DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

ResimResimResim

Resim---İnci taşımak sıhhattir, şükürdür. Evlerinizde inci bulundurunuz.

Resim---İnsanlar hakîki incinin sırrını bilseler, onu elde etmek için birbirlerini öldürürler.

Resim---Sır saklamasını bilmekte bir sırdır.

Resim---Gül kokusunda bir sır gizlidir.

Resim---Aslında fenâ koku yoktur, tezâhürleri öyledir.

Resim---Gübre böceği nezdinde “gül kokusu” güzel koku değildir.

Resim---Her hayvanın ve her insanın kendine has kokusu vardır.

Resim---“Mâhiyetten duvar. Mahsubun hakîkatinde vardır”.

Resim---Her an abdestli olmaya çalışın. Abdestsiz yemeyin, içmeyin, konuşmayınız. Süt çocuğunuz varsa abdestsiz emzirmeyin

Resim---Abdestli ölen başkasına şefaat edebilir.

Resim---Besmele âyet’tir. Abdestsiz ağzına alma.

Resim---Besmelesiz hayvan kesme.

Resim---Besmelesiz kesilen hayvan pis olmaz. HAKK'ı anmadığın için o hayvan sana haram olur.

Resim---HAKK âdil olduğundan, inanana da inanmayana da rızk verir.

Resim---Kâfir diyârında rızk arama

Resim---İnsan rûhu ALLAH çeşmesinden bir hazînedir.

Resim---ALLAH’ın ismini diline arkadaş yap.

Resim---ALLAH’ın sevgili kullarının anıldığı yere rahmeti ilâhî gelir.

Resim---ALLAH’a dost olana hesab sorulmaz.

Resim---Balık suda boğulmaktan korkmaz.

Resim---Ecir; ALLAH’a giden yolun pasaportudur.

Resim---Kader karanlıktır. Karanlığa lâmba ile gidilir. Lâmba; ALLAH'ın kitabı ve peygamberin sünnetidir.

Resim---Belâ insanı öldürmek için gelmez. Belâ; Îmanın sahâsını ölçmek için, tecrübe için gelir.

Resim---İnsan rûhu; ALLAH çeşmesinden mânevî bir hazînedir.

Resim---Nîmet gelir, kadri bilinmezse gider ve bir daha hiç gelmez.

Resim---Az yiyin, az uyuyun.

Resim---Mümkünse tek tip yemek ye.

Resim---Sarımsak, soğan yeme.

Resim---Tek hayvanın etini, sütünü, yumurtasını yiyin, karıştırmayın.

Resim---Tek ağacın meyvesini yiyin.

Resim---Leş böceğini bala sokarsan ölür.

Resim---Suyu bol için, soğuk için, ayakta içmeyin. Soğukta rahmet vardır.

Resim---“Su gibi aziz olun” denilir. Bu güzel bir sözdür. Çünkü; “su” gözle görülür, elle tutulur bir cennet taamıdır.

Resim---Sıcak ve soğuktan şikâyet etmeyiniz.

Resim---Tâhin helvasını evden eksik etme, bol ye.

Resim---Acı biberi bol ye, korkma bir şey olmaz.

Resim---Çörek otunu havanda döv, her yemekte kullan, karabiber gibi yemek üzerine ekip ye, her derde devâdır.

Resim---Her zehrin bir panzehiri vardır.

Resim---Her Mûsâ’nın bir Firavun’u ve her Firavunun karşısında bir Mûsâ vardır.

Resim---Şirk içinde hayır, hayrın içinde şirk gizlidir.

Resim---Yaş meyve ve nebatı ateşe atmayınız.

Resim---Yaş yaprak ve çiçekleri koparmayınız. Üzerine basmayınız. Yaş ağaç kesmeyiniz.

Resim---Ormanların katledildiği yerde yağmur duâsı câiz değildir.

Resim---Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz.

Resim---Hayvanlara; Eti yensin, yenmesin kötü muâmele yapmayınız. Mahlûkat’a iyi muâmele etmek “zikrullah” tandır.

Resim---Tarlalara zarar veriyor diye; Köstebek, fâre gibi hayvanları öldürmeyiniz.

Resim---İnsanlığınızı zedelemeyiniz.

Resim---Safsatalara inanmayın.

Resim---Kalabalıkta yapmadığınız şeyleri, yalnızken de yapmayınız.

Resim---Asla “ALLAH’ın belâsı” demeyiniz.

Resim---Hiç düşündünüz mü? Bütün yapraklar semâya bakar. Sararıp, kuruyup düştükleri zaman dahi.

Resim---Bir damla bal, bir gemi ziftin getiremeyeceği sineği toplar.

Resim---Çocuğa yalancı meme ile kandırmayınız.

Resim---Olta ile balık tutmayınız.

Resim---Dâima gönül al, gönül kırma.

Resim---Ma'rifet ilimdir. İlimden maksat nedir.

Resim---Bitpazarından toplanan kelimeler, kütüphânelerdeki kitapları anlaşılmaz hâle getirdi. Kitap okumaz hâle geldik.

Resim---Ehli beyti seviyorsan yaşayışınla, ehlibeyti rencide etme.

Resim---Her gök ayında oruç tut.

Resim---Gök ayının;1’de 15 ve 16’sında ve 30’unda cima etme

Resim---Kul yanaşmazsa bile HAKK kuluna yanaşır.

Resim---Kaderle pençeleşmek ALLAH’ın takdir hükmüne isyandır.

Resim---Sırrı söylememekte sırdır.

Resim---Herkes sır saklamasını bilseydi dünyâ velî dolardı.

Resim---İçi dışından iyi olana velî denir. İçi dışı bir olana âlim denir. Dışı içinden iyi olan da câhildir.

Resim---ALLAH’ı tam bilen için cennet bir yüktür.

Resim---Şükür yolunu tutmadan, rızık istemek fitnedir.

Resim---Her hastalığın altında bir ihtarı RABBânî gizlidir.

Resim---Mezar;Var gibi görünen ve aslında yok olan bu dünyâdan, yok gibi görünen ve aslında var olan cihana gidiş kapısının olduğu yerdir.

Resim---Kabir, dünyâ yüzüne azamî iki metre gibi görünür. Amma mesâfesini ışık yılı ile dahi ölçmek mümkün değildir.

Resim---Mezarlıklar dağının arkasında saklı bir saadet güneşinin mevcûdiyetini gören insana ne mutlu.

Resim---Bedenin dışını süslemeye ilericilik, medeniyet diyorlar. İçini süslemeye gericilik derler.

Resim---Suratı güzel olanın her zaman içi de güzel değildir. İçi güzel olanların yüzünde dâima bir nur tecellî eder.

Resim---Gece yarısı “Lâ İlâhe İllallah” diyen bir insanın bütün dünyâya faydası vardır.

Resim---Usul çoktur amma HAKK yolu birdir.

Resim---HAKK emirlerini lekesiz, hurdasız yapan bir müminin ayağının altını öperim.

Resim---Şeriat, vücut makinesinin ruh hesâbına hakkın istediği şekilde işlemesinin târifidir.

Resim---Basit dış giyinişimi bana sormayın. Züht için böyle giyiniyorum dersem nefsimi övmüş olurum. Para yetmiyor alamıyorum dersem RABB'imi şikâyet etmiş olurum.

Resim---Namaz, bütün ibadetlerin envâına şâmil fihristi nûrânidir. Bir mektep’tir. ALLAH’a yanaşmanın merdivenidir. İnsan olmanın şükrüdür.

Resim---Namaz mekteptir. Bu mektebe hemen kaydol.

Resim---İlâhî secdeye bir defâ başımı koyan, indi ilâhide makbuldür.

Resim--- İnkârcı, yaşadığı zamanın evliyasından fayda görmez.

Resim---İnsan gözü aklı kadar görür.

Resim---Dünyâ, kalp atışları sâhibine küsmüş insanlarla dolu.

Resim---İçini kapama, kalp gözüne mantar tıpası sokma.

Resim---Körlerin âleminde, görenlerin görmediği bir dünyâ vardır.

Resim---Ölüm, pırıl pırıl açılacak ebediyet sabahının son karanlığıdır.

Resim---Bana “Sakız çiğnemek oruç bozar mı” diye soruyorlar. Oruçluysan edepsizlik edip sakız çiğneme.

Resim---Zenginliğin gelmesinden, tıpkı fakirliğin gelmesi gibi kork.

Resim---Garibe bir selâm bin altına değer.

Resim---Dostluk, dünyâdaki bütün paralara bedeldir.

Resim---Dost dilinden tatlı bal yoktur.

Resim---Muhabbet her şeyin özüdür. Her şeyin mevcûdiyeti ALLAH’ın muhabbeti ile kâimdir.

Resim---Kendini kendine emânet et. Kılına bile zarar gelmez.

Resim---Diken ile gül yan yanadır.

Resim---Her şeyde sevap günah arama, insaniyetine hakaret etmiş olursun.

Resim---ALLAH’tan ayrılmayan insanın kıymetini kudret makinesi çekmiştir.

Resim---İnanç insan vücûdundaki muvâzeneyi sağlar.

Resim---Dünya, kalp vuruşları, sahibine küsmüş insanlarla doludur.
Resim---HAKK'ın yanında kıymet ve makamınızı aramayın. HAKK'ın, sizin yanınızdaki kıymetini bulun, çoğaltın.

Resim---İnsanları cennete götüren amelleri değildir. ALLAH’ın rahmetidir.

Resim---Siz dua ettiğinizde, o istenilen şey çoktan kabul olmuştur. Zira ALLAH o duâyı etmeyi size nasip kıldı. Kabul ettiği için.

Resim---Hüner, görülmeyeni görmektir.

Resim---Şebnemi bulursan, sağ el işâret parmağı ile gözlerine sür. Ben ve birçokları, şebnemi bulmak için can veririz.

Resim---Gözyaşı, insan denilen mahlûkun şebnemidir.

Resim---Göz yaşından daha temiz, daha makbul bir şey yoktur.

Resim---Gözyaşı, akıl ve fennin, inanma vâsıtası olan laboratuarlarında muâyene edilmiştir. Hiper aktiftir. Terkibi şöyledir: % 98.708 Su, % 0.030 Üre, % 0. 620 Şeker, % 0.648 Tuz
Resim---Matem alameti olarak siyah giyilmesi hatadır.

Resim---Lekesiz siyah tavuk kesmeyiniz. Yumurtasının yalnız sarısını yiyiniz.

Resim---İnsan vücûdunda şekeri yükselten “Adrenalin” ve şekeri düşüren “İnsülin” dengesi vardır. Bu denge; Doğruluk, Adâlet, Ahlâk, Temizlik gibi hasletleri olanlarda, hırsa kapılmayan, gıpta, haset etmeyenlerde, gıybet, dedikodu yapmayanlarda vardır. “Luciferine” ve “Luciferase” vasat vuku bulur. Bu durum daha ziyâde gece uykuda olur. Bu esnada insan vücûdu da ateş böceği gibi ışık verir. Fakat bunu her göz göremez. İnsana “Nur” yüzlü denmesi ondandır. Îsa peygamberin başının altında hâle olduğu ve Peygamber efendimizin nur olduğu söylenir. Bunlar doğrudur.

Resim---Hakîki nur karanlıktadır.

Resim---Nazarın fiziksel olarak îzahı vardır.

Resim---ALLAH’ı isbata kalkmak şüphe etmenin ta kendisidir.

Resim---Gür sesle okunan ve gözyaşı ile süslenen bir sabah ezanı, o memleketi temizler.

Resim---Herkes uyurken kıyamda secdeye kapanmış bir müminin ne büyük bir iyilik yaptığının kimse farkında değildir.

Resim---Kimseyle mânevî münakaşa yapmayınız.

Resim---Sinir, kendi aslından haberi olmayanın, kendi kendine çifte atmasıdır.

Resim---Ben deli değilim. Delinin ayağının altını öperim.

Resim---Kimseyi korkutmam. Kimseden de korkmam. Niye korkayım dünyâ malının esiri değilim. Basit elbisemi, kendi yaşayışımı hiçbir şeye değişmem.

Resim---Otomobil, apartman, sinema çemberi içinde kalmış, her şeyin mezarda biteceğine inanan, dünyâ mahpusu materyalistler her devirde olmuştur…

Resim---ALLAH'a tapar, Peygambere inanır, Kur’ân'ı takdis ederim.

Resim---Kimseden şikâyetim de yoktur.

Resim---ALLAH’tan korkan kimseden herkes korkar. ALLAH'tan korkmayan her şeyden ürker.

Resim---Bu laflar HAKK azâmeti için doğrudur.

Resim---İnsan elinin altındaki hazîneyi bilmez.

Resim

Tıpkı sağlığında hocamızın kıymetini bizim bilmememiz gibi. Zamanı geri döndürmek mümkün olsaydı, onunla daha çok berâber kalmak ve onu daha çok dinlemek için yanında daha çok bulunmak isterdim. Çünkü ondan öğreneceğimiz çok şeyler vardı. Onun her konuştuğu söz, düşünülmeye değer.
Hocamızın hikmetli sözleri burada yazılanlardan ibâret değildir. İnşallah daha sonra da devam etmeyi düşünüyorum.
ALLAH ondan râzı olsun. Nur içinde yatsın.


Kurulay Yılmaz
Resim
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen israfil »

gullale yazdı:ResimResimResim

Resim---İnci taşımak sıhhattir, şükürdür. Evlerinizde inci bulundurunuz.

Resim---İnsanlar hakîki incinin sırrını bilseler, onu elde etmek için birbirlerini öldürürler.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen israfil »

gullale yazdı:ResimResimResim



Resim---İnsan rûhu ALLAH çeşmesinden bir hazînedir.

Resim---ALLAH’ın ismini diline arkadaş yap.

Resim---ALLAH’ın sevgili kullarının anıldığı yere rahmeti ilâhî gelir.

Resim---ALLAH’a dost olana hesab sorulmaz.

Resim---Balık suda boğulmaktan korkmaz.

Resim---Ecir; ALLAH’a giden yolun pasaportudur.

Resim
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
ser-ay
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 74
Kayıt: 20 Tem 2009, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen ser-ay »

1 – İlm-i ledun...
2 – İlm-i ercul (ayak ilmi), yürüme ilmi...
Rahmetullâhi aleyh Münir DERMAN kaddesallâhu sırrahu hocam bunlardan bahsederken şöyle söz ederdi:
“İnsan, ilâhî azâmeti rûhunda hissettiği gibi konuşmak yetkisi ile yaratılmamıştır. Hisseder o kadar. Anlayamaz. Akıl, nihâyet ALLAH'ı bulamayacağını anladığı dakîkada da insan ALLAH'ı bulmuştur. Kendi kendini bilen ve kıymetini yükselterek benliğini kaybeden kimse bir ilme yanaşabilir.”

Kulihvani Hocamdan
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/smflogofi9.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Velîler vardır. Doğrudan doğruya Vilâyet-i Resûlullah’a hâkim Velîler vardır.
Evliyâ-yi tahtet Kubâbî la ya’rifu gayri.
Onun içün:
Arz-ı vasi’ ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arşı Kürsî’den geniştir bir Velînin âyesi.

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Asıl velîlik, sende olup da haberin olmadığını sana bildirip de seni yola getiren adamdır.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Rasûlullah Efendimizin RÛHÎ KUDRETİ evliyâda zâhir oldu.
Evliyâ öyle kimselerdir ki bütün Âleme ve her şeye gizlidir. Her ilmi bilirler.
Dünyâ halkı tasarrufun kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı evliyâ, zamanında bilinmez.
Zâhirî varlığı her ne kadar gizli değil ise de hakîkî SIRRı gizlidir.
Bu gün Vilâyet Devri olduğu için, Kudret Makâmı evliyânındır. Evliyâya sürülen, Rasûlullah’ın nübüvvetidir.
Bugün bir Velî, bundan 300 sene evvel 3.000 kilo yükü varsa bu gün 30.000 kilodur.
Çünkü âhirete, kıyâmete yakın ALLAH’ın sevmediği işler o kadar çok olacak ki, Cenâb-ı ALLAH gazâb vermesin diye, Rasûlullah’ın rûhanîyyeti müteessir olmasın diye Velîler omuzlarının üzerine almışlardır.
Eskiden bir Velîyi kızdırmak için 10 sene uğraşacaksak bu gün 300 sene beklememiz lâzım. ALLAH bu derece Es-Sabûr Esmâsıyla tecellî ediyor.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
"Sin, Lâm" yazın, "" yazın, "Elif" yazın, "Nun" yazın! Bunu okuyun.Sultandeğil mi?
Bu
"Sîn"’in mukâbiliYâ Sîndir.
Ondan sonra
"Lâm" geliyor. "Elif Lâm"
"", "Tâ-Hâ" ve "Ta, Mim, Sin"..
Aynı zamanda
"Nun", Nur Sûresi anlaşıldı mı?
Bunlar Sultanın mânâsını verirler.
A'rapca da Sultan Kur’ân dilinde Burhan demektir. Delil mânâsı demektir.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

ResimResimResim
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâima uzak durunuz!

İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!

İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.

Veyâ bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, âilenizi, yavrularınızı seviniz!

Onlara dâima güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muâmele ediniz!
Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekânsızlıktan mekâna geldik, görünür, yer kaplar, büyür,
muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir.
Mekândan sıyrılır gideriz lâ-mekâna...
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
turguthan
Üye
Üye
Mesajlar: 20
Kayıt: 08 Şub 2013, 00:07

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen turguthan »

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA – 1987



HÂLVET
'ten alıntı


''Atı güneşin altına koy!
Bir tarafa gitmez.
Yağmur ve soğuğun altında da kımıldamaz.
Bu sabır veya bilmemezlik duygusuzluk değildir.
"TESLİMİYETTİR".
Enerji sarf etmeden düşünmeden...
Üzerine konan sinekleri kovmuyor.
Yanına gelenlere sinekler konmasın diye değil, her türlü basit olayı bile gidişini kader çizgisine sokuyor demektir.
''
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim

Halkın arasında gizli yürüyenler vardır.
HAKKtan başka onları kimse bilmez.
Bunlara eşyanın sıfatları da perde olmaz.
Onlardan gizli bir şey, onlara gizli bir şey yoktur.
Dilerlerse bir anda şarktan garba varırlar. Bunlara EHLULLAH derler.
Resim
Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrâil peygamberleri gibidir.
Hadis-i Şerîf.
Resim
Buradaki âlimlerden maksad Evliyâlardır.
Nübüvvet Makâmına bu dünyâda Evliyâdan başkasının erişmesine imkân yoktur.

Hattâ Vilâyet ve Nübüvvetin ikisi de bir NURdur. Resim
O NUR, Velînin varlığından vücûdundan doğup çıkınca buna VİLÂYET denir.

Nebînin varlığından çıkarsa, buna da NÜBÜVVET denir.
Bu NÛRun açıklanması Enbiyâya farzdır.
Peygamberlere, Evliyâya men edilmiştir.
Çünkü Nübüvvetlik-Peygamberlik iddia etmiş olur.
Onun için yasaktır.Derhal kâfir olur.
Resim
Her hâlin kendine has ÖZü ve SÖZü vardır.
Konuşması belki birden bire anlaşılamaz.
Fakat konuşmalarında bir HEYBET sezilir.

Her Velînin kelâmı başkadır. Her biri kendi MAKAMına göre konuşur.
İrşad ederler, ilme bürünmüştürler. Affederler.
Halkın ayıbını örterler. Cefâ'ya da bicâmil'dirler.
Aslında ALLAHtan gelen fakat zâhirde kullardan görünen hallere râzı olurlar.
ResimBunlar âşikâr olsalardı. Halka da eziyet addetmiş olsalardı HaKK ile çekişmeye ve muharabeye girişmiş olurlardı.
Onların bu gizlenmesi, HAKK tarafından halka bir merhâmettir.

Halka belli olan bir Velî, ancak zâhirdeki ilmiyle belli olur.
Vilâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Resim
Her Velî'yi gizleyen bir çok perdeler vardır. Perdeler çeşitlidir.
Herkes Velî'yi anlayamaz.
Birçokları inanmaz, muteriz kalır. Bu da bir sırdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi, yalan isnad edenlere de karşı sabır halinden alacağı ecri bulamayacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zamanda HAKka şükredemeyecekti.

Resim
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Kimseye lakırdı etmeyiiniiiiz!
Bugünde Velîyyullah vardır! Belki içinizde vardır! Belki içimizde vardır, hiç insan belli olmaaaz.
Adımını atarken Velî olur insan, adımını atarken Kâfir olur, içinden şekk-i şüpheyi götüüür!
Hem kimseye gıybet etmeee!
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

ResimResimResimResim
Aman efendim dikkat edin. Aman efendim dikkat edin!.
İmaam burdaki asâkirin kumandanıdııır.

ALLAH’ın huzûruna Kâbe'yi o çeviriyooor.
Onuun töhmeti altındayııız.
O,
ALLAHu Ekber!demeden kafanı yavaş yavaş eğmeee.
Görünmeyen direğe çarparsın!.
Görünenden herkes korkar, kaçınır.
Asıl, görünmeyen direkten korkmaktır.
Onun için imam
ALLAHU EKBER!demedikten sonra başınızı kıpırdatmayın.
Secdeden de aynı öyle, rüku’dan kalktıktan sonra amaan imama uyun!.
Bütün yükü İmam Efendi'ye bırakın.
Bakınız bedâva namaz kılıyorsunuz, siz sâdece bir:

Subhâne Rabbiya'l-Azîm!
Rabbenâ leke'l-Hamd!
Subhâne Rabbiya'l-A'lâ!
Es-Selâmu aleykum ve rahmetullaah!.
İmam bütün mesuliyeti alıyor, Kur’ân-ı Kerimi sizin için okuyor.
Buna hürmeten imama uyun efendim.
İmama uyun!.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim
Yakında bu tozun dumanın sonu gelir.
Mezara gittiğimiz zaman hakîkat ortaya çıkar.
Kimin atlı kimin yaya olduğu ortaya çıkar.
ALLAH, o tarafta alın açıklığı versin.
Onun için, salâvat-ı şerife kendimizedir.
Kendi Nûr-u MuhaMMediyenize yardım! Mağfiret bize! diye.


Resim


Birisi:Alâ Rasûluna salâvaaaat!dedi.
Allâhumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âli MuhaMMed!dersiniz.
Yalınız bir ses vardır onu işitti mi o vakit salâvat-ı şerife getirmek farz olur insana, dikkat buyurun.
Yarın bu akşam teravihe gideceksiniz.
Müezzin efendi:
Sallû alâaa MuhaMMed!dedi.
Emirdir o, derhal içinden salâvat-ı şerife getireceksin.
Onu işiten adama farzdır. Dikkat buyurun, dikkat buyurun efendim!.
Bu kitabta yoktur. Kulağa söylenir!.

“Nerden biliyorsun?”
Benimde kulağıma birisi söyledi, yalan söylemiyorum, âyetnen sâbittir.
“Sallu alâ MuhaMMed”
kelimesini işittiğin zaman, içinden:
“Allâhumme salli alâ muhaMMedin ve alâ âli MuhaMMed!””
Çünkiii o sana âid değildir, Cenâb-ı Rasûledir o.
“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi””
âyetinin şümûluna göre.
Ötekiler:

"Allâhumme alâ Rasûlune salâvat"
deyip kendine getiriyor.
Salâvat-ı Şerîfe getire getire getire içindeki Nûr-u MuhaMMediyye inkişaf eder.
Ammaaa, beli aklında olanlar:

“Bu saçmadır, benim mantığıma girmiyor!”
der.
Zâten mantığa giren işte, iş yok!.
İslâmiyet,

“yu’minûne bi'l-ğaybi”
gayba inananların dînidir.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen gullale »

Resim

Hazreti Mevlânâ Şemsu’l- Hakâik’inde der ki:
"Eeeey müslümanlar!
Ben ne olduğumu bilmiyorum.
Ben ne yahudiyim, ne nasrânî, ne müslümanım!
Hiç bir şey değilim!.
Ne yerim, ne göğüm, ne şuyum,
Benim mekânım yoktur!
Ben
CÂNÂNın CÂNI'nın CAN'ının İÇ'iyiM!"

diyor.
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

“ALLAH HERŞEYİ MUHİTTİR.”

Şimdi ALLAH Kelâmı’ndan bazı âyetlerle Haşr-u Neşr olalım:
“ALLAH herşeyi muhittir.”
Kaplamıştır hudutsuz olarak...
Ne tarafa bakarsan bak bir ahenk bir intizam bir şuûr vardır.
O’nsuz boş birşey yoktur.
Her yerde hazır ve nazırdır.
Akla vurursanız akılsız bir şey yoktur...

O’ndan izinsiz bir zerre yerinden oynayamaz.
Esmâlarıyle kudret ve kuvvetleriyle mütecellîdir.
Bütün kâinat ALLAH’ı tesbih etmektedir.
ALLAH’ın bütün güçleri her şeyin içinde o güç dışında yine aynı güçlerdir.
Canlı ve cansız her şeyde o güçlerle esmâlarıyla müteceilidir.
Cazibesinin, etkisinin haricinde kâinatta hiç bir şey yoktur.
Bu tüm isimleri de kaplamıştır.
Aklın kâinatı kaplaması gibi.
Düşüncenin her türlü ziyâdan, elektrik süratından daha fazla oluşu, aklen ve zihnen insan bir anda kâinatı dolaşır...
Her vücudun, her şeyin yıkılmağa mahkum zayıf yapısı vardır.
Her şey fânidir.
İnsanın maddesi dimağın idraki için insan dimağında hücre yoktur.
Seziş vardır.
Sezmek bir hakikatın mevcudiyetinin kat’i kavram vermezsede en büyük delilidir...
Ölüm, bitmek, tükenmek aslına dönmek mânâsınadır.
Ölümün ötesinde ise hudussuz, bir akıl, güçlü bir etki, gerçek sevgi, sonsuz mutluluk vardır.
Aslına kavuşmaktan ötürü...
Doğruluk=Kâinat nizamına uyuş..
Adalet = Her şeyin bir ahlâk ve doğru olarak sapmadan işlemesine uyuş.
Onun için yaşadığı müddetçe doğruluk, adalet ve güzelliklerden yana olanlara, bu gerçeği bilenlere, sevenlere son nefesine kadar bu güzelliklere dönme şansı vardır.
“Tövbe ve HAKK’a inanmak”...
Bu mutluluğu ALLAH dünyada kazanılan iyiliklere bağlamıştır.
Kaba basit bir misal şudur:
Meyva ağacına bakar, itina edersek meyvası olur.
Bir atasözü :
“Ne ekersen onu biçersin...”

ALLAH sözü:
Dünya tarlası âhirette mahsul verir...
İnsan kâinatın küçük bir modeli gibidir...
Maddesi vardır:
Işıklarıyla, atomlarıyle, molekülleriyle, elektrikiyetiyle, proton ve nötronlanyle...
Mânâsı iç dünyası vardır:
Sevgi, şuûr ve zekâ, duyguları ve dehâsiyle...
Hülâsa:
Maddesi, dışta...
Madde ötesi, içinde ve güzelliklerinde... Herşeyi sevmesinde...
O hâlde Cesedinle dünyada, madde âleminde, gönlün ile sonsuzlukta maddenin ötesinde ol!..
Sen zaten maddenin ötesisin bunu bilmiyorsun...
Gaybı gören gözler vardır.
Yokluğun takat getirilmez güzellikleri vardır.
Her adımda bir ALLAH esmâsı sana yoldaşlık etsin!..
Gözün gönlünden başka birşey görmesin!..
Sen beni tanıyamazsın, gözlerimi, beynimi alabilirmisin!
Ya insanların seni gördüğü gibi ol, yahut da onlara olduğun gibi görün!.. Bu çok güç bir iştir.
O zaman her gördüğün şeyin ötesini görmeğe başlarsın...

ALLAH kelâmında diyorki:
Burayı defalarca oku anla!
“En güzel adlar ALLAHındır. O’na onlarla dua edin!
Yani Onlarla kalın O isimlerin sizdede tecellîleri vardır.
Onları size ALLAH beyhude vermedi.
HAKK’ın Zâtını idrâke çalışmayın!...”

Zât-ı Akdesi bazı tecellîlerin arkasında gizlendi...
Tevhidin aslından bahsedilirse halk dayanamaz, ölür...
Irmak yatağını kendi açar.
Kaya ile boğuşmaz.
Kenarından dolaşır.
Kaya ırmağa sığınmıştır.
Çünkü Suyun kuvveti, mülayimliğinde gizlidir.
Ateş bile buzla savaşa çıkarsa kim galip gelir.
Buz erir Su olur.
Su da Ateşi söndürür.
Hangi ateş var ki suya sonunda mağlup olmasın...
Bir kayığın küreği ne kadar sert olursa olsun suyu asla kesemez...
Bir ağaç bir ormanda devrilirse gök gürültüsü gibi ses çıkarır.
Ormanda kimse yoksa sesi kimse duymaz.
Ammaa yine ağaç yıkılmıştır.
Bu olaydan bir şey çıkar, bakalım. Bir şey gizli burada.
Düşün!
Çözmeğe çalış!..
Bu minicik hikâyede bütün dünya olayları gizlidir.
Gizli dememiz sana gizli.
Apaşikârdır düşünen kimseye...
Kulakların güzel sesleri, ihtizazları dinlemeğe alışmış ise, gözlerin güzel renkleri, şeyleri görmeğe alışmış ise gönlüne iyi şeyler iletilmiş demektir.

Biraz daha açayım: Camii’de kimse yok gibi ammaaa...
Sonsuzlukla dopdolu, duyan için...
Bu ne demek?
Ağızları Hak rızası için kapalı huzurda Mü’minlerin hâli...
İçleri ALLAH ile dolu.
Vücuttan Resûlullah’ın ruhaniyetiyle okşanıyor yetmez mi bu?..

“Okşanıyor, dolu, ne demektir?”
Kâinatın bir yaratıcısı olduğuna inanmış,
O’nun emirleri vücudunda fizyolojisinde.
Okşanıyor:
Ne emretmiş ne söylemiş ise insanlığın iyiliği için doğrudur.
Onunla beraber yaşıyor.
Âdeta ciğerlerine dolan temiz saf hava gibi...
Hepisi dopdolu bir dokun bak...
Gözlerinden HAKK’ın sevdiği sessiz yaşlar akar...
Burada biraz düşününüz.
Fizik, Kimya doğa kanunlarından bahsederek kendini anlamanı kilitleme, zincire vurma aklını, hele bir dinle bakalım..

Tabiatta ki kanunlar mı maddenin hareketini doğuruyor.
Yoksa maddenin hareketlerinden mi kanunlar doğuyor...
Şüphesiz ki kanunlar fizikî, kimyevî her türlü maddenin intizamlı hareketinin bir ifadesidir.
Yani tabiat kanunları dediğimiz; sebep değil, sonuç tur.
O hâlde maddeyi, molekülü, atomu intizamla hareket ettiren kimdir ki sonuçta kanunlar ortaya çıkıyor.
Bir takım formüllerle ifade edilen tabiat düzeni meydana geliyor.
Bütün bunların hareketi kendiliğinden oluyor.
Bu oluşların değişmeyen intizamlarını tetkik ederek fizikî, kimyevî birçok kanunları insanlar buldu ve formüle etti... .

Kendiliğinden oluyor diyelim:
Bu nasıl oluyor?
O zaman moleküle sonsuz bir irade ve akıl vermemiz lâzım gelir.
Çünkü insan iradeli ve akıllı olduğu hâlde bir çok işi bir saniyede yapamıyor.
Şuûrsuz, molekül bunu nasıl yapacak?...
Şu gördüğümüz âlem, evren, tabiat ne isim verirsen ver bir düzendir. Düzenleyici değil bir kanundur.
Kanun koruyucusu değil bir kitaptır.
Bir sonuçtur.
Sebep değil bir yapıdır.
Yapıcı değil bir yönetimdir.
Yönetici değil...

O hâlde kimdir. Kanun koyan, yöneten, yaratan?
“ALLAH” dersen münakaşa kalkar rahat edersin sonra bunu söylemekle ne kaybedersin...
Aklını basına al!..
Tepişmekten iş çıkmaz...
Kâinatta Mendelyef cetveline göre 99 esas element mevcuttur.
Bunların birleşimleri, deriveleri çoktur.
Bunlar da bir intizam içindedir.
Hududları vardır.
Kelimeye dikkat edin!
İsyan lafı da vardır.
Zorlanırlarsa...
Bu elementler canlı, cansız, nebat hayvan hepisine muayyen bir nisbet üzere dağılmıştır.
Bu elementler üç şekilde bulunur bilgi hududumuzda...
Gaz, Mayi, Sulb, bunların bir kısmı organiktir.
Bir kısmı da inorganiktir.
Elementlerin bu üç hâle dönmesi enerji ile mümkündür.
Bu elementlerin hepisi insanda mevcuttur.
“Ahsen-i Takvim”
En mükemmel, en güzel şekilde yaratılmıştır.
Bu kuru bir laf değildir...
Gözle görülsün, görülmesin kâinatta her şey aslındaki formunu, şeklini bozmaz...

Elma ağacı daima elmadır.
Taş daima taştır.
Koyun daima koyundur.
Karınca daima karıncadır.
Çiçek daima çiçektir.
Balık daima balıktır.

Cinsleri, şekilleri değişmez.
Bunların hepisinin bu mekânda bu kâinatta bir devamı vardır.
Gözle görülemeyen mikroplar bile.
Tifo mikrobu değişmez.
Verem basili şeklini değiştirmez.
Her madde ve cismin aslında bir element kısmı vardır.
Görünmez ise bile bir elementi vardır.
Her cismin; biri mekândaki elementi, biri de öteye ait elementi vardır.
Bu element daima bâkidir.
Mekândaki element tükendi mi ötenin elementi öteye döner.
Öte dedik bu nedir?
Bilinmeyen, durgun ve tükenmez, enerji, kuvvet kaynağı, ismine Lâ Mekân diyoruz.
Buraya maddenin ötesi diyoruz.
Lâ Mekân’ın en basit târifi...
Maddenin bu ötesini madde âlemine bağlayan nokta...
Atom, elektron sürat mefhumunun üstünde bir hızı olan nesne ise kaynaştığından biz herseyi yerli yerinde görüyoruz.
Halbuki bu gidip gelme durmadan devam ediyor...

Şöyle söyliyebiliriz:
Lâ Mekândan her an Mekâna, madde âlemine akış mevcuttur.
Bu akıştan kanunlarını arayıp bulduğumuz her şey ve madde teşekkül ediyor.
“Her an var oluş vardır” âyet...
Enerjiyi madde taşıyamayacak hâle geldi mi.
Lâ mekâna dönüş oluyor.
“Her an yok oluş vardır”…
Fakat bize ve fikrimize göre...
Mekânda maddî element tükendi mi ötenin enerji elementi öteye döner. “Her şey topraktan geldi aslına dönecektir” âyet...

Her elementte bir miktar su vardır.
“Kristal”
Evvelce bundan uzun bahsetmiştik...
Her cisimde bir zerrecik su vardır.
“Kristalografı”.
“Her Şeyi sudan yarattık” âyet...

Kanatta su zerresi olmayan cansız, canlı bir şey mevcut değildir.
ALLAH kelâmında:
“Benim Arşım su üstündedir.”
Fakat bu su bildiğimiz su değildir.
Arş nedir?
Lâ Mekân.
Durgun, enerji kaynağı.
Bilemiyoruz...
Arş: ALLAH’ın Zâtının aydınlığıdır.
Bu aydınlık ilâhi güçlerle yaratılmamıştır...
Lâ Mekân, durgun enerji kaynağından çıkan bir elektron enerjisi Arşın bir noktasından suyun içinden geçerek çıkıyor.
Elektronlar saniyede 300.000 km. süratle hareket ederler.
Ziyâ aynı süratledir.

Her şeyin kâinatta İki yüzü vardır demiştik:

ALLAH’a bakan yüzü : Melekut âlemine bakan.
Levhi-Mahfuuza bakan herşeyden hıfzedilmiş temiz değişmeyen berrak açık levha... .
Yani Her şeyin, her muradın plânı...

Eşyaya bakan yüzü : Mülk âlemine bakan taraf...

ALLAH’a bakan yüz : Lâ Mekân’a bağlı kısım.
Cansızda: Elektronları.
Canlıda:HAY olan kısmı...
“Kalbler, ALLAH’ın yeryüzündeki aynalarıdır.”
Hz. Ali efendimiz:
“Kalb ve Gönül, Arş ve Kürsi demektir!” buyurmuştur.
Arş, kâinatın kalbi.
Kalb, bizim âlemimizin Arşıdır.
Kalbin iki kapısı vardır:
Melekut âlemine bakan kapı.
Mülk âlemine bakan kapı...
Metekut âlemine bakan kapı Leyh-i Mahfuza bakan taraftır.
Mülk âlemine bakan kapı da Duygu organlarına bağlıdır.
Bir hadis-i Kudsîde:
“Yere Göğe sığmam da Mü’min Kulumun gönlüne sığarım” hadis-i kudsîsinin anlamı budur.
Bu kadar sürat de artık mekân, zaman mevzuubahis olamaz.
Her an her yerde hazır ve nazır....

Kar danesine bak...
Küçük bir pamuk parçası.
Mikroskopta tetkik et.
Dünyanın en güzel Hendesî şekilleri, çeşitleri onda gizli...
Her cisim donduğu zaman hususi bir billur hâlinde donar.
Bunu tetkikle o cismin cinsi anlaşılır.
Bu billurlaşma bir anda olur.
Hendesî şekil ziyâ sürati kadar seri’ olur.

Dünyanın en eski yazılmış kitabı olarak kabul edilen Sagesse Mısırlılar zamanında Papirüs özerine yazılmıştır.
O kitabın başında söyle bir cümle vardır:
“Hâlik kâinatı: ölçülü, sikletli, hacimli bir sûrette yarattı. Bu değişmez dünya durdukça...”

Geometri = Hendese.
Kristalografi =. Billurlaşma.
Matematik = Riyaziye.
Ve bütün dalları kâinatın intizâmı, değişmeyen kanunlarını akla sokan görünmeyen hakikat ve asılların ifadeleridir. .
Bunu bir damlada.
Bir kar danesinde.
Bir madende.
Bir kan damlasında.
Kâinatın işlemesinde her an bulmak mümkündür.
Onun için:
“Beşikten mezara kadar ilim ile uğraş!”
Yani HAKK’ın bütün âlemlerini her şeyi tetkik et de ALLAH’ın kudret ve güçlerini gör!..
Bunların hepisi HAKK’ın görünüşüdür.
HAKK da; bu kuvvet ve kudret, değişmeyen akıl yoran intizam içinde güçleriyle görünmektedir...
Gafil olma!..

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
“Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” (Nisâ 4/126)


Haşr : (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları. (Bak: Acb-üz Zeneb) (Bak: Hudus)

Hudus : Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.

Neşr : Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak. * Başıboş cemaat. * Bulutlu günde yel esmek. * İzhar etmek. * Katetmek. * Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.

Cazibe : Çekme kuvveti. * Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal.(Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)

Delil : Kılavuz. Doğru yolu gösteren. Meçhûlü keşfetmekte ve malumun sıhhatını isbat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan husus. * Beyyine. Bürhan.

Tevbe : (Tövbe) Yaptığı fenalığa pişman olmak. Allah'dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak. (Bak: Afv)

Afv : Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.

İ’tina : (İtinâ) Çok dikkat etmek. Özenmek.

Model : Fr. Biçim, örnek, şekil. * Resim yâhut heykel yapılırken bakarak benzetilmeğe çalışılan şey veyâ şahıs.

Sulb : Sert, katı. Taş gibi olan. * Omurga kemiği. * Sülâle, zürriyet.

Şuûr : Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. (E.T.) * Kendi varlığından haberi olma. * Bir şeyi hoşça tanıma. * İnceliklerini iyice idrak etme. * (Şa'r. C.) Kıllar.

zekâ : Çabuk anlama ve bilme kabiliyyeti. Fehim ve idrakte çabuk olma. * Ateşin alevlenmesi. * Güzel koku alma.

deha : Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.

Gönül : İçâlem.

Akdes : En kudsi. En mübarek.

Mülayim : Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu.

Ruhaniyyet : Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.

İntizam : Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.

Teşekkül : şekillenme. şekil alma. * Meydana gelme.

Kristal : yun. Billur, billurdan yapılmış
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


ORUÇ


İslamların en büyük ibâdetlerinden biridir ki, hiçbir veçhile içine riyâ giremez.
Bu ibâdetledir ki, insan ruhu, maddî bağlarından muayyen bir müddet için ayrılarak manevî bir inşirah ve istirahate çekilir.
Hazret-i Resûl'e vahyolunan Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiğine göre oruç, ALLAH'ın, kendisine inanan ve tapanlara bir emr-i mübârekidir.
Gün doğmadan başlayan, güneş batıncaya kadar her türlü yeme ve içmeden, telezzüz-ü şehvanîden kendisini kendi kendine men'eden oruçlu bir insanın salâbet-i ruhîye ve rûhâniyesi önünde hiçbir mantık eğilmeden kendisini geri alamaz.

Orucun maddî bakımdan vücût makinasına yaptığı büyük tesiri kısaca mütalâa edersek; yiyeceksiz kalış, ilk önce açlık duygusunu uyandırır, bazan sinir bozukluğu ve nihâyet yorgunluk hissini ortaya atar.
Daha çoğu ruhî ve daha azı maddî gibi görünen bu rahatsızlıklar vücud makinasında ehemmiyetli olan birtakım gizli vücud çalışma hâdiselerini tahrik eder.
Karaciğerdeki şekerler, deri altındaki tabakalar ve adeledeki yağlar, beze ve karaciğer hücrelerinde protein'ler harekete geçerler.
Bütün uzuvlar, maddelerini, iç muhitin ve kalbin tamamiyetini muhafaza için, fedâ ederler.
Bu sûretle bir sene durmadan ve dinlenmeden çalışan insan makinası, nesiçlerini temizler ve değiştirir.
Bu değişme bir senelik yorulan ve kendisinde kimyevî birtakım maddeleri biriktiren uzviyetin insan ruhiyatı ve arzularına bağlı bâzı itiyat ve isteklerini değiştirir; yerine daha taze, daha canlı, ruh ve madde çalışma sistemini husule getirir.

Hastalıklarda, hekimlerin tavsiye ettiği istirahat, hasta uzviyetinin normal vaziyetini alması için vücudun hücrelerine yeniden bir hız vermekten başka bir gayeye matuf değildir.

İnsanın farkına varmadığı uzviyetinin hücre ve nesiçlerinin bir senelik yorgunluğu, ancak oruç ile, temizlenmek ve kuvvet bulmak imkânına sahibolur. Günün erken saatlerinden başlayarak, 12-14 saat aç duran bir uzviyetin maddî çırpınışı ile onun taşıdığı ruhun bir rahatlık deryası içinde çalkanışını, bu uzun saatlerin sona ereceği dakikalarda, duymak ve ondan ruhanî bir zevk hissesi koparmak itiyad-ı diniyesine mâlik insanlara, ne mutlu!

12-14 saatlik bu alışkanlığın verdiği ruhanî zevk târif çerçevesine ve tavsife sığmaz...
Ruh adetâ cesede küçük bir isteme kabiliyeti bağı bırakarak namütenahi kâinatın ihtizazları içine karışıyor...
Fakat bu ihtizazlar ancak kâmil, bilgi ve ilim peşinde koşup onun verdiği büyük kuvvetle yoğrulmuş kafa taşıyan müslüman insanlarda kendisini hissettirir...

O hâlde oruç; insan ruhunun uzviyetine bir hız veren taahhüdüdür.
Kur'ân-ı Kerim'e göre:
“İlâhî ve beşerî her taahhüd mukaddestir.”
O hâlde hakikî oruçlu olan insan, mukaddes uzvî ve ruhî bir durum almış olacaktır.

Buraya kadar fertler topluluğunun emr-i ilâhî olarak yapmaları istenen büyük sıhhî ve ruhî kaideler teşrih edildi.
Bu umûmî kaideler içinde fertlerin teker teker yükselme istidad ve arzusunu taşıyanlara ait öğütleri bulup çıkaracağız.

Hicret vuku’a gelmeden evvel Medine'de fevkalade çok sıtmalı.
Senede yüzlerce kişi sıtmadan ölür ve ızdırab çekerdi.
Resûl-i Ekrem Medine'yi teşriflerinde Medine'nin etrafını çok bataklık görmüş ve sıtmanın bu sulak ve pis yerden geldiğini söyleyerek bu işe önayak olarak bir defasında 30 bin hurma fidanı diktirmiştir.
Ve bataklıkları kurutmuştur.

Ebu'l-Berekât'ın bitabında yazılıdır:
“Bir yerde hastalık çıktığı zaman o yerde bulamıyorsanız başka tarafa gitmeyiniz, başka yerde hastalık vana o tarafa da seyahat etmeyiniz!” buyurarak ilk karantina usûlünü vaz'eden Cenâb-ı Peygamber'dir.
Bütün hastalıklarda himye, yâni perhizi musirrane tavsiye eden bütün devâların başı budur, diyen Ulu Peygamber'dir.

ALLAH'ın takdir buyurmuş olduğu ömrü rahat yasamak, huzur içinde geçirmek, rızâ-i ilâhîyi kazanmak için: “şunlara kat'iyyen riâyet ediniz!” buyuruyor:
1 - Daima taze yemeklerden yiyiniz!
2 - Çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz!
3 - Çok çiğneyiniz, yavaş yemek yiyiniz!
4 - Yemeğe oturmadan ellerinizi yıkayınız!
5 - Daima yemekten iştihah olarak kalkınız, çok yemeyiniz!
6 - Yemeklerde çok su içmeyiniz!
7 - Kışın daha ziyâde yağlı yemekler, yazın serin yiyecekler ve sebze yiyiniz!
8 - Yemeklerinizde hurmayı eksik etmeyiniz!
9 - Üzüm, hurma, zeytin ALLAH'a şükretmek için size afiyet ve kuvvet verir.
10 - Yorulduğunuz zaman tatlı yiyiniz!
11 - Kırık, çatlak kâselerde yemek yemeyiniz, su içmeyiniz!
12 - Yemeklerde daima neşeli olunuz! Yalnız yemek yemeyiniz!
13 - Yemekten sonra daima dua ederek şükrediniz!
14 - Ayda bir gün muhakkak oruç tutunuz, vücudunuz dinlensin.
15 - Bal yiyiniz, bin derde devâdır.

Bu tavsiyeler binlercedir.
Okuyucularıma bu tavsiyeler gâyet basit gelecektir.
Fakat 1300 sene evveline bir seyahat ederlerse akıl durduran bir hâdise ile muhakkak karşılaşacaklarını anlayacaklardır.
Bunlardan hiçbiri bugün değişmemiştir.
Değişemez ve değiştirilemez de...
Bu kadroya giren her hâdise büyük, cihanşümul ve ilâhî olur..
Son senelerin keşifleri dünya tıbbini değiştirmiş, yeni bir devre sokmuştur.


Telezzüz-ü şehvanî : Şehvet lezzetleri.

İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.

Salâbet : Metanet, katılık, sulbiyet. * Peklik, dayanma. Sağlamlık. * Mukaddesatı korumak
hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)

Nesic : (C: Nüsüc) (Nesc. den) Dokular.

İtiyad : (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


NAMAZ UYKUDAN HAYIRLIDIR


“Esselatu hayrun mine’n- nevm”

“Namaz uykudan hayırlıdır.”
“Tuluğ dan evvel, gurubdan evvel namaz kıl”
“Mi’racda Resûl’e emr olunana” te’kiden inen âyeti kerimedir.
Bu vakit farzdır.
Yani tulugdan evvel gurubdan evvelki vakit
O vaktin farziyeti, ehemmiyeti, sırrı için namaz kıl demektir.
O iki namaz o vaktin sırrı için emrolunmuştur.
O vakitler ALLAH indinde büyük “Sırrı-Ahadiyet” taşıdığından o tesbihata kulun da girmesini ALLAH arzulamıştir.
ALLAH’ın namaza ihtiyacı yoktur.
Şanını tesbih için ahsen-i takvim yarattığı kuluna sabah akşam namaz kıl değildir.
O vakit için emir, kıl emridir.
Bundan ötürü bu namaz vakitlerinin kazası yoktur dikkatli ol!..
Gece yansından sonra da teheccüd namazı kıl emri de aynıdır.
Diğer namazlar ara namazlarıdır.
Onlar da kapalı olarak âyetle Medine’de bildirilmiştir.
Kim ne söylerse affiylesin!
Namaz kılmayan, “namaz uykudan hayırlıdır” ne demektir bunu bilmeyen zavallıdır.

Resûlü Ekrem, Bilâl sabah namazı okurken uyanmamış.
Bilâl kapıyı şiddetle vurarak, hiddetle:
“Esselatu hayrun minen nevm Yâ ResûlALLAH!” diye iki defa bağırmış.
Resûl-ü Ekrem hemen uyanmış ve hücresinden kapıya çıkarak : “Bu çok güzel Yâ Bilâl daima söyle!” demiştir.
Resûl-ü Ekrem sabah namazının vaktinin kıymetini anlatmak için “ALLAH tarafından” uyanamamış.
Vesile olmuştur…
Bu hadise çok mühim bir hadisedir.
Namazı kılmıştır.
Bunları bilmek gerek...

O vakit için kılınan namaz sana o vakte kavuşmanı temin ediyor. Onun için namaz uykudan hayırlıdır.
Burada “Hayır”, devamlı bulunan ALLAH’ın mağfiretine çarpılmak hayırdır.
Sabah herşey başkadır.
Güneş dogmadan evvel :
Gökyüzü. Yıldızlar. Rüzgârlar. Nebatlar. Hayvanlar. Toprak. Sular. Göller. Denizler.
Akşama yakın bütün bunlarda dikkat eden görür.
Değişmeler vardır.
Güneş battıktan sonra namaz vaktinde çok olaylar olur.
Görmek lâzımdır.
Duymak lazımdir.
Anlamak lazımdır.
Bunlar hem maddî tabiat kanunlarında, hem hayvanlarda, nebatlarda, herşeyde ruhaniyetde değişiklikler olur.

Sabah namazı ALLAH’a yanaşmanın merdivenidir.
Sabah namazını daima vaktinde kılanlarda “MİN ESERİS SÜCUD” onların alınlarında ancak sabah namazında elde edilen bir iz vardır. Herkes o izi göremez.
Bu iz, halıya hasıra veya kilime sürtünmeden husule gelen iz değildir ha!..
Resûlullah Efendimiz bundan ötürü:
“Sizi süvariler bile kovalasa sabah namazının sünnetini kaçırmayın!”
“Kaçırmayınız!” buyurmamıştır.
“Kaçırmayın” diyerek teker teker her müslümana burada hitap mevcuttur.
Sabah namazında leş gibi uyuyup kalmayın!
Zâten onu vaktinde kılmayanın diğer namazları şöyle böyledir...


18.06.1985

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ
“Fasbr ala ma yekulune ve sebbih bi hamdi RABBike kable tuluiş şemsi ve kablel ğurub : (Resûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de RABBini hamd ile tesbih et.” (Kaf 50/39)

Te’kiden : Tekrarlama ile. * Sağlamlaştırarak. Te'kid suretiyle. * Evvelce yazılmış olan bir yazıyı tekrarlıyarak.

Vakt : (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. * Boş zaman. * Geçim. * Fırsat. * Muayyen, belli bir zaman.

Tulug : Tulu’. Doğma, doğuş. Birden zuhur etme. * Hücum etme. * Bir şeye vâkıf olup bilme.

Gurub : Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak. * Uzaklaşmak. Irak olmak.

Ahadiyet : (Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi.

Ahsen-i takvim : En güzel kıvama koyma. * Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine lâyık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratması. İnsanın en yüksek ve câmi isti'dâd ve kabiliyetlerde ve en güzel surette yaratıldığı.

Teheccüd : Gece uyanıp namaz kılmak. Gece namazı. (Bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.)

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“Muhammedür rasulüllah vellezine meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve ridvana simahüm fi vücuhihim min eseris sücud... : Muhammed ALLAH'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. ALLAH'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir...” (Fetih 48/29)
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


GÖRÜNEN GÖRÜNMEYENE ÎMAN

ALLAH'a iman görünmeyene,
Meleklere iman görünmeyene,
Kitablara iman görünen ve bilinene,
Resûllere iman görünmeyeni görülür şekilde gösterene,
Görünmeyen âhirete tekrar dirilmeye iman da kudret âlemine iman demektir.
Kudret âlemine iman, imkân âlemine iman...
Sonra bu malzeme ile tekrar kudret âlemine doğru iman . . .

Bunların hepsi:
“Tebarekellezi biyedihi mülkü ve hüve âlâ küllü şey'in kadir” âyetinde gizlidir.
Ondan dolayı meleklere iman ilk evvel emrolunmuştur.
Bu, kudret âlemine imanın şart olduğunun delilidir.
Hiç bir mahluk ve mevcudat imkân âleminde kendi fiilini ALLAHu Tealâ’nın yaptığını bilmez.
Çünkü kendinden çıkan fiilleri ALLAH'ın yaptığını bizzât görse vücudu dayanmaz. Erir…
Bunun için Cenab-ı Hakk vasıtalar halk etti.
“ALLAH, insanlar arasında Hakk olur.”

Melekler safî nûrdan yaratılmış oldukları için buna dayanırlar.
Toprak unsurları onlarda yoktur.
Meleklerden başkalarında bu hususiyet bulunmaz.
ALLAH keşif nasib ederse ki (biz dua ederiz) o zaman göreceksiniz ki hiç bir mekân yoktur ki melek bulunmasın.
Melekleri hicapta, arşda, gökte, yerde, denizlerde, mağaralarda, heryerde görürsün.
İşte melekler daima böyle mahlûkat ile ALLAH arasına girdiği için meleklere iman farz oldu.
Daha ileri gidersek akıllar dayanamaz…

29.05.1982. Cumartesi

İmkân âleminde câri kanun ve kudretler bir nizam içinde işlerler, icabında tezahür ederler, görünürler.
Su, sıcağa maruz kalır buhar olur.
Buhar soğuğa maruz kalır yağmur, kar olur.
Su elekrtik ile tahlil edilirse hidrojen ve oksijene ayrılırlar . ..
Bu nizam, kanun her şeyde devamlı ve değişmezler ...

Bazılarında kudret âleminin kanunlarının icaptan zamanında tecellî ederler. Onlar kudret âleminde câri olmayan, imkân âleminin kanunlarıyla izah edilemezler.
Kudret âleminin kanunlarını idare eden nelerse onlar da imkân âleminde sebep ve vasıtalarla kendilerini gösterirler . . .

Yukarıda izahtan bir şey anlamadınız.
Biraz buğuludur. Bir misal ile anlatalım;
Cesed toprağa konduğu zaman (dışarıda iken Cesed değil) sual melekleri gelir derler.
Bu melekler ma’sumiyet devrinden çıkmışlara gelir ...
Suallerini kimse nedir bilmez.
Fakat insanlar inkâr edemedikleri bu hususu klâsik hâle getirmişlerdir.
Bu sual vardır.
Buna inanınız, inanan ile de istihza etmeyiniz.
Hoş karşılayınız ki siz müstehzi mevkiine düşmeyiniz.
Sözüme de itimat ediniz!..

Târif ve bilgilere göre:
Melekler vardır. Ne yerler. Ne içerler. Erkek ve dişilik bunlarda yoktur, iradeleri yoktur.
ALLAH tarafından emrolunan ve olunmuş vazifeleri yaparlar.
Bunlarda ölüm yoktur.
Aslî şekilleri hakkında sarih ma’lumat yoktur.
Mekânları neresidir? Bilinmez. Her yerde vardır.
Nûrdan halk edilmişlerdir.
Aralarında konuşma nasıldır? Var mıdır, Yok mudur?
Bunlarda kâfirlik mü'minlik yoktur.
Görünmezler . . .

Cinniler vardır. Periler vardır.
Cinnilerin ateşten halk edildiği bildirilmiştir.
Bunlar yerler içerler dişi ve erkekleri vardır.
Mü'min ve kâfirleri vardır.
Vazifeleri hakkında ma’lumat yoktur.
Şekilleri nedir? Görünmezler.
Meleklere, Âdem'e secde emredildi.
Hepsi etmiştir, iradeleri olmadığından secde ettiler.
Âdem ne dil konuşurdu ?
Şeytan; melek midir, cin midir?
Neden yaratılmıştır?..


تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Tebarekelleziy biyedihilmulku ve huve 'ala kulli şey'in kadiyrun. : Mutlak hükümranlık elinde olan ALLAH, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.”
(Mülk 67/1)


Ma’sumiyet . Ma'sumluk, kabahatsizlik, suçsuzluk.

Cinn : Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi dinin bir kısım emirlerini yapmakla ve bazı yasaklarından kaçınmakla yükümlüdürler. Kıyamet ve haşirden sonra cinlerden de dünya imtihanını kazananlar Cennet'e, kaybedenler Cehennem'e girecektir. Kâinat ve içindeki bütün varlıklar hakkında, en birinci söz söyleme hakkı; onların yaratıcısı ve mâliki olanındır. Çünki "Yapan bilir, öyleyse bilen konuşur" bir kaidedir. Cinlerin varlığını da, evvelâ; Kur'an-ı Kerimden öğreniyoruz. Ayrıca Peygamberimiz Resul-ü Ekrem'den (A.S.M.) gelen sahih rivayetler ve ashabının cinleri görmesi ve görüşmesi hâdiseleri de pek çoktur. Cinlerin pekçok cinsleri vardır. Bunlar lâtif yaratıklar oldukları için gaybî haberler getirmekte kullanılabilirler. Fakat Hazret-i Peygamber'den (A.S.M.) sonra cinlerin gaybî âlemden haber hırsızlamaları Cenab-ı Hak tarafından menedilmiştir.Cinlerin, kötülüğe sevkedenlerine şeytan-ı cinnî de denilir. * Lügatta: Bir şeyi hisseden, setretmek, gizlemek mânasına gelir.

Peri: f. Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. * İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. *Mc: Güzel insan. Güzel kimse.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen Gariban »

İmânın çıplak mânâsı, basit, kolay bir inanış şeklinde görünür insanoğluna...,
İmân lekesiz bir kalb huzuru ile kanmak, doymak demektir... [Allah Dostu Der ki I.Cilt]
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


99 Esmâ-i Hüsnâ


Güzel isimler.

Ahsen isimler.

“Ondan daha başka güzel yoktur!” demektir.

Bunların hepsi ALLAH’ı anlatmak içindir.

Bir kimseyi anlatırken şöyledir böyledir diye târif ederiz.

Bu isimler de ALLAH’ı anlatarak onu anmaktır.

Yâni zikir içindir.
O’nu anarak insanda bir hâl zuhur eder.

Hakiki zikir de odur.

Bu sûretle kâinatın tesbihatma girmiş olursun.

Yerler ve gökler (ne ise) hep ALLAH’ın AZÎZ ve HAKÎM olduğunu tesbih, ediyor durmadan...

Atom kaynaşması işte bu tesbihatın en ince tarafıdır.

O raksa girmeye çalış!
Mu’tad harici ALLAH’ın bazı isimlerim, Kur’ânda geçen isimlerini bazı âyetlerle bir araya getirerek yalvarmak vardır.

Dua budur.

“İki deniz âyeti”.

Cebeli Tarık boğazında suların tuz kesafeti Akdenizde ve Okyanusda başka başka olduğu hâlde birbirine geçmiyor.

Bu da yaratılış nizamına aykırı gibidir.

Sebep nedir?

Bunun gibi, söylediğimiz dua da mu’tad harici bir yalvarmadır.

Hususidir.

Söyleyenin şahsî arzusudur.

Okumanın Miktarı, Adedi, Zamanı, Vücudda yaptığı ihtizazlarla evvelâ Vücudun, Ruhun hazırlanması sonra hareket...

Mideye alınan birşey muayyen bir müddet sonra kana geçer.

Herşey evvelâ bir miktar bir zaman bir müddete tâbidir.

Bunlar çok mühimdir...

Nuh Peygamber zamanında, milleti azıttı.
Toprak, sessiz sözsüz, benden yaratılan bu insanlar beni utandırmaya başladı dedi.

Toprak suya:

“Ben olmasaydım sen görünemezdin.

Çık yukarı görünme!

Tekrar, görün yâni su ol!

İkimizin harcından olan bu edebsizleri boğalım!” dedi.
Gizli niyaz ettiler yaratana...
Yaratan hoşlandı bu vefâdan.
Nuh’a:

“Gemi yap!” emri çıktı.
Gemiye aldı bildiği her şeyi.

Gelmeyenleri bıraktı.
Yağdı! Yağdı! Yağdı! Yağmur günlerce...

Gemi yüzmeye başladı.

Toprak görünmez oldu.

Boğuldu gittiler âsi millet.

Artık emir çıktı:

“Ey arz suyunu yut! Ey semâ sen de suyunu boşalt!”
Toprağın, suyun niyazı kabul olunmuştu.

Nuh tufanı bu...

Nuh’un duası ile tufan oldu.

HAKK’ın emri ile sular çekildi.
Bugün gafiller böyle birşey oldu mu olmadı mı münakaşa ediyorlar.
İnsanın inanma kuvvetini ölçmek için hadiseler sebeplere bürünür tekrar ortaya çıkar.

İnanmıyorlar da Nuh’un gemisini arıyorlar.

Bunun niçin olduğunu bilmiyorlar, inanmıyorlar.
Onların ümmeti de inanmamıştı.

Yine tufan var amma görmüyorlar.

Nuh tufanında ölenlerin hepisi bin kişiyi aşmaz...
Her gün dünyada bunun misilleri oluyor.

Denizde, Havada, Yerde, Zehirlenmeler, İntiharlar basit sebeplere bağlanamaz.

Bağlanacak sebepleri de söylersem bile inanan yok gibidir.

“Mü’min Mü’minin aynasıdır” derler.
İnsanda tecellî eden “EL MÜ’MlN” esmâsını görmek mümkündür demektir.
İnsanlar yek diğerinin yüzüne bakarken ceseden ve ruhen temiz olmaları lâzımdır.

Öyle olursa “El Mü’min” esmâsının tecellîsini görürler.
Merhametli olurlar.

Afvederler.

Doğru olurlar.
Yek diğerine güzel duygularla bakmak bunu görmek demektir...

Musa :

“Yâ RABBi! Bana kendini göster!” dedi.
“Beni göremezsin Yâ Musa!”
“Ben görünmem!” demedi.

“Dağa bak!” emri çıktı.
“Vakdaki RABB dağda tecellî etti. Dağ birden bire eridi.”

Şimdi dikkat et:

“RABB dağda tecellî etti.”

Halbuki RABB mekândan münezzehtir.
“Ben kulum ile görürüm!” buyuruyor hazreti ALLAH.

Musa’nın göz kuvvetine RABB iştirak ettiğinden dağ eridi.

İnsan serbest bırakıldığından her zaman RABB her işe iştirak etmez.
Tahammül kadar sende tecellî eder.
Musa buna tahammül edemedi, düştü kendinden geçti...
ALLAH kelâmı Arapçadır.

Fakat bunu anlamak için”ALLAH”ca bilmek lâzımdır. Ama aslen ALLAH’cadır.

Şeklen öyledir.

Bunu bil!

Hakiki konuşan ALLAH’dır.

Ses ve sedâ Muhammed Aleyhisselatı vesellem, ALLAHca’yı kendi dili Arapça olduğu için Arapça söylüyor.
Cenabı ALLAH dostu ile ALLAH’ça konuşur.

Yalnız, onunla konuşmak için “mi’rac olan namazda” Resûlü Ekrem’e indirdiği Arapça kelâmı ile ibâdet eder.

O kadar...

Kendi dilin ile iste arzularını, hem HAKK her dili bilir.
Hacı Bektaşi Velî.

Hacı Şabanı Velî

Arapça bilmezlerdi amma ALLAHca bilirlerdi.

Fazilet, ahlâk dersi vermekle olmaz.
Gül tohumunda :

Gül, Yeşillik, Renk, Koku gizlidir.

Bu tohumu Toprağa, Suya, Güneşe göstermek lâzımdır.

İnsanda gizli fazileti ortaya çıkarmak için semâvi haberlere inanmak lâzımdır.

Faziletsiz inanmayanlar, dinsizdir.
Dinsiz de faziletsizdir.

İnsan vücudunu unutup ruhun hakim olduğu vaziyet namazdır.
Namaz ALLAH’ın huzuruna kabul vasıtasıdır.

Yahut girebilmek yoludur.

Bir yay boyu kadar.

İnsan insandır.

Tanrılaşamaz demektir.

Bu “yay boyu” haddini bilmektir her şeyde...

Kelimeler bazen bir şey ifade etmez.
Bazen kâfi gelmez.
Bazen zehir gibidir.
Bazen buhar gibi ruha dağılır insanı mutlu eder.
Sâde akıllılar fikir sahibidir.

İnsanların geri kalanları fikirlerin eseridir.
ALLAH kudret ve güçleri ile mütecellîdir.
Bunu beşeriyetin bugünkü tekâmülü tamamıyle ortaya koymuştur.
“ALLAH yetecella fi’l- asrı’l- âlem”

Herşey ALLAH’da hazır ve nazırdır.

“Her yerde hazır ve nazırdır” demek doğru değildir.

Boş yer var mânâsı çıkar.

ALLAH yoksa hiçbir şey yoktur.

En basit maddî bir misal söyleyelim.

Güneş 1 saniye olmasa kâînatda herşey biter.

“İnsanda zâhir olduğum kadar hiçbir şeyde zâhir olmadım!”

Kudsî hadisi insanı titretmelidir...
Ne paye insan için.

Ahsen-i takvim insan, serbest bırakıldığından her zaman RABB, her işe iştirak etmez.

Tahammül kadar tecellî eder.
Sen bunu hususi şekilde çoğaltmak istersen o zaman mu’tad harici yalvarma yapacaksın...

ALLAH, RABB, İLÂH, HAKK Gibi mübârek lâfızlar vardır.

Rabbü’s- Semâvat
Rabbil’- Ard
Rabbü’l- Maşrıkeyn
Rabbü’l- Mağrıbeyn
Rabbi’l- Mü’min
Rabbi’l- Rahîm
Rabbi’l- Felak
Rabbi’n- Nas
Lâ ilâhe
Hakki’l- Mübin.

Bunlar nedir?

Bu lâfızların yerine ALLAH lâfzı konamaz.

O hâlde bunlar nedir?

ALLAH ile konuşmak için hitap kelimelerini bilmek lâzımdır.

“Ete kemiğe büründüm

Yunus diye göründüm.”

“ALLAH insanı kendi sûretinde yarattı!” demek;

Esmâlarının tecellî yeri insandır.
Esmâların birleşmeleri insan şeklini husule getirdi.

Bir nevi krıstalografi...

Her şey kendi kristallerine göre billurlaşır.

Kar taneleri geometrik şekildedir.

Herşey böyledir.

Zira ALLAH herşeyi sikletli hacimli ve şekilli halketmiştir.

Her şey kendine göre donar...
Son söz şu:

Mansur “Ene’l- HAKK!” dedi.
“Ben ALLAH’ım” demedi.

Onu anlamadılar.

İşkence islâmda yasak ve küfür olduğu hâlde o zaman işkence ile Mansur’u parçaladılar.
Bunu hâllet!

Ben söylemem.

Zira her yer karışır.

Zâten evvelce karışmıştı...

Mezarda bile:

“RABB’ın kim?” sorulacak.

“ALLAH’ın kim?” değil....

Kimse soramaz bunu...
Tesdi helâda kullanılmaz.

Anlayamadın.
O hâlde sözümüzü geri aldım.

Yol değişir.
Yoldaşlık değişmez.
Doğru söze kızılmaz.
Fakat doğru söyleyene ise...

Sabır iyidir.

Ümidi kesmekten...

Bazı kelimelerin geri alınması mümkün değildir.

Bilirmisiniz geçmiş pişmanlıklar doğrulmaz.
Kazâlar hiç beklenmedik anda gelir.

Unutma.

Kendini kendine emânet et, kılına bile zarar gelmez...

25.1.1988 Pazartesi

>مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَان بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ

“Mereclbahreyni yeltekiyani. Beynehuma berzahun la yebğiyani. : İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” (Rahmân 55/19-20)

>وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

“Ve kiyle ya erdubleiy maeki ve ya semaü akliiy ve ğidal maü ve kudiyel emru vestevet alel cudiyyi ve kiyle bu'del lil kavmiz zalimin : (Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.” (Hûd 11/44)

>وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ

“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf 7/143)

Mu’tad : Âdet. Âdet edilen iş. İtiyad edilen. Alışılmış olan.
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


FATİHA SURESİ


Fatiha sûresi Mekke'de bir defada nazil olmuştur.
Bu sûre hakkında binlerce tefsir, yüzlerce fıkıh ulemâsı izahlar yapmıştır.
“Fıkıh: Nefs-i insaniyenin leh ve aleyhdeki şeyi bittefekkür düşünerek bilmesidir”.
Fukaha da, İlâhî emirleri kulun aleyh ve lehinde en iyi şekilde kullanması için düşünüp kaide koyan rasih âlimlerdir.
En güzel şekilde İmam-ı Azam'ın “Fıkıh-ı Ekber”'inde izah edilmiştir.
Onun iyice anlayarak okunmasını tavsiye ederiz.
İçinde taşan temiz aydınlığa dokunmak gerek ama...
Henüz şüphelerin tamamıyle boşalmadı.
Bu lâfı herkes kendi mânevî tarafı derecesinde anlar.
Mânevî demek:
Ruhanî, Mücerred.
Suverî ve cismanî değil.
Maddîyat ile bilinmeyen taraf demektir.

Fatiha kelimesinin mânâsı; başlangıcı olmayan başlangıç mânâsınadır.
Bu sûre Kur’ânın kalbidir derler.
Aslında Er RAHMÂN'ın kullarına kendisiyle nasıl temas edileceğini ve ne isteyeceğini bildiren İlâhî bir protokoldür.

“Er RAHMÂN: Kur’ânı öğretti.
İnsanı yarattı.
Ona beyanı ilham etti.”
Yani İlka’-yı İlâhiyye.
“Güneş ve ay hesaplı Çemen ve ağaç “RAHMÂN'a secde ederler”.
O hâlde RAHMÂN ki her şeyi halk eden ve RABB'ınız olan onun hangi şeyini inkâr edebilirsiniz.
Şu, Er RAHMÂN Sûresindeki âyetlere dikkat et!
Gizli hakikatları anla!
Anladım deyip geçme!..
RAHMÂN: Öteki âlemde Rahmeti hududsuz olan “RAHMÂN”...
RAHİM: Bu dünyada hududsuz “merhameti olan RAHÎM”...
Dikkat edilirse “Rahmeti hududsuz olan”.
“Hududsuz merhameti olan” dedik.
Aralarındaki ince ve büyük mânâyı anlamaya çalış!
Muhakkak öğren!..

Bismillâhirrahmânirrahîm:
RAHMÂN, RAHÎM diyerek demektir.
Yani ALLAH...
Ben de “RAHMÂN RAHÎM diyerek” ondan dışarı değilim.
Ben de onun RAHMÂN RAHÎM’liginin içindeyim.

Deniz denildiği zaman “Su” gelir akla.
Hatta gelmez bile...
Çünkü deniz zâten toplu suyun ismidir.

RAHMÂN RAHÎM yanlış anlama:
ALLAH'ın zâtı mübarekleridir.
Hatta “ALLAH'U EKBER'İN” mânâsı:
ALLAH büyüktür mukabili değildir.
“ALLAH”, O büyük demekdir.
Büyük ararsan işte O büyük.
Büyük O'dur.
ALLAH büyüktür cümlesi, kelime yetersizliğinden tamamıyle yanlıştır.
Hatta bilmeyerek küçültme vardır.
Küfre kadar gider.
Şirk olur.
ALLAH...
O...
Büyük, Ekber...

Âlemlerin RABB'ına hamd olsun.
HAMD kelimesinin mânâsı hiçbir dilde yoktur.
Bu ALLAH'ça bir kelimedir.
O kadar.
Âlemlerin RABBı.
Yaratanı.
Ustası.
Mimarı Kim?
RAHMÂN RAHÎM zât-ı mübarekleri...

DİN GÜNÜ ne demektir?
Cenabı ALLAH yarattığı kullarına:
Kendisine;
Münâcaat,
Yardım isteme,
Teşekkür.

Dua “etmek isterlerse” burada serbestiyet vardır.
Şu protokol dahilinde yapmalarını tavsiye ederek Fatiha Sûresini inzal etmiştir.

Din günü:
Dünyadan öteye gittiğin zaman (öte nedir bunu bilmezsen sözümüz yok).
Dünyadaki kabahat ve iyiliklerin (inanıyorsan) birgün hesabı olacağı, işte o ne zaman ise oranın hakimi, sahibi yalnız O'dur demektir.
Buna inandık.
Kabul ettik,
Lâ ilâhe illallah dedik...
Tamam...

Peki şimdi:
İnandığın şeyi idrak ederek tasdik edeceksin...
Neymiş o tasdik,
“Biz yalnız sana kulluk ederiz”
“Ancak senden yardım isteriz”.
O hâlde:
“Bizi en doğru yolda gidenlerden eyle.
Muhafaza et.
Sevmediklerinin yoluna saptırma.”
Kabul!
Âmin!
Yani:
“Peki öyle olsun!” demektir.
Amin burada ALLAH'ın kabul ettiğinin gizli işaretidir.
Zira Bana böyle dua edin diyor.
Kim?
O...
Daha ne istiyorsun?
Onun için Fatiha Sûresi canlıya da âhirete intikal etmişe de her yerde okunur.
Yalnız yerinde okunmasını bilmek çok mühimdir.
O zaman İlâhî tesiri görülür.
Gelişigüzel olursa:
Senin namazda alel acele okuduğun fatiha, “Lillahi’l- fatiha” denildiği zaman okuduğun fatiha cinsinden olur.
O zaman elini yüzüne sürmekten utan!
Fayda arama bunda...
Fayda görmedi mi şüphe başlar, inanma sarsılır.
Namazda aklıma bazı şeyler geliyor diye aklına kabahat bulma! Okuduğun veya dinlediğin Fatiha'nın içine giremedigindendir.
Fatihasız namaz olmaz ha!..
O hâlde diğerleri hiç olmaz.
Kendi kendini kandırma!..

Evlât. Efendi. Beyefendi. Hacı amca.
Şeyh hazretleri. Tarikatçılar. Evliyâ diye geçinenler. Mürşid beylerr!
Hele:
“Bizim namazımız kılınmıştır!” diyen süper serseriler!..

Fatiha kâinatda her şeye yeter artar.
Bu gibi işlerde dışarıdan içeriye bakarsan birşey göremezsin.
İçeriden dışarıya bakarsan o zaman iş başkadır.
Kendini bulmak HAKK’ı bulmaktır.
Kaç kula nasip olmuştur.
Kendi kendini anlamak için aklının Cebrail'i olmak lâzımdır.
Resûlü Ekrem'i çevreleyen mübarekler:
“Müslümanız” diyorlardı.
Biz de:
“Biz müslümanız” diyoruz.
Birimizin yalan söylediği muhakkak.
Onlar mı, biz mi?
Onlar kim?
Biz kim?
Düşün biraz!..

Yanlış kullanılan ve suistimale uğramış çok lâflarımız vardır.
Meselâ:
ESTAĞFİRULLAH:
“ALLAH'dan mağfiret talep ederim! Yanlış yaptım!” demektir.
Bu hem ALLAH'dan özür dilemek, hem af talep etmek duasıdır.
Hâlbuki:
Kendisine büyüklük isnad edecek sözleri bununla karşılamak doğru değildir.
“Estağfirullah efendim!”
Amaan böyle dır dır etme!

MAĞFİRET:
Kulların günahının SETTÂR ile örtülmesi ve bagışlanmasıdır.
Estagfirullah! (Cümlesini aşağıdaki anlamlarda kullanamzsınız!):
I am sorry!
Pardon!
Enschuldigung!
Mânâlarında doğru değildir.

Bir kaide vardır, Ma’ruf diye:
Ma’ruf; aklın idrak ve şer'in tahsin ettiği fiil, amel, hareket, söz.
Bu ma’rufdur. Zıddı ise münkirdir.

13.07.1985


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
“Bismillahirrahmanirrahim. El hamdü lillahi rabbil alemin. Er rahmanir rahiym. Maliki yevmid din. İyyake na'büdü ve iyyake nesteiyn. İhdinas siratal müstekiym. Siratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir. Ceza gününün mâlikidir.. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”
(Fatiha 1/1-7)

Nefs-i insaniye: İnsan nefsi.

Leh : Hakkında, onun için, onun faydasına.

Aleyh : (Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine.

Bittefekkür :Tefekkürle

Rasih : (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.

Fıkıh-ı Ekber : Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim. * İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.

İzah : Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.

Tefsir : Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.

Fıkıh : (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları i’tibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olmak. * Ist: İslâm Hukuku. * İnsanın amel ciheti ile lehine ve aleyhine olan şer'i hükümleri bir meleke halinde bilmesi.

Fukaha : (Fakih. C.) Fakihler. Fıkıh âlimleri. (Bak: Fıkıh).

الرَّحْمَنُ
عَلَّمَ الْقُرْآنَ
خَلَقَ الْإِنسَانَ
عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ

“Er rahman. Alleme lkur'ane. Halekal insane. Allemehul beyan. Eş şemsu vel kameru bi husban. Ven necmu veş şeceru yescudan. : RAHMÂN Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti. Güneş ve ay bir hesaba göre (hareket etmekte) dir. Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.”
(Rahmân 55/1-6)

İlka’ : Koymak, bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
İlka’-yı İlâhiyye :ALLAH’tan gelen kudsal ilhamlar

Mukabil : Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.

Protokol : antlaşam. Mukavele.

Mücerred : “C.: Mücerredât” Yalnız, tek. * Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına. * Çıplak, soyulmuş. * Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.

Suver : “Sûret. C.” Sûretler.
Suverî : sûrete ait.

İnzal : (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme.

Suistimal : Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.

Ma’ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)

Şer’ : Emir ve nehy gibi hükümleri vaz' etmek. * Bir işe başlamak. * Dalmak. * Girmek. * Zâhir etmek, göstermek. * Cenab-ı Hakk'ın emri. Âyet, hadis, icma-i ümmetle ve kıyas-ı fukaha ile sâbit olan dinin temelleri, şeriat. (Bak: Şeriat)

Tahsin : Beğenmek ve alkışlamak. * Tezyin eylemek, güzelleştirmek. * İyi ve güzel bulmak.

Münkir : (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim

YAĞMUR DAMLALARI...


Yağmur Damlaları...
Yapraklar üzerinde kalan damlalar.
Kapalı çeşme musluğundan akan tek tek damlaları.
Damlaların husule getirdiği sivri saçak buzlarından akan damlalar.
Gözlerden akan billur inci gibi damlalar.
Seyredin!
Seslerini dinleyin, dinleyebilirseniz yahutda ses çıkarıyorlarsa...
Yağmur başlarken yüzünüze vuran tek tük damlaları düşününüz.
Bunlar toplanırlarsa sel olurlar.
Toprak elverişli ise bereket olur.
Toprak kabul etmezse sel olur felâket olur.
Bir damla kaya deliğinde donarsa kayayı çatlatır.
Buhar olursa bir gemiyi yürütür...
Bu damlada HAKK’ın kudreti, kuvveti, gücü gizli...
Suya düşen damla sıçrar yukarı doğru.
Aslına kavuştuğu için bu sıçrama sevinç hareketidir.
Şükürdür.
“Oh!” demektir.
Toprağa düşer fıskiye gibi sıçrar toprağa, bu o damlanın rahmet selâmıdır. Çünkü toprak olmasaydı su görünmeyecekti.
Şükür: Niğmetlere ve ALLAH’ın ikramlarına karşı duyulan minnetin ifadesidir.
Şükürde: Devam etsin, fazlalaşsın arzusu vardır.
ALLAH’ın niğmeterine hayvan, nebat, taş, toprak, mazhardır.
Hem de arası kesilmeden...
Akan ırmak herkese su verir.
Güneş herkese nûrunu saçar.
Rüzgâr herkesi okşar.
Hava her ciğere girer.
Bu niğmetleri vereni bilse, bilmese de bir ferahlık duyar.
Bu bir nevi “Oh!” demektir ki bu Şükürdür.
Su alan nebatın yapraklan canlanır, parlar.
Hayvan su içer kuyruğunu sallar.
Kuş su içer öter.
Toprak yağmur alır güzel koku verir.
Bu bir nevi şükrün ifadesidir...

Hamd ise: Bu kadar kâfi, ilerisini istemem arzusu gizlidir.
Beni bu hâlime bırakın razıyım.
Şükrü icap ettiren her şeyin devamlı olmasına karşı bir nevî teşekkürdür.
“Elhamdülillah” diyen bir insan:
“Yâ Rabbi!
Kudretlerin kaynağı sensin.
Herşey senin arzunla olur.
Bu hâlime razıyım.
Belâlara da saadete de.
Bu hâlimi aratacak hâle sokma!” demektir.

“Elhamdülillah çok şükür!
Bu hâlimi bana aratma Yâ ALLAH, peşinen de teşekkür ederim!” demektir.
“Beni, Seni tanıyan bir kul yarattığın için Hamd ederim. Fena, asi yaratabilirdin bu bana kâfidir.”
Hamd bütün belâların önüne set çekmektir.
Şükür edecek yerde Hamd etmek insanı küçük hatalara düşürür.
Büyük hatalar affedilir.
Küçük hataların ise çok güçtür.
Utanma, mahcup olma vardır.
Burası islâmda çok ince bir noktadır.

Bu hata tozlarını kaldırmak için istiğfar vardır.
“Günde 70 defa yapın!” diye Resûl tavsiye buyurmuştur.
Kendileri de günde 70 defa istiğfar yaparlardı.
Bu, boş bir lakırdı dizisi değildir.
Estağfurullah: Kelimesinin çıkardığı sesin vücudda husule getirdiği kimyevî ve fizyolojik o andaki değişikliği söylersem herkes çıldırır.
Bu bir emr-i Hafi’dir.
Bir insana fena bir söz, fena bir haber versen kanda, hücrede ani bir değişiklik olur.
Bu kelimede onun gibidir, ileride izah edilecektir.
Asıl mes’ele söz dinlemektir.
Mahiyetini öğrendikten sonra iş değildir.
Söylenen sözlerde güzel bir eski laf bulursan onu güzel bir yeni yapmağa savaş.
O zaman söylediklerimizi anlarsınız…

İnsanlar “insanlık” için dünya’da hareket etmelidirler.
“İnsanlık”, fâni insanın ölmezliğidir.
İnsanın ALLAH yanındaki kıymetidir...
Geçmişin sayfalarını çevirin!..
Okuyun!..
Geçmişte güzel ve bugün eski dediğin şey’i, âdeti, hareketi, yaşayışı, duyguları, fikirleri güzel ve yeni yapmağa savaşın!..
“İnsan sevdiği için ölmesini, sevilmediği içinde öldürmesini bilmelidir!” diye bir söz vardır.
Bunu düşünmek lâzımdır.
Hakıki sevenin muhabbeti tehlikelidir.
Ondan korkmalıdır.
Zira O her şeye kadirdir...

Sözlerimizde bazı yerlerde “Söyleyemem” “Söylenemez” diye laflar vardır. “Bununla ne demek istiyor bu adam?” diyecekler vardır.
Bunu biraz izah edelim:
“Estağfurullah: Ben bilemedim. Kestiremedim. Niyetim halistir. Fakat senden istemek edebini lâyıkıyle bilemiyorum. Hatalarımı bağışla!” demektir.
Bunda bütün maddî ve ruhî pişmanlık vardır.
Islâh vardır.
Bunun içinde ve sonunda bir ferahlık duyar insan...

Hamd: Ruhun haykırışıdır.
Cesedi azab ve cehennemden kurtarır.
Şükür ise insanı cennete sokar.
ALLAH, Hamd’i öğretmek için Resûller göndermiştir.
Şükrü Ruh ezelden öğrenmiştir.
Hamd sonradan öğretilmiştir.
Şükür doğrudan doğruya Zâtullah’a racidir.
Hamd, onu tanıtan Resûl-ü Ekrem kanalıyla Zât-ı Ahadiyet’e çevrilir...

Hamd’i öğrenmedi isen şükürde kal!..
İkisinin arasına Şeytan amelleri girerse bocalarsın.
O zaman sabırda kal...
Şeytan Haris isminde bir melektir.
Kendisine verilen vazifenin ismi Şeytandır.
Yaptırdığı amellerin ismidir.
Bundan dolayı Şeytan mesul değildir.
Onun için amellerini yapanlar mesuldür.

Hayır; Şükrün yerine varması için ardı arası kesilmeyen mağfiret-i İlahiyye’nin isimidir.
Mağfıret-i’İlâhiye, kâinat ahengindeki ALLAH’ın kudret ve güçlerinin görünüşü ki canlılık bununla kâimdir.

Şer: Hamdsidzliğin mukabilidir.
Ateşe elini sokmazsan elin yanmaz.
Hamd edene şer gelmez.
Kanaat ve sabır zırhına sarıl!
O zaman Kul hamdedici sıfatını alır.
Resûl’de erimek budur..
“Ölmeden evvel ölmek” hadisi de budur.

Azrail, El Mümit esmâsının tecellîsini yerine getirir.
Bu esmâ vasıtasız tecellî ederse kâinatta hiç bir şey kalmaz.
Azrail onu tahammul hududumuza indiren melektir.
Cebrail “ALLAH kelâmını” insan tahammül hududuna indirir.
“Lev enzelnâ...”
“Felamma tecellâ...”
Hulasa şükür ve hamd, biri yani şükür Cesedin kâinat nizamına uymasını, ondan inhiraf etmemesini sağlar.
Hamd ise ruhun muvazeneyi şuûrlu bir sûrette kontrolünü insiyakına geçirmek kabiliyyetini temin ederek aklî ve ruhî muvazeneyi temin eder.
İnsanın temiz ve saf yaradıldığı gibi temiz ve saf olarak ömrünü bitirip aslına kavuşmağı üzüntüsüz, kuruntusuz aslına dönmesini sağlar.
Bunlardan ayrılanlar: Hırs, servet, şehvet peşinde koşarak hayatlarını ve etrafındakileri hüsrana götürürler.
Şükredin!
Hamd edin!
Sabırlı olun!..

ALLAH insanlara güçlükleri yenmek için güç ve kuvvet vermiştir.
Mümkün olmayanlara dayanmak içinde Tahammül. Tevekkül, Sabır ihsan etmiştir.
Bunları tefrik içinde akıl bahşetmiştir.

Her tohumun içinde büyük bir orman gizlidir.
Orman kaybolur, tohumda gizlenir.
Tohum gizlenir orman ortaya çıkar.
Bu lakırdılar tuhafınıza gitmez, biraz düşünürseniz...
“Ama nasıl gizlenir nasıl ortaya çıkar?” tarzında bir sual sorarsan o zaman düşünür duraklar cevabını bulursa da anlatamaz.
Bu “Söylenemez. Söyleneni Söyleyemem” laflarımız bu cinsten değildir.
Bütün itiraz, şüphe ve anlayamama bu noktadan başlar.
Söylenmesinde, manevî büyük bir töhmet vardır ki sual sorana racî olursa da, söyleyene de bunda büyük pay vardır.
“Söyleyemem” de ise töhmet söyleyene yüklendiği gibi HAKK’a isyana sevkeder sual soranı...
Bundan HAKK’a sığınırım...
Bu gibi suallere cevap vermeğe kalkmaktan daha hayırlı ve doğrusu:
“Ben câhilim” demektir.
“Câhilim” demek de islâmda doğru bir söz değildir:
İnsanın kendine hakareti olur ki:
“Hak insanda tecellî ettiği kadar hiç bir şeyde tecellî etmediğini” bir hadis-i Kudsî de bildiriyor...

İşi uzatmak da,doğru olmaz.
Şu kadarla iktifa edeceğim müsaade dilerim.
Çünkü: Söylenenlerden şüphe edilirse söylenen şeye töhmet etmiş olunur. HAKK’a karşı hürmetsizliktir.
İnanılmayan bir hakikate, bir şeye yalan isnad edilmiş olur.
Öyle mes’eleler vardır ki inanılmadığı takdirde insan kâfir olur.
Bu kâfirlik insanın âdemiyet tarafına ait değildir..
Kur’an’ın bildirdiklerine inanmayan kâfirdir.
Bir kısmına inanıp bir kısmına akli itiraz bile yapsa insan kâfir olur.
Bir emri yapmamak başkadır.
“Böyle şey olmaz!” demek başkadır.
HAKK’ın emirlerini yapmıyor, fakat inanıyorsa kâfir olmaz.
Efendim bizim inancımız vardır amma yapamıyoruz.
Baloya gider, içki içer, kumar oynar, plaja gider, dedikodu yapar, yalan söyler, bunların hepisi küfürdedir.
Eğer bunlar gusul yapıyorlarsa bunlara kâfir denemez.
Fakat yapmıyorlarsa islâm değildirler.
Bunlar bilmeden tamamiyle inkârdadırlar.
Ne söylerse söylesinler bu böyledir.

Böylelikle âdemiyet hamulelerinde küfre yuvarlamalardır. Cehennemliktirler.
Tövbeleri makbul olmaz.
HAKK’ın emirlerini, yapmıyan kâfir olmaz.
Fakat kâfirler bu emirleri yapmaz...

Sözlerimiz kimseyi töhmet altına almak değildir, insan serbest yaratılmıştır.
HAKK’ı bile inkâr edebilir.
Sözlerimiz bu günki materyalist âlemin reddettiği manevî âlemin lakırdılarıdır...
Biz, doğruluk, merhamet, adalet, kanaat, hasletlerinin güzel olduğunu anlamıyoruz.
Kimseyi zorlamak hakkını HAKK kimseye vermedi.
ALLAH insana büyük, geniş bir serbestiyet verdi.
Resûl-i Ekrem bile söyledi geçti.
Kimse hakkında hüküm ve fikir, düşünce serd etmem.
Benim indimde doğru olmaz.
HAKK’ın serbest bıraktığı, akıl verdiği insana karışmak iznim yoktur.
Resûl-i Ekrem bile böyle işe karışmadı.
Biz neyiz ki karışalım.
Böyle hususlar karşısında ancak kendimi deneyebilirim.
Herkes körlere acır.
Fakat hakıki görenlere kimse acımaz.

Her tohumun içinde büyük bir orman gizlidir.
Dünya bir ormandır.
Orada gez, dolaş fakat elinde balta olmasın...
Mimar Sinan Tanca üzerinde köprü yapmıştı.
Fetih için, gidiş için...
Geriye dönmek için değil.
Geriye dönenler şunlardır: Sancak, Utanmış, kılıfına çekilmiş kaputlar, postallar dönüyor geriye...
İnsanlar değil.
Balkan harbi işte bu üç kelimelik sözlerde gizlidir.

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu durdukça yürekler onu top sindiremez” demiş duyan bir insan...
Bu incelikleri ayırt edecek isti’daddır.
O da varsa, işlemiş ise...
Söylediklerimizi söyle...
Söylemediklerimizden kendinize söz çıkarmayın...
Unutmayın ki yalanı dinlemek, yalanı söylemekten daha güçtür insan için...
Ağzında bal taşıyan Arı’nın iğnesi de vardır.

Dedelerimiz söylerlerdi:
“Sâkin ol, öfkelenme, öfke gelir göz kazanır. Öfke gider yüz kızarır...”
Bilirsiniz MANSUR’un başından geçenleri:
Atılan taşlara HALLAÇ Gülüyordu.
ŞİBLÎ’nin attığı gül vücuduna dokununca feryat etmeğe başladı.
Sordular yanındaki muhafızlar:
“Nedir bu?..”
“Taşlar gaflet erbabından geliyor. Bizi acıtmazlar. Fakat GÜL Gönül erbabından geldiği için hemen hissettik...”
Çünki MANSUR duygu organlarını kontrol altında tutarak Ruhun üfüleyişlerine kulak verenlerdendi...
Şeriat O’nun başını vurdurdu.
Zira şeriat demek kâinatı kucaklayan ulvî hakikatin insanlığa ait kısmıdır. O hakıkatleri korumak, insanın şerefini kendi kendine muhafaza etmektir…

Gerçekler insanı kendi kişiliğine bağlar.
Gerçekler çok güç anlaşılan şeylerdir.
Haksızlık her yerde vardır.
Sen kendini affet!
Çünkü sen utanç duydun...
Bir kişiye korkak veya cesur demek onları ters söylemektir.
Şükür : (Şükür) Allah'ın (C. C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür. (Bak: Ni'met).

Ni'met : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık.

Mahcub : Utanan. Utangaç. * Perdeli, örtülü. Kapalı. * A'ma. * Yaşmak veya perde ile mestur olan.

İstiğfar : (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.

Maliyet : Kıymet. Mâlolma değeri.

Islah : İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek. (Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. S.)

Hata : Yanlışlık. Yanılma. * Suç. Günah.

Şeytan : İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükseğim" diye kibirlenerek, Cenab-ı Hakk'ın emrine karşı gelmiş ve Hazret-i Âdem'e secde etmediğinden, Allah'ın rahmetinden kovulmuştur.

Mes’ul : Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Ceza verilmiş olan.

Magfiret : (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'emsalu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune. : Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”
(Haşr 59/21)

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”
(A’raf 7/143)

Zırh : Cevşen. * Muharebe elbisesi, demirden örülmüş veya dökülmüş elbise.

Mümit : Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden.

Melek : Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike)

Melâike : (Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.

İnhiraf : Doğru yoldan sapma. * Dönme. * Bozulma. Değişme. * Kırıklık. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.

İnsiyak : Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.

Hüsran : Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp.

Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.

Tefrik : Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak. * Korkutmak.

Bahs : Kazmak. * Ayırmak. * Saçmak. * Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey. * Teftiş. * Söz münazarası, muaraza, mübahese. * Bir mevzû hakkında tafsilât, açıklama. * İddialaşma.

İ’tiraz : (İtiraz) Kabul etmediğini bildirmek. Bir fikir veya işin olmasını kabul etmemek. * Men' eylemek. Men' olmak.

Raci : Rica eden, eden, uman, yalvaran. Niyaz eden. Ümitli.

Raci’ : (Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden. * Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik. * Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.

İktifa : Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.

İsnad : Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.

Sertbest : f. Kayıtsız. Başıboş. İstediği gibi hareket edebilen. * Sıkılmayan. * Engelsiz.

Materyalist : Fr. Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Bak: Maddiyyun)

Maddiyyun : (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.

Serdetmek : Tertipli ve güzel bir şekilde konuşmak.

Erbab : f. Ulu, ulvi, âlâ. * Reis, başkan, şef.
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


ORUC

İslamların en büyük ibâdetlerinden biridir ki, hiçbir veçhile içine riyâ giremez.
Bu ibâdetledir ki, insan ruhu, maddî bağlarından muayyen bir müddet için ayrılarak manevî bir inşirah ve istirahate çekilir.
Hazret-i Resûl'e vahyolunan Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiğine göre oruç, ALLAH'ın, kendisine inanan ve tapanlara bir emr-i mübârekidir.
Gün doğmadan başlayan, güneş batıncaya kadar her türlü yeme ve içmeden, telezzüz-ü şehvanîden kendisini kendi kendine men'eden oruçlu bir insanın salâbet-i ruhîye ve rûhâniyesi önünde hiçbir mantık eğilmeden kendisini geri alamaz.

Orucun maddî bakımdan vücût makinasına yaptığı büyük tesiri kısaca mütalâa edersek; yiyeceksiz kalış, ilk önce açlık duygusunu uyandırır, bazan sinir bozukluğu ve nihâyet yorgunluk hissini ortaya atar.
Daha çoğu ruhî ve daha azı maddî gibi görünen bu rahatsızlıklar vücud makinasında ehemmiyetli olan birtakım gizli vücud çalışma hâdiselerini tahrik eder.
Karaciğerdeki şekerler, deri altındaki tabakalar ve adeledeki yağlar, beze ve karaciğer hücrelerinde protein'ler harekete geçerler.
Bütün uzuvlar, maddelerini, iç muhitin ve kalbin tamamiyetini muhafaza için, fedâ ederler.
Bu sûretle bir sene durmadan ve dinlenmeden çalışan insan makinası, nesiçlerini temizler ve değiştirir.
Bu değişme bir senelik yorulan ve kendisinde kimyevî birtakım maddeleri biriktiren uzviyetin insan ruhiyatı ve arzularına bağlı bâzı itiyat ve isteklerini değiştirir; yerine daha taze, daha canlı, ruh ve madde çalışma sistemini husule getirir.

Hastalıklarda, hekimlerin tavsiye ettiği istirahat, hasta uzviyetinin normal vaziyetini alması için vücudun hücrelerine yeniden bir hız vermekten başka bir gayeye matuf değildir.

İnsanın farkına varmadığı uzviyetinin hücre ve nesiçlerinin bir senelik yorgunluğu, ancak oruç ile, temizlenmek ve kuvvet bulmak imkânına sahibolur. Günün erken saatlerinden başlayarak, 12-14 saat aç duran bir uzviyetin maddî çırpınışı ile onun taşıdığı ruhun bir rahatlık deryası içinde çalkanışını, bu uzun saatlerin sona ereceği dakikalarda, duymak ve ondan ruhanî bir zevk hissesi koparmak itiyad-ı diniyesine mâlik insanlara, ne mutlu!

12-14 saatlik bu alışkanlığın verdiği ruhanî zevk târif çerçevesine ve tavsife sığmaz...
Ruh adetâ cesede küçük bir isteme kabiliyeti bağı bırakarak namütenahi kâinatın ihtizazları içine karışıyor...
Fakat bu ihtizazlar ancak kâmil, bilgi ve ilim peşinde koşup onun verdiği büyük kuvvetle yoğrulmuş kafa taşıyan müslüman insanlarda kendisini hissettirir...

O hâlde oruç; insan ruhunun uzviyetine bir hız veren taahhüdüdür.
Kur'ân-ı Kerim'e göre:
“İlâhî ve beşerî her taahhüd mukaddestir.”
O hâlde hakikî oruçlu olan insan, mukaddes uzvî ve ruhî bir durum almış olacaktır.

Buraya kadar fertler topluluğunun emr-i ilâhî olarak yapmaları istenen büyük sıhhî ve ruhî kaideler teşrih edildi.
Bu umûmî kaideler içinde fertlerin teker teker yükselme istidad ve arzusunu taşıyanlara ait öğütleri bulup çıkaracağız.

Hicret vuku’a gelmeden evvel Medine'de fevkalade çok sıtmalı.
Senede yüzlerce kişi sıtmadan ölür ve ızdırab çekerdi.
Resûl-i Ekrem Medine'yi teşriflerinde Medine'nin etrafını çok bataklık görmüş ve sıtmanın bu sulak ve pis yerden geldiğini söyleyerek bu işe önayak olarak bir defasında 30 bin hurma fidanı diktirmiştir.
Ve bataklıkları kurutmuştur.

Ebu'l- Berekât'ın bitabında yazılıdır:
“Bir yerde hastalık çıktığı zaman o yerde bulamıyorsanız başka tarafa gitmeyiniz, başka yerde hastalık vana o tarafa da seyahat etmeyiniz!” buyurarak ilk karantina usûlünü vaz'eden Cenâb-ı Peygamber'dir.
Bütün hastalıklarda himye, yâni perhizi musirrane tavsiye eden bütün devâların başı budur, diyen Ulu Peygamber'dir.

ALLAH'ın takdir buyurmuş olduğu ömrü rahat yasamak, huzur içinde geçirmek, rızâ-i ilâhîyi kazanmak için: “şunlara kat'iyyen riâyet ediniz!” buyuruyor:
1-) Daima taze yemeklerden yiyiniz!
2-) Çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz!
3-) Çok çiğneyiniz, yavaş yemek yiyiniz!
4-) Yemeğe oturmadan ellerinizi yıkayınız!
5-) Daima yemekten iştihah olarak kalkınız, çok yemeyiniz!
6-) Yemeklerde çok su içmeyiniz!
7-) Kışın daha ziyâde yağlı yemekler, yazın serin yiyecekler ve sebze yiyiniz!
8-.) Yemeklerinizde hurmayı eksik etmeyiniz!
9-) Üzüm, hurma, zeytin ALLAH'a şükretmek için size afiyet ve kuvvet verir.
10-) Yorulduğunuz zaman tatlı yiyiniz!
11-) Kırık, çatlak kâselerde yemek yemeyiniz, su içmeyiniz!
12-) Yemeklerde daima neşeli olunuz! Yalnız yemek yemeyiniz!
13-) Yemekten sonra daima dua ederek şükrediniz!
14-) Ayda bir gün muhakkak oruç tutunuz, vücudunuz dinlensin.
15-) Bal yiyiniz, bin derde devâdır.

Bu tavsiyeler binlercedir.
Okuyucularıma bu tavsiyeler gâyet basit gelecektir.
Fakat 1300 sene evveline bir seyahat ederlerse akıl durduran bir hâdise ile muhakkak karşılaşacaklarını anlayacaklardır.
Bunlardan hiçbiri bugün değişmemiştir.
Değişemez ve değiştirilemez de...
Bu kadroya giren her hâdise büyük, cihanşümul ve ilâhî olur..
Son senelerin keşifleri dünya tıbbini değiştirmiş, yeni bir devre sokmuştur.


Telezzüz-ü şehvanî: Şehvet lezzetleri.
İnşirah: Ferahlanmak, mesrur olmak.
Salâbet: Metanet, katılık, sulbiyet. * Peklik, dayanma. Sağlamlık. * Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)
Nesic: (C: Nüsüc) (Nesc. den) Dokular.
İtiyad: (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: DERMAN DOKTORUMDAN İNCİLER

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


GÖZ - KULAK - EL


İradesine az çok verilmiş uzuvlar ve âletlerdir.
Kimin?
Ayıptır söylemek ...
İnsanın yahu ...

İyi güzel şeylere bakmak ...
Güzel sesleri sözleri dinlemek ...
İyi hareketlerde bulunmak ve iş görmek içindir. Üçü de ...
İrade ve ruhun arzularına yardım etmek vazifeleri esas, olmakla beraber bazen nefsin arzularına da iş görürse de bu arzuların iz’afında nefsin esiri olabilir de ...
Şehvanî hislerin azmasına da nefsin emrine girdiği zamanlardır.
Kadın yüzü görmek, vücudu görmek gibi hâllerde gözün nefse dönüşü vardır.
Buna kulak da ses olarak iştirak eder ve insanını sol eli bu işe girer.
Tenasül azası dikkat edilirse şehvanî arzularda kendi uzvuna doğru yönelir. Bu arada bütün vücudun organları isyan hâline giderler.
Kalb çarpar.
Göz bebekleri küçülür.
Ses duymamaya başlar.
Ancak arzuları tahrik edecek sesleri alır.
Başka sesleri almaz.
Kim?
Kulaklar, kulaklar…
Sağ elin mahareti sola nazaran çoktur.
Sol el de başka işlerde sağdan maharetlidir.
Âdetâ vazifeleri yaratılış itibarı ile ayrılmıştır.
Bazen aksi vardır, “solak” tâbiri kullanılır.
Bunun sebebi; hem ana ve babaya, hem de mânevî bir sebebe bağlıdır. Bu, basit bir ilmî fikirle izah edilemez.
Böyle kabul edilir ve cevabı verilmez o kadar.
Hatta “sol el şeytan işlerini görür” diye de bir söz vardır.
Yemek sağ el ile yenir.
Basit bir misal:
Sağ el ile düğme bağlamak çok zordur.
Sağ ve sol ellerinizin yaptığı işlere dikkat edin, bunları ayırın ve düşünün…
Sağ taraf dimağdaki merkezler vücudun solunu, soldakiler sağını idare eden sinirlere emir verir...
Sağdaki bu arıza solda, soldaki bir arıza sağda felç yapar.
Sağ kol. Sağ bacak. Sol kol ve sol bacakta görülen ağrılar, yaralar, şişmeler ayrı ayrıdır.
Bazen ikisi de bu ârızalara iştirak eder.
Sağlı sollu çift uzuvlar vardır.
Bir tarafta olanlar vardır.
Çift olanlarda bile az çok anatomik farklar mevcuddur…
Elbise giyerken, çorap giyerken, ayakkabı giyerken her hususda hangi uzvunuz, eliniz, ayağınız ilk işe başlıyor dikkat edin.

İnsandaki mânevî noksanlıklar, bunlara dikkatle düzelebilir.
Mânevî ne demektir:
Ruhun ne olduğunu, temizliğinin esasını bilinmeyen hakikat tarafı demektir.
Mânevîyat, inanç der geçeriz.
Bu o kadar basit bir kelime değildir.
İşte nefis bu noktayı çeldiren nesnedir.
“Nefsini bilen Rabbını bilir” hadîsinde
“Rabbını bilen, nefsini bilir” denilmemiştir . ..

O hâlde mânevî âleme ruhun esası bağlı olduğu tarafa dönmek için nefsi bilmek lâzımdır.
Nefse hizmet eden uzuvları evvelâ tetkik edip onları islaha savaşmak nefsin kullandığı âletlerden nefsin ne olduğunu anlamak, sonra o âletlerde tezahür eden, ruhun emrine verilmiş hakiki vazifeleri ile o vazifelerin nasıl olduğunu temin eden kudretlerin Rabbı bilinir demektir.
Sağ elle taharet alan, sağ elle tenasül uzuvlarını tutan hemen hemen yok gibidir, vardır.
Onların sebepleri ve illetleri vardır.
En büyük cihad nefsi yenmektir.
Duyurulması efradını câmi’ bir düsturu mübârektir.

Bütün ibâdetler emirler ruhun mânevî aslını bilmek için ALLAH'ın sevgi ve yüceliğine iştirak etmeye çalışmak için emrolunmuştur.
“Hastalıklar, dertler ALLAH'ın kula hediyesidir” Hadîs-i Kudsîsinde hep bu anlattıklarımız gizlidir.
Bu zıtları niçin Cenab-ı Hakk halk etti? diye gelir akla; buna şaşma.
Gâyet basittir.
ALLAH zıddiyetler ile kendi kudret ve güçlerini göstermek ve seyretmek içindir.
Emirlere itaat et!..
ALLAH Gafûr, Rahîm, Azîz ve Hakîmdir.
Bu söylenen esmâları tetkik et ...
İçine dal, bunun lügat mânâsında kalma!
Zât-ı ahadiyetinden sudur eden mübârek kelâmında söylüyor.
Böyle olduğunu ben söylemiyorum.
İnsan kitlelerine haykıran:
Nuh'a bak...
Musa’ya bak ...
Lût'a bak ...
İsa'ya bak ...
Ne kadar cefâ dert çektiler ...
Bir de Resûlü Ekrem'e bak:
Mübârek dişlerini kırdılar.
Mübârek vücuduna taş mı atmadılar.
Yoluna dikenler mi koymadılar.
Nihâyet kendilerini öldürmeye kalktılar...
Müberek hayatını seyreyle:
Bir toz kadar ne çile, ne hata, ne fena bir şey göremezsin.
Çünki yok ...
Hayatı boyunca :
“Ben ahlâkı tamamlamak için gönderildim!” buyuruyor.
“Ahlâksızlıkları düzeltmek için” demiyor…
Bütün insanlara hürmet ediyor ve burada ince bir mânâ var:
İnsanın ruhunun asaletine hürmet ediyor.
“ALLAH her şeyi güzel yaratmıştır.
Ben yalnız yol gösteriyorum!” demek istiyor.
Es Sabûr, Eş Şekûr, El Mukadder esmâlarının görünür şekli olarak yaşadı.
Bu ilâhî esmâları haykırdı.
Hakk’ın rahmetinin görünür mümessili olarak Rahmetelli’l-âlemîn oldu.
Kurban olayım ona!..
Sellalahu aleyhi vesellem


İz’af : Zayıflatmak, kuvvetsiz hâle getirmek. * İki kat etmek. İki misline çıkarmak.

Tenasül azası : Üreme organı.
Resim
Cevapla

“Fikrî Derlemeler, İncelemeler ve Zevkler” sayfasına dön