EDEP YA HU!...

Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

GEL GEL!..

Âşıksan edebin takın
Edebsiz ilimden sakın
“Sahibin” senden de yakın
Elindekin atmaya gel…

*

Laf ile âşıklık kolay
Bunca eşya bunca olay
Boğuşursan hâline vay
Aşk Ummanı’n batmaya gel…

*

“Kerîm” in Kur’ân'ın dinle
“Habli’l-verid” Hakk seninle
Ebedinle evvelinle
Nefse kaşın çatmaya gel…

*

CAN’ın cisim perdesinde
Yedi letâif sesinde
Tekmil tevhid teknesinde
Dört unsurun katmaya gel…

*

Uğrayıp Yâr nazarına
Düşüp aşk ah ü zârına
Girip aşkın bazarına
Tatlı canın satmaya gel…

*

Sıfatî mi, Zâtî misin?
Bülbül müsün tutî misin?
“Muti kable’l-muti!” misin*
Mîm Mezârı’n yatmaya gel…

*

Hakk hazır, halka meçhulsan
Beş para etmeyen pulsan
Hakk’ta Hakk’tan Hakk’a kulsan
Hakk’la sözün tutmaya gel…

*

Aşkın kara sevdâsıysan
Mecnun'uysan Leylâ'sıysan
Şe’en Şehri’n şeydâsıysan
Her nefeste ötmeye gel…

*

Tesbih gibi dizi dizi
Dizer Subhân sizi bizi
Görmek için zevkimizi
AŞK ÜLKESİ’n gitmeye gel…

*

İhvâni’m sırrın silmeyen
Hak-kı HAKK’a eğilmeyen
Emânet – ni’met bilmeyen
Nankör nefsin gütmeye gel…

20/03/2002 13:07 (Bolu)



Sıfatî : Sıftta oluş.

Zâtî : Zâtla ilgili

Muti kable’l-muti! : Ölmeden önce öl! Hadis-i şerif...

Hakk’la sözün tutmaya gel :
«Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi?" (Yâ Sîn 36/60)

“Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.” (Ra’d 13/21)

Şeydâ : f. Tutkun. Divane. * Çok sevgiden hâsıl olan hâl.

Hak-kı HAKK : HAKK’ın hakkı.

Nankör : f. Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Sual: En makbul amel nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, en makbul amelin güzel ahlak olduğunu bildirmiş, (İman yönünden müminlerin en faziletlisi, ahlakı güzel olanlardır) buyurmuştur. (Hakim)
Bir kimse Peygamber efendimizden nasihat istedi. Dedi ki:
- Ya Resulallah bana öğüt ver!
- Nerede olursa olsun Allah’tan kork!
- Yine buyur ya Resulallah!
- Her kötülüğün akabinde bir iyilik yap! İyilikler günahları giderir.
- Yine buyur!
- Herkesle güzel geçin! (Tirmizi)

Oğlu, Lokman aleyhisselama sorar:
- En iyi haslet nedir?
- Dindar olmaktır.
- Peki babacığım, bu haslet iki olursa?
- Dindarlık ve mal sahibi olmak.
- Üç olursa?
- Dindarlık, mal ve haya.
- Dört olursa?
- Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak.
- Beş olursa?
- Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.
- Altı olursa?
- Oğlum bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allahü teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır.

Kur'an-ı kerimde ise mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde en şerefliniz, takva ehli olanınızdır.) [Hücurat 13]
Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, onun için güzel huyu, iyi bir asalettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Güzel huy gibi asalet, tedbirli olmak gibi akıllılık olmaz.) [İbni Mace]

Güzel huylu kimse, insanların takdirini kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Sual: Güzel ahlaka sahip olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Güzel ahlaka sahip olmak için iyi ve kötü huyları bilmek gerekir. Ayrıca kendi kötü huylarını teşhis etmek gerekir. Bu teşhisi kendi yapar. Yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost onu tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. Arkadaş ise, insanın ayıplarını pek görmez.

Birisi İbrahim Ethem hazretlerine, aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin bana güzel görünüyor. Aybını başkasına sor) dedi.

Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde, (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman’a, (Edebi kimden öğrendin) denince, (Edepsizden) dedi.

Selef-i salihinin, Eshab-ı kiramın, evliyanın menkıbelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur. Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması güçtür. Kötü şeyler nefse tatlı gelir.

Çocukları ihmal etmeyelim
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna bozuk dinlerinin icaplarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar.

O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]

En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.

Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahiret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çaptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyenler, dünya ve ahiret felaketine maruz kalacaklardır.

Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere.
Resim
Kullanıcı avatarı
bandito
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 10
Kayıt: 02 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen bandito »

yazara özel mesajım teknik sebeplerle gitmedi sanırım, ben de burdan bi soru sormak istiyorum. edep ya hu başlıklı yazıda, 1.sayfada şöyle bi cümle var :"Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür." bu ne demek biri bana açıklayabilir mi acaba?
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Değerli kardeşim Bandito;
Sorunuz şu cümledir :


"Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.
Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
"



Acizâne kısaca cevabım ise;

Gerekli kelime açıklamaları:

Azail : Şeytan. (İblisin bir adı) Şerlerin temsilcisi.

İblis : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)

(El-Hannâs : (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan. (Bak: Hunnes)

İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükseğim" diye kibirlenerek, Cenab-ı Hakk'ın emrine karşı gelmiş ve Hazret-i Âdem'e secde etmediğinden, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur.

Değerli kardeşim:
İNSANoğlu, Beden - Nefis - Kalb - Ruhu olup aklı nimeti verilip gerekli kuralları içeren Nakl (Kur'ân-ı Kerîm ve dosdoğru uygulaması olan Resûullah sav in Sünnet-i Seniyyesi) verilerek sistemi var edeip Yaratan Rabbülâlemin'in Rububiyyetini imkanla imtihan için bu âleme bir kaderle gelerek Allahuzülcelâl'in Allahlığına (Uluhiyyet) şâhid olmaya getirilmiştir.

Bu âlemde bize göre bir Bedeni olmayıp da, -Nefisi - Kalbi - Ruhu olan akıl sahibi ve aynı imtihana tâbi olan varlıklar CİNlerdir.

Beden ve Nefisi olmadığı halde Kalb ve Ruhu olan varlıklar ise MELEKlerdir.

Beden, Nefis ve Kalbi kaldırdığımızda tek başına kalan RUH ise EMR ÂLEMİ'nden olup EL RAHMÂN NEFHASI dır.
Kısacası Var edendendir..

Bunlarla ilgili pek çok Âyet e Hadis mevcuddur.

İBLİS yaratıldığında diğer melekler gibi saf ve genel iken,
Hikmet-i ilahi bu muazzam imtihanın bir ve temel saptırıcı elemanı olarak nefsî özellikle özel bir yapıya dönüşmüştür.

Çok yüksek ve yüce bir makamda iken..
Ki, cennette yaşamış, Allahuzülcelâl ile konuşabiliyor vs..

Ne zaman ki çok basit gözüken 4 unsur (Toprak - Su - Ateş - Hava) dan özellikler taşıyan İnsanoğlunun (Âdem as) Yaratıcının Halifesi olacağına HASED etmiştir.

Hased ateşi ise tüm bâtıl ve şerrrin anası olup hepsi ondan doğar..

İlahi emre baş kaldırmıştır. Küstahlığı büyüktür..

Allahuzülcelâ'e rest çekip izin istemiş İnsanoğlunu mahvedeceğine yemin etmiştir.
Allahuzülcelâl de izin verip bizlere ona uymamayı emretmiştir.

Aklı olup imtihana gelen her insanın son nefeste ya Hizbullah veya Hizbüşşeytan olacağı bildirilmiştir..

İlgili âyetleri bulmak ve okumak artık çok kolay..

İki husus var ki birisi Muhammedi "Edeb"siz "İlim" çoktur ve İblisinkindendir. Bilmediği yok ama sonuç hüsrandır.

İkincisi ise ne acı ve yazıktır ki bu hayatta en gerçek yek şey "Ölüm ve Hesab" iken İnsanoğlu bu gaflet uykusundan uyanamamakta son nefese kadar ve hatta sonrasında da Şeytanla dostluğunu sürdürmekte ve Cehennemi boylamaktadır..

İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız kıyas şeytânın işi ve mesleğidir.
Çünkü, Muhammedî değildir!...

İlâhî Nass: lâfzen bir tek mânâyı anlatıp ve başka mânâ anlatması imkansız olan açık seçik ilâhî hükümdür.

İblisin küfrü: cehlî değil inadîdir.
İblis: “Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ı (karanlık sûflî, kesif, ağır, soğuk, yaş, cevhere uzak, pasif, etkilenen) topraktan yarattın. Beni ise: (nurlu, ulvî, lâtif, hafif, kuru, hararetli, gökler cevherine yakın ve onlarla bitişik, aktif, tesirli ve etken) ateşten yarattın!... O hâlde, ben şerefliyim!...” deyip Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ın kemâlâtına (imtihan) hasedlenip kıyasa kalkışıp itâatten isyâna atlayınca hakktan ve hayırdan, bâtıl ve şerre kovuldu!... (A’râf 7/11-18 bkz.)
Şu işe şaşarım ki:
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; çamurdan yaratılan Musa (Aleyhi’s-Selâm) kelâm etti, izzet ve ikrâmla şereflendi! (Ta’ha 20/13,41 bkz.)
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; ateşten yaratılan İblis de kelâm etti, zillet ve recm (rahmetten kovulmak) ile şerefini kaybetti. (A’râf 7/11-18 bkz.)

Beni çok üzen ve düşündüren bu gerçek bize bildirilmiştir.
Şeytan bizim için çok acıklı işini-görevini tam yapmış, yapmakta ve yapacaktır.

İlginç âyetler:

Resim---- “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla (piyade) üzerlerine bas gürültüyü (yaygaraya boğ); mallarına, evlâdlarına ortak ol; Onlara va’dlerde bulun. Fakat şeytân onlara aldatma (gurûr) dan başka ne emreder?” (İsrâ 17/64)

Resim---- “İblis: “Senin mutlak kudretine (izzetine) andolsun ki onlardan ihlâsa erdirilmiş (muhlisin) kulların hariç hepsini mutlaka azdıracağım”dedi.” (Sad 38/82-83)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- “.... (Şeytân): Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben ALLAH’tan korkarım. Öyle ya Allah’ın cezâlandırması çok şiddetlidir...” dedi. (Enfal 8/48)

Bütün bu ağır ikâzlara (uyarılara) rağmen insanoğlunun acı durumunu ALLAHÜ ZܒL-CELÂL şöyle ilân buyuruyor:

Resim---- “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahmini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular!...” (Sebe’ 34/20)
İblisin çeldirisinden kurtulabilmek için ise:

Resim---- “Ve deki: RABB’im! Şeytânın kışkırtmalarından (dürtüştürmelerinden) sana sığınırım!...” (Mü’minun 23/97 ve Fussilet 91/36 âyeti de bu mânâdadır.)

Resim---- (De ki:) “Huzuruma gelmelerinden (yanımda bulunmalarından) de sana sığınırım. RABB’im!...” (Mü’minun 23/98)

Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şeytân insanın kurdudur. O, tıpkı sürüden ayrılıp uzaklaşan koyunu kapan kurt gibidir. Onun için cemâatten (birlikten), ülfetten (birbirinizi sevmekten), toplu yaşamaktan (umumî birlik) ve mescidlerden ayrılmayın. Sakın parçalara (şubelere) bölünmeyin!” buyurmuştur.
(Muaz (radiyallahu anhu)’dan; İmâm Ahmed, müsnedinde; Tabâranî, kebirinde)


Eûzubillahimineşşeytanirracîm…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Doğruluk!....

Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda (Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır) buyurdu. (İmam-ı Gazali)

Sadakat [doğruluk] hakkında İslam âlimleri buyuruyorlar ki:
(En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır.)
(Dünyada doğru insan görmedim diyen; eğer kendisi doğru olsaydı, doğru olanları bulurdu.)
(İslam dini, üç temel üzerindedir. Bunlar; hak, sadakat ve adalettir.)
(Bir insanda üç şey bulunduğu vakit, onun salih bir insan olduğu anlaşılır. Bunlar, nefsani arzulardan uzak olmak, Allah rızası için doğruluk, helal ve temiz yemektir.)
(Günahların içinde bocalayan kimsenin, doğruluğu bulması çok zordur.)

Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şüphelilerden uzaklaş! Şüphe vermeyene sarıl! Doğruluk, sükun ve huzurdur.) [Tirmizi]

(Tehlikenin doğruluk içinde olduğunu görseniz de, doğruyu arayınız! Çünkü doğrulukta kurtuluş ve selamet vardır.) [İbni Ebiddünya]

(Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Cennet yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Allah indinde o kimse sıddıklardan olur.) [Buhari]

(Doğru olan, iyi davranır, iyi davranan emindir. Emin olan Cennete girer.) [İmam-ı Ahmed]
(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.) [İbni Ebi Şeybe]

(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.) [Buhari]

(Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Ebu Davud]

(Kıyamette fasık-salih herkes pişman olacaktır. Fasıklar fıskı bırakıp doğruluk ve takva üzere bulunmadıklarına, salihler ise daha çok ibadet etmediklerine pişman olacaklardır.) [Feraid-ül fevaid]


Tam doğru, yani sıddık olabilmek için:
1- Doğru sözlü olmalıdır. Zaruret olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Büyüklerden birisi zalimlerden kaçıp, Habib-i Aceminin bir odasına girip saklandı. Zalimin zulmünden kurtulmak için yalan söylemek caiz olduğundan, (Soran olursa yok dersin) dedi. Biraz sonra zalimler gelip sordular: (İçerde...) diye cevap verdi. İçeriyi iyice aradılar. Bulamayıp oradan ayrıldılar. (Niye böyle yaptın?) diye sordu. Habib-i Acemi, (Yalan söyleseydim, ikimiz de helak olmuştuk. Doğru söylemenin bereketiyle ikimiz de kurtulduk) diye cevap verdi.

2- Doğruluk için niyette ihlas şarttır. Şayet davranışlarda nefsin arzuları karışırsa, bu niyetten ihlas kalkar. Bu kimse yalancı olur.

3- Azminde doğru olmalıdır. Mesela, (Allahü teâlâ bana şu malı verirse veya şu makama geçersem, şu hizmeti yaparım) diyen kimse, o mala veya o makama sahip olunca, zaruretsiz sözünde durmazsa, azminde doğru değildir.

4- Verdiği sözde durmalıdır. Hazret-i Enes bin Malik anlatır: Amcam Nadr’ın oğlu Enes, Bedir savaşında Resul-i Ekremin yanında savaşa katılamadığına çok üzüldü. (Eğer Allahü teâlâ, beni bir savaşa kavuşturursa, bütün gücümle savaşacağım) diye karar verdi. Ertesi yıl Uhud savaşına katıldı. Sad bin Muaz bunu görünce, (Ne o, nereye gidiyorsun?) diye sorduğunda, (Uhud dağının ardında Cennetin kokusunu aldım. Cennete gidiyorum) dedi. Öyle savaştı ki, şehit olduğunda vücudunda seksenden fazla yara vardı. Bacısı, (Tanınacak hâli kalmamıştı. Ancak elbisesinden onu tanıyabildim) dedi.

5- Doğru iş yapmalıdır. İçi ile dışının bir olması adalettir. İçinin dışından iyi olması fazilettir. İçi dışına uymayan insana doğru denmez.

6- Bütün işlerde doğru olmalıdır. Hadis-i şerifte, (Kalbi doğru olmayanın imanı doğru olmaz. Dili doğru olmayanın da kalbi doğru olmaz) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)


Büyükler buyuruyor ki:
Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. (Hazret-i Ebu Bekir)

Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)

Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)

Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)

Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)

İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)

İstikamet [her işte daimi doğruluk], kerametten üstündür. (Seyyid Abdülhakim Arvasi)

Hazret-i Lokmana, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana gerekmeyeni bırakmakla) diye cevap verdi.

Seyyid Abdülkadir Geylani hazretleri, "Bu işe başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye soranlara buyurdu ki: (Temeli doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti.)

Bütün kötülüklerin esası yalandır. Peygamber efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Ancak üç yerde caizdir. Harpte, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi geçinmek için.
Din düşmanlarının zararından korunmak veya müslümanları korumak için yalan söylemek caizdir. Zalimden, bir müslümanın bulunduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın sırrını, aybını meydana çıkarmamak için ve bunlar gibi haramları önlemek için yalan caiz olur, ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan üç yerde caizdir: Harpte, zira harp, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idare etmek için.) [İbni Lal]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.) [Müslim]
(Kötü şeyler irtikab eden, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddıkın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.

Her doğruyu her yerde söylememeli
Doğruluk ve doğru söz, dinimizin esasındandır. Fakat büyüklerimiz, (Sözün doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde söylememelidir!) demişlerdir. Ulu orta, köre kör, sağıra sağır demek uygun olmaz. Dünya ve ahirete yaramayan doğruyu söylemekte ise zaten fayda yoktur. Denizde su, ormanda ağaç, çölde kum olur) demek doğrudur. Fakat boş sözdür. Bu doğru söz insanların içinde beş on kere tekrar edilirse ona deli derler. Dokuz köyden kovulmamak için doğruyu dinimizin emrine uygun söylemelidir! Mesela hırsız, ahlaksız, hain insan kötüdür. Bunu ıslah için (Sen ahlaksızsın) denirse kabul etmez. Dokuz köyde böyle konuşursak, her köyden kovuluruz. İyi ahlakın güzelliği anlatılarak kötülükten vazgeçirmeye çalışılır.

(Yiğitlik ondur. Biri kaçmak, dokuzu hiç görünmemek) sözünde bir pasiflik görünüyor gibi ise de, yiğitlik, kabadayılık değildir. Kavga çıkaran, baş yaran, belasından yanına varılmayan kimseye yiğit denmez. Yiğit, haklı olduğu, gücü yettiği halde, affeden, intikam almayan, kavga etmeyen, iyi geçinen kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yiğitlik, kahramanlık, pehlivanlık hasmını yenen değil, öfkesini yenendir.) [Buhari]
Harpte düşman karşısında cesur, fakat müslümanlar arasında mütevazı olmalıdır!

Rızktan endişe etmemeli
Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Cennet yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Allah indinde o kimse sıddıklardan olur.) [Buhari]

Bir haramdan kaçmak, milyonlarca nafile ibadetten evladır. Günahtan kaçmak ibadet yapmaktan önce gelir. Hadis-i şerifte, (Küçük bir günahtan kaçmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. (Riyad-ün Nasıhin)

Rızktan endişe etmemeli, bu yüzden doğruluktan ayrılmayıp haramlara düşmemeli. Rızk mukadderdir. Yani herkesin rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. İsteyene helalden gelir, isteyene haramdan. Gelen miktar aynıdır. Ecel de mukadderdir. Yani herkesin ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve kader, hayır ve şer, zaten imanın şartlarındandır. Peki, daha ne istiyoruz, niye şükretmiyoruz? Rızkımız belli, ömrümüz belli, başımıza gelenler Allah'tan. Artık dileyen şükretsin, dileyen de nankörlük.

Gencin birisi Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır:
7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi, (şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.

O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti, kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi.
Öyle ise, haramı ateş bilip ona uzanmamalı, günah kazanmamalı.

İslam’ın adaleti
Rum Kayseri Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslam askerlerinin başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara, Halife Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca buyurdu ki:

(Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve Halifemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslamiyet’in adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslümanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.)

Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beyt-ül-mal emini Habib bin Müslime teslim ettiler.
Herakliyus’un, bütün ülkesinden asker toplayarak Antakya’ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’deki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebu Ubeyde hazretleri şehirde memurların şöyle bağırmalarını emretti:

(Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beyt-ül-mala gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.)

Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve müslüman oldu. Kendi arzuları ile Rum ordularına karşı İslam askerine casusluk yaptılar.

İslam devletlerinin meydana gelmesi, yayılması asla, saldırmakla olmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, iman kuvveti idi ve İslam dininde çok kuvvetli bulunan adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlık meziyeti idi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı men eder.) [Nahl 90]

(Ey iman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz!) [Maide 8]

Sözünün eri
İbrahim aleyhisselam, Allahü teâlâ bir oğul verirse, onu Allah için kurban edeceğini söyledi. Dileği hasıl olunca, sözünü yerine getirmesi rüyada bildirildi.

Hazret-i İbrahim, sözünde durup oğlunu kurban etmek istedi. Cenab-ı Hak, (İbrahim, gerçekten rüyasına sadakat gösterdi. Elbette bu açık bir imtihandı. Oğluna karşılık ona büyük bir kurbanlık koç fidye verdik. İhsan sahiplerini böyle mükafatlandırırız) buyurdu.

Hazret-i İbrahim, Nemrud tarafından ateşe atıldığında canı ile, Hazret-i İsmail’i kurban etmesi emredildiğinde evladı ile, ovaları kaplayan bütün sürülerini bağışlamakla da malı ile imtihan edildi. Üç imtihanı da kazandı. Kur'an-ı kerimde, (Sözünün eri İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)

Böyle sözünde durmak büyük fazilettir. Kur'an-ı kerimde, sözünde duranlar övülmektedir:
(Müminler içinde Allah’a verdiği sözde duran nice erler var.) [Ahzab 23]
(Elbette İbrahim, sadık bir Peygamberdi.) [Meryem 41]
(İsmail, sözünde sadık resul bir Peygamberdi.) [Meryem 54]

Hadis-i şerifte ise buyuruldu ki:
(Doğruluk iyiliğe, iyilik Cennete götürür. İnsan doğruluk ile Allah indinde, sıddıklardan yazılır.) [Müslim]

Hazret-i İbrahim, Cenab-ı Hakkın gönderdiği koçu kurban etti. Peygamber efendimiz, Eshab-ı kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. (Hakim)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Dostları çoğaltmak

İyi kimselerin çok olması elbette iyidir. Düşmanlarla mücadelede daha çok kuvvete sahip olmak, halk içinde daha çok sevilmek ve gerektiğinde ihtiyaçları temin için, daha fazla yardım görmek için fazla dost edinmek daha iyidir. Çünkü kişinin süs ve şerefi, dostlarının çokluğudur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Dostunuz çok olsun! Çünkü Rabbiniz, kerimdir. Kıyamette dostları arasındaki kimseye azap etmekten hayâ eder.) [Şir’a]

(Tanıdığınız çok olsun! Kıyamette her biri şefaat eder.) [İbni Neccar]

Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya vahyetti ki:
(Arkadaşlarına haset etmeyenin dostları çoğalır.) [İ.Gazali]


İnsanların âcizi, dost edinemeyen, bundan da âcizi, dostlarını kaybedendir. Dostları kaybetmemek için cömert olmalı, hediye vermelidir. Hadis-i şerifte, (Hediyeleşmek dostluğu artırır) buyurulmuştur. Dostluğun devamı için, hâl ve hareketlerle onu sevdiğini bildirmeli, dil ile de söylemelidir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Dostunu seven, ona, “Seni Allah rızası için seviyorum” desin!) buyurmaktadır.

Arkadaşının dostu ile düşman olmamak veya düşmanı ile dost olmamak da vefadandır. Arkadaşın hatasını görüp de, onu ikaz etmemek dostluğa sığmaz. Hafız-ı Şirazi, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) buyuruyor.

İyilerle arkadaşlık, dostluk kıymetli iken; kötülerle arkadaşlık da çok kötüdür. İnsanın dünyasını da, ahiretini de yıkar. (Kişinin dini, dostunun dini gibidir. O halde kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin!) mealindeki hadis-i şerifi unutmamalıdır.


Hazret-i Ali, (Dostlarınızı çoğaltın! Onlar sizin için dünya ve ahiret sermayesidir) buyurmuştur. Dosttan gaye, iyi kimseleri çoğaltmak olmalı; yoksa sayıyı çoğaltmak değil. Çünkü iyi bir dost, hayırsız bin dosttan iyidir.

Dostları çoğaltacağım derken, düşman kazanmamalıdır. Hasan-ı Basri hazretleri, (Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!) buyurdu. Şeytan, insana kötü arkadaş vasıtası ile günah işletir. Akıllı, ilim sahibi, iyi ahlaklı, cömert ve günahlardan kaçan kişilerle dostluk etmelidir! Kur’an-ı kerimde mealen, (Benim yolumda gidenlere uy!) buyuruluyor. Allahü teâlâ, Davut aleyhisselama, (Beni sevmeyenlerle dostluk etme! Bunlar senin düşmanındır. Kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırır) buyurmuştur.

Dostluk yükünün ağır ve külfetli olmaması, dostlar arasında cereyan eden çekişme ve ihtilafların az olması için az sayıda dost edinmek daha iyidir. Bazı âlimler de fazla dost edinmeyi uygun görmeyip demişler ki:


* Dost ateş gibidir; azı yarar, çoğu zarar.
* Dostu çok olanın, alacakları da çok olur.

* Birçok hastalık, fazla yiyip içmekten hasıl olur. Düşman da dostlar arasından çıkar, başka yerden gelmez. O halde dostları çoğaltma! Nice çok şey vardır ki, ikrah ve pişmanlık getirir. Nice az da vardır ki, rağbet ve nefaset getirir. Deniz çoktur; fakat tuzlu olduğundan susuzluğu gidermez. Yağmur suları azdır; fakat susuzluğu giderir.


Araştırmadan ve denemeden dostları çoğaltan, rastgele ağır taşları yüklenmeye çalışan ahmağa benzer. Araştırmak ve denemekten üşenmeyip dost edineceği kimsenin özelliklerini ince elekten geçiren, kıymetli taşları, mücevherleri seçen kimseye benzer. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Akıllı kimse, en sağlam dostuna karşı bile ihtiyatlı olur.) [Deylemi]

(Dostuna tanıdığın hak ve saygıyı o sana tanımıyorsa, onunla arkadaşlıkta fayda yoktur.) [El-Askeri]
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

İstişarenin önemi

Bir iş yaparken ehline sormaya "meşveret" veya "istişare" denir. İstişare sünnettir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruluyor. (Al-i İmran 159)
İyi kimseler övülürken de (İstişare ederek iş yaparlar) buyuruluyor. (Şura 38)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İstişare, pişmanlığa karşı kaledir.) [İ. Maverdi]
(İstihare eden, mahrum kalmaz, istişare eden pişman olmaz.) [Taberani]

İnsanı pişman eden, kendi görüşündeki ısrardır.) [İ. Maverdi]
(Kendi düşüncenize göre hareket etmeyin!) [Taberani]
(Yapacağı işi ehli ile istişare edene, o işin en güzeli nasip olur.) [Taberani]

Hazret-i Âdem, “İşlerinizi istişare ile yapın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım” buyuruyor. İstişare edilecek kimsede şu vasıflar bulunmalıdır:
1- Akıllı olmalı! Akıllı ile istişare galibiyet, ahmakla istişare mağlubiyet denilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Akıllıya danışıp onu dinleyen, doğruyu bulur, dinlemeyen pişman olur.) [İ. Maverdi]

2- Tecrübeli, işinin ehli olmalı! Çünkü, her şey akla, akıl da tecrübeye muhtaçtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tedbirli kimse, işinin ehli olana danışıp, ona göre hareket eder.) [Ebu Davud]

Hazret-i Lokman Hakim de buyurdu ki:
(Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimseye danış! Çünkü o, kendisine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava verir.) [İ. Maverdi]

3- İlim sahibi ve salih olmalı! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Salih olan âlimlerle istişare edin!) [Taberani]
Hazret-i Ömer, (Allah’tan korkanlarla istişare edin) buyurmuştur.

4- Dost olmalı! Dost olmayan kimseler, yanlış bilgi verebilir.

5- Fikri kuvvetli, sıhhatli olmalı! Düşüncesi dağınık, kaygılı kimselerin görüşü isabetli olmaz.


Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Peygamber efendimiz eshabı ile istişare eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İstişare edilen, güvenilen kişidir, kendisine layık gördüğünü başkasına tavsiye eder.) [Taberani]

(Danışana, bilerek yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]

(Danışan yardıma kavuşur. İstişare edilen emindir.) [Askeri]
(Danışılan, güvenilir kimsedir. Biliyorsa söyler, bilmiyorsa sükut eder.) [Kudai]

İstişare ile yapılan iş, hatalı görünse de, sormadan yapılandan üstündür.


İstişare sünnettir, danışan dağı aşar,
Danışmayan zavallı, düz yolda bile şaşar.

Bilmemek ayıp değil, sormamak ayıp olur,
Ehline soran kişi, hakiki yolu bulur.

Meşveretin Türkçesi, ehline danışmaktır,
Başlamadan bir işe sebebe yapışmaktır.

İstişare edenler, hiç pişman olmaz elbet
Danışacak bir yerin varsa ne büyük nimet

Şaşkınlık içindesin, sendeki bu çile ne?
Eğer bin bilsen bile, sormalısın bir bilene

İstişare sünnettir


Sual: Allahü teâlâ yapacağımız işleri danışarak yapmamızı emrediyor. Danışarak iş yapmak farz mıdır? Hangi işi kimlere sormak gerekir?
CEVAP
İstişare, yani danışmak sünnettir. Unutulmuş, sünnetleri meydana çıkarmak çok sevaptır. Danışmak insanı pişman olmaktan koruyan bir kale gibidir.

Danışılacak kimsenin, insanların halini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Buna siyaset bilgisi denir.

Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Gerek din ve gerek dünya işlerinden bilmeden hüküm verene melekler lanet eder.

Bilinen şeyde istişareye lüzum yoktur. Fakat bildiğimizi zannettiğimiz nice şeyleri bilmediğimiz meydana çıkıyor.

Bir iş, neticesine göre ölçülür. Sonu hayırla mı, yoksa şerle mi biteceğini bilemeyiz. Olmasını şiddetle arzu ettiğimiz bir iş, bizim için çok tehlikeli olabilir. Aksine olmamasını istediğimiz bir iş, bizim için çok hayırlı olabilir.

Yukarıda vasıflarını bildirdiğimiz salih kimselerle istişare edince, verdikleri cevap pek aklımıza yatmasa da o işi yapmamız gerekir. Çünkü ehli ile danışılarak yapılan işin neticesi hayırlı olur. Onun için (Danışan dağı aşmış, danışmayan düz ovada yolu şaşırmış) dedikleri gibi, (Meşveretsiz yapılan şeyden hayır gelmez) de demişlerdir. (Şir’a)

Kendi görüşünde direnen kişi bir başka fikre muhtaç olmaktan kendisini hiçbir vakit kurtaramaz. Danışma yolunu benimseyen kişi ise helakten korunmuş olur. Hikmet ehli buyuruyor ki:
"İstişare, doğru yolu bulmanın tâ kendisidir! Her kim ki, kendi görüşünü beğenip başkası ile istişareye muhtaç olmadığını düşünse ve müşavereye lüzum görmese elbette yapacağı işte hata meydana gelir."

İşlerinde güçlükle karşılaşırsan akıllı kişilerin görüşlerine müracaat et. İstişareden kaçınma! Kendi görüşünle baş başa kalıp pişmanlık duymaktan elbette daha çok iyidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

İyilerle beraber olmak
Salihlerle beraber olan, onlardan hiçbir şey öğrenemese bile, yedi ikrama kavuşur:

1- İlim talebesinin faziletine kavuşur.
2- Onlarla beraber iken günahtan uzak olur.
3- Evinden çıkışından itibaren rahmete girer.
4- Onlara inen rahmetten o da faydalanır.
5- Onları dinlerken, kendine sevap yazılır.
6- Melekler ondan memnun olup, dua eder.
7- Attığı her adım, günahına kefaret olur.

Allahü teâlâ da ona altı ikramda bulunur:
1- İlim ehliyle bulunmayı ona sevdirir.
2- Âlime uyanlar gibi sevaba kavuşur.
3- O salihlerden birinin şefaatine kavuşur.
4- Günahkârların gittiği yerlerden soğur.
5- O da salihlerin yoluna girmiş olur.
6- Dinimizin emirlerine uymuş olur.

Bir kimse, Peygamber efendimize, (Kıyamet ne zaman kopacaktır?) diye sordu. Ona cevaben, (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. O kimse, (Fazla ibadetim yok. Fakat Allah ve Resulünü seviyorum) dedi. O kimseye, (Herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Sen de, ahirette sevdiğinle beraber olacaksın) buyurdu. (Buhari)
Hikmet ehli buyuruyor ki:
1- Âlimlerle beraber olanın ilmi artar.
2- Salihlerle beraber olanın, ibadete rağbeti ve günahlardan kaçma arzusu artar.
3- Fasıklarla [açıktan günah işleyenlerle] düşüp kalkanın günah işleme cüreti artar.
4- Zenginlerle düşüp kalkanın dünya sevgisi artar.
5- Fakirlerle beraber olanın şükrü artar. Bir kimse, bir âlimle dünyayı dolaşsa, âlimden dinine ait bir mesele öğrense, birlikte yaptıkları seyahati boşa gitmiş olmaz. Bir kimse de, âlimlerle, salihlerle beraber olsa, hiçbir şey istifade edemese bile, onların yüzüne bakması, onun için büyük bir nimettir. Çünkü salih Müslümanın yüzüne bakmak ibadettir.
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.) [Müslim]

Kötü arkadaş, bir tane olsa da çoktur. İyi arkadaş bin tane olsa da azdır. İyilerle dost olmalı ve sayısını çoğaltmaya çalışmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çok dostunuz olsun; çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında bulunan kuluna azap etmekten haya eder.) [Şir’a]

(Çok tanıdığınız olsun! Kıyamette hepsi de şefaat eder.) [Şir’a]
(Allahü teâlâ, rıza-i ilahi için bir din kardeşi edinenin Cennetteki derecesini yükseltir.) [İ. Ebiddünya]

(Allah için ahiret kardeşliği yapan, ahirette öz kardeşinden daha faydalı yardımları, o ahiret kardeşinden görür. Allahü teâlâ, ahiret kardeşini çok seveni, o nispette çok sever.) [Ey Oğul İlm.]

İyilerle arkadaşlık, dostluk böyle kıymetli iken, kötülerle arkadaşlık daha kötüdür. İnsanın dünyasını da, ahiretini de yıkar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Şu halde kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin!) [Hakim]

Akıllı, ilim sahibi, iyi ahlaklı, doğru sözlü, cömert ve günahlardan kaçan kimselerle arkadaşlık etmelidir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Benim yolumda gidenlere uy) buyuruluyor. (Lokman 15)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ev almadan önce komşu, yola çıkmadan önce arkadaş edinin! Yolculuktan önce de azık tedarikine çalışın!) [Taberani] (Ahiret yolcusunun azığı doğru iman ve arkadaşı da salih ise ne mutlu ona)

Kötülerden uzak durmalı
İmanımızın üç düşmanı vardır: Şeytan, nefs ve kötü arkadaş. En zararlısı kötü arkadaştır. O, nefsimizin ve şeytanın aracılığı ile bize zarar verir. Arkadaşların en kötüsü insanın dinini, imanını, edebini, hayasını, ahlakını bozmaya uğraşan, böylece dünya ve ahiretine, ebedi saadetine saldırandır. Salihler, iyiler anıldığı zaman rahmet, kötüler anıldığı zaman lanet yağar. Kötülerden uzak durmaya çalışmalıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kötü arkadaş, demirci körüğü gibidir. Üflenildiği zaman ateş kıvılcımları seni yakmazsa, kokusu seni rahatsız eder.) [Buhari]

Pis koku, farkında olmayarak elbiseye siner. Kötünün kötülüğü de farkında olmayarak insanın kalbine girer. Şu halde yapılacak iş, kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu, iffetli yaşamak isteyene cenab-ı Hak nasip eder. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İffet talep edeni, Allahü teâlâ iffetli kılar.) [Hakim]

İffetli olan, aile efradının da iffetli olmasını ister. Onları da kötülükten korur. Kendisi kötü olursa, bir gün çoluk çocuğu da Allah saklasın kötü yollara düşebilir. Çocuklarının iffetsiz olmasını hangi ana-baba isteyebilir? Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. [/size]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur.) [Taberani]
(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşamak ve iffetli olmak gerekir.) [İbni Asakir]

Kur'an-ı kerimde de namaz kılanın her kötülükten korunacağı bildiriliyor. Herkes ne ekerse onu biçer. Rüzgar eken, fırtına biçebilir. İyilik eden de iyilik biçer. Hem Allahü teâlâ çok merhametlidir. Bir tohuma, bire on ve daha fazla mahsul verir. İyilik yönünden bir adım atana çok şeyler ihsan eder. Günahlarına pişman olup özür dileyenin günahlarını affeder. Yeter ki insan hatasını bilip özür veya af dilemesini bilsin! "Ben artık mahvoldum, Allah beni affetmez" diye düşünmek çok yanlış ve çok tehlikelidir. Zararın neresinden dönülürse kârdır. (Allah artık beni affetmez) diyerek günahlara devam etmemeli, günahım çok diye tevbeden kaçmamalı. En büyük günahların da tevbesi olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey günahı çok olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah günahların hepsini affeder. O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53]

Gayrı meşru işler, dünyada da yüzkarasıdır. Ahirette ise, azabı çok şiddetlidir. "Ben ölmem" veya "Cehennem ateşi bana zarar vermez" diyen varsa, dilediği kötülüğü işlesin! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar, ahiret için, ahirette kalacağın kadar çalış! Allah’a, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!) [Eyyühel veled]
Öleceğine inanan ve öldükten sonra başına gelecekleri düşünen, nasıl kötülük işleyebilir?

İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık dost, arkadaşını tehlikelerden koruyan kimsedir. Böyle bir arkadaş bulunursa, bunu büyük nimet bilmeli. Onun tavsiyelerine kızmamalı. Mesela gıybetin, zinadan kötü olduğu, sevapları ateşin kuru odunu yaktığı gibi yok ettiği hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Biz gıybet ederken, bir arkadaşımız, (Sus, sevapların yanacak, Cehenneme gideceksin!) derse, bize iyilik mi etmiş olur, kötülük mü? İyilik ettiğine göre, böyle arkadaşa kızmak mı, yoksa minnettar kalmak mı gerekir?


Haramdan kurtulmanın en kısa yolu
Her Müslümanın dinimizin emirlerine uyup, yasak ettiklerinden kaçması gerekir. Haramların hepsinden kaçmak çok zordur. Ama İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiği yol ile dinin emir ve yasaklarına uymak kolaylaşıyor. O da salihlerle, sadıklarla beraber olmaktır. Yani adam olmak için adam olanlarla beraber olmaktır.
Kur’an-ı kerimde de mealen böyle buyuruluyor:
(Allah’tan korkup sadıklarla [doğrularla] beraber olun!) [Tevbe 119]


Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Haramdan sakınan kimse ile oturmak ibadettir.) [Deylemi]

İyilerle beraber olan iyi, kötülerle beraber olan da kötü olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.) [Nisa 140]

Zaruret olmadıkça kâfirlerle, bid’at ehli ile oturmak uygun değildir. Allah adamları ile, evliya ile salih âlimlerle birlikte bulunmaya çalışmalıdır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Onlarla beraber olan şaki olmaz.) [Buhari]

Peki salih ulema ve evliyayı bulamayan ne yapacak? Bunu da bildirmişler: (Onları bulamayan, kitaplarını okurlarsa, bunlar da şaki olmaz) buyurmuşlardır. O halde Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını büyük nimet bilip okumaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Benim evliyam şunlardır ki, ben anılırsam, onlar hatırlanır, onlar hatırlanınca ben anılırım.) [Ebu Nuaym]

Salih bir zatın oğluna nasihati şöyledir:
Oğlum, salihlerle beraber ol! Eğer ilim sahibi isen, ilmin onlara faydalı olur. İlim sahibi değilsen, onlardan bir şeyler öğrenirsin. Allahü teâlâyı hatırlamayanlarla beraber olma! İlim ehli de olsan, ilmin onlara faydası olmaz. İlim ehli değilsen, daha çok zarara girersin. Eğer Allahü teâlâ onlara gazap ederse, sen de helak olursun. İyilerle beraber iken, Allahü teâlâ onlara rahmet ederse, layık olmasan da, sen de o rahmetten faydalanırsın. Peygamber efendimize kimlerle beraber olmak gerektiği sual edildiğinde buyurdu ki:
(Gördüğünüzde sizlere Allahü teâlâyı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi ahireti düşünmenize yarayanla beraber olun!) [Ebu Ya’la]

Salih bir arkadaş bulunca, ona gerekli hürmeti göstermeli! Onun can ve malını, kendi can ve malından önce tutmalı! Ayıplarını araştırmamalı, aybı olsa bile görmemeli ve kimseye söylememeli, hatta unutmalı! Sözüne itiraz etmemeli, onunla tartışmamalı! Aleyhinde konuşan olursa, uygun şekilde susturmalı, alınacağı veya üzüleceği bir söz söylememeli! Suizanda bulunmamalı, uygunsuz hareketlerini dalgınlığa veya unutkanlığa yormalı! Yani bir mazeret arayıp suçsuz olduğunu kabul etmelidir! Çünkü güzel ahlak sahibi, insanları mazur görür. Onların kusurlarını meydana çıkarmaz, insafla hareket eder, fakat başkasından bu insafı beklemez. Böyle bir arkadaşın sevdiklerini sevmeli, sevmediklerinden uzak olmalı! Onu kendisine dost ve kardeş bilmeli! Ona hürmet göstermedikçe, ilminden istifade edemez.


Kötülerle düşüp kalkmak
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müminin kalbi, kaynayan tencereden çok değişikliğe maruz kalır.) [Hakim]
Bunun için kötü arkadaşlardan ve kötü işlerden uzak kalmalıdır. Kötü bir kimseyi düzeltmeye çalışacağım diye onunla arkadaşlık edilirse, kendisinin bozulma ihtimali daha fazladır.
Kalb, kötü kimselerin yanında gaflete dalınca, şeytan da vesvese verir. Aydınlıkla karanlığın çarpışması gibi, Allahü teâlâyı anınca şeytan kaçar, unutunca şeytan gelir. Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan onlara galebe çaldı ve onlara Allah’ı anmayı unutturdu.) [Mücadele 19]

Şeytanın galebe çalmaması için kötü arkadaşlardan uzak durmalıdır.
Kötülere yaklaşanın, kötülüklerden uzak durması zordur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Uçurumun kenarında dolaşan, uçuruma yuvarlanabilir.) [Buhari]
(Töhmete sebep olacak yerlerden kaçının!) [İ. Gazali]

"Ben kötülerle gezerim ama, onların bana zararı dokunmaz" demek çok yanlıştır. İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir. Farkında olmadan arkadaşının huylarına sahip olur. O halde iyilerle arkadaş olmaya çalışmalıdır!

İyi insanlarla gezmek ve iyilerden bahsetmek de nimettir. Çünkü hadis-i şerifte, (Salihler, iyiler anıldığı zaman rahmet nazil olur) buyuruldu. (İ.Ahmed)

Rahmet, Cennete girmek ve Allah’a kavuşmaktır. Salihler, iyiler anılınca, bu rahmetin sebebine kavuşulmuş olur. Salihlere uyma isteği başlar. Salihlere uyan da Cennete girer. (Kötünün bana ne zararı dokunur?) demek çok yanlıştır. Çürük bir meyve bütün meyvelerin çürümesine sebep olur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Salihleri anmak günahlara kefarettir.) [Deylemi]
(Fazilet ehlini ancak fazilet sahipleri tanır.) [Deylemi]
(Fıkıh öğrenilen yerde bulunmak, bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.) [Deylemi]

(Kırk gün içinde, bir ilmi sohbette bulunmayanın kalbi kararır. Büyük günah işlemeye başlar. Çünkü ilim, kalbe hayat verir.) [Müjdeci Mek.]

(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.) [Deylemi]

(Ya âlim, ya talebe veya bunları dinleyenlerden olun! Yahut ilim ehlini sevenlerden olun! Bunlardan gayrısı olan helak olur!) [Beyheki]

(Evliyayı görünce, Allah hatırlanır.) [H.Tirmizi]
(Her şeyin kaynağı vardır. Takvanın menbaı ariflerin kalbleridir.) [Taberani]
(Büyüklerle oturun, âlimlere sorun ve hikmet ehli ile beraber olun!) [Taberani]

Böyle salih kimseler bulunmazsa kötülerden uzak durmalıdır.
Dağda yaşayan birisine, (Burada ne yapıyorsun) demişler. O da (Köpek çobanlığı yapıyorum) demiş. (Hani burada köpek yok) demişler. (Benim nefsim köpek gibi ısırıcıdır. Kimseye zararı dokunmasın diye onu insanların arasından çıkardım) demiş.

İslamiyet’e uymayanlardan, günah işleyenlerden ve bid'at ehlinden uzlet etmeli, yani bunlardan uzak durmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hikmet, on kısımdır. Dokuzu uzlette, biri de, az konuşmaktadır.) [Beyheki]
Böyle insanlarla zaruret kadar görüşmelidir! "Halk bozuldu aşikâre, müdaradır tek çare" buyurulmuştur. Yani onlarla iyi geçinmek gerekir.

Vakitleri, çalışmakla, Allah’ı anmakla, tefekkürle ve ibadetle geçirmelidir! Eğlenecek zaman, öldükten sonradır. Salih, temiz müslümanlarla görüşmeli, onlara faydalı olmalı ve onlardan faydalanmalıdır! Lüzumsuz, faydasız sözlerle, zamanları zayi etmemelidir! Zararlı kitapları, gazeteleri okumamalı, böyle radyoları, televizyonları dinlememeli, seyretmemelidir. İslam düşmanlarının kitapları, gazeteleri, radyoları, tvleri; dini, İslamiyet’i yok etmek için sinsice çalışıyor. Gençleri, dinsiz, ahlaksız yapmak için, planlar kuruyorlar. Bunların tuzaklarına düşmemelidir!


Az konuşmalı, az uyumalı ve az gülmelidir! Kahkaha ile gülmek, kalbi karartır. Çalışmalı, fakat karşılığını Allahü teâlâdan beklemelidir! Onun emirlerini yapmaktan zevk duymalıdır! Yalnız Ona güvenince, O, her dileği ihsan eder. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, yalnız Ona güvenenin her dilediğini verir ve bütün insanları buna yardımcı yapar) buyuruldu. Yahya bin Muaz-ı Razi hazretleri buyurdu ki:
(Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk ettiğin miktarda, herkes sana yardımcı olur.)

Ebu Muhammed Abdullah Raşi hazretleri de buyurdu ki:
(Allahü teâlâ ile insan arasında olan en büyük perde, kendi nefsini düşünmesidir ve kendisi gibi aciz olan bir kula güvenmesidir. İnsanların değil, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı düşünmelidir.)
Aileye ve çocuklarına karşı tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır! Onların haklarını yerine getirecek kadar aralarında bulunmalıdır! Onlara bağlanmak, Allahü teâlâdan yüz çevirecek kadar olmamalıdır! (Mektubat-ı Masumiyye c.2, m.110)

Üç şey insanı harap eder: Kibir, öfke, şehvet. Müslüman, başkalarının yükünü çeker, başkalarına yük olmaz. Sıkıntı ne kadar artarsa, ibadet de o kadar kıymetli olur. Gönül kırıcı latife yapmamalıdır!
Hadis-i şerifte, (İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir) buyurulmuştur. (Buhari)

İyi insanlarla beraber olan kimse, bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile, onların yanında kötülük edemez. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini arkadaşının dini gibidir) buyuruluyor. (Tirmizi)

Sevdiğini dil ile de söylemeli
Kâfi değildir. Dil ile de söylemek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arkadaşını seven, onun yanına gidip "Seni Allah rızası için seviyorum" desin!) [İ.Ahmed]

Böyle bir arkadaş bulunca, onu üzecek bir davranışta bulunmamak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arkadaşınla münakaşa etme! Ona sıkıntı verme! Ona buna arkadaşının hâlini sorma! Belki ona düşman birine rastlarsın da, arkadaşın hakkında yanlış bir şey söyleyip aranızın açılmasına sebep olabilir.) [Ebu Nuaym]

Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse, kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimali çoktur. Onun için iyi kimselerle beraber olmaya çalışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kula hayır murat ettiği zaman, dinini kayıran kimseler yanında çalışmayı nasip eder. Şerri murat edilen kul da, dinini kayırmayan kötü kimselerin yanında çalışır.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ bir kuluna hayır, murat edince rüyasında onu ikaz eder.) [Deylemi]


Kişi sevdiği ile beraber olur
İyi ile kötüyü sevmek, temiz ile pisliği karıştırmak demektir. Karışım pis olur. Bir kimse, hem Peygamber efendimizi, hem de Ebu Cehil'in itikadını sevse Cehenneme gider.
(Allah ve Resulünü seviyorum) diyen bir zâta, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Kıyamette sevdiklerinle beraber olursun.) [Müslim]

Allahü teâlâyı ve Onun Peygamberini sevmek, emirlerini yapıp, yasak ettiklerinden kaçmak demektir. Allahü teâlâyı sevmenin alameti, dostlarını sevmek, düşmanlarına düşmanlık etmektir. Hadis-i şerifte, (İbadetin efdali, müslümanı müslüman olduğu için sevmek, kâfiri kâfir olduğu için sevmemektir) buyuruldu. Allahü teâlânın düşmanını, mesela Ebu Cehil'i sevenin, (Allah’ı da seviyorum) demesi yalan olur. Allah’ın sevdiğini sevmeyen de, Allahü teâlâyı sevmiş olamaz. Mesela Hıristiyanlar, Peygamber efendimizi sevmedikleri için, (Allah’ı ve Hazret-i İsa'yı seviyoruz) deseler de, faydası olmaz. Yahudiler de, Hazret-i İsa'yı sevmedikleri için, (Hazret-i Musa'yı seviyoruz) deseler de, kıymetsizdir.

Âlimler, (Kişi sevdiği ile beraber olur) hadis-i şerifini şöyle açıklıyor:
Bir kimse, salih bir mümini sever, onun gibi itikada sahip olup, onun gibi amel işlemeye gayret eder, Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını da düşman bilirse, ahirette sevdiği kimse ile birlikte Cennette olur.

Bir kimse de hem müslümanları, hem de gayrı müslimleri sever, gayrı müslimlerin itikadlarını beğenirse, gayrı müslimlerle birlikte Cehenneme gider. (Kişi sevdiği ile birlikte olur) demek, sevdiği kimsenin derecesine kavuşur demek değildir. Fakat iyileri sevdiği için, Cennette onlarla birlikte olur. Herkes imanının parlaklığına, kuvvetine göre farklı derecelerde bulunur. (Mektubat-ı Rabbani, Hadika)

Bu yazıdan anlaşılıyor ki, imansızları sevmek, onların itikadlarını beğenmek, insanı ebedi Cehenneme sürükler. Ahirette iyilerle beraber olabilmek için, dünyada da onlarla beraber olmak, onları sevmek, onların yolundan gitmek gerekir.

Hiçbir menfaat beklemeden sırf müslüman olduğu için bir kimse ile dost olmak çok iyidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cennette öyle güzel saraylar vardır ki, bunlar Allah rızası için birbirini sevenler içindir.) [Ebuşşeyh]

Üç kişiyle evlense
Ümm-i Habibe validemiz, böyle bir suali sorunca, Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Böyle bir kadın, serbesttir. Hangi kocası güzel huylu ise ahirette onunla olur. Güzel ahlak sahibi olan, dünya ve ahiret iyiliğine kavuşur.) [B. Arifin]

Demek ki, kadın, üç kişiden hangisini daha çok seviyorsa, onunla beraber olur. Üçünü de istemiyorsa, hiçbirisi ile beraber olmaz.

Cennette üzüntü yoktur. Çocuk veya bekâr olarak ölenler de Cennette evlenecektir.
Cennete gitmek için iyilerle beraber olmak gerekir. Peygamber efendimize, kimlerle beraber olmak gerektiği sual edilince buyurdu ki:
(Gördüğünüzde sizlere Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi, ahireti düşünmenize yarayan zatlarla beraber olun!) [Ebu Ya'la]

Kıyamet günü, dünya günlerinin uzunluğu ile mukayese edilmez. Çok uzundur ve çok sıkıntılıdır. Fakat salihlere çok kısa gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ istediği kula, kıyamet gününün uzunluğunu bir farz namazı vakti kadar kısa hissettirir.) [Beyheki]
O halde, beş vakit namazı kılıp salihlerden olmaya çalışmalıdır!

Salihlere dua etmeli
Elbette günah olur. Çünkü hubb-i fillah, buğdi fillah imanın esasıdır. Salihleri sevmeli, fasık ve facirleri sevmemeli. Başkalarının kusurunu görüp onlardan kendini üstün görmek kibirdendir. Kibir her hayra manidir. Bu hastalıktan kurtulmaya çalışmalı. Bilhassa sevmediğimiz salihlere özel dua etmeliyiz. Kur'anı kerimde iyilerin ettiği dua şöyle bildiriliyor:
(Rabbimiz, bizi ve bizden önce gelip geçmiş mümin kardeşlerimizi affet; kalblerimizde, mümin kardeşlerimize karşı hiçbir kin bırakma!) [Haşr 10]
Bu âyet-i kerimede bildirildiği gibi, sevmediğimiz salih arkadaşlara böyle dua etmeliyiz.

Salihleri anmak
Enbiyayı, evliyayı ve salih kimseleri anmak, onların yüksek mertebelerini, hallerini, güzel ahlaklarını hatırlamak, söylemek demektir. Bunları böylece hatırlayıp sevmek, Allah sevgisindendir. Bunları işitenler, bunlar gibi olmaya çalışırlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Salihleri anmak, günahları temizler.) [Deylemi]

(Peygamberleri anmak, ibadettir, salihleri anmak günahlara kefarettir. Ölümü anmak sadaka vermek gibidir. Kabri hatırlamak sizi Cennete yaklaştırır. Cehennemi hatırlamak cihad etmek gibidir.) [Deylemi]

(Her hastalığın şifası vardır, kalbin şifası, Allahü teâlâyı anmaktır.) [Deylemi]
(Salihler anılınca rahmet iner.) [İ.Ahmed]
[Hadis-i şerifteki rahmet, Cennetlik olmak demektir. Salihler anılınca, bu rahmetin sebebine kavuşulmuş olur. Salihlere uyma isteği başlar. Salihlere uyan da Cennete girer.]

Tasavvuf, Cenab-ı Hakkı anmak, arifleri hatırlayıp sevmek ve Resulullahın yoluna yapışmaktır.

Salihlerle beraber olmak
Bunları Allah söylüyor, Resulü söylüyor. Resulullahın vârisleri olan İslam âlimleri söylüyor. Doğru itikad ve ihlas olmadıkça, insanı hiçbir ibadeti kurtaramaz. Eshab-ı kiram niçin çok övülüyor? Bir hadis-i şerif meali: (Yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpa sevabına kavuşamaz.) [Buhari] Çünkü iyilerle beraber bulundukları içindir. Onlardan çok namaz kılanlar da var idi. Ama onların derecesine asla ulaşamazlar.

Eshab-ı kehfin köpeği niye ibret-i âlem için Cennete girdi? Salihlere hizmet ettiği, onlarla beraber bulunduğu için girdi. Nuh aleyhisselamın oğlu niye imansız öldü? Salihlerle beraber olmayıp onları kabul etmediği için, gemiye binmeyip dağa çıktığı için. (Ebu Bekrin üstünlüğü, çok namaz kıldığı, çok oruç tuttuğu için değil, kalbindeki bir şey içindir) mealindeki hadis-i şerif niye varit oldu? Çünkü Hazret-i Ebu Bekrin kalbinde Resulullahın sevgisi vardı, hep onunla beraber idi. Demek ki sadıklarla [doğrularla] beraber olmak, kötülerden uzak durmak gerekir. Üç âyet-i kerime meali:
(Allah’tan korkup sadıklarla beraber olun!) [Tevbe 119]
(Kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.) [Nisa 140]
(Benim yolumda gidenlere uy.) [Lokman 15]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.) [Ebu Davud]
(Âlimle beraber bulunmak ibadettir.) [Deylemi]
(Haramdan sakınan kimse ile oturmak ibadettir.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Benim evliyam şunlardır ki, ben anılırsam, onlar hatırlanır, onlar hatırlanınca ben anılırım.) [Ebu Nuaym]

(Evliya görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır.) [İbni Mace]

(Gördüğünüzde sizlere Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi ahireti düşünmenize yarayanla beraber olun!) [Ebu Ya’la]

(İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.) [Müslim]

(Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.) [Hakim]

Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama şöyle vahyetti:
(Beni sevmeyenlerle arkadaşlık etme! Bunlar senin düşmanındır. Kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırır.) [İ. Gazali]

Bir kimse, Peygamber efendimize, (Kıyamet ne zaman kopacaktır?) diye sordu. Ona cevaben, (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. O kimse, (Fazla ibadetim yok. Fakat Allah ve Resulünü seviyorum) dedi. O kimseye, (Herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Sen de, ahirette sevdiğinle beraber olacaksın) buyurdu. (Buhari)

Melekler, Allah’ı anan bir toplulukla karşılaşırlar. Allahü teâlâ meleklere, (Şahid olun ki ben bunların hepsini affettim) buyurur. Melekler, (Bunların içinde başka bir iş için gelen günahkârı da mı affettin?) diye sorarlar. Allahü teâlâ, (Evet onu da affettim. İyilerle beraber olan kötü olmaz) buyurdu. (Buhari, Müslim)

Arşın altında şöyle yazılı:
Bir kimse, salihler gibi amel işlese; ama günahkârlarla düşüp kalksa, iyi amelleri boşa gider, kıyamette kötülerle beraber haşrolur. Bir kişi de, kötüler gibi amel işlese; ama salihleri sevse, onlarla beraber olsa, günahları iyiliğe çevrilir, iyilerle beraber haşrolur. (Ka’b-ül-Ahbar)

İslam gemisine binmek
Gemi tabiri bir benzetmedir, Resulullah efendimizin vârisleri olan, mezhep imamlarımızın, ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda olmayı, onlara tâbi olmayı, bu istikamet üzere devam etmeyi anlatmak için söylenmiştir. Gemide olmanın alameti, doğru imandır; yani Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde iman etmek ve onları çok sevmektir. Bu ikisi olan gemide demektir. Bu nimet güneş gibi, sıkıntılar ise yıldızlar gibidir. Güneş olunca yıldızların görünmediği gibi, bu nimet olunca da sıkıntılardan dolayı aşırı üzülmemek gerekir.

Çünkü İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kardeşim mir Muhibbullahın şerefli mektubu geldi. Sıkıntılardan dolayı ümitsiz olduğunu bildiriyor. Allah’tan ümit kesmek küfürdür. Ümitli olun! İki şey sizde varsa, hiç üzülmeyin! Biri, bu parlak dinin sahibine uymak “aleyhi ve ala alihissalatü vesselam”, ikincisi, dini öğrendiğiniz zatın büyüklüğüne inanmak ve onu sevmek. Allahü teâlâya sığının ve Ona yalvarın ki, bu iki büyük nimette gevşeklik olmasın. Bu ikisi olunca, başka şeylerin düzelmesi kolaydır. (3/13)

Kestirme yol
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmaya özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitaplarını okumak, Allahü teâlânın nimetlerinin en büyüklerindendir ve Onun ihsanlarının en kıymetlilerindendir. Muhbiri sadık, yani hep doğru söyleyici olan Muhammed aleyhisselam, (El merü mea men ehabbe) buyurdu. Yani, kişi, dünyada kimi seviyorsa, ahirette sevdiği ile beraber olur. Bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile beraber olur. Onların Allahü teâlâya manevi olan yakınlığında, onlar gibi olur.

Allahü teâlâ, bu yolun büyüklerine olan sevginizi arttırsın! Onlara bağlılık arzusunu, ömrünüzün sermayesi yapsın! Bu büyükleri seven, onlarla beraber olur. Onlarla beraber olan, şaki olmaktan [küfürden ve günah işlemekten] korunmuş olur

(El merü mea men ehabbe) hadis-i şerifinden ümitli olmalı! Bu hadis-i şerifi, hicran [ayrılık] ateşi ile yananlara teselli vermektedir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

İşi en güzel yapmak

En güzel demek, ilme yani şartlarına uygun ve ihlasla yapmak demektir. Eğer o iş ilimsiz ve ihlassız ise güzel olması imkansızdır. İhlas, yalnız Allah rızası için yapmak demektir. Bir kimsede ilim veya ihlastan birisi yoksa yapılan iş kıymetsizdir.

İlimsiz fakat ihlaslı işe, Hazret-i Mevlana şu örneği verir:
Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışır, kurtaramaz. Birisi bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarır. Ayı da kendisine iyilik eden bu adama, ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirir. Adam balı yiyince orada uyumaya başlar. Fakat sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız eder. Ayı ise, adam rahat uyusun diye sinekleri kovmaya çalışır. Bakar kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurur. Adamın başı ezilir. Ayı, ilim sahibi olmadığı için, sineklere vurduğu taşın adama zarar vereceğini düşünemez. Ayının niyeti iyi idi, yani ihlaslı ve samimi idi, ancak ilmi olmadığı için yanlış iş yaptı.

Büyüklerimiz, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurmuştur. İyi iş demek, ilim ve ihlasla yapılan ve ahirette faydası görülen iş demektir.

Şu âyet-i kerime de, ahirette bize iyi işlerin fayda vereceğini bildiriyor:
(İnsana, ancak dünyada çalışıp [ihlasla] yaptığı işler [ahirette] fayda verir.) [Necm 38, 39]

Şu iki hadis-i şerif de ihlaslı amelin önemini vurguluyor:
(Allahü teâlâ ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) [Dare Kutni]
(İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) [Ebu Nuaym]

Şu iki hadis-i şerif de ilmin önemini anlatıyor:
(İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, ilimsiz ameli kabul etmez.) [B. Arifin]

Demek ki, iyi iş; ilim ve ihlasla yapılan iştir.

İhlassız, sadece ilimle yani şartlarına uygun yapılan işin, dünyada faydası görülürse de, ahirette faydası olmaz. Ebedi hayat için faydasız işe de iyi iş denmez.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Kimseye yük olmamak

Sual: Dost ve arkadaşlarla nasıl geçinmeli? İnsanlara yük olmak uygun mudur?
CEVAP
Arkadaşla iyi geçinmek için ona yük olmamak gerekir. İmkan dahilinde ihtiyaçları ondan gizlemeli, yardım talebinde bulunmamaya gayret etmelidir! Mal, para gibi şeyler de istememelidir! Bir makama geçmek için ondan yardım talebinde de bulunmamalıdır!

Fazla hürmet, ikram ve lüzumsuz hizmetlerle ona ağırlık vermemelidir! Kendisinin yapmak istemediği bir şeyi arkadaşından beklemek, ona zulmetmek demektir. Arkadaşa bir iş yapma teklifinde bulunmayan fazilet göstermiş olur. Âlimler buyuruyor ki:

Dostların kötüsü, senin için külfete giren, seni özür dilemeye mecbur bırakandır. (Hazret-i Ali)

İki arkadaşın aralarının açılması, fuzuli külfetler yüzündendir. Ziyaretine gittiği arkadaşı, lüzumsuz bir sürü zahmete, külfete girince, insan bir daha ziyaretine gitmez. (Fudayl bin Iyad)

İki arkadaştan birinin diğerinden çekinmesi, mutlaka birinin kusurundandır. (Cüneyd-i Bağdadi)

Arkadaşlarından bana en çok ağırlık vereni benim için külfet ve zahmete giren ve bu suretle kendisinden çekindiğim kimsedir. Yalnız iken nasılsam, onunla beraber bulunduğum zaman da davranışımı değiştirmediğim kimseyi ise çok severim. (İmam-ı Cafer-i Sadık)

Çeşitli zahmetlere giren bir kimse, arkadaşına ağırlık vermiş olur. Bu suretle kendisinden çekinilir. Yalnız iken nasıl hareket ediyorsa, arkadaşı varken de öyle hareket eden kimse ile arkadaşlık kolay olur. Yanımızda ev kıyafeti ile duramayan arkadaş bizden çekiniyor demektir. Bu ise samimi olamamanın alametidir. İki arkadaştan biri diğerinden çekiniyorsa, biri kusurlu demektir.

Ülfetin şartı, külfeti terk etmektir. Külfeti olmayanın ülfeti ve sevgisi artar. Hadis-i şerifte, (Kendine reva gördüğünü, sana reva görmeyenin arkadaşlığında hayır yoktur) buyuruldu. (İ. Adiy)

Arkadaşlarla iyi geçinmek, sadece onlara yük olmamak, onlara sıkıntı vermemek değil, onlardan gelecek sıkıntılara da katlanmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama, (Beni seven, arkadaşının eziyetine katlanır) diye vahyetti. (İmam-ı Gazali)

İhtiyaçlarımızı görecek, sıkıntılarımıza katlanacak arkadaş arıyorsak, arkadaş değil, bir hizmetçi arıyoruz demektir. İhtiyaçlarına koşacağımız, eziyetlerine katlanacağımız, dertlerine ortak olacağımız insanlarla Allah için arkadaş olmalıyız. Hazret-i Âişe validemiz, (Mümin, müminin kardeşidir, onu ne ganimet bilir, ne de ondan çekinir) buyurdu. Lüzumsuz tekliflerde bulunarak arkadaşa yük olmamalıdır! Mümkün mertebe ihtiyacını arkadaştan gizlemelidir! Ondan mal ve mevki istememelidir!

Hazret-i Ebu Bekir, deve ile giderken, yular düştü, inip yuları aldı. Oradakiler, (Bize izin verseydin de biz alıp sana verseydik) dediler. Hazret-i Ebu Bekir dedi ki: (Resulullah "Halktan bir şey isteme" buyurdu.)

Eshab-ı kiramdan Hazret-i Sevbanın, deve üzerinde iken kırbacı yere düşerdi de hiç kimseye, (Şunu bana verir misiniz) demez, deveden iner, kendisi alırdı. [Deveye inip binmek çok zahmetlidir.]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Salihler, iyiler, külfet ve zahmet vermez.) [Dare Kutni]
(Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete girmesine kefilim.) [Nesai]

(Sakın kimseden bir şey isteme! Kırbacın düşse bile, başkasından isteme, inip kendin al! Emanet bir şey de almamaya gayret et!) [İ. Ahmed]

(Veren el, alan elden üstündür.) [Buhari]

İyi bir arkadaş olmak için, arkadaşımız, günah işleyince bizim istiğfar etmemiz, hata edince bizim özür dilememiz, sıkıntılı anlarında yardımına koşmamız ve hiçbir surette ona yük olmamalıyız.
Arkadaşımıza daima iyi haber vermeli, üzücü olanları söylememeliyiz!


Halkın efendisi
Sual: Ülülazm bir Peygamberin, (Biz hizmet edilmek için değil, hizmet etmek için geldik) dediği bildiriliyor. Bir Peygamberin hizmet etmesi uygun mu?
CEVAP
Peygamber efendimiz de hizmet etmiştir.
Bir yolculukta, bir koyun kebabı yapılacağı zaman, biri ben keserim dedi. Biri de, ben derisini yüzerim dedi. Diğeri de, ben pişiririm dedi. Resulullah efendimiz de, ben de odun toplarım deyince, “Ya Resulallah, sen istirahat buyur, biz toplarız” dediler. (Evet sizin her şeyi yapacağınızı biliyorum. Fakat, iş görenlerden ayrılarak oturmam. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez) buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitti.

Medine valisi olan Ebu Hüreyre hazretleri, odun taşıyordu. Muhammed bin Ziyad, bunu tanıyarak, yanındakilere, yol verin, vali geliyor dedi. Gençler hayret ettiler.

Evliyanın büyüklerinden olan İbrahim bin Edhem, önce Belh padişahı idi. Saltanatı bırakıp, Mekke’ye geldi. Sırtında odun taşıyarak ekmek parasını kazanırdı.

Hizmet etmekle ilgili dört hadis-i şerif meali:
(Halkın efendisi onlara hizmet edendir.) [Ebu Nuaym]

(Seferde bir topluluğun efendisi onlara hizmet edendir. O topluluk, en çok hizmet edeni, şehitlik hariç hiçbir amelle geçemez.) [Hâkim]

(Allah yolunda savaşanların en üstünü, savaşanlara hizmet edendir.) [Taberani]

(Misafire hizmet ettirmek akıl noksanlığıdır.) [Deylemi]
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Mükemmel insan nasıl olur

Herkes çevresinde ve işyerinde çeşitli karakterde insanlarla karşılıyor. Bir müslüman olarak onlara karşı hareketlerimizi bilmemiz gerekir.
İmam-ı Gazali hazretleri insanları dört kısma ayırmaktadır:
1- Yiyip içmek ve zevk etmekten başka bir şey bilmeyenler.
2- Şiddet, zulüm ile hareket edenler.
3- Hile ile etrafındakileri aldatanlar.
4- Güzel ahlak sahibi olan, gerçek müslümanlar.


Unutmamak gerekir ki, her insanın kalbinden Allahü teâlâya giden bir yol vardır. Bütün mesele, bu yoldan İslam nurunun insanlara ulaştırılmasıdır. O nuru kalbinde hisseden bir insan, hangi kısımdan olursa olsun, yaptığı kötülüklere pişman olur ve doğru yolu bulur.
Eğer bütün insanlar, İslam dinini kabul etseler, dünyada kötülük, hile, savaş, anarşi ve zulüm kalmazdı. Bunun için, tam ve mükemmel bir müslüman olmaya gayret etmek ve Müslümanlığın esasını ve inceliklerini izah ederek, ve kendimiz de yaşayarak bütün dünyaya yaymak, herkesin boynuna düşen bir borçtur. Bunu yapmak cihad olur.

Hangi dinden olursa olsun bütün insanlara, dinimizin emrettiği şekilde, daima tatlı dil ve anlayışla hitap etmelidir. Müslüman olmayanın yüzüne karşı, kâfir, dinsiz diyerek, onun kalbini incitmenin günah olduğu, böyle söyleyenin cezalandırılması gerektiği, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Maksat, herkese İslam dininin yüceliğini anlatmaktır. Bu cihad da, ancak tatlı dille, sabır, ilim ve imanla olur.

Bir kimseyi bir şeye inandırmak isteyenin önce kendisinin ona inanması şarttır. Mümin ise, hiçbir zaman sabrını kaybetmez ve inandığını anlatmakta zorluk çekmez. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan, herkese bu dinin biricik hak din olduğunu kolaylıkla ispat edebilir.


Kâfir olmak, yani Müslüman olmamak, her zaman ve her yerde kötüdür. Çünkü küfür, insanı dünyada ve ahirette felakete götüren zararlı bir inanış ve bozuk bir yaşayıştır. Bununla beraber, başka dinden olan kimselerin hepsini, kötü huylu bir insan kabul etmemelidir. İçlerinde iyiliğe elverişli kimseler bulunabilir.

Allahü teâlâ, İslam dinini, insanların dünyada rahat ve huzur içinde, kardeşçe yaşamaları ve ahirette sonsuz azaplardan kurtulmaları için göndermiştir. Kâfirler, yani müslüman olmayanlar, bu saadet yolundan mahrum kalmış zavallı kimselerdir. Bunlara, acımalı ve incitmemelidir! Bunları gıybet etmek bile haramdır. Bunlar, şeytanın veya Müslümanlıktan haberi olmayanların aldattıkları zavallı kimselerdir. Bunların çoğu, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, yanlış yola saptırılmış insanlardır. Biz bunlara sabır ile, tatlı dille, akıl ve mantık ile doğru yolu göstermeliyiz!

İslam dini, ırk, milliyet, siyasi inanç, dil ve tahsil seviyesi ayırmaksızın, her insanın şeref ve itibarına hürmet eder. Herkes aynı haklara, aynı itibara sahiptir. Ferdin, muayyen bir topluluğun, hatta yalnız müslümanların değil, bütün insanlığın, hür ve medeni bir hayat seviyesine ulaşmasını emreder. Bu sebeplerden dolayı da, yabancılar arasında Müslümanlık yayılmaktadır. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde bütün insanları doğru yolda bulunmaya davet ediyor. Doğru yola kavuşan insanın, geçmişteki bütün günahlarını affedeceğini vaad buyuruyor.


İslam ahlakı ile yaşamak
Ateist genç diyor ki:
Din insanları uyuşturur, tembel yapar, sağlıklı düşünemez, çalışmayı, ilerlemeyi engeller, binlerce yasak ve emirlerle insanı köle haline getirir. Kısaca yaşamı zindan eder. Hiçbir kayda ve şarta yani bir kurala bağlanmayan ise, huzur içinde yaşar.


Bu sözlerin hiçbir ilmi değeri yoktur. Kuralsız yaşamak insanlara mahsus değildir. Emir ve yasaksız toplum hayal edilemediği gibi, beraber yaşayan iki kişiye bile kurallar gerekir. Birisi uyurken ötekinin gürültülü şekilde çalışması uygun olur mu? Kuralsız toplum olmaz. Kuralsız oyun bile olmaz. Yolda yürümekte bile kural gerekir. Trafikteki kurallar olmasa ne olur? Elbette kargaşa olur.

İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir.
İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal edilince, içine prospektüsü [tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette bilir.


Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)

İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah’ın yarattığı nimetlerden fayda görür.
Branşında uzman olan bilim adamı, incelediği zaman İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur.
Yabancı bir bilim adamı diyor ki: “Namazdaki hareketler beden için çok faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, [Bağnaz olmayan] doktorlar bunu reçetelerine yazacaklardır.”
Oruç, zekat, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür. Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da kurallarda değil, kendisindedir.

Kurallara uyabilmek için beden ve ruh sağlığı çok önemlidir. Rahat, huzur buna bağlıdır. Bunun önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Halbuki bu 1400 küsur yıldır İslam ahlakının temeli olup, emir ve tavsiyelerin başında yer almaktadır. Bir hadis-i şerifte İslami bilgilerin beden ve ahlak bilgisi olarak ikiye ayrıldığı, bu ilimler içinde bedeni koruyan sağlık bilgisi ile ruhu koruyan din ahlak bilgisinin önemi bildirilmektedir. Demek ki her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak İslamiyet’in emridir. Hatta İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. İslamiyet’te ruh temizliği esastır. Yalancı, hilekâr, insanları aldatan, haksızlık eden, insanlara yardım etmeyen, büyüklenen, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibadet ederse etsin, hakiki bir Müslüman sayılmaz.


Mükemmel insan
Yukarıdaki yazımızda, bir ateistin bile, inanmadığı halde, İslam’ın güzel ahlakına uygun yaşadığında, dünyada rahata kavuşacağını bildirmiştik. Şimdi mükemmel insanı bildiriyoruz.
Mükemmel insan nasıl olur? Bazı vasıfları şöyledir:

Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmaz, kızsa da zararlı iş yapmaz. Büyüklenmez, son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Vakarlı, kibar, ağır başlı, haysiyetlidir. Ailesini ve vatanını sever. Ana babasına, hocasına, âmirine karşı saygılıdır. Kumar oynamaz, uyuşturucu kullanmaz, sarhoş olmaz, yalan söylemez, hırsızlık, gasp yapmaz, kimsenin hakkına tecavüz etmez. Hiç kimsenin canına, malına, ırzına dokunmaz. Hasetçi değildir. Başkasının zararına sevinmez. Onlara karşı kin beslemez. Üç günden fazla dargın durmaz, küsmez. Yumuşaktır, fakat pasif değildir. Cömerttir, cimri değildir. Dedikodu etmez, suizanda bulunmaz. Sözünde durur kimseyle alay etmez, onlara zulmetmez. Hainlik etmez. Sahtekâr değildir. Fitne çıkarmaz, özür dileyeni affeder. Vaktini boş geçirmez. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur.

Yukarıdaki emir ve yasaklar sadece İslamiyet’te vardır. Müslüman, bu emir ve yasaklara uyduğu ölçüde mükemmel insandır. Tam uyabilirse mükemmelliği de tam olur. Allahü teâlânın evliya kulları böyledir. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan, seven ve uygulayan bir kimse, dünya ve ahirette mutlu olur. Eğer bütün insanlar, İslam ahlakı üzere yaşasalar, dünyada ne kötülük, ne hile, ne savaş, ne şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, mükemmel bir insan olmaya gayret etmek lazımdır.

Yukarıdaki hususlar İslamiyet’in emirleridir. Yerimizin müsaadesi ölçüsünde birkaçını alalım. İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ahlakınızı güzelleştiriniz.) [İbni Lal]

(Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]

(Ben güzel ahlakı bildirmek için gönderildim.) [Beyheki]

(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]

(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]

(En faziletli mümin ahlakı en güzel olandır.) [Tirmizi]

(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]

(En iyi kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]

(Yumuşak huylu kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]

(Halka kolaylık, yumuşaklık gösteren Müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [İ. Ahmed]

Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sorunca, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari)

Güzel ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:
Her binanın bir temeli vardır. İslam’ın temeli de güzel ahlaktır. Güzel ahlak; güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir. Güzel ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır. Güzel ahlak, Yaratandan dolayı, yaratılanları hoş görüp, onların eziyetlerine sabırdır. Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalı. Kısacası Müslüman, hasreti çekilen insan demektir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Kanaat etmek
Kanaat, çalışmayıp tesadüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir. Kanaat, bileğin emeği, alın teri karşılığı kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demektir. Başkasının daha çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir.


Kanaat demek, ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek; fakirlere, kimsesizlere, hastalara; cihad edenlere yardım etmek demektir.

Kanaat, böylece iyi ahlakın kaynağı olduğu gibi, insana mahrumiyetler içinde kaldığı zaman saadet temin eden sarsılmaz bir kale gibidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]

(Kıyamette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü kârda Allahü teâlâya şükredenlerdir.) [İ.Gazali]
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Eline beline ve diline sahip olmak

Eline, beline ve diline sahip olanın kurtulacağına dair hadis-i şerifler vardır. Birkaçının meali şöyledir:

(Dilini ve fercini [ırzını, namusunu] koruyan Müslümana Cenneti söz veriyorum.) [Buhari]

(Arefe günü eline, diline, gözüne ve kulağına sahip olanın günahları affolur.) [Hatib]

(İnsanlar dilinden ve elinden salim olmadıkça [kâmil] mümin olamazsın.) [Askerî]

(Hasetçinin hasedi eline ve diline çıkmadıkça zarar vermez.) [Ebu Nuaym]

(Eli ihsanlı, dili dürüst, kalbi temiz, boğazına ve fercine [namusuna] sahip olan ilimde rasih olur.) [Taberani]

(Allahü teâlâ bana şöyle vahyetti: Benim mescitlerime ancak, selim kalble, sadık dil ile, temiz el ile, temiz ferclerle girsinler.) [Hâkim]

(Şu altı şeye söz verin, ben de size Cennete gireceğinize söz vereyim:
1- Dilinize sahip olun [elfaz-ı küfür, yalan, gıybet, lanet, malayani gibi.]
2- Sözünüzden dönmeyin.
3- Emanete hıyanet etmeyin.
4- Gözünüze sahip olun. [Harama bakmayın]
5- Elinize sahip olun. [Haram işlemeyin, haram tutmayın]
6- Fercinize hakim olun.) [Hâkim]
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Müslümanların hakları ve görevleri

Müslüman, diğer müslüman kardeşini en az kendisi kadar düşünür. Kendisine yapılmasını uygun görmediği şeylerin başkalarına da yapılmamasını ister.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisi için sevdiğini, din kardeşi için sevmeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari]

Müslüman, başkalarına güzel öğüt verir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Siz, din kardeşinizin aynasısınız. Onda gördüğünüz lekeyi siliniz!) [Ebu Davud]

Müslüman, herkesin gönlünü hoş etmeye, üzüntüsünü gidermeye çalışır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir mümini sevindireni, Allahü teâlâ kıyamet günü sevindirir.) [İbni Mübarek]

(Bir kimsenin üzüntü ve sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ yetmiş üç defa mağfiret eder.) [Harâiti]

(Allah indinde en makbul amel, bir mümini sevindirmek, kederini gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.) [Beyheki]

(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim]


Müslüman, baştan sona faydalı kimse demektir. O halde, diğer müslümanlara elinden gelen yardımı yapmalıdır!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şu iki şeyden daha kötüsü yoktur: Allah’a şirk koşmak ve Onun kullarına zararlı olmak. Şu iki hasletten de daha üstünü yoktur: Allah’a iman etmek ve Onun kullarına faydalı olmak.) [Deylemi]

(Din kardeşinin işini bir müddet takip eden kimse, o işi görsün veya göremesin, iki aylık itikaftan daha çok sevap alır.)

Peygamber efendimiz, (Mazlum da, zalim de olsa din kardeşinize yardım ediniz) buyurunca, (Ya Resulallah zalime nasıl yardım ederiz?) dediler. Cevabında buyurdu ki:
(Onun zulmüne mani olmak suretiyle yardım etmiş olursunuz.) [Buhari][Hakim]


Bir kimse, müslümanlara her gün dua ederse, makbul insan olur. Namaz kılan mümin tehiyyatta salih kullara dua etmektedir. Onun için namaz kılmayan kimse, müminleri bu duadan mahrum bırakmaktadır.

Aksırınca Elhamdülillah demeli, bunu duyan müslüman da, Yerhamükellah yani (Allah sana rahmet etsin) demelidir! Üçüncü biri varsa Yehdina ve yehdikümullah demelidir! Üçüncü bir kimse yoksa, aksıran cevap olarak aynı şeyi söylemelidir!


Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aksırınca "Elhamdülillah" diyen göz ağrısı görmez.) [Taberani]

İnsanların haklı işlerinde vasıta olmak, onlara yardım etmek, imkan nispetinde ihtiyaçlarını görmek gerekir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanlardan bana gelip ihtiyaç talebinde bulunanlar oluyor. O anda yanımda bulunanlar, onlara yardım etmeli ki, ecir kazansınlar. Allahü teâlâ, sevdiği şeyi peygamberlerin eli ile verir.) [Müslim]

(İhtiyaçları için bana gelenlere, siz de yardımcı olun! Ben yapmayı murad ettiğim şeyleri, sizlerin vasıta olup, ecir kazanmanız için biraz geciktiririm.) [Nesai]

(Dil ile yapılan yardımdan daha faziletli bir sadaka olamaz. Aracı olmak sayesinde kan davası önlenir, menfaat sağlanır ve zararın önüne geçilmiş olur.) [Harâiti]


Müslümanlara yapılacak iyiliklerin en büyüklerinden birisi de selam vermektir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız. Size bir amel bildireyim onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız!) [Müslim]

(Abdeste devam et ve güzel abdest al ki, ömrün uzasın. Karşılaştığın herkese selam ver ki, hasenatın çoğalsın! Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!) [Harâiti]


Selam vermek sünnet, almak farzdır. Selam almayan müslümana melekler çok hayret eder.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Selam verip müsafeha eden iki müslümanın arasına yüz rahmet iner. Bunun doksanı, önce selam verip elini uzatana, onu ise ötekine verilir.) [Bezzar]

Bir kimse selamsız, izinsiz girince, Resul-i ekrem efendimiz buyurdu ki:
(Geri dön, selam ver, sonra içeri gir.) [Ebu Davud]


Dünyadaki Müslümanlara dua etmek
Bütün dünyadaki Müslümanlar bir ailenin fertleri gibidir. Hatta hepsi bir vücut sayılır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buhari]
Müslümanlar dünyanın çeşitli yerlerinde [mesela Bosna’da, Afganistan’da, Afrika’da, Çeçenistan’da, Irak’ta] zulme uğruyor. Diğer Müslümanların bunlara, güçlerinin yettiği ölçüde yardım etmesi, herhangi bir yardımda bulunamayanın da, dua etmesi farz olur. Dünyanın öteki ucundaki bir Müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim]

Yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, canını, malını savunacak ve başka ihtiyaçları için Müslümanlara yardım etmek, hem vazife, hem de çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir Müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allah affeder.) [Buhari]

(Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu ibadet etmiş gibi sevap kazanır.) [Buhari]

(Din kardeşini savunan Müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.) [Taberani]

(Bir mümini, bir münafığın zulmünden koruyan, Cehennem ateşinden korunur.) [Ebu Davud]

(En kıymetli amel, bir müminin sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmak suretiyle onu sevindirmektir.) [Taberani]

(Din kardeşinin aleyhinde konuşulurken, onu savunmaya gücü yeterken, susanı, Allahü teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İbni Ebiddünya]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(İşte bugün, her Müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp, İslamiyet baskı altına düşerse, yardımı esirgeyen her Müslüman, ahirette mesul olur. Bunun için kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslamiyet’e ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. "İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır" buyuruldu.) [1/47]

(Bugün İslamiyet’e yardım için az bir şey vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetlidir. Hangi talihliye, bu büyük nimet ihsan edilirse, ona müjdeler olsun! Dinin yayılmasına hizmet eden, cihad sevabına kavuşur. Hele bu zamanda Müslümanlara yardım etmek daha güzel, daha sevaptır.) [1/193]

(Dua ordusunun askerlerinin kalbleri kırık olduğu için savaş ordusunun askerlerinden daha ileridir. Dua ordusunun askerleri, gaza ordusunun askerleri, onların bedenleridir. O halde, gaza ordusunun askeri, dua ordusu olmadıkça, iş başaramaz. Çünkü ruhsuz bedene hiçbir yardımın faydası olmaz.) [3/47]

Eğer bir Müslüman, diğer Müslümanlara eli ile, malı ile yardım edemiyorsa, dua ederek yardım etmelidir! Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkından biri, ona gıyabında dua etmektir.) [Deylemi]

Hiçbir yardım yapamayan dua etmelidir. Duanın belli bir zaman ve saati yoktur. Hemen edilmelidir.

Müslümanın görevleri
Sual: Müslümanın kaç çeşit görevi vardır?
CEVAP
Üç çeşit görevi vardır:
1- Şahsi görevi:
Her Müslüman, kendini iyi yetiştirmesi, sıhhatli, edepli, iyi huylu olması, ibadetlerini yapması, ilim ve güzel ahlak öğrenmesi, helal lokma kazanmak için çalışması şahsi görevidir.

2- Aile içindeki görevi:
Eşine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yerine getirmesi aile içindeki görevlerindendir.

3- Toplumdaki görevi:
Komşularına, hocalarına, öğrencilerine, ailesine, emrinde olanlara, hükümete ve devlete, bütün vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı görevleridir.

Herkese iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hıyanet etmemesi, herkese faydalı olması, devlete, kanunlara karşı isyan etmemesi, herkesin hakkını ödemesi toplumdaki görevlerindendir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Yetimi gözetmek

Akıl-baliğ olan çocuk, yetimlikten çıkmış sayılır. Yetime iyilik etmek çok sevaptır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Yetimi güzel terbiye ederek büyütenle Kıyamette beraber oluruz.) [Buhari]
(Akraba veya yabancı bir yetimi kendisini kurtarana kadar bakana Cennet vacip olur.) [Ebu Davud]

(Allahü teâlâ, yetim bulundurulan ve ona iyilik yapılan evi sever.) [Taberani]

(Yetime yakın ol, ona acı, başını okşa, beraber yemek ye! Böyle yapanın, kalbi yumuşar ve ihtiyaçları karşılanır.) [Haraiti]

(Sabredip sevabını umarak yetime bakanla, Cennette beraber oluruz.) [Taberani]

(Cennetin kapısını ilk önce ben açacağım. Bu sırada, bir kadın, benden önce davranacak, buna kim olduğunu soracağım, o da, "Yetim kalan çocuklarıma bakan biriyim" diyecektir.) [Ebu Ya’la]

(Evlerin en iyisi, yetime iyilik yapılan evdir. En kötüsü de yetime kötülük edilen evdir.) [İbni Mace]

(Çocuklarının hepsini aynı derecede tutup, yetime haksızlık eden Allah’tan uzaklaşmış olur.) [İbni Asakir]

(Yetimlerin, fakirlerin geçimini üstüne alan, Allah yolundaki bir mücahid gibi veya gündüz saim, gece kaim sevabına kavuşur.) [Buhari]
[Saim, oruç tutan, kaim, gece ibadet eden]

(Cennette “Dar-ül-ferah” denilen köşke, ancak, müminlerin yetimlerini sevindiren girer.) [İ.Neccar]

(Kalbinin yumuşamasını ve hacetinin görülmesini istersen, yetime acı, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir.) [Taberani] [Yetimin başını okşayana, hac sevabı verileceği de bildirilmiştir.]

(Yetimi ağlatmaktan sakının!) [İsfehani]
(Şu iki zaif hakkında Allah’tan korkun! Dul kadın ve yetim çocuk.) [Beyheki]
(Yetim talebesine gücünün yetmediği işleri teklif eden hocaya elim bir azap vardır.) [İ.Rafii]


Yetimi sevindirmek

Evet yaş sınırı var. Akıl baliğ olunca yetimlik biter.
Sıvamaktan kasıt, her ne şekilde olursa olsun onu sevindirmektir. İlla başını sıvamak demek değildir. Mesela onun bir ihtiyacını alıp vermek suretiyle onu sevindirmektir.

Başını sıvayıp da, "Kerata sen ne yaramazsın" diyerek onu azarlarsak, başı sıvanmış olur ancak sevindirilmiş olmaz. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Sırf Allah rızası için yetimin başını şefkatle okşayan, elinin değdiği saçlar sayısınca sevaba kavuşur.) [İ. Ahmed]
Demek ki onun saçlarını okşarken Allahü teâlânın rızası düşünülmelidir.

Herkesi sevindirmek sevap ama, yetimi sevindirmek daha fazla sevaptır. Herkesi üzmek günahtır ama yetimi üzmek daha çok günahtır. Herkesin malını haksız yere yemek haram ama yetiminkini yemek daha büyük günahtır.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Büyük günahlar yedidir: Bunlardan biri de yetim malı yemektir.) [Bezzar]
(Kıyamette, Allah katında büyük günahların en büyüğünden biri yetim malı yemektir.) [İbni Hibban]
(Allahü teâlâ yetim malı yiyeni Cennete koymaz.) [Hakim]

(Kıyamette bir topluluk ağızlarından alevler çıkar vaziyette kabirlerinden kalkarlar. Allahü teâlâ, [Nisa suresinin onuncu âyetinde mealen]
"Haksız yere yetim malı yiyenler, karınlarına ancak ateş sokmuş olurlar. Bunlar, alevli, çılgın bir ateşe sokulacaktır" buyuruyor.) [Ebu Ya’la]


Yetimlere iyilik edilmesi ve infakta bulunulması emrediliyor. (Bekara 83, 215)
Yetimi sitemle defedip hakkını gasp edene şiddetli azap vardır. (Maun 2)


Hazret-i Yakub ve bir yetim
Bir kimse, Yakub aleyhisselama sual etti:
- Gözün niçin görmüyor, belin niçin büküldü?
- Gözüm, Yusuf’a ağladığım için görmüyor. Bünyamin’e üzüldüğümden dolayı da belim büküldü.

Bu sırada Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:
- Halinden şikayet mi ediyorsun?
- Ben sadece kederimi Allahü teâlâya arz ediyorum. Ya Rabbi, gözleri görmez, beli bükülmüş şu çok yaşlı ihtiyara merhamet eyle! İki oğlumu bana geri ver!

Cebrail aleyhisselam dedi ki:
- Allahü teâlâ selam ediyor ve buyuruyor ki:
İki çocuğun ölü bile olsaydı, seni sevindirmek için onları diriltirdim. Gözünün görmemesi ve belinin bükülmesinin sebebi şudur. Bir gün oruçlu, aç, fakir bir yetim sana gelmişti. Sonra bir koyun kesip ailenle yediğin halde ona da göndermeyi hatırlayamadın. Ben yetim ve fakirleri sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmem. Haydi bir yemek hazırla, fakirleri davet et!
Yakub aleyhisselam da, oruçlu olanları akşam, oruç tutmayanları da sabah yemeğe davet etti. (Hakim)


Bilindiği gibi, nihayet iki çocuğuna kavuştu. Şu halde, yetime merhamet etmeli, ona zulmetmemeli, hakkını yememelidir!

Yetimlik olur yaman
Ona dokunma aman


Bir başkadır dünyası
Çok hassastır yapısı


Yaşı daha küçüktür
Sözü bölük pörçüktür


Sorsan sıkılır hemen
Vursan yıkılır hemen


Gözleri buğulanır
Hemencecik sulanır


Yaralıdır hep eli
Tutulur bazen dili


Kalbi hemen kırılır
Sanma kolay sarılır


Ona buna yanaşmaz
Garip durur konuşmaz


Her an boynu büküktür
Elbisesi söküktür


Der ki babam olsaydı
Bana cici alsaydı


Dertlerini diyemez
Yeni şeyler giyemez


Biri babacığım der
Onun içi cız eder


Sevgiden mahrum yaşar
Bu hayata hep şaşar


Canı çekse yiyemez
Bunu alın diyemez


İstese arsız derler
Üstelik hırsız derler


Yetimsin de üzülür
Gözünden yaş süzülür


Hâlinden hep sezilir
Hor görülür ezilir


Mahzundur onda gözler
Dertlerini hep gizler


Sıkıntıdan tırnak yer
Acıyı kalbe gömer


Öne eğer başını
Tutamaz gözyaşını


Hep suçlu gibi durur
Gelen giden hep vurur


Alıngan olur her an
Yetime dokunma aman


Verseler şunu bunu
Avutamaz hiç onu


Artık hayattan bıkar
Üf demen onu yıkar


Kötülenir, horlanır
Yapma diye zorlanır


Kırık kolu kanadı
Yaramazdır hep adı


Gelen giden takılır
Bazen itip kakılır


Anlaşılmaz feryadı
Sevgidir tek muradı


Onu kimse anlamaz
Anlayan dayanamaz


Yetimler üzülmesin
Sinmesin, büzülmesin
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Affedici olmak

Af, hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:(Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!) [Araf 199]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin!) [İsfehani]
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

(Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere [Kendine bir şey vermeyenlere] ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.) [İ.Süyuti]

(Sana zulmedeni affet, sana gelmeyene git, sana kötülük edene sen iyilik et, aleyhine de olsa mutlaka doğru konuş.) [Ruzeyn]

(Musa aleyhisselam, "Ya Rabbi, senin indinde en aziz kimdir?" diye sordu. Allahü teâlâ da, "İntikam almaya gücü yeterken affedendir" buyurdu.) [Harâiti]

(Allahü teâlâ merhameti olmayana merhamet etmez, affetmeyeni affetmez.) [İ.Ahmed]

(Affedin ki affa kavuşasınız!) [İ.Ahmed]

Af taraftarı olmak daha iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Ceza vermekteki hata, affetmekteki hatadan daha kötüdür.) [Hakim]

Haksızı da affedenler, dünya ve ahirette saadete kavuşurlar.
Kendisini içkiden kurtaramayan bir müslüman, hizmetçisine dört dirhem verir. İçki almasını söyler. Hizmetçi giderken Mansur bin Ammar isimli bir zatın, bir fakire yardım topladığını görür. Mansur, (Bu fakire 4 dirhem verene 4 dua ederim) der. Hizmetçi, fakire 4 dirhemi verir. Mansur der ki:
- Hangi duayı etmemi istersin?
- Hizmetçilikten kurtulmak istiyorum.
- İkinci isteğini söyle!
- Fakire verdiğim dört dirhem benim değildi. Benden bunu isterler. Dört dirhem isterim.
- Üçüncü isteğin nedir?
- Efendimin tevbe edip içkiyi bırakmasını istiyorum.
- Dördüncü arzun nedir?
- Allahü teâlânın beni, efendimi, seni, kavmimizi affetmesini istiyorum.

Mansur bin Ammar, hepsi için gerekli duayı yapar. Hizmetçi evine gidince, efendisi, geç kalmasının sebebini sorar. Hizmetçi durumu anlatır. Efendisi sorar:
- Sen neler istedin?
- Hizmetçilikten, kölelikten kurtulmayı istedim.
- Peki seni azat ettim. Başka ne istedin?
- Dört dirhem istedim.
- Al şu dört dirhemi. Başka ne istedin?
- Tevbe edip içkiyi bırakmanı istedim.
- Tevbe ettim. Başka ne istedin?
- Allahü teâlânın hepimizi affetmesini istedim.

Efendisi duraklar, (İşte bu benim elimde değildir) der. O gece rüyasında, (Sen elinde olanı yaptın da, biz elimizde olanı yapmaz mıyız? Seni de, hizmetçini de, Mansuru da ve orada bulunan hepinizi affettik) denir.


Her müslüman da elinde olanı esirgememeli, daima affedici olmalıdır!
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Yaşlıya saygı
Kötü-iyi ayrımı yapmadan herkese iyilik etmelidir! Belediye otobüslerine, genç-yaşlı, sağlam-sakat, kadın-erkek, zengin-fakir, âlim-cahil gibi çeşitli sınıflardan insanlar binmektedir. Güçsüzlere yardım etmek, otobüse binerken, inerken yardımcı olmak, onlara yer vermek, ihtiyarlara, muhtaçlara yardım etmek dinimizin emirlerindendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:(Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet ediniz!) [Şir’a]
(Büyüklerimizi saymayan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.) [Buhari]
(Yaşlılarımıza hürmet ve ikram, Allahü teâlâya saygıdandır.) [Buhari]
(Bir müslüman kardeşine ikram eden, Allahü teâlâya ikram etmiş gibidir.) [Taberani]
(Bir genç, bir ihtiyara, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahü teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir.) [Şir’a]

İhtiyarlara hürmet eden kimsenin ömrü uzun olur. İnsanlara iyilik, hürmet ederken zengin-fakir farkı gözetmemelidir! Çünkü insanlara zenginliklerine göre değer biçmek doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Zengine zenginliğinden dolayı tevazu edenin, dininin üçte ikisi gider.) [Beyheki]
Malından dolayı zengini yücelten, yoksulluğundan dolayı fakiri aşağılayan kimse lanete müstahaktır. Hayırsever bir zenginin hakkını hafife almamalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç kişinin hakkı hafife alınmaz: Zelil bir toplumun azizi, fakir bir milletin zengini, cahillerin kıymetini bilmediği İslam âlimi.) [Askeri]
İyilikten zarar gelmez. Kötülük edenlere dahi iyilikle karşılık vermeliyiz! İyi insan, sadece başkalarına kötülük etmeyen kimse değildir. Başkalarından gelecek sıkıntılara, eziyetlere katlanan kimsedir. Atalarımız, (Kötülük her kişinin kârıdır, iyilik er kişinin kârıdır) demişlerdir. Böyle er kişi olanlar, dünya ve ahirette saadete kavuşurlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimsenin kederini gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ, yetmiş üç misli fazlasıyla mağfiret eder.) [Şir’a]
Hiçbir kötülük karşılıksız kalmayacağı gibi, Allah indinde hiçbir iyilik de karşılıksız kalmaz. İyilik boşa gitmez. Onun için (İyilik et denize at, balık bilmezse Hâlık bilir) demişlerdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

kulihvani yazdı:Değerli kardeşim Bandito;
Sorunuz şu cümledir :


"Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.
Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
"



Acizâne kısaca cevabım ise;

Gerekli kelime açıklamaları:

Azail : Şeytan. (İblisin bir adı) Şerlerin temsilcisi.

İblis : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)

(El-Hannâs : (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan. (Bak: Hunnes)

İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükseğim" diye kibirlenerek, Cenab-ı Hakk'ın emrine karşı gelmiş ve Hazret-i Âdem'e secde etmediğinden, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur.

Değerli kardeşim:
İNSANoğlu, Beden - Nefis - Kalb - Ruhu olup aklı nimeti verilip gerekli kuralları içeren Nakl (Kur'ân-ı Kerîm ve dosdoğru uygulaması olan Resûullah sav in Sünnet-i Seniyyesi) verilerek sistemi var edeip Yaratan Rabbülâlemin'in Rububiyyetini imkanla imtihan için bu âleme bir kaderle gelerek Allahuzülcelâl'in Allahlığına (Uluhiyyet) şâhid olmaya getirilmiştir.

Bu âlemde bize göre bir Bedeni olmayıp da, -Nefisi - Kalbi - Ruhu olan akıl sahibi ve aynı imtihana tâbi olan varlıklar CİNlerdir.

Beden ve Nefisi olmadığı halde Kalb ve Ruhu olan varlıklar ise MELEKlerdir.

Beden, Nefis ve Kalbi kaldırdığımızda tek başına kalan RUH ise EMR ÂLEMİ'nden olup EL RAHMÂN NEFHASI dır.
Kısacası Var edendendir..

Bunlarla ilgili pek çok Âyet e Hadis mevcuddur.

İBLİS yaratıldığında diğer melekler gibi saf ve genel iken,
Hikmet-i ilahi bu muazzam imtihanın bir ve temel saptırıcı elemanı olarak nefsî özellikle özel bir yapıya dönüşmüştür.

Çok yüksek ve yüce bir makamda iken..
Ki, cennette yaşamış, Allahuzülcelâl ile konuşabiliyor vs..

Ne zaman ki çok basit gözüken 4 unsur (Toprak - Su - Ateş - Hava) dan özellikler taşıyan İnsanoğlunun (Âdem as) Yaratıcının Halifesi olacağına HASED etmiştir.

Hased ateşi ise tüm bâtıl ve şerrrin anası olup hepsi ondan doğar..

İlahi emre baş kaldırmıştır. Küstahlığı büyüktür..

Allahuzülcelâ'e rest çekip izin istemiş İnsanoğlunu mahvedeceğine yemin etmiştir.
Allahuzülcelâl de izin verip bizlere ona uymamayı emretmiştir.

Aklı olup imtihana gelen her insanın son nefeste ya Hizbullah veya Hizbüşşeytan olacağı bildirilmiştir..

İlgili âyetleri bulmak ve okumak artık çok kolay..

İki husus var ki birisi Muhammedi "Edeb"siz "İlim" çoktur ve İblisinkindendir. Bilmediği yok ama sonuç hüsrandır.

İkincisi ise ne acı ve yazıktır ki bu hayatta en gerçek yek şey "Ölüm ve Hesab" iken İnsanoğlu bu gaflet uykusundan uyanamamakta son nefese kadar ve hatta sonrasında da Şeytanla dostluğunu sürdürmekte ve Cehennemi boylamaktadır..

İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız kıyas şeytânın işi ve mesleğidir.
Çünkü, Muhammedî değildir!...

İlâhî Nass: lâfzen bir tek mânâyı anlatıp ve başka mânâ anlatması imkansız olan açık seçik ilâhî hükümdür.

İblisin küfrü: cehlî değil inadîdir.
İblis: “Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ı (karanlık sûflî, kesif, ağır, soğuk, yaş, cevhere uzak, pasif, etkilenen) topraktan yarattın. Beni ise: (nurlu, ulvî, lâtif, hafif, kuru, hararetli, gökler cevherine yakın ve onlarla bitişik, aktif, tesirli ve etken) ateşten yarattın!... O hâlde, ben şerefliyim!...” deyip Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ın kemâlâtına (imtihan) hasedlenip kıyasa kalkışıp itâatten isyâna atlayınca hakktan ve hayırdan, bâtıl ve şerre kovuldu!... (A’râf 7/11-18 bkz.)
Şu işe şaşarım ki:
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; çamurdan yaratılan Musa (Aleyhi’s-Selâm) kelâm etti, izzet ve ikrâmla şereflendi! (Ta’ha 20/13,41 bkz.)
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; ateşten yaratılan İblis de kelâm etti, zillet ve recm (rahmetten kovulmak) ile şerefini kaybetti. (A’râf 7/11-18 bkz.)

Beni çok üzen ve düşündüren bu gerçek bize bildirilmiştir.
Şeytan bizim için çok acıklı işini-görevini tam yapmış, yapmakta ve yapacaktır.

İlginç âyetler:

Resim---- “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla (piyade) üzerlerine bas gürültüyü (yaygaraya boğ); mallarına, evlâdlarına ortak ol; Onlara va’dlerde bulun. Fakat şeytân onlara aldatma (gurûr) dan başka ne emreder?” (İsrâ 17/64)

Resim---- “İblis: “Senin mutlak kudretine (izzetine) andolsun ki onlardan ihlâsa erdirilmiş (muhlisin) kulların hariç hepsini mutlaka azdıracağım”dedi.” (Sad 38/82-83)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- “.... (Şeytân): Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben ALLAH’tan korkarım. Öyle ya Allah’ın cezâlandırması çok şiddetlidir...” dedi. (Enfal 8/48)

Bütün bu ağır ikâzlara (uyarılara) rağmen insanoğlunun acı durumunu ALLAHÜ ZܒL-CELÂL şöyle ilân buyuruyor:

Resim---- “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahmini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular!...” (Sebe’ 34/20)
İblisin çeldirisinden kurtulabilmek için ise:

Resim---- “Ve deki: RABB’im! Şeytânın kışkırtmalarından (dürtüştürmelerinden) sana sığınırım!...” (Mü’minun 23/97 ve Fussilet 91/36 âyeti de bu mânâdadır.)

Resim---- (De ki:) “Huzuruma gelmelerinden (yanımda bulunmalarından) de sana sığınırım. RABB’im!...” (Mü’minun 23/98)

Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şeytân insanın kurdudur. O, tıpkı sürüden ayrılıp uzaklaşan koyunu kapan kurt gibidir. Onun için cemâatten (birlikten), ülfetten (birbirinizi sevmekten), toplu yaşamaktan (umumî birlik) ve mescidlerden ayrılmayın. Sakın parçalara (şubelere) bölünmeyin!” buyurmuştur.
(Muaz (radiyallahu anhu)’dan; İmâm Ahmed, müsnedinde; Tabâranî, kebirinde)


Eûzubillahimineşşeytanirracîm…

Kıymetli hocam siz daima var olun inşallah ne kadar güzel açıklama ellerinize sağlık...


Sevgiyle kalın...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2416
Kayıt: 07 Şub 2008, 02:00

Mesaj gönderen mim »

kulihvani yazdı:
Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şeytân insanın kurdudur. O, tıpkı sürüden ayrılıp uzaklaşan koyunu kapan kurt gibidir. Onun için cemâatten (birlikten), ülfetten (birbirinizi sevmekten), toplu yaşamaktan (umumî birlik) ve mescidlerden ayrılmayın. Sakın parçalara (şubelere) bölünmeyin!” buyurmuştur.
(Muaz (radiyallahu anhu)’dan; İmâm Ahmed, müsnedinde; Tabâranî, kebirinde)

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mimimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
ayyildiz
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 710
Kayıt: 17 Ağu 2009, 02:00

Mesaj gönderen ayyildiz »

***İlla edeb ***
***
“Edeb ya Hû” demiş, gülüm erenler,*
Edebî gül takın, gülü derenler,*
Edib edebli olur, yazıp serenler,*
Edeb din-i islam, şu alem duysun,*

Edep timsali gül, şah-ı velayet,*
Hak edepli kıldı, şems-i risalet,*
Edebi pek parlak, nur-u hidayet,*
Edib can insandır, âkiller uysun.*
***
Edebiyat nedir, edip ol yat mı ?*
Arif olan anlar, lafım ifrat mı ?*
Edib söz edebli, tebliğ irşat mı ?*
Derim şu nefsime, ne şer huysun.*
***
Edeb gör yoksundan, acı hâline,*
İlim bir nasibtir, hoş gör kâline,*
büyüklenme gülüm, bak zevaline,*
Son halin en ola, sen halâ toysun.*
***
Yâr isteriz Hak'tan, gül edib olsun,*
Yâran bize Kur'an, gül hâtip olsun,*
Amelim yazan can, gül kâtip olsun,*
Yâr kefenim biçsin, yâr beni soysun.*
***
İlla edeb derler, serzakir canlar,*
El pençe divanda, derviş ihvanlar,*
Secdede baş ister, lahutî anlar,*
Ölürsem gül canım, kabre gül koysun.*
***
Aşık uslu titre can, edebin takın,*
Hürmet eyle cana, kibr etme sakın,*
Boş başak dik durur, kılca sıratın,*
Yan aşk külhanında, kir yüzün yuysun.*
***
Aşık Uslu Niksarî (G. Uslu)
14.09.2009. 05:47 Samsun
Kullanıcı avatarı
pusat
Üye
Üye
Mesajlar: 25
Kayıt: 17 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen pusat »

İbn Abbas(r.a.)'dan gelen bir rivayete göre; Meleklerden, cin isminde bir kabile vardı. İblis, o kabileye mensubtu ve önceleri gök ile yer arasında gider gelirdi. İsyan edince, Allah ona gazablandı ve onu şeytana çevirip, lanetledi... Eğer meleklerden olmasaydı, bu secde ile emrolunmazdı.
Kullanıcı avatarı
ser-ay
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 74
Kayıt: 20 Tem 2009, 02:00

Re:

Mesaj gönderen ser-ay »

kulihvani yazdı:Değerli kardeşim Bandito;
Sorunuz şu cümledir :


"Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.
Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
"



Acizâne kısaca cevabım ise;

Gerekli kelime açıklamaları:

Azail : Şeytan. (İblisin bir adı) Şerlerin temsilcisi.

İblis : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)

(El-Hannâs : (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan. (Bak: Hunnes)

İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükseğim" diye kibirlenerek, Cenab-ı Hakk'ın emrine karşı gelmiş ve Hazret-i Âdem'e secde etmediğinden, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur.

Değerli kardeşim:
İNSANoğlu, Beden - Nefis - Kalb - Ruhu olup aklı nimeti verilip gerekli kuralları içeren Nakl (Kur'ân-ı Kerîm ve dosdoğru uygulaması olan Resûullah sav in Sünnet-i Seniyyesi) verilerek sistemi var edeip Yaratan Rabbülâlemin'in Rububiyyetini imkanla imtihan için bu âleme bir kaderle gelerek Allahuzülcelâl'in Allahlığına (Uluhiyyet) şâhid olmaya getirilmiştir.

Bu âlemde bize göre bir Bedeni olmayıp da, -Nefisi - Kalbi - Ruhu olan akıl sahibi ve aynı imtihana tâbi olan varlıklar CİNlerdir.

Beden ve Nefisi olmadığı halde Kalb ve Ruhu olan varlıklar ise MELEKlerdir.

Beden, Nefis ve Kalbi kaldırdığımızda tek başına kalan RUH ise EMR ÂLEMİ'nden olup EL RAHMÂN NEFHASI dır.
Kısacası Var edendendir..

Bunlarla ilgili pek çok Âyet e Hadis mevcuddur.

İBLİS yaratıldığında diğer melekler gibi saf ve genel iken,
Hikmet-i ilahi bu muazzam imtihanın bir ve temel saptırıcı elemanı olarak nefsî özellikle özel bir yapıya dönüşmüştür.

Çok yüksek ve yüce bir makamda iken..
Ki, cennette yaşamış, Allahuzülcelâl ile konuşabiliyor vs..

Ne zaman ki çok basit gözüken 4 unsur (Toprak - Su - Ateş - Hava) dan özellikler taşıyan İnsanoğlunun (Âdem as) Yaratıcının Halifesi olacağına HASED etmiştir.

Hased ateşi ise tüm bâtıl ve şerrrin anası olup hepsi ondan doğar..

İlahi emre baş kaldırmıştır. Küstahlığı büyüktür..

Allahuzülcelâ'e rest çekip izin istemiş İnsanoğlunu mahvedeceğine yemin etmiştir.
Allahuzülcelâl de izin verip bizlere ona uymamayı emretmiştir.

Aklı olup imtihana gelen her insanın son nefeste ya Hizbullah veya Hizbüşşeytan olacağı bildirilmiştir..

İlgili âyetleri bulmak ve okumak artık çok kolay..

İki husus var ki birisi Muhammedi "Edeb"siz "İlim" çoktur ve İblisinkindendir. Bilmediği yok ama sonuç hüsrandır.

İkincisi ise ne acı ve yazıktır ki bu hayatta en gerçek yek şey "Ölüm ve Hesab" iken İnsanoğlu bu gaflet uykusundan uyanamamakta son nefese kadar ve hatta sonrasında da Şeytanla dostluğunu sürdürmekte ve Cehennemi boylamaktadır..

İlimsiz, edebsiz, irfânsız ve erkânsız kıyas şeytânın işi ve mesleğidir.
Çünkü, Muhammedî değildir!...

İlâhî Nass: lâfzen bir tek mânâyı anlatıp ve başka mânâ anlatması imkansız olan açık seçik ilâhî hükümdür.

İblisin küfrü: cehlî değil inadîdir.
İblis: “Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ı (karanlık sûflî, kesif, ağır, soğuk, yaş, cevhere uzak, pasif, etkilenen) topraktan yarattın. Beni ise: (nurlu, ulvî, lâtif, hafif, kuru, hararetli, gökler cevherine yakın ve onlarla bitişik, aktif, tesirli ve etken) ateşten yarattın!... O hâlde, ben şerefliyim!...” deyip Âdem (Aleyhi’s-Selâm)’ın kemâlâtına (imtihan) hasedlenip kıyasa kalkışıp itâatten isyâna atlayınca hakktan ve hayırdan, bâtıl ve şerre kovuldu!... (A’râf 7/11-18 bkz.)
Şu işe şaşarım ki:
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; çamurdan yaratılan Musa (Aleyhi’s-Selâm) kelâm etti, izzet ve ikrâmla şereflendi! (Ta’ha 20/13,41 bkz.)
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ile; ateşten yaratılan İblis de kelâm etti, zillet ve recm (rahmetten kovulmak) ile şerefini kaybetti. (A’râf 7/11-18 bkz.)

Beni çok üzen ve düşündüren bu gerçek bize bildirilmiştir.
Şeytan bizim için çok acıklı işini-görevini tam yapmış, yapmakta ve yapacaktır.

İlginç âyetler:

Resim---- “Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla (piyade) üzerlerine bas gürültüyü (yaygaraya boğ); mallarına, evlâdlarına ortak ol; Onlara va’dlerde bulun. Fakat şeytân onlara aldatma (gurûr) dan başka ne emreder?” (İsrâ 17/64)

Resim---- “İblis: “Senin mutlak kudretine (izzetine) andolsun ki onlardan ihlâsa erdirilmiş (muhlisin) kulların hariç hepsini mutlaka azdıracağım”dedi.” (Sad 38/82-83)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- ALLAHÜ ZܒL-CELÂL: (Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki insana, inkâr et (küfret!) der. İnsan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB’i olan ALLAH’tan korkarım.” der. (Haşr 59/16)

Resim---- “.... (Şeytân): Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben ALLAH’tan korkarım. Öyle ya Allah’ın cezâlandırması çok şiddetlidir...” dedi. (Enfal 8/48)

Bütün bu ağır ikâzlara (uyarılara) rağmen insanoğlunun acı durumunu ALLAHÜ ZܒL-CELÂL şöyle ilân buyuruyor:

Resim---- “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahmini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular!...” (Sebe’ 34/20)
İblisin çeldirisinden kurtulabilmek için ise:

Resim---- “Ve deki: RABB’im! Şeytânın kışkırtmalarından (dürtüştürmelerinden) sana sığınırım!...” (Mü’minun 23/97 ve Fussilet 91/36 âyeti de bu mânâdadır.)

Resim---- (De ki:) “Huzuruma gelmelerinden (yanımda bulunmalarından) de sana sığınırım. RABB’im!...” (Mü’minun 23/98)

Resim---- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şeytân insanın kurdudur. O, tıpkı sürüden ayrılıp uzaklaşan koyunu kapan kurt gibidir. Onun için cemâatten (birlikten), ülfetten (birbirinizi sevmekten), toplu yaşamaktan (umumî birlik) ve mescidlerden ayrılmayın. Sakın parçalara (şubelere) bölünmeyin!” buyurmuştur.
(Muaz (radiyallahu anhu)’dan; İmâm Ahmed, müsnedinde; Tabâranî, kebirinde)


Eûzubillahimineşşeytanirracîm…

çok teşekkürler HAYY ALLAH razı olsun ebeden inşaallah
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/smflogofi9.gif[/img]
Cevapla

“İlim” sayfasına dön