7 NEFİS > Muhammedi Tasavvuf >Latif Yıldız

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

7 NEFİS > Muhammedi Tasavvuf >Latif Yıldız

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

İNSANIN DIŞ (AFÂKÎ) YAPISI





7 NEFİS NE DEMEK?..

İNSAN KİMDİR?..


İNSANIN DIŞ (AFÂKÎ) YAPISI

İnsanoğlunun dıştan içe Kâinât Katmanlarına bakarsak:


Resim
İnsanoğlunda; Beden, Nefs, Kalb ve Ruhtan oluşan 4 letâif, tevhid ve gereği ile mükelleftirler.
Sorumlu ve imtihan edilmektedirler.
Sır, Hafî, Ahfâ ise kemâlâtın ileri safhalarında kullanılan letâif makamlarıdırlar.
Merkezdeki sabit nokta, Süveydâ, Nûr-u Muhammed yâni Nûrallahın letâiflere ulaşım noktasıdır, prizidir.
Her letâif, kendi içindeki letâifleri kapsar.

Beden ise: tıpkı portakal kabuğu gibi tümünü kapsar ve cem'eder.

Tevhid, tesbih, tekmil, tekbir v.s. ile emredilen varlıklarda bu 4 letâifi incelersek:

1 - Bedeni, Nefsi, Kalbi, Ruhu olan varlık insanlardır.
2 - Nefsi, Kalbi ve Ruhu olan bedeni olmayan varlıklar cinlerdir.
3 - Kalbi ve Ruhu olan beden ve nefsi olmayan varlıklar meleklerdir.
4 - Bedensiz, nefssiz, kalbsiz tek başına kalan Ruh ise; Emr Âleminden olup mahlûk mu, değil mi? sorusunun yıllarca cevâbı aranmıştır...
Ne fırtınalar kopmuştur...
"Efradına câmi', ağyârına mâni'!"dir...

Biz 4 letâifle 4 unsurun özellik ve benzerliklerine kısaca bir göz atalım:

1 - Beden - Toprak:

İkisinin özellikleri de benzerdir. İkisi de her şeyin temeli ve kabıdır.
Ne ekersen onu biçersin.
Yer çekimi ile bencillik (egoizm) düşüncesi ikisinde de fıtrîdir.
İkisi de yutucudur.
İkisi de câmi'dir.
İkisi de bu âlemin anasıdır.

2 - Nefs - Ateş:

İkisininde ifratından (+) pozitif cehennem ki Cahim;
Tefritinden ise (-) negatif cehennem ki Zemherira;
İ'tidallerinden ise (optimum) en faydalı rıza cennetleri doğar... Ateş çoksa yanarsın, yoksa donarsın, i'tidal (uyum) hâlinde ise; ısınır, aşını pişirirsin...
Vücûd ısın 400 C ye çıksa feryadeder yanarsın, 300 C ye inse donarsın oysa 370 C ise çalar oynarsın işte orta yol cenneti itidal adaleti budur.
Zîrâ i'tidal de nar, nûrdur.

Nar ve nûr ise;
a- Nûru bulunan, narı yakmayan ateş (Musa aleyhi's-selâm'ın ateşi)
b- Nûru bulunmayan, narı yakan ateş (cehennem ateşi)
c- Nûru bulunan, narı yakan ateş (dünya ateşi)
d- Nûru bulunmayan, narı yakmayan ateş (yeşil ağacın ateşi)
e- Nûru da hoş, narı da hoş olan rıza ateşi, aşk ateşidir...denmiştir.

Nefsi ve ateşi, ifrat ve tefritten koruyup i'tidâl üzere tutmak... İmtihan budur...
Nefsi irfatta şımartırsan ve başıboş bırakırsan, tugyân edip RABB'lık yapmaya kalkışır (Firavun).
Tefritte ise nefsi öldürürsen devre dışı kalırsın...

İ'tidali bulan Muhammedî nefs ise Fırka-i Nâciye yolunu izler.
Ve mezhebimizce elân var olan cennetlerin zevklerini karınca kaderince yaşar...

3 - Kalb (gönül) - Su:

İkisi de tenezzül ve tevâzu'lu, aşağıya akışlı (alçak gönüllü) ve diriliğin olmazsa olmazları.
Onun için; yere dökülen bir tas su gibi, her zerresiyle bu sistemin sahibi Subhânallah (celle celâluhu)'ya secde eden dost dervişlere esselâm!...

4 - Ruh - Hava:

Var ama gözükmeyen gaib...
Kuşatan, yutan ama yok gibi duran hava, özün özü Ruh...

Bir anım var; Derbentli Deli Hasan Baba isminde bir HAKK dervişi vardı.
1965 yılında Hasan Dağındaki yaylamızdan dönerken ormanın içinde önümüze çıkmıştı...
Birlikte köye geldik.
Rahmetli Hoca amcama misâfir oldu.
O gece yatsı namazı sonu halaka-i zikir kuruldu ve yer gök inlemişti...
1974 de Aksaray Ulu Câmi'de gördüm...
Önceleri yaklaştırmadıysa da sonra dost olduk.
"Hu" esmâsında, Kadîrî bir derviş ve 43 yıllık seyyahdı.
Kimsenin bir kuruşunu almaz, çayını dahi içmezdi.
Benimle dostu... Çorba içerdik...
İsmimi hiç kullanmadı.
Hâlim iyi ise "çoban" kötü ise "firâr" derdi...

Birgün : "Çoban oğlum; bu âlemde iki insan vardır; ya ahmak ya da âşık ! Sen nesin?" deyince ben de :
"Baba, ben 17 yıl tahsil yaptım ne ahmağı, âşıkım âşık !..." dedim.
Güldü ve:
"Çok güzel, demek âşıksın!... Peki bu âlemde ne arıyorsun?" dedi... Kafamı bilgisayar gibi taradım, doğru ve uygun cevâbı buldum:
"ALLAH'ı (celle celâluhu) !" dedim.
Rengi sarardı, kızardı, morardı ve:
"Vay ahmak vay!.. Her yerde olan ne zamandan beri aranıyormuş!... Âşıkmış!... Firâr!..." dedi.
1982'de Ankara Bâlâ kazasında HAKK'a yürüdü... Ruhu şâd olsun...


Evet, yitiğini aramayan ahmaktır; ancak, bulduktan sonra arayan da ahmaktır...


Bir ayna karşısında çırılçıplak bedenini seyretmek...
Sonra palto gibi, bedenini soyunup nefsini seyretmek...
Ceket gibi nefsini soyunup kalbini seyretmek...
Gömlek gibi kalbini soyunup aslını, ruhunu seyredebilmek...

Nûr-u Muhammed'i seyredebilmek...
Tecellî tezgâhında tevhid temâşâsı...


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532))

Kendini bilmek; "Lâ ilâhe"
RABB'ini bilmek; "İllâ ALLAH" tevhidinin tekemmülü için;
Tüm sistem hizmetçin mesabesinde emrine ve hizmetine musahhar kılınmıştır...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), insanlar ve tüm varlık (maddî, mânevî) İNSAN denilen bu nazlı çiçeğin tevhid tekemmülüne elân hizmettedirler...

Kemâlât kademeleri:
1-Şerîat-ı Muhammedîyye ile bedeni terbiye okulu (ilkokul gibi)
2-Tarikat-ı Muhammedîyye ile nefsi tezkiye okulu (ortaokul gibi)
3-Mârifet-i Muhammedîyye ile kalbi tasfiye okulu (lise gibi)
4-Hakikat-ı Muhammedîyye ile Ruhu tecliye okulu (üniversite gibi)

Cehâletinden arınma, kemâlâtını bürünme metodunda dördü de; HAKK (celle celâluhu) harfini kullanmakta...

Buz-Su-Buhar-Bulut; ayrı özellik ve güzellikte gözükseler de dördünün de formülünün aslen H2O olduğu gibi dört okulda da HAKK (celle celâluhu) esastır.

Erimek-akmak-yükselmek ve Rahmet olup aşk bağlarına yağmak...
En son nur-ye tarafından 22 Şub 2010, 12:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli kardeşim, yazınızdan mümkün mertebe istifade ettiğimi düşünüyorum. Tam da şu ara'lar içinde olduğum bir konuyu işlemişsiniz son bölümde.
***************************
Bir anım var; Derbentli Deli Hasan Baba isminde bir HAKK dervişi vardı.
1965 yılında Hasan Dağındaki yaylamızdan dönerken ormanın içinde önümüze çıkmıştı...
Birlikte köye geldik.
Rahmetli Hoca amcama misâfir oldu.
O gece yatsı namazı sonu halaka-i zikir kuruldu ve yer gök inlemişti...
1974 de Aksaray Ulu Câmi'de gördüm...
Önceleri yaklaştırmadıysa da sonra dost olduk.
"Hu" esmâsında, Kadîrî bir derviş ve 43 yıllık seyyahdı.
Kimsenin bir kuruşunu almaz, çayını dahi içmezdi.
Benimle dostu... Çorba içerdik...
İsmimi hiç kullanmadı.
Hâlim iyi ise "çoban" kötü ise "firâr" derdi...

Birgün : "Çoban oğlum; bu âlemde iki insan vardır; ya ahmak ya da âşık ! Sen nesin?" deyince ben de :
"Baba, ben 17 yıl tahsil yaptım ne ahmağı, âşıkım âşık !..." dedim.
Güldü ve:
"Çok güzel, demek âşıksın!... Peki bu âlemde ne arıyorsun?" dedi... Kafamı bilgisayar gibi taradım, doğru ve uygun cevâbı buldum:
"ALLAH'ı (celle celâluhu) !" dedim.
Rengi sarardı, kızardı, morardı ve:
"Vay ahmak vay!.. Her yerde olan ne zamandan beri aranıyormuş!... Âşıkmış!... Firâr!..." dedi.
*****************************
Kulihvani abimizin bu bölümde anlattığı anısı adeta pekiştirdi halimi. İki gece önceydi, sohbet ederken arkadaşımla, demiştim ki;
"evet, ben salağım hiç ALLAH aranır da bulunur mu? Her yerde her an olan aranırsa heryerde değil demektir, aranırsa bir mekan bir boyut var demektir haşa! Dolanıyorum ortalarda -ben ALLAHI arıyorum, ben ALLAHI arıyorum- diye. ALLAH aranarak bulunmaz, O alır ancak. O seçer O çeker ancak. Demek ki ortalarda dolanıp durmamalıyım, ALLAH diyen her-kesin peşine düşmemeliyim, bana benden yakın OLANA bende olmalıyım bende kavuşmalıyım. Bu da ONUN muradı istemesi ile olacak. Tamam bundan sonra hiçbir yere gitmeyeceğim, hiç kimseye sormayacağım ONU "demiştim. Yıllar öncesinden Kulihvani ile birlikte bana da söylenmiş bu söz demek ki...

Firar değil de Çoban olmaya niyete durduk bi izni'LLAH!
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

İstifade ettiğinize çok sevindim GÜLLALEkardeşim.
ACİZane bende istifade ettiklerimi KULİHVANİ Hocamın İZni ile Forumda paylaşıyorum.

MUHAMMEDi MuHABBetimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

İNSANIN İÇ (ENFÜSÎ) YAPISI


İnsan, Kur'ân-ı Kerîm'de kimdir?
Tercüman-ı Tevhid olan Efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sahih hadislerinde insan kimdir?
Bir sûfî, 99 esmâ ile kendini bilir,
Bir esmâ ile "ALLAH (celle celâluhu) !..." der de RABB'ini bilir...

Mesele kendini bilmek...

Beled sûresindeki kebed (sarp yokuş), Benlik Dağıdır.
İlerde zevkederiz İnşâallah!...

İNSAN:
.

Beden - (Sine) - Sadr - Nefs - Kalb - Fuad (gönül) - Ruh - Sır - Hafî - Ahfâ - Akdes...

Nedir insanda bunlar?



BEDEN :

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL her canlıya yüklediği görevi en iyi başarabileceği şekilde zâhiri organlarını, içinde ve dışında, insanoğlu bilsin ya da bilmesin, halketmiştir.
Ordinaryüs Profesör kalb doktoru ile bir kara câhilin kalbi, aynı şekilde yaratılmış ve çalışmaktadır.
İlâhî adâlet hakîmdir.
Yeni doğmuş bir insan bebeği de her yavru gibi ağlayıp ana memesi için ağzını açar ve arar...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL insanlarda zâhirden bâtına geçiş organları olarak; işitmek için kulak, görmek için göz ve merkezî kalbe aktarıcı ve şuûr ettirici akıl ile kalb sistemini halketmiştir.

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ


"Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri (fuad, efideh) yaratan O'dur. Siz, pek az şükrediyorsunuz." (Mü'minûn 23/78)


ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ


"Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, görmeleri ve gönülleri (efideh) yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz!..." (Secde 32/9)

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ


"De ki: O'dur ancak sizi yaratan, size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren!... Fakat sizler pek az şükrediyorsunuz!..." (Mülk 67/23)
الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ


"O ki seni yarattı, düzenine koydu ve dengeli kıldı. Seni dilediği herhangi bir biçimde oluşturdu." (İnfitâr 82/7-8)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

SADR


Sadara: vukû' bulmaktan.
(Sadr-südûr): vukû' olan yer, vakı'aların olmasına karar verilen yer ve idâre merkezi olup; nefsi, kalbi ve ruhu da kapsayan göğüs (bağır) zarfıdır.
İşlerin idâre merkezi en ön, en baş, en ileri, en yukarı ve en iyi yer mânâlarınadır.
Sadrazam (başvekil) da bu kökten gelmektedir.
Sulbiyye, çocuğun babaya nisbeti olduğu gibi;
Sadriyye de çocuğun anaya nisbetidir.
Zîrâ; sadara kökünde; dönmek, rücû etmek de vardır...
İşlerin sebebi oradan başladığı gibi sonucu da oraya rücû' eder ve anlaşılır...

Muhammedî tasavvufun temeli olan "rahmten li'l-âlemin" oluş masdarı da bu kökten olup kâinâtta var oluş rahmetinin oluş, çıkış ve rahmet olarak dönüş yurdu ve kapısıdır.
Nûr-u Mim'in "mim" masdarı Nûr-u Muhammed'in kâinâta çıkış ve hayat membağıdır.
Ham akıllarını İlâhî ilim ve Muhammedî edeb ile yalıtkanlık ve kısırlıktan kurtarıp iletken ve üretken kılanlar kendi özlerindeki bu kaynaktan kana kana içerler.
Yalıtkanlıktan kasdımız kişinin kendine ait özellik ve güzellikte yaratılan öz sadrına ulaşım selâmetliğini kesen ve yasaklanan her şey ve husustur.
Kişinin kendi özündeki öz sılasına ulaşımı;
Nûr-u Mim'e kavuşumu,
Dolayısıyla kendini bilişi,
Rabb'ini buluşu ve kulluk kemâlâtına başlayışıdır.

Bu işin bilinen adı ise sıla-yı rahîmdir...

Onun içindir ki Resûlullah: (sallallahu aleyhi ve sellem) Selâmeti's südûra (sadrların selâmetine) çok önem vererek: "Ümmetin ebdâlleri (velîleri) cennete, çok oruç ve çok namazla girmiş değildirler. Ve lâkin oraya girişleri, ALLAH'ın rahmeti ve selâmet-i sadr (sine paklığı, gönül eminliği ve salimliği) la ve sahaveti'l-enfüsle (nefislerin cömertliği, iç cömerliği) ve bütün müslümanlara merhamet etmeleriyledir." buyurmuştur.
(El Hâkim, İbni Ebi'd- Dünya ve Beyhâki-Şuabu'l-imân)

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُوا أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ


"Onların südûrunda (sadrlarında, göğüslerinde, nefslerinde, kalblerinde) gıll-ü gışş (gizli kin, garez, düşmanlık, perde) namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır..." (A'râf 7/43)


وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ


"Onların südûrundaki gıll-ü gışşı soymuşuzdur (söküp atmışızdır...)" (Hicr 15/43)


مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَـكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ


"Kim imân ettikten sonra ALLAH'ı inkâr ederse- kalbi imân ile dolu olduğu hâlde inkâra zorlanan başka- fakat kim sadrını küfre açarsa, işte onların üstüne ALLAH'dan bir gazab iner ve onlara büyük bir azab vardır." (Nahl 16/106)


Bu âyet-i celilede;
"Kalbi imânla dolu iken" de geçen kelime kalbdir.
İkinci kez "sadrını açarsa" da ise sadrdır.
İkisini de kalb kabul eden müfessirlerimiz de vardır.
Ancak, sadrını açmakla nefsini de kalbini de küfre açmış oluyor.
Yoksa, sadr da kalb anlamında olsaydı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL iki yerde de kalb buyururdu.
Biz âcizâne böyle anlıyoruz, davamız zâten yoktur.
Çok şükür!...

Ne hikmettir, anlamadım gitti...
İnsanlar, nefsi düşman görmüşler...
Nefsini öldürmek için bir ömür harcayan topluluklar gördüm.
Kimisi de: "Benim nefsim eşek sûretinde, yılan sûretinde, hatta domuz sûretinde idi ama şeyhim kurtardı, mübârek el etti!" diyenleri duydum ve şu anda Antalya'da yaşamaktadırlar...
Hâlbuki İslâm da bir kimseye düşmanlık; o kişinin kötü olan fiilinden, ahlâkından ve hâllerinden dolayıdır.
Kısacası sıfatlarından, vasıflarından dolayıdır.
Nefs de kötü sıfatlara bürünürse çok yazık olur.
Zîrâ biz dünyada nefsin varlığı ile varız ve imtihan işlerinde baş sorumlu olan nefsle imtihan oluruz.
İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız insanlar ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in şu fermanını iyi okusunlar:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي

"Ey itminâna (tatmîne, kani' olmaya, sükûn ve sükûta, hazırda, huzurda, ibâdet ve itâatle kemâle) ulaşmış nefs, sen RABB'inden razı olmuş olarak, RABB'in de senden razı (hoşnut) olarak, RABB'ine (celle celâluhu) dön!... Kullarımın içine gir (arasına katıl) ve cennetime gir!..." (Fecr 89/27-30)

Şimdi bu âyet-i celiledeki "nefs"i; insan, ruh v.s. diye tercüme, veya tefsiri anlayamıyorum...
Haaa, şunu derse hay hay...
"Ey ruhlaşmış nefs! Cehâlette ölmüş, kemâlâtta dirilmiş, saf, âri ve âşık nefs!
Rıza bulmuş ve :
İlmullah Haşyetullah Muhabbetullah Rızaullah Tevhidini tamamlamış nefs!
Artık sen bu vasıflarla mücehhez ve şeçkin hâle gelmiş kullarıma katıl!..." diyorsa sözüm yok...
Ancak : "Nefs kötüdür, çirkindir ve onun tasavvuftaki yeri, öldürülmesi gereken düşmandır!..." tarzı yaklaşım temelden yanlıştır... Âyeti celileler açıktır...
RABB'imiz Tealâ ne buyuracağını bilendir ve buyurandır...

Devâm edelim konumuz sadr'a...
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي

"Musa dedi ki: "RABB'im benim sadrıma genişlik ver!..." (TâHâ 20/25)
Şu âyette ise sadr: rücû' etmek, dönmek, çekip gitmek anlamındadır:

وَلَمَّا وَرَدَ مَاء مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأتَيْنِ تَذُودَانِ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاء وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ

".... Biz , çobanlar çekip gitmedikçe sulayamayız..." (Kasas 28/23)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ


"Demek ki ALLAH kimin sadrını islâma açmış ise işte o, RABB'inden bir nûr üzerinde değil midir? O hâlde vay kalbleri, ALLAH'ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler." (Zümer 39/22)

يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ

"O, gözlerin hâin bakışlarını da bilir, südûr'un (sadrların) gizlediğini de!..." (Mü'min 40/19)

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ

"Çünkü kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın ALLAH'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sadrlarında (südûr) asla yetişemeyecekleri bir kibir (büyüklenme) vardır. Sen hemen ALLAH'a sığın çünkü (şühpesiz) işiten O'dur. Gören O!..." (Mü'min 40/56)


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

"Senin sadrını açmadık mı?" (İnşirâh 94/1)


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

NEFS

Özellik ve Mertebeleri :

Nefs (çoğulu: enfüs, nüfûs) : Can, kendisi, şahsı, asıl, maya, cevher, o şeyin bizzât tâ kendisi ...
Enfâs: nefis, hoş, hayret edilecek olan nokta.
Nefuse: çok kıymetli olmak.
Teneffüse's-subh: tan yeri ağarması...
En nefsu: hased eden.
En nefs: kısacası aklı olan insanın şahsı, bir şeyin cevheri.
Nefsaniyât: egoizm-bencillik...

Azîz kardeşim,
Aklı olan ve insan sûretinde yaratılan her canlı, soyut olan mânâ ile somut olan madde arasındaki ara kesittir.
İki şey var ise ara kesit de vardır.
Ara kesit berzahtır, geçiş bölgesidir.
İnsanoğlunda mânâ âleminin en mükemmel temsilcisi, Emr Âleminden olan Ruh'dur.
Madde âleminin mükerrem temsilcisi ise "Nefs"tir.
Kalb ikisinin arasında bir berzahtır. (Fâtır 35/12bkz.)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbin iki kapısı vardır. Birisi açık iken diğeri mutlaka kapalıdır. (aynı anda açık ya da aynı anda kapalı olamazlar.) Kapıların birisinde (mânâ âlemine açılan) ruh-melek-akıl vardır. Diğer kapıda ise nefs-şeytân-şehvet vardır." buyurmuştur.

Nefs, insanın imtihan âlemi olan bu âlemdeki, menfi-müsbet her türlü işlerini yapacak şekilde halkedilmiştir.
Akıl bir nûrdur ki tüm letâifler onunla aydınlanır ve varlık kazanır.
Bir farbikadaki tüm makine, âlet, edevât ve işler için elektrik ne ise akıl da odur.
Yeter ki hakka ve hayra kullanılsın.
Bâtıla ve şerre kulanıldığında ise fecî' şekilde çarpıcı sonuçlar elde edilir...

Akıl Nûr-u Muhammed Nûrullahtır.

Akıl, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tevhid trafosundan geçti mi ezelî, kâmilî, ihsânî voltaja ulaşır ki artık adı AŞK tır...
Aslında tevhidi söylemek çok basittir:
" ilâhe illa allah" dersin, olur biter...
Olup biten; lisanla ikrârındır ki o ağızla sen neler neler söylüyorsun da sonra söylediklerine sen de şaşıyorsun...
Sözle ikrâr eden müslimdir.
Kalb ile daha doğrusu ruhî rıza ile ikrâr şarttır ki mü'min olabilesin...
Bütün bunlar için, nefsin aklını başına alması:
"Lâ ilâhe" ile maddî âlem (Mâsivâ) dan,
"İllallah" ile de mânevî âleme (Mevlâ'ya) geçebilsin.
Tevhid olan ana görevini yerine getirebilsin...
İnsanın kendi aklının anlayamayacağı kadar hârikalıklarla halkedilen nefsinin ana işi dünya olduğu için elbette ki Beden Atı’na binip cirit atacak...
Ancak mesele şu:
"Hakka-hayra mı? Yoksa bâtıla-şerre mi gidecek?"
Kalb Atı’na binip mânevî sahada durmadan nefsi hakka çağıran senin öz ruhunu duy ki;
Hakkın ve hayrın İmâm-ı Mutlakı, Tevhid Tercümanı, merhamet ve muhabbet Mürşid-i Mutlakı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in,
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri ile durmadan devâm eden tevhid çağrısını duymanı ve uymanı senin adına istiyor ve bekliyor...

Ne var ki bâtılın ve şerrin merhametsiz lideri İblis ve şeytânları, dünyayı ve nefsin zaaflarını çok iyi bildiği, izinli olduğu ve imtihan aracı olarak halk edildiği için o dahi insanoğlunu bâtıla, şerre ve küfre durmadan çağırıp durmaktadırlar...

İnsan nefsi ya hevâ-hevesini ve şeytânı duyup-uyacak ya da ruhunu ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyup - uyacaktır...

Önce Kur'ân-ı Kerîm'imizde nefsle ilgili âyetlerden bazılarına bakarsak, nefsin yapısını anlar ve durum değerlendirmesi yapabiliriz:

Nefs; ham, yoz, gaflette, cehâlette , dalâlette ve ihânette kalırsa dâima "Lâ ilâhe" inkârında kalacaktır.
Yapısı ve aslı gereği dâima "İllallah" ikrârına çağıran ruh da, görevinden sorumludur...
İkisinin buluşması "bir tende bir can" gibi oluşları, ise tevhiddir ve kalb berzahındadır.
Belki, şeb-i arûstur...
Rücû' ve Ürûctur...
Mi'râctır...
Nefsin ürûcu ve Ruhun rücû'dur.


Unutma ki biz, hüküm koymuyoruz, dava etmiyoruz...
Zevk ediyoruz...
Dünya hayatının devâmı ve imtihanı için, maddeye meyilli yaratılan nefs;
Kendi zaafları ve harikülâdelikleri yanında, dışarıdaki iyi ya da kötü huyları sünger gibi emicidir...
Ahlâken kangren hâline gelen nefs, bedeni bâtıla ve şerre kullanmanın yanında berzahı (kalbi) berbat eder, ruhu ise islendirir.
Böylesi nefsin hastahânesi, Muhammedî tasavvufun yoğun bakım ünitesidir.
Biiznillah Tevhid Tezkeresi ile taburcu olduğunda :

Terbiye edilmiş bir Beden,
Tezkiye (temizlenmiş) edilmiş bir Nefs,
Tasfiye edilmiş (arıtılmış) bir Kalb ve
Tecliye edilmiş (cilâlanmış-duman isi silinmiş, cam gibi) ruh ile;

Muhammedî oluş şefâatına (şifâsına) ve şuûruna kavuşmuş olarak hayat sahnesine yeniden doğar...
Her yerde, her zaman ve her hâlde; hazır ve nazır olan HAKK (celle celâluhu) ile halkının içinde hak ve hayr üzere kaderini yaşar ve defterini doldurur.
Son satırına ise şahadetnâme şartını son nefesi ile yazar İnşâallah:

"Eşhedü enlâ İlâhe ilallah ve eşhedü enne Muhammede'r Resûlullah" ile ömrünü mühürler.

Azîz kardeşim,
Nefsimizi gereği gibi tanımazsak,
Şahsiyetimizin bel kemiğinin vasıflarını iyi bilmezsek ve
Sonsuz ebedî hayatımızın kazanılmasındaki önemini hakkınca anlamazsak nasıl kendimizi bilip de sonra RABB'imizi (celle celâluhu) bileceğiz.
Nasıl islâh olup, iflâh olup da muradımıza ereceğiz?

Nefsimizi yaratan EL HALLAKU'l-HAKK Tealâ'nın, Kelâmullah'ında: Hakk ve Hayr yönüyle Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsi,
Bâtıl ve Şer yönüyle ise ilâhlık iddia eden Firavun'un nefsi, insanoğluna müsbet-menfi örneklerdir (prototiplerdir).
.
Nefsle İlgili Âyetleri İncelemeye Devâm Edelim:

فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَـى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ



"O kalkmış mihrabda namaz kılarken melekler kendisine şöyle seslendiler: "haberin olsun, ALLAH sana, ALLAH'tan gelen bir kelimeyi doğrulayacak, efendi, son derece nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor."(Âl-i İmrân 3/39)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا


"Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki ALLAH'tandır: kötülükten de başına her ne gelirse anla ki nefsindendir."
(Nisâ 4/79)

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا


".....nefsler ise kıskançlığa hazırlana gelmiştir..." (Nisâ 4/128)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ


"Ey imân edenler ! Siz nefsinize (düzeltmeye) bakın. Siz doğru gittikten sonra öte taraftan saptıranlar size ziyan dokunduramaz. Hepinizin varışı sonunda ALLAH'a dır.O size neler yaptıklarınızı o zaman haber verecektir." (Mâide 5/105)


وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


"..... Kim imân eder ve kendini (nefsini) islâh ederse (düzeltirse) onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler." (En'âm 6/48)

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

. "Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete düçar olmaması için Kur'ân ile nasihat et. O nefs için ALLAH'tan başka ne dost vardır, ne de şefâatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günâhları) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibâret bir içecek ve elem verici azab vardır." (En'âm 6/70)

يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي فَمَنِ اتَّقَى وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


"Ey Âdemoğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak peygamberler gelir de kim (ona karşı gelmekten) sakınır ve kendini (nefsini) islâh ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." (A'râf 7/35)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ


"Bu da, bir millet nefslerinde (kendilerinde) bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar ALLAH'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten ALLAH işitendir,bilendir..." (Enfâl 8/53)

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ


"(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder, RABB'im acıyıp korumuş başka, şüphesiz RABB'im çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yûsuf 12/53)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ


"İş olup bitince şeytân der ki: "Şüphesiz ALLAH size sözün doğrusunu söyledi. Ben de size va'd ettim amma, size yalancı çıktım. Zâten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm, nüfûzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, sizde bana hemen icâbet ettiniz. O hâlde kusuru bana yüklemeyin. Nefsinizi levmedin (kendinizi kınayın, düşmanınız olduğumu ALLAH Tealâ size bildirmişti.) Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esâsen beni evvelce (ALLAH'a) ortak tutmanızı da muhakkak tanımamışdım ya! Zâlimlerin, (Evet) onların hakkı elbette pek acıklı bir azabdır." (İbrâhim 14/22)

ُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ


"Her nefs (canlı) ölümü tadar. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilik ile deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize dördürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ


"Hiçbir nefse (kimseye) gücünün üstünde bir teklifte bulunmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitab vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Mü'minun 23/62)

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا


"Gördün mü o ilâhını canının istediği (hevâ) edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın?" (Furkân 25/43)
قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

. "Musa: "RABB'im! Doğrusu ben nefsime (kendime) yazık ettim (başıma iş açtım). Beni bağışla!"dedi." (Kasas 28/16)
وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ


"Cihâd eden yalnızca nefsi (kendi) hesabına cihâd eder:Çünkü ALLAH, bütün âlemlerden müstagnidir."
(Ankebût 29/6)

َوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ


"Nefslerinde (vicdanlarında) bir düşünmediler mi?" (Rum 30/8)


وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ


"Kaynaşmanız için size nefsiniz (cins) den eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır." (Rum 30/21)

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ


"ALLAH size nefsinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda birbirinizden (nefsinizden) çekindiğiniz gibi (kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit haklara sahib) ortaklarınız var mı? Işte biz âyetlerimizi aklını kullanacak bir kavim için böylece açıklıyoruz." (Rum 30/28)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ


"İnsanlara âfâkta (ufuklarda, dışta) ve kendi nefslerinde (enfüste, içte) âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. RABB'imin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet 41/53)

يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ


"Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefslerin hoşlanacağı, gözlerin lezzet alacağı şeyler hep oradadır. Ve siz orada ebedî kalacaksınız..." (Zuhrûf 43/71)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ


"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız."
(Kaf 50/16)

إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ وَلَقَدْ جَاءهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَى


".... Onlar ancak zanlarına ve nefslerin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine RABB'leri tarafından yol gösterici gelmiştir." (Necm 53/23)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى


"Ufak tefek kusurları dışında, büyük günâhlardan ve edebsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki RABB'in affı bol olandır. O sizi daha topraktan yaratığı zaman ve sizi annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile) sizi en iyi bilendir. Bunun için nefsinizi (kendinizi) temize çıkarmayın! Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir." (Necm 53/32)


يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ


"Münâfıklar onlara: "Biz sizinle beraber değilmiydik?" diye seslenirler. (Mü'minler de) derler ki: "Evet ama, siz nefsinizi (kendi başınızı) belâya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytân) sizi, ALLAH (cc) hakkında bile aldattı. Nihâyet ALLAH'ın emri gelip çattı!..." (Hadid 57/14)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ


"Ey imân edenler, ALLAH'tan korkun ve kişi (her nefs) , yarın için önceden ne gönderdiğine baksın. ALLAH'tan korkun; çünkü ALLAH, her ne yaparsanız haberdârdır." (Haşr 59/18)

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ


"ALLAH'ı unutan ve bu yüzden ALLAH'ında onlara nefslerini (kendilerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kismelerdir. (fâsık) ." (Haşr 59/19)

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ


"O hâlde gücünüz yettiğince ALLAH'a isyândan kaçının, dinleyin, itâat edin, nefsinizin (kendinizin) iyiliğine olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Tegâbûn 64/16)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ


"Ey inanlar! Nefsinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun..." (Tahrîm 66/6)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ

.
.
"Her nefs, kazandığına karşılık bir rehindir" (Müddesir 74/38)
وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ


"Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltip hesaba çekileceksiniz) " (Kıyâmet 75/2)
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ


"Doğrusu insan nefsine (kendine) karşı bir basîrettir. (kendi kendinin şâhididir , görücüsüdür ve kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir) " (Kıyâmet 75/14)

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
"Her kim de RABB'inin makamından korkmuş, nefsini kötü arzulardan engellemişse, muhakkak cennettir onun varacağı" (Nâziat 79/40-41)


وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ


"Nefsler (bedenle, ruhu) eşleştirildiğinde..." (Tekvîr 81/7)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ


"Bir nefs (herkes) ne hazırladığını anlar." (Tekvîr 81/14)

وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ


"Bir nefs (herkes) önden neyi gönderdiğini ve neyi bıraktığını bilir." (İnfitâr 82/5)

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

وَادْخُلِي جَنَّتِي

"Ey RABB'ine itâat eden huzura ermiş nefs! Dön RABB'ine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak! gir kullarımın içine! gir cennetime!" (Fecr 89/27-30)
وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

"Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." (Şems 91/7-10)


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

NEFS-2
...
Azîz kardeşim,
İkilik, tevhidin çözülüp yok olmasıdır.
Zâhir, ayrı kurallarla; bâtın, ayrı kurallarla bilinmez.
Kural kuraldır.
Âlemde ne var ise Âdemde de o vardır.
İnsan nefsi bir bütündür ama işleme tâbi' tutulunca tekemmül makamları vardır.
Çocuk gibi büyür, gelişir, yetiştirilir, yetişir, hakkı ve hayrı kabul edip işleyebildiği gibi bâtılı ve şerri de şeytânın kışkırtması ile kabul edip işleyebilir...
Bendeniz teknik okudum hep...
Gördüm ki teknikte ne varsa tasavvufta da o var...
Hepsinin sahibi tek...
Bir çok kitablar okuduk.
Anlatılan 7 nefsin renkleri hep dikkatimi çekerdi de birininki birini tutmazdı...
Hatta bir yaşlı Şeyh:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûru bembeyazdır, yoksa bir şey görülemezdi..." deyince,
Anladım ki basîreti, basarla görmek istemek gibi bir yanlışın içinde idi...
Alışkanlıklar başımızın belâsı, zor vaz geçeriz...
Tasavvurla, tasavvuf olur mu?
Olursa, işte böylesi olur...

Bir şemâ çizelim...
Beyaz ışığı bir prizmada kıralım ve kırılan rengarenk ışıkları seyredelim.
Buraya kadar basar işi ve gözümüzün önünde zâhiri...
Tüm bunları bir renkli kâlemle çizip yazacağız.
Basîret işi dediğimiz, gönlümüzün gördüğü bâtınî eşlerini de ayrı bir renkle yazalım ki karışmasın...


Kim kim ile eşmiş bakalım...:



Resim

Nefs, imtihan olandır.
Süngerimsi (emici-uyucu-değişken-delişmen) yapıda olduğundan kendi nefsanî özellikleri yanında hayvanî ve şeytânî vasıflara da kapısı açıktır.
Elbette ki aynı zamanda Muhammedî ve Rahmânî vasıflara da açıktır...

Nefs:
1-Hidâyet üzeredir: sadıktır, adildir.
2-Gaflet üzeredir: cenâbettir, zavallıdır.
3-Cehâlet üzeredir: ahmaktır, zâlimdir.
4-Dâlâlet üzeredir: hâindir, ölüdür.

Akıl, nefsin hayat nakti (parası) dır.
Hayra ya da şerre harcayabilir.
Nefs kendini meşgul etmeyeni meşgul eder.

Nefs 7'li sistemdedir.
Ancak sarmal ve zarf hâli ilginçtir.
Nefs: ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e olan Ahdullah antlaşmasını isbatlamakla emrolunmuş ve Emrullah nefse bildirilmiş ve enine boyuna anlatılmıştır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur'ânı Kerîm'le teşrif buyurarak mükemmel, mükerrem, muhterem ve mübârek bir Örnek-i Mutlak olarak, bizzât yaşayarak, tatbikatını yıllarca yaparak nefslerimize imtihanı nasıl başaracağını göstermiştir.
Ancak fitraten nefsin; ilâhî düzende, Muradullah olan Rızaullah'ı bulmasının, kıldan ince kılıçtan keskin sırlar (sırat) üzerinde yürüyen tel canbazı gibi zor bir işi olduğu da açık ve seçiktir.
Nefsin yüzü, görevi gereği dünyaya dönüktür.
Aslında özü ise ALLAH'a dönüktür...
Tıpkı yeni doğan bebek gibi hüsn-i niyyet, samimîyyet, ciddîyyet, hâmiyyet, sadakat ve adâletle yetiştirilmesi (büyütülmesi) i'tinâ gösterilip üzerinde titrenmesi şarttır...
Evliyâ da olabilir, eşkıyâ da...
Saîd veya şâki...


Resim


Bu 7 letâif içinde tekemmüle;
Muhtaç (ihtiyacı olan),
Mecbur (mutlaka gereken) ve
Me'mur (emredilen ve murad olan) letâif tektir (tevhidin gereği) ve sadece
NEFStir.

Tek yolun (sırât-ı müstakîm) ortasında duran ancak, mutlaka sefer etmek zorunda olandır.
Kıblesini tâyin için gerekli tüm bilgi, belge, ibret ve hikmet önündedir...
Seçenek yapması kaçınılmazdır.
Ya sağa, ya sola yürüyecek...
Nefs, bir nefeslik bile bir zamanda, bir yerde ve bir hâlde kalamaz.
"Şimdi, şimdi, şimdi!..." deyip dursa dahi, her "Şimdi!"si son "i" harfi ile geçer gider...
Müsbet (pozitif) veya menfi (negatif) tekemmüle mecbur yaratılmıştır.
Duruş, bekleyiş ve çakılıp kalış (sükûn ve sükût) asla olamaz...
Sünnetullah böyledir.
İlâhî sistemindeki tavrı, tarzı, stili ve kıvamı böyledir.
Denge ve düzeni, maddî ve mânevî hareket üzeredir...
Duramayan yolcu...
Tıpkı bir çocuk gibi Muhammedî okulda yetiştirilen nefs;
18 yaşında rüşdüne ve erginliğine erdi mi Hakk'ın (celle celâluhu) izni ve inâyeti, Resûlullah'ın şerefli şifâsı ve Hak Dostlarının hasbî himmeti (dua, teşvik, rehberlik ve hizmetleri) ve kendi gayreti ile hakkı ve hayrı tercih etmesi,
Nefsin kendisini ve sistemi yaratanı bilmesi, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri ve muradıdır.
Sırât-ı müstakîm (dostoğru) olan Muhammedî yolun yolcuları olan Hizbullahla birlikte Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah'a tâbi' olup sözü, izi ve özü üzere, tevhid tekemmülü ile va'dedilen can cennetlerine ebedîyyen isal olur...
Sılasına kavuşur.

Sıladan gayrisi gurbet, vuslattan gayrisi hasrettir...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL korusun!
O güzelim can bebek, bir canavar eniği gibi vahşi ve vicdansız yetişdirilirse 18 yaşında ergin olur; ancak ihânet ve zulüm erginliğidir...
Nefs çeldiricileri olan ve daha başka yerde aklın çeldiricileri diye anlatılan İblis (şeytân) başta olmak üzere nicelerinin ömür boyu keyfine oynar...
İhtilâl yapar "nefs krallığı"nı ilân eder...
Terör estirir...
Ağzı ile şeyi arasında bir pislik borusu ya da o muhteşem insan makinası bir pislik (bâtıl ve şer) üreticisi olur...
En beteri ise Firavunluk yapıp ilâhlığını ilân eder ve neticede va'id edilen can cehennemini ebedîyyen boylar...

Va'd : müsbet,
Vâid : menfi

Vakı'a sûresini iyice zevk etmek şarttır ki anlayabilelim...
İlerde İnşâallah...
Yeni yetme bir delikanlı kadar da olsa kendini bilen (rüşde eren) nefs, ya sağa (ashab-ı yemin) ya sola (ashab-ı şimâl) gidecek...
Her iki yönde de sanki yaşayacağı, alış veriş yapacağı şehirler var gibi düşün...
Hani sen, Medine'ye varsan Medine olmazsın da Medineli olursun, Muhammedî olmakla, hâşâ, Muhammed (aleyhi's-selâm) olmadın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'le bile (beraber) oldun, birleşik değil...
İyi anla...
İşin sırrı bunda!...

Kendi makamında (sadr) duran nefs;İlim, İrade, İdrak ve İştirak aşamalarıyla Tarik-i Tevhid, ashab-ı yemin, sağ-selâmet ve darü's selâm yolu olan, emredilen ve murad edilen Rızaullaha ulaşım yoluna YÂR (celle celâluhu) yolcusu olarak çıkar...
Kendi makamı olan Sadr sarayında krallığını ve ilâhlığını ilân etmiş; hakka ve hayra karşı uyumuş, sarhoş, sağır ve kör kalmış, şeytânın ve şeytânın uşaklarının uşağı ve kulu olmuş nefs;
Onların da yardımıyla hakka ve hayra giden kapıyı kendisi kapatır, kilitler veya mühürleyip ibtal eder. (Allah korusun!) .
Bâtıla ve şerre açılan yolu ise asfaltlar ki vız gelip tırıs gide...

Nefs;
Aslî görevi olan kendini ve RABB'ını bilmeyip,
RABB'ına kulluğu bırakıp,
Başka şeylere yönelip de tevhidi terk edince ikiliğe düşer.
İkilik, çokluğa ve içinden çıkılmaz girdaba dönüşür.
Tevhidsizliğin lideri olan şeytâna teslim olunca dini, dünyası ve âhireti hebâ olur.
Nefsin bu çıkmazdan kurtulup sırât-ı müstakîm üzere Fırka-i Nâciye sılası ise :
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
"Herkesin bir şeytânı vardır ben şeytânımı müslüman ettim" buyuruğudur.


Kul, nefsinin öğretim ve eğitimini Muhammedî metodun şuûruyla yerine getirirse, nefsin fıtrî (yaratılıştan gelen) veya kesbî (sonradan bulaşan veya bulduğu) kötü alışkanlık ve huylarını tevhidî tedavi ile iyileştirir.Nefsin bazı kötü özellikleri (zaafları) ilâhî imtihan gereği giderilemeyebilir.
O zaman keskin bir bıçak gibi hem kendine hem de başkalarına zarar verebilir.

Bu durumda Muhammedî Tasavvufun ilim, edeb, irfân ve erkân ipeği ile tehlikeli ve keskin bıçak sarılır ki zarar vermesin ve faydada kullanılacağı zamanı beklesin.
İlâhî imtihandaki islâh ve iflâh da budur işte...


Kendi krallığını ilân edip, emredileni yapmayıp yasaklananı yapmayı emredici olan Nefs-i Emmârenin Esfelindeki bu yerinden (makamdan) koparılması,
İlliyyûndaki temizlenmiş, tezkiye edilmiş, sellekte edilip-elenip seçilmiş ve saflaşmış Mustafavî nefs olan Nefs-i Sâfiyye makamına seyr-ü-sülûk sılası ve ulaşımı;
Nefsin bu yüce makamlar için ta'lim (öğretim) ve terbiye (eğitim) islâh ve iflâh istasyonu olan Muhammedî Tasavvufun sebep ve sonucudur.


İslâh - İflâh olmuş ve Muhammedî şuûra ulaşmış nefs, dininde, dünyasında ve âhiretinde azîz olur.
İslâh ve iflâh olmayı istememiş şeytânî nefs ise rezil olur.


Unutmamak gerekir ki nefsin islâh ve iflâhı;Kişinin kendine geçici ve imtihan için tanınmış olan "izâfî benlik"i ile bunu lûtfeden sahibi ve ustası olan Rabbü'lâlemin'in "Mutlak Ben"liğini,
Muhammedî mektepte iyice bilip , anlayıp ve Emrullah içinde yaşaması için şarttır.

Nefs-i Safiyeye ulaşması ise Muradullahtır.
Emrullah da bunun içindedir.
İlâhî ve Kur'ânî Emrullahın örnek uygulanışı olan Muhammedî Edeb ise sırât-ı müstakîm ve Fırka-i Nacîye yoludur.

Yedi Nefs Mertebesine sıla (ulaşım) seyr-ü-sülûkünde edeb esastır.
Nefsin tekemmül tabakaları (mertebe, makam, katman) yükseldikçe edebî değeri de yükselir ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yaklaşır ve ulaşır.
Alçaldıkça ise edebsizleşir ve İblise ulaşır.
Nefsin bu tekemmül seyr-ü-sülûku akıl sahibi (insan ve cinler) içindir.
Hayvanlar ve bitkilerde ise kendilerinin insan gibi akıl edip, düşünüp ve plânlayabilme imkanları yoktur.
Kâinâttaki bulunuş görevleri, kendi fıtrî içgüdü (ilâhî terbiye)lerinin lâzım ve lâyıkınca kendi özlerine yüklenmiştir.
Onun için koyun her yerde, her zaman ve her hâlde koyunluk , kurt da kurtluk yapar...

Nefsin kendi makamı, akıldan dolayı Nefs-i Levvâme makamıdır.
Aslî yerinde nefs, aklı kullanarak korkar ve umar...
Levm: zemmetme, yerme, çekiştirme, paylama, başa kakmadır.
Levm-i Lâim: çekiştiricinin kınaması.
Levvâme: (mübalağa) çok levm edici, çekiştirici, başa kakıcı, yerici, paylayıcı...
Nefs-i Levvâme: kendi kendisini, zaman zaman hesaba çekip, azarlayıp paylayan, yaptıklarından üzülüp pişman olan nefstir.

Ancak, işin başındadır henüz hamdır, yozdur, heyecanlı ve kaypaktır.
Nefsin ana vasfı (sıfatları ve temel özellikleri) olan acziyetini (âcizliğini) , fakriyetini (fakîrliğini) , zilletini (zillet; izzetin, sistemin sahibine ait olduğunu bilip başını içine çekmek) ve illetini (HAKK celle celâluhu'dan gayrisi her şey gibi eriyip, çürüyüp sebeblerin sonunda yok olucu olduğunu) unutup...
"Abd"liğini bırakıp, "RABB" elbisesi (sıfatları) giyinir (güyâ-hâşâ) ve azamet, kudret, varlık, zenginlik, izzet, şeref ve ebedîlik sahibiymiş gibi korsanlığa ve eşkiyâlığa kalkışabilir...
Kısacası burası onun yola çıkma yeridir.
Kararsız Kasım gibi ikilikte kalır.
Hemen gözünün önündeki (bedenin kendisi de dahil) dünya hayatı ve vesveseci şeytân kandırırsa şimâl (uğursuzluk, bedbahtlık, şâkilik, yasaklanan) yolunu dönmemek üzere tercih ederse, oraya yerleşir ve oralı olursa adı Nefs-i Emmâredir.
Hevâ ve hevesine tapar!...
Şeytânın emirlerini işler!...
Dini, dünyası ve âhireti mahvolur!...


Resim
Kullanıcı avatarı
Volkancan
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 19 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen Volkancan »

İyi günler Nuriye Ablacım...

Teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel .
İnsan Nefsi Hakkında merak ettiğim sorular vardı. KULİHVANİ Hocamızın eserini tekrarın sayesinde cevaplanmış oldu.
Emeğinize sağlık Allah razı olsun. En önemlisi de kalbin iki kapısı olduğu gerçeği... hakikaten çok aydınlatıcı bir bilgi oldu benim için.
Tekrar Teşekkür ederim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Çok değerli ablamın volkancanı biliyorsun ki HATİCE Hanım seneler önce bize demişti ki;
'' NE KADAR AĞIR GİTSEN YOLA ÇIKAN YOL ALIR
GAFİL OLMA GAFİLLER GERİ KALIR
HAYDİ DEVAM ET SEN BU YOLA...
''

evet volkanım mubarek ne güzel demiş seneler öncesinden yola çıkan yol alıyor HAYDİ DEVAM EDELİM BU ZOR YOLA!

Hocamız KULİHVANİnin GÖNLÜNe gelen gelişimimiz için şart olan MUHAMMEDi TASAVVUFta GAYRETi göstermekte bize düşüyor. Gösterdiğimiz GAYRET kadar DERVİŞin sermayesi olan 4Sde
Samimiyet -Sadakat-Sabır ve SELAMETte ilerleyelim İNŞAALLAH!


MUHAMMED
i MuHABBetimİZle!....
En son nur-ye tarafından 11 Tem 2009, 00:53 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

NEFSEMMÂRE


Emr (ç: evâmir): iş buyurmak, buyruk, buyrultu, iş, şey, husus, vakı'a hadise... gibi anlamlara gelir.
Hadise olarak emr kullanırsa çoğulu umûr olur.
Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy an'il münker: şerîatın ma'ruf (herkesçe bilinen, irfân edilen, tanınmış, belli, meşhur, ünlü) emirlerine uygun olanı emretme ve şerîatça münker (nekr'den: inkâr edilmiş, kabul ve tasdik edilmemiş, reddedilmiş) olân herşeyi nehyetme (yasak etme) dir.
Emr-i ilâhî: ALLAH'ın emri olan ölüm.
Emr-i müşkil: zor iş.
Emmâre: mübalagalı şekilde çok emredici, cebredici... (zorlayıcı)
Nefs-i Emmâre: insan nefsinin dostu olan Halik Tealâ'nın değil de düşmanı olan şeytânın hileli, desiseli ve kaydırıcı teşviki kışkırtması ve uyutması ile dünya zevk ve lezzetlerine dadanıp, tiryâkisi olup aşırı bir şehvetle (şehvet: her türlü aşırı maddî istekler) sarılıp ayrılmaması...
Kulu kölesi olması...
Burayı aslî vatanı zannedip postu sermesi...
İşi, bâtıl ve şer olan şeytânî bir âmir (emreden) hatta emmâr (çok,çok emredici) olması...
Aslında nefsin imtihan âletleri ve RABB'isinin ona lûtfü ikrâmı olan beden organlarını şeytânın keyfince emrederek kullanıp yaptırması...
Ayaklara: “Cehenneme gideceksin!..." dese, ayaklar çâresiz oraya gidiyor...
Ellere: "Şu yetime vuracaksın!..." dese, vuruyor...
Ağzı ise, artık sahibiymiş gibi olan şeytânın adına konuşuyor...
Allah bizleri korusun! Âmin...

Onun için dir ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ


"O gün ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları şâhidlik eder!..." (Yâsîn 36/65) buyuruyor ya...

Nefs-i Emmâre;
Nûr-u Muhammed (Nûrullah) den nâsibini kısmet hâline henüz getirmemiş nefs olup zifiri bir zulmet (karanlık) içinde yaşar.
Ne kendini görüp bilebilir ne kıbleyi ne de RABB'ını...
Ne mutfağı ne de tuvaleti...
Ne koca ne baba ne oğul ne kardeş ne damat ne de erkektir...
Ne eş (zevce) ne anne ne kız ne kız kardeş ne gelin ne de kadındır...

İşler öylesine terstir ki at (nefs), suvârisine (ruha) binmiştir.
At sarayda et yemeye uğraşmakta iken suvârisine ise ahırda ot (saman) yedireceğini sanmaktadır...


Bu hâllerin olması ise, aslında kötü ve abes (boş) birşey olmayıp İlâhî Kulluk İmtihanı’nın özellik, güzellik ve gereklerindendir.
Zâten böylesine Nefs-i Emmâreye kul olup benlik batağında boğulmak üzere olan kimselere;
Muhammedî şuûra ulaşan kâmil mü'minler, değil bu hâllerini çok görmek, derhâl muhabbet ve merhametle hasbi hizmetlerine koşarlar.
Biz şahsen çok defa gördük ki hak dostları,
Çokça içmiş, Nefs-i Emmârelerini zilzurna sarhoş etmiş , alttan pislik-üstten kusmuk içinde kalmış ve gelen geçen çoluk çocuğa eğlence ve maskara olmuş insanların imdadına yetişip:
"Kalk filân bey oğlum! Şöyle bir tenhaya gidelim, olabilir insanlık hâli v.s." dediklerini duyduk ve yaşadık...

Nefs-i Emmâre makamı, her türlü haşarat (kötü ahlâk ve alışkanlıklar) ın yerleşip , gelişip ve başa belâ olmalarına en uygun nefs makamı ve hâlidir.
Köleliği kabul eden nefs hergün yeni sahibler bulur.
Alışkanlık v.s. derken kesin ahlâkı ve huyu oluverir.
İçki, kumar, gece hayatı, hırs, haram, yalan-dolan v.s. vız gelir tırıs gider...
Peşpeşe sardıkça sararlar ve kolay kolay da bırakmazlar...
Eğer Nefs-i Emmâre, "BİZ"liğin ve "BİLE"liğin kudsî karargâhı olan kalbin dünyevî kapısını şeytânî şehvetle kırar, ele geçirir, işgal eder, saltanatını sağlar ve uhrevî (âhiret) kapısını kapatıp ruhu etkisiz hâle getirip sesini keserse Firavun gibi kendi RABB'liğini ilân eder...
Şeytânın her istediğini ve işini işler.
Me'mur iken âmir durumuna geçer ve köle iken sultân tahtına oturduğunu zanneder.
İşin acı tarafı ise, bu saltanatının ebedî olduğunu sanmasıdır...
Elbette kendisine verilen imkanlarla imtihan olan insanı, hakkın ve hayrın mutlak imâmı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bâtılın ve şerrin lideri İblis durmadan kendi saflarına çağırmaktadırlar.
Her zamanda her "ÂN" okunmakta olan Muhammedî ezânı özünde duyuveren Nefs-i Emmare bir anda uyanır ve elektriği gelmiş âlet gibi çalışmaya başlar...
Can dirilir ve nefs aklını başına alır...
Nefs-i Emmâre, nefsin özündeki ilâhî emânete bilerek - bilmeyerek ihâneti hâlindeki nefsin bedenî makamı olup Muhammedî öğretim ve eğitimi çok çok önemlidir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)

Dünya sevgisi ve yaşamını neticede kıble edinen Nefs-i Emmâre bedensel, hayvanî belki de daha sapık ve alçak bir makama yerleşirse, bedenin kan rengi olan kıpkırmızı bir gözlük takmış demektir.
Siz ona hangi rengi gösterirseniz gösterin o, hâliyle kendi gözlüğünün rengi olan kırmızı "BENLİK"rengi ile görecektir...
Sanki Nefs-i emâreyi, 6 yüzü de dıştan sırlı ayna olan bir odaya hapsetmişsiniz...
Her yüzde kendisini görür...
Ayna duvarlara bakarak küfretse aynadaki sûreti de ona küfreder...
Rastgeleye namaza dursa, görüntüsü de kendisine karşı namaza durur...
Altı yönde gördüğü "Ben, Ben, Ben, Ben, Ben, Ben!..." dir.
Zirâ yedinci yön olan özüne "Ben"lik hâkim olmuştur...
Bu hâliyle tüm organları Benliktedir...
Kulağı, benliğinden başka sesi duyamaz....
Gözü benlikten başkasını göremez...
Özü ve kalbi çalışamaz, ölüdür...

Onun için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL;
Nefs-i Emmâreliği (Benlik'i) tercih eden kulları için:

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ




"(Ey Resûlüm Muhammedîm! Sana karşı çıkanlar) Hiç yer yüzünde dolaşmadılar mı? Zirâ dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur!." (Hacc 22/46)

Âyet-i celilede:
Aklını başına alacak kalb (de Nefs-i Mülhime) için, duyacak kulak ve görecek göz için ibret sahnesi olan kâinât ve hayatta lâzımı, lâyıkı ve yeteri kadar hikmetler olduğunu ne güzel beyân ediyor... Basar (kafa gözü) ların körlüğü ne ki…
Asıl körlük basîretin (sadr gözünün, özün) körlüğüdür ve beteridir...
Sadr ise nefsin doğal sarayıdır.
Nefsin gözü kör oldu mu, beden gözü, sanki, bir körün gözlüğü gibi oluyor...
"Fe inneha: hakikat olan şu ki!" ifâdesi ile pekiştirilen, nefsin Hakka ve hayra olan körlüğü kendi kendisine ihâneti ve zulmüdür.

Nefs-i Emmârenin kendisi olan bu tevhidsizlik tuzağından kendi başına kurtulması mümküm değildir.
Aklını şeytâna teslim edip, nakli yok sayarsa kafasını vura vura Benlik Aynalarını kırabilir...
Zararı şu olur ki daha önce bir yönde "Ben!" varken; şimdi, her parçada, ayrı ayrı (binlerce) Ben!... ler çıkar...
Zorlanma...
Zevk et!...

İyi de ihânet ve zulüm hapishânesinden (benlikten) çıkış imkânı hiç mi yok?
Elbette var!
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tüm yüce sıfatların sahibidir.
ERHAMÜ'R-RAHÎMİN'dir (celle celâluhu), Adildir, Vedüddur...
Oturup adam gibi sükût ve sükûn içinde düşünür ve dinlerse...

Özünün özünden Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözünden, Hakkın, hayrın ve sistemin sahibi olan RABBÛ'L- ÂLEMİN 'in emrini duyar, muradını anlarsa, kaya gibi katı kalbinden 4 ırmak fışkırır...
İçini yıkar da; içinin ekşisi, tuzlusu, acısı ve tatlısı gözlerinden damla damla dökülmeye başlar...
Ayaklarının dibine düşen ilk damla, asit gibi deler geçer Can Camı’nı ve Aynanın Arkası’nı (sırrını) azıcık da olsa siler...
İşte o kadarcık kısımdan kâinâtı seyreder de kendini göremez.
Ayna cam oldu, Hakk ve Hayr ilhâm oldu,
Muhammedî uyanış tam oldu koca âşık!...
Mübârek olsun...
Mes'ud ve mutlu ol, şuûra ermiş bir Muhammedî olarak...
Sen, ben, o, biz: Biz Muhammedîyiz...
Hepimiz birimiz...
Birimiz hepimiz...
Biz gerçekten ve hamdolsun Muhammedîyiz!...


Bu ayna odasında olanları, masal sanma sakın!...

RABB'imizin ihsânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şifâsı ve erenlerin himmeti ile bu zavallı âşık kardeşiniz, bu hâli birebir yaşamıştım...
Anlatmasam sana yazıktı...
Anlatsam bana yazıktı...
Ama "ben, sen yok, biz varız, biz ise Muhammedîyiz!..." deyip duruyorduk ya...
O zaman anladım ki bu işin benimle ne alâkası var...
İş, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin işi...
Ben ise hâin ve zâlim bir mücrim idim!...
Neyi ile övünüp neyi ile sevinecekmişim!...
Kaldı ki biz yaşadık, seninle beraber!...
Farkında değilim deme, işte farkına vardın ya...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Azîz kardeşim,
Bu sistemin (imtihan) tümü maddî-mânevî "Benlik" üzerine kurulmuştur.
Varlık; canlı, cansız buna mecbur ve mahkûmdur.
İmtihan ise, benliğin hududundadır...
İfrat edip (maksimum) ilâhlık ilân etmek...
Tefrit edip (minimum) "kulluktan istifâ ettim!..." demek...
Anormal olandır.
Muradullah ve Emrullah bu değildir.
İnsan ve kâinâtın yaratılışının hikmeti asla bu değildir...
Normal, doğru, hak ve hayr olup, emredilen ve murad edilen (dilenen) ise;
Adam gibi "Abd" (kul) olmaktır.
İtidal (optimum) budur.
Aklı olan ve insan kılığına giren her nefs için kulluğun kuralları, ellerinin içinde, gözlerinin önündedir...
Bütün bunlara rağmen Nefs-i Emmârenin rengi son nefese kadar yok olmaz.
Eser hâlde bile olsa kalır...
Hiç değilse anısı...

Sakın! Sakın ha!...
Nefs-i Emmâreyi çirkin, kötü, düşman v.s. sanma!...
Nefs-i Emmârenin kötülüğü; bâtıla inanıp şerri emretmesinden ve kararından dönmeyip inad edip direnmesindendir...
Yoksa hakka inanıp hayra yönelse ne gelişmeler geçireceğini göreceğiz İnşâallah!...
Ne var ki nefsin aslı nefsdir: Cennet de dese cemâl de dese kendisi için ister...
Bu da ilâhî ihsânın yerini bulması için Muradullah'ın muhteşemliğini yaşamda göstermesi için tek tecellî tezgâhı oluşundandır...
Mesele nefsin, haddini bilip bilmemesi meselesidir...

Azîz kardeşim, bu fakîr neler gördü, neler!...
70 yaşında ak saçlı, ak sakallı sözüm ona meşayih olmuş ve binlerce insanı peşine takmış ve her birisine:
"Rüyânızda nefsinizi görün... Kuş, kedi, köpek, hatta hınzır (domuz) sûretinde görürseniz vurun öldürün onu!" diyenleri bizzât duydum.
Cehâletin çıkışı cehennemedir...
"Nûh" diyor da, "Peygamber" demiyor...
"İllâ da illâ odunumun parası!..." diyor..
Meseldir:
Bir genç öğretmeni vermişler Bey Dağı’nın tepesinde bir köye...
Zaman eski zamanda, şehre inecek yol - yolak yok...
Kar kış basmış ve kalkmıyor....
Vasıta hak getire...
Çâre ne?
Çâre, katırcı Osman Emmi!.
Odun taşıyor kasabaya 20 liraya satıp geliyor ...
Karda kışta, ama iyi para...
Öğretmen koşmuş varmış ki yola hazır hâlde katır yüklü...
"Osman Emmi bu odunu kasabada kaça satarsın sen?.." demiş
"20 paraya!"
"İyi o zaman al sana 20 para kasabaya beni götür!..." demiş...
Osman Emmi odunu yıkmış yıkmasına, parayı da almış almasına ama aklı basmamış işe...
Soruyormuş : "Peki öğretmen bey, benim odunun parası nerde?"
Arabın dediği: "lâ fâide!..:faydasız!"
Bilinçli bir itiraz oldu mu, cedelleşmek bize haramdır!...
Adamcağızın fecri doğmamışsa, sen ona istersen elli kere oku ki:[/color]

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
وَادْخُلِي جَنَّتِي

Resim--- "Ey mutmaînne nefs, razı olmuş ve razı olunmuş olarak, RABB'ine dön!...Kullarımın (abd sırrına eren, Muhammedî "Biz" olan) arasına katıl!... Ve cennetime gir!..." (Fecr 89/27-30)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsle cihâdı;
Nefsin, bâtılı ve şerri tercih ederek, şeytânî ahlâkı ve hayatı yaşamasına mâni olup,
Hakkı ve hayrı tercih ve Muhammedî sırât-ı müstakîm yolunda, Hizbullah olan, Fırka-i Nâciye grubunda Muhammedî söz, fiil, ahlâk ve hâl ile yaşayıp, sonunda şehâdet ehli olmasını temin için öğretim ve eğitimle tekemmülüdür.
Burada önemli olan:
7 yaşında bir çocuk gibi olan Nefs-i Emâreyi;
Şerîat-ı Muhammedîyye okulunda kavlî (Kur'ân-sahih hadis) olarak (ilkokulda okurcasına) ilim okutup hakkı-bâtılı öğretip hakla eğitip Terbiye edip mezûn etmek.
Tarikat-ı Muhammedîyye okulunda ameli (sünneti seniyye) tatbiki olarak (ortaokulu okuturcasına) hayrı-şerri irade ettirip hayrı işleterek, Tezkiye edip (noksan, yanlış, yasak işlerden temizleyip) mezûn etmek.
Mârifet-i Muhammedîyye okulunda ahlâkı (Hulku'l-azim) huy edinmiş olarak (lisede okuturcasına) hakkı ve hayrı kesin tercih ve idrakle Tasfiye ederek (ahlâk gibi gözüken şüpheli gizli ahlâksızlıklardan) arındırıp mezûn etmek...
Hakikat-i Muhammedîyye okulunda ahvalî (maddî-mânevî her şeyi Muhammedî şuûrda, üniversite okuturcasına) Tecliye (cilâlayıp, tecellîye hazır hâlde) ederek, mezûn edip elde ettiği 4 okulun mahsülü:
İlmullah Tevhidi
Haşyetullah Tevhidi
Muhabbetullah Tevhidi
Rızaullah Tevhidiyle imtihan sahnesine çıkarmaktır...
Bu yolun dışındakiler, kuru gürültü, boş lâf, saçma sapan hayaller ve sonucu hüsrandır...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Sünnetullahı ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünneti budur...
Muhammedî; Mâhiyet, Mezheb, Meşreb ve Mâliyet de budur...

ALLAH (celle celâluhu)'ya ve Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inanan ve tâbi' olanlara emredilen ve sonuçta murad edilen yol bu yoldur...
Muhammedî oluş şuûruna eriş,
Muhammedî yaşayış,
Muhammedî diriliş ve
Muhammedî cennet ve cemâl de budur...
Ve her nefse açık bir kapıdır.

Hâşâ! Firavun gibi: "ne olur, ne olmaz!..." diye her çocuğu öldürmek ne demek...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk (nefs) islâm fıtratı üzere doğar, onu ebeveyni (ana-baba, olmadığı hâlde mürşidim diyenler) nasranî veya yahudî yapar!..."buyuruyor.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her çocuk ancak fıtrat-ı islâm üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, babası onu yahudî-nasranî-mecusî (kendi ne ise) yaparlar. Nitekim; kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde; siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını (enenmiş, belirtilenmiş) hiç görüyor musunuz?" buyurup sonra Rum 30/30 âyeti celilesini okudu.
(Ebu hüreyre' den Buhârî,Cenâiz 80; Müslim ker 22-24; İ.Ahmed II/315,346)

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitratallahi'lleti fatara'nnâse aleyha dinullahî Tealâ: ALLAH'ın insanları üzerinde yarattığı fıtratı ALLAH Tealâ'nın dinidir."
(Enes (ra) dan Buhârî tefsirü'l-sûreti 30/30; İ. Ahmed II/275)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ennâsü maadinü kemaadini'z-zehebi ve'l-fiddeti: İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterdedirler"
(İ. Ahmed II/539)

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Resim--- "(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, ALLAH insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. ALLAH'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dostoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum 30/30)

Fıtratullah: İnsanın tevhid inancı üzere (ALLAH'ı bir tanıma) yaratılışı, dizaynı ...
Fıtrî imân ...
Bezm-i elestteki "Kâlu Belâ" üzere imân.
Âyet-i celiledeki Vech: yüz, kişinin kendisi tümüyle zâtı.
Aslında tüm insanlar ezelinde islâmî (selim) fıtrat üzere hakktır.
Ancak, akıl, beden (âlem) ve şeytânla olan imtihan sebebi ile beşeri âfetler ve taklîdçilik, aslî fıtratını İblise saptırabilir veya beşeri fazîletler ve tahkikî takib, fıtratını Muhammedî kılabilir.
Özündeki fıtrî tevhid tümlüğünü (Nûr-u Muhammed) canlandıran âşık, dıştaki 6 yönü kulluk için ihlâsla kullanır:

Resim



Tüm bunları da sadece ALLAH (celle celâluhu) için yapar, ortaksız...

Abdullah ibn Ömer (radiyallahu anhu)'i; köleleri, âzâd olmak için namaz kılarak aldatıyorlardı.
Kendisine bu hususu haber verene :
"Kim bizi ALLAH adına aldatırsa, biz de ALLAH adına aldatılmış oluruz, (ne iyi) !" derdi...


Hatta İblis'in; Âdem (aleyhi's-selâm)'i ALLAH (celle celâluhu) adına yalan yere yemin ederek yanılttığı âyetle sabittir.
Gözü ebedîyyen körler,
Kulağı ebedîyyen sağırlar,
Kalbi ebedîyyen mühürlüler var Kur'ân-ı Kerîm'de...
Doğru... Doğru da, bizim işimiz değil!...
Sistemini kuran Subhân ALLAH (celle celâluhu);
Kimini İbret Sahnesi’nde taşlatmış,
Kimini Hikmet Sahnesi’nde alkışlatmış!...
Ben ise; ne müfettiş, ne de müftiyim...
"Kendi derdim!." derken, derken Muhammedî oluş şuûruna erince:
"Derdimiz, derdimiz!." diyen âciz, fakîr, zelil ve âlîl bir âşıkcığım!...
Biz Muhammedîyiz, kulluk yapmaya azmetmekle emrolunduk. Gerisini sistemin sahibi AHADU's-SAMED' (celle celâluhu)'ya ısmarlayıp, tevekkülle emrolunduk...

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

Resim--- "... (Yapmaya) azmettiğin (iştirake geçince) zaman da artık ALLAH'a dayanıp güven (vekil seç) . Çünkü ALLAH, kendisine dayanıp güvenenleri sever..." (Âl-i İmrân 3/159...)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e verilen Resûlî (Peygamberlikle ilgili) emirler zâtı şerîfine aittir. "Sen Peygambersin!.." gibi... Abdî (kulluk görevi ile ilgili) emirler ise bilhassa ve bizzâtîhi bizedir.
İslâm dini muhabbet ve merhamet üzere kaim ve dâimdir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ise muhabbet ve merhametin mücessem (zâhirileşmiş) hâlidir.

Sıdk-ü-adl esastır...Bendeniz âşık kardeşiniz, oğullarıma ve kızıma vasiyet etmiştim:

"ÜZME! – ÜZÜLME! – SEV! - SEVİL!.." diye...


Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi asla ÜZME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyden ve herkesden asla ÜZÜLME! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeyi ve herkesi mutlaka SEV! (ALLAH için)
Her zaman her yerde, her hâlde, her şeye ve herkese mutlaka SEVİL!.. (ALLAH için)

Hemence üzülmeye hazır bekleme: "Olabilir, insan hâli, uyuklamış, canı sıkılmış, dara düşmüş, gaflet basmış..." de...
Üzülmeye bahâne arama...
"Hazır-Nazır, herşeyin ve herkesin RABB'ısı görüp duruyor ve bir ferec (çıkış) yolu açar İnşâallah!" de... ve üzülme...
Halkını HAKK'ın hatırına sev.
Sevilmek için de yollar vesileler ve bahâneler ara bul...
"Buz gibi görünüşünde meymenet yok!..." deyip selâmsız sabahsız gitme...
Bugün değilse yarın: "Merhaba!..." diyecektir...
Sevil ki Sevsinler...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


İşte âcizâne toplum içindeki MUHAMMEDî oluş nişânı, işareti ve tevhidi:

"ÜZME! – ÜZÜLME! – SEV! - SEVİL!.."dir.

İnsanın nefsî yapısı egoist olduğundan üzmeye ve üzülmeye daha yakın, sevmeye ve sevilmeye daha uzaktır...

Bu kural; kurda-kuşa, ayığa-sarhoşa, âşığa-ahmağa geçerlidir.
Her gün taş attığınız (üzmek için) ve sizi görünce, canla başla kaçan ve sokaklar dar gelen mahallenin köpeklerine, ekmek atmaya (sevilmek için) başlarsanız önce temkinli yaklaşırsa da sonra sarmaş dolaş arkadaşınız olurlar....
Yollarda sizi bekler dururlar "Adamımız nerde kaldı?" diye...
Köpek deyip geçme sakın...

Bir zamanlar; bu kaygan hayat sahnesinde (yerler yağlı) ayağım kaydı da bir insan için:
"Köpek!" dedim.
Biraz sonra mânevî bir mahkeme kuruldu:
Antalya Yat limânı çıkışta sağ tarafa kayaların üzerine...
Mübâşir ve hâkim var ama, cismi yok (belki melek) ... kürsü var...
Mübâşir davayı okudu:
Dava: "Tâhir'den olma, Emine'den doğma Abdullâtif; filândan olma, filândan doğma filâna; "Köpek!.." demiştir..."
Davacı : Köpekleri temsilen 7 cins köpek (adamcağızın kendisi bile yok)
Dava sebebi: "Köpekler: Biz köpek olarak halkedildik ve bu işi de hakkınca yaptık ve yapıyoruz... Ne koyunluğa ne de kurtluğa kalkışmadık. Biz hayvandan doğma hayvanız. Ancak bu şahsiyet (beni gösterip) bâtıl ve şerli saydığı bir insanla bizi kıyaslayıp benzetti.
Oysa insanoğlu;

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

Resim --- "Andolsun biz cinleri ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalblleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar (şaşkın) . İşte asıl gafiller onlardır." (A'râf 7/179)

Âyetine muhatab ve bizden aşağıya (esfeline) düşebilir.
Bu zât bize hakaret etmiştir. davacıyız!..."
Deyince, karar bir saniye sürmedi ve sadece : "Suçludur!..." dendi...
Ben ise bir kişi değil de, yan yana 7 kişiyim.
(7 Hâ-Mîm ile) tek tek divana dizildik.
Birinci ben idim. O zamanki hâlimde kar gibi ak saçlı, omuzu çökük çilekeş bir derviş...
Hemen sağımda ise 18 yaşındaki hâlim tıpa tıp (sanki oğlum Emre gibi) adetâ civân... Akışkan, konuşkan, kabına sığmaz, sevecen ve arsız, anladım ki nefsim...
Yanındaki sanki camdan bedenli gibi hârika kalb.Yanındaki ışık hüzmesi gibi bedeni var ama cisim de değil, Ruh v.s. v.s...
Hepimiz (6 letâif) birden sağımdaki gence (nefs) yüklenip:
"Yazıklar olsun dinimizi dünyamızı âhiretimizi yıktın edebsiz şey!... v.s." diyoruz.
Herkes bir başka söylüyor...
Öyle üzgünüz ki çâresizlik son sınırında; işte o zaman bir ses gürledi:
"Köpekler, Abdullâtifi, sahibine (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem)'e bağışladılar!..."
Öylesine sevindik ki şu anda dahi ruhumda duyuyorum
Resûlullah'ımız (sallallahu aleyhi ve sellem) in şefâatini...

İşte sana bir köpek masalı!...

İstersen bir de köpek hikayesi anlatayım da sonra sen Bolu'ya git Yıldırım Beyazid Câmisi müezzini İsmail Efendi'den dinle ve kahramanını da sana göstersin.
(Ben Bolu'da iken İsmail Efendi Karamanlı Câmisinde görevli idi. Zirâ, büyük câmi depremden sonra tâmir oluyordu.)
Efendim, kader Kaderullah yol düştü Bolu'ya...
Ne de olsa gurbet... kimseyi tanımıyorum.
"Yaz, çiz" derken sıkıldım.
Sokağa çıktım...
Gurbet zordur...
Gurbeti ve gariblerini, hep omuzlarından tanırım...
Mutlaka bir omuzu çökük olur...
Bendeniz, bir ömür terazileyemedim...
Şikâyet sanma şükrümüzü sakın...
ALLAH (celle celâluhu): Âşıkların iki yakasını bir araya getirmez ancak, kimselere de yırttırmaz...
Çilesiz âşık, artık yaşamıyordur...
Köroğlu heykeline doğru ana caddede giderken iki üç yüz metre ilerden biri geliyor amma yandan çarklı Şirket-i Hayriyye vapuru gibi...
"Bu kişi hırlı değil!" dedim...
Yanıma yaklaşınca sümük bir yana salya bir yana ...
Ancak; gözler âdeta kaynak makinesi gibi ışık saçıyor, rengi meçhul...
Bir şey demedim ve geçti gitti...
İçimden bir ses:
"Be cimri adam, şu mübârek zâta birazcık para bile vermedin... sen gerçekten ahmaksın lâf âşığısın!.. v.s." deyince geri döndüm, koşup yakaladım.
Para cebimdeki elimde, daha çıkarmadan:
"Bu gün olamaz!..." dedi ve döndüm.
İkindiyi Karamanlı Mahallemizdeki câmide kıldık.
Bolu'nun insanı misâfirperverdir.
Kim câmiye yeni gelse genellikle hoş beş eder hâl hatır sorarlar...
Müezzin İsmail Efendiyle konuşuyoruz.
"Efendim insan olmak lâzım, insan!..." deyince ben de:
"Ben bugün gördüm birisini caddede insanın şahıydı ismi belki de Hasandır!.."dedim.
İsmail Efendi :
"Bildim; o zât hârika birisidir.
Ben 17 yıl Yıldırım Beyazit Câmisinde müezzinlik yaptım.
Bu süre içerisinde bahsedilen zât (Ömer de deniliyor Hasan da) sadece sabah namazına 7 köpekle geliyor ve köpekler onu dış kapıda namaz bitinceye dek bekliyorlardı.
Sonra câmiden çıkınca birlikte bir yerlere çekip gidiyorlardı.
Ancak, bir sabah namazında ben imâmdım, namazı kıldırıp selâm verince bir vaveylâ koptu, dönüp bakınca köpeklerin câmi içine girip birkaç saf geride yanyana dizilip yattıklarını gören halk bağırıp çağırırken, Köpekçi Hasan Baba:
"Ulan ben size buraya girmeyin demedim mi? Ne işiniz var mescidlerinde v.s..." diyerek köpeklerini alıp çıktı, gitti...
Bir daha köpekler dış kapıda değil de ilerki köşede beklediler.
Bir köpek gittiyse, başka birisi geldi ki yıllarca sürdü...
Şu anda nerede kılıyor sabah namazını bilemeyeceğim!..." dedi...
Bolu, gül ve bülbülün yurdudur.
Bizim evimizi ALLAH (celle celâluhu) denkleştirdi bahçe içinde idi.
Dut mevsimine kadar gece boyunca bülbül sesinden uyuyamaz idik...
Dut yeyince susdular...
Mübârek insan Cemâl Candan'ı tanıdım bir cuma...
Komşu sayılırdık.
Sonraki cumalarda beni de alıp câmileri gezdirirdi...
Aslahaddin Efendi ve Câmisi huzurluydu.
Bir cuma Hamdi Baba'ya azmettik.
"Efendim bugün cuma duanın kabul günü de, nasıl olacak?" dedi.
Bende irticâlen :
"Mübârek bir yerde, mübârek bir zamanda, mübârek bir hâlde, mübârek bir dostun senin için dua ederse Biiznillah kabul!..." dedim.
Câmi ıraktı vardık.
Cumamızı kıldık.
Hamdi Baba'ya Yâsîn okuduk, dua edip çıktık.
Cemâl abi: "Hamdi Baba Erenlerdenmiş, mübârek yer burası, birbirimize Allah rızası için dua da ettik, mübârek hâl ne idi? derken köşeden Köpekçi Hasan Baba çıktı ve iki elinin parmakları ile bana para işareti yapıyor...
"İşte mübârek hâl bu!..." dedim...
Cemâl Candan'ın parasını ise zorla aldı...
Ama birkaç hafta sonrası ise, yolda yakalayıp sırtından ceketini soydu da Ahmed Karayel'den emânet aldığı kazakla gitti eve...
İşte köpek ve köpekçiler!...


Bir hadisten bahsediliyor: "Köpekteki 10 vasıftan birisi gerçekten kendisinde olan kişi velîdir..." diye ama, aslına henüz eremedim.
Oturup gönül yordum kendimce al gözüm seyreyle:
Köpekteki 12 haslet; güzellik ve özellik:
1-Sadakâtkârdır : sahibine dâimâ sadıktır.
2-İtâatkârdır : sahibine dâimâ itâat eder.
3-Hamiyetkârdır : sahibini dâimâ korur.
4-Sebâtkârdır : bağlılığına güvenilir.
5-Kanâatkârdır : sahibi ne verirse kanâat eder.
6-Vefâkârdır : asla nankörlük etmez,başkasının peşine düşmez.
7-Fedâkârdır : sahibi için canını bile fedâ eder.
8-Tevâzu'kârdır : sahibine dâima başın eğer, yaltaklanır.
9-Muhabbetkârdır : sahibini çok sever, ayrılırsa o özler ve yolunu gözler.
10-Cefâkârdır : sahibinin sıkıntılarına katlanır ve terkedip gitmez.
11-Hizmetkârdır : emeğini esirgemez, üşenip usanmaz.
12- Hürmetkârdır : sahibine ve ev halkına saygılıdır. Evden bir çocuk başına vursa çeniler de saldırmaz... diyorum...

Diyorum demesine de...
Bir de: "Ey sefil İhvânî; tevhid tasmalı ve tescilli "kûn!..." Kervanının kıtmiriyim" der durursun, sahibin (ALLAH celle celâluhu ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem) ile hâlin, durumun ve vaziyetin ne hâlde?" diyorum...
Cevâb, doyurucu değil... Estek kerestek!...

ZEVK 2082

"Belhum e dallun"u unutma, Köpek! deyip geçme sakın
Var mı sende hasletleri? İnsaf et , edebin takın
Âlemde noksan arama, mükemmeli seyret ÂŞIK
Müftî-müfettiş değilsin, rahat bırak "HAK"kın halkın...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Nerde kalmıştık Azîz kardeşim,
Ne şımartıp başımıza belâ edeceğiz, ne de nefret ettireceğiz...
Ne nefsimizi ne de başkasını...
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Belimi kıran iki kişidir. Birisi nefret ettirici âlim, biri de ham sofu olan câhil!..." buyurmuştur.

Nefs-i Emmâre Kur'ân-ı Kerîm'de:


وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Resim--- "(Yûsuf; bununla beraber nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder. RABB'im acıyıp korumuş başka. Şüphesiz ki RABB'im çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Yûsuf 12/53)

Tebrie etmek:..... dan uzak olduğunu söylemek, beri olmak.
Tezkiye etmek: temize çıkarmak.

Elbette ki insan nefsi, imtihanın gereği olarak şehvete ve yasağa meyilli, arzulu, istekli, hırslı ve tamahkâr yaratılmıştır.
Buna rağmen canını dişine takıp, sabırla metanetle ve razı olarak, "kulluk" da yapacak kıvamdadır.
Sırf nefse dayanılırsa çökülür.
Seçilmiş Peygamber olmasına rağmen Yûsuf (aleyhi's-selâm) : "Ben sırf nefsimden yana değilim, zirâ nefs şiddetle kötülüğü emredici, velev ki RABB'im rahmetiyle koruya!... Şüphesiz RABB'im Gafar'ur Rahîmdir!..." buyurarak Nefs-i Emmâreliğinin azalsa da, kaybolmayacağını, bilmiştir...


وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ

Resim--- "Andolsun Biz, sizin üstünüzde 7 yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz." (Mü'minun 23/17)

Âyeti celilede gecen 7 yol elbette insanoğlunun yürüyeceği 7 yoldur.
7 aşama, 7 kademe, 7 makam, 7 hâl olabilir.
Bunlar ise nefsin 7 değişim mertebelerini bağlayan tekemmül ve kemâlât yoludur diye gönlümüzden geçiyor...
7 tabaka gök diyen tefsircilerimizde vardır ama 7 tabaka başka, 7 teraik (yollar) başka...

Aslında ruh; Emrullahı, kalb berzahı ile nefse ulaştırıp hakkı ve hayrı tavsiye eder, kendisine doğru, takvâya çağırır durur...
Şeytân ise; nefsi sürekli kendisine doğru; bâtıla, şerre ve masivâ (ALLAH celle celâluhu'dan gayrisi) ya çağırır durur...
Nefs, takvâya da fücüra da meyyâldır.
(Şems 91/8 bkz.) ...

Nefsi bir âlet gibi düşünürsek iş yapmasını akıl (elektrik) sağlar.
Akıl, nefsin gerçeği bilme aracıdır.
Akıl, derûnda aşka dönüşür.
Göz için güneş ışığı neyse ki göz ışıkla görür, nefs için akıl da öyledir ve nefs akılla bilebilir...
Ne var ki akıl da nefs gibi tekemmül eder.
Aslında birlikte ederler...
İlmî akıl-irâdî akıl-idrakî akıl-iştirâkî akıl...
Akıl, bir nûrdur.
Ancak yararlanma isti'dâd ve kabiliyetimiz tekemmül eder.

İmâm-ı Alî (keremullahi veche):
"Akıl metbû' ve mesmû'dur."buyurmuştur.
Metbû': doğuştan sahib olunan vehbî akıl. (kabiliyet-isti'dâd)
Mesmû': sonradan elde edilen, duyulan, gelişen kesbî akıl (yaşama-tecrübe)


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ

Resim--- "Hiçbir nefs ALLAH'ın izni olmadan imân etmiş olamaz. Akıllarını güzelce kullanmayanları (akletmeyenleri) ALLAH pislik içinde bırakır!..." (Yûnus 10/100)
Rics: dinin yasak ettiği şey, günâh, pislik, murdarlık...

Kur'ânda sadece fiil olarak 49 yerde geçen aklı, akletmeyen ahmaklar, aklı ve nefsi düşman sayacağına; akıl ve nefsinin bizzâtîhi kendisi (kişiliği) olduğunu anlasın da derdinin çâresine baksın...
İkisini de adam gibi yetiştirip kendi de doğru düzgün bir adam olsun...
Söz nefsime...
Taş değil!...
İyi hoş da nefse bu yük fazla değil mi?
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL kullarına hâşâ zulmetmez.
Hakkını ve hayrını ister.
Her nefsi, takatı kadar, kapasitesi kadar yükten sorumlu ve mükellef kılar.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e mi'râc gecesi vasıtasız olarak vahyolunan (Amene'r Resûlü) ilâhî armağanlarından birisi olup:


لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

Resim--- "ALLAH hiçbir nefse (kimseye) gücünün ötesinde bir teklifte bulunmaz. Her nefsin kazandığı (hayr) kendi lehine, yapacağı (şer) de aleyhinedir. RABB'imiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma (yakalayıverme) . Ey RABB'imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey RABB'imiz! Bize gücümüzün (takatimizin) yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286) (Mi'râcda (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu duasına melekler "âmin!" demiştir)
Vus': gücün yettiği ve zorlanmadığı şey, ağır gelmeyen rahatlıkla yapılabilen .
Kisb': kişinin hem kendisi hem de başkaları için bir şey kazanması (ALLAH rızasi için hayr olduğundan)
İktisab: sadece kendisi için bir şey kazanması (sadece nefsi için olduğunda şer)
Kellefe: (zorluk ve külfeti) teklif etmek. Teklif vus' dahilindedir. Takat ve güç sarfı: Vüs': optimum, Cühd': maksimum.


وَلاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُوا ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Resim--- ".....Biz hiçbir nefse gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz....." (En'âm 6/152)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Resim--- "Îmân edip sâlih amel yapan kimseler ise;-Biz hiçbir nefse (kişiye) gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz-Cennetin sâkinleridirler ve orada ebedîyyen kalacaklardır." (A'râf 7/42)

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ

Resim--- "ALLAH uğrunda hakkını vererek cihâd edin, O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi...." (Hac 22/78)
Harec: zorluk, sıkışma, daralma...


يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا
"ALLAH sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" (Nisâ 4/28)

Açıkça, herkesin anlayacağı bir dille dinî teklif ve vazifeler birer yük olmayıp tam tersine maddî, mânevî açmazlardan koruyan, can kurtaran simidi gibi kurtarıcılardır...
Ne çâre ki piyasada iş böyle değil...

Görüntüsü yerli-yerinde bir genç, tarikatını övmek için yaşlı kâmil bir âşık dervişe:
"Efendim ben 55.000 Lâfzullah çekiyorum, bir günde 120.000 çekenimiz de var!..." deyince kendisine:
"Kasnak mı çeviriyorsun be birader!... Biz doğru dürüst 10 kere "ALLAH" diyemiyoruz!..." dedi...
Yine Antalya'da olan emin insanlardan, ismini duyduğum ama görmediğim bir şahıs, iki elindeki iki tesbihle aynı anda ders çekip çift sayıyormuş...
Bize ne?
Evet öyle de; şu ümmet-i Muhammed'e akılsızca, şuûrsuzca ve mesnedsizce yüklenen yüke bak...
"İşi, eşi, aşı ve zavallı başı (nefsi) ne olacak?" diyen yok...


شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Resim--- "....ALLAH sizin için kolaylık diler zorluk dilemez..." (Bakara 2/185)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Bu hususdaki hadisler ise sayısızdır...
İnşâallah gireriz...
Azîz kardeşim, işin başı Nefs-i Emmâredir.
Nefs-i Mutmaînne hâlinde yaşamakta olan bir nefs, zinâ ediverse derhâl Nefs-i Emmâre sıfatını taşır...
Reisicumhurun kasden adam öldürünce katil oluvermesi gibi anla...
Dolayısıyla biz esâsen nefsin ileri ve mükemmel safhalarını göz önüne almaktan daha çok, Nefs-i Emmâreyi imkanımız kadarınca mercek altına alacağız İnşâallahû Tealâ...


يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Resim--- "Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefslerinin hoşlanacağı gözlerin lezzet alacağı şeyler, hep oradadır ve siz orada ebedî kalacaksınız" (Zuhrûf 43/71)

وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Resim--- "İşte bu, sizin yaptığınız ameller sebebiyle mîrâsçı kılındığınız cennet!..." (Zuhrûf 43/72)

İnsanın ilâhî imtihanında başrol, nefse aittir.
Nefsin sağındaki ruh; hakka ve hayra çağırıcısı ve tümleyicisidir.
Nefsin solundaki şeytân ise, bâtıla ve şerre çağırıcısı ve parçalayıcısıdır.
Nefs; Subhân ALLAH Tealâ'nın emrini, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sözünü dinlerse, 8 cennete, inanıp yaptıklarından dolayı mîrâsçı olur.
Yoksa bâtıl inanç ve şer ameli ona cehennemi boylatır, kendi bilir...
Biz birinci elden (Kur'ân-ı Kerîm mesnedli) ilâhî ilmi aktararak zevke devâm edelim.


فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ
الْجَوَارِ الْكُنَّسِ

Resim--- "(Her) bir nefs ne hazırladığını (getirdiğini o zaman) anlar." (Tekvîr 81/15-16)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ

Resim--- "(Her) bir nefs önden neyi gönderdiğini ve neyi (arkada) bıraktığını bilir." (İnfitâr 82/5)

يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ

Resim--- "O gün insana takdim ettiği ve bıraktığı ne varsa bildirilir. Bilakis, (doğrusu zâten) insan nefsine karşı basîretlidir. En iyi gözcüdür." (Kıyâmet 75/13-14)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ

Resim--- "Her nefs, kazandığına karşılık bir rehindir." (Müddesir 74/38)
Rehin, rehine: rehin edilmiş. Bir şeye karşılık garanti olarak tutulmuş.

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Resim--- "De ki: "ALLAH, her şeyin RABB'i iken ben hiç O'ndan başka RABB mı isterim? Her nefsin kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) . Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz. Sonra hep dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düşdüğünüz gerçeği haber verecektir." (En'âm 6/164)

İnsan ruhunun direkt olarak dünya imtihanına müdahalesi olamadığından ve nefs başrolde olunca sanki; kişilik, şahsiyet ve zâtı, "Nefs" olarak muhatab alınıp mükellef kılınmıştır.
Adam 70 yaşlarında ama huyu, işi gücü 7 yaşında ise, çocuk adam deriz.
Nefs de öyle, tekemmül etmezse yaşlı başlı pîr-i fâni de bile, Nefs-i Emmâre hâlinde kalabilir.
Nefsin tekemmülü, beden gibi zamana değil de ihlâs, takvâ, sabır v.s. gibi ilâhî emirleri yaşamakla mümkündür.


يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

Resim--- "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki ALLAH katında en şerefliniz (ekreminiz) en takvâlınızdır. Muhakkak ki ALLAH bilendir. Herşeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)
Takvâ: ALLAH (celle celâluhu)'dan korkma. Nefsin ALLAH (celle celâluhu) korkusuyla dinin yasakladığı şeylerden kaçınmasıdır. En çok korkması gerekenler ise, ilmiyle âmil olan, ilminin gereğini işleyen âlimlerdir. Zîrâ onlar neseben değil de, kesben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vârisleridirler.

Nefs, bu âleme sonsuz ni'metler içinde ve sonsuz hizmetçilerle, Benlik Krallığı kursun diye gönderilip başı boş bırakılmamıştır...


أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Resim--- "Yoksa ALLAH sizden; cihâd edip ALLAH, peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan (bilmeden) başıboş (kendi hâlinize) bırakılacağınızı mı sandınız (hesab ettiniz) ? ALLAH yaptıklarınızdan haberdârdır." (Tevbe 9/16)
Velîce: sırdaş, dost (velîce: giren)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى

Resim--- "İnsan kendisinin sûda bırakılacağını mı sanır!..." (Kıyamet 75/36)
Sûda: başı boş, mânâsız (Esdâ: ihmâl etmek)

Bu muhteşem kâinât ve insan elbette nefsin imtihanı için hakledilmiştir. Sistemin sahibini (celle celâluhu) can kulağı ile dinyelelim:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

Resim--- "Her nefs, ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şerle (mâsiyet) de ve hayr (hasenât) la da deneyeceğiz. Ve siz bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

Resim--- "İnsanlar, imtihandan geçirilmeden (denemeden) , sadece "imân ettik" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? " (Ankebut 29/2)

Âyeti celilede geçen fetene: fiilinin esas mânâsı: Altın tozlarının içinde bulunduğu toz topraktan ayırabilmek için birlikte bir tava içinde ateşe koyup altın önce eriyeceğinden eritip dökünce altın külçesi topraktan ayrılır ve saf altın elde edilir.
İşte bu işlemin fiili fetenedir.
Fitne de bu köktendir.
Fitne ateşten beterdir.
İnananı inanmayanı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırır.
Ne varki insanları böylesi fecî' bir fitne ortamına sokmak şiddetle yasaklanmıştır.

"Fitne kıtaldan (adam öldürmekten) eşeddir."

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitne uyuyorken uyandırana lânet olsun!. " buyurmuştur.
Âyeti celiledeki fitne ise, imânda hakkı-bâtıldan, amelde hayr-ı şerden ayırma denemesi, imtihanı ve düzeneği olarak buyurulmuştur.


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ

Resim--- "Andolsun ki içinizden cihâd edenlerle sarbredenleri belirleyinceye ve size ait haberleri açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed 47/31)

Onun içindir ki nefse aklını kullanması ve zannına uymaması ikâz ediliyor:

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

Resim--- "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zann, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. ALLAH onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir. (Yûnus 10/36)
Zann: sanma, sanı, sezme, şüphe, işkil... Hüsn-i zann: güzel zann. Sû-i zann: çirkin zann.

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

Resim--- "Hakkında bilgin bulunmayan şey'in ardına düşme (üzerinde durma) çünkü, kulak, göz ve fuad (öz,gönül) , bunların hepsi ondan mesuldur, sorumludur." (İsrâ 17/36)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا

Resim--- "..... "RABB'im benim ilmimi artır" de" (TâHâ 20/114)

Bunları ve nicelerini kelâmullahda bildiren RABB-û Birrun (celle celâluhu):

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا

Resim--- "De ki; Hak, RABB'inizdendir. Öyle ise (artık) dileyen imân etsin, dileyen inkâr etsin!" (Kehf 18/29)

Nefsleri yaratması araç, hidâyet vermesi amaç olan yüce RABB'imiz , yarattığının evvelini, âhirini, zâhirini, bâtınını bilici olarak:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Resim--- "Şah damarından yakınında iken" (Kaf 50/16)

يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ

Resim--- "Her nerede olsanız, O, sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür." (Hadid 57/4) iken;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ

Resim--- "Ey imân edenler! ALLAH'dan nasıl korkmak gerekiyorsa (O'na yaraşır şekilde) öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle müslüman olarak can verin." (Âl-i İmrân 3/102)

مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Resim--- "Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz ALLAH çok güçlü çok üstündür." (Hacc 22/74) ; (Zümer 39/67)

كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ

"Asla, (hayır, hayır) !... (insan) ALLAH'ın emrettiğini yapmadı." (Abese 80/23)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

Resim--- "Ve sana yâkin (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine kulluk (ibâdet) et." (Hicr 15/99)

وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim--- "(Resûlüm) Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ALLAH'ındır, O işitendir bilendir." (Yûnus 10/65)
İzzet: değer, kıymet, yücelik, ululuk, kuvvet, kudret, hürmet, saygı, ikrâm, izaz. İzzet sahibi o kimseki: Ona emir verecek ve yasak koyacak yoktur.

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Resim--- "Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsinki izzetin hepsi ALLAH'ındır..." (Fâtır 35/10)

يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ

Resim--- "Hâlbuki asıl izzet ALLAH'ın, Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Fakat Münâfıklar bunu bilmezler." (Münâfıkun 63/8)

Bu muazzam âyeti celilede, Halik Tealâ ALLAH (celle celâluhu) dan mü'minlere herkesin kabınca kaderince ulaşan izzet zincirini ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izzet trafosunun ayarlayıcı oluşunu ne hârika beyân buyurulmuştur...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): " İzzet ve şerefim, kulluktur. "buyuruyor.

İmâm-ı Hasan (aleyhi's-selâm): " Bendeki gurûr değil, izzettir. " buyurarak halis kulun sultân olduğuna işâret buyurmuştur.
İzzetli insan (cüz'i izzet): kendini bilir, Muhammedî şahsiyetini korur.
Tevâzu' kâr insan: kendini bilir, daha hoşgörülü davranır.
Kibirli İnsan: kendini bilmez, şahsiyetini korur.
Zilletteki (halk içindeki) insan: kendini bilmez, sahsiyetine yapılan hücûma hoşgörü gösterir...

Tasavvufun baba yasalarındandır ki: " Kendini bilene babasının kanı helâl, kendini bilmeyene anasının sütü haramdır! "


Azîz kardeşim,
İşte nefs kendini bilmezse, ölüp hesaba çekileceğine iknâ olmazsa, büktüğü ipi geri çözen kadına dönerse ve tüm ilâhî uyarı, emir ve yasakları bir kenara iter de , hevâ ve hevesini ilâh ederse neler mi olur?
Bakalım ve görelim Kitab-ı Kerîm 'imize:


أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ

Resim--- Nefslerinde (vicdanlarında) bir düşünmediler mi? ALLAH gökleri ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri hak (gerçeğe uygun) ve belirli süre için (süreli, geçici) yaratmıştır (diye) . Bununla beraber insanlardan bir çoğu RABB lerine kavuşmayı inkâr ederler." (Rum 30/8)
Gök: ulvî cisimleri, yer: Suflî cisimleri barındırır.
Tefekkür: aklın; gayeye ulaşmak için eşyânın mâhiyeti konusundaki çabası ve tasarrufu olup bunun için kuluçkaya yatması, zihin yormasıdır.
Akıl, ancak ve ancak mümkünü (olabilir olanı) bilir. Nakl ise tahakkuku (hakikatı ortaya çıkarma) bildirir... Birlikte tevhid olur.


وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

Resim--- "Her nefs ölümü tadacaktır. Ve ancak size kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı tamamen verilecektir..." (Âl-i İmrân 3/85 ve Enbiyâ 21/35)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

Resim--- "Her nefs ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz." (Ankebût 29/57)
Zevk: tatmak.
Zâikatün: tadıcı olarak

Cismanî hayat:
Normâl olarak, tabî hararet (sıcaklık) ve tabî rutubet (yaş olmak) ledir.
Bürüdet (soğukluk) ve yubuset (kuruluk) hâkim olunca beden ölür.
Nefs ise ölümü tadar.
Testi kırılır, su kabını kaybeder...
Nefs ölmez, ölüm acısını en çok nefs tadar...
Dünyada her maddî zevk, sonunda maddî bir keder ve acı doğurur.
Dünya nimetleri geçici ve sonu acıdır.
Âhiret nimetleri dâimi ve zevkten öte haz vericidir.
Nefs, ölüm acısından sonra hesaba dâvet edilmektedir.
Hesabı düşünüp, teslim olup, sırât-ı müstakîm üzere istikamet etmesi emredilmiştir.

Ahdinden dönenleri ise:


وَلاَ تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Resim--- ".... İpliğini sağlamca büktükten sonra , çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. ALLAH , bununla sizi imtihan etmektedir...." (Nahl 16/92)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

Resim--- "Onlar ki günâhın büyüklerinden (vebâlden) ve çirkef davranışlardan kaçarlar, ancak ufak tefek kusurlar hariç; Şüphesiz ki RABB'in geniş mağfiretlidir. O sizin her hâlinizi en iyi bilendir, sizi topraktan meydana getirdiğinde ve sizler analarınızın karınlarında cenin hâlinde iken, şimdi nefslerinizi temize çıkarmaya kalkışmayın? O'dur en iyi bilen günâhtan sakınanı!..." (Necm 53/32)

İnsanda 7 safha:
1- Cenin (ana karnında) ,
2- sâbi (bebe) ,
3- gulâm (bülûğa kadar) ,
4- Şab (18 yaş) ,
5- Kehl (35 yaş) ,
6- Şeyh (50 den sonrası) ,
7- ölüm...
Fuhş, fahşâ, fevahiş: kötü söz ve fiil, büyük günâh, vebâl, ahlâka aykırı olan
Lemem: küçük günâhlar...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


NEFS-İ LEVVÂME

ALLAH Tealâ'dan korkmaya, insanlardan utanmaya ve pişman olmaya başlayan nefsin "sadr"daki nefsî (kendi) makamıdır.
Loş bir aydınlık içinde olup günâh işleyebilir, kendini kınar ve yine günâh işleyebilir.
Sevâb da işleyebilir ve kendini avutabilir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ tekilni ilâ nefsi feinneke in telkini ilâ nefsi tukarribunî mine'ş-şerri ve tubaidunî mine'l-hayrî: (RABB'ım!) Beni nefsime havale etme zîrâ sen beni nefsime havale eder kendime bırakırsan nefsim beni şerre yaklaştırır ve hayrdan uzaklaştırır." buyurdu. (İ. Ahmed,Müsned I/412)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Zer (ra)'e: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?"buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/178,179,265)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hasibu enfüseküm kable en tuhasebu: Hesaba çekilmeden önce nefslerinizi (kendinizi) hesaba çekin." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25)

Azîz kardeşim,
Aslında bilinmeyenleri söylemiyoruz.
Mesele söylemekte değil de anlamakta...
Bektaşî Baba, Mevlevî Çelebi'ye sormuş: "Ne der, ne yaparsınız?"
Mevlevî: "ALLAH der döneriz" demiş.
Bektaşî: "Ah erenler neylersiniz? Biz ise ALLAH deriz, dönmeyiz!..." demiş.


Bedenî insan : Hâklen: toprak (ham akıl) ile anlar.
Nefsî insan : Aklen: normal akıl ile anlar
Kalbî insan : Naklen: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulan akıl (AŞK) ile anlar.
Ruhî insan : HAKKlen: HAKK esmâsın mazharı olan akıl (Aşku'l-Aşk) ile anlar.

Ne var ki her insan tüm letâif kademelerinde terakki ve tekemmül için halk edilmiş olup, Muradullah da budur.
İnsana emredilen Emrullah da budur.
Nefsin dışında letâif makamlarına seyahata çıkabilen letâif yoktur.
Beden; bedendir, sağlam-hasta, ayık-sarhoş, çirkin-güzel...
Kalb; kalbdir, temizlenmiş-kirlenmiş, iş görüyor-iş görmüyor... Ruh; aslîdir, lâtiftir ve hiçbir şey ona nüfüz edemez, cam gibi düşün, olsa olsa is yaparsın onu ise cilâlayıp (silip) temizlersin ve ruh, ruhluktan çıkamaz...

Nefs ise mâsivâyı kıble etti de eşkıyâ seferine (dışa) çıktı mı azgın nefs (Nefs-i Emmâre) adını alır ve dışındaki en önemli beden memleketini işgal edip akıl hocası şeytâna peşkeş çeker ve dininde, dünyasında ve ahretinde çok ağır bedel öder...

Yok eğer, MEVLÂ (celle celâluhu)'yu kıble edip takvâ seferine (içe) çıkarsa, kalb ülkesinde Nefs-i Mülhime adını alır.

Öze doğru terakki ve tekemmüle devâm ederse, ruhla haşır-neşir olursa, tatmîn ve kani' olup Nefs-i Mutmaînne adını alır.

Sırra ulaşırsa RABB'ısından razı olur, Nefs-i Râziyye adını alır.

Hafî hâlinde RABB'ısının razı olduğu Nefs-i Merzîyye adını alır.

Ahfâ (gizlinin gizlisi) hâline ulaşınca da tevhidi safdır, tertemizdir ve adı Nefs-i sâfiyye olur.

Tevhid kemâl bulunca; mahlûkatın en mükemmel, en muhterem, en muhteşem ve en mübareği olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de fenâ (gark) oluş "akdes" noktasındadır ve Nefs-i Kâmiledir.

Sonunda Fenâfillah vardır.
Zirâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in görevi HAKK'ın halkını, hakka isâl (ulaştırma) dır.
Kimse Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulmadan, fenâfillahtan bahsetmesin.
Kur'ân-ı Kerîm'i iyi okusun...
Akılsızca, nakilsizce ahkâm kesmesin!...

Öze (hakka) ulaşıp da tekrar mâsivâya (halka) bakan Nefs-i Kâmile; kesrette vahdeti görür ve yaşar artık.
Böylesi nâsib ve kısmet olan Kâmil Ârif ve Âşık kişi, Rabbanî cisimdir.
Arzî ve semâvîdir.
Hazırdır-gaibdir...
Kuldur-sultândır...

Muhammedî metodda; tevhid tekemmülü esastır.
Elbette 15 yaşındaki civân delikanlı "Fenâfi'n-Nefs"dir.
Nefsinde fenâ bulup nefsî arzularına esasen gark olmuştur.
Bu ise Sünnetullahta böyledir.
Gence: "genç kızlara bakma!" demenin veya "bakmıyorum!" demesinin aslı astarı yoktur...
"Adam gibi bak!" başka...
Çünkü evlenecek...
İşin bâtınî mânevî yönü ise:
Fenafi'n-Nefs kalır ise nefsperest (Nefs-i Emmâresinin hevâ ve hevesine dolayısıyla şeytâna tapıcı) olur.

Yılllar böylece gelip geçerken bu hâlde (meselâ 40 yaşında) birisini cezbeden (çeken) bir kâmil ârif mürşid, şeyh;
Lâzım ve lâyık olanları anlatır ve o kimse de anlarsa hâliyle "Fenafi'ş-Şeyh"olur...
Her şeyi, şeyhi olur...
Şeyhi; yol vermez, kul eder, o da olursa o zaman şeyhperest olur. ALLAH korusun!...

Yok, kolundan tutar da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırır teslim ederse mürîd: "Fenafi'r-RESÛL"olur...
Şüphesiz ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de o kimseyi RABB'ısına, istikamet ettirecektir.
"Fenâfi'llah" denilen budur her hâlde...
Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) biliyordu, ama ben bilmiyorum...

Cidden sıkılarak yazıyorum.
Bu bizim işimiz değil olmasına da, ümmet-i Muhammed'e; oyunbazların oynadığı orta oyunu kanıma dokunuyor...
Niçin yapıyorlar anlamıyorum...
Siz de iyice biliyorsunuz ki böyle yapanların nefsi dışa dönüktür...
Dillerindeki özsüz sözler ise, hırs tuzaklarının kuş yemi gibidir....
Kendisi rüşde ermemiş mürşid mi olur...
Uyuyan uyuyanı nasıl uyandıracak?
Kör köre kandil tutsa ne yazar...
Bizim i'tirazımız; Kitab'a, hadise, sünnet-i seniyyeye, hak dostların hâl ve yollarına, akla ve vicdana sığmayan saçma sapan alışkanlık tarzı tarikatçılık yapanlara...
Rızamız ise;
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in emri,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tebliği ve tasdiki,
Ve gerçekten yetkili ve etkili hak dostlarının tasvibi ile olan tasavvufa canımız fedâdır...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL ihsân etti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) lûtfetti, hak dostları ikrâm etti de böylelerini gördüm ve birlikte yaşadım şükürler olsun...
Ama hiç birisinin ne tac-ü tahtı ne köşkü sarayı ne şanı ne şirketi ne çorbası ne pilavı ne canı ne de cemâatı vardı...
Yoktu, kardeşim yoktu...
İçi dışı bir, kalender, hırpâni, hâlim selim ama Muhammedî idiler.
Onların korku ve hüzünleri de yoktu...
Onlar halkın evliyâsı değil de Hakk'ın evliyâsı (Evliyâullah) hatta Ehlullah (ALLAH ehli) idiler...
Ne diyelim...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şu üç günlük dünyada dinlerini oyuncak eden ateş toplayıcılarını uyandırsın...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL şuûr versin.
Şuûr; verilen tüm emânetlerin hakk ve hayr yönünde ALLAH rızası için kullanılmasıdır.
Bunun, hatta dinin ilk şartı akıl ve nefs iken, böylesi kişilerin ilk düşmanı akıl ve nefs olmuştur.
Elbetteki;
Ham akıl: ilmî (aklî) , fıtrî (naklî) , irfânî (Resûlî) , yakinî (Rabbânî) öğretim ve eğitimden sonra değişimin ipek kozasını örer ve câhil tırtıl, kâmil kelebek olur çıkar.
İnsanî akıl, ilâhî aşka (nûrun a'lâ nûra) dönüşür.
Böylesi akıl, sahibini (nefsi) kurtarabilir.

Çünkü okuyan çocuk bile bilir ki Kur'ân-ı Kerîm'de imân ve itâat eden nefs dost, küfr ve isyân eden nefs düşmandır.
Nefs: sadrdan dışarıya döndü ve mâsivâyı kıble edindi mi 4 unsurun boyasını er geç boyanır:
Turabî (toprak)
Narî (ateş)
Maî (su)
Havaî (hava) hâlleri alır.

Nefs: sadrdan içeriye döner, MEVLÂ'yı özden canla başla kıble edinirse, kalbî, ruhî, sırrî, hafî, ahfâî ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûruna ulaşınca kudsî hâllere kavuşur.
Nefs: kişinin RABB'ısına vuslat yoludur...
Akıl ise sanki; nefsini letâif yörüngelerine nakleden füze gibidir.
Akıl, nefsin de her şeyidir.
Akıl yoksa letâif makamları bomboştur.
O kişi sadece diğer insanlara ibret için halk edilmiş bir örnektir.
Sorumlu olamaz. RABB'ÜL BİRRUN (celle celâluhu) ibret sahnesinde celâlîyetini, hikmet sahnesinde cemâlîyetini oynatıyor.
Onun için cemâlî meşrebli insanlar yüzlerini ibret sahnesinde seyrederler.
Celâlî meşrebli insanlar ise hikmet sahnesinde saçlarını tarar ve çekidüzen verirler...
Mesele aklın rüşde ermesi, nefsin aklını başına toplamasıdır.
Yoksa her meyvenin aslı acı çağladır...
Portakal çağlası cidden zehir-zıkkımdır...
İlâhî ve fıtrî proje gereği çile güneşi altında bir gün bal baklava olur...
Tohumdan tohuma tevhid...
Akıl aynası, ana aynadır...
Kırıldı mı ne asıl, ne sûret kalır bakan için...
Şunu da hiç unutmamalıyız ki nefs çok aktiftir:
Ya hakk ve hayrda, ya da bâtıl ve şerdedir...
Arasında asla kalamaz...
Onun için nefsini hakk ve hayr ile meşgul etmeyen kişiyi; nefsi , bâtıl ve şer ile meşgul eder...
Işık ve karanlık misâli gibidir...
Ya ışık, ya da karanlık...
Akıllı nefsin gelişimi, değişimi ve oluşumu, kısacası zeki bir insan için tasavvufla mümkündür.
Zeki, dürüst, samimî ve sisteme saygı duyan bir kimseye küçük çocuğa:
"Yeni doğan bu kardeşini leylek getirdi!" dercesine anlatamazsınız.
ALLAHÜ ZÜLCELÂL vardır, birdir deyip ihlâsı şerîfi okuyarak işi biteremezsiniz.

Azametullahı ilim ve edeble anlatıp,
Dış ve içini sükûn ve huşû'ya kavuşturup,
Zâhiri sanatın sanatkârıyla tanıştırmak;
Halka HAKK rızası için muhabbet ve merhametle işlenen Muhammedî metoddur ki Muhammedî Tasavvufun zâhiri budur.

Bâtını ise; Kudretullahı irfân ve erkânla arz edip,
Âfâk ve enfüsünü sükût ve huzû'ya ulaştırıp zikir-fikir-şükür-sabır tevhidini yaşamasına hasbî hizmet etmektir!...
Muhammedî Tasavvufun bâtını budur.

Zâhir ve bâtın birleşince ise İhsânullah'tan ikrâm olan sekînet-i Muhammedîyedir.

Resim

Ben âcizâne renkli çizgilerle izâhı severim.
Nefs: Beden (zâhir) penceresinden bakarsa nimetleri ve âhiri görür.
Kalb: (bâtın) penceresinden bakarsa emâneti ve evveli görür...
Basar-basîret dürbünüyle bakınca emânete sadakat gösterir, ihânet etmez.
Ni'metlere adâlet gösterir zulmetmez.[/color] (En'âm 6/115 bkz.)

Resim

Denge-düzen, sükûn ve sükût, sırat-ı müstakîm üzere ve i'tidal üzere olmaktadır.

Resim--- İbni Mes'ud (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize düz bir çizgi çizdi ve: "Bu rüşd yoludur." dedi. Sonra bunun sağından ve solundan bir çok çizgiler daha çizdi: "Bunlar da bir takım yollardır ki her birinde bir şeytân vardır, ona (kendisine) çağırır!" buyurdu ve En'âm 6/151-153 Âyetlerini okudu."dedi.
(Buhârî , Rikak 4;Tirmizî, Kıyâmet 22; Ibn. Mâce, Mukaddime 1; Darimî , Mukaddime 23)

Sağdaki yollar ifrattaki yollar.
Kraldan da kralcı diye Türkçede de olan...
Aşırı dindârlık diye, bilerek veya bilmeyerek Muhammedî yolun dışında bir yol icâd etmek.
Daha, daha çok dindârmış!...
Öylelerine o kadar çok hadis-i şerîf var ki örneklerle!
Soldaki yollar ise, dininin emir ve yasaklarını hafiflete hafiflete yok edip, dinsizliğe kadar giden ama adı din adına güyâ hakikat, tefritçilik!...
Biz, hakikat ehliyiz deyip eliyle Kur'ân-ı Kerîm'i, hâşâ bir tarafa itip nefsanî ve şeytânî at oynatmalar!
"Sen benim kalbime bak kalbime!"ler v.s....

وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Resim--- "Şüphesiz bu, Benim dostoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi ALLAH'ın yolundan ayırır işte sakınmanız için ALLAH size bunları emretti." (En'âm 6/153)

En'âm 6/151-153 âyetlerindeki emirlere "on emir"denilir ki bütün peygamberlerin şerîatında mevcûddur.

İlim, öğrenilen değil de esas ilim onunla amel edilendir.

وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Resim--- ".... ALLAH'ın razısı ise hepsinden büyüktür. İşte fevzü'l-umur (büyük kurtuluş) da budur!..." (Tevbe 9/72)

İnsanın nefsine zulmetmesi ve nefsinin kendisi için sağlanan imkanı isrâf etmesi:

İnsanın aklı ve irade'i cüziyyesi ile ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in ilâhî fıtratını (cibillet, tabîat, mizâc, tıynet, yaratılış, ahlâk) değiştirmesidir.
Nefsin; acziyet, fakriyet, zillet ve illet gibi ana ve gerçek sıfatlarını soyunup, hâşâ RABB'lık sıfatları giyinip öyle olduğunu sanması ve öylesine yaşamasıdır...
Bilerek de olur, bilmeyerek de...
Bilerek olursa en zâlim o dur ki Firavunluktur.
Bilmeden ve ciddîye almadığından olursa nefsi isrâf etmiş olur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

RABBÜ'l-ÂLEMİN'in nefislere:
"Size zâtîyet (nefs, kişilik, şahsiyet, benlik) , vücûd (bir şey olarak ortaya çıkabilme imkanı), kâinât (her türlü olanaklarla birlikte mekân) , zaman, akıl, can (dirilik) versem;
Ayrıca, Kitab ve Resûl göndersem,
Ayrıca; ibret ve hikmet sahneleri içinde doğum ve ölüm gibi nice olayları yaşatsam...
Sizler bana verdiğiniz emâneti "bilakis, RABB'ımızsın, biz buna şâhidiz!..."
(A'râf 7/172 bkz.) .
Sözünüzü unutmaz ve isbat edersiniz değil mi?
O hâlde sistem sahnesine buyurun...
Görelim hanginiz ahsen amel işleyecek?
(Mülk 67/2 bkz.) " buyurduğu şeklinde anlıyoruz biz, ilk ve son şahadeti...
İyice düşünürsen her şey ni'mettir...
Nefs ise, var olabilmenin ilk ve olmazsa olmaz şartıdır.
En büyük ni'met nefstir.
Kalb, ruh akıl, can ve beyin, göz kulak v.s. ile dışardaki sonsuz ni'metler, nefsin bu imtihanında yardımcı ya da âlet edevâttır.
İşte böylesine çok (ve mutlaka) önemli olan nefse zulmü, müşrik ve kâfirlere bırakırsak; bizim için, nefsi isrâf söz konusu olmaktadır.
Nefs her türlü imkana rağmen hakkı ve hayrı tercih edip, yakalayıp, yaşayamazsa ve bâtıl ve şerre saplanıp kurtulamazsa işte en büyük isrâf ve hüsran budur.


Resim--- Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men arefe nefse hu, fekad arefe Rabbehu" buyurmuştur.
(Aclunî,Keşfü'l-Hâfâ II-343 (2532)

Kişinin (nefsin) kendini (nefsini) iyice tanımasının sonucu RABB'ısını lâyıkı vechiyle tanıyabilir...
Kişinin kendine söylediği yalanı kimse söyleyemez, verdiği zararı kimse veremez.
Elbette kişinin öz dürüstlüğü ve kendine faydası, emredilen ve murad edilendir...
Şimdi biz nefsin isrâfı ve isrâf üzerinde biraz daha Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyeceğiz ve düşüneceğiz:
Kulluk imtihanının başrol oyuncusu olan nefsin isrâfı; kârı bırakınız ana'nın (sermâyenin) kaybına sebeb olup, bu hâle düşen her müslümanı iflas ettirip, hüsrana (toptan iflas, zarar, ziyân) düşürür.
ALLAH (celle celâluhu) korusun!...
Bu; en büyük Nimetullah olan nefs, akıl v.s. gibi tüm mükemmel âletlere rağmen, nefsin ve ALLAH TEALÂ'nın düşmanı şeytâna peşkeş çekmektir.
İsrâf (sereften): gereksiz yere ve şerde harcamadır, haddi aşmaktır. Sonucu zulme varır...


وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُوا مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُوا إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

Resim--- "... Fakat, isrâf etmeyin; Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez..." (En'âm 6/141)

يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَ تُسْرِفُوا إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

"Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için fakat isrâf etmeyin. Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez" (A'râf 7/31)

لَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا

Resim--- "(O kullar) , harcadıkları zaman isrâf etmezler ve pintilik de yapmazlar, ikisi arasında dengeli giderler..." (Furkân 25/67)

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا
إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا

Resim--- "Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zirâ böylesine saçıp savuranlar şeytânların kardeşleridirler. Şeytân ise RABB'ine karşı çok nankördür." (İsrâ 17/26-27)

Şeytânın başına gelenler ise nefsini son sözün sahibi sanması ve nimeti isrâfıdır. İyi, güzel de bunlar malda mülkde harcama ve isrâf dememen için:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Resim--- "De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine haddi aşan (isrâf eden) kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günâhları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan ve esirgeyendir." (Zümer 39/53)

Bu âyet-i celile: "Kul yâ ibadiyellezine esrafu alâ enfüsihim..." burada açıkça insanın nefs ni'metini kendi aleyhine haddi aşarak isrâfı bildirmiş ve yasaklanmıştır.
Bütün buna rağmenKur'ân-ı Kerîm'deki en büyük bağışlama ve esirgeme âyetidir.
RABB'imizin kullarına muhabbet ve merahemeti tek kelime ile mübârek ve mûhteşem...


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu âyet bana, dünya ve içindeki her şeyle birlikte benim olmasından çok sevimlidir." buyurmuştur.

Konuları didik didik etmemizi bağışlayınız.
Çünkü nefs öylesine akışkan ki hava gibi en küçük delikten dahi çıkıp kaçabilir.
Onun için nefsimizi, kendimiz; hakka ve hayra çekmeye elbirliğiyle, canla başla,hep birlikte ve kardeşçe Muhammedîler olarak çalışıyoruz İnşâallah!...
HAKK (celle celâluhu)'ya giden yolun bineği nefstir.
Onun da hakları vardır.
Salıverip azdırma ve de canından bezdirme..


ZEVK - 2046

Cümle Cihânı cem'etmiş, CAN'lar cenginde İSTANBUL
Âliminde zâliminde, "PARA" renginde İSTANBUL
Kıyıda köşede kalmış, HAK ÂŞIKLAR vardır elbet
Kaderini seyretmeye, âşk âhenginde İSTANBUL...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

NEFS-İ LEVVÂMEYE devâm edelim:

Levvam-Levvâme: çok levm edici, çekiştirici, başa kalkıcı, paylayıcı.
Le'me, Levmen: kınamak ve azarlamak.
Melâmetiyye: Melâmî tarikati olup gerçek Melâmîler tüm hayr ve hasenât işlerini ve hâllerini halktan mutlaka gizleyen, tüm şer ve seyyiâtlarını (kötülük) halktan asla gizlemeyen sûfîlerdir. İnanmadığını işlemez ve işlediğini bazara ve piyasaya sürmez. Kötü huy ve işlerini ise asla gizlemez...
Dünya zevki, nefsî istek, hırs, tamah v.s. gibi hususlarda doygun dingin ve durgundurlar.
Aslında her tarikatın tekemmülü sonunda, melâmî neş'esi yaşanır bence!...
Sanki her ağacın en uçta yeni çıkan yaprakları gibi hârika bir neş'edir. Anadolu'da Somuncu Baba, Hacı Bayram Velî ve halifelerinden Bıçakcı Ömer Dede (Ömer Sikkîn) Aksaray'da medfûn Pîr Alî Baba, geçen yüzyılda son ve değerli Pîr Muhammed Nûru'l-Arabî Hazretleri bu neş'e üzeredirler.
Ne acıdır ki bu yolda da yıpranma, yaşlanma ve sapıklıklar bile olmaktadır.
"Biz hakikat insanıyız" deyip kitabı, sünneti, yolu, yordamı bir tarafa itenler mâalesef olmuştur ve mevcûddur...
Ne diyelim...

Şimdi biz; kendini çokca kınayan nefsle (Nefs-i Levvâme) ilgili âyet-i celilelere bakalım ve pek çok âyet-i celileden bir kısmını fikredip anlamaya azmedelim İnşâallah.
Nefs-i Emmârede detaylı bir şekilde anlatılmaya çabalanıldığı gibi; bilerek, bilmeyerek, isteyerek, istemeyerek, elinde olarak ya da olmayarak, bâtıl ve şerde dolu dizgin giden Nefs-i Emâreye;
ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in hidâyeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şifâsı,
Hakk dostlarının himmet ve hizmeti denkleşince,
Kendisi de gayrete gelip azmedince bir uyanıklık hasıl olur.
Uykudaki uyanır ve sarhoş ayıkır...
"Biz neler yaptık ne sonuçlar aldık ve daha da alacağız!..." diye acı acı iniler...
Nefs-i Emmâre, dünyaya dönük yönünü, derûn'a öze, kalbe ve kısacası ilâhî kıbleye çevirdi...
Nefs-i Levvâme çağına girdi...
ALLAHÜ ZÜLCELÂL te'kidli yeminle:


لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ
وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ

Resim--- "Yoo! Yemin ederim o kalkım gününe (kıyâmet gününe) yine yoo !. Kendini kınayan (kusurlarında pişmanlık duyan) nefse yemin ederim...İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır?" (Kıyâmet 75/1-3)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Resim--- "(Hesablar görülüp) iş bitirilince, şeytân diyecek ki: "Şüphesiz ALLAH size hakkı (gerçeği) va'detti. Ben de size va'd ettim ama size yalancı çıktım. Zâten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi, (inkâra) çağırdım; siz de benim dâvetime hemen koştunuz. O hâlde beni yermeyin (levm etmeyin) nefsinizi levmedin (yerin, kınayın) . Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Kuşkusuz daha önce ben, beni (ALLAH'a) ortak koşmanızı reddedmiştim. Şüphesiz zâlimler için elem verici bir azab vardır." (İbrâhim 14/22)

Nefs-i Emmâre, kendisinin akıl hocası ve şer rehberi şeytânın bu sözlerini Kur'ân-ı Kerîm'de okuyunca elbette bir "Eyvah!" çekecektir ve çeker!...
İnsanın Nefs-i Emmâresinin yine kendi ile fitne içine düşmesi korkunç bir fitnedir...
Fitne ise adam öldürmekten daha kötüdür:


وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim--- "...El fitnetü eşeddü minel katl..." (Bakara 2/191)

Hâlbuki insanoğlu; insanlık şerefi, haysiyeti, onuru, erdemi ve keremi ile halk edilmiş halifetullah ilân edilmiş muhteşem ve mübârek bir varlıktır:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً

Resim--- "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe mazhar (mükerrem) kıldık; karada ve denizde binitlere yükledik ve güzel güzel rızıklarla (nimetlerle) besledik; yarattıklarımızın çoğundan cidden üstün kıldık." (İsrâ 17/70)

Kerem: asalet-asillik, şeref, saygı,hürmet
Mükerrem: muhterem, hürmet, saygıdeğer olan, azîz, sayın, sayılan ve ululandırılan hürmet ve tazime erişmiş.
Mekke-i mükerreme: Azîz Mekke şehri gibi...


İnsanoğlu genellikle rızk için gaflete, hırsa ve tamaha düşer ve saldırır ömür boyu…
Oysa:


وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Resim--- "Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir debelenen (canlı) yoktur. O, onların duracakları yeri de, emânet edildikleri yeri de bilir. Onların hepsi açık bir kitabda (levh-i mahfuzda) dır. (Hûd 11/6)

Kendisinden istenen ise çok kolay ve rahat bir husustur:

بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ

Resim--- "Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol!..." (Zümer 39/66)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim--- "Doğrusu insan (kendine) nefsine karşı bir basîrettir (gözcüdür) ; kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir." (Kıyâmet 75/14)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ

Resim--- "Andolsun Biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz." (Mü'minun 23/17)

Biz âcizâne, insanın üstünde (mânevî hayatında: semâsında) 7 yolu, 7 nefs mertebesi olarak anlıyoruz.
Tekemmül ve terakki merhalelerini bağlayan ulaşım yolları.


لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ

Resim--- "Sizler binip binip tabakadan tabakaya (hâlden hâle) geçeceksiniz." (İnşikak 84/19)
Tabaka: birbirine uyan, mutabık olan katman, derece, merhale, mertebelerdir. Nefsin tekemmül tabakaları açıkça buyuruluyor...


وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim--- "Herkesin yaptıkları işlere (amellere) göre dereceleri vardır. RABB'in, yaptıklarından habersiz değildir." (En'âm 6/132)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا

Resim--- "Sana gelen (isabet eden, ulaşan) iyillik (hasenât) ALLAH'tandır. Başına gelen (isabet eden) kötülük (seyyiât) ise nefsindendir..." (Nisâ 4/79)


ALLAHÜ ZÜLCELÂL 'in bâtıla ve şerre rızası asla yoktur:

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
Resim--- "Başınıza gelen, herhangi bir müsibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) ALLAH çoğunu affeder." (Şurâ 42/30)

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
Resim--- "Kim iyi bir iş yaparsa,bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. RABB'in kullarına zulmedici değildir." (Fussilet 41/46)

إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيرًا
Resim--- "Eğer iyilik ederseniz nefsiniz için (kendinize) etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz..." (İsrâ 17/7)

مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Resim--- "Kim hidâyet yolunu seçerse bunu ancak kendi (nefsinin) iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa kendi aleyhine (zararına) sapmış olur. Hiçbir günâhkar, başkasının günâh yükünü yüklenemez. (üstlenemez) . Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azab da etmeyiz." (İsrâ 17/15)

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Resim--- "De ki: ALLAH her şeyin RABB'i iken ben ondan başka RABB mı arayacağım, herkesin (her nefsin) kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz, sonra dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düştüğünüz gerçeği haber verecektir." (En'âm 6 /164)

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim--- "... Her kim nefsinin hırsından (cimriliğinden) korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr 59/9)
Şuhh: hırsla yapılan (ısrarlı) cimrilik. İçteki cimriliğe sebeb olan öz hastalığı.
Felâh: dünya ve âhiret mutluluğudur.


تَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Resim--- "O hâlde gücünüz yettiğinizce ALLAH'tan korkun (isyân etmeyin) , dinleyin, itâat edin ve infâk edin (harcayın), (kendiniz) nefsiniz için hayr yapın. Her kimde nefsinin hırsından (şuhha) korunursa işte onlar iflâh olurlar." (Tegâbûn 64/16)

وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا

Resim--- "İçimizde (ALLAH'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yolundan sapanlar da var. teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu (rüşd yolu) arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır." (Cin 72/14-15)
Kâsıt: sapıtan, sapan, zâlim, haktan ayrılan.
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön