FUNDAMENTALİZM VE FETÖ BELASI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

FUNDAMENTALİZM VE FETÖ BELASI

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

FUNDAMENTALİZM VE FETÖ BELASI
SELİM GÜRBÜZER

Fundamentalizm kavramı her ne kadar batı kaynaklı bir kavram olsa da Müslümanları karalamaya yönelik kullanılan bir koz olduğu besbelli. Yine bu meselenin sosyolojik bir problem olduğu da apayrı bir vaka.
Malum olduğu üzere sinsi güçler ilim ve tefekkürden nasipsiz, aynı zamanda taassup bataklığına batmış bir takım eylem hastası tip ruhların çığırtkanlıklarını fırsat bilip ‘İşte İslam Fundamentalizmi budur’ demeye getirme hezeyanıyla Müslümanları zan altında tutacak etiketlemelerde bulunabiliyorlar. Bakalım hakikatleri ters yüz gösterme oyunu nereye kadar sürecek. Sinsi mihraklar oyun oynaya dursun biz biliyoruz ki; hiçbir taassubu zihniyet ve terörist kafa İslam’la özdeşleştirilemez. Şayet geçmişte bir takım Harici militanların tepki ve eylemleri ölçü alınacaksa, şunu iyi bilsinler ki bu durumu hiçbir Müslüman, tıpkı FETÖ başkaldırmasında olduğu gibi tasvip etmez. Çünkü Haricilerin İslam’ın medeniyet misyonuyla yakından ve uzaktan alakaları yoktur. Nitekim Hz. Ali (k.v)'in bedevi kültürle yoğrulmuş Harici Fundamentalistlere karşı yürüttüğü mücadelesi esas itibarıyla hukuk savaşıdır. Öyle ki; başsızlığa ve nizamsızlığa alışmış Harici militanları İslam tarihinin yüz karası rol üstlenmişlerdir. Her ne kadar günümüzde Haricilik kalmasa da, maalesef onları aratmayacak derecede değişik rollere bürünmüş kılıkta ‘Yeni Tip Harici Fundamentalist’lerin varlığına şahit olduk diyebiliriz. Nitekim 25 Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ İhanet Çetesi örgütü bunun tipik bir misalidir.
Kavramlar bazen bir kelime, bazen bir ses, bazense en tesirli silah olarak sahne alabiliyor. Anlaşılan ülkeler eskisi kadar balistik ve konvansiyonel silahlarla abluka altına alınmıyor, artık içi boş kavramlarla beyinler yıkanıp esir alınıyor. Zihinleri efsunlayıp haşhaşlamak çok daha kolay bir yöntem gibi gözüküyor. Tabii zihinler batının hizmetine haşhaşlanıp mankurtlaşınca ister istemez o ülke içten çökertme manevralarına girişilebiliyor. Şöyle geriye dönüp baktığımızda nice insanlar, nice sivil toplum kuruluşları, nice siyasi dehalar ve nice bilge şahsiyetler kavram kargaşasına kurban edildiğini görürüz. Hatta git gide anlamsızlık girdabı içerisine sürüklenen toplumları bölük pörçük edecek güçte karşımıza çıkmaktalar. Gerçektende içinde bulunduğumuz tabloya baktığımızda yoğun kavram bombardımanına tabii tutulduğumuz ayan beyan ortada. Sadece baş ağrıtan Fundamentalizm kavramı olsa belki gam yemeyiz, ama gel gör ki pek çok kavramlarla kuşatma alanları oluşturulmakta. Belli ki bilgi çağını yakalayamamış toplumlar düşünmesinler diye oyalanacak bir şeyler bulunması icab etmiş; sonunda bula bula alda kullan dercesine toplumun zihnini karıştırıcı oyuncak kavramlar türetiliverdi Böylece batı dünyası bilgi çağının nimetlerinden faydalanmayı kendine hak görürken, İslam toplumlarına da mezkûr kavramlarla oyalandırılmak reva görülmüştür. Hani derler ya delinin biri kuyuya bir taş atmış kırk kişi o taşı çıkaramamış, aynen öyle de batıda içimize attığı içi boş oyuncak kavramlarla habire oyalanıp durmamız istenmekte.
Dedik ya aslında Fundamentalizm bize ait bir kavram değil, bilakis batıdan ithal edilmiş oyuncak kavramdır. Bakınız Rönesans batı toplumunda sosyal değişmeyi sağlasa da Protestan Hıristiyanlıkta kendi içinde dönüşüme uğratıldığı bir vaka. Nasıl mı? İşte İngiltere bunun en bariz göstergesi. Batı dünyası güya kiliselerini katolikliğin izlerinden arındığıyım derken bu kez Kitabı Mukaddes'i Hıristiyanlığa uyarlayan bir püriten oluşumla karşı karşıya kaldılar. Yani yağmurdan kaçıyım derken doluya tutuldular. Nitekim bu tip oluşumda Yahudi ilişkisi gözden kaçmaz da. Öyle ki Protestan Hıristiyanlık bu tabloda Yahudi uyarlamasına tabii tutulup İngiltere’de radikal püriten tarikat oluşumunu tetiklerken Amerika’da ise Protestan Fundamentalist akımın doğmasına yol açmıştır. Daha da ilginç olan bu tip oluşumlar tarihi süreç içerisinde iktidarları etkileyecek güce de ulaşabiliyor. İster adına İngiltere püriten tip tarikat, ister Amerikan Fundamentalizmi denilsin hiç fark etmez, sonuçta birbirini destekleyici akımlardır. Bu arada en belirgin ortak özellikleri ise içki, modern dans ve müzik, sinema ve tiyatro gibi âlemlerden uzak kalmalarının yanı sıra muhalif kanat olarak görev ifa etmeleridir. Hiç kuşkusuz bunda geçmişte kilise sultalarının değişime ayak diretmelerinin ve her türlü ilmi çalışmaları engizisyona tabii tutmalarının son derece çok büyük payı vardır. Tabii ki bilimi ve düşünceyi giyotine verirlerse olacağı buydu, dolayısıyla bir anda mantar gibi türeyen Fundamentalist akımların ortaya çıkmasına şaşmamak gerekirdi. Hele bunda bilhassa Amerika dünyanın jandarmasıyım diye övüne dursun, şu bir gerçek bu nasıl jandarmalıksa Fundamentalizme yakayı kaptırmış durumda. Hadi yakayı kaptırmaları neyse de içine düştüğü içi boş Fundamentalizm ucubesini İslam dünyasına yamamak çabasına girmesine ne demeli. Hiç kuşkusuz diyecek çok daha söz var elbet, ama zaten onların huyudur kendi ucubelerini sınır ötesine taşımak. İşte görüyorsunuz huylu huyundan vazgeçmez ya, birde bu işin içinde dış politika malzemesi olarak kullanma hinliği de söz konusu. Nitekim bu durumu yetiştirdikleri Fundamentalist elebaşı FETÖ’yü bize teslim etmemelerinden çok rahatlıkla anlayabiliyoruz da artık.
Gerçek şu ki, Fundamentalizm illeti Müslümanlar arasında fitne tohumu oluştururken batı toplumlarını da kiliseden soğutup yeni bir arayışlara itmiştir. Derken bu arayış içerisinde XVIII. asrın sonlarına doğru bula bula aydınlanma hareketinin temeli diye niteledikleri pozitivist aklı keşfetmişlerdir. Ancak ne var ki üzerinden çok geçmeden putlaştırdıkları aklında batılı adamın ruhunu doyuramayacağı anlaşıldı. Hem salt akıl tek başına insan ruhunu nasıl doyurabilsin ki; malum pozitivist akıl dedikleri şey donuk metanın keşfi için vardır, oysa insanın keşfi manada gizli. Malum, sırf kuru akıl asla insanlığı eşyanın esaretinden kurtaracak bir iksir değildir. Hani derler ya 'kel derman bulsa başına sürer' diye, aynen öyle de sırf kuru akıl iksiri derde deva olsaydı insanoğlu keşfettiği makinenin kölesi olmazdı. Neyse ki gelinen noktada batılı adam, yeniden ruhi boşluğunu dolduracak arayışa yönelmiş durumda. Eeeh ne yapsınlar, batı insanı nihayetinde aklın karaya oturduğunu fark etti de bu kez can kurtarıcı simit olarak dini görmekte. Ancak bu arada can simidi gördükleri dinin Fundamentalist grupların elinde Protestan kılıfına bürünmüş oyuncak olduğu gözlerden kaçmazda. Oysa bilmiyorlar ki Martin Luther’in açtığı çığır Fundamentalistler elinde daha da çığırtkan hale gelmiştir. Nitekim Fundamentalistler daha çok askeri ve dış politika sahalarda çalışmayı tercih etmeleri bunun göstergesi. İşte FETÖ ihanet çetesi de bu ya, aynı gerekçelerle Fundamentalizmi ölçü alıp bilhassa devlet kurumlarımızdan askeri ve güvenlik birimlerine sızmışlardır.
Belli ki Haçlı ruhu kılık değiştirmiş durumda, şayet savundukları Hıristiyanlık buysa ne yüzle dünya barışından ve diyalogtan söz ediyorlar doğrusu buna hakları yoktur. Bu yaptıkları düpedüz Haçlı ruhunun bir başka kaba girmiş Evanjelik Hristiyanlığın hortlamasından başka bir şey değildir elbet. Kaldı ki günümüzde Evanjelistlerin ne yapmak istedikleri artık bir sır değil, biz onları Irak’a, Suriye’ye ektikleri fitne tohumlarından, Türkiye’de FETÖ eliyle 15 Temmuz Darbe girişiminden ve attıkları bombalardan biliriz, tamamen maskeleri düşmüş durumdalar. Öncesinde misyonerlik faaliyetleriyle boy göstermelerinden, sonrasında ise hükümetleri ve askeri birlikleri lobi faaliyetleriyle etkileyip misyonları doğrultusunda savaşa kanalize etmeleriyle tanıdık.
Malumunuz şu da var ki, Fundamentalistlerin savundukları bir kısım düşüncelerin İslami kaide ve kurallarla örtüşmesi icabında Müslümanları da içten yaralayacak Fundamentalist bir etiket iz bırakabiliyor. Nasıl mı? İşte nüfus planlaması karşıtlığı, kürtaj aleyhtarı gösteriler, sigara aleyhtarı kampanyalar, içki âlemlerinden nefret etmek gibi pek çok görünür ortak kabuller Fundamentalist ithamı iz bırakabiliyor. Oysa ortak kabuller asla bütünü temsil etmez. Tıpkı imanın altı şartından birini inkâr etmekte olduğu gibi bir durumdur bu. Keza Hıristiyan mistisizmiyle İslam tasavvufunu benzer gösterme çabaları da öyledir. Oysa Yüce Peygamberimizi kamyonete bindirme hülyası, minarelerimizde yankılanan Ezan-ı Muhammediye’yi çanlar eşliğinde Peygamberimizin ismini anmaksızın okumak, dinler arası diyalog teraneleri gibi bir dizi sapkın gösterilerin bizim Mevlana’mızla, Yunusumuzla ve tasavvufi inançlarımızla asla yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Bilakis batının içimize attığı Truva atlarıyla ilişkili diyebileceğimiz bizi içten çökertmeye yönelik bir sinsi planın parçası operasyonlardır.
Evet, öyle anlaşılıyor ki, Fundamentalizm kavramdan çok bir kılıf, dolayısıyla her kavram soru işareti taşıdığı gibi açıklamaya muhtaçta. Bikere her türlü kavram üzerinden türlü türlü tevil yapılabiliyor. Hem kaldı ki batı dünyasının ürettiği kavramlarla doğu dünyasına ait kavramlar birebir örtüşmez de. Mesela batı kavramı Fundamentalizmle bize yaftalanmak istenen irtica kavramı bunun bariz bir delilidir. Neyse ki tarihin her devrinde bu tür çarpıtmaların geçirdiğimiz onca kışkırtma hareketleriyle gün ışığına çıkan bir takım gerçeklerle artık pek yutmuyoruz. Müslümanları irtica yaftasıyla suçlayanlar bikere her şeyden önce kendilerine dönüp bakmalarını tavsiye ederiz. Nasıl mı? İşte Amerika’da Başkanların daha seçilir seçilmez İncil’e yemin ederek göreve başlamaları, doğan çocukların vaftiz edilmeleri, evliliğe kilise töreni eşliğinde adım atılması, dolarların üzerine; ‘Allah'a inanırız’ ibaresinin yazılması ve hafta tatilinin pazar günü ilan edilmesi gibi bir dizi kurallar hiçte irticai bir durum telakki edilmiyor. Ama söz konusu İslam olduğunda, yani Müslümanlar mukaddes dinini hayatının merkezine aldığında hemen İslamifobi olarak karşılık bulmakta. Maalesef kendilerine gelince müstahak İslamiyet söz konusu olduğunda ise tam tersi bir tavır sergilemekteler. Hadi yaftalama, karalama neyse de, peki ya uluslararası alanda örgütlenmiş istihbarat ağları kanalıyla Müslümanların kendi öz yurtlarında parya edilmelerine ne demeli?
Anlaşılan o ki; laik-anti laik, alevi-sünni gibi suni kamplaşmalar bizim tercihimizle oluşmuş kamplaşmalar değil, bilakis kökü dışarıda üretilen kavramlarla bizi birbirimize kırdırmaya yönelik suni kamplaşmalarıdır. Üstelik kurdukları tezgâh sadece ülke halklarına uygulanmıyor, batı karşıtı İslami kimliğe sahip yöneticileri iş başından uzaklaştırmak veya devirmek içinde kullanılabiliyor. İcabında bu hinliği bir dizi ekonomik yaptırım ve ambargo koyaraktan da gerçekleştirilebiliyorlar.
Dedik ya aslında Fundamentalizm, ABD Köktenci Evanjelik Protestan mezhep ağırlıklı bir akımının İslam âlemine fitne tohumu şeklinde sokulup yeri geldiğinde radikal unsurlar üzerinden yeri geldiğinde de ılımlı Müslüman kılıfı altında yürütülmektedir. Besbelli ki İslam’ın yeniden bir medeniyet halinde doğmasından endişelenen batı, İslam’ın yükselişini kesmek için bu tür kavramlara ihtiyaç duyup bizi can evimizden vurmanın hesabı içerisindeler. Madem durum vaziyet bu, o halde tüm bu kirli hesapları bozmak için Ulu Hakan Abdülhamit Han ve Tayyip Erdoğan usulü akıl dolusu hamlelerle karşılık verip uyanık olmak zorundayız.
Avrupa tarihine şöyle bir bakın sanayileşmeyle birlikte içten içe derin bir kimlik krizi sancısı da yaşamışlar. Bilhassa endüstriyel devrim İngiltere’de önce kimlik krizini, sonrasında ise hızla yaygınlaşan püriten militan Hıristiyanlık akımının doğmasına kapı aralamıştır. Hakeza sanayileşme diğer Avrupa ülkeleri içinde sosyal değişmeye paralel olarak kendi içinde nükseden kimlik krizinin yanı sıra püriten tarikat oluşumların doğmasını da beraberinde getirdi. Malum ülkemizde de kimlik krizine yol açacak hareketler ilk evvela üniversitelerde masumane öğrenci istekleriyle başlamış, daha sonrasında bu istekler sağ-sol, alevi-sünni çatışmasına yol açacak bir sosyolojik boyut kazanmıştır. Derken 12 Eylül sonrasında kutuplaşmalar bir başka mecraya kayıp bu kez laik-anti laik, Türk-Kürt ayırımı ekseninde boy vermiştir. Elbet o yılları yaşayanlar çok iyi bilir ki; köyünden kasabasından kopan insanlar, göç ettikleri şehrin varoşlarında konakladıklarında kimlik krizine tutuluyorlardı. İşte böyle kaygan bir zeminde sağ-sol ikilemi ve laik-anti laik cepheleşmeler kendi kulvarında çok rahatlıkla taban bulabiliyordu. Anlaşılan o ki her sosyal değişme geçiş sancısına da yol açtığından böylesi geçişlerde sosyal tabanlı militanlaşma eğilimlere bir fırsat teşkil edebiliyordu. Hem de nasıl fırsattan istifade bir talan, o dönemlerde bir bakmışsın insanlar serbest tartışma ortamları yerine militarizmin kucağında kendilerini buluyorlardı. Ağ’a düşüncede çatışma kaçınılmaz oluyordu. Hele birde tüm bunların üstüne basiretsiz idarecilerin meselelere sosyal adaletle yaklaşmayıp vesayetin gölgesinde ayak sürtmeleri olaylara daha da bir derinlik kazandırması işin bir başka yönüydü.
Bakın batı, sosyal haklar ve özgürlüğün azlığını daima kışkırtıcı olduğunun farkına vardığında birçok meselelerin üstesinden gelebilmiştir. Doğu hala bu konuda pek mesafe kat etmiş sayılmaz. Nitekim İran Şah'ı demokratik talepler noktasında hürriyetin tamamını değil ucunu gösterdiğinde bir anda Humeyni önderliğindeki kitlesel ihtilal kaçınılmaz hal almıştır. Bu demektir ki totaliter anlayış her zaman tedhiş saçabiliyor. O halde hem Türkiye’nin hem de İslam âlemini yöneten idarecilerin idare ettiği halklarına temel hak ve hürriyetlerini vermede batıya açık kapı bırakmadan güvence altına almalarında fayda var. Çünkü doğu toplumların geleceği aklı hür, irfanı hür, fikri hür nesil yetiştirmekten geçmektedir. Yok, efendim fikir hürriyeti de neymiş denilecekse her cinsten Fundamentalist akım kendine alan bulup geleceğimizi karartacağı muhakkak. Bu arada Fundamentalist FETÖ ihanet örgütünün sınav sorularını çalarak altın nesil yetiştiriyoruz yutturmacasına da bir daha kanmamakta şarttır.
Sosyal değişim toplumların alın yazısı bir gerçek. Her toplum öyle veya böyle bir şekilde değişebiliyor, ama değişim sürecini Fundamentalist anlayışa ve marjinal gruplara teslim ederek değil, ilim yolunda ter dökenlere teslim ederek gerçekleştirmek gerekir. Aksi takdirde bir takım sosyal çalkantıların nüksetmesi kaçınılmazdır. Zira sosyal değişim denen hadise tekâmül, inkılâp, ihtilal, ilim ve eğitim yoluyla tezahür edebiliyor. Mesela tekâmül yoluyla tedrici bir sosyal değişim vuku bulurken, inkılâp yoluyla da daha çok radikal ve programlı bir kadro hareketi vuku bulmakta. Keza ihtilal yoluyla gayrinizamî kanlı değişim gerçekleşirken ilim ve eğitim yoluyla da nizami bir değişim gerçekleşmektedir. Her ne kadar eğitim yoluyla değişim süreci yavaş yavaş gerçekleşse de sonuçta en verimli, en uzun soluklu ve en müspet kalıcı sağlıklı bir değişimdir diyebiliriz. İşte bu yüzden ilme dayalı her bir değişim Fundamentalizm’e yabancıdır. Yabancı kalmaları da gayet tabiidir, çünkü medeniyetlerin doğuşunda ilmin ve eğitimin çok büyük rolü söz konusudur. Hele ki aklını Pensilvanya’da ki terörist başına kiralayanlara fırsat vermemek için mutlaka ilim yolunda medeniyet inşası şart diyoruz. Tabii ki ilimden maksat Allah’a ulaştıran ilimdir, asla film ilmi değildir. Dolayısıyla Allah ve Resulünün hakikatleri dışında her şey tartışılmaya muhtaçtır. Kaldı ki İslam çağlar üstü bir din, muhatabı ise tüm insanlık olduğundan kıyamete kadar nuru sönmeyecek tek değişmeyen Hakikat-ı Muhammediye dindir. Nitekim Prof. Dr. Erol Güngör’ün “Dinin hiçbir şekilde değişmediğini, ama insanların dinle ilgili anlayışlarının devirler ve şartlara göre değiştiğini” işaret etmesi bu gerçeği teyit ediyor.
Kelimenin tam anlamıyla her türden Fundamentalist akımlar, kalıcı olana değil geçici olana talip olmakla köksüz düzen peşinde ömürlerini zayi etmekteler. Hem tarihten bugüne öfkeyle, kinle, militarizmle kim ne bulmuş ki onlarda bulsun. Hiç yalandan nefeslerini boşa tüketmesinler, eninde sonunda eli silah tutan eylem hastası grupların en son varacağı nokta devrim muhafızlığıdır. Paye alacakları kazanımda olsa olsa 'Yeni Haricilik' unvanı olacaktır. Bizden uyarması, yol yakinken bu tür oluşumlara kendilerini kaptırmasınlar, gelecek ne Fundamentalizm’de ne de Yeni Haricilikte, gelecek bilgi ve tefekkür abidesi olmaktan geçiyor. Hiç kuşkusuz tarih bunun en canlı şahidi zaten. Zira medeniyetler bilge ve ilim erbabı insanların omuzlarında boy vermektedir.
Unutmayalım ki, ya medeniyet olup Nizam-ı âlem olacağız ya da bedeviliğe talip olup zillete düşeceğiz. Hiç kuşkusuz tercihimiz Nizam-ı âlem olmaktan yanadır.
Vesselam.
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön