''B''ilimde SEYR!

Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

Gul yazdı:ResimResim

Resim"Elektrik Akmaz! Su Değildir..."

Kul İhvaniResimResimResim

ResimResim




Baraj-Jeneratör-Transformatör-Evler,İşyerleri
(enerji nakil hatları ile halka sunuluyor)

HAKK’tan Halk
HAKK Dost'ları Hizmetinizden Allah( c.c) Razı Olsun..
Es Selam ya Resulullah (s.a.v)
El Hadi Celle Celalihu
[

ELLERİNİZE SAĞLIK GÜL HANIM ÇOK GÜZEL BİR YAZI OLMUŞ

HER ŞEY DEVİR DAİMDİR YAŞADIĞIMIZ BU EVRENDE
HAMURUMUZ SU VE ÇAMUR TOPRAK VE DÖNÜŞÜMÜZ TEKRAR TOPRAĞA

YA LEŞ OLARAK DÖNECEĞİZ
YA GÜL KOKULARI İÇİNDE

ÇOK ŞÜKÜR Kİ MUHAMMEDİYE NUR YOLUNDA BİR BİZLİĞİMİZDE DEVİR DAİM-İ EN GÜZEL ŞEKİLDE YAŞAMAKTAYIZ

SEVİYELENMEMİZE YARDIMCI OLAN ALLAH DOSTLARINDAN RAZI OLSUN

BİR ZAMANLAR BİZ ÇOCUKTUK ANA BABA KUCAĞINDA ŞİMDİ ANAMIZ BABAMIZ BİZİM KUCAĞIMIZDA ÜZERİNE TİTREDİĞİMİZ ÇOCUKLARIMIZ GİBİ

NASIL Kİ İLKBAHARDA AÇAR; ÇİÇEKLER, YAPRAKLAR VE SONUNDA ÖZE DÖNÜŞ BAŞLAR OLGUNLAŞIP DÜŞER TEKER TEKER... İNSANOĞLU UMURSAMAZ BASAR GEÇER HATTA ÇOGU ZAMAN ETRAFI KİRLETİR DİYE DE KIZARIZ (HADDİMİZİ BİLMEDEN SINIRLARI ÇİĞNERİZ)

OYSA Kİ BİR FARKIDANLIĞIN FARKINA VARABİLSEK HAKKIN KANUNU AĞAÇTA DA AYNI BÖCEKTE DE ÜMMİ TARAFIMIZI AÇABİLDİĞİMİZ VAKİT VAKTİN GELİP GEÇTİĞİNİ VE RUH-CESED-NEFS’İN DURUMUNU ÇOK DAHA İYİ KAVRAYABİLİRİZ

SİTEMİZİ BİR ARI GİBİ HİSSEDİYORUM BU DÖNEN ÇARKIN İÇİNDE SONBAHAR YAKLAŞIRKEN ÇİÇEKLERİ OLANCA HIZIYLA DÖLLEYİP BAL YAPMAYA UĞRAŞMAKTA

BİZ ÇOĞU CANLAR ÇİÇEKLER GİBİ RENGARENK SEVİYELENEN TALEBELER- İZ BÜYÜKLERİMİZ ARI BİZİ DÖLLEYEN DEVİR DAİMDE MENZİLE ULAŞMAMIZ İÇİN ÇABA SARFEDEN
BİR TOHUMDA BİNLERCEYİZ

DEVİR DAİM DE BENİM İLK AKLIMA GELEN HZ MEVLANA ‘DIR EYY HALK AÇ GÖZÜNÜ İBRET İÇİN SEYRET BU DÖNÜŞLER BİR OYUN DEĞİLDİR

HAKK_IN İÇİNDE YAŞAYAN HAYY’LARIN DÖNÜŞÜDÜR ÜRYAN GELDİN ÜRYAN GİDECEKSİN NEREYE ROTAN-I BELİRLE YELKENSİZ GEMİ MİSALİ SAVRULMA

DERYA İÇİNDE DÜMENİN MUHAMMEDİ NUR YELKENİNİ HAKK AŞKIYLA DOLDUR


SEYRE DALMA BU DÖNÜŞLER SEYİRLİK DEĞİL İBRETLİKDİR

LEŞ OLARAK DÜŞME SANA CAN VEREN TOPRAĞA EMANETİN OLAN

CESEDİNİ

TERTEMİZ BIRAK TOPRAĞA

ÖLÜNCE BİTECEKMİ SANDIN EY GAFİL SURA ÜFLEYİNCE İSRAFİL PORTMANTOYA ASTIĞIN CESEDİNİ RUHUNA GİYDİRİP DEVRİ TAMAMLAMAK İÇİN ÇIKACAKSIN HAKKIN KARŞISINA

ŞİMDİ YAN YANABİLDİĞİN KADAR --NAR İLE ULAŞ NUR-UNA DEVİRLER NAR İSE DAİMLİK DE NUR LAR VARDIR UNUTMA
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

mim yazdı:ALLAHU ZÜ'L CELAL'in fazlından Nasiblerini arayan kardeşlerim, Kısmetimizde ki NURu Yememizi dilerim.

Muhammedi Sevgi ile kalın

Cümlenizden ALLAH c.c razı olsun....
SUREYYAAKSOY yazdı: DEVİR DAİM DE BENİM İLK AKLIMA GELEN HZ MEVLANA ‘DIR EYY HALK AÇ GÖZÜNÜ İBRET İÇİN SEYRET BU DÖNÜŞLER BİR OYUN DEĞİLDİR
nur-ye yazdı:Resim

NE HÂLLERdeyİZ!..

Latif YILDIZ ( Kul İhvani)



Ne Mutlu Muhammedî Nûra, Şuûra, Sürûra ve O-NURa ULAŞabilen genç yüreklere!

Tevbe, Rıza, Duâ ve Zikir Birliğimizde ve Bizliğimizde;

ALLAHU ZÜLCELÂL (cc) Yardımcımız olsun! İnayet ve Hidayet etsin!
Resûlullah (sav) ebedî Yârimiz olsun! Şefâat etsin!
Ehl-i Beyt (as) İZi Yolumuz olsun! Rehberlik etsin!
Hakk Erenler (ks) Yoldaşımız olsun! Himmetleri hazır olsun!
Allah Teâlâ Bize de;

Muhammedi Gayret,
Muhammedi Merhamet,
Muhammedi Muhabbet,
Muhammedi Hakikat Lutfetsin!


Âmin Yâ Muîn (cc)!..
Âmin Yâ Latîf (cc)!..
Âmin Yâ Kerîm (cc)!..
Âmin Yâ Rahîm (cc)!..
Âmin Yâ Vedûd (cc)!..

İnşâallahu Teâlâ!..

Muhammedi Muhabbetle…


Âmin Yâ Muîn (cc)!..
Âmin Yâ Latîf (cc)!..
Âmin Yâ Kerîm (cc)!..
Âmin Yâ Rahîm (cc)!..
Âmin Yâ Vedûd (cc)!..
İnşâallahu Teâlâ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

"Kainatın ve insanın tek ana besini olan Hidrokarbon: Yeşil ağacın yeşil ateşi-Hayy yakıtı"
Kul İhvani

YANMA
Bir maddenin oksijen ile tepkimesine yanma(oksitlenme) denir. Yapısında karbon ve hidrojen bulunduran organik maddeler(hidrokarbonlar) ve yapısında karbon, hidrojen ve oksijen bulunduran organik maddeler yandıklarında karbondioksit ve su oluşur. Kimyasal tepkimede tepkimeye giren maddelerin özellikleri kaybolurken değişik özelliklerde yeni maddeler ürün olarak ortaya çıkar. Fakat tepkimede toplam kütle değişmez…

"Hayy diriliği, su ile kaimdir."
Kul İhvani


ANLADIN BU İŞİN NE İMİŞ TÜRKÇESİ,
AŞKIN ATEŞTİR ATEŞİN GÜL BAHÇESİ.

Necip Fazıl



***********************


NEFESİN YAKTI BENİ…

Resim

YANDIM DA OLDUM DİRİ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Hakan yazdı:ZEVK 1265

Yeşil ağaç Resim Hidro karbon… Aşk Güneşin Hayy AYNası
Her seher saçların tarar, Ehlullah’ın Haslar Hası!..
“Fulki’l-meşhun!” Aşk Gemisi.. DİRİlik döken Sahile..
Gönül Lambam yanmıyorsa, engel OL-AN Benlik Pası!..


31.12.95 22:38
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Toprak, suyu sever ürün vermek için. Su, güneşi sever buharlaşmak için. Buhar, bulutu sever yoğunlaşmak için. Bulut, rüzgârı sever rahmet götürmek için. Rüzgâr, yamaçları sever hızlanmak için. Yamaçlar ormanları sever su depolamak için. Ormanlar ağaçları sever canlıları yaşatmak için. Ağaçlar toprağı sever kök salmak için. Toprak, yeşillikleri sever ürün vermek için. Böylesine bir sevgi döngüsü ile su toprağa, toprak ta suya rahmet olur.

Bulutlar ağlamazsa yeşillikler nasıl gülsün?

Ama hep bulutlar ağlayacak, yeşillikler hep gülecek midir? Hayır, Güneş aniden açar o zaman bulutlar sevinerek güler; bu kez sararıp solan çimenler olur. Kader mi yoksa hassas denge mi?

Olaylara olumlu gözlükle bakanlar için, canlı ya da cansız her varlık, Evren sahnesinde, kendisine ne görev verilmişse, yerinde ve zamanında onu yerine getirmek ve daha üst düzeye çıkabilmek; yani kemâle ulaşarak, olgunluğa erişmek için durmaksızın didinir, çabalar ve çırpınır.

Güneşe baksanıza! Bir salkım koruğu, bir salkım üzüm haline getirmek için ne kadar uğraş veriyor?

Taşkın TUNA
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Gul yazdı:ResimResim

Resim"Elektrik Akmaz! Su Değildir..."

Kul İhvaniResimResimResim

ResimResim




Baraj-Jeneratör-Transformatör-Evler,İşyerleri
(enerji nakil hatları ile halka sunuluyor)

HAKK’tan Halk
HAKK Dost'ları Hizmetinizden Allah( c.c) Razı Olsun..
Es Selam ya Resulullah (s.a.v)
El Hadi Celle Celalihu


Gül kardeşim, Allah c.c ilminizi arttırsın.
Güzel bir dörtlü sistem sunduğunuz için çok teşekür ederim...

Muhammedi Sevgi ile kalınız....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Bir göldeki ya da denizdeki su seviyesi yükseldiği zaman dışarıdan onu hayranlıkla izleyenler ya da denizi bir yararlanma aracı olarak kullananlar her yerden aynı seviyeyi görür... Alt tarafındaki derinlik ise dışarıdan görünmez. Ancak bazı ölçümler yapıldıktan sonra alt taraftaki derinliği tespit edebilir. Ki bu durumda işte uzmanlık, adanmışlık v.s gerektiriyor.

İnşaallah muhabbetlerimizde ilimdeki bu seviyelenmemizi izleyebilir, bu seviyelenmemizden dolayı hizmet eder hale gelebiliriz...İlimde derinleşip, kendini ilme adayan hak dostlarından Allah(c.c) razı olsun.
Cümle hayr dualarımıza amin.
Allah razı olsun.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »




GÖLGE
Kaynaklardan yayılan ışınlar, ortamda ilerlerken saydam olmayan cisimler üzerine düşerlerse, cisimleri geçemediklerinden dolayı, cisimlerin arka tarafında karanlık bölgeler oluşur. Meydana gelen bu karanlık bölgeye gölge denir. Gölgenin şekli, saydam olmayan cismin şeklinin en büyük kesiti gibidir. Bunun sebebi, noktasal ışık kaynağından çıkan ışığın doğrusal olarak yayılmasıdır.

Anahtar kelimeler: Saydam,cisim,gölge,noktasal ışık,kaynak,doğrusal
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

SUREYYAAKSOY yazdı:
Çiftleşmeden üreyen dişi karınca türü keşfedildi

Bilim adamları, Amazonlar'da çiftleşmeden çoğalan ve tamamı dişi olan bir karınca türü keşfettiler.

ABD'nin Arizona Üniversitesinden araştırmacılar, kraliçe karıncaların kendilerini kopyalayarak genetik açıdan benzerlerini ürettiklerini, böylece eşeysiz ürediklerini tespit ederek, bunun hiç çiftleşme olmaksızın bahçe mantarı gibi ürediği görülen ilk böcek türü olduğunu belirttiler.



Karıncaların bu "sekssiz dünyası" ile ilgili bulgularını Proceedings of the Royal Society B. dergisinde yayımlayan Biyolog Anna Himler, "Mycocepurus smithii" türü karıncaların DNA'larının "parmak izini" inceleyerek, tüm karıncaların koloninin kraliçesinin kopyaları olduğunu gördüklerini kaydetti.

Dişi karıncaları parçalayıp incelediklerinde bunların fiziksel olarak doğuramayacak durumda olduklarını ve "midye organı" olarak bilinen üreme sistemlerinin özelliğini yitirmiş olduğunu fark ettiklerini söyleyen araştırmacı, erkeklerin döllenmemiş yumurtadan eşeysiz üremelerinin bazı böcek türleri için normal olduğunu, ancak dişilerin eşeysiz üremelerinin "karıncalarda fazlasıyla ender" olduğunun altını çizdi.

"Karınca toplumunda, değişik tiplerde üreme şekilleri görülüyor, ama bu tür kendi görülmemiş üreme şeklini geliştirmiş" diyen Himler, neden özellikle bu türün tamamen eşeysiz olduğunu ve bu fenomenin ne kadar zaman önce ortaya çıktığını bilmediklerini de sözlerine ekledi
.
Genetik ŞİFRElerin çözülmesiyle beraber ne kadar ilginç ve yeni haberler OKUyoruz ve ŞAHİT oluyoruz değil mi Süreyya Kardeş..
Kuranı-Kerim OKUmalarınız da başladı sanıyorum..Bu mesaj vesilesiyle Resulullah (s.a.v) 'in şefaati ile Rabbim tamamını erdirsin diyelim inşaAllah.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

SEVGİLİ KARDEŞİM GÜL

BU GÜZEL BİLGİLERİ BİZLERLE PAYLAŞIP AYDINLATTIĞINIZ İÇİN ALLAH SİZDEN RAZI OLSUN BUGÜN OKUDUĞUM BİR YAZIDA AKLIMA SİZ GELDİNİZ BEN DE BU YAZIYI SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM


TÜRKİŞŞŞ KEBAP, TÜRKİŞŞŞ LOKUM

Dünya bizi nasıl tanıyor diye çeşitli sitelerde araştırma yapılmış… Ve sonuç:" Türkiye eşittir Türkiş kebap ve Türkis lokum"…Evet, yanlış okumadınız… Aynen öyle Dışardan Türkiye deyince ilk akla gelen meşhur kebabımız ve lokumumuzmuş… Türkiye`nin 2009 yılı tanıtım bütçesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı`na 2009 yılı tanıtma bütçesi olarak 140 milyon dolar ayırdı… Ama sonuç, Türkish kebaptan öte gitmiyor… Diyeceksiniz ki niye? Niyesi şu: Türkiye bugüne kadar söyler misiniz?

Kaç tane Nobel ödülü var? (Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'den başka aday yokki?)
Kaç tane yılda uluslar arası alanda yayınlanmış makalesi var? (Üniversitelerimiz başörtüsü meselesi ile uğraşmaktan bilime zaman ayırıyorlar mı ki?)
Kaç tane buluşumuz var? (İcat çıkarma, eski köye yeni adet getirme diye çocuklarımıza hala öğretiyoruz ya…)
Kaç tane hastalığa çare bulduk ve insanlığa hediye ettik?(Jetonsuz telefon nasıl çalıştırılır biliyoruz ya, otomattan para ödemeden alışveriş nasıl yapılır biz bulduk ya)
Ar-ge'ye harcadığımız para yılda kaç para?(Ar-ge mi o da ne?)
Yıllık kitap okuma oranımız AB'nin üstünde mi?(İşe giderken gazete bayii önündeki gazetelere bakıyoruz ya yetmez mi?)
BM Genel Sekterliğini en son ne zaman yaptık? (Valla yaptık mı ki? Aferin bize)
Kendi tankımızı, kendi uçağımızı yapıp sattık mı?(Sende çok şey istiyorsun haaa..Dünyada savaş mı kaldı ki?)
Beyin göçünü tersine döndürdük mü?(Giden gelmiyor ki kardeşim, adamlara asgari ücret artı yol parası ve yemek veriyoruz yine yurtdışına kaçıyorlar)


Neyse soruları fazla uzatmayım… Ama dünyanın bizi yani Türkiye'nin aslında bir Arap ülkesi olmadığını anlatmak istiyorsak eğer, Türkiye'nin EĞİTİME-ARAŞTIRMAYA-BİLİME AĞIRLIK vermeliyiz… Okuma oranımızı artırmalıyız. Hala okuma yazma bilmeyen vatandaşlarımız var… TV'nin başında çekirdek çitleyip yarışma izlemeyi bırakmalıyız… Camilerimizde teravihi 20 rekat mı kılalım, 8 rekat mı kılalım tartışmaları yanında ya da orucu bozan şeylerle birlikte ve namazın rekatları yanında İLME ÖNEM VERİN… ESKİ KÖYE YENİ ADET GETİRİN- İCAT ÇIKARTIN vaazları verilmeli…



Yoksaaaaaaa… Evet, yoksa Türkiye şöyle tanınır:



· Türkiye AB ülkelerinde en fazla trafik kazası yapan ülke

· En fazla iş kazası yapan ülke

· Çocuk ölümlerinin en fazla olduğu ülke

· Kan davasının sürdüğü tek AB ülkesi

· Fındıklı lokum yanında cevizli lokumda üreten ülke

· Hala yarım saat yağmur veya kar yağdığında trafiği tıkanan ve sel gelen ülke



Karar sizin… Yoksa değil 1 milyar dolar 10 milyar dolarlık tanıtım harcaması yapsak da Türkiye hala fes giyen ve at arabası ile işe giden ülke konumunda kalır…

Fahri SARRAFOĞLU
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Resim


Sevgili kardeşim Süreyya,

ZamAN, içindeki AN'a, durmadan yaratıldığı ANdan itibaren hizmet etmekte...

ZamAN yaratıldığı ANdan itibaren insan doğuyor doğuruyor ölüyor...

ZamAN yaratıldığı ANdan itibaren ağaç ekiliyor, meyve veriyor, ölüyor

ZamAN yaratıldığı ANdan itibaren yıldızlar doğuyor,büyüyor, ölüyor..

ZamAN yaratıldığı ANdan itibaren AN be AN "var-yok" diyor; AN'ca!..

Zamanın dili AN; AN'ca konuşmayı öğreten ise ZamAN...Zaman geçse ne olur! ANca konuşamıyorsak...

Paylaşımın, OKUduğum zaman dilimi içerisinde çok ANcaydı..Teşekkür ederim..Tabi ancak ZAMANdan AN'a bir bakış olabilir bu.. AN'dan zamana bakanlar elbette çok daha güzel söyleyeceklerdir..Allah(c.c) razı olsun canım kardeşim....
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

SEVGİLİ KARDEŞİM O KADAR GÜZEL BİR YAZI OLMUŞKİ ALLAH RAZI OLSUN SENDEN OKUDUĞUM AN 'DA HOCAMIN CAN ALICI ANI YAKALAYICI S-(K)-ÖZ LERİ GELDİ AKLIMA

*** '' Zamanın AN dilimleri ilmek ilmek, BİR HALlerde gelip geçmede!..''
*** '' Şu ANda, ne HÂLde ve KİM olduğunu, "düz AYN"da SEYRet!.. ''

*** '' BİZ BİRİZ ve BİRiBİRimizin HİZMETçisiyiz!..
*** '' Vakit kullanılan ANdır, Zaman geçendir!..''

*** '' vAKİT NAKLinin ŞU-ANıdır, zamAN AKLın zANNıdır!..''
*** '' BİZ BİRİZ ve BİRiBİRimizin HİZMETçisiyiz!..''

Kul İhvani
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


Gönlü Güzel kardeşlerim HAYR-AN HAYR-AN SEYR ettirdiniz yazdıklarınızı.
Daha önce güllale derlemelerinde paylaşmıştım yineliyorum sizler için!


ZAMAN>NAMAZ
Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

kulihvani yazdı:Eşya Olay Zaman ve Zan
İmtihan içinde İNSAN
Devran Seyran Cevlan Hayran
"AN" ımızı "HAYR" eyleriz....

Resim
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Gariban yazdı:ZAMAN

ZAM + AN : Kün Fe Ye Kün ile AN üstüne AN'ın algılanışı, Zamlanmış AN, Kumulatif AN'lar.
nur-ye yazdı:

KULİHVANİ'den:

Derlerki hakk Erenler,
Aşıklar abdestin, Sînesin Acı Suyundan alır.
Nefes Nefsi terk edene kadar,
Dışta Kafeste her şeyi
İçte nefeste BİR şeyi AN lamalıyız..

Her nefesi ANlamak,
AN ları zamANlamak
ÖZ gÖZümüzü cANlamak
AKLI akıllANdırmak
NAKİLle inANdırmak için
Bunca çİLE
bİZde BİLe
BİR İLE..
Çok güzel kardeşim ACİZane okurken FEYİZlendik. ZAMANın terside muhteşem mubarek NAMAZ!

ZAMAN= NAMAZ
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Gariban yazdı:
Gizli Bahçe’ye Gelin!

Bawa Muhyiddin(K.S)


Yazar: M.R.Bawa Muhyiddin(K.S)
Kitabın Orijinal Adı: Come to the Secret Garden:Sufi Tales of Wisdom
Kitabın Türkçe İsmi: Gizli Bahçe’ye Gelin:Sufilerin irfan hikâyeleri
Cevrilen Sayfalar: s.?-?
Basım Yılı: 1985
Çevirmen: Emre Yaşar


Resim

Aklın şimşeği

Sevgim sizlere çocuklarım. Gökgürültüsü duyduğunuzda semaya bakarsanız bir ok gibi şimşek çaktığını göreceksiniz. Parlaklığı göz kamaştırır ve sanki gözleriniz yuvasından çekilmiş gibi hissedersiniz. Fakat şimşeğin nereden geldiğini görebiliyor musunuz? Hayır, aniden bir yerden sıçrıyor ve bir an parlayıp dağılıyor.

Şimşek farklı sıcaklıklardaki iki hava basınç sisteminin çarpışmasıyla oluşur. Bu basınçlar yağmur yağacağı zaman, atmosfer türbulans halindeyken ve bulutlardaki elektromanyetik kuvvetler topraktan suyu çektiği zaman meydana gelir. Elementlerin buluşmasının basıncı gök gürlemesine sebebiyet verir ve sonra şimşek takip eder. Eğer toprağa yıdırım düşse, büyük ölçüde hasara sebebiyet verebilir.

Bunun gibi, insanların düşünceleri de tahribat yapabilir. Fena düşünceleri, yaşamında şimşek gibi parlar. İnsan zihninde pek çok türbulanslar var olur. Öfkesi, aceleciliği ve kıskançlığı aklının semasında çakan bir şimşek gibi vurur. Ne olduğunu anlamadan öfke, keder, kibir, karma ve diğer şeytani sıfatların basınçları beş element, akıl ve arzularla çarpışır ve kazalara sebep olur. Ne yaptığını bilmeden ve davranışlarının sonucunu düşünmeden çarpar. Bu esnada birini mi kırıyor yahut öldürüyor farkında olmaz. Eşinin, çocuklarının, servetinin ve mülkünün farkında olmaz. Zihnindeki bu enerjler yahut kuvvetler o kadar hızlı çarkar ki, hiç bir şey bilemez. Ancak herşey sona erdikten sonra yaptığını anlar.

Bu durum hayatının herhangi bir zamanında olabilir. Öfke şimşeği beş element ile zihin ve arzular arasındaki basınç sebebiyle patlayıp açığa çıkabilir. Sonra bencillik, kibir, kıskançlık, haset, kin, şüphe, acelecilik, egoizm ve pek çok fena huylar ortaya çıkar. Her fena huy hızla çarpar ve büyük hasar verr. Bu şimşek içte parladığında ve dışarıya patladığında, insana cinayet işletebilir, evini yaktırır, yahut intihara bile sürükleyebilir. İnsanın düşünceleri pek çok kazaya ve probleme sebep olabilir.

Bu sebepten sevgili torunlarım, bu basınçları ayırmak zorundayız. Zihnin, arzuların ve beş elementin arasına irfanımızı yerleştirmeliyiz. Sabır, şükür, tevekkül, hamd ve Allah’a inancı bu basınçların arasına yerleştirmeliyiz. O zaman daha ortaya çıkmadan şimşeği önlemiş olur ve huzura erişiriz.

Bu kuvvetler buluştukları zaman bu kazaların meydana geleceğini anlamalısınız. Bunu farketmeli ve irfanla onları kontrol altına almaya çalışmalısınız. Onları Allah’a iman ile, O’nun sıfatlarıyla, sabır, şükür, tevekkül ve hamd ile kontrol altına alın.

Eğer bunu yaparsanız yavrularım, bu kaza ve trajedilerin hayatınızda ortaya çıkmasını engelleyebilir ve dertlere düşmeden huzur içinde yaşamış olursunuz. Bir sorun ortaya çıksa bile sizi mahvetmeden onu kontrol altına almış olursunuz. Bunu düşünün.

Eğer bunu yapabilirseniz, yaşamınız için çok iyi olur. Allah size bu sabrı versin.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Gul yazdı:'B'ilim 'GEL'irsen 'TÜM'den 'GEL'

Nuriye Ablacığım.. Gönlünüzden istediğiniz bu tefekkürün yeri inşaallah gönlünüz olur da gönlünüzdeki dostlarla BİRleştirirsiniz BİZi!

BİR sınıf öğretmenimizin değerlendirmesiyle;

TÜMDENGELİM-TÜMEVARIM

Soru (Gül): Tümdengelim nedir?

Cevap(Öğretmenim): Bütünden parçaya inmektir. Mesela okuma öğretirken eskiden tümdengelim yöntemi kullanılıyordu.Önce öğrencilere cümle verilirdi.’Ali ata bak,Oya okula koş’(tabi öğrencilerin hayatıyla ilgili şeyler ve içinde her türlü harfi barındıran cümleler verilirdi..).’Emel eve koş’ cümlesinde olduğu gibi harfin büyük ve küçük halinin bulunduğu cümleler kurulurdu.Yani cümlesiyle,kelimesiyle,harfiyle çocuk önce hepsini bir bütün olarak görürdü. Yani ‘algıda bütünlük’ sağlanırdı.
Algıda bütünlüğü sağladıktan sonra o bütünü parçalamaya başlardık..Çocuk bir bütünün farkında olduğu için bu parçalama onun bütün olarak algıladığı o cümleninin anlamını bozmazdı..Anlam bozulmadığı içinde bütün dikkatini cümleyi böldükçe bölünen kısma verirdi. Çünki anlamlı bir bütünü OKUmaya çalışıyordu . Bölünen parçayı değil!
Ancak tüme varım yönteminde yani şu an eğitimimizde uygulanan yöntemde maalesef işler tersine döndü.


Soru(Gül): Tümevarım nedir?

Tüme varımda hedeflenen ise parçadan bütüne ulaşabilmek. Bu yöntemde çocuğa önce harf öğretilmeye çalışılıyor. Harf bir anlam ifade etmiyor, anlamsız, bütünün çok küçük yani en küçük parçası. Mesela çocuğa ‘e’ harfini öğretmek istediğimizde ‘e’ yi bu şekliyle öğretmek imkansız. Ancak bu ‘e’ yi anlamı olan bir yerde veriyoruz. Mesela bebeği uyuturken kullandığımız ‘eee e eee e’ sesiyle ‘e’ yi çocuklara okutuyoruz. Hadi ‘e’ harfini bu şekilde öğrettik. Öğretilmesi çok daha zor olan harflerden ‘L’ harfini verdiğimizde ise işler iyice karışıyor. Çünki ’le’ tek başına anlam bütünlüğü sağlamıyor.!...O yüzden çocuk ‘l’yi ‘le’den öğrenemiyor.. Hemen önüne E’ yi ekleyip El diyoruz ki çocuk ‘el’ anlamından ‘l’ ye varabilsin.. El’ i verdik, hala ‘l’yi anlatabilmiş değiliz..Çünki ‘le’ ye hala geçemedik. Buda şöyle çözülüyor ‘l’nin başına ‘E’ yi ve sonuna ‘e’ yi getiriyoruz ‘el ele’ sözcüğü ile L yi anlatmaya çalışıyoruz..’El ele’ bütünlüğünü verdiğimizde aslında gizli bir şekilde tümden geliyoruz..Yani bu tüme varım yöntemi dolaylı olarak tümden gelim yöntemidir..Sol kulağımızı sağ elimizle başımızın üstünden geçirip çocuğa OKUma öğretmeye çalışıyoruz. Resmen şartları zorlama bu!..Harfi öğretmek için harfi bir kelime (anlam) içine koyarak tanıtmaya çalışıyoruz. Yani harf ‘tek başına’ ise çocuk o harfi öğrenemiyor. Harfler kelimelerin, kelimeler cümlelerin, cümleler ise hayatlarımızın içindeyken OKUnabiliyor...Ancak bunu sadece ‘BİZ öğretmenler’ biliyoruz…

Soru(Gül) : Tümdengelim ile tümevarım yöntemleri arasındaki FARK nedir?

Ben her iki yöntemde de çocuk yetiştirdim..Aralarındaki bariz fark şudur:

Tümdengelimde OKUma öğrenme süresi daha uzun oluyor. Mesela çocuk ortalama 6 ayda öğreniyor..
Tümevarımda ise OKUmayı öğrenme süresi ortalama 3-4 aydır..
Ancak tümdengelim yöntemini kullandığımızda OKUmayı öğrendikten sonra diğerlerine göre daha hızlı OKUyorlar. Hızlı okudukları gibi okuduklarının ne anlama geldiğini daha iyi BİLiyorlar.

Tümevarım yöntemini kullanarak OKUma öğrettiğimiz çocuklar ise OKUmayı söktükten sonra! maalesef harfleri hece, heceleri kelime kelimeleri cümle yapacağım diye uğraşıyorlar. Bu uğraşıları da onları anlam bütünlüğünden yoksun bırakıyor. Yani anlatılmak isteneni daha geç ve daha az anlıyorlar diğerlerine göre. Ama tümdengelimle OKUmayı söken bir çocuk kitap okurken hece bitiştirip kelime yapmaya, kelime bitiştirip cümle yapmaya çalışmıyor. DİREKT VERİLENİ OKUMAYA YOĞUNLAŞIYOR..
Kısaca ; tümdengelim ile direkt verilen ‘anlam’ anlaşılmaya çalışılıyor, tümevarım ile önce ‘anlam oluşturuluyor sonra oluşturulan anlam' anlaşılmaya çalışılıyor! Yani ilki OKUyor, diğeri okuyor…


Gül: Çok teşekkür ediyorum CANIMIZ ÖĞRETMENİM İZ!

Verdiğin İZ örnekler ‘e ve l’ sesi üzerinde yoğunlaştı..

Öğretmenim...

‘Le’ yi öğretmekle başladı … Önce ‘e’ dedi, hemen ardından arkasına 'l' ekledi.
‘El’ verdi…Ama yetmedi ardına bir ‘e’ daha ekledi ‘El ele’ dedi..Çocuğa ‘Le’ yi öğretti! El ele ile.. ‘Gizlice TÜMden gelerek’


LÂ ilâhe illâ ALLAH!

ÖĞRETmenim ‘B’iz’e ‘L’yi ÖĞRETin!

Elif-Be




KAOS TEORİSİ!

Kaos teorisi, sayısal bilgisayarların ve onların çıktılarını çok kolay görülebilir hale getiren ekranların ortaya çıkmasıyla gelişti ve son on yıl içinde popülerlik kazandı. Ancak kaotik davranış gösteren sistemlerde kestirim yapmanın imkansızlığı bu popüler görüntüyle birleşince, bilim adamları konuya oldukça kuşkucu bir gözle bakmaya başladılar. Fakat son yıllarda kaos teorisinin ve onun bir uzantısı olan fraktal geometrinin, borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe kadar uzanan çok farklı dallarda önemli kullanım alanları bulması ile bu kuşkular giderek yok olmaktadır.
Teoriye temel oluşturan matematiksel ve temel bilimsel bulgular, 18.yüzyıla, hatta bazı gözlemler antik çağlara kadar geri gidiyor. Yunan ve Çin mitolojilerinde yaradılış efsanelerinde başlangıçta bir kaosun olması rastlantı değil. Özellikle Çin mitolojisindeki kaosun, bugün bilimsel dilde tanımladığımız olgularla hayret verici bir benzerliği olduğunu görüyoruz. Batı'da da daha sonraki dönemlerde bilim adamları tarafından karmaşık olgulara dair gözlemler yapılmıştır. Poincare, Weierstrass, von Koch, Cantor, Peano, Hausdorff, Besikoviç gibi çok üst düzey matematikçiler tarafından bu teorinin temel kavramları oluşturulmuştur.
Karmaşık sistem teorisinin ardında yatan yaklaşımı felsefe, özellikle de bilim felsefesi açısından inceleyecek olursak, ortaya ilginç bir olgu çıkıyor. Aslında bugün pozitif bilim olarak nitelendirdiğimiz şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, analitik oluşu yani parçadan tüme yönelmesi (tümevarım).
Genelde karmaşık problemleri çözmede kullanılan ve bazen çok iyi sonuçlar veren bu yöntem gereğince, önce problem parçalanıyor ve ortaya çıkan daha basit alt problemler inceleniyor. Sonra, bu alt problemlerin çözümleri birleştirilerek, tüm problemin çözümü oluşturuluyor. Ancak bu yaklaşım görmezden gelerek ihmal ettiği parçalar arasındaki ilişkilerdir. Böyle bir sistem parçalandığında, bu ilişkiler yok oluyor ve parçaların tek tek çözümlerinin toplamı, asıl sistemin davranışını vermekten çok uzak olabiliyor.
Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmak. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelim i Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür. Kaos yada karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar doğrusallığın geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır. Doğrusal bir sistemin girdisini x, çıktısını da y kabul edersek, x ile y arasında doğrusal sistemlere özgü şu ilişkiler olacaktır:

Bu özellikleri sağlayan sistemlere verilen karmaşık bir girdiyi parçalara ayırıp her birine karşılık gelen çıktıyı bulabilir, sonra bu çıktıların hepsini toplayarak karmaşık girdinin yanıtını elde edebiliriz. Ayrıca, doğrusal bir sistemin girdisini ölçerken yapacağımız ufak bir hata, çıktının hesabında da başlangıçtaki ölçüm hatasına orantılı bir hata verecektir. Halbuki doğrusal olmayan bir sistemde y�yi kestirmeye çalıştığımızda ortaya çıkacak hata, x'in ölçümündeki ufak hata ile orantılı olmayacak, çok daha ciddi sapma ve yanılmalara yol açacaktır. İşte bu özelliklerinden dolayı doğrusal olmayan sistemler kaotik davranma potansiyelini içlerinde taşırlar.
Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizmdir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralı'na göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerleri ne kadar iyi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12'de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Bu görüş paralelinde ortaya konan en ünlü örnek ise Kelebek Etkisi denen modellemedir. Bu modelleme, en basit haliyle şu iddiayı taşır : "Çin de kanat çırpan bir kelebek ABD de bir fırtınaya neden olabilir".








Kelebek Etkisi







Kelebek Etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir. İsmi, Edward N. Lorenz'in hava durumuyla verdiği örnekten geliyor: Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabilir.
Kelebek Etkisi'ni 1963 yılında Edward N. Lorenz bilgisayarıyla hava durumuyla ilgili hesaplar yaparken buldu. İlk hesaplamasında 0,506127 sayısını başlangıç verisi olarak kullandı. İkinci hesaplamada ise 0,506 sayısını verdi. İki sayı arasında sadece yaklaşık 1/1000 (binde bir), yani bir kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgarla eşdeğerde fark olmasına rağmen, süreç içinde ikinci hesap birinci hesaba karşın çok farklı neticeler verdi.
Not: Lorenz'in 1963 de yayınlanan orijinal araştırması bir martının kanadını çırpmasının, hava durumunu sonsuza dek değiştireceğinden bahsetmektedir. Daha sonra verdiği konferanslarda Lorenz martıyı daha romantik olan kelebek ile değiştirdi. Ayrıca binde birlik fark ile kelebeğin kanat çırpmasının yarattığı rüzgarın arasında bilimsel bir ilişkinin olduğundan bahsettiğini zannetmiyorum, bu sebeple eşdeğer kelimesi yukarıdaki paragrafta doğru kullanılmamıştır. Aşağıdaki resim, Lorenz differensiyal denkelerinin AB-3 metodu kullanılarak simule edildikten sonra x ve z eksenlerinin birbirne karşı çizilmesi ile elde edilmiştir. Bu sonuç bir çok kişi tarafından bir kelebeğe benzetilmektedir
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »



İşitme organımız olan kulak üç bölümden oluşur.

• Dış Kulak: Kulak kepçesi ve dış kulak kanalından meydana gelir. Kulak kepçesi, ses dalgalarının toplanmasını ve ses şiddetinin artışını sağlamaktadır.

• Orta Kulak: Dış kulak yolundan, kulak zarı ile ayrılır. Küçük bir boşluk halindedir ve geniz ile arasında bir irtibat sağlayan östaki tüpünü içerir. Orta kulakta bulunan sırasıyla, çekiç, örs ve üzengi adı verilen üç kemikçik, bir ses iletim zinciri oluşturmaktadır. Orta kulak, içerdiği bu yapıların da katkısıyla kulak zarına gelen sesin şiddetini artırmaktadır.

• İç Kulak : Salyangoz şeklinde bir yapısı olan koklea; iç kulak sıvılarını ve tüy hücrelerini içerir. Ses titreşimleri, dış kulaktan itibaren orta kulağa ve daha sonra da iç kulak sıvılarına iletilmektedir. Gelen ses işitme siniri yoluyla beyindeki işitme merkezine taşınır

Nasıl Duyarız ?

İşitme duyusu, ses olarak adlandırdığımız mekanik titreşimleri ortaya çıkarabilme yeteneğidir.
İşitme, aşağıdaki sırayı izleyerek gerçekleşir:

Ses dalgaları


¯

dış kulağın işitme kanalından geçer

¯

kulak zarına çarparak titreştirir

¯

orta kulaktaki kemikçikler tarafından yükseltilerek iç kulağa iletilir

¯

iç kulağa gelen ses dalgaları buradaki tüy hücreleri tarafından alınır

¯

sinirler tarafından beyne taşınır

¯

beyin bu sinyalleri analiz eder ve yorumlar.


http://web.firat.edu.tr/fuem/isitme.htm
adresinden alıntı yapılmıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Gül:(Rosa / Damaszener Rose / Hundsrose / Rose / Damask rose / Dorgrose herbrose / Rosaceae / Rosier)

Mayıs-haziran ayları arasında, pembe, beyazımsı, sarı, kırmızı renkli çiçekler açan, güzel kokulu çok senelik, çalımsı ve dikenli bir bitki. Gövdeleri silindir biçimli, yeşilimsi, esmer renkli, çok dallı ve dallar sık dikenlidir. Dikenlerin uçları kıvrık ve genellikle kırmızı renktedir. Yapraklar saplı ve kulakçıklı, 5-7 yaprakçıklıdır. Çiçekler dallarında tek tek veya kümeler hâlinde bulunur. Çanak yaprakları 5 parçalı, taç yaprakları ise çok parçalıdır. Deniz seviyesinden îtibâren, 3500 m yüksekliğe kadar, kâfi derecede rutûbetli ve geçirgen topraklarda yetişir. Türkiye’de yabânî olarak yetişen 23 türü bulunmaktadir. Çok eski bir kültür bitkisidir. Menşei kesin olarak bilinmemekle birlikte, çoğu gül çesitlerinin menşeinin Asya’nın mutedil bölgeleri olduğu kabul edilmektedir.

Çiçeklerine göre: Yalın kanat, yarım katmerli ve katmerli güller.

Boylarına göre: Bodur, yüksek ve sarılıcı güller.

Çiçeklenme zamanına göre: Yılda bir çiçek açanlar, yılda birden fazla çiçek açanlar ve yediveren güller diye sınıflandırılmaktadırlar.

Isparta gülü (Rosa damascena): Çok eski bir kültür bitkisi olduğu için menşei belli değildir. Halen Isparta çevresinde bol miktarda yetiştirilmektedir.

Isparta veya yağ gülü, Isparta çevresinde, 1,5-2 m aralıkla sıralar hâlinde ekilmektedir. Üretilmesi çelikle yapılır. Çelikler de kasım ve aralık aylarında ekilir. Ürün ikinci yıldan îtibâren alınmaya başlar. Üçüncü ve dördüncü yaşlarda verim en fazladır. Daha sonra bu yaşlı güller kesilerek gençleştirme yoluna gidilir. Gül bahçelerinden gençleştirme sûretiyle 15-20 sene faydalanılabilir.

Yabânî gül (Rosa canina): Memleketimizde oldukça yaygın bir gül çesididir. 2-3 m yüksekliğinde, pembe veya beyaz çiçekli bir agaççıktır. Meyveleri parlak kırmızı renktedir. Bu gülün olgun meyvelerini saran, baslangıçta ağızı dar bir bardak şeklinde olan çiçek ekseni, çiçek tablası olgunlaşınca etlenip, kırmızı bir renk alır. Bu meyvelere “kuşburnu” adı verilir. Bileşiminde tanen, pektin, vitamin C, şekerler ve organik asitler vardir. Kabız edici, idrar söktürücü olarak, böbrek ve safra taşlarına karşı, C vitamini yönünden zengin olduğu için de bâzı bölgelerde marmelât yapımında kullanılır.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu ve Trakya.

Kullanılan kısımları: Gülün kullanılan kısımları çiçeği, çiçeklerinden elde edilen gülyağı ve gülsuyudur. Çiçekler sabahın erken saatlerinden güneş doğmadan toplanıp gölgede kurutulur. Su buharı ile distilasyona tâbi tutulur. Elde edilen kısmın üst tarafında gül yağı toplanır. Alttaki sulu kısım ise gül suyunu teşkil eder. Genellikle 3000-3500 kg çiçekten, 1 kg gülyağı, 500 kg gül suyu elde edilmektedir.

Kullanıldığı yerler: Gül çiçeginin taç yapraklarında uçucu yağ, tanen, gallik asit, kuarsitrin, siyanin, şeker ve mum vardır. Gülyağı tıbbî bir tesire sâhib olmamakla berâber, bilhassa parfümeri ve kozmetik sanâyiinde bâzı pomatlar ile galenik preparatların kokusunu değiştirmede çok kullanılır. Antiseptik (mikrop öldürücü) etkisi vardır. Boğaz ve bademcik iltihaplarını giderir. Göz kanlanmaları ve göz nezlesinde etkilidir. Dâhilen ise hafif müshil etkilidir. Gülsuyu, gül reçelleri halk arasında yaygın olarak kullanılır.

http://bitkiler.blogcu.com/gul_2077685.html
adresinden alınmıştır.

ÇELİKLE ÜRETİM

Sevgili Öğrenciler,

Çelik ile üretim vegatatif üretim yöntemlerinden biridir. Üretilmek istenen bitkiden alınan beden parçasına çelik, bu beden parçasından yapılan üretime ise çelikle üretim denir.

Üretmek istediğimiz bitkinin farklı yerlerinden çelik almak mümkündür. Örneğin; yapraklarını alarak yaprak çeliği, gövdesini kullanarak gövde çeliği, köklerini kullanarak ise kök çeliği almak mümkündür.

Çelikle üretimde alınan çelikler türlere göre değişmekle birlikte kısa sürede köklenirler. Aynı zamanda çelikle üretimle meydana gelen yeni bitkiler, anaç bitkinin tüm özelliğini taşır. Yani tohum ile üretimde olduğu gibi açılma meydana gelmez. Eğer elimizde yeteri kadar anaç bitki varsa çelikle üretimi tercih edebiliriz. Böylece bir anaç bitkiden çok sayıda bitki üretmek mümkün olur.

Anaç bitkiyi seçerken dikkatli olmalıdır. Ayrıca anaç bitki çelik özelliğin taşıyan hastalıksız ve zararlılardan arındırılmış olmalıdır. Anaç olarak seçilen bitki ne kadar genç olursa çeliklerin köklenme oranları da o kadar yüksek olur.
Siz bu modül ile bir bitkiden, farklı kısımlarını kullanarak çok sayıda bitki elde edebileceksiniz. Böylece üretimin içinde yer alarak kendinize sektörde iş imkânı bulabileceksiniz.


Başarılar

Milli Eğitim Bakanlığı'nın MESLEKÎ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN
GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ'nden alınmıştır.


İlgili Adres:

http://cygm.meb.gov.tr/modulerprogramla ... uretim.pdf
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

BASAR ve BASîRET

kafa gözü Basar-Bakar
kalb gözü Basîret- Görür




kulihvani yazdı:ZEVK 1101

İlâhi Aşk, AHAD Nehri, ALLAHa AKar İhvâni
Bu Tandırda Tek Ateş Var, Gireni YAKar İhvâni
Zâtı Zihnin Zevk Edemez, RABBına Razı OL-Yürü!
Her Şey ÖZünden gÖZlüdür, Basîret BAKar İhvâni …


22.11.1994 09:40 dr..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

CAN'ım Kardeşim Süreyya; gönlün, elin,dilin her yerin NUR sanki. DOLu DOLu bir bardakta bize ikram ettin. Allah (c.c) razı olsun.
HAS-AN yazdı:Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ''B''ilimde SEYR!

Mesaj gönderen Ahmed »



İkinci beyin - Karın boşluğu, vücudun merkezinde başlı başına bir evren. Araştırmacıların uzun yıllar gereken ilgiyi göstermediği bağırsaklar, "ikinci beynimiz" tarafından yönetiliyor.

Sindirim organımız, omuriliğinde bulunandan çok daha fazla, 100 milyon adet sinir hücresi ile çevrili. "Enterik sinir sistemi" olarak adlandırılan bu örgü, giderek daha çok bilim insanını heyecanlandırıyor.

Birçok uzmana göre karın bölgesi, kafatasındaki merkezin devamı. Karnımızdaki beyin serotonin gibi ruh hâlimizi belirleyen nörotransmitterleri üretiyor ve psiko-aktif maddelere tepki veriyor.


Karın özerk çalışıyor; kafatasındaki beyne gönderdiği sinyaller, beyinden aldığından fazla. Hastalanıp kendine özgü nevrozlar geliştirebiliyor. Karın da hissediyor, düşünüyor ve hatırlıyor.

Sezgisel kararlarımızı bu içsesi dinleyerek alıyoruz.

Dünya üzerindeki tüm kıtalar ve kültürlerde, duyguların bedenimizin merkezinde oluştuğu biliniyor.

Bir zorluğun aşılırken "göbek çatlatması", sevincin "göbek attırması", sinirin "mideye vurması", açlıktan "karnın zil çalması" ya da dünyayla "göbek bağı" gibi deyişler bu yüzden...

Irkları, kültürleri ne olursa olsun, sevinç, korku, huzur, ihtiras gibi duyguları, en yoğun olarak nerede hissettiklerini göstermeleri istendiğinde, hemen hemen tüm insanlar karın bölgelerine işaret ediyor, çünkü insanlar bu "karanlık mağarada" bir şeylerin olup bittiğini, karınlarının kendilerine bir şeyler anlattığını, şifreli mesajlar gönderdiğini hissedebiliyorlar.

Çok eski zamanlardan beri, meditasyon yapan insanlar, bedenlerinin derinliklerine yolculuğa çıkıyor, burada huzur ve bilgeliği arıyorlar. Ve hatta, günümüz dünyasına egemen ekonomi disiplini bile, küresel bir dil olan "içsesin" öneminin farkında. Başarılı yöneticilerin el kitaplarında "içsesinizi dinleyin" gibi cümlelere sık sık rastlanıyor, borsacılara da aynı telkinde bulunuluyor.

İçsesimizin fısıldadıklarını beynimizin kabullenmesi, karnın beyni galebe çalması anlamına gelmiyor ama, en azından beynin vücudumuzun tek hâkimi olduğu mitini ciddi şekilde sorguluyor.

Karnın ne denli belirleyici olduğunu bilim de doğrulamaya başladı. insan bedeninin herhâlde en "şiirsel olmayan" bölgesi bağırsaklar, gerçekten hayatın önemli sırlarını barındırıyor. Zekice işleyen sindirim sistemiyle sürekli devinim hâlinde olan, ancak hareketliliğini genelde görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz karnımız, bilimsel araştırmaların odağına yerleşti son dönemde.

New York'taki Columbia Üniversitesinde görevli nörobilimci, anatomi ve hücre biyolojisi uzmanı, 1998 yılında yayımlandığında çığır açan "The Second Brain" adlı kitabın yazarı Prof. Michael Gershon'a göre "karnımızda ikinci bir beyin bulunuyor".

Bağırsaklar 100 milyon adet sinir hücresiyle çevrili. Bu kadar çok sayıda sinir hücresine omuriliğinde bile rastlanmıyor. Kulağa hakaret gibi gelse de, birçok nörobilimciye göre "ikinci beyin" asıl beynin bir kopyası. Hücre tipleri, etken maddeler ve reseptörleri aynı.

Karın bölgesinde bu kadar çok sinir hücresinin bulunması bilimcileri de burayı araştırmaya yöneltti. Son dönemde, nörogastroenteroloji gibi zor bir isme sahip olan disipline ilgi hayli arttı.

Enterik sinir sistemi üzerine çalışmalar yapan dünyadaki bilim adamları, "insan bedeninin karanlık bölgelerine yaptıkları keşif gezilerinden" söz ediyor. "Uzun zaman bağırsaklara basit refleksleri olan bir organ gözüyle baktık" diyen Londra Üniversitesinden Emeritüs Prof. David Wingate, "kimsenin aklına sinir liflerini saymak gelmedi" diyor. Gastrointestinoloji uzmanı Wingate, bu alanın öncülerden ve nörogastroenteroloji kavramının yaratıcılarından.

Los Angeles'taki California Üniversitesinden, fizyoloji profesörü ve nörogastroenteroloji uzmanı Emeran Mayer ise "Bundan birkaç yıl önce psikolojik durum ile karındaki ikinci beyin arasındaki ilişkiden bahsetseydim, meslektaşlarım benimle alay ederdi" derken, Flinders Üniversitesinde görevli Avustralyalı araştırmacı Marcello Costa, başta kendisinin de inanmadığını anlatıyor.

Herkesin hem fikir olduğu konu ise şu: Beyin haricinde en çok sinir hücresinin bulunduğu bağırsaklar, aslında kendi başına bile fazlasıyla karmaşık bir iş olan sindirim işleminden çok daha fazlasını yapıyor. ikinci beyin, hem vücut hem de ruhun hayatta kalmasını sağlıyor; kendisi psikolojimiz üzerinde belirleyici olan serotonin, dopamin, opiatlar gibi psiko-aktiv maddelerin kaynağı. Hatta valium gibi etkili ilaçların teskin edici özelliklerini kazandıran benzodiazepin gibi kimyasallar bile burada üretiliyor. Kısacası karın, beyni pek çok şekilde besliyor.

Yazı: Hania Luczak


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ''B''ilimde SEYR!

Mesaj gönderen Gul »



Bilimsel sınıflandırma

Alem:
Animalia - Hayvanlar

Alt alem: Eumetazoa - Gerçek dokulular

Şube: Cnidaria - Knidliler

Sınıf: Anthozoa - Mercanlar



Anthozoa ya da Mercanlar, omurgasız hayvanların Knidliler şubesinin denizlerde yaşayan bir sınıfıdır. Yumuşak mercanlar, boynuzsu mercanlar, dikenli mercanlar, gerçek mercanlar gibi çeşitleri vardır. Deniz şakayıkları da bu sınıftandır. Polip vücutlu bu canlıların mineral maddelerinden karışmış boynuzsu iskeletlerine de mercan denir.
Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanması sonucunda da, mercan kayalıkları meydana gelir. Yalnız veya koloniler halinde yaşarlar. Vücutları ışınsal simetrilidir. Ağız çevrelerinde uzantılı dokunaçları vardır. Ağız ve kolları kaslarla açılıp kapanabilir. Küçük canlılarla beslenirler. İskeletleri dış derilerinin salgısından meydana gelir.




Akdeniz, Kızıldeniz gibi sıcak deniz diplerinde bulunan büyük taşlara yapışık olarak yaşarlar. Pek nadir olarak serbest yüzenlerine de rastlanır. Her bir mercan veya mercan ünitesi kalkerli bir kabuk içinde birbirine sıkı sıkı bağlanmış mercan hayvancıkları ihtiva eder. Mercanın vücudu sütun şeklindedir. Bu sütunun üstünde, kavrama uzuvlarını ve merkezi ağzı taşıyan düz bir disk bulunmaktadır. Mercan, kabuğun içinde belli bir miktarda büzülebilir, ancak kabuğu terk edemez. Koloni fertlerinin kabukları birbirinden değişik şekillerdedir. Kalkerden meydana gelen kabuk kütlesi, sürgün şeklindeki üreme sonucu devamlı olarak büyür. Bu büyüme sırasında sadece kütlenin yüzeyindeki mercanlar canlı olarak kalır.




Hem eşeyli, hem de bölünme veya tomurcuklanma ile eşeysiz çoğalırlar. Eşeysiz olarak üreyenler ana koloniye bağlı kalırlar. Çoğu ayrı eşeylidir. Üreme hücrelerinin döllenmesi ana hayvanın içinde veya suda serbest olarak olur. Döllenme sonucu meydana gelen kirpikli larva küçük bir kurtçuğa benzer. Kirpikleriyle bir müddet serbest yüzdükten sonra kendini bir kayaya tesbit eder. Gelişimini tamamlayarak polip haline gelir ve kalkerli bir iskelet salgılar. Tomurcuklanma ile üreyerek yeni polipler meydana getirir. Koloninin salgıladığı iskeletler yığın halini alarak, mercanlar hareket edemez olur.



Dev yeşil deniz anemonu, Güney CaliforniaMercan katılıkta taş gibidir, denizin dibinde ise adeta bitki gibi biter. Denizin diplerinde rengarenk çiçek bahçelerini andırırlar. Suyun yüzünden yukarı çıkıp kuruyunca katılaşıp toprak olur. Bu özelliklerinden dolayı mercanlar uzun yıllar denizlerde büyüyen taş haline gelmiş çiçekler olarak sanıldılar. Günümüzde ise mercanlar, omurgasız hayvanlar sınıfında incelenmektedir.



Kaynaşan mercan iskeletlerinin zamanla deniz yüzeyine kadar yükselerek meydana getirdikleri uzun mercan kayalarına resif denir. Bazan da halka şeklini alarak ortası deniz olan adalar meydana getirirler. Bunlara da atol denir. Mercan kayalıklarının meydana gelebilmesi için suyun ılık olması lazımdır. Norveç batı sahillerinde olduğu gibi soğuk iklim bölgelerinde de mercan kayalıklarına rastlanmaktaysa da, mercan kayalıklarının en çok bulunduğu yerler; Afrika'nın doğu sahillerinden Büyük Okyanusdaki Hawaii Adaları arasındaki bölge ile Bermuda'dan Brezilya'ya kadar olan bölgelerdir. Akdeniz'de de çalı veya ağaç biçimli koloniler halinde, 200 metrelik derinlerde bulunurlar.



Taşsı mercan (Scleractinia)Üç tip mercan kayalığı vardır. Bunlardan birincisi sahile yakın bölgelerde bulunur. İkincisi sahilden uzakta açık denizde, üçüncü de sığ sularda bulunur. En meşhur mercan kayalıkları Avustralya'nın kuzeydoğu sahillerinde bulunan ve uzunluğu 2000 km olan Great Barrier Reef'tir. Mercanların renk ve görünüşleri çeşitlidir. Çimen, yelpaze, ağaç dalı şeklinde olanları vardır. Kırmızı, yeşil, turuncu, beyaz, çizgili ve desenli de olabilirler.



Çok eskiden beri mercan iskeletlerinden süs eşyası yapılmaktadır. Kolye, gerdanlık, küpe, tesbih gibi eşya imal edilir. Kırmızı mercan en meşhurlarıdır..


Kaynak:Vikipedi
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ''B''ilimde SEYR!

Mesaj gönderen Gul »




Familyası: İstiridyegiller (Ostreidae)

Yaşadığı yerler : Ilıman ve sıcak denizlerde sürüler halinde yaşar.

Özellikleri: İki parçadan meydana gelen kabukları kalın ve katmerlidir. Parçalar eşit büyüklükte değildir. Sol kabuk çukur olup, bununla vücudunu zemine bağlar. Düz olan üst kavkı (kabuk) kapak vazifesi görmektedir.

Ömrü: 10 yıldan fazladır.

Çeşitleri: 100 türü bilinmektedir. Bunlardan yalnız Avrupa, Japon ve Amerikan istiridyeleri avcılar tarafından avlanır.

Avlanma Yöntemleri: Dreçlerle avlanır.




Yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin yassı solungaçlılar sınıfından, ılıman ve sıcak denizlerde toplu halde yaşayan çift kabuklu bir hayvan. Zemine yapıştığı kabuk çukur ve büyük, üstteki düz ve daha küçüktür. Kabukları derinin salgısıdır. Üstleri sert ve pürüzlüdür. İstiridyeler de midyeler gibi bulundukları yerde sabit kalırlar. Ayakları bulunmaz, yer değiştirmez. Kavkılar arasında tek kapayıcı kas vardır. Başları bulunmaz. Kalb ve sinir sistemleri vardır ve solungaç solunumu yaparlar. Kabukların aralanmasıyla sudaki oksijen solungaç tarafından kullanılır. Bu yolla sudaki bitkisel ve hayvansal planktonları (mikro organizma) da alarak beslenirler. Çoğu hermafrodit (dişi ve erkeklik özelliğine sahip) olmakla beraber ayrı eşeyli olanları da vardır. Atlas Okyanusu ve Kuzey Amerika'nın Büyük Okyanus kıyılarında bol rastlanan Virginia istiridyelerinin bazı türleri beşinci aya kadar erkek olarak yaşar, sonraki aylarda dişiye dönüşerek yumurtlamaya başlarlar. İstiridyeler gri bir toz biçiminde milyonlarca yumurta döker. Döllenme denizde olur. Döllenen yumurtalar birkaç gün içinde açılarak içinden çıkan larvalar bir iki gün serbestçe yüzdükten sonra sert zeminlere tutunarak yapışırlar ve hayatları boyunca aynı noktada kalırlar.



İstiridyelerin düşmanı çok olduğundan azı hayatta kalır. Deniz yıldızları, birçok balık, ahtapot, çamurlu zeminler ve kirli sular sayılarını hayli azalttığı gibi, birçok ülkede besin kaynağı olarak da kullanılır. Besin ortamı zengin bölgelerde 50 yıl kadar yaşıyabilenleri vardır.

Resim

İstiridyelerin içindeki inci, bir servet kaynağıdır. Kabukları arasına kum veya kurt gibi yabancı maddeleri sedef salgılarıyla örterek inci meydana getirirler. İnci 2-3 yılda meydana gelir. Basra Körfezinde Seylan Adaları, Bahreyn Adaları çevresinde ve Kaliforniya sahillerinde inci istiridyeleri avlanır. Hatta özel olarak inci tavlaları kurulur. Bir tek inci için bazan bin kadar inci istiridyesi açılır. Amerika'da istiridyelerin içlerinde inci olup olmadığı röntgen ile yoklanır. Boş olanlar tekrar denize atılır. Yüksek değerli siyah inciler Meksika Körfezinden çıkarılır. İstiridyecilik, istiridye tavlalarında yapılır. İstiridye üreticileri larvaların tutulması için temiz zeminler hazırlamak zorundadır. Çünkü çamurlu tabaka onların ölümüne sebep olur. Bu maksatla istiridye kabukları veya tuğlalar kullanılır. En iyi istiridyeler akıntılı sularda yetişir. Çünkü böyle sular temiz ve bol besin taşırlar. Lağımlı sularda bulunan istiridyeler veba ve tifo hastalıklarına sebeb olabilir.

Resim

İ ~ N ~ C ~ İ

İnci İstiridye gibi bazı kabuklu deniz hayvanlarının içinden çıkarılan, genellikle süs eşyası olarak kullanılan küçük tane. Bunlar, küçük, yuvarlak, yüksek değerli, sert, sedef rengindedirler. Hayvanın vücuduna bir kum tanesi, bir parazit veya yapay olarak bir sedef parçası girince etrafında bunu kaplayan sedefimsi bir madde oluşur. Böylece tabaka üst üste gelerek küresel inci meydana gelir. Divan şiirinde incinin oluşumu nisan yağmurlarının yağmasına bağlanmıştır. Rivayete göre, istiridye kabuklarını açınca, yağmur tâneleri içeri alınır ve incinin ortaya çıkmasına sebep olur. Yabancı madde ete girmeyip kabukta kalırsa meydana gelen inci, yarı küresel veya düzensiz biçimde olur. İnci, sedef yapısında olup %92 kalsiyum karbonat ihtiva eder. Sıcak ve ılıman bölge denizlerde yaşayan yumuşakçalarda rastlanır. Günümüzde içinde inci meydana gelen yumuşakçalar yetiştirilerek, kültür inci üretimi önem kazanmıştır. Kültürle 3 ilâ 7 yılda elde edilen bu inciler doğal olanlarından ayrılmamakta, gerçek inciye benzediği kabul edilmektedir.



Peki istiridyenin içinde sedef maddesi nasıl oluşmaktadır? İstiridyenin iç derisindeki katmanlarda sedefi oluşturan iki ana madde bulunur. Bir katmanda inciyi meydana getiren ve "aragonite" adı verilen, kalsiyum karbonat içerikli bir mineral, diğerinde ise incideki bu aragonite maddesini bir arada tutacak olan uhu benzeri "conchiolin" maddesi bulunur. Aragonite yarı şeffaf bir madde olduğu için inciye parlaklık kazandıracaktır. Bu iki maddenin istiridye (aslında beyni bile olmayan bir et parçası) tarafından üretiliyor olması, sonra bunların biraraya gelip bir toz tanesini kaplayarak inci gibi bir güzelliği oluşturması elbette ki düşündürücüdür. İstiridyenin korunma amaçlı ürettiği inci, insanlar için estetik bir süs olarak yaratılmaktadır.



Her çeşit süs eşyâsında, bilhassa gerdanlık olarak kullanılmaktadır. Bilinen renginden başka pembe ve beyazları olduğu gibi nâdir de olsa siyah renkli inciye de rastlanır. Siyah inci nadir bulunduğundan daha değerlidir.



Cam küreler, üzeri doğu esansı denen yapışkan madde ile sıvanarak sahte inciler yapılmaktadır. Hakikisinin pahalı olmasından dolayı sahte inci endüstrisi oldukça rağbet görmektedir.


Kaynak: Vikipedi ve maxicep
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ''B''ilimde SEYR!

Mesaj gönderen Gul »

RÜZGÂR

Resim

Yüksek basınç alanından alçak basınç doğru hareket eden, yatay yönlü hava hareketlerine rüzgâr denir.
Resim

YB den AB ye doğru en kısa olan mavi yolu takip etmez sapmaya uğrar bu sapmanın sebebi dünyanın günlük hareketidir.

Bir yüksek basınç alanında (Antisiklon) alçalan hava kütleleri, çevreye doğru yayılır. Alçak basınç alanında da (Siklon), yükselici hava hareketlerinden dolayı, oluşan hava açığını doldurmak için çevreden alçak basınç merkezine doğru hava kütleleri gelir.

Böylece yüksek basınç alanlarında alçalan hava kütleleri çevreye doğru yayılarak, alçak basınç alanına doğru hareket eder. Yüksek basınç alanından, alçak basınç alanlarına doğru hareket eden yatay yönlü hava akımı da rüzgârın oluşmasına neden olur.

Rüzgâr oluşumunun temel nedeni, iki nokta arasındaki basınç farkıdır. Rüzgârın esmesi, iki nokta arasındaki basınç farkı ortadan kalkıncaya kadar devam eder.


RÜZGÂRIN YÖNÜ:

Rüzgârın yönü daima yüksek basınç alanından, alçak basınç alanına doğrudur. Yüksek basınç alanından, alçak basınç alanına doğru hareket eden hava kütleleri, en kısa yolu takip edemezler çünkü Dünya’nın ekseni etrafında dönmesi sonucunda oluşan corriolis (merkezkaç) kuvvetinden dolayı, rüzgârların yönlerinde de sapmalar meydana gelir.

Rüzgârın yönü, geldiği coğrafî yöne göre adlandırılır. Örneğin batıdan esen rüzgârlara, batı rüzgârları; güneyden esen rüzgârlara da güney rüzgârları denir. Bir yerde rüzgârın en çok estiği yöne hâkim rüzgâr yönü denir.


Resim

Şekilde hakim rüzgar yönü KD dur.Bu tür şekillerden faydalanarak arazi yapısı hakkında yorum yapabiliriz.Bu şekilde KD -GB doğrultusunda bir vadi söz konusudur.Diğer noktalar dağlarla çevrilidir.Her yönden yoğun rüzgar esişi var ise bu arazinin etrafı açık bir ova olduğunu gösterebilir.

RÜZGÂRIN YÖNÜNÜ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

1. Basınç Merkezlerinin Konumu: Basınç merkezlerinin birbirlerine göre konumu rüzgarın yönünü belirler. Basınç merkezleri yer değiştirdikçe rüzgarın yönü de değişir.

Resim

2. Yer Şekilleri:Yerşekilleri de rüzgarın esiş yönünü etkiler. Hava kütleleri yer şekillerinin uzanış yönünde hareket ederler. Örneğin;güneybatı-kuzeydoğu yönlü bir vadide hakim rüzgar yönü de yine aynı yönde olacaktır. Böylelikle bir yerin hakim rüzgar yönüne bakarak yer şekillerinin uzanış doğrultusu tahmin edilebilir.

3. Dünya’nın Dönüşü:Rüzgarlar, basınç merkezleri arasındaki en kısa yolu izlemezler. Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi sonucunda rüzgarların yönlerinde sapma meydana gelir. Kuzey Yarım Küre’de hareket yönünün sağına; Güney Yarım Küre’de hareket yönünün soluna doğru bir sapma meydana gelir.

Resim

RÜZGÂRIN HIZI:

Rüzgâr hızını ölçen alete anemometre denir. Rüzgârın hızı saniyede metre (m/s) veya saatte kilometre (km/h) olarak ifade edilir. Rüzgârın hem hızını hem de yönünü yazan alete anemograf denir.

Rüzgârlar, hızlarına göre; hafif, orta şiddetli ve şiddetli olarak gruplandırılır. Rüzgârın hızını belirtmek için bofor ölçeği kullanılır. Bu çizelge rüzgârın yeryüzündeki cisimler üzerinde yapmış olduğu etkiye göre rüzgarın hızını tahmin etmeye yarar.


RÜZGÂRIN HIZINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

1-Basınç Farkı:
Rüzgârın hızı, iki basınç merkezi arasındaki basınç farkına bağlıdır.İki basınç merkezi arasındaki basınç farkı arttıkça rüzgârın hızı da artar; basınç farkı azaldıkça rüzgârın hızı da azalır.

Resim

Bu durumda rüzgârın hızı da fazladır. İzobar eğrilerinin seyrek geçtiği yerlerde ise basınç farkı az olduğundan, rüzgârın hızı da azdır.

2- Basınç Merkezleri Arasındaki Uzaklık: Aynı basınç farklarına sahip birbirinden farklı uzaklıktaki noktalar arasında, rüzgârların hızları farklıdır. Basınç merkezleri arasındaki mesafe arttıkça rüzgârın hızı azalır; mesafe azaldıkça hız artar.

Resim

3- Dünya’nın Dönüşü:Rüzgârların yönünde, Dünya’nın dönüşüne bağlı olarak, sapmalar meydana gelir. Bu da hareket ettikleri mesafenin uzamasına neden olur. Mesafenin artması hızında da yavaşlamaya neden olur.

4- Sürtünme: Fazla engebe, ağaçlar v.s rüzgârın hızını keserler. Bundan dolayı düz ve çıplak arazilerde rüzgâr daha hızlı eserken; engebeli ve bitki örtüsünün yoğun olduğu yerlerde, rüzgârlar sürtünmeden dolayı hızı kesileceğinden, hızları azdır. Gene, sürtünmeye bağlı olarak rüzgârın hızı, yerden yukarılara doğru çıkıldıkça artar.

Atmosferdeki Genel Hava Dolaşımı ve Basınç Kuşakları

Kutupların aşırı soğuması ve Ekvator çevresinin her zaman sıcak olması, buralardafarklı basınç değerlerinin oluşmasına neden olmuştur. İki bölge arasındaki basınç farkını dengelemek için atmosferde genel hava dolaşımı doğmuştur. Atmosferdeki genel hava dolaşımı klasik ve modern olmak üzere iki görüş vardır.

1- Klasik Görüş:Güneş ışınlarının yıl içerisinde kutuplar ve çevresine daima yatayaçılarla gelmesi, bu bölgede hava sıcaklıklarının düşük olmasına neden olur. Hava sıcaklıklarının daima düşük olması alçalıcı hava hareketlerine, bu da kutuplarda Termik Yüksek Basınç (TYB) Kuşağı oluşmasına neden olur.

Ekvator ve çevresine ise güneş ışınlarının daima dik ve dike yakın açılarla gelmesi, bu bölgelerde sıcaklıkların yıl içerisinde daima yüksek olmasına ve dolayısı ile yükselici hava hareketlerine neden olur. Bundan dolayı Ekvator ve çevresinde Termik Alçak Basınç (TAB) Kuşağı oluşmuştur.

Bu görüşe göre atmosferdeki genel hava dolaşımı temelde termik nedenlerden dolayı, yani kutupların aşırı soğuması, Ekvator ve çevresinin aşırı ısınmasından dolayı doğmuştur. Eğer dünya dönmeseydi ve yeryüzü tamamen denizlerle kaplı olsaydı, Kutup (TYB) alanında soğuyup alçalan hava alttan Ekvator’a doğru; Ekvator(TAB) kuşağında da ısınan hava yükselerek, üstten kutuplara doğru, meridyenler doğrultusunda hareket ederdi. Böylece iki farklı basınç merkezi arasındaki hava akımıyla basit bir denge kurulurdu.

Ancak, Dünya’nın ekseni etrafında dönmesinden dolayı bu hava kütlelerinin yönlerinde sapmalar meydana gelir.Ekvator’daki TAB kuşağından üstten kutuplara doğru hareket eden hava kütlelerinin yönlerinde, Dünya’nın dönmesinden dolayı, sapmalar meydana gelir.

Yönünde sapmalar meydana gelen bu hava kütleleri 30° enlemleri üzerinde yığılırlar. Burada yoğunluğun artmasıyla ağırlaşarak, yere doğru, alçalıcı, harekete geçerler. 30° enlemleri civarında, alçalıcı hava hareketlerinden dolayı, Dinamik Yüksek Basınç (DYB) Kuşağı oluşur.

Bu kuşaktaki alçalıcı hava hareketlerinden dolayı yağış oluşmamakta ve 30°enlemleri civarında tropikal çöllerin oluşmasına neden olmaktadır.

30° enlemleri civarında alçalan hava kütleleri alttan çevreye doğru yayılır. Bunlardan bir kısmı Ekvator’a geri dönerken (Alize Rüzgârları), bir kısmı da kutuplara doğru (Batı Rüzgârları) hareket ederler.

30° DYB kuşağından kutuplara doğru batı sektöründen esen hava kütleleri (Batı Rüzgârları), Kutuplardaki TYB alanından Ekvator’a doğru hareket eden Kutup Rüzgârları ile 60° enlemleri civarında karşılaşırlar. Burada çarpışan iki hava kütlesi yükselerek basıncın düşmesine neden olurlar. Böylece 60° enlemleri civarında Dinamik Alçak Basınç (DAB) Kuşağı oluşur.

Dinamik basınç kuşaklarının oluşmasının temel nedeni Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönüşüdür. Bu klasik görüş atmosfer olaylarının tümünü açıklayamamaktadır.


2- Modern Görüş:Modern Görüşe göre de atmosferdeki genel hava dolaşımının temel nedeni, Ekvator kuşağının aşırı ısınması ve kutupların aşırı soğumasıdır.

Ancak klasik görüşte belirtilen, 30° enlemleri (dönenceler) ile 60° enlemleri arasında hareket eden batı yönlü rüzgâr kuşakları (Batı Rüzgârları) yoktur.

Bu teoriye göre Ekvator çevresinin sıcak havası gezici siklonlarla kutuplara doğru parçalar halinde taşınır. Kutupların soğuk havası da gezici antisiklonlarla Ekvator’a doğru parçalar halinde taşınır. Buna göre iki bölge arasında hava kütlelerinin hareketi mevsimlere göre partiler halinde taşınır. Bu teoriye yatay değişim teorisi denir.

Rüzgârlar; sürekli, mevsimlik ve yerel rüzgârlar olmak üzere üç grup olarak incelenebilir.


I. SÜREKLİ RÜZGÂRLAR: Atmosferdeki genel hava dolaşımına göre oluşmuş rüzgârlardır. Bunlar yeryüzündeki alçak ve yüksek basınç kuşakları arasında, yıl boyunca eserler. Sürekli rüzgârlar üçe ayrılır.

Resim

1) Alizeler:30° enlemleri civarındaki dinamik yüksek basınç (Subtropikal yüksek basınç) alanlarından, Ekvator çevresindeki termik alçak basınç alanına doğru esen rüzgârlardır.

Dünya’nın dönmesinden dolayı, Kuzey Yarımküre’de kuzeydoğudan; Güney Yarımküre’de güneydoğudan eserler. Hızları saatte 15-40 km/h civarındadır.

Başlangıçta sıcak ve kurudurlar. Ancak denizlerin üzerinden geçtikleri takdirde bünyelerine nem alarak, kıtaların doğu kıyıların yağış bırakırlar. Bu nedenle Doğu Rüzgârları olarak da isimlendirilirler.

Alizeler, esme yönlerinin değişmemesi ve sürekli esmelerinden dolayı, eskiden Avrupa’dan Amerika’ya ticaret yapmak için giden yelkenli gemiler bu rüzgârlardan faydalandıkları için Ticaret Rüzgârları da denir.

Ekvator’dan 30° enlemlerine doğru Alize Rüzgârları’na ters, üstten esen rüzgârlara da Ters (Üst) Alizeler denir. Ters alizeler 30° enlemleri civarında alçalarak tropikal çöllerin oluşmasına neden olur.


2) Batı Rüzgârları:30° enlemleri civarındaki dinamik yüksek basınç (Subtropikal yüksek basınç) alanlarından, 60° enlemlerindeki dinamik alçak basınç alanlarına doğru esen rüzgârlardır. Kuzey Yarımküre’de güneybatıdan, Güney Yarımküre’de kuzeybatıdan eserler.

Alizeler gibi başlangıçta sıcak ve kurudurlar. Denizlerin üzerinden geçtiklerinde bünyelerine aldıkları nemden dolayı, orta kuşak karalarının batı kıyılarına bol yağış bırakırlar.Avrupa’nın batısı Kanada’nın batısı

60° enlemleri civarında Kutup Rüzgârlarıyla karşılaşma bölgelerinde cephesel yağışlara neden olurlar.


3) Kutup Rüzgârları:Kutuplardaki termik yüksek basınç alanlarından, 60° enlemlerindeki dinamik alçak basınç alanlarına doğru eserler. Yönleri Dünya’nın dönmesinden dolayı saparak, Kuzey Yarımküre’de kuzeydoğudan,Güney Yarımküre’de güneydoğudan eserler.

Soğuk ve kurudurlar. Etkili oldukları alanlarda sıcaklığın düşmesine ve kar yağışlarına neden olurlar. 60° enlemleri civarında Batı Rüzgârlarıyla karşılaşma bölgelerinde cephesel yağışlara neden olurlar.


II. DEVİRLİ (MEVSİMLİK) RÜZGÂRLAR:

Mevsimlere göre yön değiştiren rüzgârlardır. Bu rüzgârlar kışın soğuk olan karalardan denizlere doğru, soğuk ve kuru olarak eserler. Yazın ise ılık ve karalara göre daha sıcak olan denizlerden, soğuk olan karalara doğru, ılık ve nemli olarak eserler. Devirli rüzgarların en çok bilineni Asya kıtası ile Hint ve Pasifik okyanusları arasında esen Muson Rüzgarları’dır.
Muson Rüzgârları, Yaz ve Kış Musonları olmak üzere ikiye ayrılırlar.


1) Kış Musonu: Bilindiği gibi karalar çabuk ısınıp çabuk soğur; denizler ise geç ısınıp geç soğurlar. İşte bu ısınma farklılığından dolayı, kış mevsiminde karalar çevresindeki denizlere göre daha soğuk olur ve buralarda yüksek basınç alanı oluşur. Denizler ise karalara göre daha sıcak olduğu için alçak basınç alanı durumundadır. Aradaki basınç farkından dolayı karadan denize doğru rüzgârlar eserler. Bu rüzgârlara Kış Musonları adı verilir.

Resim

Kış Musonları kara kaynaklı olduğu için soğuk ve kurudurlar. Karaların üzerinden estikçe yağış getirmezler. Ancak denizler üzerinden geçtikten sonra, bir kara üzerine varırsa yamaç yağışlarına neden olurlar.

NOT:Kış Musonları, Avustralya’nın kuzeyinde, Endonezya’nın kuzey ve batısında, Japonya’nın batısında, Afrika’nın doğusunda ve Hindistan’ın güneydoğusundaki Doğu Gat Dağlarında eserler. Buralara denizleri aşarak geldikleri için yağış bırakırlar.

2) Yaz Musonu:Yaz mevsiminde karalar denizlere göre daha fazla ısınırlar. Bu durumda karalar üzerinde alçak basın alanı, denizler üzerinde yüksek basınç alanı oluşur. Deniz ve okyanuslar üzerindeki yüksek basınç alanından, karalar üzerindeki alçak basınç alanına esen rüzgârlara Yaz Musonu denir.

Resim

III. YEREL RÜZGÂRLAR: Etki alanları dar ve yılın belli zamanlarında veya günün belli saatlerinde esen rüzgârlardır. Yerel basınç farklarından dolayı oluşurlar. Bunların bir kısmı da atmosferdeki genel hava dolaşımının etkisi ile oluşurlar.

a. Meltemler:Atmosferdeki genel hava dolaşımının etkisinin zayıf olduğu durgun kuşaklarda veya bu sisteme ait rüzgarların esmediği durgun mevsim ve zamanlarda; günlük ısınma ve soğumalara bağlı olarak oluşan rüzgarlardır. Meltem rüzgârlarının oluşmasının temel nedeni, Dünya’nın günlük hareketidir.

Gün içinde gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkından dolayı oluşan yerel basınç farkları, meltem rüzgârların oluşmasına neden olur. Dar alanlı, kısa süreli ve günün belli saatlerinde yön değiştirerek ters yönde eserler. Basınç farkı az olduğundan, şiddeti çok hafif ve ağaç dallarını kıpırdatacak kadardır. Günlük rüzgârlar dağ ve vadi meltemleri ile kara ve deniz meltemleridir.


1. Vadi Meltemi:Vadi tabanları dağ yamaçlarına oranla daha fazla neme sahiptir.Bundan dolayı gündüzleri vadiler, dağ yamaçlarına göre daha geç ısınır ve yerel alçak basınç alanı durumuna gelirler.

Resim

Dağ yamaçları, nem miktarının az olması ve bakının da etkisi ile daha çabuk ısınırlar ve yerel alçak basınç alanı durumuna gelir. Gündüz yüksek basınç alanı olan vadilerden, alçak basınç alanı olan dağlara doğru esen rüzgârlara vadi meltemi denir.

2. Dağ Meltemi: Geceleri nem oranı düşük olan dağ yamaçlarında, sıcaklık kaybı; nem oranı daha fazla olan vadilere göre daha

Resim

Yani geceleri dağ yamaçları vadilere göre daha çabuk soğurlar. Böylece dağ yamaçları yüksek basınç alanı, vadi tabanları da alçak basınç alanı durumundadır.

Geceleri dağ yamaçlarından vadilere doğru esen rüzgârlara dağ meltemi denir. Dağ meltemleri sıcak yaz gecelerinde serinletici etkide bulunur.


3. Deniz Meltemi:Denizler karalara oranla daha geç ısınıp, geç soğur. Gündüzleri geç ısınan deniz, yüksek basınç alanı durumuna gelir. Daha çabuk ısınan kara ise yerel alçak basınç alanı durumundadır.

Resim

Gündüzleri yüksek basınç alanı durumundaki denizlerden,alçak basınç alanı durumunda olan karaya doğru esen rüzgârlara deniz meltemi denir. Deniz meltemi, nemli ve ılıtıcı bir etkiye sahiptir.

4. Kara Meltemi:Geceleri karalar denizlere göre daha çabuk soğurlar.

Resim

Böylece kara üzerinde denize oranla yüksek basınç alanı; deniz ise alçak basınç alanı durumuna gelir.Geceleri karadan denize doğru esen rüzgâra kara meltemi denir. Kara meltemi nispeten kuru ve serindir.

b. Genel Atmosfer Sirkülasyonuna Bağlı Olarak Oluşan Yerel Rüzgarlar:

Atmosferdeki genel hava dolaşımına bağlı hakim rüzgarların etkisinin görülmediği veya zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkan rüzgarlar da vardır. Bu dönemlerde, yerel etkilerle doğmuş basınç koşulları, genel hava akımlarında bazı değişiklikler yaparak, yerel özelliklere sahip rüzgârların esmesine neden olurlar. Bunlar, sahip oldukları özelliklere göre sıcak yerel rüzgârlar ve soğuk yerel rüzgârlar olmak üzere iki ana gruba ayrılırlar.

1- Sıcak Yerel Rüzgârlar: Kuzey Yarım Küre’de güney sektörlü rüzgârlar; Güney Yarım Küre’de kuzey sektörlü rüzgârlar sıcak karakterli rüzgârlardır (Enlem etkisi). Aşağıda belli başlı sıcak yerel rüzgârlar verilmiştir:

Fön Rüzgârları:Yatay yönde hareket eden hava kütleleri, önlerine çıkan dağ yamaçları boyunca yükselir.Yükselen hava kütlesinin sıcaklığı, her 200 m’de ortalama 1°C azalır. Belirli bir yükseltiden sonra, içindeki nem, yoğunlaşma sonucunda yağış olarak yere düşer.

Resim

Resim

Yamacı aşan hava kütlesi dulda yamaçta alçalırken(Sürtünme Etkisiyle) kuru adyabatik nedeniyle her 100 m’de ortalama 1°C ısınır. Böylece ulaştığı yerde ısıtıcı etki yapar.

Sirokko:Kuzey Afrika’da, Büyük Sahra’dan Batı Akdeniz’e doğru eserler. Çölden kaynağını aldığı için sıcak ve kuru ve toz yüklü rüzgârlardır. Geçtiği yerlerde bunaltıcı ve kurutucu etki yapar ve bağ, bahçe ve diğer bitkileri yakar kavurur.

Akdeniz’i aştıkları takdirde, buradan nem alarak, İspanya, Fransa ve İtalya’nın güney yamaçlarına yağış bırakırlar. Toz yüklü oldukları takdirde buralarda renkli (çamur) yağışlara da neden olabilir.

Batı Akdeniz’de Sirokko’ya benzer rüzgârlar, İspanya’da Leveche, Tunus’ta Chili, Korsika’da Libeccio olarak adlandırılır.


Hamsin: Her özelliği ile Sirokko’ya benzeyen Hamsin (50 gün rüzgârları) Doğu Akdeniz’de Libya Çölü’nde Mısır’dan Akdeniz kıyılarına doğru esen rüzgârlardır. Aynı özellikteki rüzgârlar Irak’ta Samum, İran’daSimoon olarak adlandırılır.



2- Soğuk Yerel Rüzgârlar: Kuzey Yarım Küre’de kuzey sektörlü rüzgârlar; Güney Yarım Küre’de de güney sektörlü rüzgârlar soğuk karakterli rüzgârlardır.

Belli başlı soğuk yerel rüzgârlar şunlardır:


Mistral:Kış ve ilkbahar mevsimlerinde, Fransa’nın soğuk ve karlı Massif Central dağlık alanında soğumuş olan havanın, güneydeki sıcak olan Akdeniz’e doğru hızla inmesi ile oluşur. Soğuk ve bazı durumlar hariç, genel olarak kuraktır.

İspanya ve Fransa’da görülen bu rüzgâr, özellikle Ron (Rhon) vadisine kanalize olduğunda şiddeti daha da artar. Hareket halindeki bir trenin vagonlarını devirdiğine de şahit olunmuştur.


Bora:Dinar Alplerinden, Dalmaçya-İstirya kıyılarına doğru esen, soğuk ve kuru rüzgârlardır. Vadi içlerine kanalize olduklarında çok daha hızlı (50-60 m/s ve daha hızlı) eserler.

Krivetz: Aşağı Tuna ovasında, kuzeydoğudan esen, kuru ve soğuk rüzgârlara krivetz denir. Krivetz estiği dönemde Romanya’nın başkenti olan Bükreş’te sıcaklık 10-150C birden düşer.

c. Tropikal Rüzgarlar (Siklonlar): Tropikal bölgelerde kararlı-durgun karakter taşıyan hava kütlelerindeki dengenin bozulmasıyla, havanın ani olarak dikey (konveksiyonel) yükselmesi ile ortaya çıkar. Buradaki dengenin bozulmasında havadaki sıcaklık ve nem miktarı artışının önemli bir etkisi vardır. Dikey olarak yükselen hava kütlesini, çevreden merkeze doğru gelen hava kütleleri besler. Hava kütlelerinin hareketi, merkezkaç (corriolis) kuvvetinin etkisi ile merkeze (Alçak basınç alanı merkezine) doğru sarmal bir harekettir. Bu hareket çok hızlı fırtınalar halinde beliren rüzgârlar şeklinde olur.

Çok önceden beri Hindistan’da kullanılan “siklon” terimi, Dünya’nın her yerinde aynı şekilde beliren bütün hava hareketleri için de kullanılmıştır. Tropikal siklonlar Hint Okyanusu’nda siklon, Büyük Okyanus’ta tayfun (typhoon, Çince ‘büyük rüzgar’), Meksika Körfezi’nde harikeyn (Hurricane), Güney Amerika’da tornado, Filipinlerde baguio, Avustralya’da willy willy adı verilir. Saatteki hızı 160 km’den daha fazla olan bu rüzgârlar, geçtikleri yerlerde çok büyük yıkımlara, can ve mal kaybına, tarım alanlarının yok olmasına neden olur. Yıkımları, güçlü yağmurlarla daha da artar, alçak arazileri su basar. Kıyılarda, kuvvetli rüzgar ve dalgaların etkisi ile deniz yüzeyi 2-3 m kabarır. Böyle bir fırtınaya yakalanan bir Amerikan ağır kruvazörü ikiye bölünmüştür.

Hortumlar: Bu tür fırtınalar, sıcak-nemli bir hava kütlesinin üzerine, soğuk-kuru bir hava kütlesinin gelmesi ile oluşur.Tornado veya hortumlar, sarmal bir biçimde, çok güçlü konveksiyonel Hareketle yükselen bir hava kütlesinin merkezinde oluşturduğu girdap şeklinde belirir.Bunlar tropikal siklonlara göre çok daha küçük ve dar alanlı olmakla birlikte Dünya’da bilinen en güçlü ve en yıkıcı fırtınalardır.

Genellikle hortumun yakınlarında rüzgarın hızı, saatte 500-700 km’yi, dikey akımların ise saatte 350 km’yi bulduğu tahmin edilmektedir.Bu güçlü yatay hava akımları ağaçları kökünden söker, evleri yıkar; sonra dikey hava hareketi de yıkılanları havaya uçurur. Bu olay genellikle 1-2 saat kadar sürer.


TÜRKİYE'DE ETKİLİ OLAN YEREL RÜZGARLAR:

Resim
Kuzeyden esenler soğuk güneyden esenler sıcak karakterli...


Mehmet Zor hocamıza hazırlamış olduğu emek dolu notları paylaşıma sunduğu için teşekkür ediyoruz.

Kaynak:http://cografyalise.blogcu.com/ruzgarla ... ri/3814738
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön