip ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e saygı duyanlar olduğu
.(Ankebût 29/35; Rum 30/22;Fâtır 35/28 bkz.).

Bilenle bilmeyenlerin kesinlikle bir olmayacağı (Zümer 39/9 bkz.).

"RABB'im, ilmimi artır!" buyruğu (Kehf 20/114 bkz.).
.
Kur'ân'ın ALLAH'dan gelen bilgi olduğu (Bakara 2/120,145; Ra'd 13/37 bkz.).
.
Bunları bizlere Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir..
.
Hadis-i şerîflerde ise;
İslâmî değerler sisteminin devâmlılığının ilme bağlı olduğu; ilmin nâfile ibâdetten üstün olduğu (Tirmizî, ilim 19 bkz.).
.
İlmin yok olmayacağı, ülemânın zevâl bulacağı
(Müslim, İlim 14 bkz.).
.
Bilginlerin azalması veya yok olmasının İslâm ümmetinin istikâmeti ve âkıbeti için çok kötü sonuçlar doğuracağı (İbn Mâce, Fiten 26 bkz.).
.
İlmiyle âmil âlimlerin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vârisi olduğu (Buhârî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime 17 bkz.).
.
Bilgi edinme ve yaymanın önemi (Tirmizî, ilim 3,19; İmâm Ahmed, Müsned V-269 bkz.).İlmiyle âmil olma (Müslim, Zikr ve'd- Duhâ 73; İbn Mâce, Edeb 28 bkz.).
.
Erdemli bilginlerin gökteki yıldızlar gibi olduğu (İmâm-ı Ahmed, Müsned III-157 bkz.) bildirilmiştir.
.


---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlim öğrenmek her müslümana farzdır. İlmi, ehli olmayana öğretmek, domuzların boyunlarına cevher, inci ve altın takmaya benzer..." buyurdu.
(Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce ve diğerleri)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Eba Zer! Gidip ALLAH'ın kitabından bir âyet öğrenmen senin için yüz rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır. Amel edilsin veya edilmesin ilmî bir konuyu öğrenmen ise, senin için bin rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır." buyurdu.
(Ebi Zer (radiyallahu anhu)'dan İbn Mâce hâsen isnadla)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu)'nun benimle birlikte gönderdiği hidâyet ve ilim, yere yağan yağmurabenzer. Bu yerin bir bölümü güzel, verimli, suyu emer, otlar ve bitkiler bitirir. Bir kısmı da çorak arazidir ki hiçbir şey bitmez (ama) suyu tutar. ALLAH (celle celâluhu) bu toprakla insanlara yarar sağlar. İnsanlar ondan sularını alırlar. Hayvanlarını ve tarlalarını sularlar. Bazı yerlere de yağmur yağar ama orası suyu tutmaz. Yağan yağmur akar gider. Bir şey de bitirmez. İşte bu; ALLAH (celle celâluhu)'nun dinini öğrenip ve ALLAH (celle celâluhu)'nun benim vasıtamla gönderdiğinden yararlanıp da hem öğrenen hem de öğreten bir kişiyle buna kulak asmayan ve ALLAH (celle celâluhu)'nun benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kişiye benzer." buyurmuştur.
(Ebu Musa (radiyallahu anhu)'dan Buhârî ve Müslim)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsan ölünce amellerinin sevâbı kesilir. Ancak şu üç amelinin sevâbı devâm eder. Verdiği sadaka-i câriye veya (bıraktığı) faydalanılan ilim veya (yetiştirdiği) kendisine dua eden sâlih evlâd." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan Müslim ve diğerleri)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İslâmı anlayan (fıkh eden, ilm eden) bir kişi, şeytâna karşı bin abidden (anlamadan ibâdetle meşgul olan kişi) daha üstündür." buyurmuştur.
(İbn Abbas (radiyallahu anhu)'dan Tirmizî, İbn Mâce)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Faydasız ilimden, huşû' duymayan (Sana tazim etmeyen) kalbden, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım." buyurmuştur.
(Zeyd İbn Erkam (radiyallahu anhu)'dan Müslim, Tirmizî, Nesâî)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Âlimlere öğünmek ve câhillerle mücâdele etmek veya (ilmiyle) insanların teveccühünü kazanmak amacıyla ilim tahsil eden kişi cehennemdedir." buyurmuştur.
(İbn ömer (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce)

--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kimse ALLAH (celle celâluhu)'nun insanlara yararlı kılacağı dini bir meseleyi (dini işleri) gizler, onu söylemezse, kıyâmet gününde ALLAH (celle celâluhu) o kimseye ateşten bir gem vurur." buyurmuştur
(Ebi Saîd El Hudri (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce)
.
Bu hadis-i şerîf de bizi ilgilendirmektedir.
Karınca kaderince anladığımızı arz ediyoruz.
Kusurumuzu affedersiniz.
Biz ciddî ve samîmi ashabız. Kardeşiz, arkadaşız.
Muhammedîyiz hamd olsun...
.
--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Resûlullah! Hangi arkadaşlarımız daha hayırlıdır?" diye soran İbn Abbas (radiyallahu anhu)'ya: "Görülmesi size ALLAH (celle celâluhu)'ı hatırlatan, konuşması bilginizi artıran, yaptığı amel size âhireti andıran kimselerdir." buyurdu.
(İbn Abbas (radiyallahu anhu)'dan Ebu Ya'lâ)
.
İşte biz böyle arkadaşlarız İnşâallah...
İslâm dini ve şerîatı, kendine lâzım ve lâyık olan ilimleri çeşitli dallarda doğurup geliştirmiştir.
Tefsir usûlünün pek çok dalları vardır.
Hadis İlmi...
Fıkıh İlmi ki İmâm-ı Azam'ın: "Bir kimsenin hak ve sorumluluklarını bilmesi" diye târif ettiği ilim.
İlm-i kelâm...
Sûfîlerce: İlim; irfândır, mârifettir.
"Âlim kâl (söz) ilmiyle, Ârif hâl ilmiyle uğraşır." derler...
Derler de "İlimsiz irfân nasıl olacakmış?" buna cevâb veremezler... Tasavvuf bir bütündür.
Bir bedendir; el, ayaktan değerli olamaz!...
.
Şer'î (naklî ve dinî) İlimler: Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tasavvuf ilimleri. Usûl ilmi ise: tefsir, hadis ve fıkhı usûlünce (ilmî ilke ve metodoloji içinde) inceleyen disiplinin adıdır.

Aklî İlimler:
a-) Nazarî (teorik) aklî ilimler: İlâhiyat (metafizik), riyâzât (matematik), tabiat (fizik) vs.
b-) Amelî (prâtik) aklî ilimler: Ahlâk ilmi, siyâset v.s.
.
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "İlim bir nokta idi, onu câhiller çoğalttı!.." ve yine: "İlim, besmelenin "be" harfinin altındaki noktadır..."
Buyurması ilmin menşe'inin yüceliğine işârettir...
Gerçekten, teknikte de nokta: esâs, asıl, ana ve temeldir.
Noktanın hareketinden doğru (hat: sırât-ı müstakîm), doğrunun hareketinden düzlem (satıh), düzlemin hareketinden ise hacim (3 boyut: cisim) doğar...

Nokta ilk ve anadır.
Noktanın harekesinden harfler doğar.
Harfler ise mânâ kaplarıdır.
Hareketten doğan hat ile harekeden doğan haber işin anasıdır sistemde...

Arapça'da "Elif" birinci şahsın fiildeki çekim zamiridir.
.
Besmelenin başındaki "Be" harfinin çıkıntısında gizlenmiştir.
"Ben, ALLAH (celle celâluhu) ismi ile (başlıyorum)..." demek olduğu aşikârdır.
Ve Ahadiyyetî, Ulûhiyyetî, Vahdaniyyetî ve Rübûbiyyetî ile Dâim, Kaim ve Hayy olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL var...

İlk halk edilen (nokta) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nuru (ruhu, özü) dür.

Bu öz ise besmelenin "Be" sinin noktası mesabesindedir.
Öyle bir sabit nokta ki tüm özlerimizde nümûnesi mevcûddur ve öyle bir nokta ki harekete geçirildiği anda herşey ondan doğar ve neticelenir. İnsanî ilmin ilk kaynağı bu noktadadır.
.
Zâhirde fiilin zamiri gibi olan Elif, Bâtında Ulûhiyyet varlığına delildir.
Elif ise asil bir harftir. Müstakil olup kimseyle birleşmez.
Ne var ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, mahlûkatı (varlığı) var etmeyi kaza, kader, irade ve dilemesi (meşiyyeti) ile Celâlden Cemâle; Âzamet (zâhirî) ve Kudretten (bâtınî) ref'et ve merhâmete; Vahdaniyyetten, Ünsiyyet ve Ülfet'e tenezzül buyurunca...
Elif, Be'ye "bast" eyleyip merhamet ve muhabbet kanatlarını sermiştir.
Her varlık buna mecbur ve muhtaçtır.
Âciz, fakîr, zelil ve âlîl (yok olucu) nesne; var olmak için, elbette "VAR EDEN" in muhabbetine ve merhametine muhtaç ve mecbur kalacaktır.

Gizli Elif'in bağrında doğan Be' nin sinesindeki "Sin" harfi üç dişli olup
ALLAHÎ (İlâhî) sırdır.
Sin'in sinesindeki "Mim" ise, muhabbetin ve merhametin ta kendisi olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hakikatidir.
Murad-ı Muhammeddir.
Menbağ-ı Muhammeddir.
"Bism" "mim" de yuvarlanıp, mümdemiç olup (dürülüp, bükülüp) enfüs-merkez-öz noktası içine sokulur.
Ve bu nokta "Devrân" edip "Be" nin altına konulur ve Rübûbiyyet tevhidinin sırrını taşır.
Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın; tek ve eşsiz, mübârek, mükemmel ve mükerrem mürebbîlik sırrı ile, Muhammedî bilelik sırrı olan bu nokta, tohumun (Kulluk Tohumunun) içinde mündemiçtir.
Nokta ise, bu ilâhî devrân sonucu aslından ayrıldı.
Aslın altında yerini aldı. Kulluk makamına oturdu.
Gurbete düştü!...
.
"Bism"in noktaya dönüşü (devri), tohum oluşu...
Kâinâtın "DEVRÂN"ına delildir.
Her tohum bu kâinât tarlasına düşüp de can içinde can buldu mu, ağaç olup (dal-budak ve ufacık yemyeşil elleriyle duada) SEYRÂN'a geçer.
Çiçek açıp, meyve verip CEVLÂN'a geçer...
Binlerce tohum üreterek, tohumdan tohuma HAYRÂN'a geçer...
Âcizâne zevklerimizde zuhûratlar bunlardır...
Şiirlerimizdeki Devr – Seyr - Cevl ve Hayr şe'enleri de...
.
Azîz efendim İmâm-ı Alî (keremullahi veche)'nin:
"Ey insan! Senin cirmin (cüssen, cismin) küçücüktür, fakat Âlem-i Ekber (Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın sırları) sende tâvadır (dürülüp, yerleştirilmiştir)."

Buyurmasındaki insan, elbette prototip (ilk örnek) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise;
ALLAH (İsm-i celâl) (celle celâluhu)'nun Azamet ve Kudreti karşısında : "ABDULLAH"ı olarak kulluk vasıflarını (acziyet, fakriyet, zillet ve illetini; yâni mahviyetini) ilâhî ilim, irade, idrak ve iştirak tevhidi ile ebedîyyen giyinip tenezzül ve tevâzu' ile DEVRÂN edip,
Yuvarlanıp "Nokta" (ilk=ümm=ana=halkın aslı) olarak RABB'ısı huzurunda küçüldükçe küçülüp en sonunda beyaz kağıda (var etme iradesi) İlâhî Kâlemin (Nurullah) ucu ile konulan nokta hasıl olmuştur.
.
--- Câbir bin Abdullah (radiyallahu anhu)'dan: "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH'ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin Peygamberinin nurunu yarattı." Ve şöyle buyurdu: "O nur ALLAH'ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi." Ondan sonra buyurdu ki: "ALLAH Tealâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı: İlk parçadan Kâlemi yarattı. İkinci parçadan Levh'i yarattı. Üçüncü parçadan Arş'ı yarattı. Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı: İlkinden gökleri yarattı. İkincisinden yeri yarattı. Üçüncüsünden cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı: Birincisinden mü'minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkincisinden kalblerinin nurunu yarattı ki o, ALLAH'ı bilmedir. Üçüncüsünden dillerinin nurunu yarattı ki o da Kelimeyi Tevhiddir...." buyurdu.
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Cümle hatlar (kâinât, eşyâ) ve harfler (sözler, ahdler vs.) bu noktanın evvel, âhir, zâhir ve bâtın hareketi, mârifeti ve hünerleridir.
Ülûhiyyet zâtîyyettir, elif gibi müstakildir.
Rübûbiyyet, sıfatiyyettir, be gibi bileliktir...

RABB' Tealâ'nın iki ana vasfı:
Medârriyetî: Küllî şeyi döndüren nokta oluşu (sabit nokta).
Mürebbiyeti: Tüm terbiye; ortaya çıkarıp, besleyip, bakıp, büyütüp ne gerekiyorsa yapmak, çekip çevirmek...

.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mürebbîliği:
İlâhî Edib oluşu, ekremiyeti, muhabbeti ve merhametiyle ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in tek Halifesi ve insanlar için tek İmâm-ı Mutlak'ı...

.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in medârlığı ise:
Sünneti seniyyesinin, gezegenlerin izlemek zorunda (mecbur ve memur) olduğu yörünge (ki bu yörüngelere de medâr denilir.) gibi oluşudur. İzlenecek iz oluşudur.


Ham akıllılar, uydur kaydır yapıyoruz sanmasın...

Kur'ânKerîm'de (arz etmişiz ki) pek çok yerde "ALLAH'a ve Resûlüne tâbi' olunuz..." buyurulmasının sırrı budur.
Bu sır ise tek ve kesin olarak tasavvufun sırrıdır.

Sırrr-ı sıfırdır...
.
Abd olan RABB'ısına muhtaçtır.
"Be" de bast (açıcılı, yayıcılık) vasfı vardır.
"RABB" da böyledir...
Be'nin altındaki bilelik rızasını (nokta) bulan kendisini de RABB'ını da bilir ve bulur.
Nereden nereye geldik yine!...
.
Ne var ki ilim hususundaki bir başka buyruğunda:
Hazreti İmâm-ı Alî (keremullahi veche):
"Her ilmin câmi'i Kur'ân, Onun câmi'i Fâtiha, onun câmi'i besmele ve onun câmi'i "Be" harfi, onun da câmi'i noktasıdır..." buyurmuştur.
.
İşte bu nokta, mâsivâ (ALLAH celle celâluhu'dan gayrısı) nın anasıdır.
ABDULLAH'ın fuadlarımızdaki envâr (nurlar) ve esrâr (sırlar) noktasıdır.
Tekemmül ise, bu noktaya sall (ulaşım), vesile, salâvat ve salâttır.



Önce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet,
sonra
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikamet...


Bizim salâmız (Mim de cem'e çağrımız); sılası (anavatanı), âhirinde sine-yi Muhammed olanlaradır...

Sılası, dünyası olanlara sözümüz yok, fırsatını bulmuşken yiyip içip tepinsinler!...
Şeytânlarının ve şaşkın nefslerinin keyfini edip, çalıp oynasınlar!...
Yığılıp kalıncaya, ölüm zili çalıncaya, hiç çâresiz oluncaya kadar!...




Ümmet-i Muhammed'e ise umûmen islâh, iflâh, ferec (çıkış yolu) ve Rahmetullah'ı dileriz...





ZEVK - 1388
.
"DEVE KUŞU" şu nefsim, başın kuma sokuyor.
"Yük" desem: "Kuşum" diyor, "Uç" desem: "Ben deveyim"
Dışta derviş davası, içim kibir kokuyor.
İki arada bir derede, bilemedim Ben de neyim...



ZEVK - 1262
.
Resim-isim, cesed-cisim, CAN olmuş çıkmış cihâne
Parayla alınır sanma, AŞK'ın bahası bahâne
Parmak izin gibi "SEN" de, senin tevhidin İhvânî
Şe'en şâhidiysen HAK'ka, FECR'in şafağı şahâne...





ZEVK - 1263
.
İki gözüm sanır idim, tüm âşıklar giryân imiş
Dışı yeşil yanar dağlar, içi kızıl püryân imiş
MİDE'yle KALB'in arası, dört parmaktır Kul İhvânî
Ben, bana perde olmuşum, meğer MEVLÂM üryân imiş...





ZEVK - 1264
.
Yeşil ağaç -->hidrokarbon, AŞK GÜNEŞ'in HAY ayna
Her seher saçların tarar, EHLULLAH'ın Haslar Hası
"Fûlki'l-meşhun" AŞK GEMİSİ: dirilik döken sahile
Gönül lambam yanmıyorsa; engel olan BENLİK PASI...
(Yâsîn 36/41,80 Bkz.)




ZEVK - 1265
.
Varlık Cübbesi altında, "Lâ hüve illâ hüve" Hak
Mütekellim-Muhatab kim? Ne demekmiş "gaib" olmak
"AŞK SUYU"n testisi "BUZ" dan, ahkâm kesme Kul İhvânî
Rüşdüne erendir MÜRŞİD, o ise, BİR ŞEY olmamak...


Güzel kardeşim Gul Kul İhvanimİZin TASAVVUF ESERleri çok iyi OKUnmalı!
Göreceğiz ve HİSSEdeceğiz ki SORUlarımızın CEVAPlarını BİLeceğiz ve BULacağız.
Kişisel GAYRETimiz gerekmektedir.

''Önce İSDİDAT, sonra ÜSTAD!..'' İNŞAALLAH!..


MUHAMMEDi MuHABBEtlerimİZle!....
En son nur-ye tarafından 08 Ağu 2009, 01:15 tarihinde düzenlendi, toplamda 4 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

"Cezakellahu hayran (Allah sana hayırlı mükafaat versin)" Nuriye Ablacım.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

'B'ilim ile zam'AN'

Evrenimiz ‘dünya yaşı ölçeğinde’ 14 milyar yıl yaşındadır.


Acaba dünyamız ‘evren yaşı ölçeğinde’ kaç yaşındadır?

Yani 14 milyar yıllık BİR ömrü 365 gün gibi KISA bir zaman aralığı ile göstersek, acaba 1 saniyelik zaman , bu ölçekte kaç yıl ile temsil edilebilir?

Bir gün= 86400 saniyedir. 365x86400 saniye 14milyar yıl ederse 1 saniye kaç yıl eder? Orantısından gittiğimizde yaklaşık olarak 500 yıl sonucuna ulaşırız...

Yani dünyamızda yaşadığımız her saniye evren yaşı ölçeğinde 500 yıla eşittir...


Bu durumda Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 1 sn önce fethetti..

Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) Mekke’den Medine’ye sadece 3 sn önce göç etti...

Bu ‘b’ilgi şahit kılsın (biiznillah) BİZ’i OL-AN’a !

Eş Şehid (c.c)
El Fettah(c.c)
El Alim(c.c)
En son Gul tarafından 08 Ağu 2009, 17:44 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Hakan yazdı:ZEVK 1168

Çokluğun mahrec yerinden, tüm harflerin “Asl”ı nefes
Gırtlaklardan ayın-gayın, mim duyarsın dudaklardan
Buz-Su-Buhar-Bulut Bilme! Tevhid Formülünde herkes!
Sefer et, seyaranı seyr et! Özüne dön uzaklardan!!..


08.11.1996 15:57

Mahrec yeri : Çıkacak yer. * Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.

Seyaran : Sirayet, sârilik, geçişkenlik, başkalaşım..


Buz-Su-Buhar-Bulut’un Asl olan Tevhid Formülü: H2O

H2 (İkilik, Yanıcı, lâ ilâhe..) + O ( Kâmil, yakıcı, illâ ALLAH) = H2O

H2O : ( Tevhid, söndürücü, lâ ilâhe illallah..)

Özüne dön : Ayn’ ını bil – bul - ol!

Uzaklardan : Gayr olan mâsivâdan..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


TÜMdengelim > TÜMevarım!


Sevgili kardeşim Gul sizinlede konuştuğumuz gibi hiç alakam olmamasına rağmen 4 gündür bu tanımlar ne HİKMETULLAHsa dilime dolandı diyordum!
Sizeymiş demek ki! açığa çıktı.
Tefekkürlerinizi bekliyoruz....
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

SÜREYYA CANım sizdende bir iktisatçı olarak aydınlanma bekliyoruz.

MUHAMMEDi SEVGİ ve SAYgılarımla...
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

İktisat bilimi üretim ve tüketim faaliyetlerini incelemekte olup, üreticilerin ve tüketicilerin mevcut şartlar altında, çıkarlarını maksimum seviyeye nasıl çıkaracaklarını araştırmakta ve bu amaca yönelik olarak ilkeler/ yasalar ortaya koymaktadır.
İktisat biliminde kıt olan kaynakların muhtemel kullanım alanları arasında nasıl dağıtılacağı araştırılmakta ve bu tercihleri açıklamak için modeller geliştirilmektedir.
Alıcılar ile satıcıların karşılıklı davranışları, kıt olan kaynakların muhtemel kullanım alanları arasında, en etkin sonuçları verecek şekilde dağıtılmasını sağlayacaktır.
Belli bir malın fiyatını, bu maldan satın almak isteyen bireyler ile bu malı üretmek isteyen firmalar arasında oluşacak denge tayin edecektir.
İktisat biliminin temel iki alanı mikro ekonomik analiz ve makro ekonomik analizdir.



SEVGİLİ NUR-YE YOLDAŞIM

YUKARIDA TANIMLANAN İKTİSAT ÜZERİNE İSTENİRSE CİLTLERLE AÇIKLAYICI KİTAPLAR YAZILSIN

ANCAK BAŞKALARININ YAZDIKLARINI ÇİZDİKLERİNİ ÖĞRENİRİZ

OYSAKİ BİZ-İM BURADA YAŞADIĞIMIZ GÖNÜLDEN GELENLER KÖZ -LERDEN SONRA ÖZLERDEN GELEN YAZILAR

SÜREYYA CAN YAZIŞINIZDA BİLE
SEVGİ TİTREŞİMLERİNİ EĞER HİSSEDEBİLİYOR İSEM (SİZİ GÖRMEDEN GÖZ GÖZ-E DİZ DİZ-E GELMEDEN )

GELSİN DE BİRİ B-İLİM BUNU ANLATSIN

GELSİN DE BİRİ İ-LİM İLE ANLATSIN

ARIDA PETEK * PETEK-DE BAL *BALDA ÇİÇEK *ÇİÇEKDE TAÇ

NASIL BİL-İR BU ARI İŞİNİ HANGİ --NEY-DEN ÜFLENMİŞTİR BU HASSAS GÖREV

DAHA DA ÖNEMLİSİ K-İ-M İÇİN NE-Y İÇİN

DÜŞÜNÜNCE -----ÖYLE ---DERİNLERE ****ARZ 'A İNİP ARŞ'A ÇIKMAYA GEREK YOK

EY ŞAŞAR BEŞER -PETEK SANA -ARI SANA BAL- SANA -ÇİÇEK SANA ÇALIŞIR

UYAN BE ÂDEMİN OĞLU UYAN ARTIK

BU GAFLET UYKUSUDA NEDİR BÖYLE RAHİM-DE YATTIĞIN DOKUZ AY YETMEZ Mİ Kİ SANA

DEMİŞ DE KULİHVANİM NE GÜZEL DEMİŞ YİNE

GÖNÜL BAĞLAMA-SINDAN

ZEVK - 1388

"DEVE KUŞU" şu nefsim, başın kuma sokuyor.
"Yük" desem: "Kuşum" diyor, "Uç" desem: "Ben deveyim"


HEP TAKILIP KALMIŞIZ BİR YERLERE KARINCALAR GİBİ KOŞTURURKEN
KARINCANIN BİLE BİZ-E VERDİĞİ DERSLERİ UNUTMUŞUZ.

TOPLUM OLARAK "HER KOYUN KENDİ BACAĞINDANA ASILIR" ZİHNİYETİNDEYİZ DEVE KUŞLARI İŞ BAŞINDA YANİ ÇAĞ ATLIYORUZ YA

PEKİ KOKARSA O BACAKLAR ÇEVREYİ RAHATSIZ EDERSE
EDERSE ETSİN CANIM HANGİ ÇEVRELER RAHATSIZ OLACAK

KAÇ İNSANOĞLU GÜL KOKUSUNU BİLİYOR Kİ ÇÖP KOKUSUNDAN TİKSİN-SİN

KAÇ KİŞİ GÜLE GÜBRE OLDU
KAÇ KİŞİ DİKEN-İ -Nİ HANÇER EYLEDİ
NEFSİNİN HİÇ-LİK-LERİNE

ÇOCUKKEN İLK ÖĞRENDİĞİMİZ ŞEY
Ç-ÖP TEN ADAMLAR YAPMAKTI

PEKİ GELDİK GİDİYORUZ Ç-Ö-P TEN KURTULABİLDİK-Mİ

NEDEN GÜL-DEN ADAM YAPTIRMA-Z DI ACEP BÜYÜK-LERİMİZ
İÇLERİNDE Kİ KORKU MU?

NEDEN YÜZLEŞ-ME-MİŞLER ?? MİYDİ
HİÇ NEFS' LERİYLE
AYNA' LARA SADECE KENDİLERİ İÇİN Mİ BAKMIŞLARDI?
BAKA-KAL-MAYI BİLSELER-Dİ

G-Ü-L KOKULU DOĞAN CANLARINA
GÜL-DEN ADAM YAPMAYI ÖĞRETMEZLER MİY ? Dİ

Ç-Ö-P TEN ÇIKTIM ELHAMDÜLLİLLAH GÖNÜL SOFRANIZ SAYESİNDE

GÜL-DEN ŞERBETLER İÇTİM
GÜL-DEN GÖNÜL-L-ER GÖRDÜM
Bİ-Z BİZ-LERDE GÜL-LERLE SÖYLEŞİ YAPTIK

İHVANİM NERE-LER-DEN GETİRDİ
G-Ü-L KOKULU BOHÇASINI
DA
SAÇI-VERDİ
SOHBETLERİNE

B-İZ LİK TEKNESİNDE YOLDAŞIM NUR-YE
GÜ-L DEN HA-MURLAR YOĞURUP
SUNDU AŞ-( K ) I-NIN YANIN DA

ÜZERİNİZE SELÂM OLSUN SELÂMLAR B-İZDEN S-İZE GÜL KOKSUN!..[/
color]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Azîz efendim İmâm-ı Alî (keremullahi veche)'nin:
"Ey insan! Senin cirmin (cüssen, cismin) küçücüktür, fakat Âlem-i Ekber (Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın sırları) sende tâvadır (dürülüp, yerleştirilmiştir)."
Buyurmasındaki insan, elbette prototip (ilk örnek) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.



B-İLİMin İLİMinde SEYR'imiz, ZAM-ANın ANında SÜLUKumuz!

Gul kardeşim güzellikler sunmaktasınız Cezakellahu hayran cümlemize İNŞAALLAH!



nur-ye yazdı:*** '' İlim, İrade, Edeble Rüşde eren-Kendini BİLen-BULan AKIL,
İdrak, İrfan ve Şehâdete İştirakte OLmak için RABB’iyle Yaşamak isteyecektir!..''

Kul îhvani
nur-ye yazdı: *** '' Herkes KABı kadar, KARINCA KADERince ve AKLı kadar ANlayacak!.. ''
Kul İhvani
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

'B'ilim 'GEL'irsen 'TÜM'den 'GEL'

Nuriye Ablacığım.. Gönlünüzden istediğiniz bu tefekkürün yeri inşaallah gönlünüz olur da gönlünüzdeki dostlarla BİRleştirirsiniz BİZi!

BİR sınıf öğretmenimizin değerlendirmesiyle;

TÜMDENGELİM-TÜMEVARIM

Soru (Gül): Tümdengelim nedir?

Cevap(Öğretmenim): Bütünden parçaya inmektir. Mesela okuma öğretirken eskiden tümdengelim yöntemi kullanılıyordu.Önce öğrencilere cümle verilirdi.’Ali ata bak,Oya okula koş’(tabi öğrencilerin hayatıyla ilgili şeyler ve içinde her türlü harfi barındıran cümleler verilirdi..).’Emel eve koş’ cümlesinde olduğu gibi harfin büyük ve küçük halinin bulunduğu cümleler kurulurdu.Yani cümlesiyle,kelimesiyle,harfiyle çocuk önce hepsini bir bütün olarak görürdü. Yani ‘algıda bütünlük’ sağlanırdı.
Algıda bütünlüğü sağladıktan sonra o bütünü parçalamaya başlardık..Çocuk bir bütünün farkında olduğu için bu parçalama onun bütün olarak algıladığı o cümleninin anlamını bozmazdı..Anlam bozulmadığı içinde bütün dikkatini cümleyi böldükçe bölünen kısma verirdi. Çünki anlamlı bir bütünü OKUmaya çalışıyordu . Bölünen parçayı değil!
Ancak tüme varım yönteminde yani şu an eğitimimizde uygulanan yöntemde maalesef işler tersine döndü.


Soru(Gül): Tümevarım nedir?

Tüme varımda hedeflenen ise parçadan bütüne ulaşabilmek. Bu yöntemde çocuğa önce harf öğretilmeye çalışılıyor. Harf bir anlam ifade etmiyor, anlamsız, bütünün çok küçük yani en küçük parçası. Mesela çocuğa ‘e’ harfini öğretmek istediğimizde ‘e’ yi bu şekliyle öğretmek imkansız. Ancak bu ‘e’ yi anlamı olan bir yerde veriyoruz. Mesela bebeği uyuturken kullandığımız ‘eee e eee e’ sesiyle ‘e’ yi çocuklara okutuyoruz. Hadi ‘e’ harfini bu şekilde öğrettik. Öğretilmesi çok daha zor olan harflerden ‘L’ harfini verdiğimizde ise işler iyice karışıyor. Çünki ’le’ tek başına anlam bütünlüğü sağlamıyor.!...O yüzden çocuk ‘l’yi ‘le’den öğrenemiyor.. Hemen önüne E’ yi ekleyip El diyoruz ki çocuk ‘el’ anlamından ‘l’ ye varabilsin.. El’ i verdik, hala ‘l’yi anlatabilmiş değiliz..Çünki ‘le’ ye hala geçemedik. Buda şöyle çözülüyor ‘l’nin başına ‘E’ yi ve sonuna ‘e’ yi getiriyoruz ‘el ele’ sözcüğü ile L yi anlatmaya çalışıyoruz..’El ele’ bütünlüğünü verdiğimizde aslında gizli bir şekilde tümden geliyoruz..Yani bu tüme varım yöntemi dolaylı olarak tümden gelim yöntemidir..Sol kulağımızı sağ elimizle başımızın üstünden geçirip çocuğa OKUma öğretmeye çalışıyoruz. Resmen şartları zorlama bu!..Harfi öğretmek için harfi bir kelime (anlam) içine koyarak tanıtmaya çalışıyoruz. Yani harf ‘tek başına’ ise çocuk o harfi öğrenemiyor. Harfler kelimelerin, kelimeler cümlelerin, cümleler ise hayatlarımızın içindeyken OKUnabiliyor...Ancak bunu sadece ‘BİZ öğretmenler’ biliyoruz…

Soru(Gül) : Tümdengelim ile tümevarım yöntemleri arasındaki FARK nedir?

Ben her iki yöntemde de çocuk yetiştirdim..Aralarındaki bariz fark şudur:

Tümdengelimde OKUma öğrenme süresi daha uzun oluyor. Mesela çocuk ortalama 6 ayda öğreniyor..
Tümevarımda ise OKUmayı öğrenme süresi ortalama 3-4 aydır..
Ancak tümdengelim yöntemini kullandığımızda OKUmayı öğrendikten sonra diğerlerine göre daha hızlı OKUyorlar. Hızlı okudukları gibi okuduklarının ne anlama geldiğini daha iyi BİLiyorlar.

Tümevarım yöntemini kullanarak OKUma öğrettiğimiz çocuklar ise OKUmayı söktükten sonra! maalesef harfleri hece, heceleri kelime kelimeleri cümle yapacağım diye uğraşıyorlar. Bu uğraşıları da onları anlam bütünlüğünden yoksun bırakıyor. Yani anlatılmak isteneni daha geç ve daha az anlıyorlar diğerlerine göre. Ama tümdengelimle OKUmayı söken bir çocuk kitap okurken hece bitiştirip kelime yapmaya, kelime bitiştirip cümle yapmaya çalışmıyor. DİREKT VERİLENİ OKUMAYA YOĞUNLAŞIYOR..
Kısaca ; tümdengelim ile direkt verilen ‘anlam’ anlaşılmaya çalışılıyor, tümevarım ile önce ‘anlam oluşturuluyor sonra oluşturulan anlam' anlaşılmaya çalışılıyor! Yani ilki OKUyor, diğeri okuyor…


Gül: Çok teşekkür ediyorum CANIMIZ ÖĞRETMENİM İZ!

Verdiğin İZ örnekler ‘e ve l’ sesi üzerinde yoğunlaştı..

Öğretmenim...

‘Le’ yi öğretmekle başladı … Önce ‘e’ dedi, hemen ardından arkasına 'l' ekledi.
‘El’ verdi…Ama yetmedi ardına bir ‘e’ daha ekledi ‘El ele’ dedi..Çocuğa ‘Le’ yi öğretti! El ele ile.. ‘Gizlice TÜMden gelerek’


LÂ ilâhe illâ ALLAH!

ÖĞRETmenim ‘B’iz’e ‘L’yi ÖĞRETin!

Elif-Be
En son Gul tarafından 08 Ağu 2009, 17:45 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:Resim

ZEVK 3281

Anam toprak babam TOPRAK.. Biber-şeker-Limon-TUZdan
Ateşin maşası ATEŞ.. Aşk SUyun Testisi BUZdan
Emr Âleminden esen yel, NEFSin NEFESine hayret!
BİZden BİR DUÂ Allahım!.. Kul İhvanî KULunuzdan!...

28.06.08 15:00
A k s a r a y



“Vallahü halekü külle dabbetim mim ma' fe minhüm mey yemşi ala batnih ve minhüm mey yemşi ala ricleyn ve minhüm mey yemşi ala erba' yahlükullahü ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadir: Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)


SU yun TESTİsi BUZdan..

“Allahü nurus semavati vel ard……: Allah, göklerin ve yerin nurudur….” (Nur 24/35)

“Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah herşeyi kuşatıcıdır.” (Nisa 4/126)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9090
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Kulihvani yazdı:Resim

SÖZün Başında NOKTA
SONunda NOKTA
Noktasız harflerle yazılan
NOKTAsız SÖZler de vardır bu Âlemde...

Daldığın deliktir Deryada,
Karasından..
kaybolunan
Boğulan
DOĞulan..
nOKta...
DEM bu DEMde..
ÂDEMde...



NOKTA...

Erenlerin Hikmet Eli
Hakk’a ulaşmak emeli
“Kûn feyekûn!” ün temeli
Uzun sözün azı Nokta…

*

“Söz” ün sonuç geleceği
“Sohbet” Sofrasın çiçeği
“Zevk” te zuhurat gerçeği
Hakk Ehlinin “Hazz” ı Nokta…

*

Sevgi Bağın Sîne Sazı
Arzdan Arşına avazı
Sevenlerin AŞK Niyazı
Sevilenin Nazı Nokta…

*

Sünnetullahta temelli
Zerrede Kürre tecelli
Yedi dili yedi telli
Sevenlerin sazı Nokta…

*

Sonsuz “TEK” ler dizi-dizi
NOKTAlar DAMLA Denizi
Kaderullah – Parmak İzi
Alnımızda yazı Nokta…

*

Sıratta SUyu sıkılan
Benlik Kalesi yıkılan
Kendi cenazesin kılan
KULun Kefen Bezi Nokta…

*

Fâtiha Sırrı Besmele
Besmelenin “Be” si ele
“Be” nin NOKTAsı mesele
HAKK’ın Tevhid Tezi Nokta…

*

El HAYY Hayatında diri
Bâtın bağlıdır her biri
Zâhir zürriyet zinciri
AŞKın oğlu-Kızı Nokta…

*

KULun Kemâl dileğince
“Benlik Başı” nı eğince
Bıçak kemiğe değince
İLİKteki sızı Nokta…

*

Baş başa Kurtla-Koyunu
İmtihanda Başı-Sonu
BİLdiğimiz “Ben-Sen-O” nu
“Muhammedî BİZ” i Nokta…

*

Çeker “Merkez” de durdurur
“Çile Çapı” nda savurur
“Muhit Çenberi” ne vurur
Âşık eder sizi Nokta…

*

Kâmilin Kemâl Kaşığı
Sarhoş eyleyen Âşığı
Kesrette Vahdet Işığı
Tecellînin Tozu Nokta…

*

Kalb Kazanı-Kafa Tası
Kalaylayan pisi-pası
“Tevhidullah” sözün hası
ÖMRmüzün ÖZü Nokta…

*

Alın Teri-El Emeği
AŞK Tırtılı-Kelbeği
İğne Ucu-Göz Bebeği
Gören Gönül Gözü Nokta…

*

Hareketi “Harf” doğurur
Harekesi “Sarf” doğurur
Zevk Ehli’ne “Zarf” doğurur
Âriflerin Sözü Nokta…

*

“Muhammedî Söz” ü duyun!
“Kelâmullah Hükmü” uyun!
Fazilet Formülü “SU” yun
“Buhar-Bulut-BUZ”u Nokta…

*

Kânatın kanatlısı
Kanadı kırkakatlısı
Acısı – Ekşi – Tatlısı
AŞKın Aşının TUZu Nokta…

*

Âşık İhvanî’m boyaksız
Esen YEL, yersiz-dayaksız
BİLYE gibi baş-ayaksız
SIRRın SONsuz yüzü Nokta…


24.06.06 16:16
Hasan Dağı
NOKTA!
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Kendinizi sevmeye başladığınızda ilk kez gerçekten dünyayı da görmeye başlarsınız. Aynı şekilde Dünyada gerçekten “sizi” görmeye başlar ve gizemlerini size gösterir, armağanlarını sevgiyle sunar.

Daha önce göstermemesinin nedeni; kendini sevmeyene her şeyin örtülü olmasındandır.
Örtülü olması varlığın “kendini” bilmemesidir.

Örtülü olmak aynı zamanda kendini bilmemenin cehenneminde ve azabında olmaktır. Kendini bilmemek ruhun gözleri ile kendini görememektir. Ruhun “Görüşü” ve Gözleri sevgidir. Sevgiyle görebilir.
Sevgi yoksa her şeyi “”Ol’duğu gibi “Görüşte”” yoktur.
Ol’Anı Ol’duğu gibi görmek sırları da görmek demektir.
Bu nedenle sevgi önemlidir.

Bu dünyada hep ertelenen, geriye bırakılan ihmal edilen önem atfedilmeyen “Sevgi” aslında tüm Alemlerin peşinde koşturduğu ve bu dünyada gerçek Ol’ması için bir insan Ol’arak bizlerin önünde ve huzurunda el pençe divan durarak hatırlayışımıza vesile olmaya hizmet ettikleri ve hatırlayışımızla ortaya çıkacak olan sevgi O’nun Mücevheri’dir. Değil Cennetlerin, her Alemin “Anahtarıdır”.


Kendimizin dışında; hala sevgi, saygı, onaylama, onaylanma, alkış otorite, guru, bilge, bilgi, kurtarıcı, mesaj, melek, kanıt, ispat, işaret, titreşim, yol arıyorsak ve arayışımızı bitirmediysek bu kendimizi sevmediğimizin,
örtülerin kalkmadığının da delaletidir.

Hep başkalarından hesap sormaya ve her şeyin “Nedenini” kendisinden başka her şeyden bellemiş bir toplumsal bilinçten “Kendimizin Sorumluluğunu” alarak kendi kendimize liyakatimiz vererek “Evrensel İnsan” Ol’maya niyet ettik.

Kendi göbek bağımız kendimiz keseceğiz.
Bundan sonra “Nedenimiz” kendimiz Ol’acağız.
Çünkü biz kendisini unutmuş “kendisiyiz”.
Bilir de fiziksel alemlere çıkış yaparsak ne ala bilmezde sonsuzlukta yine kendimiz Ol’An sonsuzluğa dağılırsak oda pekaladır. Seçim meselesidir.

Biz O’nun eonlar süren sonsuz zamanlarda, şaheseri üzerinde çalışan bir usta gibi An be An sevgisiyle aşkıyla ortaya çıkardığı bin bir türlü güzellikte bezediği ve tüm var oluşu bizin gözlerimizden, bizim yüreğimizden, bizimle birlikte seyreyleyebileceği “Yaradılışıyız”.
Yarattığıyız.
Bu anlamda ve manada biz her “Şey”iz.

Biz kendimizi seversek; Gönül Dergahı’na girebilirsek ve perdeleri kaldırabilirsek “Varoluş”; kendini -Yaradılışta-; şimdiye kadar hiç olmadığı gibi seyre dalacak.

Sırların sırrı açılacak.
Her yerlere Aşk saçılacak
Sevgi yansıyacak.

Eğer biz; yürüdüğümüz Yol’dan sonra hala sevgide neşede coşku da kısaca Var Ol’uşun sevincinde değilsek; her gün bekleyişimiz ve arayışımız büyüyorsa bir An için durup, kendimize sormamız hayrımızadır.
Tüm bu yaşadıklarımın içinde Aşk ve sevgi nerede?

Yaşananların içinde Aşk, sevgi, neşe yok ise; inanın An’lar boşunadır. Yaşanmamıştır.
Ne Siz, ne An, ne O; gerçek Ol’mamıştır.

Biz sevginin ne olduğunu bilenleriz. Çünkü arayanlarız.

Yaşantımızda artık “Sevgi” Ol’mayanlara hayır dediğimiz zaman; sevgi bizim içimizde ışımaya başlar ve bizim için sevginin bir süre içimizde pırıldamasına ve Ruhumuzu kamaştırmasına izin verdiğimizde ve bu izin verişte bir müddet durabildiğimizde artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
İllüzyon dağılır.

Ve dağılan illüzyonun yerine “kendimiz” Ol’An sevgi tamamen dolar.
Dolan sevgi bir süre sonra taşar ve sevginin ve aşkın yansıması tüm evrenlere yansır ve Evrenleri ve Alemleri de aşar.
Aşkın Ol’uruz.

Nilgün Nart
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

'B'ilim İLE yAĞan RAHMET

Resim


Fransız araştırmacılar, tek bir su damlasının yağmurun tüm özelliklerini taşıyan bir damlacık sağanağı oluşturabileceğini ortaya koydu. Daha önceden yağmur damlalarının yeryüzüne vardığındaki büyüklüklerinin su damlalarının düşerken havada çarpışması sonucunda oluştuğu düşünülüyordu.

Aix-Marseille Üniversitesi’nden akışkan dinamiği konusunda uzman Emmanuel Villermaux ve yüksek lians öğrencisi Benjamin Bossa damlalar düşerken ne olduğunu görmek için bir musluktan damlayan suyun filmini çekti.

Hızlanan su damlasına etki eden hava direnci, damlayı bir arada tutan bağ kuvvetlerini aşana kadar artar, bu NOKTAdan sonra damla patlayarak bir damlacık sağanağına dönüşür. Damlalar buluttan ayrıldıktan sonra birbirleriyle çarpışmaları için gereken süreden daha kısa bir süre içinde damlacıklara ayrılmış olur.

Villermaux, damlanın parçalanabilmesi için 10 metreden daha yüksekten düşmesi gerektiğini ve bunun standart bir laboratuarda sağlanması zor bir koşul olduğunu söylüyor. Araştırmacılar bu sorunun üstesinden gelebilmek için yukarı doğru hava püskürten aletler kullanmış. Böylece 10 metre yükseklikten düşerken maruz kalacakları hava direncini daha kısa mesafede damlalara uygulamış oldular.

Araştırmacılar damlaların önce disk gibi düz bir şekil aldığını, daha sonra ters dönmüş kaseye benzer bir şekil aldıklarını ve damlacıklar halinde dağıldığını gördüler.

İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nden Jens Eggers, önceden yağmur damlalarının dağılımını açıklamak için çok fazla deneysel gözlemin birlikte ele alınması gerektiğini düşündüğünü ve bunun da çok karmaşık bir iş olacağını düşündüğünü, ancak Villermaux ve Bossa’nın modelinin tek bir deneysel gözlemle bunu açıkladığını söylüyor...

Bilim Teknik (Ağustos-09,sf:11)


Resim
Resim

"Nature Physics" bilim dergisinin son sayısında yayımlanan araştırma, NEDEN yeryüzüne düşen yağmur damlalarının FARKLI olduğu sorusuna yanıt veriyor.


Resim
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

(B)ilim İLE şapERONLAR

Es Selam,

Muhammedinur evinde ışıl ışıl OL-AN arkadaşlar(ım),büyükler(im),hoca(m)...

Bizden bazıları şiir ile, bazıları tarih ile, bazıları öykü ile, bazıları (B)ilim ile ağlıyor...

Sizinle noktasına virgülüne kadar paylaşmak istediğim şapERONLAR yazısını bugün okurken gözyaşlarımı tutamadım......Akan gözyaşlarımın her zerresi DUAya dönüştü...

Düşüncem odur ki kişi ne OKUyorsa OKUsun OKUrken gözyaşları DUAya dönüşüyorsa AYET OKUyordur...Bu niyetle ....

Kul İhvani Salat ve Kuran duasının ÂYETlerini OKUyarak, şapERONLAR 2'de sizlere sunmak istedi(m)...



Mimar Proteinler ŞAP’ERONLAR’

1839 yılında Hollandalı organik kimyacı Gerardus}. Mulder (1802-1880) proteinleri bitki ve hayvansal dokulardan ayrıştırdığında, çok doğru bir önsezi ile o olmadan yeryüzünde yaşamın olamayacağını düşünerek bu maddeye Yunancada birincil anlamına gelen “proteios” kelimesinden türetilen protein adını verdi. Mulder’ın kapısını açtığı protein dünyasında birbirinden farklı yapıları ve işlevleri olan yüz binlerce protein olduğu artık biliniyor. Yaşam için vazgeçilmez yapılar olan proteinlerin işlev görmeleri için kendilerine has üç boyutlu bir yapıya sahip olması gerekir. Çok sayıda proteinin istenilen üç boyutlu yapıya sahip olmasını sağlayan da “şaperon” adı verilen proteinlerdir.

Canlı organizmaları oluşturan tüm biyokimyasal bileşikler doğada yaygın bulunan elementlerden oluşur. Ancak doğadaki elementlerden sadece otuz kadarının canlı sistemler için gerekli olduğu biliniyor. Diğer elementlerin gerekli olup olmadı ğı ve canlı organizmalardaki iş levleri henüz tam olarak an laşılmış değil. Bu otuz elementten özellikle dördü (hidrojen, oksijen, azot ve karbon) çok yaygındır ve hücrenin kuru ağırlığının yaklaşık % 99′unu oluşturur. Elementler kimyasal bağlarla birbirlerine bağlanarak molekül leri oluşturur. Oluşan her molekülün kendine has bir üç boyutlu yapısı vardır. Bu yapı içinde atomların birbirlerine gö re konumları molekülün inşasında önemli yer tutar. Yani canlı organizmanın mimarisi mo-leküler düzeyde başlar. Bu üç boyutlu yapı o kadar önemlidir ki, bazen bir moleküldeki aynı karbon atomuna bağlı H ve OH grubunun sadece bir karbon atomu etrafında uzamsal olarak yer değiştirmesi, o molekülün tamamen başka bir moleküle dönüşmesine neden olabilir ve metabolizmasını da tümüyle değiştirebilir. Kısacası molekülün üç boyutlu yapısı katılacağı tüm biyokimyasal tepkimelerdeki işlevini belirler.

Canlı organizmalarda nükleotidler, monosakkaritler ve amino asitler gibi moleküller bir araya gelerek sırasıyla nükleik asitler (DNA/RNA), karbonhidratlar ve proteinler gibi daha büyük yapıları (makromoleküller) oluşturur. Makromoleküllerin üç boyutlu yapıları da en az moleküllerinki kadar önemli. Makromolekülleri oluşturan yapıtaşlarının birbirlerine göre konumları ilgili molekülün üç bootoLibrary yutlu yapısını belirliyor. Makromoleküller içinde organizmada en bol bulunanlar proteinler. Organizma için yaşamsal önem taşıyan savunma (immünglobülinler), hareket (aktin, miyozin), oksijenin ve karbondioksitin taşınması (hemoglobin), kataliz (enzimler), iletişim (reseptörler), deri ve iskelet sistemi (kolajen, elastin), depolama (ferritin), hücre bölünmesi, asit ve baz dengesi, enerji üretimi ve daha birçok metabolik olayda proteinler en önemli görevleri üstlenir. Mulder’ın proteinleri keşfinden bu yana 180 yıl geçmiş olmasına rağmen, protein galaksisinin yukarıda belirtilen az sayıdaki parlak yıldızı dışında tüm üyelerini çok iyi bildiğimizi henüz söyleyemeyiz. Organizmada on binlerce farklı protein bulunması incelemede zorlukları da beraberinde getiriyor. Son yıllarda geliştirilen proteomik tekniklerle binlerce proteinin özellikleri belirlendi ve protein veri ban-Kaları oluşturularak bilim insanlarının kullanımına sunuldu. Organizmadaki protein çeşitliliği dikkate alındığında, her protein için özgül üç boyutlu yapının sağlanmasının pek de kolay bir iş olmadığı açık. Proteinlerin üç boyutlu yapılarının nasıl olacağı bilgisi, prensip olarak proteinin amino asit diziliminde saklıdır. Ancak bu bilgiler her zaman yeterli olmadığından, proteinlerin sentezden sonra rastgele katlanmasını engelleyerek istenilen yapıyı almalarını sağlayacak yardımcılara gereksinim vardır. Bu yardımı sağlayan ve protein mimarisinde vazgeçilmez olan yapılar şaperonlar olarak bilinen yine bir grup proteindir. Şaperonlar çok geniş bir protein ailesidir ve bakterilerden insana kadar tüm organizmalarda bulunurlar. Şaperonlar bir kalıp görevi görerek sentez sırasında veya sentezden hemen sonra proteinlerin doğru şekilde katlanmalarını, işlevsel üç boyutlu yapılarını almalarını sağlar. Bu grup proteinlere ısı şok proteinleri (HSP, Heat Shock Protein), stres proteinleri gibi farklı isimler verilmiş ve moleküler ağırlıklarına göre sınıflandırılmışlardır. Canlı organizmada strese neden olan yüksek sıcaklık, hipoksi, enfeksiyonlar gibi etmenler şaperon sentezini artırır. Koruyan, refakat eden anlamı da olan “şaperon” sözcüğünün mizahi bir yönü de var. Ortaçağ Avrupa-smda evli olmayan kadın ve erkeler bir araya geldiklerinde yanlarında bulunması gereken yaşlı kadınlara şaperon adı verilirdi.

Proteinleri oluşturan amino asitler iki ortamla etkileşimde bulunur: Proteinin katlanmasıyla kendi aralarında kurdukları etkileşim ve proteini çevreleyen ortamla kurdukları etkileşim. Bu etkileşimler dengede olmak zorundadır. Sentez aşamasında proteinin doğru katlanması için şaperonla-rın oynadığı rol sadece bu aşama ile sınırlı değildir, sentezden sonra da koruma rolü üstlenirler. Çünkü proteinler sentezlendikten sonra özgün üç boyutlu yapılarını kaybetme tehdidi ile karşı karşıya kalabilir. İşte bu aşamada yine şaperonlar devreye girer. Aslında bu durum yaşayan tüm organizmalarda görülür. Canlılar doğumdan itibaren acımasız çevre koşulları ile mücadele etmek zorundadır. Bu amaçla çok sayıda koruma mekanizması kullanırlar. Görüldüğü gibi mikro-dünya ile makro-dünya arasında temelde çok büyük bir farklılık yok.



Şaperonlar ve Entropi

Doğadaki tüm sistemler gibi biyolojik sistemler de evrensel fizik kurallarına göre çalışır ve enerji dönüşümleri termodinamik yasalara göre gerçekleşir. Termodinamiğin ikinci yasasına göre evrende entropi sürekli artar. Bu yasayı “kapalı sistemlerde düzensizlik artar” şeklinde özetleyebiliriz. Kapalı sistemler dışarıdan madde ve enerji alışverişinin olmadığı kabul edilen, izole sistemlerdir. Biyolojik varlıklar ise açık sistemlerdir ve çevreleri ile sürekli iletişim ve madde/enerji alışverişi içindedir. Açık sistem biyolojik varlıklar için çok önemli bir avantajdır ve entropiyi bölgesel olarak azaltma şansı verir. Yaşamımızı sürdürebilme gücümüz adeta entropiyi azaltabilme yeteneğimizin bir ölçütüdür, bu da kullandığımız veya sahip olduğumuz koruma mekanizmalarının gücü ile orantılıdır. Canlı organizmalar entropiyi düşürerek bütünlüklerini korumaya çalışır, aksi takdirde hücreler ve diğer biyolojik yapılar bütünlüklerini koruyamaz ve dağılır (termodinamiğin ikinci yasasına uygun olarak düzensizlik artar). Burada önemli bir noktayı açıklamakta yarar var; canlı organizmalar entropiyi bölgesel olarak azaltabilirler, ancak açık sistemler olduklarından entropi toplamda yine de artar. Dolayısıyla termodinamiğin ikinci kanunu olan “entropi artar” ifadesi evrenseldir ve canlılar bu yasanın dışında tutulamaz. Bizler adeta entropi denizinde yüzen varlıklarız. Tüm organlar, dokular, hücreler ve moleküller sürekli olarak bir entropi denizinde, kesilmesi söz konusu olmayan yıkıcı dalgaların etkisi altındadır. Ancak bu dalgalara direnebildiği-miz sürece yaşamımızı sürdürebiliriz. Modern tıbbın gelişmesiyle bu dalgalara karşı direnme mekanizmalarımız giderek güçlenmeye başlamıştır. Her geçen gün bu dalgalarla nasıl baş edeceğimizi öğrenmeyi sürdürüyoruz. Aslında hayatta kalma savaşı bir bakıma entropiyle savaştır. Bu savaşı uzatabiliriz, ancak kazanma şansımız en azından şimdilik yok.
Entropi artışına karşı direnme sadece canlı varlıkların çevreleriyle girdiği mücadele ile sınırlı değil; esas önemli aşama canlıları oluşturan makromoleküllerin olumsuz koşullarda varlıklarını sürdürebilmeleriyle ve bunun için sahip oldukları korunma mekanizmalarıyla sağlanır. Başka bir deyişle, entropiyle mücadele moleküler düzeyde başlar. Sentezlenen proteinlerin istenilen işlevi zamanında ve istenilen sürede yapabilmesi için doğru üç boyutlu yapıya sahip olması ve daha da önemlisi değişen olumsuz çevresel koşullara karşı bu yapının korunması gerekir. Proteinlerde üç boyutlu yapılar çok kesin değildir, ortama göre belli ölçülerde esneklik gösterebilirler. Esnekliğin amacı proteinin farklı ortamlarda maksimum işlevi yerine getirmesini sağlamaktır. Sıcaklık artışı gibi çok sayıda olumsuz çevresel etmen, proteinlerin üç boyutlu yapısını bozarak bulunduğu ortamda bir araya gelip çökmesine neden olur. Bu olaya agregasyon (toplaşma) denir. İşlevini kaybetmiş proteinlerin hücre içinde birikmesi ciddi ve aşılması gereken bir sorundur. Burada yine şaperonlara iş düşer.

Şaperonlar, değişen çevresel koşullarda proteinlerin üç boyutlu yapısının devamlılığım sağlamaya yardımcı olur. Bu amaçla, adeta entropi ile savaşarak proteinlerin işlevsel ve yapısal bütünlüğünü sağlamaya çalışırlar. Agregasyona uğramış proteinler bir veya birden fazla şaperon grubunun yardımıyla yeniden eski şekline dönüştürülebilir. Burada şaperonlar arasında bir işbirliği görülür. Hekimin hastaya müdahalesi gibi şaperonlar da üç boyutlu yapısı zarar görmüş proteinleri yıkımdan kurtarmak ve yeniden işlevsel hale getirmek için çalışır. Agregasyona uğramış bir proteinin yeniden işlevsel olabilmesi için önce çözünür duruma getirilmesi daha sonra istenilen üç boyutlu yapıya kavuşturulması gerekir. Bu amaçla farklı şaperon-larm işbirliği gerekebilir. Eğer bu durumda başarı sağlanamazsa, o zaman protein yıkılmak üzere proteolize gönderilebilir. Yıkılan proteinlerin amino asitleri, vücut amino asit havuzuna dahil edilerek yeniden başka amaçlarla kullanılabilir. Benzer durumlarla günlük yaşamda sık sık karşılaşırız. Örneğin arızalı bir aygıt öncelikle onarılmaya çalışılır ve onarım için birden fazla uzmana gereksinim duyulabilir. Eğer onarım başarılı olursa aygıt kullanılmaya devam edilir, aksi takdirde parçalanarak işe yarayabilecek kısımları yeniden kullanılır. Hücre tasarruf konusunda adeta bir istisnadır ve gereksiz hiçbir şeyin yapımına izin vermez. Maliyet ve verimlilik optimum düzeydedir. Hücrenin çok miktarda enerji harcayarak sentezledi-ği proteinleri mümkün olduğunca işlevsel tutması gerekir. Herhangi bir nedenle agregasyona uğrayarak üç boyutlu yapısını kaybetmiş proteinler atılmaz ve bir şekilde kurtarılmaya çalışılır.



Proteinler normal biyolojik işlevlerini sürdürürken şaperonlarla bir bağlantıları yoktur. Ancak stres faktörü olabilecek bir durumla karşılaştıklarında şaperonlar kendilerini bu stres yaratan ortama karşı koruyarak proteinlerin işlevselliğini sürdürmelerine yardımcı olur.

Şaperonlar ve Organeller Arasında Protein Taşınması

Şaperonlarm önemli bir diğer işlevi de proteinlerin organeller arasında geçişine yardımcı olmasıdır. Hücre içinde bulunan proteinler görev yaparken veya görev yapacağı yere gönderilirken farklı çevresel koşullarla karşılaşabilir. Hücre bir ev, hücre içi organeller de evde bulunan odalar veya bölmeler gibi düşünülebilir. Bazı bölmeler diğerlerine göre daha sıkı korunur yani giriş ve çıkışlar sıkı kontrol altındadır. Bu bölmelerden biri de hücrenin enerji santralleri olan mitokondrilerdir. Mitokondrinin iki zarı vardır; iç zar protein oram en yüksek zarlardan biridir. Ribozomlarda sentezlenen proteinler şaperonlar yardımıyla son derece iyi korunan mitokondri zarını geçerek matrikse ulaşabilir. Proteinlerin mitokondri zarını geçebilmesi için öncelikle katlanmamış olmaları gerekir. Bu durumu küçücük bir iğne deliğinden büyük bir yumak ipliğin geçmesine benzetebiliriz. Yumak şeklindeki ipliği bu küçük delikten geçirmek mümkün olmadığından, öncelikle yumağın düzenli olarak açılması (ipliğin dolaşmaması) ve küçük delikten geçen ipliğin diğer tarafta tekrar yumak haline getirilmesi gerekir. Mitokondrinin içine geçen protein tekrar istenilen üç boyutlu yapıya sahip olmak için, mitokondri içinde bulunan ve gelen proteini karşılayan bir şaperona gereksinim duyar. Mitokondri içine geçen primer yapıdaki protein, burada bulunan şaperon yardımıyla istenilen üç boyutlu yapısını yeniden kazanarak işlevsel hale gelir.

Proteinlerin Üç Boyutlu Yapısı

Protein mimarisi incelendiğinde dört temel yapı aşaması geçirdiklerini görebiliriz.

1. Primer (birincil) yapı: Birbirlerine peptid bağı ile bağlanmış, zincir şeklindeki amino asit dizisinden oluşan yapı. Primer yapıda bulunan heramino asitin sırası çok önemlidir. Farklı konumlara farklı amino asitlerin gelmesi, yapıyı kısmen veya tamamen değiştirebilir. Primer yapıdaki temel bağ kova-lent (peptid bağı) bağdır.

2. Sekonder (ikincil) yapı: Zincir şeklindeki proteinlerin, belli özellikleri olan özel yapılar oluşturmasıdır. Bunlar alfa heliks, beta kırmalı tabaka, beta kıvrımları, gelişigüzel yapılar ve süper sekonder yapılardır. Bir proteinde çok sayıda aynı veya farklı sekonder yapı bulunabilir.

3. Tersiyer (üçüncül) yapı: Proteinde bulunan sekonder yapıların bir araya gelerek oluşturduğu ve proteinin özelliğini belirleyen yapı. Tersiyer yapıyı stabilize etmek için hidrofobik etkileşimler, hidrojen bağlan, iyonik bağlar gibi zayıf kimyasal bağlar kullanılır.

4. Kuarterner (dördüncül) yapı: Tersiyer yapısını kazanmış iki veya daha fazla proteinin biraraya gelerek oluşturduğu kompleks yapılar.
Protein mimarisinde, primer yapıdan sonraki aşamalarda proteinin işlevine göre belli bir üç boyutlu yapı oluşturulur. Şaperonlar primer yapıdan sonraki tüm aşamalarda etkili olabilir.

Şaperonların Sınıflandırılması ve Etki Mekanizması

Şaperonlar protein yapısındadır ve moleküier ağırlıklarına göre sınıflandırılırlar. Bu grup proteinlere, ısı şok proteinleri, stres proteinleri gibi isimler verilmiştir. Sınıflandırmada “heat shock protein” (ısı şok proteinleri) sözcüklerinin baş harfleri olan”HSP”ve molekül ağırlıkları birlikte kullanılır. Örneğin “HSP70″ dendiğinde 70 kilo dalton ağırlığındaki ısı şok proteini anlaşılır.

Şaperonlar yeni sentezlenen proteinlerin hidrofobik(su ile etkileşime girmeyen) bölgelerine bağlanarak uygun sekonder yapıların oluşmasını ve daha sonra bu yapıların uygun bir şekilde birleşmesini sağlar. Proteinler küçük bir bölgede doğru katlanmak zorundadır. Bu nedenle şaperonioar proteinlerin özgül üç boyutlu yapılarının oluşabileceği mikro-ortamlar oluşturur. Bazı şaperonlar proteinlerin kuarterner yapılarının oluşmasına da yardımcı olur. Çoğu şaperonun iki fonksiyonel bölgesi vardır. Bunlardan biri ATPaz aktivitesine (ATP’nin parçalanmasını sağlayan (nzimatikaktivite) sahiptir, diğeri ise ilgili proteine bağlanır. Şaperonlar hem ADP (Adenozin difosfat) hem de ATP (Adenozin trifosfat) bağlayabilir; bu aktivite proteinlerin katlanmasındaki etkileri bakımından önemlidir. Şaperon-ADP kompleksinin katlanmamış proteinlere ilgisi yüksektir. Bu kompleks, proteinlere bağlanınca ADP yapıdan ayrılır ve yerine ATP bağlanır. Şaperon-ATP kompleksi doğru katlanmış protein segmentlerinin yapıdan ayrılmasını kolaylaştırır ve bu döngü tüm protein doğru katlanıncaya kadar devam eder.



Yanlış katlanmış veya başka proteinlere bağlanamış proteinlerin yeniden fonksiyonel duruma getirilmesi için şaperonlar arasında işbirliği gerekebilir. Örneğin başka proteinlere bağlanmış işlevsel olmayan bir proteinin kurtarılması için şaperon önce HSP70 ile bağlanarak işlevsiz haldeki proteini bağlı olduğu protein yumağından çıkarır. Kurtarılan protein gelişigüzel katlandığı için ilk önce primer yapıdaki zincir haline getirilmesi gerekir. Bu amaçla protein HSP104′e aktarılarak katlanmalar açılır. Katlanmaların açılması sırasında ATP harcanır. Zincir şeklindeki primer yapısına kavuşan protein, yeniden başlangıçtaki üç boyutlu ve işlevsel haline getirilmiş olur.

Şaperonlar ve RNA

Aynı RNA (ribonükleik asit) moleküllerinin (DNAdaki bilgilere göre protein sentezini sağlayan makromoleküller) hücre içinde ve deney tüpünde farklı katlandıkları ve üç boyutlu yapılarının farklı olduğu anlaşılmıştır. Yapılan çalışmalar, hücre içi RNA katlanmasına şaperonlarm yardımcı olduğunu ve istenilen üç boyutlu yapıyı almalarını sağladığını göstermiştir. Deney tüpünde rastgele katlanan RNA’ların işlevsel olmadığı biliniyor. Aynı amino asit dizisine sahip proteinler doğru katlanmadıkları zaman işlevlerini kaybettikleri gibi, aynı nükleotid dizisine sahip RNA’lar da doğru katlanmadıkları zaman işlevlerini kaybederler. Üç boyutlu yapı, proteinler için olduğu gibi RNA’lar için de yaşamsal öneme sahiptir. Bir kez daha görüyoruz ki şaperonlar sadece proteinlerin işlevsel üç boyutlu yapıları için gerekli olmakla kalmayıp, RNA’ların istenilen üç boyutlu yapılara sahip olabilmesi için de gereklidir.

Şaperonlar ve Kanser

Kanser hücreleri yaşamlarını ve saldırganlıklarını sürdürebilmek için çok sayıda farklı mekanizma kullanır. Bunlardan biri de şaperon sentezidir. Kanser hücreleri bol miktarda sentezledikleri şaperonlar yardımıyla, karşılaştıkları farklı stres durumlarından kurtulmayı başarıyorlar. Tedaviye dirençli kanser hücrelerinde şaperon düzeyinin çok yüksek olduğu gösterildi. Buradan yola çıkan araştırmacılar, şaperonları hedef alan ilaçlarla kanseri yenmeye çalışıyor.

Şaperon Savaşı

Şaperonların bakterilerden insana kadar tüm canlı organizmalarda bulunduğunu daha önce belirtmiştik. Canlı organizmalar yaşamlarını sürdürmek için kendilerine uygun bir alan bulmaya ve saldırıları önlemeye çalışır. Şimdi enfeksiyona neden olan bir bakterinin veya kanser hücresinin durumunu düşünelim. Bu iki farklı hücre tipi bulundukları alanı korumaya ve yaşamlarını sürdürmeye çalışacaktır. Ancak bulundukları yer sadece kendilerine ait değildir, başka bir canlının da yaşam alanıdır. Bu durum hem konak hem de davetsiz misafirler (bakteri veya kanser hücresi) için ciddi anlamda strese neden olacaktır, işte bu durumda her iki cephede de savaş hazırlıkları başlar ve bol miktarda şaperon sentezlenir. Çünkü konakla girişilen savaş sırasında her iki tarafın da daha çok protein sentezlemesi ve sentezlenen proteinlerin işlevsel olabilmesi için doğru üç boyutlu yapıya sahip olması ve uzun süre işlevselliğini koruması gerekir. Nasıl cephe gerisi sağlam olmayan bir ordunun uzun süre savaşması mümkün değilse, yeterince şaperon sentezlemeyen hücrelerin de dış saldırıların neden olduğu yıkıma dayanması zordur.

Sonuç

Canlı organizmaları oluşturan tüm bilgiler DNA’da saklıdır. DNAdaki bilgiler önce mRNA’ya aktarılır, daha sonra mRNAdaki bilgilere göre ilgili proteinler sentezlenir. Ancak her şey sadece bu aşamada bitmez. Proteinlerdeki tüm amino asitler doğru ve eksiksiz sıralanmış olsa bile, üç boyutlu yapının oluşumunda herhangi bir anomali olması proteinde işlev kaybına neden olabilir. Çünkü sentezlenen proteinler zincir şeklindedir ve özgül üç boyutlu şekillerini almadıkları sürece işlevsel olamazlar. Yeterince şaperon sentezleyebilen hücreler stres durumlarında proteinlerini ve diğer yapılarını daha iyi korur ve yaşamlarını sürdürebilirler.



Biyolojik sistemleri oluşturan hücreleri bir bütün olarak incelediğimizde sadece biyolojik yapılar olmadıklarını, içlerinde sürekli toplumsal olaylara benzeyen birçok olgunun gerçekleştiği adeta sosyobiyolojik varlıklar olduklarını görebiliriz. İlginçtir ki çevremizde gördüğümüz hemen her olayın bir benzeri hücre içinde de yaşanır. Hatta insanlar arasındaki ilişkilerde dengenin sağlanması ve kişisel yaşamın sürdürülebilmesi için alman önlemlerin daha karmaşık olanları, hücrenin içinde ve hücrelerin arasında da gerçekleşir. Zincir şeklindeki proteinin mimarisine uygun olarak doğru katlanması, korunması ve zarar gördüğünde yeniden işlevsel hale getirilmesi için gerektiğinde işbirliği içinde çalışan şaperonlarm ne denli önemli olduğunu tekrar belirtmeye herhalde gerek yok.

Bir kere daha anlaşılıyor ki şaperonlar sadece proteinlerin sentezi sırasında onlara üç boyutlu yapılarını kazanmaları için kılavuzluk etmekle kalmıyor aynı zamanda onları yaşam boyu gözeten ve adeta tüm kötülüklerden koruyan birer iyilik meleği gibi görev yapıyorlar.

Şaperonlar için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İyi ki varlar!


Bilim ve Teknik-Ağu 09,sf:68-73.
http://www.bilgiciyiz.com/mimar-protein ... #more-1454 ‘dan yazılı metin ve resimler alınmıştır.


Tahiri yazdı:
SALÂT VE KUR’ÂN DUASI

Dua için ellerimizi subhanî semâya açarız:
Muhammedî teslimiyyet gereği en önce euzû besmele,
Sonra İstiğfâr ve hamdederiz.
Salâvât getirir, işimiz ne ise (dua ise dua) onu yaparız ve sonunda da salâvâtla duamızı salâvâta sararız.
İki tarafında salâvât olan dua iki kanatlı kuş gibidir.
İlgili hadis-i şerîfler salât kitabımızda geçmişti.
Dua ile ilgili açıklamalar “Muhammedî Tasavvuf” kitabımızda olmakla berâber irticâlen kısa bir dua yapalım:

Allahümme salli âlâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve resûlüke ve nebîyyü’l-ümmîyyi ve âlâ âlihi ve ehl-i beytihi ve ashabihi!
Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
İrhamnâ!

Geçenlerimize rahmet et!
Onları bağışla ve ehl-i cennet kıl, kabirlerini cennet bahçesi ve konuklarını melekler eyle!
Dünyaya gelmemize sebeb olan ana-baba ve ceddimizden razı ol ve onları bize şefâatçi ve hayırla karşılayıcı kıl!..
Üzerimizde bulunan haklarını yerine getirmemize ve sâlih evlâdları olmamıza yardım eyle!

Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
İrhamnâ!

Kıyâmete kadar gelecek neslimizi necib, âri, temiz, göz sürûru, sâlih, sâdık ve Ehl-i Beytî – Muhammedî – Kur’ânî - Rabbânî kıl!..

Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin! irhamnâ!

Anamıza, babamıza, bize, eş, çocuk, kardeş ve akrabalarımıza, komşu, arkadaş ve bizden dua bekleyenlerimize ve ümmet-i Muhammede merhamet et!
Merhametlilerin merhametlisi sensin sen!


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in duası ile:

Allahümme islâh ümmet-i Muhammed!..
Allahümme ferice an ümmeti Muhammed!
Allahümme irham ümmet-i Muhammed... ammeten...:

Allahım!
Ümmeti Muhammedi (din, dünya ve âhiretinde) islâh et!
Senin Zât-ı Âlî’yin ve onların bildikleri sonsuz sayıda problem, derd, çile ve kör düğümlerine bir ferec (çözüm çıkış ve kurtuluş yolu) ver!..
Bir kerem kapısı aç!..

Allah’ım!
Ümmet-i Muhammede umumen; iyi-kötü, güzel-çirkin, sâlih - fâcir v.s. ayırmadan cümlesine merhâmet et!..
Rahmetenli’l-âlemin olan sahibimiz ve her şeyimiz Muhammed (aleyhi’s-selâm) yüzü suyu hürmetine hidâyetini ver!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefâat (şifâlar)ini; ehlullah, evliyâullah ve tüm hakk dostlarının himmetini (muhabbet ve merhametle hasbî hizmetlerini, iyilik dilek ve teşviklerini) nâsib eyle!
Ki; ihânet ve dalâlet zom uykusundan uyanmak;
Cehâlet uyurgezerliğinden kurtulmak;
Gaflet sarhoşluğundan ayıkmak için,
Kalblerimizde Muhammedî gayret oluşsun!..

Allah’ım!
Bizi islâh et!
İflâh et!
Mûin (yardımcı) ol!
Tevfikini refik (yoldaş) eyle!
Hak ne ise nâsib ve müyesser eyle!
Hüsnü hatime (iyi sonlar) nâsib kıl!..

Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!
Şehâdet şerefine bu dünyada ulaştır!
Ve gölgesinde ebedî yaşat!..


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyruğu:

Rabbî yâ’sir velâ tuassir!
Rabbî temmim bi’l-hayr!
Rabb’ım!
Rabb’ımız!
Kolaylaştır ve zorlaştırma!..
Rabb’ımız!
Hayrımızı tamamla!..
Ey yüce Rabb’ımız!
Dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde kulluk gereği ve görevi işlerimizi kolaylaştır ve zorlaştırma!..
Hakka inanıp hayr işlememizi ilhâm et ve tastamam eylet!..
İşimizi (hesabımızı) hak ve hayrı üzere burada tamamlanmış olarak bitir!..

Rabb’ımız!
Kâinâtı, bizi, amellerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Sensin, Sen!..
Hakkı ve hayrı kalbizime ilhâm et!
İşlememizde izin ve inâyet eyle!..
Hakka inanıp hayrı işlemekte bizi sabırlı kıl!..
Nefsimizin; “olsun!” veya “olmasın!” dayatmalarından, hevâ, heves ve şeytânî isteklerinden ve şerrinden; şeytânların ve şeytânlaşmış insanların şerrinden sana sığınıyoruz!
Dinimiz, dünyamız ve âhiretimizde zarar verecek fitne ve şerlerden de sana sığınıyoruz!..

Rabb’ımız!
Şe’enullah nabızı atıp dururken “kûn: ol!” tezgâhından dokunan tecellî edip önümüze çıkan “olan!” ları hükm-û hakk bilip hükm-ü hakk’a sabretmeyi (Kalem 68/48 bkz.)
Rıza ehli olup razı olmayı;
Nefsimizin hoşuna giderse şükretmeyi,
Hoşuna gitmez ise sabredip hikmetini beklemeyi
Ve i’tidâl (adâlet) üzere Fırka-ı Naciye yolunda yürümeyi kalblerimize ilhâm et ve icrâ’sına güc ve kuvvet ver!..

Rabb’ımız!..
Göz açıp kapayıncaya kadar (tarfetü’l-ayn) sonsuz şeyin, olayın, zamanın ve zannın gelip geçtiği şu Şe’enullah Şehrinde zıdların zevkiyle inkâr ve ikrârın tevhidiyle ve imkânlarla imtihanlar olmaktayız...
Aklımızı ve nefsimizi çeldirici çok çeşitli tuzaklar arasından geçip giderken:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurup açıkladığı gibi:

Hakka inanıp, hayrı yapmak ve hasenâta (iyiliklere) kavuşmak hususunda gerekli;
Gerçek havlin (henüz ortaya çıkmamış ama hazır bekleyen potansiyel gücün)
Ve hâlihazır var olan kuvvetin ancak Allah (celle celâluhu) da olduğuna inanıp,
Seni vekil kılıp sana güveniyoruz ve diyoruz ki :
“Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-âlîyyü’l-azîm...”

Bâtıldan kaçınmak, şerri yapmamak ve seyyiâta (kötülüklere) düşmemek, hususunda korunabilmek için gerekli ve gerçek havl ve kuvvetin ancak küllî şey’in Rabb’ısı el aliyyü’l-azîm allah (celle celâluhu) da olduğuna inançla sana dayanıp, güvenip vekilimiz kılıyoruz...

Ve yine diyoruz ki:
“Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-âlâyyü’l-azîm!..
“Allahümme inni neselükel affe ve’l-afiyet fi’d dini ved dünyanâ ve’l-âhiren! allahümmestürnâ bi setrike’l-cemîl...:

Allahım!
Bize; dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde aff ve afiyet diliyoruz (istiyoruz)...
Rabb’ımız “ver!..” diyoruz...
Allahım!..
Bizim her türlü kulluk noksanlıklarımızı ve hatalarımızı el cemîl (celle celâluhu) ism-i şerîfinle ört gitsin!...
El Cemîl (güzellerin en güzeli) örtünle bizleri (Muhammedîleri) ört Allahım!..
El Cemîl cennetinle Muhammed (aleyhi’s-selâm) canında cem’ olan canları ört Allahım!..
El ele, kan kana ve can cana Muhammedî merkeze teslimiyet ve El Hayy (celle celâluhu)’ya istikametimizi tekemmül ettir ve bizleri mükerremliğe ulaştır!..

Yâ Rabbenâ!..
Nefislerimizin benlik elbisesi diye giydiği;
Âcziyet,
Fakriyet,
Zillet
Ve illetin gerçek mânâlarını nefislerimize ilhâm et!
Ki, ifrat (taşkınlık) ve tefrit (şaşkınlık) yapmadan, i’tidâl (adâlet) üzere emrolunduğu gibi;
Önce Resûlullah Muhammed (aleyhi’s-selâm)’a teslim olup, imân edip, tâbi’ olup ve itâat ederek getirdiği, emrullahı duysun, Muradullahı anlasın!..

Teslim olup müslim olsun!..
İmân edip mü’min olsun!
Tâbi’ olup evliyâullah olsun!..
Tam itâat edip ehlullah olsun!..

Aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah Muhammed (aleyhi’s-selâm)’ın;
Akvâli (sözü, i’tikadı, inancı),
Ameli (fiilleri, işleri sünnet-i seniyyesi),
Ahlâkı (kur’ân ahlâkı, ahlâkullahı)
Ve ahvâlini (değişmeyen ilâhî huylar ve söze gelmeyen Rabb ile abd muameleleri, hâlleri ve ihsânları) tatbikatı üzere yaşasın ve kulluk imtihanını başarsın!
Ve Muhammedî olsun nefislerimiz!..


Ey Allahımız!..
Yâ Rabbenâ!..
Âhir zamanda kıtaldan beter fitnelerin (Bakara 2/191,217; Enfal 8/25 bkz.) kol gezdiği haram ve yalanın geçer akçe olduğu zâlim ortamda yaşamaya mecbur ve me’mur kıldığın biz Muhammedîlerini ve evlâdlarımızı, bâtıl ve şer ehline muhtaç kılma!
Rezil ve rüsvay etme!
Tüm ahmaklık ve azgınlıklardan koru!..

Yâ Rabbenâ!..
Azamet ve Kudretini bilmeyi, razı olacağın kulluğu yapmayı ve tüm bunlar için ilk şartı olan Muhammedî oluş şuûruna ve nûruna ulaşmayı nâsib ve kalbimize ilhâm et!..
icrâsına izin ve inâyet eyle!..

Yâ Rabbenâ!..
Hakk’ın (Hududullahı) ve halkın hududunu çiğnetme!..
ifrat ve tefritten koru ve i’tidâl üzere Sırat-ı Müstakîme kılavuzla ve hidâyet et!..


İşte böylesine çalakalem, dua edip giderken ellerim kur’ân-ı kerîm’e dokundu!!..
Kitabullah; sahifelerini, satırlarını, hecelerini, harflerini, mânâ, ruh ve sır kapılarını kalbime ve ruhuma açıp buyur etti...

Kur’ânî, Rabbanî ve ilâhî dua!..

Muhabbet ve merhametin yaratıcısı olan Allahü zü’l-Celâl’in kullarının hayrı için devâ mecmuası olan kur’ân-ı kerîm’imimiz!..

Kısa dedik, duamız uzadı...
Uzasın varsın, başka işimiz ne ki çıplak girip çıktığımız cevr-i cihan ve çark-ı çile evinde...

Can evinden, canla başla cânân’a cem’ duası edelim:

Önce şu hususu arzedelim ki Rabbü’l-âlemin’e dua etmek hâşâ: “Şunu yap! bunu yapma!” demek değil de:
“Ey kâinâtı, bizi, fiillerimizi (Enfal 8/17, Sâffat 37/96 bkz.) ve dilemelerimizi (İnsan 76/30, tekvîr 81/29 bkz.) dahi yaratan Rabb’ımız ve Allahımız!..
Dua edip dilediğimiz hususları, kalbimize ilhâm et ve gereğini işlemimize izin ver ve inâyet eyle!.. (Hadid 57/29 bkz.);
El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak kendisi olan (Ra’d 13/14 bkz.) Allahımız!
Sana tazarruen (zâri zâri yalvararak) ve gizlice (A’raf 7/55 bkz.), Korkarak ve umarak (Secde 32/16; A’raf 7/56 bkz.)
Kendi kendimize, yalvararak ve ürpererek kendi duyacağımız sesimizle (A’raf 7/205 bkz.)
Dua etmeyi ilhâm ve nâsib et!..

Ey “dualarınız olmasa Rabb’ım size ne diye değer versin?” (Furkân 25/77 bkz.) buyuran Rabb’ımız!
Dualarımızı işiten sensin, işit!.. (İbrâhim 14/39 bkz.)
Ve dualarımızı kabul edecek sensin, kabul et!. (İbrâhim 14/49 bkz.)

Öncelikle, salâvât-ü-selâmlarımız;
Evrensel (A’raf 7/158; Sebe’ 34/28 bkz.) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e olsun!
Rahmetenli’l-âlemin (âlemlerin rahmet kaynağı) (Enbiyâ 21/107 bkz);
Üzn-ü hayr (hayr kulağı) (Tevbe 9/61 bkz.);
Üsvetün hasene (güzel örnek) (Ahzab 33/20 bkz.)
Ve aynı zamanda Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olana (Cin 72/19 bkz.)
Salât-u selâm olsun! (Ahzab 33/56 bkz.)

Bize Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmet şuûru ver!..
İnanmayanlardan ikrah ettirme! (Yûnus 10/99 bkz.)
Bizi: “semignâ ve ategnâ...: duyduk ve uyduk!” (Bakara 2/285; Nûr 24/51 bkz.) hasbî hizmetçileri kıl!..

Bizleri Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in Muhabbet ve Merhamet Kanatları altında topla! (Şuarâ 26/215 bkz.).
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e olan muhabbet ve muamelelerimizde sadık ve âdil kıl... (En’âm 6/115 bkz.)
Bize, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tevhid tebliğini duymayı, uymayı ve o’nun adına duyurmada hasbî hademe olmayı nâsib kıl ve şuûruna ulaştır...
Bizi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den razı,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i de bizden razı kıl!.. Şefâatı uzmasına ulaşıp, şifâsını nâsib et!..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in üzerimizdeki haklarını edâ nâsib et ve hududunu çiğnetme!..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rızasına ulaşabilmek için yapmamız gerekenleri kalbimize ilhâm et!
Ve vesileleri denkleştir!..

Bizi Muhammedî oluş şuûruna ulaştır:
Akvâl-i Muhammed’e (i’tikad, söz, şerîat),
Amâl-i Muhammed’e (fiil, sünnet-i seniyye, tarikat),
Ahlâk-ı Muhammed’e (huluku’l-azim, hulûkullah, mârifet)
Ahvâl-i Muhammed’e (söze gelmez hâller, hakikat) ulaştırıp gark et!
Biz; İmâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) i duyalım, uyalım ve teslim olalım!
Cennetteki Su, Süt, Şarab ve Bal ırmaklarını kalblerimizde:
Şerîat-ı Muhammedîyye,
Tarikat-ı Muhammedîyye,
Mârifet-i Muhammedîyye
Hakikat-ı Muhammedîyye kaynakları olarak kaynat! (Muhammed 47/15 bkz.).
Bize hâlis Muhammedî mühürlü şarab ikrâm et..(Mutaffifin 83/25 bkz.)

Yâ Rabbenâ!..
Sadrların şifâsı (Yûnus 10/57 bkz.);
Mü’minlere; hidâyet, rahmet (Yûnus 10/57, Câsiye 45/11 bkz.)
Ve şifâ (İsrâ 17/82 bkz.) olan Kur’ân-ı Kerîm’imimize karşı olan saygı ve muhabbetimizi pekiştir, artır ve bizi bunda sıddık kıl!.. Dinimizde dünyamızda ve âhiretimizde âyet, hikmet, kudret, vahdet, nûr ve ışık kaynağımız kıl!
Yoldaşımız, rehberimiz ve şefâatçimiz kıl!..
İçindeki emrullah’a uymak ve yasakları yapmamakta yardımcımız ol!..

Yüce Kitabımızın mânâsınâ ruhuna ve sırrına ulaşmamızda izin ve inâyet buyur!..
Bizi Kitabın (kur’ân’ın) mîrâs bırakıldığı Ehl-i Kur’ân’dan kıl! (Fâtır 35/32 bkz.)

Ey her şeyin yaratıcısı ve her şeye vekil olan, göklerin ve yerin anahtarı olan (Zümer 39/62,63 bkz.),
Göklerin ve yerin Rabbi (Ra’d 13/16 bkz.) olan,
Mülkün sahibi ve el Vahidi’l-Kahhar olan (Mü’min 40/16 bkz.) Allahımız!

Bizi bâtılın ve şerrin temsilcisi İblis’in şerrinden (Sâd 38/82,83 bkz.)
Çok kandırıcı şeytânın Allah ile dahi bizi kandırmasından koru!.. (Lokman 31/3; Fâtır 35/5 bkz.)
Nefsimizin hevâ ve hevesini ilâh ettirip ona uyanlardan etme! (Furkân 25/43; Kasas 28/50 bkz.).
Ve ateşe çağıranların lideri Firavun’un devrimizdeki yandaşlarının şerlerinden koru! (Kasas 28/41 bkz.).

Kalbi mühürlü ve kilitli olanlardan kılma! (Rum 30/59, Muhammed 47/24 bkz.).
Rahmetinden ümit kesen kâfirlerden kılma! (Ankebut 29/23 bkz.).
Bizi burda kör orada kör kılma!.. (İsrâ 17/72 bkz.);

Bizi dünyaya saldırtma, tercih ettirme! (Hûd 11/15,16 bkz.);
Dünya derdinden koru! (Câsiye 45/35 bkz.);
Bizi rızk derdine düşürme! (Hûd 11/6 bkz.).
Bizim kötü amellerimizi iyi gösterme! (Fâtır 35/18 bkz.).
Bizi nefsimizin kıskançlığından koru! (Nisa 4/128 bkz.);
Nefsimizi temize çıkartma! (Necm 53/32 bkz.);
Azîm zûlm olan şirke düşürme! (Lokman 31/13 bkz.).
Özümüzdeki emânet olan (Ahzab 33/73 bkz.) Ahdullahı,
Allah’a verdiğimiz sözü (En’âm 6/152; Ahzab 33/23; Hadid 57/8; Meâric 70/32 bkz.) unutturma!
Ve gereğini yapmayı ilhâm edip, izin ve inâyet ver, mûin ol!..

Bizi ihânet azabına uğratma! (Lokman 31/6 bkz.).
Seni unutan ve senin de onlara nefislerini (kendilerini) unutturduğun kimselerden etme! (Haşr 59/19 bkz);
Her nefsin kisbine (yaptıklarına) rehin olduğunu unutturma! (Müddesir 74/39 bkz).

Bizi iftiracı ve iftiraya uğrayan etme! (Nisa 4/112 bkz).
Dinlerini bir oyuncak, eğlence (En’âm 6/70 bkz)
Ve paramparça edenlerden (En’âm 6/159 bkz) etme...
Mallarımız, eşlerimiz ve evlâdlarımız bizi Zikrullah’dan alıkoymasın! (Münafikun 63/9; Tegâbûn 64/14 bkz)

Yâ Rabbenâ!..
Cemi’ izzetin (bütün izzetin, üstünlüğün) sahibi (Yûnus 10/65; Fâtır 35/10 bkz) olan Allah tealâ!
Sana kavuşuncaya kadar hakta ve hayrda gayret ve çaba nâsib et! (İnşikak 84/6 bkz).
Hasbî hizmet ehl-i kıl! (Lokman 31/17 bkz).

Bizi Ehl-i Beyt (aleyhi’s-selâm) gibi tertemiz kıl! (Ahzab 33/33 bkz).
Bu imtihan âleminde sonu kesad bulmayacak ticâret ehli (ticâreten len tebur) kıl! (Fâtır 35/28 bkz.).
Bizleri “ibadullahi muhlûsin” Allah’ın hâlis ihlâslı kulları kıl! (Sâffat 37, 40,74,128,160,169 bkz.).
“Kad eflaha men tezakka”: kim ki temizlendi kesinlikle iflâh oldu. (A’lâ 87/14 bkz.)
“Ve kad eflaha men zekkâha”: nefsini kötülüklerden arındıran kesin iflâh oldu (Şems 91/9 bkz.) zümresine dâhil et!..
Bizi cennete tertemiz gelenlerden et! (Zümer 39/73 bkz.). “Kelimeten bâkiyeten” (devâmlı kalacak söz) tevhid ehli kıl! (Zuhruf 43/28 bkz.).
Fâni olanın herkes ve biz, bâki olanın sadece sen olduğunu unutturma! (Rahmân 55/26,27 bkz.)

Bize teslimiyyet Nasrullahını ve istikamet Fethullahını yâkin kıl (Nasr 110/1; Saf 61/13 bkz.)

Bizi “salâtihim dâimun” (devâmlı salâtta) (Meâric 70/23 bkz.)
Ve “şehâdetihim kâimun” (şehâdetleri dostoğru ve yerinde) (Meâric 70/33 bkz.) lardan kıl...

Sakınılmaya (takvâya) lâyık ve mağfiret sahibi Allahımız!
Bizi senin kadrini hakkıyla takdir edemeyenler (En’âm 6/91; Zümer 39/67 bkz.) den etme!

Ey her şeyin mukadderatını tâyin ve takdir eden Allah (celle celâluhu)! (Furkân 25/2 bkz).
Azametini (En’âm 6/18,103 bkz.)
Ve kudretini (En’âm 6/61 bkz) anlamayı kalblerimize ilhâm et!
Hakk’a ve halka karşı tenezzül ve tevâzu’ sâhibi kıl...

Yâ Rabbenâ!
Bize takvâ libası (elbisesi) giydir! (A’raf 7/26; Hacc 22/37; Hucurât 49/3 bkz)
Birr-û-takvâya ulaştır! (Hûd 11/73 bkz).
Emrolunduğumuz gibi dostoğru kulluk yapmayı nâsib et! (Hûd 11/112 bkz.).
Dünyada ve âhirette hamdimizi sana kıl (Fâtiha1/1; sebe’ 34/,6 bkz.),
Cennette de hamd etmek nâsib et! (Fâtır 35/34 bkz.)

Ey bütün günahları yarlıgayan Allahımız! (Zümer 39/53 bkz.), Senden nasıl korkmak geliyorsa öyle korkmayı (Âl-i imrân 3/102 bkz.).
Kabul edeceğin Tevbeyi (Nisa 4/17 bkz.),
Nasuh Tevbesini (Tahrîm 66/8 bkz.)
Ve azabı durdurucu gerçek istiğfâri nâsib kıl! (Enfâl 8/33 bkz.) Ehl-i seher ve ehl-i istiğfâr kıl (Âl-i imrân 3/17; Zâriyât 51/18 bkz.)

Ey Lâtifû’l-Habîru’l-Rahîmû’l-Kerîmû’l-Vedûd! (celle celâluhu)...
kul ihvânî kulun gibi, cihan ve can çilelerinin kırka katlayıp üstünden atladığı Muhammedî gariblerini karibin (yakının) kıl!..

Ve bizim: “(Yakub): Kale innemâ eşkû bessî ve hüznî ilalâhi ve â’lemu minallahi ma lâ tâ’lemun: ben sadece sıkıntı (gam) ve hüznümü (kederimi) Allah’a şikâyet (arz) ediyorum. ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiyle) biliyorum!” dedi” (Yûsuf 12/86 bkz.) âyeti sırrınca şükûr ve şikâyetimizi sana yaptır!
Halka değil!
Bizleri hanîf (saîd) kıl, şakî kılma! (Hûd 11/105 bkz.).
Kitabı sağdan verilenlerden (İsrâ 17/71 bkz.).
Felâh bulan mü’minlerden kıl!
ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:
“Kim ki bu mü’min sûresinin ilk 10 âyetin hükmünü yerine getirirse cennete girer!” müjdesine nâil et! (Mü’min 23/1-10 bkz.)

Cennete vâris müttakilerden eyle! (Meryem 19/63 bkz);
Ehl-i Darû’s-selâm kıl! (En’âm 6/27; Yûnus 10/25,26 bkz.)
Şefâatına izin verdiklerin arasına kat! (Tâ Hâ 20/10 bkz.);
Seyyiâtlarımızı hasenâta çevir! (Furkân 25/70 bkz.);
Terazisi ağır basanlardan (A’raf 7/8,9 bkz.)
Ve meleklerin şefâatına nâil olanlardan (Enbiyâ 21/28 bkz.) kıl...

Yâ Rabbena!
Bizi sadakat (sıdk) tan ayırma! (En’am 6/115; İsrâ 17/80 bkz.).
Lisan-ı sıdk (Şuarâ 26/84 bkz.),
Kalb-i selim (Şuarâ 26/89; Sâffat 37/84 bkz.)
Ve sabrun cemîl (Yûsuf 12/18,83; Meâric 70/5 bkz.) ver...
Ve candan sabra ulaştır (Nahl 16/42 bkz.).
Sana gereği gibi kulluk edebilmek için metânet ve sabır bahşet! (Meryem 19/65 bkz.)
Hayırda yarışmamızı nâsib et! (Bakara 2/148 bkz.).

Biz Muhammedîleri, Muhammedî mecrâda;
ilme’l-yakînî, ayne’l-yakînî (Tekâsür 102/5,7 bkz.),
Hakke’l-yakînî ve hayrû’l-beriyye (yaratılanların en hayırlıları) den (Beyyine 98/8 bkz.) kıl...
Cemâlullah ihsânı için: “vechi Rabbi hi’l-a’l┠sırrına erdir! (Leyl 92/20 bkz.)

Yâ Rabbenâ...
Hak ve hayr için,
Emrullah ve Muradullah’ın tahakkuku için,
RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkı için:
Sadrımızı islâma aç (Zümer 39/22 bkz.).
Ve sadrımızı genişlet! (Tâ Hâ 20/25 bkz.).
Sadıklarla berâber et! (Tevbe 9/119 bkz.)
Sâlihlere kat (Ankebut 29/9 bkz.)
Bize merhamet et Rabbimiz! (Mü’minun 23/109,118 bkz.)

Bizi Muhammedî imâna ve amelli sâlihaya ulaştır!
Gönüllerimize ilâhî vudd (sevgi bağı) nâsib et! (Meryem 19/96 bkz.);
İlahî ilmimizi artır! (Tâ Hâ 20/14 bkz.);
Her zaman,
Her yer
Ve her hâlde herkesin içinde ve her şeyle gerçek zikir ehli kıl (Nisa 4/103 bkz.);
Haşyetle zikir etmek nâsib et! (Bakara 2/152; Enfal 8/2; Ra’d 13/28; Hacc 22/35 bkz.);
Rahmetini, bereketini ve hidâyetini başımıza rahmet gibi yağdır! (Bakara 2/269; Âl-i imrân 3/74; En’âm 6/12,125,133,147; A’raf 7/156 bkz.)

Sonsuz ni’metler bahşeden Allahımız! (Nahl 16/18; Lokman 31/30; Ahzab 33/8 bkz.).
Ni’metlerine nankörlük ettirme! (Ankebût 29/68 bkz.)
Büktüğü ipini büküp büküpte çözen (ahmak, şaşkın) kadın gibi kılma bizi... (Nahl 16/92 bkz.);
Bizleri dâimi kadem-i sıdk (sadakat makamı) sahibi kıl! (Yûnus 10/2 bkz.).
Ve Muhammedî fevzû’l-azme ulaştır (Tevbe 9/100 bkz.) ve Muhammedî sükûn, sükût ve sekînet ver...
Muhammedî bizleri toptan senin ipine sarılıp (Âl-i imrân 3/103 bkz.).
Muhammedî kulluk yapmakta azmedip ve gerisinde seni vekil eyleyenler kıl! (Âl-i imrân 3/159; Ankebut 29/59 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizleri ni’metlere şükrü ve razı olacağın işleri yapmayı ilhâm ettiğin (Neml 27/19; Ahkâf 46/15 bkz.)
Ve keremli kıldığın Muhammedîlerden eyle! (İsrâ 17/70 bkz.).
Yüce ve mânevî makamlar (dereceler) (En’âm 6/83 bkz.)
Ve hazmini ver, şaşırtıp taşırtma adâletli (i’tidâl) ve dengeli kıl! Derecelerimizi yükselt (En’âm 6/132,165; Ahkaf 46/19 bkz.)
Ve bunun için yapmamız gerekenleri kalbimize ilhâm et! (Fâtiha 1/6,7 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi, Sana yaklaşmaya vesile arayan (Maide 5/35 bkz.)
Sana (kulluğunu dostoğru yaparak) yardım edenlerden ve senden yardım görenlerden kıl! (Muhammed 47/7; Saff 61/14 bkz.).
Senden razı olan ve razı olduklarından eyle! (Maide 5/119; Mücâdele 58/22; Fecr 89/28; Beyyine 98/8 bkz.)
seçkin Muhammedîler içine (Fecr 89/29 bkz.)
Ve cennetine (Fecr 89/30 bkz.) sok!..
Özümüzü nûrullah ile nûr-u Muhammed ile nûrun alâ nûr kıl (Nûr 24/35 bkz.).
Her yönümüzü nûr kıl! (Hadid 57/12,19.28 bkz.)
“Ey Rabb’ımız!
Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin!” duana kat! (Tahrîm 66/8 bkz).

Yâ Rabbenâ!
Bizi kitabı illiyinde bulunan ve kesinlikle cennet ehli olan (Mutaffifun 83/18-28 bkz.) ebrârlarınla birlikte ihsânına gark et...
Yâ Rabbenâ...
Bizi (urvetû’l-vüska) sağlam kulpa yapıştır (teslimiyet) ve bıraktırma (istikamet)! (Bakara 2/256; Lokman 31/22 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Arşı yüklenen ve etrafındaki melaike-i kiramın (aleyhi’s-selâm) mü’minler için olan dualarına biz Muhammedîleri de kat! (Mü’min 40 /7-9 bkz)

Yâ Rabbenâ!
Zât-ı âlîyyin ve melâike-i kirâmıyın “sall”ini nâsib et ve Cemâlullahla ve Selâmınla müşerref olup şereflenmek nâsib et! (Ahzab 33/43,44; Yâsin 36/58 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi hâlis muhlis Muhammedî olduğumuz şuûruna, nûruna, sürûruna ve onuruna ulaştır...
Her zaman,
Her yerde
Ve her hâlde;
Hüsnûniyyet,
Samîmîyyet
Ve ciddîyetle kulluğumuzun arzı olan Muhammedî dua ehli kıl... Ni’met verilince yüz çevirip; uzaklaşıp giden, şer (kötülük) dokununca da bol bol dua eden şaşkınlardan eyleme! (Fussilet 41/51 bkz.)

Hakka inanıp hayrı yapmamız için dâimî-derûnî dua etmeyi kalbimize ilhâm et ve:
“Bana dua edin, icâbet edeyim!” (Mü’min 40/60 bkz.) hükmüne icâbeti (Şûrâ 42/47 bkz) biz Muhammedîleri mazhar kıl!

Yâ Rabbenâ!
“Fe ni’mel mevlâ ve ni’mel nasır...: Sen ne güzel mevlâmız ve ne güzel yardımcımızsın... (Hacc 22/78 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
“Elhamdü lillahi Rabbülâlemin!” âmin! (Fâtiha 1/1 bkz.)

Âmine Yâ Muin!
Yâ Lâtif!
Yâ kerîm!
Yâ Rahîm!
Yâ Rahmân
Yâ Hannân!
Yâ Mennân!
Yâ Deyyân!
Yâ Furkân!
Yâ Sultân!
Yâ Allah (celle celâluhu)...
Evvelen Âhiren, Zâhiren, Bâtınen âmennâ, sadaknâ ve şâhidnâ:
Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve resûlühû...

Duamızın sonunda da resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salâvât getirip kuşun iki kanadı gibi yapacaktık! hep birlikte sıla edelim ve vûslât bulalım buyurun...

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve resûlüke ve nebîyyü’l-ümmîyyî ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi vessahbihi!..

Allahım! kulun, nebîn, resûlün ve nebîyyû’l-ümmiyyin olan efendimiz Muhammed (aleyhi’s-selâm)’a sılamızı (ulaşım, kavuşum, bilelik) ve teslimiyyetimizi ulaştır. ailesine, ehl-i beytine ve ashabına da selâm olsun!..

Allahümme salli âlâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve resûlüke ve nebîyyü’l-ümmîyyi ve âlâ âlihi ve ehl-i beytihi ve ashabihi!
Bi rahmetike Yâ erhame’r rahîmin!
İrhamnâ!

DUALAR BÖLÜMÜNDEN ALINTIDIR...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Fasbir lihukmi rabbike ve la tekun kesahıbilhuti iz nada ve huve mekzumun.: Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.(Kalem 48)

Vaktüluhüm haysü sekıftümuhüm ve ahricuhüm min haysü ahracuküm vel fitnetü eşeddü minel katl* ve la tükatiluhüm ındel mescidil harami hatta yükatiluküm fıh* fe in kateluküm faktüluhüm* kezalike ceazül kafirın
Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. (Bakara 191)

Yes'eluneke aniş şehril harami kıtalin fıh* kul kıtalün fıhi kebır* ve saddün an sebılillahi ve küfram bihı vel mescidil harami ve ıhracü ehlihı minhü ekberu ındellah* vel fitnetü ekberu minel katl* ve la yezalune yükatiluneküm hatta yerudduküm an dıniküm inisteta* ve mey yertedid minküm an dınihı fe yemüt ve hüve kafirun fe ülaike habitat a'malühüm fid dünya vel ahırah* ve ülaike ashabün nar* hüm fıha halidun
Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır (Bakara 217)

Vetteku fitnetel la tüsıybennellezıne zalemu minküm hassah va'lemu ennellahe şedıdül ıkab :Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır (Enfal 25)

Fe lem taktüluhüm ve lakinnellahe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnellahe rama ve li yübliyel mü'minıne minhü belaen hasena innellahe semıun alım :(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Enfal 17)

Vallahü halekkkaküm ve ma ta'melun :“Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”(Sâffat 96)

Ve ma teşaune illa en yeşaallahu innallahe kane 'aliymen hakiymen
Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan 30)

Ve ma teşaune illa en yeşaallahu rabbul'alemiyne:Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvîr 29)

Liella ya'leme ehlulkitabi ella yakdirune 'ala şey'in min fadlillahi ve ennelfadle biyedillahi yu't'yhi men yeşa'u'vallahu zulfadlil'azıymi.
Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.(Hadid 29)

Lehu da'vetül hakk vellezıne yed'une min dunihı la yestecıbune lehüm bi şey'in illa ke basitı keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğıh ve ma düaül kafirıne illa fı dalal :Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar (Ra’d 14)

Üd'u rabbeküm tedarruav ve hufyeh innehu la yühıbbül mu'tedın: Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez(A’raf 55 )

Tetecafa cünubühüm anil medaciı yed'une rabbehüm havfev ve tameav ve mimma razaknahüm yünfikun : Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.(Secde 16)

Ve la tüfsidu fil erdı ba'de ıslahıha ved'uhü havfev ve tamea inne rahmetellahi karıbüm minel muhsinın: Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır. (A’raf 56)

Vezkür rabbeke fı nefsike tedardruav ve hıyfetev ve dunel cehri minel ğafilın: Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma (A’raf 205)

Kul ma ya'beü bi küm rabbı lev la düaüküm fe kad kezzebtüm fe sevfe yekunü lizama:(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”(Furkân 77)

Elhamdü lillahillezı vehebe lı alel kiberi ismaıyle ve ishak inne rabbı le semıud düa': “Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” (İbrâhim 39 )


Ve teral mücrimıne yevmeizim mükarranıne fil asfad : O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.(İbrâhim 49 )


Kul ya eyyühen nasü innı rasulüllahi ileyküm cemıanillezı lehu mülküs semavati vel ard la ilahe illa hüve yuhyı ve yümıtü fe aminu billahi ve rasulihin nebiyyil ümmiyyellezı yü'minü billahi ve kelimetihı vettebiuhü lealleküm tehtedun: Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’raf 158)


Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşırav ve nezırav ve lakınne ekseran nasi la ya'lemun : Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.(Sebe’ 28)


Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemın : (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiyâ 107 )

Ve minhümüllezıne yü'zunen nebiyye ve yekulune hüve üzün kul üzünü hayril leküm yü'minü billahi ve yü'minü lil mü'minıne ve rahmetül lillezıne amenu minküm vellezıne yü'zune rasulellahi lehüm azabün elım:Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”(Tevbe 61)

Yahsebunel ahzabe lem yezhebu ve iy ye'til ahzabü yeveddu lev ennehüm badune fil a'rabi yes'elune an embaiküm ve lev kanu fıküm ma katelu illa kalıla :Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.(Ahzab 20)

Ve ennehu lemma kame 'abdullahi yed'uhu kadu yekunune 'aleyhi libeden. : “Allah’ın kulu (Muhammed), O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (Kur’an’ı dinlemek için kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.(Cin 19 )

İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezıne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslıma :Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar.Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin (Ahzab 56 )

Ve lev şae rabbüke le amene men fil erdı küllühüm cemıa e fe ente tükrihün nase hatta yekunu mü'minın : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?(Yûnus 99 )

Amener rasulü bi ma ünzile ileyhi mir rabbihı vel mü'minun* küllün amene billahi ve melaiketihı ve kütübihı ve rusülih* la nüferriku beyne ehadim mir rusülih* ve kalu semı'na ve eta'na ğufraneke rabbena ve ileykel masıyr :Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”(Bakara 285)

İnnema kane kavlel mü'minıne iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm ey yekulu semı'na ve eat'na ve ülaike hümül müflihun : Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Nûr 51)

Vahfıd cenahake li menit tebeake minel mü'minın: Mü’minlerden sana uyanlara kanatlarını indir. (Şuarâ 215)

Ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semıul alım Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(En’âm 115)

Meselül cennetilletı vüıdel müttekun Fıha enharum mim main ğayri asin ve enharum mil lebenil lem yeteğayyer ta'müh ve enharum min hamril lezetil liş şaribın ve enharum min aselim musaffa ve lehüm fıha min küllis semerati ve mağfiratüm mir rabbihim ke men hüve halidün fin nari ve süku maen hamımen fe kattaa em'aehüm : Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?(Muhammed 15)

Yuskavne min rahıykın mahtumin. : Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.(Mutaffifin 25)

Ya eyyühen nasü kad caetküm mev'ızatüm mir rabbiküm ve şifaül lima fis suduri ve hüdev ve rahmetül lil mü'minın : Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.(Yûnus 57 )(2 defa )

Haza hüda vellezıne keferu bi ayati rabbihim lehüm azabüm mir riczin elım: İşte bu (Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise elem dolu çok kötü bir azap vardır. (Câsiye 11 )

Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.:Ve nünezzilü minel kur'ani ma hüve şifaüv ve rahmetül lil mü'minıne ve la yezıdüz zalimıne illa hasara (İsrâ 82 )

Sümme evrasnel kitabellezınestafeyna min ıbadina fe minhüm zalimül li nefsih ve minhüm muktesıdve minhüm sabikum bil hayrati bi iznillah zalike hüvel fadlül kebır : Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.(Fâtır 32 )


Allahü haliku külli şey'iv ve hüve ala külli şey'iv vekıl : Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir (Zümer 62)


Lehu mekalıdüs semavati vel ard vellezıne keferu bi ayatillahi ülaike hümül hasirun: Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(Zümer 63),

Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef'av ve la darra kul hel yestevil a'ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey'iv ve hüvel vahıdül kahhar :De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” (Ra’d 16 ) ,

Yevme hüm barizun la yahfa alellahi minhüm şey' li menil mülkül yevm lillahil vahıdil kahhar: O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah’ındır(Mü’min 16)

Kale fe bi ızzetike le uğviyennehüm ecmeıyn : İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım."(Sâd 82)
İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn : "Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç" dedi.(Sâd 83)

Hüdev ve rahmetel lil muhsinın : Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir).(Lokman 3)
Ya eyyühen nasü inne va'dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur : Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.(Fâtır 5)

Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?:E raeyte menit tehaze ilahehu hevah e fe ente tekunü aleyhi vekıla (Furkân 43)

Fe il lem yestecıbu leke fa'lem ennema yettebiune ehvaehüm ve men edallü mimmenittebea hevahü bi ğayri hüdem minellah innellahe la yehdil kavmez zalimın : Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.(Kasas 50 ).


Ve cealnahüm eimmetey yed'une ilen nar ve yevmel kıyameti la yünsarun : Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir.(Kasas 41 ).

Kezalike yatbeullahü ala kulubillezıne la ya'lemun : Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.(Rum 59)

E fe la yetedebberunel kur'ane em ala kulubin akfalüha : Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var? (Muhammed 24 )

Vellezıne keferu bi ayatillahi ve likaihi ülaike yeisu mir rahmetı ve ülaike lehüm azabün elım: Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır. (Ankebut 23 )

Ve men kane fı hazihı a'ma fe hüve fil ahırati a'ma ve edallü sebıla : Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.(İsrâ 72 )

Men kane yürıdül hayated dünya ve zıneteha nüveffi ileyhim a'malehüm fıha ve hüm fıha la yübhasun : Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.(Hûd 15)


Ülaikellezıne leyse lehüm fil ahırati illen nar ve habita ma saneu fıha ve batılüm ma kanu ya'm'lun : İşte onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.(Hûd 16)


Zaliküm bi ennekümüttehaztüm ayatıllahi hüzüvev ve ğarratkümül hayatüd dünya felyevme la yuhracune minha ve la hüm yüsta'tebun : “Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.(Câsiye 35 );

Ve ma min dabbetin fil erdı illa alellahi rizkuha ve ya'lemü müstekarraha ve müstevdeaha küllün fı kitabim mübın : Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.(Hûd 6).

Ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve in ted'u müskaletün ila hımliha la yuhmel minhü şey'üv ve lev kane za kurba innema tünzirullezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve ekamus salah ve men tezekka fe innema yetezekka li nefsih ve ilellahil mesıyr : Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.(Fâtır 18 ).


Ve inimraetün hafet mim ba'liha nüşuzen ev ı'radan fe la cünaha aleyhima ey yusliha beynehüma sulha ves sulhu hayr ve uhdıratil enfüsüş şuhh ve in tuhsinu ve tetteku fe innellahe kane bi ma ta'melune habıra : Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(Nisa 128 )


Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe illel lemem inne rabbeke vasiul mağfirah huve a'lemu bi kum iz enşeekum minel erdı ve iz entum ecinnetun fi butuni ummehatikum fe la tuzekku enfusekum huve a'lemu bi menitteka : Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.(Necm 32 )

Ve iz kale lukmanü libnihı ve hüve yeızuhu ya büneyye la tüşrik billah inneş şirke le zulmün azıym : Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”(Lokman 13 ).

Li yüazzibellahül münafikıyne vel münafikati vel müşrikıne vel müşrikati ve yetubellahü alel mü'minıne vel mü'minat ve kanellahü ğafurar rahıyma
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Ahzab 73 ),

Ve la takrabu malel yetımi illa billetı hiya ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh ve evfül keyle vel mizane bil kıst la nükellifü nefsen illa vüs'aha ve iza kultüm fa'dilu ve lev kane za kurba ve bi ahdillahi evfu zaliküm vassaküm bihı lealleküm tezekkerun :Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti. (En’âm 152)

Minel mü'minıne ricalün sadeku ma ahedüllahe aleyh fe minhüm men kada nahbehu ve minhüm mey yentezıru ve ma beddelu tebdıla :Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. (Ahzab 23)

Ve ma lekum la tu'minune billahi verresulu yed'ukum litu'minu birabbikum ve kad ehaze miysakakum in kuntum mu'miniyne. :Peygamber, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki (Allah ezelde) sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).(Hadid 8)

Velleziyne hum liemanatihim ve 'ahdihim ra'une. :Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir (Meâric 32 )

Ve minen nasi mey yeşterı lehvel hadısi li yüdılle an sebılillahi bi ğayri ılmiv ve yettehızeha hüzüva ülaike lehüm azabüm mühın : İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.(Lokman 6 ).

Ve la tekunu kelleziyne nesullahe feensahum enfusehum ulaike humulfasikune.: Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.(Haşr19)

İlla ashabelyemiyni: Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka (Müdessir 39)


Ve mey yeksib hatıy'eten ev ismen sümme yermi bihı berıen fe kadıhtemele bühtanev ve ismem mübına : Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.(Nisa 112)


Ve zerillezınettehazu dınehüm leıbev ve lehvev ve ğarrathümül hayatüd dünya ve zekkir bihı en tübsele nefsüm bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyüv ve la şefiy' ve in ta'dil külle adlil la yü'haz minha ülaikellezıne übsilu bima kesebu lehüm şerabüm min hamımiv ve azabün elımüm bima kanu yekfürun:Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.(En’âm 70 )

İnnellezıne ferreku dınehüm ve kanu şiyeal leste minhüm fı şey' innema emruhüm ilellahi sümme yünebbiühüm bima kanu yef'alun :Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.(En’âm 159)

Ya eyyuhelleziyne amenu la tulhikum emvalukum ve la evladukum 'an zikrillahi ve men yef'al zalike feulaike humulhasirune.: Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(Münafıkun 9)

Ya eyyuhelleziyne amenu inne min ezvacikum ve evladikum 'aduvven lekum fahzeruhum ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru feinnallahe ğafurun rahıymun.: Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (Tegabun 14)

Ve la yahzünke kavlühüm innel ızzete lillahi cemıa hüves semıul alım : Onların (inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah’ındır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(Yûnus 65)

Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezıne yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedıd ve mekru ülaike hüve yebur : Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar (Fâtır 10)

Ya eyyuhel'insanu inneke kadihun ila rabbike kedhan femulakıyhi.: Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda didinmenin karşılığına kavuşacaksın.(İnşikak 6)

Ya büneyye ekımıs salate ve'mur bil ma'rufi venhe anil münkeri vasbir ala ma esabek inne zalike min azmil ümur : “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”(Lokman 17 ).

Ve karne fı büyutikünne ve la teberracne teberrucel cahiliyyetil ula ve ekımmes salete ve atınez zekate ve etı'nellahe ve rasuleh innema yürıdüllahü li yüzhibe ankümür ricse ehlel beyti ve yütahhiraküm tathıra :Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.(Ahzab 33 ).

Ve minen nasi ved devabbi vel en'ami muhtelifün elvanühu kezalik innema yahşellahe min ıbadihil ulema' innellahe azızün ğafur : İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.(Fâtır 28 ).

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın halis kulları başka.(Sâffat 40)

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka (Sâffat 74)

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka. (Sâffat 128)

İlla ıbadellahil muhlesıyn : Ancak Allah’ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir (Sâffat 160)

Lekünna ıbadellahil muhlesıyn:Mutlaka Allah'ın ihlaslı kulları olurduk (Sâffat 169)


Kad efleha men tezekka : Doğrusu feraha ermiştir temizlenen,(A’lâ 14 )

Ve kad eflaha men zekkâha: Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir (Şems 9 )

Vesıkallezınet tekav rabbehüm ilel cenneti zümera hatta iza cauha ve fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha selamün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidın : Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere buraya girin.”(Zümer 73).

Ve cealeha kelimetem bakıyeten fı akıbihı leallehüm yarciun: İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptı.(Zuhruf 28)

Kullu men 'aleyha famin : Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır (Rahmân 26)

Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel'ikrami : Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır (Rahman 27)

İza cae nasrullahi velfeth Allah'ın yardımı ve zaferi geldiği, (Nasr 1)

Ve uhra tuhıbbuneha nasrun minallahi ve fethun kariybun ve beşşirilmu'miniyne.: Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!(Saf 13)

Elleziynehum 'ala salatihim daimune. :Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir.(Meâric 23 )

Velleziyne hum bişehadatihim kaimune. :Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.(Meâric 33 )

Ve ma kaderullahe hakka kadrihı iz kalu ma enzelellahü ala beşerim min şey' kul men enzelel kitabellezı cae bihı musa nurav ve hüdel lin nasi tec'alunehu karatıyse tübduneha ve tuhfune kesıra ve ullimtüm ma lem ta'lemu entüm ve la abaüküm kulillahü sümme zerhüm fı havdıhüm yel'abun :Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar. (En’âm 91)


Ve ma kaderullahe hakka kadrihı vel erdu cemıan kabdatühu yevmel kıyameti ves semavatü matviyyatüm bi yemınih sübhünehu ve teala amma yüşrikun : Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.(Zümer 67)

Ellezı lehu mülküs semavati vel erdı ve lem yettehız veledev ve lem yekül lehu şerıkün fil mülki ve haleka külle şey'in fe kadderahu takdira : O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.(Furkân 2)

Ve hüvel kahiru fevka ıbadih ve hüvel hakımül habır :O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.(En’âm 18)

La tüdrikühül ebsaru ve hüve yüdrikül ebsar ve hüvel latıyfül habır :Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder.” O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır. (En’âm 103 )

Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun
O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler (En’âm 61)

Ya benı ademe kad enzelna aleyküm libasey yüvarı sev'atiküm ve rışev ve libasüt takva zalike hayr zalike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun:Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).(A’raf 26)

Ley yenalellahe lühumüha ve la dimaüha ve lakiy yenalühüt takva minküm kezalike sehharaha leküm li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve beşşiril muhsinın : Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.(Hacc 37)

İnnellezıne yeğuddune asvatehüm ınde rasulillahi ülaikel lezınemtehanellahü kulubehüm lit takva lehüm mağfiratüv ve ecrun azıym : Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Hucurât 3)

Kalu e ta'cebıne min emrillahi rahmetüllahi ve berakatühu aleykum ehlel beyv innehu hamıdüm mecıd : Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler. (Hûd 73 ).

Festekım kema ümirte ve men tabe meake ve la tatğav innehu bi ma ta'melune besıyr : Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.(Hûd 112).

Bismillahirrahmanirrahim:Bismillahirrahmanirahim (Fatiha 1)

Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd : Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu ve onun, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.(sebe’ 6 )

Ve kalül hamdü lillahillezı ezhebe annel hazın inne rabbena le ğafurun şekur: Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Fâtır 34 )

Kul ya ıbadiyellezıne esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemıa innehu hüvel ğafurur rahıym : De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Zümer 53 ),

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe hakka tükatihı ve la temutünne illa ve entüm müslimun:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.(Âl-i imrân 102 )

İnnemet tevbetü alellahi lillezıne ya'melunes sue bi cehaletin sümme yetubune min karıbin fe ülaike yetubüllahü aleyhim ve kanellahü alımen hakıma:Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.(Nisa 17),

Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhılekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun: Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler. (Tahrim 8)

Ve ma kanellahü li yüazzibehüm ve ente fıhim ve ma kanellahü müazzibehüm ve hüm yestağfirun :Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.(Enfâl 33)

Essabirıne ves sadikıyne vel kanitıne vel münfikıyne vel müstağfirıne bil eshar :Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).(Âl-i imrân 17)

Ve bil eshari hum yestağfirun:Seherlerde bağışlama dilerlerdi.(Zâriyât 18)

Kale innema eşku bessı ve huznı ilellahi ve a'lemü minellahi ma la ta'lemun :Yakub, “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim. Ben, Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.(Yûsuf 86)

Yevme ye'ti la tekellemü nefsün illa bi iznih fe minhüm şekıyyüv ve seıyd : O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.(Hûd 105 ).

Yevme ned'u külle ünasim bi imamihim fe men utiye kitabehu bi yemınihı fe ülaike yakraune kitabehüm ve la yuzlemune fetıla: Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar (İsrâ 71 ).

Ha mım
Tenzılül ktabi minellahil azızil alım
Ğafiriz zembi ve kabilit tevbi şedıdil ıkabi zit tavl la ilahe illa hu ileyhil mesıyr
Ma yücadilü fi ayatillahi illellezıne keferu fe la yağrurke tekallübühüm fil bilad
Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv vel ahzabü mim ba'dihim ve hemmet küllü ümmetim bi rasulihim li ye'huzuhü ve cadelu bil batılı li yüdhüdu bihil hakka fe ehaztühüm fe keyfe kane ıkab
Ve kezalike hakkat kelimetü rabbike alellezıne keferu ennehüm ashabün nar ü
Hâ Mîm
Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.
Allah’ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın
Onlardan önce Nûh’un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş oldu (Mü’min /1-6 )

Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü'minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı'te külle şey'ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym
Rabbena ve edhılhüm cennati adninilletı veadtehüm ve men salehü min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim inneke entel azızül hakım
Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym
İnnellezıne keferu yünadevne le maktüllahi ekberu mim maktiküm enfüseküm iz tüd'avne ilel imani fe tekfürun
Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”
“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.
İnkâr edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz” diye seslenilir.(Mü’min /7-10 )

Tilkel cennetülletı nurisü min ıbadina men kane tekıyya: İşte bu, kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanlara miras kılacağımız cennettir. (Meryem 63)

Ve lev tera iz vükıfu alen nari fe kalu ya leytena nüraddü ve la nükezzibe bi ayati rabbina ve nekune minel mü'minın Ateşin karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hâllerini) bir görsen!(En’âm 27)

Vallahü yed'u ila daris selam ve yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym : Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.(Yûnus 25)

Lillezıne ahsenül husna ve ziyadeh ve la yerheku vücuhehüm kateruv ve la zilleh ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun: Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.(Yûnus 26)

İz raa naran fe kale li ehlihimküsu innı anestü naral leallı atıküm minha bi kabesin ev ecidü alen nari hüda: Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti. (Tâ Hâ 10)

İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan fe ülaike yübeddilüllahü seyyiatihim hasenat ve kanellahü ğafurar rahıyma : Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Furkân 70 )

Vel veznü yevmeizinil hakk fe men sekulet mevazınühu fe ülaike hümül müflihun : O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(A’raf 8)

Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm bima kanu bi ayatina yazlimun :Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.(A’raf9)

Ya'lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yeşfeune illa li menirteda ve hüm min haşyetihı müşfikun : Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.(Enbiyâ 28 )


Ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semıul alım : Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir(En’am 115)


Ve kur rabbi edhılnı müdhale sıdkıv ve ahricnı muhrace sıdkıv vec'al lı mil ledünke sültanen nesıyra: De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”(İsrâ 80 ).

Vec'al lı lisane sıdkın fil ahırın : “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”(Şuarâ 84 )

İlla men etellahe bi kalbin selim : Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur (Şuarâ 89)

İz cae rabbehu bi kalbin selım :Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti (Sâffat 84)

Ve cau ala kamısıhı bi demin kezib kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl vallahül müsteanü ala ma tesıfun :Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.”(Yûsuf 18)

Kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl asellahü ey ye'tiyenı bihim cemıa innehu hüvel alımül hakım :Yakub, “Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.(Yusuf 83)

Fasbir sabren cemiylen. :(Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.(Meâric 5 )

Ellezıne saberu ve ala rabbihim yetevekkelun: Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir(Nahl 42)

Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma fa'büdhü vastabir li ıbadetih hel ta'lemü lehu semiyya: (Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem 65)


Ve li külliv vichetün hüve müvellıha festebikul hayrat* eyne ma tekunu ye'ti bikümüllahü cemıa* innellahe ala külli şey'in kadır :Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.(Bakara 148 ).

Kella lev ta'lemune ılmel yekıyn : Hayır, kesin olarak bir bilseniz..(Tekâsür 5)

Sümme leteravünneha aynelyakıyn : Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.(Tekâsür 7 )

Cezaühüm 'ınde rabbihim cennatü 'adnin tecriy min tahtihel'enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü 'anhüm ve radu 'anhü zalike limen haşiye rabbeh : Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.(Beyyine 8)

İllebtiğae vechi rabbihil'a'la:O ancak Yüce Rabbinin rızasını aramak için verir (Leyl 20)

E fe men şerahallahü sadrahu lil islami fe hüve ala murim mir rabbih fe veylül lil kasıyeti kulubühüm min zikrillah ülaike fı dalalim mübın : Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.(Zümer 22).

Kale rabbişrah lı sadrı: Dedi: ya rab! benim göğsüme genişlik ver (Tâ Hâ 25)

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe ve kunu meas sadikıyn : Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.(Tevbe 119 )

Vellezıne amenu ve ameilus salihati le nüdhılennehüm fis salihıyn : İman edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihler (iyiler) arasına sokacağız.(Ankebut 9 )

İnnehu kane ferıkum min ıbadı yekulune rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahımın : Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.(Mü'minun 109)

Ve kur rabbığfir verham ve ente hayrur rahımın: De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”
(Mü'minun 118)

İnnellezıne amenu ve amilus salihati se yec'alü lehümür rahmanu vüdda : İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.(Meryem 96)

İnnenı enallahü la ilahe illa ene fa'büdnı ve ekımıs salate li zikrı : “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”(Tâ Hâ 14)

Fe iza kadaytümüs salate fezkürullahe kıyamev ve kuudev ve ala cünubiküm fe izatme'nentüm fe ekıymüs salah innes salate kanet alel mü'minıne kitabem mevkuta: Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa 103 )

Fezkürunı ezkürküm veşküru lı ve la tekfürun :Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.(Bakara 152)

İnnemel mü'minunellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ve iza tüliyet aleyhim ayatühu zadethüm ımanev ve ala rabbihim yetevekkelun :Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. (Enfal 2)

Ellezıne amenu ve tatmeinü kulubühüm bi zikrillah e la bi zikrillahi tatmeinül kulub Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.(Ra’d 28)

Ellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ves sabirıne ala ma esabehüm vel mükıymis salati ve memma razaknahüm yünfikun:Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.(Hacc 35 )

Yü'til hıkmete mey yeşa'* ve mey yü'tel hıkmete fe kad utiye hayran kesıra* ve ma yezzekkeru illa ülül elbab :Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. (Bakara 269)

Yahtessu bi rahmetihı mey yeşa'* vallahü zül fadlil azıym: O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir. (Ali İmran 74)

Kul li mem ma fis semavati vel ard kul lillah ketebe ala nefsihir rahmeh le yecmeanneküm ila yevmil kıyameti la raybe fıh ellezıne hasiru enfüsehüm fe hüm la yü'minun :De ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.(En’âm 12)

Fe mey yüridillahü ey yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islam ve mey yürid ey yüdılehu yec'al sadrahu dayyikan haracen ke ennema yessa'adü fis sema' kezalike yec'alüllahür ricse alellezıne la yü'minun:Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.(En’âm 125)

Ve rabbükel ğaniyyü zür rahmeh iy yeşa' yüzhibküm ve yestahlif mim ba'diküm ma yeşaü kema enşeeküm min zürriyyeti kavmin aharın :Rabbin her bakımdan sınırsız zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.(En’âm 133),


Fe in kezzebuke fe kur rabbüküm zu rahmetiv vasiah ve la yüraddü be'sühu anil kavmil mücrimın :Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun azabı geri çevrilmez.”(En’âm 147)

Vektüb lena fı hazihid dünya hazenetev ve fil ahırati inna hüdna ileyk kale azabı üsıybü bihı men eşa' ve rahmetı vesiat külle şey' fe seektübüha lillezıne yettekune ve yü'tunez zekate vellezıne hüm bi ayatina yü'minun: “Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 156 )

Ve in teuddu nı'metellahi la tuhsuha innellahe le ğafurur rahıym : Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Nahl 18)

Zalike bi ennellahe hüvel hakku ve enne ma yed' une min dunihil batılü ve ennellahe hüvel aliyyül kebır : Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.(Lokman 30)

Li yes'eles sadikıyne an sıdkıhim ve eadde lil kafirıne azaben elıma :(Allah, bunu) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.) Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır. (Ahzab 8 ).

Ve men azlenü minmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bil hakkı lemma caeh e leyse fı cehenneme mesvel lil kafirın : Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?(Ankebût 68 )

Ve la tekunu kelletı nekadat ğazleha mim ba'di kuvvetin enkasa tettehızune eymaneküm dehalem beyneküm en tekune ümmetün hiye erba min ümmeh innema yeblukümüllahü bih ve le yübeyyinenne leküm yevmel kıyameti ma küntüm fıhi tahtelifun : Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.(Nahl 92 )

E kane linnasi aceben en evhayna ila racülim minhüm en enzirin nase ve beşşirillezıne amenu enne lehüm kademe sıdkın ınde rabbihim kalel kafirune inne haza le sahırum mübın : İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?(Yûnus 2 ).

Ves sabikunel evvelune minel mühacirıne vel ensari vellezınettebeuhüm bi ıhsanir radıyallahü anhüm ve radu anhü ve eadde lehüm cennatin tecrı tahtehel enharu halidıne fıha ebeda zalikel fevzül azıym : İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.(Tevbe 100 )

Va'tesumu bi hablillahi cemıav ve la teferraku* vezküru nı'metellahi aleyküm iz küntüm a'daen fe ellefe beyne kulubiküm fe asbahtüm bi nı'metihı ıhvana* ve küntüm ala şefahufratim minen nari fe enkazeküm minha* kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihı lealleküm tehtedu:Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.(Âl-i imrân 103 ).

Fe bi ma rahmetim minellahi linte lehüm* ve lev künte fezzan ğalızal kalbi lenfeddu min havlike fa'fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fil emr* fe iza azemte fe tevekkel alellah* innellahe yühıbbül mütevekkilın:Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.(Âl-i imrân 159)

Ellezıne saberu ve ala rabbihim yetevekkelun : Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir (Ankebut 59 )

Fe tebesseme dahıkem min kavliha ve kale rabbi evzı'nı en eşküra nı'metekelletı en'amte aleyye ve ala valideyye ve en a'mele salihan terdahü ve edhılnı bi rahmetike fı ıbadikes salihıyn: Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!” (Neml 19)

Ve vessaynel insane bi valideyhi ıhsana hamelethü ümmühu kürhev ve vedaathü kürha ve hamlühu ve fisalühu selasune şehra hatta iza beleğa eşüddehu ve belğa erbeıyne seneten kale rabbi evzı'nı en eşküra nı'metekelletı en'amte aleyye ve ala valedeyye ve en a'mele salihan terdahü ve aslıh lı fı zürriyyetı innı tübtü ileyke ve innı minel müslimın: Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 15)

Ve le kad kerramna benı ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesırim mimmen halakna tefdıyla:Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsrâ 70 ).

Ve tilke huccetüna ateynaha ibrahıme ala kavmih nefeu deracatim men neşa' inne rabbeke hakımün alım :İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.(En’âm 83)

Ve li küllin deracatüm mimma amilu ve ma rabbüke bi ğafilin amma ya'melun :Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir (En’âm 132)

Ve hüvellezı cealeküm halaifel erdı ve rafea ba'daküm fevka ba'dın deracatil li yeblüveküm fı ma ataküm inne rabbeke serıul ıkabi ve innehu le ğafurur rahıym:O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(En’âm 165)

Ve li küllin derecatün mimmâ amilu ve li yüveffiyetüh ea' mâlehüm ve hüm la yuzlamun : Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. (Bu da) Allah’ın onlara yaptıklarının karşılığını tastamam vermesi içindir. Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.(Ahkaf 19)

İhdinas sıratal müstekıym:Bize doğru yolu göster. (Fatiha 6)

Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin: Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (Fatiha 7)

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe vebteğu ileyhil vesılete ve cahidu fı sebılihı lealleküm tüflihun:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.(Maide 35)

Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm: Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.(Muhammed 7)

Ya eyyuhelleziyne amenu kunu ensarallahi kema kale 'ıysebnu meryeme lilhavariyyiyne men ensariy ilellahi kalelhavariyyune nahnu ensarullahi feamenet taifetun min benuy israiyle ve keferet taifetun feeyyednelleziyne amenu 'ala 'aduvyihim feasbehu zahiriyne: Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler (Saff 14 )

Kalellahü haza yevmü yenfeus sadikıyne sıdkuhüm lehüm cennatün tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ebeda radıyellahü anhüm ve radu anh zalikel fevzül azıym : Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.(Maide 119)

La tecidu kavmen yu'minune billahi velyevmil'ahıri yuvaddune men haddallahe ve resulehu ve lev kanu abaehum ev ebnaehum ev ıhvanehum ev 'aşiyretehum ulaike ketebe fiy kulubihimul'iymane ve eyyedehum biruhın minhu ve yudhıluhum cennatin tecriy min tahtihel'enharu halidiyne fiyha radıyallahu 'anhum ve radu 'anhu ulaike hızbullahi ela inne hızballahi humulmuflihune. :Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.(Mücadele 22)

İrci'ıy ila rabbiki radıyeten merdıyyeten:“Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” (Fecr 28)

Cezaühüm 'ınde rabbihim cennatü 'adnin tecriy min tahtihel'enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü 'anhüm ve radu 'anhü zalike limen haşiye rabbeh: Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur. (Beyyine 8)

Fedhuliy fiy 'ıbadiy: “(İyi) kullarımın arasına gir.”(Fecr29)

Vedhuliy cennetiy:“Cennetime gir.” (Fecr 30)

Allahü nurus semavati vel ard meselü nurihı ke mişkatin fıha mısbah elmisbahu fı zücaceh ezzücacetü ke enneha kevkebün dürriyyüy yukadü min şeceratim mübaraketin zeytunetil la şerkıyyetiv ve la ğarbiyyetiy yekadü zeytüha yüdıy'ü ve lev lem temseshü nar nurun ala nur yehdillahü li nurihı mey yeşa' ve yadribüllahül emsale lin nas vallahü bi külli şey'in alım:Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.(Nûr 35)

Yevme terelmu'miniyne velmu'minati yes'a nuruhum beyne eydiyhim ve bieymanihim buşrakumulyevme cennatun tecriy min tahtihel'enharu haliduyne fiyha zalike huvelfevzul'azıymu.:Mü’min erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır (Hadid 12)

Velleziyne amenu billahi ve rusulihi ulaik humussıddiykune veşşuhedau'ınde rabbihim lehum ecruhum ve nuruhum velleziyne keferu ve kezzebu biayatina ulaik ashabulcahıymi. Allah’a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir. (Hadid19)

Ya eyyuhelleziyne amenuttekullahe ve aminu biresulihi yu'tikum kifleyni min rahmetihi ve yec'al lekum nuren temşune bihi ve yağfir lekum vallahu ğafurun rahıymun.:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Hadid28)

Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhılekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun. :Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.(Tahrîm 8 )

Kella inne kitabel'ebrari lefiy 'ılliyyiyne:Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.(Mutaffifun 18)

Aynen yeşrebu bihelmukarrebune: Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler.(Mutaffifun 28)

La ikrahe fid dıni kad tebeyyener ruşdü minel ğayy* fe mey yekfür bit tağuti ve yü'mim billahi fe kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha* vallahü semıun alım :Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir (Bakara 256)

Ve mey yüslim vechehu ilellahi ve hüve muhsinün fe kadistemseke bil urvetil vüska ve ilellahi akıbetül ümur : Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.(Lokman 22)

Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü'minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı'te külle şey'ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym: Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”(Mümin 7)

Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym:“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.(Mümin 9)

Hüvellezı yüsallı aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü'minıne rahıyma :O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.(Ahzab 43)

Tehıyyetühüm yevme yelkavnehu selam ve eadde lehüm ecran kerıma Allah’a kavuşacakları gün mü’minlere yönelik esenlik dileği “Selâm”dır. Allah, onlara bol bir mükâfat hazırlamıştır.(Ahzab 44)

Selamün kavlem mir rabbir rahıym : Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır). (Yâsin 58)

Ve iza en'amna alel insani a'rada ve nea bicanibih ve iza messehüş şerru fe zu düain arıyd : İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.(Fussilet 51 )

Ve kale rabbükümüd'unı estecib leküm innellezıne yestekbirune an ıbatetı seyedhulune cehenneme dahırın :Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.”(Mü’min 60)

İstecıbu li rabbiküm min kabli ey ye'tiye yevmül la meradde lehu minellah ma leküm mim melceiy yevmeiziv ve ma leküm min nekır : Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!(Şura 47)

Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dıni min harac millete ebıküm ibrahım hüve semmakümül müslimıne min kablü ve fı haza lı yekuner rasulü şehıden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekıymüs salate ve atüz zekate va'tesımu billah hüve mevlaküm fe nı'mel mevla ve nı'men nesıyr:Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (Hacc 78)

Bismillahirrahmanirrahim:Bismillahirrahmanirrahim(Fatiha 1)


Hocam UMREnize güle güle GÜLle gidip geliniz.. inşALLAH! (es)SELAM! ediniz oralardan BİZe!
En son Gul tarafından 08 Ağu 2009, 22:25 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Gul yazdı:

Muhammedinur evinde ışıl ışıl OL-AN arkadaşlar(ım),büyükler(im),hoca(m)...

Bizden bazıları şiir ile, bazıları tarih ile, bazıları öykü ile, bazıları (B)ilim ile ağlıyor...
Evet SEVgili gül...
Her CAN bir renk...bir başka ahenk...Renklerin bir araya gelip gökkuşağındaki GÜZELliği oluşturması gibi, her CANdan GÜZELlikler yansımakta şükür...

(Bu kendime)
Gözlerim var diye, her zaman, her yerde gördüğünü sanma. Bakmak başka, görmek başka şeydir. Yunus “cümle yerde HAK nâzır, göz gerektir göresi” der. .... Özü yakalamak gerekir. Yoksa yıllar boşu boşuna akar gider. ...

cümle yerde HAK nâzır, göz gerektir göresi”
MEVLAM GÖRECEK GÖZ VERESİ...
inşallah...
inşa eden Allah(c.c)
sevgiyle...
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

'B'ilim İLE gözyAŞI
kulihvani yazdı:Resim

FUZÛLΒDE GÖZYAŞI

Bahir SELÇUK*


Özet

Bu çalışmada, Fuzûlî’nin Türkçe Dîvân’ı ile Leyla vü Mecnun
mesnevisinde geçen ağlamak ve gözyaşı kavramları tespit edildi.
Şairin bu kavramlara estetik bir fonksiyonun yanı sıra psiklojik,
tasavvufi, dini ve sosyal bir fonksiyon yüklediği görüldü. Gözyaşının
bu fonksiyonları izah edilmeye çalışıldı.


Anahtar Kelimeler: Fuzûlî, divan, Leyla vü Mecnûn, gözyaşı,
Fonksiyon


Tear At Fuzûlî
Abstract
In this study the concepts of cry and tear used in Fuzûlî’s
Turkish Dîvân and Leylâ vü Mecnûn mesnevî have been determined.
It has been seen that the poet added a psychological, sufistic, religious
and social function, besides an aesthetic function, to this concepts.
The clarfying of these functions of the tear has been tried.
Key Words: Fuzûlî, divan, Leyla vü Mecnûn, tear, function


*Dr., Malatya Fen Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Malatya
[email protected]



GİRİŞ

Duyguların suyu diyebileceğimiz gözyaşı; ayrılık, hasret,
yalnızlık, çaresizlik, sevinç gibi duyguların oluşturduğu yoğunluğunun
ifadesi olarak dışa yansır.
İnsanoğlunun tepkilerini ifadede özel bir yere sahip olan
gözyaşının1 dini ve tasavvufî hayatta da önemli bir yer tuttuğunu
görürüz. Kur‘an-ı Kerim’de değişik yerlerde az gülmek, çok ağlamak
tavsiye edilir. İnce ve hassas kalp övülürken,2 kaba ve duygusuz kalp
taşa benzetilerek yerilir.3
Hz. Peygamber’in sık sık ağladığı ve ağlamayı teşvik ettiği,
sahabelerin de sık sık gözyaşı döktükleri bilinmektedir.4 Hz. Âdem,
işlediği zelleden dolayı yeryüzüne indirilince pişmanlık gözyaşlarıyla
Allah’tan af diler. Hz. Yakub, Yusuf için o kadar çok ağlar ki sonunda
gözlerinden olur. Hz. Davud’un günlerce ağladığı rivayet edilir.5
Hassas kalpliliğin ve devamlı mahzun olmanın bir bakıma
düstur sayıldığı tasavvuf düşüncesine mensup ilk zahid ve
mutasavvıflar arasında çok ağlama sebebiyle meşhur olmuş kimseler
vardı.6
Fuzûlî âşıkane şiirin, klasik şiirimizdeki en büyük
temsilcisidir. Onun en ayırt edici vasfını, “psikolojisini bu müstesna,
bu gözyaşlarıyla yoğrulmuş ve fakat hüzün ve merareti bediî bir lezzet
haline yükseltmiş aşkında”7 bulabiliriz.8 Hemen hemen bütün


1 Bachelard, Mekan’ın Poetikası’nda Alexandre Dumas’nın Memories adlı eserinden bir anekdot nakleder. Niçin ağladığını soran annesine Dumas: “Dumas ağlıyor, çünkü Dumas’nın gözyaşları var.” diye karsılık verir. Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, (Çev. Aykut Derman), Kesit Yay., İst., 1996, s.44
2 Kur’an: Tevbe/82, İsra/109, Meryem/58, Necm/43, Necm/43 ve 60
3 Kur’an: Bakara/74, Hadîd/16
4 M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, (Çev. Ahmet Meylani), C. III, İslami Nesriyat, Konya 1998 s.250-256; Hadislerin kaynakları için: Süleyman Uludağ “Ağlamak”, TDV İslam Ansiklopedisi, C., I, s.,473-474, İst. 1988
5 Süleyman Uludağ, a.g.m., s.,473-474
6 Süleyman Uludağ, a.g.m., s.,473-474
7 Abdulkadir Karahan, Fuzûlî Muhiti Hayatı ve Şahsiyeti, KBY., İkinci başkı, Ank., 1995, s.,162
8 İstanbul Belediyesinin yayınlattığı Fuzûlî Kitabı’nın kapak resminde yer alan ve Gülbün Mesara imzasını taşıyan Fuzûlî minyatürü, şairin kişiliğini mükemmel bir Şekilde ortaya koymaktadır. Şairin bir elindeki mendil, gözyaşını; diğer elindeki kitap/Kur‘an da şairin ilme verdiği önemi göstermektedir. Fuzûlî Kitabı, (Yay., Haz., Beşir Ayvazoğlu), İstanbul yay., İst. 1986



3

şiirlerinde aşkı ve aşkın hallerini coşkun bir lirizmle ifade eden şair;
duyduklarını, hissettiklerini, hayal ve düşüncelerini kuvvetli bir tahsil
ve ilmin neticesi olan üslubu ile yansıtmaktadır.
Yaşadığı dönemdeki siyasi ve sosyal çalkantılar, hamisizlik,
maddi sıkıntılar adeta şairin şiirlerine sermaye olmuştur.

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn
Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli‘ zebûn G. 232/1


Beşeri ve ilahi aşkın çoğu zaman iç içe olduğu Fuzûlî’de; bu
coşkunluğun, hassas kalpliliğin, aşk ve aşk acısının tabii sonucu olan
gözyaşı beşeri ve ilahi özellikleri kapsayacak özellikte verilmiştir.
“Onun şiirlerinin başlıca unsurları olan aşkın acılarına tahammül
etmek, elem çekmek, halkın ayıplamasına (melamet), başkalarının
(ağyar) cefasına katlanmak, sabır, alçakgönüllülük, bütün bunlar
tasavvufun da dayandığı esaslarıdır.”9 Bu nedenle, aşk ve ıstırap şairi
olan Fuzûlî’de ağlama ve gözyaşı kavramlarının sıklıkla
kullanılmasından daha tabii bir sey olmasa gerek.
Klasik şiirimizdeki âşık tipinin belirgin vasıfları vardır: Zayıf
bir beden, sıkıntılardan dolayı sürekli ah çekiş, sararmış bir beniz,
hüznü yansıtan kanlı gözyaşı… Âşıklık alametlerinden sıkça bahseden
Fuzûlî, bir beyitte söyle der:

Tabîbâ kılmışum teşhîs derd-i ‘aşkdur derdüm
Alâmet âh-ı serd ü rûy-ı zerd ü eşk-i âlümdür G.101/5


Bir bakıma şiirlerini aşk ve aşkın yaşattığı hüzün üzerine bina
eden şairde bu yoğunluğun ve çaresizliğin ifadesi olan ağlamak ve
gözyaşının ne Şekilde ele alınıp işlendiği önem arz etmektedir. Daha
önce şairin eserleri üzerine yapılan çalışmalarda bu hususa dikkat
çekilmiş olsa da gözyaşı kavramının müstakil olarak incelendiği bir
çalışmaya tesadüf etmediğimizden böyle bir çalışmaya teşebbüs ettik.


9 Hasibe Mazıoğlu, Fuzûlî Üzerine Makaleler, TDK Yay., Ank. 1997, s. 31

4

Şairin, Türkçe Divan’ı10 ile Leylâ vü Mecnûn11 mesnevisini
incelediğimizde karşımıza çıkan sonuç şu oldu: Gözyaşı ve ağlama
(eşk, sirişk, girye, yaş, nem) kavramları şairin Türkçe divanındaki
kasidelerde 19 beyitte, gazellerde 234 beyitte, diğer nazım
türlerinde/Şekillerinde de 25 yerde; Leyla vü Mecnun mesnevisinde 27
beyitte geçmektedir.
Çalışmamızda gözyaşı ve ağlamak kavramlarının daha sanatlı
ve ustaca işlendiği gazel nazım türüne ağırlık verdik. Bu sebeple yer
yer beşeri aşka değinsek de esas hareket noktamız şairdeki tasavvufi
aşk oldu.12 İncelememizde önce Fuzûlî’de gözyaşının estetik
fonksiyonu üzerinde durup daha sonra gözyaşının; dini, tasavvufi,
psikolojik ve sosyal fonksiyonlarını ele alacağız.

10 Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit Yüksel, Müjgan Cumbur, Fuzûlî Divanı, Akçağ yay., Ankara 1990
11 Leylâ vü Mecnûn, (Haz. Hüseyin Ayan), Dergah yay., birinci başkı, İst., 1981
12 Fuzûlî’de tabii unsurlarla ilahi unsurların, beşeri aşkla ilahi aşkın mezc edildiğini görürüz. Hatta denebilir ki şairin hareket noktası harici âlemdeki aşktır. Fakat şairin kullandığı göstergeler ve tasavvufi derinliği ifade eden sembollerden hareketle amacın beşeri olandan ilahi olana yükselmek olduğunu söyleyebiliriz. Ve yine Fuzûlî’nin özellikle gazellerinde tasavvuf çok önemli bir unsurdur. Bkz., Mustafa İsen, Türk Dünyasında Bir Köprü: Fuzûlî; Abdulkadir Karahan, Fuzûlî’nin Psikolojisi Üzerine, Fuzûlî Kitabı, (Yay., Haz., Beşir Ayvazoğlu), İstanbul yay., İst. 1986, Ali Nihat Tarlan, Fuzûlî Divanı Serhi, Akçağ yay., 2. başkı, Ank., 1998.
nur-ye yazdı:Resim


YAŞAmak güzel ŞEY!..

Ben BENim, GÜÇüme UY/ANıyorum

zamANın içindeki ANda, merkeze odaklı, dengede durmaya çalışıyorum.
Ben bana bakıyor,
Kendime iyi davranmayı öğretiyorum.
Kendimi SAYgı ile sarıyor,
Kendimi ŞEFKAT ile sarıyor,
Kendimi SEVGİ ile sarmalıyorum.


Şimdi;
İÇimdeki muazzam gücü hissediyorum.
ANbeAN gözlerimin derinine dalmayı öğreniyorum.
Ve
Gücüm bana gülüyor
O'nu alıyor
Kabul ediyorum
Gücümü kabul ediyorum
Gücümü kuşanıyorum
BEN GÜÇLÜyüm.
Gücümü BEN’in; ''YAŞAyan, HAYY zincirinin HAKKını verebilmek için kullanmak istiyorum.


İNŞA SEBEBi hörmetine SONUÇa ulaştırsın BİZi ALLAHım!....

MUHAMMEDİ MuHABBetlerimİZle!....
kulihvani yazdı:A. Gözyaşının Estetik Fonksiyonu

Gerçek âlemde yaşanan sıkıntıların ifadesi olan gözyaşı; şairin muhayyilesinde göz pınarlarından dökülen tuzlu ve ılık bir su olmaktan çıkıp zihinde görsel ve işitsel çağrışımlara yol açan bir estetik bir objeye dönüşür.13
Mübalağa ve benzetme sanatlarının belirgin olduğu bu beyitlerde gözyaşı; çokluk, süreklilik, Şekil, kıymet ve renk ilgisi göz önünde bulundurularak işlenir. Tabii varlıkların ve kozmik unsurların sıklıkla kullanıldığı bu beyitler aynı zamanda şairin felsefi düşüncesini de yansıtır. Zira “Fuzûlî, felsefi bakımdan varlığı parçalara ayırmaz,

13 Fuzûlî’de ahenk ve ses konusu için bakınız: Cem Dilçin, “Fuzûlî’nin Şiirlerinde Söz Tekrarlarına Dayanan Bir Anlatım Özelliği”, Türkoloji Dergisi, Dil ve Edebiyat Arastırmaları Derneği yay , C.X, S.1, Ank., 1992, “Fuzûlî’nin Şiirlerinde İkilemelerin Olusturduğu Ses, Söz ve Anlam Düzeni”, Journal Of Turkish Studies (Türklük Bilgisi Arastırmaları), (Abdulbaki Gölpınarlı Armağanı), Volume 19, 1995


5
bütün olarak kavrar ve şiirlerinde bu bütünlüğün idrakini terennüm eder. Yer göğe kalkar, gök yere indirilir.”14Şairin söz konusu hayallere odak noktası olan unsurları, başlıklar halinde göstermek mümkündür:


1. Çokluk, Süreklilik İlgisi

Şairin gözyaşı ile ilgi vurguladığı en önemli özellik çokluğudur. Değişik vesilelerle aşkını ve aşkının büyüklüğünü dile getiren şair, aşkın verdiği elemlerin bitmesini istemez. Bu denli büyük bir aşkı taşıyan şairin bir nebze de olsa sükûn bulmasını veya aşkının hararetinin azalmasını sağlayabilecek olan da normal bir gözyaşı olamaz. Bu anda şairin imdadına gözyaşının çokluğunu ve sürekliliğini ifade etmek için “deniz, deryâ, ummân, sel, mevc, bârân, tûfân, gird-âb, gird-bâd, Ceyhûn, tûāyân,” göstergeleri yetişir. Dertli âşığın gözünden sel olup akan yaşlar sevgili katında kıymet ifade etmelidir. Zaten sevenin yegâne gayesi duyarsız bir tavır takınan sevgilinin nazarını üzerine çekebilmektir:

Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle
Yamanlıkdur işün ‘uşşāk ile yahşı mıdur böyle Mur.III/6-ab


Âşık her an, benliğini kaplayan sevgilinin hayaliyle yaşar. Bahar mevsimi gibi coşkun ve kabına sığmayan çilekeş Âşığın feryatları gök gürültüsü; ahları, yıldırım gibidir. Yağmur yüklü bulut gibi o da gözyaşı ile doludur:

Olmazam bir lahza bî-ra‘d-i figān ü berk-i āh
Kanda kim seyr eylesem giryān u sūzān ebrvār K.28/29


Aşk bir sırdır, bu sırrı ifşa etmeden taşımak gerekir. Sevgili için çekilen sıkıntıları ve dökülen yaşları başkaları bilmemelidir. Fakat böyle devasa bir derdi çekip elden gizlemek de imkânsızdır. Bunun için şair, dert ve mihnetten dolayı çöp gibi incelmiş varlığının gözyaşı

14 Yaşar Karayev, Fuzûlî’nin Ortak İslam Kültürleri Tarihinde Rolü ve Yeri, Fuzûlî
Kitabı, (Yay., Haz., Beşir Ayvazoğlu), İstanbul yay., İst. 1986, s. 75



6
girdabında kaybolmasını istemektedir. Çünkü şair, hem kınamadan hem de sevgili ile arasındaki benlikten kurtulmuş olacaktır:

Sırrumı rüsvālıāum fāş etmeden ‘ālemlere
Zār cismüm eşk gird-ābında pinhān olsa yeā G.153/4


Gözyaşları bazen çağlayanlar gibi gürül gürül akar ve bu şiddetli akıştan dolayı su kabarcıkları oluşur. Gözyaşlarının her kabarcığında yüzü yansıyan kederli âşık; bu hal ile aşkeri dünyayı tutmuş bir şahtır. Aşkın verdiği sıkıntıların çokluğu ve bu sıkıntılar içindeki Âşığın tahammül etmeye çalışırken döktüğü yaşlar onu hüznün ve sıkıntının sultanı yapar:

Her habāb-ı eşküme bir ‘aks salmiş peykerüm
Şāh-ı mülk-i mihnetüm dutmişcihānı leşkerüm G.208/1


Sevgilinin bakış kılıcının döktüğü kan, âşık üzerinde bir gömlek gibidir. Âşığın sel gibi yaşları bu kandan gömleği parçalar. Şair ikilem içindeki bir Âşığın psikolojisini yansıtmaktadır:

Andanam rüsvā ki seyl-āb-ı sirişküm çāk eder
Zahm-i tîāün kanı giydirdükçe pirāhen bana G.11/3


Aşkın değişmez kanunu, Leyla vü Mecnun mesnevisinde de boy gösterir. Kays; Leylâ için Mecnûn olurken çektiği sıkıntılardan dolayı gözlerinden yaş eksik olmaz. Mecnûn, Leylâ’nın hasretiyle “nâme” gibi büklüm büklüm olmuş ve gözlerinden “hâme” gibi durmadan yaş dökmektedir. Bu haliye şair, Mecnûn’un Leylâ’dan ayrı kaldığını ve ondan haber almak istediğini ifade etmekte ve bir kağıt-kalem vasıtası ile mektup mazmunu çizmektedir:


Hāme gibi yaş döküp dem-ā-dem
Nāme gibi kāmetin kılup ham LM. 1809


Şifa için Kabe’ye götürülen Mecnun, kendisiyle Kâbeyi özdeşleştirir. Zemzem Kâbe’nin gözyaşlarıdır. Böylece şair, sevgili


7
için dökülen gözyaşının sürekliliğini belirttiği gibi aynı zamanda kutsallık ve kıymetine işaret eder:

Göğsüne uran Hacer gibi taş
Zemzem gibi gözden ahıtan yaş LM. 1070 der


Çaresiz âşığın gözyaşları bazen öyle sürekli akar ki sahili olmayan bir deniz meydana gelir:

Yaşum suyı oldı vara vara
Bir bahr ki yok ana kenāre LM. 732


Leyla işveli bir Şekilde gezerken Mecnun’un gözlerinden, çeşme gibi durmadan yaş dökülmektedir:

Leylî işi ‘işve vü girişme
Mecnūn gözi yaşı çeşme çeşme LM. 797



2. Şekil ve Kıymet İlgisi

Gözyaşı; sevgili için döküldüğünden ve Şekil özelliğinden dolayı, âşıkın en kıymetli varlığı olarak düşünülür. Bu nedenle “sîm, güher, sadef, hızâne, taht-i ‘āc, taht-ı revān” gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Şairdeki gözyaşı, içtenlik ifadesi olduğu için ciğer veya gönülden çıkmakta, göz sadece onun aktığı bir pencere olmaktadır. Sevgilinin dudaklarından saçılan şahvari inciye bedel âşığın da gözlerinden saçılan inci misali gözyaşları vardır. Zaten Âşığın maşuğunu elde etmek için sarf edeceği başka bir sermayesi de yoktur:

Gözlerümden dökülen katre-i eşküm güheri
Lebleründen saçılan lü‘lü‘-i şāhvāra fedā G.7/3


Nisan yağmurunun damlaları istiridyenin içine düşüp zamanla inci tanesine dönüşür. Âşığın gözlerinden dökülen yaşar inci kıymetinde olunca onu barındıran gözler de sadef hükmüne geçer:

Göz ki peykānun hayāliyle saçar her yan sirişk
Bir sadefdür katre-i bārānı eyler dürr-i nāb G.28/6



8
Aşk denizinde dolaşan dertli âşığın her dem gözünde yaşlar vardır.
Çünkü yaş akmayan göz, içinde inci bulunmayan bir sadef gibidir:

Girye-i zār ile hoş-hālüm ki bahr-i ‘ışkda
Eşksüz göz bir sadefdür lü‘lü‘-i şehvārsuz G.118/5


Sevgiliden ayrı olma, Âşığı o kadar ümitsizliğe iter ki, âşık buna bir nihayetin olmayacağını düşünür. Bu durumda çaresiz Âşığın yegâne teselli kaynağı tükenmez bir hazine olan gözyaşlarıdır:

Nezr etmişüm firākuna kim yoh nihāyeti
Nakd-i sirişkümi ki tükenmez hızānedür G.99/5


Âşık, her ne kadar aşkını gizlemeye çalışsa da gözlerinden dökülen kanlı yaşlar bu sırrı ifşa eder. Şair sanatlı bir üslupla gözyaşını, kirpik kalemi ile yanak sayfasına yazılan ve gizli sırları ifşa eden bir hatta benzetir. Halk bu yazılardan Âşığın gizli sırlarına vakıf olur:

Ruhum üzre hatt-ı sirişkümi defe‘āt ile kalem-i müjem
Rakam etdügiyçün il okıyup bilür oldı rāz-ı nihānumı G.262/2


Âşık, aşkı uğruna dünyasından vazgeçmiş; akıl sahiplerinin değer verdiği şeylere yüz çevirmiştir. Istırabından dolayı durmadan ah edip ağlayan Âşığın halini anlamayanlar onu kınarlar. Bu sebeple âşık, melâmet mülkünün sultanı sayar. Çünkü onun şimşek gibi çakan ahı, altın taç; inci gibi gözyaşları da fildişi bir tahttır.
Gözyaşı, Âşığı maddi âlemin kesafetinden bir taht gibi kaldırıp yükseltir. “Biyolojik “ben”den yükseğe kalkarak manevî “ben”in daha yüksek bir mertebesine ulaşmak, gündelik ömrü yücelikten geçen yola ve ebediyetin saltanatına hazırlamak…” 15 İşte Âşığın sultanlığı bu sebepledir:


Ey Fuzūlî ben melāmet mülkinün sultānıyum
Berk-i āhum tāc-ı zer sîm-i sirişküm tāht-i ‘āc G.50/7


15 Yaşar Karayev, Fuzûlî’nin Ortak İslam Kültürleri Tarihinde Rolü ve Yeri, Fuzûlî Kitabı, (Yay., Haz., Beşir Ayvazoğlu), İstanbul yay., İst. 1986, s. 71


9
Âşığın ayrılmaz yoldaşları olan “ah, cevr ü cefa, bela vü derd” ve bütün bunların sebep olduğu gözyaşları. Gözyaşları o kadar çok akar ki şairi bir taht-ı revan gibi yerden yükseğe kaldırır ve şairi adeta sultanlık makamına ulaştırır:

Sirişk taht-ı revāndur bana vü āh ‘alem
Cefā vü cevr mülāzım belā vü derd haşem Müs.II/1-ef
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5153
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

ResimResim

Resim"Elektrik Akmaz! Su Değildir..."

Kul İhvaniResimResimResim

ResimResim

Resim
Keban Barajı üzerinde çakan şimşekler (foto:Hakan Öge)


Akarsulardan akan suyun elektrik üretimi için biriktirilmesi yaklaşık 100 yıldır uygulanan bir yöntem. Barajların da dahil olduğu elektrik üretim sistemine hidroelektrik santral diyoruz…Çoğu hidroelektrik santral, dört ana bölümden oluşur. Baraj-türbin,jeneratör-enerji iletim hattı.
Baraj sayesinde akarsuyun su düzeyi yükseltilir, çok miktarda suyun biriktiği geniş bir baraj gölü yaratılır. Barajın göl tarafına bakan duvarının alt kısımlarında, suyun diğer tarafa geçmesini sağlayan, isteğe göre açılıp kapanan kapaklar vardır. Kapaklar açıldığında , su aşağı doğru eğimli olan yoldan hızla akmaya başlar ve yolunun üzerindeki türbinin pervanelerine çarparak dönmelerini sağlar. Bir türbin 172 ton ağırlığında olabilir ve dakikada 90 tam devir yapabilir. Su türbinler, yapı olarak yel değirmenlerine benzer. Tek farkları, dönmeyi sağlayan enerji kaynağının rüzgar değil, su olmasıdır. Bu türbin, hareket eden suyun kinetik enerjisini mekanik enerjiye çevirir…Türbin şaft denen bir çubukla jeneratöre, yani elektriği üreten motora bağlıdır.Türbinin hareketiyle jeneratörün içindeki bir dizi elektromıknatıs dönmeye başlar. Bu büyük elektromıknatıs tel bobinin iç kısmında yer alır. Jeneratörlerdeki mıknatıslarla bobinin arasında oluşan elektromanyetik alan, bir elektrik akımı üretir. Böylece türbinden gelen mekanik enerji elektrik enerjisine dönüşür. Bu arada oluşan akımda transformatörle yüksek voltajlı akım haline dönüştürülür. Daha sonrada enerji nakil hatlarıyla evlere ve işyerlerine iletilir. Baraj gölünden alınarak türbini döndüren suysa boru hatlarıyla dışarı taşınır ve tekrar akarsuya taşınır.




Baraj-Jeneratör-Transformatör-Evler,İşyerleri (enerji nakil hatları ile halka sunuluyor)

HAKK’tan Halk
HAKK Dost'ları Hizmetinizden Allah( c.c) Razı Olsun..
Es Selam ya Resulullah (s.a.v)
El Hadi Celle Celalihu
En son Gul tarafından 29 Ara 2009, 20:00 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

Gul yazdı:ResimResim

Resim"Elektrik Akmaz! Su Değildir..."

Kul İhvaniResimResimResim

ResimResim




Baraj-Jeneratör-Transformatör-Evler,İşyerleri
(enerji nakil hatları ile halka sunuluyor)

HAKK’tan Halk
HAKK Dost'ları Hizmetinizden Allah( c.c) Razı Olsun..
Es Selam ya Resulullah (s.a.v)
El Hadi Celle Celalihu
nur-ye yazdı:Resim

*** '' Her kulağın, gözün ve dilin ANahtarı, BİR DİRİdedir!..''


Kul İhvani


2008 msn shbtndn


nur-ye yazdı:Resim*** ''EL-ELE, GÖNÜL-GÖNÜLE olduk mu, ANında RESULULLAH sav efendimizin gönlüne girer NURULLAHa ulaşırız!..''

Kul İhvani


12.1.2007 (msn)

nur-ye yazdı:*** ''ZEVK etmeyen ZOR sANır!.. ''

Kul İhvani
nur-ye yazdı: *** '' Hayalden Hakikate kaçmaktır, Seyr'ü-Süluk!..''

Kul İhvani


Fedai ile msn sohbetinden
nur-ye yazdı:*** '' Aşıklar herkesin UNunu ÖĞÜTür de,YAR'iyle yer!..''

Kul İhvani
nur-ye yazdı:*** '' YÂR Yolunun Yokuşunda Yorulmayan, YÂR Olmaz!..''

Kul İhvani
ALLAHU ZÜ'L CELAL'in fazlından Nasiblerini arayan kardeşlerim, Kısmetimizde ki NURu Yememizi dilerim.

Muhammedi Sevgi ile kalın

Cümlenizden ALLAH c.c razı olsun....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Cevapla

“İlim” sayfasına dön