İSLÂMDA NAFAKA VE MİHR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

İSLÂMDA NAFAKA VE MİHR

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

İSLÂM’DA NAFAKA VE MİHR
SELİM GÜRBÜZER
Bir erkeğin ailesine karşı omzunda yüklendiği sorumluğun gereği hem ayni hem de nakdi temel ihtiyaçları karşılaması farz hükmünde nafaka olarak karşılık bulur. Hiç kuşkusuz karşılanması gereken yiyecek, giyecek, barınacak mesken ve ev eşya türünden pek çok temel ihtiyaçlar gerektiğinde yaşanılan zamanın ruhuna ve mekân değişikliğine bağlı olarak örf ve âdet olarak adeta ete kemiğe bürünüp temel ihtiyaç veya nafaka olarak da kabul görebiliyor. Ancak şu da var ki bir kadın hangi devrin örf ve adetleşmiş şartlarında mesken tutmuş olursa olsun öncelikle kocasından alması gereken farz olan nafaka hakkı hiçbir şekilde düşmeyecektir. Öncelikle derken kastımız elbette ki hayatta yaşayan kocasından alması gereken nafakadır. Öyle ki, kadın zengin olsa bile bu hüküm değişmez. Ve bu hüküm kadının maddi durumuna göre şöyle belirlenir:
-Şayet kadın zenginse orta halli bir nafaka alır,
-Şayet karı koca birlikte fakirseler fakir nafakası alır,
-Şayet her ikisi de zenginseler zengin nafakası alması lazım gelir.
Evet, işte görüyorsunuz nafaka her halükarda kadının alması gereken hak olarak karşımıza çıkmakta. Ve bu öyle haktır ki, bir kadın üstüne üstük aile içi masrafları şer’an kendi malından karşılamak zorunda olmadığı gibi dışarıda çalışmaya gerek kalmayacak şekilde kazanılan bir haktır bu.
Peki, her şey iyi hoşta nafaka hakkı sadece evin kadınıyla mı sınırlı bir hak, elbette ki buna füru (çocuklar ve torunlar) ve usul’de (ana, baba, büyük anneler ve büyük babalar) dâhildir. Ve bu noktada çoluk çocuğun nafakasından hiç kuşkusuz birinci derecede sorumluluk babanın omuzu üzerinedir. Hani halk arasında “Bekâra kadın boşamak kolay” diye sıkça söylenen bir söz var ya, aynen öyle de bu sözden de anlaşıldığı üzere evli adamın yükünün ağır olduğunu, bekâr adamın ise sırtında taşıyacak yükü olmadığını vurgulayan bir sözdür bu. O halde, aile reisinin sorumluluktan kaçma gibi bir lüksü olamaz, her halükarda ister ömür boyu bir baş yastıkta kocayacağı hanımı olsun, ister bakmakla mükellef olduğu çocukları olsun hiç fark etmez, bu hakkı bizatihi karşılaması boynunun borcu bir vaciptir. Ancak bakmakla mükellef olduğu çocuklar erkekse bu durumda nafaka hakkı ancak buluğ çağına erdiğinde iş ve aş’a kavuşacağı vakte kadar nihayet bulur. Yok, eğer çocuklar kızsa buluğ çağına ermiş olsalar bile nafaka hakkı sonlanmaz, tâ ki evleninceye kadar bu hak devam eder. Hakeza bu hak fakir dul kız içinde devamlılık arz eder. Bir başka ifadeyle ne zaman ki kız evlatlar nikâh kıyıp kocaya varırlar ancak o zaman bu hak düşebiliyor. Nitekim evlendiklerinde bu kez nafaka nikâhlı kocasına tebdil edilir. Hele bir erkek evlenmeye karar vermeye görsün, daha evleneceği günde nikâhını daha kıyar kıymaz anında nafaka hakkı omuzlarının üzerine binmiş olur, velev ki nikâh kıydığı kız daha henüz baba evinden koca evine gelmemiş ya da düğün öncesi evine çağrılmamış olsa da bu böyledir. Ancak bir erkek nikâh kıydığı kızı evine çağırdığı halde bu çağrıya icabet etmemişse hiç kuşkusuz böyle bir durumda nafaka yine kızın babasının omuzu üzerinedir.
Bir babanın akıl baliğ olmuş büyük erkek evlatları çalışamaz ya da sakat durumdaysalar gelinlerine (oğulların eşleri) nafaka vermek gibi bir mecburiyeti yoktur. Ama yine de öyle mecburi durumlar hâsıl olur ki; mesela bir baba sakat kalmış evladını iyileşinceye kadar bakmak durumundadır, ancak bu evlat zenginse bakım ihtiyacı öncelikle evladının malından giderilir. Yok, eğer böyle bir mal mülk yoksa evladının karısı bakımı işini üstlenmiş olsa bile bakıcı nafakası düşmez, yine bu hakkı babanın ödemesi gerekir. Şayet baba fakir durumdaysa, bu kez nafaka yükümlülüğü baba üzerinden ödenmek kaydıyla zengin olan anne karşılar. Oldu ya annede fakirse zengin olan dede karşılar. İşte bu ve buna benzer örneklerden çıkan sonuç şudur ki; sorumluluk noktasında dede ve nine tıpkı baba ve ana gibidirler. Öyle ki, aile reisi (baba) hayatta yaşıyor olmasa da ailenin diğer büyükleri ortada kalan muhtaçları kendi hallerine terk edip seyirci kalmaları doğru bir tutum olmaz, sorumluluk üstlenmek durumundadırlar. Hatta bunun tam tersi durumda söz konusudur. Şöyle ki, şayet nafakaya muhtaç durumda çocuklar değil de bu kez ebeveynler muhtaçsalar, hiç kuşkusuz bu durumda da seyirci kalınmayıp bu ihtiyacı hali vakti yerinde olan erkek ve kız evlatlar arasında pay edilerek giderilir. Her ne kadar bu paylaşımdan fakir olan evlatlar muaf tutulsalar da onlar da ebeveynlerini yanlarına almak suretiyle katkı yapabilirler pekâlâ. Nitekim buna şer’an mani bir durum da yoktur.
Muhtaç bir fakir çocuk düşünün ki, dede ve ninesi hayatta yoklar, böyle bir durumda nafaka ihtiyacını yine hali vaktinde yerinde olan zengin kız kardeş, zengin anne, zengin amca üstlenip ortaklaşa halletmeleri lazım gelir. Nasıl mı? İşte böylesi bir paylaşımda üçte birini anne karşılarken, diğer yarısını kardeşi, geriye kalan diğer kısmını ise amca tamamlamak suretiyledir elbet. Böylece hali vaktinde olan yakınların üzerilerine düşen nafaka yükümlülüğünü yerine getirmekle omuzlarından bu sorumluk düşmüş olur. Peki, muhtaç halde bir usul ve füru’dan yoksun ortada kalmış erkek evlatların nafakası nasıl karşılanır denildiğinde, bu kez havaşi diye nitelendirilen yakınlar devreye girmesi lazım gelir. Ancak bu gibi durumlarda yinede ihtiyatı tedbiri elden bırakmayıp nafakalarının karşılanmasında ilk evvela bu ihtiyaç sahiplerinin çalışamaz durumda veya yoksul olma şartlarını taşıyıp taşmadığının araştırılmasın fayda vardır. Ki; bu şart kapsamına çocuk sahibi fakir dul kadın da buna dâhildir. Yani bu demektir ki dul kalmış kadının fakir olması gerekir ki; nafakaya hak kazanmış olsun.
Yine her kim ki hem fakir hem usul ve füru’dan mahrum olmasına mahrum biri ama çalışabilecek güçtedir, elbette ki böyle bir kimse için akrabaların devreye girip nafaka vermesi gerekmez, vacipte değildir zaten. Hele bu arada hali vakti yerinde herhangi bir yakını olmayan kimsesiz, öksüz çocuklar söz konusu olduğunda ise derhal devletin şefkat eli Hızır gibi yetişip maaş bağlanması lazım gelir. Öyle ki, bu dünyada hiç çalacak kapıları olmayan muhtaç her kim varsa müminler olarak asla duyarsız kalamayız. Bilakis “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” Peygamber kavlince ümmeti olarak devlet millet el ele gönül gönüle üzerine düşen ne varsa aça aş, çıplağa bez verilmeli ki manevi kazanç kapımız nafakadan maksat hâsıl olmuş olsun. Derken bu arada geçmişten günümüze dillerden hiç düşmeyen “Allah devletimize zeval vermesin” sözü de yere düşmemiş olsun. Ne diyelim, işte görüyorsunuz İslami hassasiyet ve İslami merhamet budur, gerisi sadece lafı güzaftır.
Bir kimse ebeveynlerinden sadece birine nafaka verecek güçte maddiyata sahipse böyle bir durumda nafaka önceliğini anneden yana kullanması daha evladır. Hatta akraba açısından da nafaka önceliği öyledir. Hele akrabadan nafaka almaya hak kazanan kadınsa öncelikle yoksul olması esas alınır, erkekse hem yoksul oluşu hem de çocuk yaşta olması esas alınır. Meseleye bir de mesleki açıdan baktığımızda hâkim bu hususta nafaka hakkı tayin ederken şayet nafaka verecek olan gündelikçiyse günlük, aylıkçıysa aylık, haftalıksa haftalık, yıllıksa yıllık ödemesi yönünde hak hukuk gözetir. Mesela bunlardan gündelikçiyi örnek verecek olursak bu kişinin nafakayı her günün fecir vaktin başlangıcından itibaren vermesi lazım gelir. Hâkim bunla da yetinmeyip gerektiğinde akıl baliğ olmuş büyükler için her altı ayda bir elbise takdir hakkı kullanır küçükler içinse her dört ayda bir kat elbise takdir hakkı kullanabilme yetkisine sahiptir.
Meseleye bir de mekân yönünden baktığımızda, Şer’an bir erkek hanımıyla birlikte geçireceği meskenin konu komşu haklarını gözeten kimselerin bir arada bulunduğu muhitlerde mesken tutması uygun düşer. Hani atalarımız bu hususta “ev alma, komşu al” demiş ya, aynen öyle de bir kadın için en gerekli ihtiyaçlardan biride hiç kuşkusuz meşrebine uygun sosyal bir ortamda mesken tutmasıdır, hatta bu ihtiyaçtan öte bir zarurettir dersek de yeridir. Nitekim bir kadın komşusuz evde tek başına kala kalmışsa kocanın mutlaka hanımının hasbıhal edeceği ortamı sağlama arayışına girmesi üzerine vazifedir. Oldu ya, karı koca ikamet ettikleri yerde doğru dürüst itikadı düzgün insanın kalmadığı, her türlü bidatin kol gezdiği, fitne fücurun tavan yaptığı mahalleyse mahalle, semtse semt hiç fark etmez derhal oradan taşınması vacib olur. Çünkü dinin muhafazası her şeyden öncelikli bir vecibedir. Bu arada iyi konu komşu edinmiş bir meskende ikamet edenlerse durduk yere bir muhitten diğer muhite taşınmaları noktasında böyle bir arayış içerisine girmeleri lüzumsuzluk olacaktır.
Tabii nafaka hususu bu kadarlıkla sınırlı değil, dahası var elbet. Hele bilhassa Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-ı İslamiye Kamusu’na baktığımızda bir kimsenin nafakaya hak edişinin bir dizi usul ve şartlara bağlandığını görmekteyiz. Ve bu bir dizi şartlardan en dikkat çekenlerini şöyle özetleyebiliriz de;
- Nafaka hakkına haiz olmak bir anlamda nikâhın sahih olmasını gerektirir.
-Nafaka için temel ihtiyaç niteliğinde ki eşyaların satılması uygun değildir. Zira asli eşyalar üstünlük bakımdan başkalarının haklarından önde gelir.
-Bir kadının sırf çocuklarının başında alakadar olması yetmez, bunun yanı sıra erkeğine sadık bir eşte olması icab eder. Bir kadın düşünün ki; kocasının haklı istek ve arzularına hiçbir şekilde aldırış etmeksizin kendi başına buyruk biri, üstelik kocasından izin almaksızın evden çıkıp da bir türlü gidip gelmek bilmeyen biri de, elbette ki böylesi bir kadına nafaka vermemek müstahaktır. Ancak bir erkek Dini bakımdan sefer sayılacak mesafede ki bulunduğu yere hanımını çağırdığında, şayet hanımı yanında mahremi olmadığı için çağrıya icabet etmediğini mazeret olarak bildirmişse bu durumda nafakası kesilmez. Yok, eğer çağrılan yer seferi sınırlarının dışında bir yer değilse çağrıya icabet etmesi gerekir, aksi halde bu durumda nafaka hakkını yitirmiş olur.
-Kadın başkası tarafından gözetim altında ya da hapsedilmiş durumdaysa nafaka hakkı elde edemez, çünkü ortada görüşme ve birleşmeye engel durum zuhur etmiştir. Ama koca öyle değildir, yani koca hapse düşse de karısının nafaka hakkı düşmez, nafakasını vermek durumdadır. Nasıl mı? Hiç kuşkusuz hâkim takdiriyle bir kadın bilahare kocasından almak şartıyla bir başkasından borç almak suretiyle nafaka ihtiyacını gidermiş olur.
-Kadın mahremiyle bir Hac farizasını yerine getirmek için yolculuğa çıkmış olsa kocasından nafaka hak talep edemez, keza kocasıyla beraber yola çıktığında ise sadece ikamet nafakasının yerine getirilmesi kaydıyla yol parası verilmez. Ama yinede koca canı gönülden içinden gelerek yol parası verirse de gayet iyi örnek bir davranış sergilemiş olur.
-Nafakaya hak kazanmış yakınların, kadın ya da çalışamayacak durumda fakir erkek evlatlardan olmalı.
-Nafaka verecek kişi başkasına ekonomik yönden bağımlı ve muhtaç biri olmamalı.
-Nafaka verenle nafaka alan arasında akrabalık bağı olmalı.
-Bir kadın düşünün ki; nikâhlı veya iddet bekliyor halde Dinden çıkmış (mürted) olsa bu durumda nafaka hakkı düşmüş olur. Hatta yeniden Müslüman olsa da nafaka hakkı geri dönmez. Ancak Müslüman olup nikâhı yenilediğinde nafaka hakkı elde edebilir.
-Bir kadın ölüm iddet müddeti içerisinde kocasından kalan mirastan nafaka hak talep edemez. Ancak boşanan kadın böyle değildir, bilakis boşanma iddet müddeti içerisinde nafaka hakkı devam eder, bu demektir ki boşanma iddet müddet süreci bittiği an nafakada bitmiş olacaktır. Fakat buluğa ermemiş erkek çocuğu ve evlenmemiş kız çocuğu varsa onların nafakası devam eder.
-Yuva kurulan bir ev kadının mülkü sayıldığından, bir kadın kocasını eve almaz, kapıyı suratına çarpar vaziyette kovarsa erkeğin nafaka vermesi gerekmez. Fakat bir kadın kocasına evine götür teklifinde bulunur kocada kendi evine götürmezse bu durumda nafaka vermesi gerekir.
-Kadın asabi, olur olmaz hemen her şeye itiraz eden ve ansız karşı çıkışlar yapan karakterde olmamalıdır. Bir kadın kocasına itaatten imtina ettiğinde ya da ortada hiç bir sebep yokken kocasından habersiz evi terk edip gitmesi itaatsizlik addedileceğinden nafaka hakkını yitirir. Bir kadın kocasına karşı itaate yanaşmaz, asi bir tutum sergilerse itaatsizliğin bedeli olarak ister istemez nafakası kesilir. Ancak bir kadın kocasına asabi, fevri davranışlarıyla karşılık vermeyi terk ettiği takdirde yeniden nafaka alması hakkıdır.
-Kocasından kaçan bir kadına nafaka vermek gerekmez, ancak pişman olup geri dönerse yeniden nafaka hakkı elde eder. Bunun tam tersi durumda ise, yani bir koca hanımına nafaka bırakmaksızın sorumsuzca çekip gittiğinde ya da ortaya çıkmaz veya kayıplara karıştığında hâkimin belirlediği ölçülerde nafaka hakkı elde eder. Yukarıda da belirttiğimiz üzere böyle bir duruma düşmüş bir kadının hâkim izniyle sonradan kocasından almak üzere borç alarak nafaka ihtiyacını giderebilir. Şayet bu yolla ihtiyaçlarını gideremezse çalışıp kocası üzerine borç kaydettirir. Yok, eğer çalışmak için iş bulamadı her gün için dilenmeye müsaade vardır. Ve bu dilenme süreci içerisinde ileriye yönelik kocasının namına borç olarak geçirir.
-Nafaka vermekle yükümlü olan her kimse bu yükümlülüğü yerine getirmeye yönelik ev için elzem temel ihtiyaç eşyaları satması uygun değildir. Peki, iyi hoşta ya bu arada baba kendi nafakası için oğlunun eşyalarını satmaya kalkıştığında durum nasıl bir hal alır, elbette ki baba olması hasebiyle satar satmasına ama söz konusu eşyaları sadece nafakası için satmaya müsaade vardır, eşyanın dışında ise asla bina ve arsa maya şer’an müsaade yoktur. Şayet söz konusu olan oğul değil de anneyse bilhassa kadın için temel ihtiyaçtan sayılan eşyanın da satılmasına müsaade yoktur.
-Ekonomik yönden zor durumda kalan bir koca karısının nafakasını ihmal ettiğinden dolayı hapsedilemez. Ancak kadın nafaka hakkı hususunda ısrarcılığını sürdürüp talebinden vazgeçmediği durumlarda koca hapse mahkûm edilebilir.
-Bir kadın mihr’ini aldığı halde kocasıyla beraber bir yere gitmekten sakınırsa kocasına karşı gelmiş sayılır.
-İlâ ve zihar durumlarında da nafaka hakkı devam eder. Hatta bir kadın cinsel ilişkiye engel rahim hastalığa kapılmış veya cinsel ilişki kurulması imkânsız bir illeti olsa da nafaka hakkı düşmez. Keza erkek açısından da öyledir. Nitekim bir erkek iktidarsız veya cinsel organı kusurlu, ya da cinsel organı yoksa da karısının nafakasını vermesi gerekir.
-Kadın için ev işlerini hal düzene koyması, yemek pişirmesi, çamaşır yıkaması, çocuğunu emzirmesi ahlaki bir görevdir, isterse babası ileri gelenlerden biri olsun, ahlaken yapması lazım gelir, diyaneten mecburda. Ancak dikiş, nakış ve işleme türü şeyler ev işi sayılmadığından bunları yapmaya mecbur değildir. Anlaşılan o ki; İslam’da bir erkeğin karısının nafakasını temin etmesi, eşiyle güzel geçinmesi esasken, bir kadınında koca evinde itaatkâr olması, çocuğunu emzirmek vs. gibi bir takım ahlaki görevleri yerine getirmesi esastır. Bakın, Rasulullah (s.a.v) Hz. Ali ile kızı Fatıma arasında iş bölümü yaparken iç işlerini Hz. Fatıma annemize, evin dışındaki işleri de Hz. Ali (k.v)’e tahsis etmiştir. Oldu ya kadın ev işlerini hizmetçi yoluyla halletmek istiyor, bu durumda bir kadının iki veya daha fazla hizmetçisi bulunsa zengin koca bunlardan sadece biri için ücret vermekle yükümlüdür. Ancak karısından birçok çocuk bulunup birden fazla hizmetçiye ihtiyaç durumu bundan istisnadır. Besbelli ki, İslam’da bir erkeğin karısının gönlünü hoş tutmak ve ihtiyaç hissettiği şeyleri temin etmesi yönünde kısıtlamak yerine teşvik vardır. Bilhassa bu noktada aile saadeti adına bir erkeğin hiç olmazsa hizmetçi nafakasını bir fakir kadın nafakası nispetinde vermesi lazım gelir. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; nafaka verecek erkek derken, elbette ki hali vaktinde olanı kastediyoruz, yani erkek fakirse hizmetçi nafaka vermesi gerekmez

MİHR
Hiç kuşkusuz bir kadın için nafaka hak edişi kadar mihr’de çok önem hak ediştir. Madem öyle, fıkıh kaynaklara bakaraktan birazda mihrden bahsedelim.
Malum, bir Müslüman nikâhını mihrsiz kıysa da mihrin gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Çünkü nikâh öncesi söylenmese de evlilik sonrası erkeğin hanımına mehr-i misil vermesi kadının en tabii hakkıdır. Ancak bir gayrimüslim, gayrimüslim kadını mihrsiz olarak nikâhladığında şayet mensup oldukları dinde mihrsiz nikâh caizse nikâhtan sonra ilişki, boşama veya ölüm olsa da mihr vermek gerekmez. Hatta nikâhtan sonra eşlerden biri İslam’ı kabul etse hüküm yine aynıdır. Anlaşılan, Müslümanlar arasında mihr akdin başlangıcında şart olup, sonrasında şart değildir.
Mihr’in en alt birimi on dirhem gümüştür. Aslında bu bir kadın için kendisine gösterilen baş tacı değer bir yana, bir nevi mali güvence nitelikte sayılabilecek bir bedel ödemedir. Böylece bu güvence sayesinde kadın baş tacı konumunu yükseltmiş olur. Ancak şu da bir gerçek; mihr takdirinde aşırıya kaçmakta doğru olmaz, aksi halde erkekler mali yönden evlenmekte güçlükler yaşayabilirler, bu yüzden birtakım dengeleri gözetmek gerekir. Mihrde asl olan, hem erkeğin hem de kadının karşılıklı hak ve çıkarları gözetilmesi esastır. Nitekim Hz. Ömer (r.anh) bu hususta bir hutbede; “Kadınların mihrlerinde sınırı aşmayın. Eğer o dünya hayatında bir şeref ve Allah katında bir takva vesilesi olsaydı, buna en çok Allah Resulü layık olur ve hanımlarının mihrlerini artırırdı” diye irad etmiştir. Kaldı ki; mihrinde kendi içinde belirlenmiş mihr, emsal mihr, vadeli mihr, peşin mihr gibi türleri vardır. Tabi bu türlerde şarta bağlı olarak hüküm kazanır. Madem mihrde emsal söz konusu, o halde bir kadın için baba tarafından kız kardeşi, teyzeleri, öz kız kardeşlerinin kızları ve amca kızları emsallerinin mihrleri emsal alınıp, anne tarafındaki emsal mihirler baz alınmaz. Fakat anne ve babanın aynı nesepten olmaları bundan istisnadır. Şayet ortada baba tarafından emsal yoksa bu kez çevreye bakıp, çevredeki kızların emsalleri esas alınır.
Peki, mihr ne üzerinden takdir edilir? Bir kere genel itibariyle mihr bilinerek belirlenen ticari mal, taşınmaz, hayvan, ölçülebilen tartılan cinsten mal olacağı gibi bilinerek belirlenemeyecek som altın ve gümüşte olabilir. Farklı altınların tedavülde olduğu bir belde de ise altınlardan hangisi revaçtaysa mihr olarak o verilir. Şayet mihr hayvan cinsinden bir belirsiz bir at veya bir koyun dile getirildiğinde bunlardan orta derecede olanlarından mihr olarak verilmesi lazım gelir. Mihri illa peşin vermek şart değildir, borç olması da caizdir. Şayet mihr nakit olarak ödenecekse nakit hükmünde herhangi bir sikke olması da caizdir. Ayrıca mihr akitleşmesini örneklendirecek olursak bir koca; ‘Evimi mihr olarak verdim’ dediğinde; tek bir evi olsa da o evi aynen vermek durumundadır.
Şu da var ki; bir kadın dul kalmışsa mihrini rızası olmadan velisi alamaz. Fakat yetişkin bekârın mihr’ini rızasına bağlı olarak vekâlet göstermeksizin babası isteyip teslim alabilir. Bakirenin diğer velilerinin izinsiz mihri teslim alması caiz değildir. Mihri teslim alma hususunda baba tarafından dede de yetkilidir, ama diğer veliler izinsiz almaya salahiyetli değildir.
Velhasıl-ı kelam nafaka ve mihr hususu bu anlatılanlarla sınırlı değil, daha geniş kapsamlıdır elbet, ancak genel anlamıyla şu kadarını diyebiliriz ki mihr ve nafaka kadını ekonomik yönden donatan ve güvence altına alan şer’i bir uygulamadır.
Vesselam.

http://www.bayburtpostasi.com.tr/islm-d ... ,7108.html[/size]
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön